Kuran’ın Kaynağı Nedir, Kuran’ı Muhammed mi yazmıştır ?

2.226 kez görüntülendi

Resim bulunamadı

Konuyu tamamlayan, ‘Ateistlere cevaplar’, ‘Hz Muhammed neden çok kadınlar evlenmiştir?’, ‘Oryantalistler ve Hz Muhammed’ adlı yazıları tavsiye ederiz.

.

Giriş

“Hemen hemen bütün oryantalistler, Hz. Peygamber(s.a.v.)’in vahiy alışının sadece kavlȋ olduğu görüşündedirler.” (Hafsa Nasreen, Oryantalistlerin Kur’an Üzerine İddiaları -Eleştirel Bir Çalışma-, ERUIFD, 2013 / 1, Sayı: 16, s. 110) Bu tarihte de böyleydi, 20. Asırda da 21. Asırda da! “Muhammed, tam yirmi yıl Kur’an’ı yazmakla uğraştı.” (Der Spiegel dergisinden alıntı, Hafta Dergisi, 23 Kasım 1951, sayı: 113, s. 33) “Times: Kur’an, Muhammed Peygamber’den ‘önce’ yazılmış olabilir. İngiltere’de yayımlanan Times gazetesi, Birmingham Üniversitesi kütüphanesinde bir ay önce bulunan bir Kur’an parşömeni üzerinde yapılan karbon testlerinin, Kuran’ın Muhammed Peygamber’den önce yazılmış olma ihtimalini gündeme getirdiğini yazdı. Habere göre, testler, söz konusu parşomenin 568 ve 645 yılları arasındaki bir tarihte yazıldığına işaret ediyor.” (BBC, 31 Ağustos 2015) Bu tarih aralığı bile Kur’an’ın kökenine ilişkin geleneksel bilgileri güçlendirmekte iken, tüm iddiaları gibi bu ithamda kendini yalanlamakta ve dayanaktan yoksun kalmaktadır! Şimdi, birbiri ile çelişkili ve temelsiz bu iddialara geçeşim:

Arius, İstanbul patriği Makedonius, Nestorius, Monofizitler sapkın ilan edilip aforoz edilirler. 4. Yüzyılda Gazzeli rahip Epiphanius, ‘Panarion’ adlı risalesinde 80; Dımeşki ise 101 sapkın hareketten bahseder. (D. J. Sahas, Jonh of Damascus on Islam, s. 56) Sapkın ilan edilenler bir taraftan afaroz edilirken ayrıca kılıç veya ateşle yakılma, sürgün gibi cezalara da çarptırılırlar! Bu ithamlara zamanla, mesela Nestorius, İmparator III. Leo ve oğlu V. Konstamtin, İmparator Constantius için ‘Deccal’, Nicolas için ‘şehvetperest’ gibi sıfatlar da eklenir. (J. V. Tolan, Saracens, s. 12 ; F. G. Munoz, Liber nycholay, s. 5) “Talmud’da da Hz İsa büyücü ve cehennemde ebedi azaba çarptırılmış biri olarak zikredilir. (J. V. Tolan, Saracens, s. 16) Başkalarına yöneltilen karalama ve aşağılama amaçlı ifadeler ve ithamlar, basit bir adaptasyonla ve de üslubu biraz daha sertleştirilmek suretiyle zamanla ve tüm ithamlar toplanarak Hz Muhammed’e ve İslam’a yöneltilmiştir. Hıristiyanlık hakikatin tek ölçüsü olduğuna göre İncil’i değiştirilmiş ve teslisi reddeden Hz Muhammed’de bu hakikatin düşmanı ve dolayısı ile şeytani olmak zorundaydı.” (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 101-103; J. M. Buaben, Images of the Prophet Muhammed in the West, s. 6); “Batılı yazarlara göre tek ilahi vahiy Hıristiyanlığa aittir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 263) “Oryantalistlerden bazıları İslam’ı ‘bireyci’ olarak tasvir etmiş, diğerleri ise ‘kollektivist’ (toplumcu) olarak görmüşlerdir.” (Gai Eaton, İslam Ve İnsanlığın Kaderi, s. 99) “Peygamber, İnsanî yöntemle yavaş yavaş öğrenen ve daha sonra edinmiş olduğu bilgiyi yayan bir insan değildir.” (Eaton, s. 124) “Oryantalistlerin İslam hakkında düştükleri yanılgıların başlangıç noktası, dinin kaynağı hakkında düşündükleri yanılgıyla başlamaktadır.” (Eaton, s. 137) “Dünyadaki büyük insanlardan hiç biri Muhammed kadar iftiraya uğramamış” (M. Watt, Hz Muhammed, s. 22, 211) olduğu gibi eldeki “Hz Peygamberin hayatına dair orijinal kaynaklardaki bilgiler de çarpıtılmıştır.” (A. Kramer, History of Muhammad’s Campaigns, s. 1) Aslında oryantalistlerin “Hz Peygambere ait literatürü, çeşitli ve çelişkilidir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 53) “Oryantalistlerce ileri sürülen birçok ithamın gerçekle bir ilgisi bulunmamakta, birçok iddia diğerini yalanlamakta, bir sonraki teori öncekini çürütmektedir.” (Kuran ve Hz. Peygamber Aleyhindeki İddialara Cevaplar, Abdülaziz Hatip, s. 11) “Oryantalistler kendi aralarında bile çelişkilerden kurtulamaz, görüş birliği sağlayamaz, birbirlerini yalanlarlar. Hâlbuki birinin iddiası doğru olsaydı hepsinin onda görüş birliği yapmaları gerekirdi.” (Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş II, s. 221-226) S. H. R. Gibb: “Bu adam (Hz Peygamber) hakkında neredeyse biyografi yazarları adedince farklı teoriler vardır.”  (Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 21) derken Schacht, ‘Hz Peygamberin hayatı hakkında güvenilir tarihi bilgiler söz konusu değildir.’ demekte ama A. Guillaume ve M. Watt gibi oryantalistler bu görüşe karşı çıkmaktadır.” (Hıdır, s. 64, 109) “Kureyş; ‘Muhammed’e gelenin çoğunu, o Hıristiyan Cebir öğretiyor.’ dediler. Bugün de müsteşrikler rahip Bahira’dan öğrendiğini ileri sürmektedirler. Öyle bir öğretici olsaydı, “bunu ben öğretiyorum” diye ifşa etmez miydi? Çünkü Kur’an’a karşı koymak için o kadar sebep vardı ki, herkes Kur’an’a karşı koyup nazire yapanı baş üstüne gezdiriyordu. (Süleyman Ateş, İslam’a itirazlar ve Kur’an-ı Kerim’den cevaplar, s.173) “Sömürgeciliği kolaylaştırmak oryantalizmin odak noktası idi. Oryantalistler, maddeci batı medeniyetinin üstünlüğünü ispat etmeye çalışmaktadırlar.   Oryantalistler, İslamiyet’in, bir cahiliye Araplarından, bir Sabiilerden, bir Hind veya İranlılardan, olmadı Yahudi veya Hıristiyanlardan alındığını iddia etmişler, peygamberimizi bazen ümmi (Okuma bilmeyen) bazen de okuryazar ilan etmişlerdir.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 30) “Oryantalistler Kur’an’ın kaynağını Yahudilik, Hıristiyanlık, Uzakdoğu dinleri, hanifler, putperest Arap kültürü, Helenizm, Gnostisizm, Maniheizm, Hermetizm, Neo-platonizm gibi düşünceler olarak göstermeye çalışır.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 29) Manuell King bu konuda şunları söyler: “Kur’an’ın Hz Muhammed tarafından vücuda getirildiği ekseriya iddia olunur. Bu görüşe göre Hz Muhammed Kur’an’ı Tevrat ve İncil’den intihal etmiştir. Benim kanaatim bu iddianın yanlış olduğu yönündedir.” (Süleyman Ateş, İslam’a itirazlar ve Kur’an-ı Kerim’den cevaplar, s. 282) Zaten oryantalistler bunu açıkça itiraf ederler. “Bugün bile Kur’an ile Yahudi ve Hıristiyan metinleri arasında doğrudan bir bağlantıyı tam olarak tespit edebilmiş değiliz.” (Kropp, Beyond Signle Words, The Quran in its Historical Context, s. 205) Müşteşrik Duhl; “Peygamberin Tevrat, Zebur ve İncil’in gerçek manada içeriği hakkında bir bilgisi olmadığını ve adı geçen kitapları okumamış bulunduğunu, İncil’i hiçbir zaman bilmediğini” söylüyor. Peygamberimiz okumak bilmez, yabancı lisan bilmez idi, kaldı ki o sırada ne Ahd-i Atîk ( Tevrat) ne de Ahd-i Cedîd ( İncil) Arapçaya çevrilmemişti, bunların Arapçaya tercümesi miladi 10. asırdan sonra olmuştur. (Süleyman Ateş, İslam’a itirazlar ve Kur’an-ı Kerim’den cevaplar, s.175) Kur’an’ın kaynağı konusunda Abraham Geiger (İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, Mehmet Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvurus. 200), C. Torrey Yahudi etkisinden bahsederken, Karl Ahrens Hıristiyanlığın etkisinden bahseder. Johann Fück ise her ikisini reddedip birbirlerine zıt kanıt, yöntemleri ve sonuçları için onları eleştirir ve Kur’an’daki kıssalar dâhil hiç bir fikrin Yahudi veya Hıristiyanlıktan alındığının söylenemeyeceğini, bu fikirlerin yanlışlığını ileri sürerken Kur’an’ın kaynağı olarak bu kere yerel Arap monoteizmini gösterir. (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 25) Johann Fück, İslam’ı Araplara özel bir din olarak görür ve ‘Torrey, Muhammed’in bir sinagog (Yahudi ibadet evi) talebesi olduğundan ne kadar eminse, Ahrens de Hıristiyan etkilerin belirleyiciliğinden o kadar emindir’ diyerek her iki yazarı eleştirir. (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 220) Fück ayrıca anlatılanların peygamberin dürüstlüğü ve samimiyeti ile çeliştiğini, diğer alanlardaki çıkarımlarında tamamen tutarsız olduğunu belirtir. (J. Fück, Die originalitat des arabischen propheten, s. 143) Fück, “Hıristiyan olan Ebrehe’nin sonunun anlatıldığı Fil Suresinin hiçte Hıristiyanlara karşı bir sempati göstermediğini ifade eder ki kaldı ki onlardan etkilenmiş olsun. Kendine özgü düşüncesine ne Yahudilik ne Hıristiyanlıktan alınmamıştır.” der. (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 223-224) Görüldüğü gibi oryantalistler birbirlerini yalanlarken başka ithamlar ortaya atmaktan da geri kalmazlar. Çünkü Hz Muhammed kendi inanç sistemlerine aykırı bir söylemle ortaya çıkmıştır ve oryantalistler birbirleri ile çelişkili olsa da bu dine saldırmaktan kendilerini alıkoyamazlar. Henry Stubbe, “İslam’da Nasturilikten bir ize rastlanmaz. Kur’an’daki İsa hakkındaki olumlu, ifadelerin, Yahudi üstat iddiasını çürüttüğünü belirtir. (H. Stubbe, An Account of the Rise and Progless of mahometanism With The Life of Mahomet, s. 141) Hartmut Bobzin ise Yahudi, Hıristiyan hatta eski Arap inancı etkilerini kabul etmekle birlikte, tüm bu etkilerin toplamı olarak anlaşılamayacak kadar yeni  bir bünyeye dikkat çekerken (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 217)  Hubert Grimme ise Hz Muhammed’i dini bir önder değil sosyalist bir reformcu olarak görme eğilimindedir. (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 22) Aloys Sprenger vahyin kaynağının William Muir tarafından da dillendirilen ‘Sara nöbetleri’ olduğu iddiası (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 20) yerine yeni bir açılımda bulunur ve ‘Hysteria muscularis’ adlı sinir hastalığı nedeni ile Hz Muhammed’in vahiy aldığını zannettiğini ileri sürer. (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 21) Bunlar dışında genel olarak tüm oryantalistler (Abraham Gaiger, Gustav Weil, Theodor Nöldeke, Margoliouth,Ignaz Goldziher, Rudi Paret vd.) Hz Muhammed’in hem Yahudilik ve hem Hıristiyanlıktan  etkilendiği görüşünü ileri sürerler. (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 15-29) Buna karşın “Peygamberin Hıristiyanlık öğretilerinden ne bildiği açık değildir.” (D. Thomas-B. Roggema, Christian Muslim relations, s. 2 ) görüşünü savunan oryantalistler olduğu gibi, R. Bell gibi “Hz Muhammed üzerinde doğrudan bir Hıristiyan etkisi yoktur.” (Bell, The Origin of Islam, s. 50) görüşünde ısrar edenler de vardır. Neal Robinson, ‘Christ in Islam and Christianity’ adlı eserinde, herhangi bir Hıristiyan kültürü etkisinden bahsetmezken H. B. C. Bradford,  Hıristiyanlardan alıntı iddiasının ‘zorluğundan’ bahseder. (Bradford, Qur’anic Jesus, s. 111) J. Fück, The Originality of the Arabian Prophet adlı makalesinde, Hıristiyan kültürü etkisine dair, Sprenger, Torrey, Ahrens, Andrea gibi yazarların iddialarına güçlü itirazlar yöneltir ve Hz Peygamberin şahsi karizmasına vurgu yapar.” (Fück, The Originality, s. 89, 93, 95, 97) iken Muir’de ” Muhammed’in herhangi bir İncil’i okuduğu fikrine katılmıyorum.” der. (Muir, The life of Mohammad, s. 310) Abbe de Saint-Pierre ise Hz Muhammed’in dininde Hıristiyanlıktan iz bulmaz, bunun yerine İslam’ı paganizm ve Yahudiliğin bir sentezi olarak görür. (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 80) Thomas Herbert ise yazdığı ‘Travels Begun Anno’ adlı eserde, Hz Muhammed’in ‘Yahudi kökenli olduğu’ ve ‘ailesinde’ Yahudilik ve Hıristiyanlık hakkında eğitildiği ileri sürer. (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 53) “Hz Hatice’nin evlilik öncesi Corazania adlı ülkede kraliçe olduğu, sapkın mezhebini yaymak için İspanya ve Afrika ya gittiği, Yahudi sevgilisi tarafından öldürüldüğü gibi kurgusal unsurlarda Hz Muhammed’in biyografisine zamanla dahil edilmiştir.” (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 72) Revizyonist oryantalistlere (Patricia Crone, Michael Cook ) göre ise İslam, Sasaniler tarafından Filistin’den sürülen Yahudilerin Hicaz bölgesine gelişinden sonra ortaya çıkan Haceriler ( Hagerine) adlı mesihi bir mezhebin içinden çıkmıştır. (M. Özdemir, siyer yazıcılığı üzerine, Milel ve Nihal, IV/3, s. 147) “Nicetas, Kur’anın eski ve yeni ahit’in zıttını içerdiğini, bu yüzden vahiy değil, şeytani ilhamın bir ürünü olduğunu söyler.” Hâlbuki başka oryantalistler de, Kur’an’ın İncil-Tevrat’tan aşırılma olduğu yani zıttı değil, benzer içeriğe sahip olduğun ileri sürer. Zaten misyonerlere de bu benzer iddialı yerlerden hareketle Müslümanlara, İncil-Kur’an aynıdır, mesajı vererek ilk neşteri, kancayı atmaya çalışırlar. Benzer mi, zıt mı, kısmen farklı ise hangi mezhepten, kitaptan veya kişiden aşırılma? Çünkü tüm iddialar birbirinin zıttıdır!  (Prof. Dr. Fuat Aydın, Batı İslam Arkeolojisinin Algısı, s. 38) “Paul Alvarus için Muhammed, mesih karşıtı ama deccal değil; Eulogius için ise, deccal; Vincent de Beavais için ise; deccal gibi bir sahtekâr biridir.” (Fuat Aydın, s. 42) “Nöldeke Ebu Bekir ve Ömer’in akıl ve basireti göz önüne alındığında Hz Muhammed hakkındaki deccal suçlamalarının geçersiz olduğunu savunur.” (T. Nöldeke, Tarihul Kur’an, s. 5) İngiliz ilahiyatçı Humphrey Prideaux Hz Muhammed’i hokkabaz olarak görür. (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 79) Carlyle, Hz Muhammed’e yöneltilen hokkabaz, samimiyetsiz, şehvetperest gibi  ithamları kesin dille reddeder, bu gibi yalanları utanç verici olarak bulur. İslam dininin, sefil bir düzenbazlık olarak kabul edilemeyeceğinin kuvvetlice vurgular. (Thomas Carlyle, Kahramanlar, s. 65-66) İslam düşmanı Voltaire bile bu ithama karşı çıkar: Tevrat ve İncil’in, Davud ve Süleyman’ın hayatına dair anlattığı şeyler okunduğu vakit şu sonuca varılır: “Şehvet, zevk düşkünü olan, Yahudi diniydi, Muhammed’in dini ise ağırbaşlı idi.” (Roger Arnaldez, Fransız Kültüründe Muhammed Peygamberin Tasviri, s. 69) Abbe de Saint-Pierre ise Hz Muhammed’in misyonunun başlangıcındaki hokkabazlık iddialarını reddeder ve ‘öyle olsa eşini, yakınlarını ve komşularını vizyonlarının doğruluğuna inandıramazdı’ der. Peki sonra ne olmuştu? Abbe’ye göre rüyalar gördü, vahiy sandı bu da onu yalan söylemeye götürdü. İslam’ın yükselmesinde iki etken vardır; İklim ve hayal gücü. Abbe, Hz Muhammed’in dininde Hıristiyanlıktan iz bulmaz, bunun yerine İslam’ı paganizm ve Yahudiliğin bir sentezi olarak görür. (A. Gunny, Perception of Islam in European Writings, s. 59) “Alfonsi, Muhammed’in mucize göstermediğini ileri sürerken, Tuscanlı Tommaso, Matthew Paris ve Vincent de Beavais’e göre Muhammed, mucizeler göstermiş ama bu mucizeler şeytan tarafından gerçekleştirilmiştir.” (Fuat Aydın, s. 46) Annemarie Schimmel adlı oryantalistte, ‘Ve Muhammed O’nun elçisidir’ adlı eserinin 39. sayfasında, Hıristiyan ve Yahudi farklı kaynaklardan alıntılar yapıldığına dair oryantalist iddiaların ‘farklı ve kısmen çelişkili’ olduğuna dikkat çeker! “Roger Arnaldez de, Hıristiyanlarca yazılan İslam hakkındaki kaynakların sonradan yazılmış olduğunu, bunların taraflı kaleme alındığını, o nedenle itibar edilmelerinin zor olduğunu belirtir.” (Prof. İbrahim Sarıçam, Prof. Seyfettin Erşahin, Çağdaş çalışmalar ve oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 228, 256) “Voltaire, Pascal, Dante ve Thomas Aquinas gibi yazarların ortak paydası, nesilden nesile aktararak İslam ve peygamberi negatif olarak değerlendirmektir. Katolikler Protestanlara kötülemek için aslında ilk Protestan’ın Hz. peygamber olduğunu ileri sürmüşlerdir. Protestanlarda Türkler ile asıl Katoliklerin iş birliği yaptığını söylemişlerdir.” (Hıdır, s. 92) “A. Mingana ve G. Lüling’in iddiasına göre Kur’an, esasen İslam öncesi teslis inancına karşı çıkan Hıristiyanlarca yazılmıştır. (Hıdır, s. 275) W. Goldsack, Samuel Lee gibi birçok yazar da Kur’an’ın Hıristiyanlıktan alıntılandığını ileri sürerler. (Hıdır, s. 279)  D. S. Margoliouth ise bu iddiaları, “Muhammed hiç bir İncil’i elde etmemiş ve okumamıştır.” diyerek reddeder. (Hıdır, s. 283) C. Torrey, Mekke’de etkin bir Yahudi nüfusu olduğunu ve bunların Muhammed’i etkilediğini ileri sürer. Yahudi olan F. Rosenthal ise bu iddiayı kabul etmez ve “eldeki mevcut kaynaklar Torrey’i desteklemez.” der. (Hıdır, s. 266) Aynı şekilde G. D. Newby, A History of the Jews of Arabia adlı eserinde, oryantalistlerin Yahudi köken iddiasını tenkit eder. (Hıdır, s. 267) Damascus, ‘De Haeresbius’ da, Kur’an-ı Kerim’in peygamber tarafından kaleme alındığını ve yazma sırasında Bahire isimli kişin kendisine yardım ettiğini ileri sürmüştür. (Taceddin Ural, Papa bir puttur, s. 120) Oryantalistler bir taraftan Rahip Bahira olayının uydurma olduğunu ileri sürerken diğer yönden de bu olaydan hareketle, Hz Peygamber üzerinde Hıristiyan kültürü iddiasını gündeme getirirler. (Hıdır, s. 296) Aynı misyoner yazar bir kitabında ‘Kur’an ile kutsal kitaplar arasında çok fark var’ der ve sıralarken, başka kitabında ise ‘Tevrat’tan alıntılar aynen Kur’an’da var’ diyebilmektedir: Kur’an’ı Tevrat ve İncil ile karşılaştırdığınız zaman onun aynı kaynaktan olmadığını görmemek çok zordur. Kur’an kendinden önceki kaynaklardan  büyük farklılık gösterir. (John Gilchrist, Evet, Kitabı Mukaddes Tanrı Sözü’dür, s. 16) Yazar daha sonra kitabının 21. Sayfasında ‘Kur’an ile Kutsal Kitaplar arasındaki esas farklılıklar’ diyerek maddeler sıralar. Diğer eserinde ise Gilchrist, “Hem Kutsal Kitap hem de Kur’an, yazıldıkları günden bugüne kadar hiç değişikliklere uğramadan gelmemişler.” (John Gilchrist, Kur’an ile Kutsal Kitap, s. 44) dedikten sonra aynı eserinin 53. Sayfasında “Yahudilerin masal ve mitoloji kitaplarındaki olayların Kur’an’da yer almaları, Kur’an’ın Tanrı sözü olma iddiasına karşı çok güçlü birer delildir.” demektedir. “Yahudi oryantalistlere göre Yahudilik, İslam’ın birinci kaynağıdır.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 231) Theodore Bibliander, Kur’an’ın kaynağı olarak Hıristiyanlığı gösterir. (Machumetis, I/3) Leone Caetani, İslamiyet’in dolaylı olarak Hıristiyanların bir ürünü olduğunu iddia eder.  (Studi di Storia Orientale, s. 47) Tor Andrae, Muhammed’in Hıristiyan rahiplerden etkilendiğini ileri sürer. (Mohammed, s. 8) David Samuel Margoliouth, İncil’in Hz Muhammed için gayet faydalı bir kaynak olduğunu ileri sürer. (Mohammedanism, s. 50) Herbelot de Mollainvile, L. Marraccio, A. Geiger, W. Muir, J. Wellhausen, W. St. C. Tisdall, T. Nöldeke, H. Grimme… gibi oryantalistler ise, İslamiyet’in temelinin Yahudiliğe dayandığını iddia ederler. (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 31-72) Aloys Springer, Muhammed’in Arap dinini inşa ettiğini, birçok Arap şiirinden alıntılar yaptığını  (The Life of Muhammad, s. 35) iddia eder ama Arapların Peygamberimize neden bu kadar itiraz ettiğini, muhalif olduğunu açıklayamaz. Aynı yazar Muhammed’in sapık Hıristiyanlardan etkilenmiş olabileceğini iddia eder. (The life of Muhammad, s. 175) Julius Wellhausen ise “İslamiyet’in Hıristiyan kültürünün etkisinde kalan Arap putperestliğinden ortaya çıktığını” iddia eder. (Reste Arabischen Heidentums, s. 240) Sir William Muir, “Muhammed’in Hıristiyanlığın gerçek kurallarını bilmeye olanak tanıyacak kaynaklara ulaştığı şüphelidir” der. (The Life of Muhammad, s. 325) Josef Horovitz ise, “Muhammed’in eski ve yeni Ahit’in tercümelerine bir şekilde ulaştığı” iddiasında bulunur. (Horovitz, Koranische Untersuchungen, s. 20) Gerek Kilgour ve gerekse Di Khuye İncil’in efendimiz döneminde tercümesinin bulunmadığını bildirirler. (Muhammed Mustafa el-Azami, Dirasat fil Hadisi’n-nebevi, I/46) Theodor Nöldeke, herkesin Hıristiyan olduğunda ittifak ettiği Varaka bin Nevfel’in, Yahudi olduğunu iddia eder. (Hatte Muhammed christliche Lehrer, s. 705) Aynı yazar, Rahip Bahira’nın Muhammed’i etkilendiğini iddia eder. Hâlbuki birçok oryantalist, Rahip Bahira olayının uydurma olduğunu, sonradan Müslümanların Muhammedi büyük göstermek, peygamberliğine delil olarak kullanmak üzere uydurulduğunu ileri sürerler. Ama uydurma dedikleri bu olayı, işlerine gelince gerçek gibi kabul edip yine İslam’a saldırmak için kullanmaktan geri kalmazlar. Charles Cutler Torrey, “Bazı araştırmacılar Kur’an’ın bir kısım  pasajların da Yahudiliğin etkisini görürken: diğer bir kısım araştırmacılar ise aynı pasajlarda Hıristiyanlığın izlerini bulabilmektedir. Hâlbuki dikkatli incelendiğinde aynı konuların, Yahudi ve Hıristiyanlıktan ayrı olarak Batı Asya pagan dini kayıtlarında yer aldığı görülecektir.” diyerek, aynı ayete oryantalistlerin subjektif yaklaşımları sonucu  farklı sonuçlara ulaşıldığını açıkça itiraf etmektedir. Kendisi de eleştirdiği konuma gelmekte, aynı ayetten üç farklı sonuç elde edilebilmektedir. (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 73) İbni Warrak ise, “İslamiyet Zerdüştlükten doğrudan etkilenmiştir. İran, Hint kültürünü kaynak olarak almıştır.” iddiasında bulunur. (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 95) A. Sprenger İslam’ı “Milli olmayan Yahudilik, teslisi olmayan Hıristiyanlık.” (Sprenger, Das leben und die lehre des Mohammed, I/45) olarak nitelerken aslında kısmen hakikatin kenarına yaklaşmış ise de gerçeği teğet geçmiştir. Bu konu ile alakalı ‘İslam tüm dinlerin özüdür.’ adlı yazımıza bakılabilir. Margoliouth, Hz Muhammed’in Mekke’li Arapların zenginlik ve siyasi gücünün koruması için yeni bir din ortaya koyduğunu iddia eder. (Margoliouth, Mohammad, s. 40-43) O zaman neden tüm çevresi ve akrabaları dâhil, Arapların yıllarca Hz Muhammed’e karşı çıktığı sorusu tabii ki cevapsız kalmaktadır! Hatta, “13. yüzyıl ortalarına  doğru Avrupa’da peygamberimiz, “bir zenginin kölesi, bir kardinal veya zengin İranlı” olarak bile tanıtılmıştır.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 77) C. Forster’e ve J. C. Archer’e göre Hz Muhammed peygamber olmaktan ziyade, ‘ruhani/mistik’ bir liderdir. M. Rodinson  ve R. A. Gabriel’e göre Hz Muhammed, “sosyalist, devrimci” bir liderdir. Hz Peygamber hakkındaki nitelemelerde daima değişim olmuştur. (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 214, 217, 221, 256) “Hz Peygamberin cesedinin domuzlar -diğer rivayete göre köpekler- tarafından yeniliği iddiasından, gizlice vaftiz edilip Hıristiyanlığı kabul ettiğine kadar tarihte pek çok iddia ileri sürülmüştür.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 238) Boulainvilliers ise “İslam’ı Hıristiyanlığa daha tercih edilebilir bir din olarak görmekte, Hz. peygamberi de bir peygamber olarak takdir” etmektedir. (G. Pfanmüller, Hanbuch der Islam, s. 117, 171)

Kısaca oryantalistler öyle ya da böyle Kur’an’ın kaynağını başka yerlerde aramışlardır. (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 96)  Hıristiyanlar hiçbir dönemde Hazreti İsa’nın ilahlığından vazgeçmemişlerdir. Kur’an, Yahudi ve Hıristiyanların birçok inancına inancının yanlış olduğunu dile getirir. Eğer Kur’an onların verilerine dayansaydı elbette onların içeriğine muhalefet etmezdi. (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 105, 107) Oryantalistler yüzyıllarca Kur’an’ın kaynağı konusunu araştırmalarına rağmen bir türlü tatmin edici bir sonuca ve kendi aralarında ittifak ettikleri bir görüşe ulaşamamışlardır. Birçok oryantalistin Kur’an konusundaki hipotezlerinde, her biri ayrı bir iddia ortaya attığından elde ettikleri veriler gelişimsel bir birikim oluşturulamamaktadır.  (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 97, 169) “Aslında dogmatik bir anlayış içerisinde doğup büyüyen oryantalistler, kendi dinlerinden sonra çıkmış bir dinin peygamberini kabul etmek istememektedirler.” (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 244)

“Kur’an’ın yazılması konusunda Dımeşkî bir Arian rahibinin Hz Muhammed’e kılavuzluk ettiğini ileri sürerken Kindi, Sergius adlı Nasturi bir rahibin Muhammed’i eğittiğini ileri sürer. İleriki zamanlarda başka isimler de telaffuz edilir. Aslında bu oryantalistlerin tarihi gerçeklerden hareket etmek yerine, kendi keyif ve ihtiyaçlarına göre, kendilerince sapkın olan bir hareketin lideri ile Hz Muhammed’i bir şekilde irtibatlandırma arzusu içinde hareket etmektedirler.” (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 61) Görüldüğü gibi oryantalistler içlerindeki kin ve nefreti hiçbir ilmi delil ve objektiflik kriteri olmadan ve birbirlerine zıt bir şeklide kusmuşlar ama aynı zamanda da çelişkili ithamları ile birbirlerini de yalanlamışlardır! Tek başına Yahudilik, tek başına Hıristiyanlık, Hem Yahudilik hem Hıristiyanlık, hem paganizm ve Yahudiliğin bir sentezi, sadece  Arap monoteizmi veya sosyal reformcu veya sara-histeri nöbeti gibi birbiri ile zıt ve tutarsız birçok iddia Kur’an’ın kaynağı olarak ileri sürülmüştür. Tüm bu karmaşık ve birbiri ile zıt iddiaların ortaya çıkışının ana sebebi, Kur’an’ın vahiy ürünü bir kitap kabul edilmemesi ön kabulü ile Hz Muhammed’in hayatına yaklaşılmasıdır. Önce Hüküm/karar (İsa tanrıdır dolayısı ile teslisi reddeden Muhammed sahte peygamberdir ) verilip  sonra delil aranınca ortaya yukarıdaki gibi birbirine zıt çelişkili, tutarsız iddialar yığını ortaya çıkmaktadır!

“Hz. Muhammed hangisinden yararlanmıştır, efendimiz okuma yazma bilir mi idi, bilmez mi idi… İddialar tutarsız, çelişkili iken ortaya çıkan  eser de gerek tesiri ve gerek içeriği ile tüm iddiaları tümden geçersiz kılmaktadır. Aslında durum gayet açıktır, oryantalistlerin Hz Muhammed’e ilim öğrettiğini itiraf ettikleri ancak içte ve dışta bulamadıkları kaynak, bizzat Allah’tır.”  (Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş II, s. 135)

Hz Muhammed’in peygamberliğini ispat eden en önemli iki delil şunlardır: Bunlardan birincisi Hz. Muhammed’in peygamberlik öncesi hayatı, ikincisi toplumda gerçekleştirdiği olumlu değişimlerdir. (Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş II, s.159) Peygamberimiz ümmi bir toplumda doğup, hiç şiir söylememiş, edebiyatla uğraşmamış, kabile başkanlığı yapmamış, hatta kahinlikle hiç ilgilenmemiş, geçmiş milletlerin dinlerini araştırmamıştır. Peygamberlikten sonra Hz. Muhammed dağınık ve birbirine düşman olan Arap topluluklarını bir millet haline getirmiş, puta tapıcılığı sona erdirmiş, tek Allah inancını yerleştirmiştir. O, zalim ve ahlaksız olan cahiliye halkını adil bir toplum haline getirmiştir.  (Afif  A. Tabbare, Ruhu’d-dini İslam, s. 449-450)

Özet 

“Oryantalizmin ana hedefi, bütün çabası Kur’an’ın insan sözü olduğunu kanıtlamak üzerinedir.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 31) 

Hıristiyan oryantalistler kendi inançlarına (Teslis inancından İsa’nın çarmıha gerilmesine, asli günah inancından şarabın kutsallığı inancına dek) reddeden; Yahudi oryantalistler İsrailoğullarının seçilmiş üstün bir ırk olduğu inancını kabul etmeyen; ateistler, yaratıcı ve kutsal kitap öğretisi ile gelen; deistler, sadece yaratmayıp insanlara vahiy de gönderdiğini söyleyen Hz Muhammed’in mesajlarını kendi dünya görüşlerine ters olduğu için reddederler. Onların bakış açılarına göre, inançlarına zıt mesajlar içeren bir kitaba insanları çağıran Muhammed’in Allah’tan vahiy alması imkânsızdır. Çünkü gerçek doğrular kendi kitaplarında yazanlardır. O halde Muhammed bu kitabı çeşitli nedenlerle uydurmuş ve insanları kandırmaktadır. Bu önkabullerini desteklemek isteyen bu geniş topluluk Kur’an’ın kaynağının ne olacağı konusunda araştırmalar yapmaya çalışmışlar ve hem kendi içlerinde birbirini yalanlayan hem de genel anlamda çelişkilerle dolu iddialar ortaya atmışlardır. Şimdi tüm bu görüşleri toplu bir şekilde ele alıp cevaplayacağız inşallah.

“Onu Peygamber kendisi uydurdu, diyorlar öyle mi? Hayır! O, senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı gelmemiş bir kavmi uyarman için doğru yolu bulalar diye Rabbinden gönderilen hak Kitaptır.” (Secde, 3) Peygamber efendimiz döneminde de putperestlik inancına aykırı olan tevhit inancı ile ortaya çıkan Hz Muhammed o dönemde de benzer tepki ve ithamlarla karşılaşmış; iftiralar, işkenceler, saldırılarla dolu uzun inkar sürecinden sonra Mekke müşrikleri itiraz ve ithamlarından vazgeçip Kur’an’a iman etmiş ve Müslüman olmuşlardır.

Önce itiraz edip sonra ikna olma ritüni günümüzde de aynen devam etmektedir: “Kur’an’da konuşan, Hz Muhammed’in sesinden daha güçlü, daha yüksek sestir ve bu ses bütün zamanları aşarak günümüze dek ulaşır.” (Sonradan Müslüman olan Yahudi asıllı Avusturyalı gazeteci, yazar Leopolde Weiss (Müslüman adı ile Esed, Kur’an mesajı, s. 4) ; “Siz hiç hayatınızda Kur’an okunuşunu dinlediniz mi? Ne anlama geldiğini anlamasanız da o ne güzel bir okuyuştur! Onları dinlerken vücudunuz titrer, tüyleriniz ürperir. İşte o zaman bilinçaltınızla anlarsınız ki o bir insan sözü değil aksine göklerden indirilen semavi bir sözdür. Ve İçinizde sabah akşam okudukları semavi okuyuşun ne anlama geldiğini anlamak için karşı konulmaz bir istek doğduğunu hissedersiniz.” (75 Yaşında Müslüman olan Meryem (Sophia) Pétronin tarafından, Fransa başbakanı Macron’a yazılan mektuptan, 25.10.2020) Bu örneklerin devamı için ‘İslam’ın Dünyada Yayılışı’ adlı yazımıza müracaat edebilirsiniz.

Ateist ve oryantalist diyor ki, “Kur’an-ı Kerim bile Muhammed’in mucize gösteremediğine delil ayetlerle doludur.” Aslında bu tespit bile iddialarının tam zıttına yani, Kur’an-ı kerim’i Muhammed’in yazmadığına delil teşkil etmez mi? Ssadece bu itirazları bile Kur’an’ın Allah tarafından gönderildiğinin delili değil midir? Bir insan düşünün, kendilerine secde edilen tüm putları yıktırıyor, içkiyi, kumarı, zinayı yasaklatıyor; namaz, zekat, kurban gibi ibadetleri de bunlar yerine getiriyor ama, tüm bunları bir topluma kabul ettirdiği halde, içinde kendisinin mucize gösteremediğine delil olacak cümleleri de, “kendi yazdığı kitaba” ekliyor”! Eski inançlarını terk ettikleri ve bu uğurda mallarını, canlarını feda ettikleri bir insan ‘yazdığı kitabına’ bunlara eklese, takipcilerinin bunu kabul etmeye hazır değil miydi?! Aslında ileri sürdükleri iddialarının bile, Kur’an’ın hak kitap olduğunun delili olduğunun farkında değil ne yazık ki bu zümre… Oryantalistler ayrıca Muhammed’in “Bir Arap devleti kurmak” amacı ile Kur’an’ı yazdığını ileri sürerler ki bu amaçla yola çıkan birisinin bunu Arap ırkçılığı çerçevesinde gerçekleştirmesi daha kolay, mantıklı ve rahat olmaz mı idi? Böylece hem kendi bir kral olur hem (Yahudilik gibi) tüm Araplara özel bir din ile ırkını kalkındırırdı. Ama O milletleri aşan, evrensel ve insanlara zülmeden tüm kuralları ortadan kaldıran bir mesaj ile gelmiş ve çile dolu zorlu bir yolu tercih etmiş ve sonunda insanlığa evrensel mesajını yaymıştır!

Kur’an diğer ilahi dinlerin kopyası mıdır?

Hz. Muhammed’in, Kur’an’ı Kitab-ı Mukaddes’ten (Tevrat ve İncil) esinlenerek mi yazmıştır? Bu iddianın temelini Kur’an ile Kitab-ı Mukaddes arasındaki bazı benzerlikler olduğu iddiası oluşturmaktadır. İlahi kitaplar arasında benzerlikler bulunması son derece doğal bir durumdur. Çünkü sonuçta hepsi Allah’ın sözüdür, hepsinin mesajı aynıdır. Allah’ın tek olması, imani esaslar, ibadetler, sosyal hayat ile ilgili emir yasaklar, ahlakî kurallar. Bu durum zaten Kur’an’da açıkça ifade edilir: “Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık.” (Maide, 48); “Onların (peygamberleri) ardından yanlarındaki Tevrat’ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa’yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat’ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil’i verdik.” (Maide, 46) Hac Suresi’nin 26. ve 27. ayetlerinde hac ibadetinin Hz. İbrahim’le başladığı, Enbiya Suresi 72. ve 73. ayetlerinde namaz ve zekatın Peygamberimizin döneminden önce de farz olduğu, Mü’minun Suresi 51. ayette diğer elçilere de salih amellerde bulunmalarının emredildiği bildirilmektedir. Bu konunun detayları için “İslam tüm ilahi dinlerin özüdür” ve adlı yazımızı incelemenizi tavsiye ederiz.

“Hz Muhammed, Kur’an’ı başka dinlerden aldığı iddia edilmektedir. Onun peygamberliğine iman eden sahabenin de tıpkı Hz Muhammed gibi, ticari yolculuklar yaptığını, panayırlara katıldığını düşündüğümüzde, onlarında benzer bilgilere ulaşabilecekleri sonucuna rahatlıkla varabiliriz. Dolayısı ile kendi bildikleri, duydukları şeylerin, sonradan Allah tarafından gönderildiğini kabul etmeleri akla ve mantığa aykırıdır. Hele ki peygamberliğin toplam 23 senesinin, Mekke’de geçen 13 senesinin, işkence ve iftiralar, eziyetler; Medine’de geçen 10 yılının ise savaş ve mücadeleler ile geçtiğini düşünürsek!” (Prof A. Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 288) 

Yahudi bir kaynaktan, Yahudiliğin İslâm’a değil, İslâm’ın Yahudiliğe tesirlerine örnekler ile devam edelim: Naphtali Wieder, “İslamic Influences on the Jewish Worship” isimli bir kitap yazmış, Oxford’da, East and West library’de 1947 yılında yayımlanan bu kitapta, ‘ibadetler dâhil’ birçok konuda Yahudiliğin İslam’a değil, İslam’ın Yahudiliğe tesirini, Yahudi kaynaklarına da başvurarak ortaya koymuştur. Mahmud Akkad bu kitabı, “Mâ Yukalu ani’l-İslâm” (s. 144-159) isimli kitabında özetlemiştir: “Yahudilerin inanç ve haberler konusunda naklettiklerinin asılları kendilerine ait değildir. Peygamberlik konusunda onların önceliği yoktur. Peygamberleri ve ibadetlerle ile ilgili bilgileri başkalarından almışlardır. Dinin özünü teşkil eden Allah, Peygamber ve mükellefiyet konularına mukayeseli olarak bakıldığında İslâm’ın onlardan hiçbir şey almadıkları açıkça görülecektir. Yahudiler Müslümanlara uyarak, onlardan öğrenerek abdest, gusül, cemaatle namaz gibi birçok ibadeti uygulama alanına soktular. Sonuç olarak Yahudiler, Irak’a göç etmeden önce bilmedikleri (bilgi kaynaklarında mevcut olamayan) ve semavi dinler arasında ortak olan hususları göçten sonra burada öğrendiler, İslâm’dan sonra ise yukarıda özetlendiği gibi İslâm’dan çok şey aldılar.”  (Hayrettin Karaman, Yeni Şafak, 4,8.02.2018)

İlginç çıkışlar: “Anglikan Kilisesi lideri Williams, “Müslümanlar gibi yapın” dedi ve İslamiyet’teki namazın amacı doğrultusunda bir öneriyi Hristiyan Dünyasına açıkladı. Anglikan Kilisesi lideri Williams, Müslümanlar gibi günde beş kez dua etmenin Hristiyanların gündelik yaşamlarında Tanrı’yla daha derin bir ilişki kurmalarını sağlayabileceğini söyledi.” (Basından, 27 Kasım 2007); Hıristiyanlar da Tanrı’ya ‘Allah’ desin: Hollanda’da Breda kentinin Piskoposu Tiny Muskens, katıldığı bir televizyon programında yaptığı açıklamada, her dinde Tanrı’nın başka bir isimle tanımlandığını anımsatarak, Allah sözcüğünün bu tanımlamalar içinde en güzeli olduğunu belirtti. (Hürriyet, 14 Ağustos 2007)

Kısaca benzerliklerin bulunması Kur’an’ı Peygamberimizin yazdığını değil, tam tersine bütün semavi dinlerin kitaplarının aynı kaynaktan geldiğini, yani Allah’ın sözü olduğunu kanıtlamaktadır. Ayrıca Hz. Muhammed, hayatında Tevrat’ı veya İncil’i ‘okumuş’ değildi. Çünkü HZ Muhammed ‘ümmi’ idi. Bu konuda ‘Ümmi peygamber’ adlı yazımızı tavsiye ederiz. Zaten bunu günümz ateistleri de kabul etmektedir. Bir ateist yazar, “Muhammed, okur-yazar değildi ve Kur’an’ı oluştururken okur-yazar yardımcılardan faydalandı der.” Demektedir ki bu iddia Mekke’li müşriklerce de ileri sürülmüş ama sonunda hepsi bu iddialarından vazgeçip ikna olarak Müslüman olmuşlardı. “Bundan önce sen hiç kitap okuyan değildin ve onu sağ elinle de yazmıyordun. Böyle olsaydı, batılda olanlar kuşkuya kapılırlardı.” (Ankebut, 48) Son söz olarak, Kopyalandığı iddia edilen kendi kutsal kitaplarında peygamberlere birçok iftira atıp, Hz. Lut için kızları ile zina yaptı iddiası, Hz. Davud için komutanın karısına el koyup tecavüz etti iftirası, Hz. Suleyman’ın yabancı kavimlerden bazı kadınların peşine düşüp puta taptı iddiası vb. birçok iddia yer alırken Kur’an’ın tüm bunları ve daha birçok içeriği reddettiğini de bu iddia sahipleri gözardı ederler! Özetle, Kur’an önceki ilahi kitaplardaki doğruları onaylar, yanlışları eler ve reddeder ve doğrularını ilan eder. Kur’an diğer dinlerden kalan doğru olan kısımları tasdik etmektedir. (Hacı Ali Şentürk, Teolojik Sancı Deizm, s. 135) Kur’an’ın önceki kitaplar ile ilgili yaklaşımı iki kavram ile açıklanabiliriz: Tasdik: Önceki kitaplarda hakikat adına kalan şeylerin doğrulanması. (Yusuf, 111) ve Muheymin: Önceki kitapları eleyip doğru yanlarını ortaya konulması. (Maide, 48) Bu konudaki detaylar için “İncil, İsa, papa” adlı yazımızı tavsiye ederiz. “Oryantalistler hazreti Muhammed’in Kur’an-ı Kerim’i Tevrat İncile bakarak yazdığını iddia ederler. Sadece Yunus kıssasının kıyaslaması bile bu iddianın yalan olduğunu ispat etmeye yeterlidir. Zaten, “Çarmıha gerilmeyi, teslis inancını ve ruhbanlığı” reddeden bir inanç sistemi İncil’den kaynaklı değil, İncil’e karşı bir inancı savunuyor demektir.” (Malik Bin Nebi, Kur’an-ı Kerim mucizesi, s. 185-186)

“Hz Muhammed, kıssaları alıntılamış olsaydı hangi metinleri okumuş olması gerekirdi? Oryantalistlerin ‘Carpus Caranium’ adlı çalışmada, Hz Muhammed tüm Kur’an’ı yazabilmesi için lazım olan eserlerin ‘sadece isimlerinin yazılı olduğu’ bir liste 24 sayfa tutmaktadır. Hz Muhammed (sav) döneminde hangi dillerde olduğu ile ilgili liste ise şöyledir: Tevrat: İbranice, İncil: antik Yunanca, Adem ile Havva’nın hayatı: eski Slav dili, Thomas’ın çocukluk İncili: Kıpti, Midraş Rabbah: antik İbranice, Babil talmudu: İbranice, Arda wiraf: Farsça. Bu eserlerin tamamının ilk Arapça tercümesi, Hz Muhammed’den sonradır. Şunu da söylemekte fayda var ki metinlerin çoğu, 1945 yılında Mısır’da keşfedilmişti. Aslında bu kaynakların, Muhammed’in bulunduğu coğrafyada, yazılı olarak bilinmesi imkânsız olduğu gibi sözlü olarak bilinmeleri de imkânsızdır. Margoliouth; Kur’an’ın kaynakları sayısızdır. Habeş ve Süryani kaynaklarına ek olarak, İbrani ve Yunan kaynakları vardır. (Margoliouth, Muhammed ve İslam’ın Yükselişi, s. 108) Hz Muhammed’in bu kadar dili bildiğine ve 1945’te bulunmuş kitapları okuyabileceğine inanan var mıdır? (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 446-448) Danimarkalı şarkiyatçı Johannes Pedersen zaten açıkça itiraf etmektedir: “Hz Muhammed’in Yahudi ve Hristiyan kitaplarına yakından bir aşinalı yoktu.” (Pedersen, İslam dünyasında kitabın tarihi, s. 29) “Tevrat’la tamamıyla aynı, tek bir peygamber kıssası dahi yoktur. Nuh, şarap içip sarhoş oldu. Harun, bir put yaptı. Lut’un büyük kızı küçüğüne “Babamıza şarap içirelim, soyumuzu yaşatmak için onunla yatalım.” dedi. Kral Süleyman’ın karıları, onu yolundan saptırdılar. Eyüp kıssası, Yusuf kıssası, Adem kıssası. Hz Muhammed bu kıssaları, Yahudilerden almış olsa, teolojik tutarsızlıklar oluşturan bu kısımları neden almasın? Kur’an’ın, Yahudilerin eserlerinde yaptıkları bir kısım açık hatayı düzelterek, bir kısım hatayı ise nakletmeyerek onları fazlasıyla aşmıştır.” (Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 450, 460) 

Zaten “Musevilik ve Hıristiyanlık; tevhid, nübüvvet, vahiy, ahiret inancı ve varlık anlayışı gibi temel konularda İslam’dan apayrı bir anlayışa sahiptir.” (Prof. Ramazan Altıntaş, Gençler inançtan soruyor, s.123); Hıristiyanlık öğretisinin aksine “İslamiyet’te karısını boşayan zina etmiş olmaz, başka bir dul kadın almakla da zina etmiş olmadığı gibi, kocasından boşanan ve başka birisiyle evlenen kadın dahi zina etmiş sayılmaz. İslamiyet, çalışın fakir kalmayın diyor.” (Operatör Doktor Mehmet Ali Derman, Çürütme (reddiye), s. 30) “Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği düşüncelere baktığımızda o dönemde hâkim olan inançlardan bir eser görmemekteyiz. O,  putperestliğe, teslis (üçleme) anlayışıyla, ruhbanlıkla, İsa’yı Tanrı’nın oğlu olarak görmeleriyle ve İsa’nın tanrı olması ile ciddi bir şekilde ihtilâfa düşmüş ve onları kabul etmemiştir.  Peygamber’in onlardan etkilenmiş olsaydı, Hz. Peygamber’in sözlerinde de mevcut inançların (teslîs, enkarnasyon, vaftiz, aslî suç vb.) izlerinin bulunması gerekecekti.”  (Pr. Aydın Topaloğlu, Ateizm ve eleştirisi, s. 164) 

Tevrat, akılsız bir hayvanın (yılanın) Adem Havva’yı kandırdığını, Yılanın bu nedenle yerde sürünmekle cezalandırıldığından, Havva annemizin hatasının cezası olarak tüm kadınların hamilelik sıkıntısı başta dünyada cezalandırıldığından  (Tekvin, 3/1-19) bahseder. Kur’an’da bunlardan bahsedilmediği gibi ” Hiç kimsenin başkasının günahını yüklenemeyeceğinden de bahseder.” (Bakara, 142, Necm, 38, Enam, 165, Fatır, 18) Ayrıca Adem oğullarının mahlukatın üstünü olduğu, dünya nimetlerinin onlar için hazırlandığı anlatılır. (İsra, 70, Nahl, 10-18, Zuhruf, 12-14, Casiye, 12-13) Ayrıca aynı konular Tekvin, 22/19 ile Saffat, 99-113; Tekvin 18/18 ile Hud, 70-71; Huruç, 32/24 ile Taha, 90; Tevrat 7/1-2 ile Araf, 104-105 ve Taha, 45; İncil, Matta, 16/13-17, 3/17, Matta21/28-50 ile Meryem, 88-93, Ali İmran, 35-37, Meryem 16-29, Maide, 75, Meryem, 30-33, Nisa, 155. ayetler de farklı anlatılır.  Kitab-ı Mukaddes’te peygamberlere atılan tüm bu iftiralar Kur’an’da geçmez! Aksine tüm peygamberler örnek, ahlak timsali, abid kimseler olarak tasvir edilir.

Hz. Peygamber Kur’an’ı Mekke’de oturan bazı Yahudi ve Hıristiyanlardan mı edindi?

Öncelikle ifade eldim ki hiçbir tarihi kaynakta Mekke’de Yahudi bir grubun bulunduğu bildirilmemiştir. Ayrıca Yahudilerle o kadar savaş yapıldı, neden bir Yahudi “ Bizden aldığını bize saldırı için kullanıyor.” İthamında bulunmadı? Ticaret için gelip gidenler varsa da bu kişilerin her şeyden önce dili yabancı idi ve ortada ilmi olarak istifade edilebilecek kaynak niteliğinde hiçbir şey de yoktu. Böyle bir ihtimal olsa idi yıllarca savaş dâhil efendimiz ile mücadele eden Mekke’li müsrikler bu  konu üzerinde özellikle dururlardı. Hâlbuki müşrikler Hz Peygambere Kur’an’ın hangi yerinin öğretildiğini söylemek yerine genel bir ithamlarla yetiniyorlardı. Ayrıca Hz. Peygamber Kur’anı kendisinden öğrendiği iddia edilen kişi ya da kişilerin gelişen süreç içerisinde ya Müslüman olmaları ya da olmamaları gerekirdi. Eğer müslüman olduklarını düşünürsek kendilerinin kopya verdiği ve bu kopya sayesinde peygamberliğini iddia eden kişiye niçin iman edip onun emrine girsinler? Mallarını ve canlarını bu yolda feda etsinler? Müslüman olmadıklarını düşünürsek o zaman niçin bunu açıklamayıpta kendi verdikleri bilgilerle birinin peygamberliğini ilan edip binlerce insanı arkasından götürmesine rıza göstersinler? Böyle bir itham doğru olsaydı (Daha önce Müslümanlığı kabul etmişken Habeşistanda Hıristiyan olan) Ubeydullah bin Cahş, Muhacir müslümanlara karşı Kral Necaşi’yi kışkırtmaya giden Kureyş elçileri, Necaşi’nin sorularına muhatap olan Ebu süfyan ve beraberindekiler bu ithami yinelerlerdi. Çünkü bu ve benzeri durumlar Hz. Muhammed aleyhinde altın bir fırsattı. Daha da önemlisi Kur’an’da var olan ve Tevrat ve İncil ile  taban tabana zıt olan ayetler  nasıl açıklanacak? Ya içeriği günümüzde ancak anlaşılabilen bilimsel ayetlerin varlığı? Ayrıca Kur’anın üzerine yazıldığı materyaller göz önüne alınırsa (develerin kürek kemiği, hurma yaprakları, kil tabletleri ve hayvan derileri) o dönemde kitap ve okumanın yaygın olmadığı rahatlıkla gözler önüne serilebilir. Eğer Hz. Peygamber yazılmış Hıristiyan ve Yahudi kaynaklarına ulaştıysa buna Mekkeli müşriklerde ulaşabilir ve itirazlarını ona göre yapabilirlerdi. Hele buna bir de Tevrat  ve İncil’e muhalif, zıt birçok  ayetin Kur’an’da olduğunu da ekleyecek olursak müşrikler ile Hıristiyan-Yahudi ittifakı kaçınılmaz olurdu. Hz. Muhammed’in ortaya koyduğu dinin esaslarını, kendi kitaplarından aldığını bilemeyecek kadar saf ve zavallılar mıydı bu insanlar ki, daha sonra defalarca da Hz Muhammed ile savaşlarda karşı karşıya geldiler. Üstün ırk olduklarına inanan bu Yahudilerden birçok kişi de sonradan Müslüman olmuştur. Mesela Yahudi kaynaklarına hâkim, Yahudi  âlimi Abdullah bin Selam gibi. Birçok tehlikeyi göze alıp belli bir yaştan sonra, içinden önder olduğu topluma aykırı görüş sunan bu yeni dini neden kabul etsin bu insanlar? Hem de zorlamadan ve kendi istekleri ile!

Fransız oryantalist Dominique Sourdel “Bazı Hıristiyanlar, Muhammed’e keşişlerce dinin kendisine verildiğini ileri sürmüşlerdir. Oysaki bu görüşlerin hiçbir inandırıcılığı yoktur. Muhammed asla Hıristiyan olmamıştır. O’nun eğiliminin tüm ayrıntıları en ince noktalarına dek bilinmektedir.” diyerek bu iddialara kendi içlerinden biri olarak cevap vermektedir. (L’Islam, s. 10) Montgomery Watt, Hz Muhammed’in “herhangi bir kutsal kitabı asla okumadığını” açıkça itiraf eder. (Watt, Hz Muhammed’in Mekke’si, s. 96) “Hz Muhammed’in Kur’an’ı bir Hıristiyan rahibin ve bir İranlı Yahudi’nin yardımı ile yazdığı yolunda söylenen iddialar, kendi kendini yalanlamaktadır. Arap dilinin, sanat şaheseri, biri Suriye’li öteki İranlı iki yabancıya nasıl mal edilebilir?” diyen Lord John Davenport (Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim, s. 41) Zaten o dönemin “Rahipleri arasında yaygın olan mucize ticareti, ahlaksızlıklardaki çoğalmalar bütün halkın eğitimini bozacak bir hal almıştı.” (Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim, s. 2) diyerek din adamlarının bile değil örnek olmak öğretmek, açıkça büyük bir dejenerasyonun içinde olduğunu ifade etmektedir. J. Fück, Die originalitat des arabischen propheten adlı eserinde “Hıristiyan olan Ebrehe’nin sonunun anlatıldığı Fil Suresinin hiçte Hıristiyanlara karşı bir sempati göstermediğini ifade eder, kaldı ki onlardan etkilenmiş olsun.” (Prof. Dr. İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, Mehmet Özdemir, İngiliz ve Alman oryantalistlerin Hz. Muhammed tasavvuru, s. 224) der ve “Kendine özgü düşüncesi ne Yahudilik ne Hıristiyanlıktan alınmamıştır.”  (İngiliz ve Alman oryantalistlerin Hz. Muhammed tasavvuru, s. 223) diye ekler. Annemarie Schimmel, ‘Ve Muhammed O’nun elçisidir’ adlı eserinin 39. sayfasında,  Hıristiyan ve Yahudi farklı kaynaklardan alıntılar yapıldığına dair oryantalist iddiaların ‘farklı ve kısmen çelişkili’ olduğuna dikkat çekerken Katolik rahibe Karen Armstrong, Hz Muhammed için, ‘Yahudilik ve Hıristiyanlık inançlarını bilmemesine rağmen tek tanrılı deneyimi kalbinde yakalamayı başarmıştır.’ (Karen Armstrong,İslam peygamberinin biyografisi, s. 138) derken, İslam’ın Yahudilik ve Hıristiyanlıktan alındığına dair oryantalist görüşleri de dolaylı yönden cevaplamış olur. Pierre Venerable ise, İslam’ın “Allah tarafından gönderildiğini kabul etmese de, Muhammed’in Yahudilik ve Hıristiyanlıktan bağımsız bir din getirdiğine inanır ve Muhammed’in iyi niyetli olduğunu söyler.” (Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş II, s. 97) “Aloys Sprenger ise, ‘Yahudi Essenilerden bazı şeylerin İslam’a geçtiğini’ ileri sürmektedir ki, yeniden dirilmeye inanmayan bu mezhep, İslam’ın doğduğu sırada tarihi karanlıkların içindedir.” (Y. Kutluay, İslam ve Yahudi mezhepleri,  s. 247) “Hartmut Bobzin, Mohammed adlı eserinde (s. 52) İslam’ın, Yahudilik veya Hıristiyanlıktan alındığı açıklamalarını tatmin edici bulmaz.” (Prof A. Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 278)  H. Stubbe, Mahometanism adlı eserinde (s. 144) İslam’ın, Hristiyanlık ve Yahudilikten çıktığı, Hz Muhammed’in onların etkisinde kalarak Kur’an’ı yazdığı iddiasını reddeder. Aloys Sprenger, Mohammed adlı eserinde, Yahudilik, Hıristiyanlık ve monoteizmin, Hz Muhammed üzerindeki etkilerini ‘spekülasyon’ olarak nitelendirir. Hubert Grimme, Mohammed (I/13-17) adlı eserinde, İslam’ın monoteizmden etkilendiği iddialarını reddeder ve ‘Muhammed’i belli bir din topluluğunun mensubu olarak damgalamak uygun değildir’ der. (Prof A. Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 283, 301) “İslam dinini cahil bir rahibin tavsiyesine veya mizacı, daha sonra kendisini peygamber ilan edebilmek için gizlediği eksiklikler ve kusurlarla dolu bir sahtekarın şekillendirdiğini iddia etmek doğru olmaz.” (Henri Comte de Boulainvilliers, Live de Mahomet, s. 215-225) “Eğer peygamber, Hristiyan ve Yahudilerin kitaplarında yazılan hikâyeleri anlatmış olsaydı rakipleri, hocasının adını söyleyip kaynakları gösterirlerdi.” (Margoliouth, Muhammed ve İslam’ın Yüceliği, s. 130) 

Hz peygamber vahiy beklentisi içerisinde değildi

 İlk vahiy geldiğinde şaşırıp ürperen efendimiz doğru evine gider. Olayları eşine anlatır. Hz Hatice olayı büyük bir bilgin olan amcaoğlu Varaka bin Nevfel’e anlatılır. Bunun üzerine Varaka, “Bu gördüğün Allah’ın Musa’ya indirdiği en büyük kanundur. Keşke senin davet günlerinde genç olsaydım da kavminin seni çıkaracakları zamanı görseydim.” dedi ve o günlere yetişebildiği takdirde yardım edeceğini söyledi. (Buharî, Bed’u’l-vahy, 1) Ayrıca Peygamberliğini ilan ettiğinde müşriklerden hiç kimse çıkıp ta, “Peygamberlik iddiasında bulunacağı öteden beri belliydi” gibi bir iddiada bulunmamıştır. Aksine kendisi ve yakın çevresi tarafından hiç beklenmeyen bir durumdu. Bazı oryantalist/müsteşrikler de bu noktaya dikkat çekmişlerdir. İngiliz müsteşrik Alfred Guillaume Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanmadığı halde bu olayı onun samimiyetine ve Hira mağarasında kendisine görünenlerin kuşku götürmez bir gerçek olduğundan emin olma isteğine delil olarak değerlendiriyor (Alfred Guillaume İslam Pelican Books) Marksist Maxime Rodinson de söz konusu noktaya açıkça dikkat çekmekten kendini alamamıştır. Nitekim Rodinson Hz Peygamberin kendisine gelen şeyin Allah’ın vahyi olduğuna kesin kanaat getirmeden önce uzun bir süre tereddüt geçirdiğini kabul ediyor. (Maxime Rodinson Mahomet Editions du Seuil) “Mekke’nin dışındaki dağda, en son umduğu şey vahyin, ilhamın kör edici ağırlığı ile karşılaşmaktı. Muhammed dağdan sevinçle havalara uçarak inmedi. Nur ve neşe saçmadı. Kendine eşlik eden melekler korosu, ilahi müzik yoktu, coşku yoktu. Zevkten mest olma yoktu, altın bir hale sarmamıştı onu ve gelen vahiy Kur’an’ın hepsi bile değildi. Sadece kısa beş âyet. Kısacası, kendisine tepki göstermeyi kolaylaştıracak hiçbir şey yapmadı bu vahiy tecrübesini. Dünyevî kişisel hırslarını gizlemek için icat etmiş diye eleştirebileceğimiz hiçbir şey yapmadı. Tam tersi kendisine atfedilen kelimelerle söylersek, ilk başta, başına gelen şeyin gerçek olmadığına ikna olmuştu. En iyi ihtimalle, halüsinasyon olduğunu düşündü. Aslında ilk aklına gelen, en yüksek uçurumlardan atlamak ve yaşadığı bu şeyin korkusundan kaçmaktı. Tüm bu tecrübeye bir son vermekti. O gece işittiği kelimelerin kendi içinden mi, yoksa dışardan mı geldiğini anlamaktı. Hangisine inanırsanız inanın görünen o ki, Muhammed’in bu tecrübeyi yaşadığı kesinlikle açık. Bence, tek akla uygun tepki, böyle bir tepkiydi. Tek mantıklı tepki, tek insanca tepki.” (İlk Müslüman adlı kitabın Agnostik yazarı, Lesley Hazleton, https://www.youtube.com/watch?v=nPvOV8U-G5Y) Bizzat peygamber efendimiz kendisine Cebrail Hira’da ilk vahyi getirinceye kadar peygamber olacağını bilmiyordu; böyle bir bekleyişi yoktu. Zaten Kur’an’da da, ‘Sen bu Kitab’ın sana vahyolunacağını ummuyordun.’ (Kasas, 86) buyurulmaktadır.

Kur’an’ın Mekke dışındaki temaslarla yazıldığı  iddiası

Hz Peygamber’in Mekke dışına birkaç seyahatinin olduğunu kaynaklar yazmaktadır. Ama bu seyahatler sırasında Hristiyan ya da Yahudi fikirlerinden etkilendiğine ya da görüşmeler yaptığına dair herhangi bir bilgi kaynaklarda yoktur. Zaten dışarıdaki diğer din sahipleri ile bir temas olsaydı açığını arayan Mekke müşrikleri bunu ifade etmekten geri durmazlardı. Çünkü -ticari kervanlarla yaptığı- bu seyahatleri sırasında mutlaka yanınında Mekkeli hemşerilerinden bazı insanlar bulunmakta idi. Öyleyse neden böyle bir şeyden kimse söz etme gereği duymamıştır? Hadi yanındakiler bahsetmedi, temas kurduğu, bilgi aldığı kişilerden niçin herhangi bir haber gelmedi? Mekke’li müşrikler sadece Mekke’deki dil bilmeyen bir rum köle için böyle bir iddiada bulundular. Bu iddialar da Kur’an tarafından cevaplandırıldı ve kuru bir itham olduğu için de Müşrikler bu ithamlarını sürdüremediler. Hiçbir somut delile dayandırmadan, tarihi ve akli gerçeklerle zıtlaşmak pahasına bu tür iddialar ileri sürenlerin, olayın geçtiği zaman ve mekan içerisindeki şiddetli muhaliflerin bile ileri sürmediği bu tür iddiaları yüzlerce yıl sonra taraflı kurgularınla iddia etmeleri, bilimsel temelden yoksun ve önyargılı olduklarının kanıtı olarak tarihe not düşülmektedir.

Rahib Bahira

Öncelikle böyle bir iddiaya O dönemdeki İslam düşmanı Kureyş müşrikleri neden sarılmamışlardır? “Oysaki en azılı müşriklerin bile bu anlamda bir ithamları söz konusu olmamıştır.” (Mehmet Azimli, Siyeri Farklı Okumak, s. 65) “Bu bilgi elde edilse, onun etkisi 25 yaşında yani gençlikten kaynaklanan yiğitlik ateşi sönmeden, 40 yaş beklenmeden ortaya çıkmaz mı idi?” (Hasan Ziyâeddin Itr, Nübüvvetü Muhammed’in fil Kur’an, s. 206) “Bahira bu kadar bilgiye sahipse niçin kendi ortaya çıkıp şöhret ve büyük bir değer elde etmemiştir?” (Afif  A. Tabbare, Ruhu’d-dini İslam, s. 452) Hz peygamber 12 ya da 9 yaşındayken bir ticaret kervanıyla amcası Ebu Talibin yanında yola çıktı. Kervan Şam bölgesinde bulunan Busra’ya vardı. Orada bir manastırda yaşayan Rahib Bahira bu kervanı misafir etti. Yaşı küçük olduğu için kafilenin yüklerini beklemek üzere bırakılan Hz Muhammed dışındaki herkes davete katıldı. Bahira Onun da katılması konusunda ısrar etti çünkü onda bazı belirtiler görmüştü. Hz. Muhammed’e birtakım sorular sordu. Bunun üzerine onun peygamber olacağını kesin olarak anladı ve Yahudilerin tuzakları konusunda Ebu Talib’e uyarıda bulundu ve Şam’daki ticaretini bitirir bitirmez Mekke’ye geri götürmesini tembihledi. (İbn İshak, es-Sîre, s. 53-57; İbn Hişâm, es-Sîre, I/180-183; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳat, I/121, 153-155) Tarihi kaynaklarda anlatılan bundan ibaret olmasına rağmen bu vakadan bir sürü senaryo üretilmiştir. Tarihi kayıtlara göre Resulullah bir daha Bahira ile görüşmemiştir. Diğer bir iddia  ise ‘Bahira ile görüştüğünde 12 yaşında olması ondan bilgi almasına engel değildi’ şeklindedir ki bütün İslami ilimlere kaynaklık eden Kur’an ve Sünneti bir görüşme ile 12 yaşına elde ettiği iddiası zaten yeteri kadar komik kaçmaktadır. Delilsiz istenilen görüş ileri sürülecekse, tarih, kaynak, şahit gibi kavramlara ne gerek vardır ki? Rahib Bahira zaten bu karşılaşma sırasında gayet yaşlı biri idi. Hz Muhammed Bahira ile karşılaşmasında ve diğer ticaret seferinde yanında Mekkelilerden insanlar vardı ve gizli bir durum zaten söz konusu olamazdı. “Bu kısa ziyarette kur’an’daki bilgi, kıssa, hüküm, öğüt, emir ve yasakları öğrenmesi nasıl mümkün olmuştur? Halbuki Kur’an 23 senede vahyedilmiştir. Muhammed Bahira’dan ilim aldıysa yol arkadaşları bu durumun nasıl farkına varmamıştır?” (Selahattin Sönmezsoy, Kur’an ve Oryantalistler, s. 102) Sonuçta yanındaki insanlar ya Müslüman olmuş ya da olmamıştır. Öyle ya, Müslüman olmak demek, her türlü işkence ve zorlamayı göğüslemeyi gerektiriyordu o günlerde! Müslüman olduysa böyle bir öğrenme olayının olmadığının kanıtıdır. Müslüman olmadıysalar, şahit oldukları böyle bir durumu mutlaka dile getirmeleri gerekirdi. Ayrıca bazı oryantalistler Bahira olayı üzerinden efendimizin Kur’an’ı Bahira’dan alıntıladığını ileri sürerken (John of Damascus, The Fathers of the Church, vol. 37 (Washington, DC: Catholic University of America Press, 1958), pp. 153–60) bazıları da böyle bir olayın olmadığını, uydurma olduğunu ileri sürerler. (Caetani, İslâm Tarihi, I/12) Evet, önyargı böyle bir şey! Olay varsa da İslam’a saldırılmaktadır, yoksa da…!

Varaka bin Nevfel

Varaka bin Nevfel peygambere ders veren biri değil, iman eden biridir. Bir insan kendi ders verdiği kişinin olağanüstü bir iddia ile karşısına çıkması karşısında ona iman ederek mi tepki verir? O sırada yaşı ilerlemiş bir ihtiyar olduğu göz önüne alındığında onun bu imanının önemi çok daha iyi anlaşılır. Çünkü o yaştaki bir Mekke’li ihtiyarın yeni bir fikir ve inancı benimsemesi oldukça zordur. Bilhassa kendisiyle aynı şehirde yaşamış ve kendisinden çok küçük yaşta olan bir kişinin söylemlerini kabul etmesi ki, Hz. Muhammed’in henüz daha bir iddiası yokken ve elinde de güç bulunmazken bunu itiraf etmesi Varaka’nın bu söylemlerinde son derece samimi olduğunu göstermektedir. Durum tüm açıklığı ile bu hal üzere iken Hz Muhammed’in ondan ders aldığını iddia etmenin ne tarihi kaynakta aktarılanla ne de olayın mantıksal sonucuyla bağdaşan bir tarafı vardır. Rivayetler Varakanın ona ders verdiğini değil ona iman ettiğini bildiriyor. Bir insan kendisinden ders alıp, daha sonra da aldığı bu derslerle peygamberlik iddia eden birine iman eder mi? Ya da tepki gösterip onu reddetmez mi? Bu rivayeti kabul ediyorsak zaten onun Hz Peygamberin nübüvvetini tasdiklediğini de kabul etmiş oluruz. Rivayeti reddediyorsak, o zaman iddia da söz konusu olamaz. Varaka, kendisinden ders alıp sonra da halkı ‘bana vahiy geliyor’ diye kandıran birine niçin sesini çıkarmamıştır?  Hadi o sesini çıkarmadı peki 1400 sene sonraki objektif araştırmacı İslam karşıtlarının görebildiği bir ders olayını, o her şeyi dillerine dolayan şiddetli İslam düşmanı Mekkeli müşrikler nasıl oldu da hiç göremediler? Rum bir köleyi itham vesilesi yapan o müşrikler Varaka’yı niçin yapmadılar? Görüldüğü gibi ortaya atılan iddia, rivayetin kabulüyle de reddiyle de mesnetsiz ve mantıksızdır.  

Kur’anı Bir köle öğretiyor iddiası

Adının Cebr veya Yaîş olduğu iddia edilen, Mekke’de demircilik yapan bu köle, neden daha sonra ortaya çıkıp kaynağın kendi olduğunu ileri sürmemiş veya efendimize düşman olanlar aynı kaynağı- çünkü köleleri idi – kullanarak, şair ve edebiyatçıların da yardımı ile Kur’an’a alternatif bir kitap üretememişlerdir? Onunla temas kurup daha İslam başlamadan işi bitirilemez mi idiler? O dönemde ilim elit bir kesime ait bir hazine idi. Köle bir demircide dini bilgi ne kadar olabilir?! (Hasan el-Atr Ziyaüddin, Nübüvvetü Muhammed’in fil Kur’an, s. 210) Veya kendini ele vermesin diye neden Hz Muhammed onu yanına almamış, yardımcısı ilan etmemiş, ona iltifat ve hediyeler ile kendine bağlamamıştır? (Afif  A. Tabbare, Ruhu’d-dini İslam, s. 453) 

Müşrikler, Mekke’de isminin ne olduğu net olmayan Hıristiyan bir köle, diğer bir rivayette isimlerinin Cebra ve Yesar olduğu ifade edilen iki Rum kılıç ustası, bir diğer rivayette de Abisa isminde bir köleden edindiği bilgilerle Hz Muhammed’in Kur’an’ı uydurduğunu ileri sürmüşlerdir. “Muhakkak biliyoruz ki onlar: “Mutlaka onu bir insan öğretiyor!” da diyorlar. Haktan saparak isnatta bulunmak istedikleri kimsenin dili yabancıdır; bu Kur’an ise gayet açık bir Arapça’dır” (Nahl, 103) Ayetten ve tarihi kaynaklardan da anlaşılacağı üzere bu kişiler ya köle ya Rum idiler. Arap değildiler ve Arapçayı Araplar kadar da mükemmel bilmeleri mümkün değildi. Kur’an ilk indiğinde Arapların ileri gelen şairleri bile ayetler karşısında acizliklerini ifade ederlerken, savaşlarda esir düşen ya da parayla satın alınarak Arap toplumunda yaşamak zorunda kalan, kimlikleri bile tam olarak bilinemeyen bu şahısların Hz. Peygambere akıl verdikleri iddiası mantıkla izah edilemez. Hz. Peygambere (a.s.) ayetleri bunlar öğretseydi, bu şahıslar çıkıp Hz. Muhammed’in bir sahtekâr olduğunu Mekkelilere daha sonra neden söylemediler? Maddi menfaat dense karşılığı öğettiler dense, 13  senelik mücadelenin sonunda sadece efendimiz tüm malını kaybetmekle kalmamış, yeri yurdunu da terk etmek zorunda kalmıştır. Bu insanlar çile dolu 20 senenin sonunda efendimizin geri dönüp Mekke’yi fethedeceğini biliyor olamazlardı herhalde? Eğer yine ayetleri bunlar öğretiyorsa benzer ya da daha mükemmel ayetler söyleyerek Mekkelilere yardımcı olmazlar mıydı? Nihayetinde köle idi bu kişiler! Bunun mükâfatı Mekkeliler tarafından kendilerine fazlasıyla verilmez mi idi? Mekkeli müşriklerin İslam’ı yok etmek için onca gayret, para, savaşı göze almışken bu fırsatı değerlendirmemeleri düşünülemez! Hele ki peygamberimiz Mekke’yi terk ettikten sonra ortamın tamamen müşriklere kaldığı düşünülürse! 

‘Peygamberin faaliyetleri çağdaşlarının ‘gözlemi altından idi.’ (H. Stubbe, An Account of the Rise and Progless of mahometanism, s. 146) “Sahabe kapalı bir toplumda yaşamıyordu. Ticari seyahatler topluma yerleşmişti. Çevre kültürleri tanıyan, zeki ve ufku açık insanların sayısı az değildi. Peygamber tarafından bilinen diğer dinlere ait unsurların, sahabi tarafından bilinmemesi imkânsızdı. Milli ve milletlerarası panayırlara katılmakta idiler. Hz Peygamberin etrafındakilerin, şuradan buradan alınmış (!) olduğunu bildikleri, gördükleri, tanıdıkları şeylerin Allah tarafından gönderildiğini kabul etmeleri düşünmek akıl ve mantık ile açıklanamaz.” (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 241)

Emile Dermenghem, Hz Muhammed’in Ukaz panayırında Necran’lı bir rahipten bilgileri aldığını iddia etse de, bu panayır herkese açıktır ve söylenenleri herkes işitmiştir. Dinleyenler benzerini neden ortaya koyamamışlardır veya rahip neden kendini ortaya çıkarmamıştır? (Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş II, s. 140)

Haniflerden alındığı iddiası

Hz. peygamber devrinde Mekke’de parmakla sayılacak nicelikte ve toplum üzerinde etkileri görülmeyen hanifler mevcuttu. Hiçbir hanif Hz. Peygamberin İslamı kendilerinden öğrendiğine dair bir iddiada bulunmamıştır. Bazı hanifler ise İslamiyet’e kılıç ve sözle karşı koymuşlardır. Bunların inançları Kur’an’ın getirdiği ile aynı olsaydı elbette ki ona karşı koymazlardı. En azından onlardan bir tanesi “Muhammed’e inanmayın çünkü o bilgilerini bizden öğrenmiştir. Bizim kendisine öğrettiklerimizi almış ve bir din haline getirmiştir.” gibi bir söz etmemiştir. Özellikle Ümeyye b. Salt susmazdı. Çünkü kendisi bizzat peygamber olmak istediği için (Câhiz, Kitâbü’l-Ḥayevân, II, 320) Hz. Peygambere iman etmek istememiştir.  Hz. Muhammed’den önce Hicaz bölgesinde hanifler denen ve Allah’ın birliğine inanan bazı kimseler vardı. Bunların bazısı ‘İbrahim peygamberin dinine yakındır’ diye Yahudiliğe ve Hıristiyanlığa meylederdi. Ümmi bir insanın hanifler, hristiyanlar ve Yahudilerin kitabî bilgilerini kulaktan duyup sentezleyerek onların alimleri ile münakaşaya girip galip gelmesi ve bunun sonunda bir kısım Hıristiyan alimlerin iman etmesi veya Yahudi alimlerinin grup grup gelip en çetin sorular sorup cevaplarını almaları ve bazı alimlerinin de İslam’ı kabul etmesi mümkün müdür? Ayrıca düşünce bakımından hanifler çok müphem ve dağınık vaziyetteydi. Nitekim gerek eski ve gerekse çağdaş hiçbir araştırmacı bunların özel kanunlarını gerçek anlamda açıklayabilmiş ve inançlarını tanımlayabilmiş değildir. Hiç kimse bunların kâinatın yaratıcısına ve öldükten sonra dirilişe ilişkin tasavvurlarını bilemiyor. Bunlar arasında azmi ve bağımsızlığı ile tanınan Zeyd b. Nufeyl bile Allah’a ne şekilde ibadet edileceği hususunda bir bilgisi olmadığını itiraf etmekteydi. Tüm bunlar ortada iken 1400 sene sonra birileri çıkıp (bütün tarihi bilgi ve mantıksal gerçeklere zıt bir halde) Muhammed’in dini bilgileri haniflerden aldığını iddia ediyorsa, bu kişilerin objektiflik ve bilimsellikle bir ilgilerinin olmadığı ve tamamen önceden kabullendikleri bir düşünceye destek bulmak için tarihi verilere zıt bir iddiada bulundukları rahatlıkla gözükecektir.

Ümeyye b Ebi’s-Salt’ı kaynak edindiği iddiası

Ümeyye b Ebi’s-Salt cahiliyye döneminin Taifli bir şairiydi. Eski kitapları okur, rahip elbisesi giyer, içki ve putlardan sakınırdı. Şam’a ve Bahreyn’e gider gelirdi. İslam dini ortaya çıkıp Hz Muhammed’in peygamberliği haberi kendisine ulaşıncaya kadar da oralarda kalmıştır. Yeni dini haber alır almaz Mekke’ye dönmüş ve Resulallahtan Kur’an ayetleri dinlemiştir. Mekke halkı kendisine Hz. Muhammed hakkındaki görüşünü sorunca “Kuşkusuz o hak üzeredir” cevabını vermiştir. Fakat bizzat kendi ifadesi ile meseleyi iyice düşününceye kadar ertelemiştir. Daha sonra Şam’a gitmiş ve bir süre sonra Müslümanlığını ilan etmek üzere Mekke’ye döndüğünde dayısının iki oğlunun kâfir olarak Bedir de  Müslümanlara karşı savaşırken öldürüldüklerini öğrenince bu düşüncesinden vaz geçer, geri döner ve ölümüne kadar Taif de yaşamıştır. Ümeyye’nin şiirlerinde hikmetler, dini öğütler, cennet cehennem tavsifi gibi ilahi kitaplarda anlatılan hususların bulunması bunların Kur’an’ın kaynağı olduğunu gösteren bir durum değildir. Öncelikle Hz. Muhammed hakkında herhangi bir şekilde şüphe uyandıran bir şey Ümeyye’ye ulaşmış olsaydı sükût etmez hemen söylerdi. Ayrıca Mekkeli müşrikler de Ümeyye ile ilgili en küçük bir iddia da bulunmamışlardır. Böyle bir durumun olması halinde en önce bu iddiaya muhtaç olan onlardı. Hem zaten Hz Muhammed hayatını yanlarında geçirmişti. Halbuki efendimize “ Cinlenmiş, kahin, büyücü, şair “ gibi ithamlar dahil bir çok iftirada bulunmaktan çekinmemişlerdi! Günümüz oryantalistlerince Ümeyye’nin şiirleri Kur’an’ın kaynaklarından biri olarak görülmek istenmişse de bu iddialar reddedilmiştir. (T. Andrae, Die Entstehung des Islams und das Christentum, s. 48)

Bu iddiaların geçersizliğini gösteren diğer bir delil ise kendisinden öğrenildiği iddia edilen kişilerin Müslüman olmaları ya da olmamaları durumudur. Eğer Müslüman olduysalar zaten iddianın geçersizliği ortadadır. Kimse kendisinden öğrendikleri ile peygamberlik iddia eden birisine iman etmez. Müslüman olmadıysalar buna en büyük tepkiyi bizzat kendilerinin vermeleri gerekirdi. Fakat adı geçen kişilerden en küçük bir tepki geldiğine dair tarihi bir bir bilgiye rastlamıyoruz! Bütün bunlara rağmen 1400 sene sonra bu konuda iddialar ortaya atılıyorsa, bu iddialarda art niyetin hakim olduğunu anlamak zor değildir. İslam Tarihine, “Nereden saldırabilir, nerede hata bulabilir, nereden zihinlerde soru oluşturabilirim? ” mantığı ile yaklaşılan bu bakış açısı aslında sadece acziyet ve yenilgilerini ortaya çıkarmaktadır. Müflis  Yahudi’nin eski defterleri karıştırması iflasını  asla engelleyemez!

Kur’an’daki bilimsel gerçeklerin eski medeniyetlerin bilgisinden derlendiği iddiası

Bir kere Kur’an’da yer alan bilimsel konulardaki haberlerin, dönemin bilim anlayışından yüzyıllarca ileride olduğunu açıktır. İddiaya göre Peygamberimiz, Kur’an içinde bahsedilen astronomi, embriyoloji, tıp gibi kavramları eski medeniyetlerin bilgilerinden almıştır. Örneğin astronomi ile ilgili bilgileri Sümer kayıtlarında bulmuş, tıp bilgisini ise eski Mısır papirüslerinden alarak Kur’an’a geçirmiştir. Öncelikle, Hz. Muhammed’in tüm hayatı boyunca böyle bir araştırmaya girmediği herkesçe bilinmektedir. Bunun aksini iddia eden bir kişi bile çıkmamıştır. Peygamberimizin tarihteki gelişmiş uygarlıkların lisanlarını bilmediği de bilinmektedir. 7. yüzyıl Arabistan’ında büyük kütüphaneler, yazılı basın, kitapçılar veya internet ağı gibi bilgiye erişimi kolaylaştıran imkanlar mevcut değildi. Bugünün şartlarında bile, örneğin eski Mısır’ın embriyoloji bilgisini araştırmak isteyen bir insanın işi kolay değildir. Eski zamanlardan bugüne ulaşan yazılı kaynaklar kısıtlıdır, üstelik bunların hepsinin tercümeleri de mevcut değildir. Tercüme edilebilenler ise, son derece özel bilgiler içerdiklerinden her yerde bulunmazlar. Ayrıca bu tercümeleri kavrayabilmek ve yorumlayabilmek için çok detaylı bir tarih bilgisine de vakıf olmak şarttır. Kısacası böyle bir araştırma günümüz şartlarında bile son derece zordur. Kaldı ki, eski medeniyetlerden miras kalan tüm bilgilerin hepsinin doğru ve sağlıklı oldukları gibi bir durum da söz konusu değildir. Aralarında pek çok yanlış bilgiler, batıl inanışlar, hurafeler de bulunmaktadır.

Sonuç

Yıllarca süren işkence, hakaret ve baskıların ardından, efendimizin peygamberliğinin 7. Senesinde Mekkeli müşrikler Müslümanlar ile her türlü alışverişi yasaklarlar. (İbni Hişâm, Sîre, I/375; İbni Sa’d, Tabakât, I/208-209; Belâzurî, Ensab, I/229-230; Taberî, II/225Müslümanlar Mekke’nin kuzey tarafında bulunan Şi’b-i Ebu Talib (Ebu Talib Mahallesi) denilen yere topluca taşınırlar. (İbni Hişâm, Sîre: I/375; İbni Sa’d, Tabakât: I/209; Taberî, Tarih: II/225) Bu boykot tam 3 sene sürer. Boykota uğrayanların ihtiyaçlarını gidermek için başta Peygamber Efendimiz olmak üzere, Ebu Talib ve Hz. Hatice varlıklarının tümünü harcadılar. Sonunda Müslümanlar Habeşistan ve Medine’ye hicret etmek zorunda kalırlar. Hâlbuki İslam’ı anlatmayı bıraksa, hatta putlara karşı çıkmasa müşrikler efendimizi hem servete boğacak hem kendisine liderlik vereceklerdir. (Sîretu İbn Hişam, I/266; İbnu Seyyid’n-nas,Uyunu’l-eser, I/132; İbn Kesir, es-Sîretu’n-Nebeviye, I/474;  Beyhakî, Delail’u’n-Nübüvve-şamile- II/63; Taberî, II/218-220, Belazuri, Ensabu ‘I-Eşraf, I/230Bir insan dünyalık için yola çıksa, davasına inanmasa, menfaat için hareket etse bu kadar sıkıntıları göze alır, hayatını, servetini tehlikeye atar mı idi? Peki tüm bunların sonunda; Mekke’nin fethi günü kendisine işkence eden Mekki’li müşrikleri af ederken bile önplana kendini değil, Adem aleyhisselamdan gelen peygamberlik silsilesini koyup o silsileden birine atıfta bulunarak insanları af eder mi idi?: “Benim halimle sizin haliniz, Yûsuf ile kardeşlerinin hâli gibi olacaktır. Yûsuf’ın, kendi kardeşlerine dediği gibi, ben de: Size bugün hiçbir başa kakma, hiçbir kınama ve ayıplama yoktur! Allah sizi affetsin! O, Esirgeyicilerin En Esirgeyicisidir!’ diyorum. (Yusuf, 92) Gidiniz! Sizler, âzâd edildiniz ve hepiniz serbestsiniz.” (İbn Hişâm, es-Sîratü’n-nebeviyye V/74; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, IX/118)

Materyalist kesimin empati yapması için kendilerinden bir örnekle devam edelim. 68 kuşağının lider kadrolarından Münir Ramazan Aktolga, “hiçbirimizin kişisel menfaat hesabı yoktu, nasıl olsun ki! Bir avuç insandık ve karşımızda her çeşidi ile rakip gruplar vardı. Böyle bir ortam, kişisel çıkar hesabı yapan birisi için hiç de çekici değildi” (Hatıralar, s. 1) demektedir. Efendimiz yola çıktığında tek bir kişi idi ve karşısında her çeşidiyle birçok gruptan insanlar vardı!

O inanmış samimi bir dava adamı idi! Bu konudaki diğer delillere, ‘Hz Muhammed neden çok hanımla evlenmiştir?’ ve ‘Oryantalistler ve Hz Muhammed’ adlı yazılarımızda bulabilirsiniz. 

.

Detay

Ateist ve oryantalistlerin ‘peygamberimiz hakkındaki’ genel iddiaları I

Öncelikle oryantalistler ve onların ardına takılan ateistler Hz Muhammed’in adı, soyu ve hatta varlığı; yaşayıp yaşamadığını sorgularlar. Sıra ile iddia ve cevaplara bakalım:

Peygamberimizin Muhammed ismi ve soyu üzerine

Oryantalist Caetani, peygamberimizin asıl ismini unutturmak istediğini, Muhammed adının sonradan kendisine bir lakap olarak takıldığını ileri sürer. Hâlbuki Kur’an’da 4 yerde Muhammed ismi açıkça geçer. (Ali İmran, 144; Ahzab, 40; Fetih, 29; Muhammed, 2) Bu ayetleri duyan hiç kimse, ‘Bu Muhammed de kim?’ diye sormamış, itiraz etmemiştir. Ayrıca çeşitli hadis kitapları ve siyer kitaplarında da peygamberimizin ismi açıkça geçer. Mekke’li müşriklerin efendimize hitap şeklinin “Muhammed” olması da bu iddiayı çürütmektedir. Caetani’nin de, “özel bir kıymete sahiptir.” dediği (Caetani, İslam tarihi, V/288-289) Urve b. Zubeyr’in Halife Abdülmelik’e yazdığı mektupta da efendimizin adı açıkça ‘Muhammed’ olarak geçer. Ayrıca Caetani’nin de kitabına aldığı, kaynak olarak kabul ettiği kitaplarda da efendimizin adı hep ‘Muhammed’ olarak geçer. Hudeybiye anlaşmasında da Muhammed ismi kullanılmıştır. Anlaşmada ‘Muhammed resulullah  ile Süheyl b. Amr arasında anlaştıkları maddelerdir’ şeklinde peygamberimiz yazdırmak isteyince, Süheyl b. Amr’ın “Ben senin resul olduğunu kabul etmiyorum.” itirazı üzerine adının “Muhammed b. Abdullah” yazıldığını, İslam tarihi yazan Caetani görmemiş demek ki! Efendimizin mührünün de Muhammed resulullah olduğu birçok kaynakta sabittir.

Oryantalistler bir taraftan Muhammed yaşamadı derken yaşadığının ispatları karşısında bu defa O’nu Yahudi soyundan ilan ederler. Çünkü amaçları doğruya ulaşmak değil, O’nu Hristiyanların nazarında, ne şekilde olursa olsun, kötü göstermektir! 

Peygamberimizin babasının adı, Abdullah ismi üzerine

Caetani, ‘Abdullah ismini O (Efendimiz) icad etmiştir’ iddiasındadır. Hâlbuki Müslüman olmayanlar içinde bile Abdullah isminde birçok insan vardır. Caetani’nin kitabı da bu isimlerle doludur! (VI/62, III/62-65, I/386, III/181-182) Ayrıca III/387-394. sayfalarda da Bedir savaşında ölenlerin listesi verilir ve 9 kişinin baba veya dede adı yine Abdullah’tır. Aynı yerin devamında (394- 399) ise esir alınan müşriklerin adları sıralanır, bir tanesinin kendi adı, diğer dördünün babasının adı Abdullah’tır. Bu isimleri herhalde Müslümanlar onlara koymamıştır! Efendimiz 40 yaşına dek Mekke’lilerle beraber kalmıştır. O’nun çocukluğu, hayatı, günü gününe gözler önündedir. Bu insanlar  arasında aynı zamanda peygamberimize en şiddetli karşı çıkanlar da vardır. Bırakalım 1300 sene sonra ortaya çıkan Caetani gibi birçok oryantalisti,  efendimize itiraz edilebilecek bir şey bulsalardı o dönemin müşrikleri bu fırsatı asla kaçırmazlardı.

Caetani, önce efendimizin adını diline dolar, sonra babasının adı, sonra da dedesinin adı (Abdülmuttalib) üzerinde spekülasyon yapmak ister. Aynı iddiayı tekrarlar ve Adülmuttalib isminin Arap isimleri arasında olmadığını ileri sürer. Yine kendi eserinden (III/356-396) Bedir savaşında ölenlerin arasında 8 kişinin kendi, oğlu veya dedesinin adının muttalip olduğunu yazar unutmuş veya atlamış görülmektedir… Ashab arasında da Muttalib isminde olanların listesini İbn-i Hacer (el-İsabe, VII/104) verir.

Peygamberimizin soyu, şeceresi şöyledir: Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalip b Haşim b. Abdimenaf b. Kusayy b. Kilab b. Mürre b. Ka’b b. Lüey b. Galib b. Fihr b. Malik b. Nadr b. Kinane b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyas b. Mudar b. Nizar b Ma’d b. Adnan. (İbn-i Hişam I/1-4; Tabakat, I/27-28, III/2; Buhari, IV/238; Maarifi İbni Kuteybe, 51; Taberi, II/191; Mesudî, Murûc ez-Zeheb, II/164; İbn-i Esir, el-Kamil, II/2-21; İbn-i Kesir, el-Bidaye, II/252-255; Siyer-i Halebi, I/3-18)  “Muhammed’in ataları memleketlerinin başta gelen kişileri arasında idi.” (Lord John Davenport, Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim, s.4) “Abdullah’ın oğlu en asil ırkın koynunda yetişmiştir.” (Lord John Davenport, Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim, s.10) La Cronica Arabigo-Bizantina adlı eserde de Hz Muhammed hakkında şu kısa bilgilere rastlarız: “Kavminin en asil sülalesine mensuptu.” (R. G. Hoyland, Seeing Islam as Others Saw it, Darwin press, s. 617) Henry Stubbe, Hz Muhammed’i olağanüstü bir şahsiyet olarak nitelendirir. Hıristiyan yazarların onun hakkında sayısız iftiralarda bulunduğunu söyler. “Onun soyunun düşük olduğundan, annesinin Yahudi olduğundan, Sergius veya Nastura adlı rahiplerin veya Abdullah adlı bir Yahudi’nin üstatlık ettiğinde bahsedilmiştir. Bunların hepsi komik iddialardır. Zira hem anne hem baba tarafında asil bir sülaleye mensuptur. İslam’da Nasturilikten bir ize rastlanmaz.” der.  (H. Stubbe, An Account of the Rise and Progless of mahometanism With The Life of Mahomet, s. 141) “Hz Muhammed’in babası, şehrin kurucusu olan Kusayy’ın torununun torununun torunu olan Abdullah’tır.” (Gai Eaton, İslam Ve İnsanlığın Kaderi, s. 189) 

Ortaya herhangi bir konuda iddia atmak kolaydır, zor olan onu ispatlamaktır ve bu da ilim ehline uyan metotlarca yapılmalıdır. İspat edilemeyen iddia ise iftira olmaktan ileri gidemez. Caetani hiç bir zaman tam bir sonuca varmamış, eksik bulmaya çalışmış, yüzeysel ve bilim dışı zıt ve çelişkili fikirler ileri sürerek ve kaynakları tahrif ederek okuyucuyu yönlendirmeye çalışmıştır.

“Tenkit ile hakareti ayıramayanlar, kendilerini, müşkülattan ve mesuliyetten (Zor durumda kalmaktan ve sorumluluktan) kurtaramazlar.” (M. Asım Köksal, İslam Tarihi, II/49)  

Gibbon, Hz Muhammed’in asil bir soya dayandığını savunur. (E. Gibbon, The Decline and Fall of The Roman Empire, 50. bölüm) ‘Şayet biz atalarımızla ilgilenmediğimiz halde iki üç kuşak hakkında bilgi sahibi isek, soy bilgisine düşkün olan Arapların atalarından altı, sekiz hatta on kuşağı hakkında bilgi sahibi olmaları gerçekçi olmaz mı?’ (Watt, Hz Muhammed Mekke’de, s. 5)  J. Fück, Hz Muhammed’in ‘itibarı bir ailenin çocuğu’ olduğunu söyler. (Die Originalitat des Arabischen Propheten, s. 160) “Muhammed bin Abdullah, başarısını savaştan ziyade iş dünyasındaki duruşuna borçlu olan Arabistan’ın en saygıdeğer kabilesi Kureyş’ten gelmiştir.” (Benedikt Koehler, İslam’ın Erken Döneminde Kapitalizmin Doğuşu, s. 11) 

Caetani’nin ‘Müslümanlıkta önemi olan Allah değil, Muhammed olmuştur.’ iddiası ise asla doğru değildir. Hz Muhammed hiçbir zaman Allah’lık rolüne kalkmamış, aksine tanrı değil peygamber olarak bile abartıların önünü kesmiş ve “Hristiyanların Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları gibi, beni aşırı şekilde övmeyin! Ben ancak Allah’ın kuluyum. Bana ‘Allah’ın kulu ve Rasûlü’ deyin!” (Buhari, Enbiyâ, 48; Darimi, Rikak, 68) buyurmuştur. Aslında Caetani’nin tüm çabası Kuran’ı incil’e, Muhammed’i İsa’ya, Müslümanlığı da Hıristiyanlığa benzetme gayesinden başka bir şey değildir. Hâlbuki İslam gelmeden önce nesep/soy ile ilgili yazılı olarak kayıt altına alınırdı. Hz Ebu Bekir ensab (Soy bilgisi) konusunda uzman idi. (Prof A. Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 56, 101, 102)

Hz peygamberin vefatından on yıl geçmeden, İran ve Mısır’ın tamamı Müslümanların eline geçmiştir. Fetihlerin başlangıç noktası bildiren, uygulayan Hz Muhammed Mustafa’dır. (Prof. Cağfer Karadaş, Kafama takılanlar 2, s. 99-101)  Tarihleri boyunca hiçbir devlet kuramamış ve bir araya gelememiş bu toplumu kim uyandırmış ve güdüleyip eğitmiştir? Tüm bu fetihleri başlatan kimdir? Caetani’ye göre hiç kimse!

Catetani’ye sormak gerekir, Yuhanna ed-Dımeşki dahil, 1400 senedir oryantalistler ‘olmayan biri ile mi’ mücadele etmişler ve 1400 sene sonra bile etmeye devam etmektedirler. O kadar akademisyen, misyoner, araştırma ve kitap, olmayan birini alt etmek için mi idi?! Devam edelim:

Yazarı bilinen ve peygamberimizden bahseden ilk eser, VI. yüzyıl Bizans felsefecisi, İskenderiyeli Stephen’e aittir. Horoscope adlı eserinde, 620 yılında Arap tüccardan işittiği alıntıyı nakleder: “Yesrib’te (Mekke’nin eski adı) İsmailoğullarından Kureyş kabilesine bağlı, Nisan 620 yılında adı Muhammed olan ve peygamber olduğunu iddia eden bir adam ortaya çıkmıştır.” (Robert Hoyland, Seeing Islam as others saw it, s. 304; Yunanlı Jacobi, Yahudilerle ilgili yazdığı bir eserinde, Hz Peygambere de bir bölüm ayırmıştır:  Prof. Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 257) E. Renan’ın, S. Rushdie’nin ağzından nakledilen sözleri ilginçtir: “Muhammed’in hayatına dair neredeyse her şeyi biliyoruz. Onun nerde yaşadığını, ekonomik durumunun ne olduğunu ve kime âşık olduğunu biliyoruz. Yine biz, Onun dönemindeki siyasi ve ekonomik durumu da biliyoruz.” (İbni Warraq, Studies on Muhammad and the Rise of Islam, s. 16); Renan ayrıca, “Muhammed, İsa ve Musa’nın aksine tarihi kayıtlarla iyi ortaya konmuş bir kişiliktir.” (Wim Raven, NRC Handelsblad, 23.12.2005) demektedir. Sprenger, “Başlangıçta peygamberin adının Muhammed olmadığını ileri sürer. E. Renan, J. Fück ve T. Nöldeke ise bu görüşe karşı çıkar. (G. S. Reynolds, Remembering Muhammad, Numen, 58, 188-206; J. Fück, The Role of Traditionalism in Islam, s. 16); Bertrant Russell, “Hz. peygamberin hayatına dair kayıtların son derecede acık olduğunu belirtmiştir.” (W. Khan, Muhammad, s. 8); Angelika Neuwirth, Hz Muhammed’in mitolojik, hayali biri olduğunu ileri süren Kalisch’i eleştirir ve “İkna edici herhangi bir kaynak sunulmadan ortaya atılan, bilimsellikten uzak bir provakasyon.” nitelemesinde bulunur. (Prof. Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 235) Seeing Islam adlı eseri başta, İslam’ın ilk dönemlerine dair önemli çalışmalar yürüten Robert Hoyland da, tarihi kayıtlarda Muhammed’in isminin varlığına dair belgeler olduğunu belirtir ve benzeri tüm iddiaları reddeder. (Hoyland, New Documentary, BSOAS, 69, 2006, s. 395-416)

Robert G. Hoyland’ın İslam’dan bahseden ilk kaynakları konu edindiği “Seeing Islam as Others Saw It” adlı eserinden devam edelim: Temmuz 634 tarihinde yazılan Doctrina Jacobi (Jacob’ın Öğretileri) adlı eserde Araplar arasında peygamber olduğunu iddia eden bir kişinin olduğuna değinilir. (s. 55-61) Papaz Thomas, 640 yılında yayınlanan eserinde Hz. Muhammed’den söz eder. (s. 118-120) Bagratuni Piskoposu Sebeos ise 660 yılında yazdığı eserinde bir tüccar olan Hz. Muhammed’den söz eder. (s. 124-132) John bar Penkaye ise 680’lerde yazdığı eserinde Arapların lideri olan Hz. Muhammed’den söz eder. (s. 194-200)

7. yüzyılda yazılan ‘Yakup’un Öğretisi’ adlı risale, “İsmaililerin (Hıristiyanların Müslüman Arapları kendilerince aşağılamak için kullandıkları sıfat) Peygamberinden ilk olarak bahseden “risale” olma iddiasına sahiptir. Risalenin yazarı yaşlı bir Yahudi bilgine “Bana Sarazenler (Avrupalıların Araplara verdiği isim) arasında ortaya çıkan peygamber hakkında ne söyleyebilirsin?” diye sorar. Aldığı cevap Yahudi bakış açısını yansıtsa da, efendimizden bahseden en eski risalelerden olması açısından belge tarihi bir öneme sahiptir. 

Süryanilerin İslam’ın erken dönemlerinde İslam’dan söz ettiği pasajları ele alan Michael Philip Penn’in ‘When Christians First Met Muslims’ adlı kitabından devam edelim: 636-37 yılında, gördüğü önemli olayları İncil’inin ilk sayfalarına not alan bir yazarın Hz. Muhammed’den söz ettiği görülmektedir. (s. 22) Ayrıca 640 yılında yazıldığı düşünülen bir başka eserdeyse yazar, Bizanslılarla Hz. Muhammed’in önderliğindeki grubun savaştığından oldukça kısa bir şekilde bahsedilir. (s. 25) Son kısmının 660-680 yıllarında (muhtemelen eserin asıl yazarından farklı bir yazar tarafından) ve geri kalan kısımlarının daha önceki yıllarda yazıldığı düşünülen, 590 yıllarıyla 660 yılları arasındaki olaylardan bahseden bir anonim eserde de Hz. Muhammed’den bahsedildiği görülmektedir. (s. 47)

H. A. R. Gibb, Mohammedanism (s. 27) adlı eserinde şöyle der: “Muhammed’in tarihi ile ilgili kesin bir gerçek vardır. O da hareket sebebinin kesin olarak dini oluşudur.” Demektedir.

635 yılında Thomas the Presbyter tarafından yazılan yazıtlarda Arap savaşçılar için, “Muhammed’in Arapları” yazmakta (A. Palmer (with contributions from S. P. Brock and R. G. Hoyland), The Seventh Century In The West-Syrian Chronicles Including Two Seventh-Century Syriac Apocalyptic Texts, 1993, op. cit., p. 19, note 119; Also see R. G. Hoyland, Seeing Islam As Others Saw It: A Survey And Evaluation Of Christian, Jewish And Zoroastrian Writings On Early Islam, 1997, op. cit., p. 120, note 14);  665 yılında Hristiyanlar tarafından yazılan Maronit günlüklerinde “Muaviye Muhammed’in yerine geçmek istemedi.” diye yazılmakta (R. G. Hoyland, Seeing Islam As Others Saw It: A Survey And Evaluation Of Christian, Jewish And Zoroastrian Writings On Early Islam, 1997, op. cit., p. 136. Also see, A. Palmer (with contributions from S. P. Brock and R. G. Hoyland), The Seventh Century In The West-Syrian Chronicles Including Two Seventh-Century Syriac Apocalyptic Texts, 1993, op. cit., p. 32; M. P. Penn, When Christians First Met Muslims – A Sourcebook Of The Earliest Syriac Writings On Islam, 2015, op. cit., p. 58);  670-680 arasında yazılan Short Chronicle adlı kitapta da Müslümanların liderinin adı olarak “Liderleri Muhammed idi” diye açıkça bahsedilmekte (Al-Ka’bi, N. (2016). A Short Chronicle on the End of the Sasanian Empire and Early Islam. 590-660 AD. Gorgias Press);  Ermeni bir keşiş olan Sebeos tarafından 660’lı yıllarda yazılan ve “The History of Sebeos” adlı eserde de “İsmail oğullarından ismi Mahmet olan ve bir tüccar olan… Mahmet onlar için yasa koydu: leş yememek, şarap içmemek, yalan konuşmamak ve zina etmemek.” diye devam eden peygamberimizin özellikleri açıkça sıralanmakta  (Boras, L.B., ” A prophet has appeared Coming with the Saracens”. The non-Islamic testimonies on the prophet and the Islamic conquest of Egypt in the 7th-8th centuries. 2017);  John bar adlı manastır rahibi tarafından yazılan “Book of the Salient Points” adlı kitapta Emevilerin liderinin adının Muhammed olduğu belirtilmekte ve  “başlangıçta eğitmenleri olan Muḥammad’ diye bahsedilmekte (S. P. Brock, “North Mesopotamia In The Late Seventh Century Book XV Of John Bar Penkāyē’s Riš Millē”, Jerusalem Studies In Arabic And Islam, 1987, op. cit., p. 61); Jacob of Edessa tarafından 700’lerin sonunda yazılan günlüklerinde  “Arapların ilk kralı Muhammed 7 yıl hüküm sürdü ve Ebubekir 2 yıl 7 ay hüküm sürdü” (A. Palmer (with contributions from S. P. Brock and R. G. Hoyland), The Seventh Century In The West-Syrian Chronicles Including Two Seventh-Century Syriac Apocalyptic Texts, 1993, op. cit., p. 37 and p. 38) bilgilerine yer verilmektedir. Diğer bir kaynakta ise, “Muhammed ticari işler için Filistin ve Suriye’ye gitmiştir.”  (Al-Ka’bi, N. (2016). A Short Chronicle on the End of the Sasanian Empire and Early Islam. 590-660 AD. Gorgias Press) denmektedir. Mısır’lı kesiş Nikiou’lu John tarafından 700 yılında yazılan günlükte  ortodoksluğu terk edenlerden şikayet ederken  Tanrının düşmanları olarak ‘Müslümanların dinini’nden bahsedilmekte ve liderleri için “O Muḥammed’dir.” diye yazmaktadır. (R. G. Hoyland, Seeing Islam As Others Saw It: A Survey And Evaluation Of Christian, Jewish And Zoroastrian Writings On Early Islam, 1997, op. cit., p. 156); Hz Muhammed’in yaşamadığını ileri sürenlerin iddiaları için, oryantalistlerin günümüzdeki en kapsamlı çalışması olan “Corpus Coranicum” projesinde çalışan Angelika Neuwirth, “Tarih çalışılmadan, kaynak sunulmadan ileri sürülen provakasyon” olarak nitelemektedir. Michael Marx, “Der Spiegel” dergisinde verdiği röportajda, “14. yüzyılda Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki polemiklerde bu iddianın gündeme gelmediğini, aksine Süryani ve Arami kaynaklarda yaşadığına dair birçok kanıt olduğunu” ifade etmektedir. (https://www.islamic-awareness.org/history/islam/inscriptions/copper.html; www.bilimveyaratilisagaci.com/2020/03/hz-muhammed-yasadi-mi-tarih-kaynaklarinda-hz-muhammed adlı sayfadan alıntılanmıştır.)

Bazı oryantalistler de Hz Muhammed’in baştan beri samimi olduğunu kabul ederken bazı ateist ve oryantalistler de Hz Muhammed’in baştan beri yalancı ve aldatıcı olduğunu iddia edenler. Öncelikle bu iddialara karşılık öncelikle ‘Efendimiz neden çok hanımla evlenmiştir?’ ve ‘Oryantalistler ve Hz Muhammed’ adlı yazıların okunmasının faydalı olacağının altını çizmek isteriz. Bu yazılara ek olarak cevaplarımıza geçersek: Hz Muhammed Güvenilir bir kişi idi: Marksist bir oryantalist olan Rodinson, ‘Muhammed, genellikle, bilge, ölçülü, dengeli bir adam izlenimini uyandırmaktadır. El- Emin lakabı verilmiştir kendine. Yani kentin en güvenilir adamı.’ (M. Rodinson, Mahomet, s. 77) demektedir. “Oryantalistlerin yüzyıllar süren bir eksik, hata yakalayabilme gayretleri hep neticesiz kalmıştır. Oryantalistlerce ileri sürülen birçok ithamın gerçekle bir ilgisi bulunmamakta, birçok iddia diğerini yalanlamakta, bir sonraki teori öncekini çürütmektedir.” (Prof Dr. Abdülaziz Hatip, Kur’an ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 9, 11);  Hâlbuki “Kur’an, yalnızca bilgi edinmek için okunacak bir kitap değildir. O, ilahiyat duygusunu tatmak için okunur ve aceleyle okunup geçilecek bir kitap değildir.” diyen (Karen Armstrong, Tanrı’nın Tarihi, s. 226) Armstrong’u destekler mahiyette İngiliz yazar T. Carlyle Kur’an hakkında, ‘Bir kitap ki, kalpten gelmiştir, Başka kalplere gitmek yolunu mutlaka bulacaktır. Denilebilir ki Kur’an’ın esas karakteri masum doğallığıdır; Bir ihlas ve güzel niyet kitabı olması gerçeğidir.’ Demektedir. (T. Carlyle, Peygamber, Kahraman Muhammed, s. 34) O (sav) aynın zamanda davasında samimi bir tebliğci idi: O, sadece okumakla kalmamış, aynı zamanda onu harfiyen yaşamıştı. (Müslim, Müsafirun, 139; Ebu Davud, Tatavvu, 26; Ahmed, Müsned, VI/54) Hz Muhammed namazda yanılmış ama sonra sevih secdesi yapmıştır. (Tirmizi, salat, 173; Ahmed, Müsned, II/447) Bir gün namaza tam başlayacağı sırada cünüp olduğunu hatırlamış, sahabeye, bekleyin, diyerek hemen evine gidip gusül abdesti alıp yanlarına dönmüş ve namazı kıldırmıştır. (Buhari, Vudu, 34, Müslim, Mesacid, 225, Ebu Davud, taharet, 93) Haşa, sahte bir peygamber olsa cünüp hali ile de kıldırabilirdi. Kimse cünüp olduğunu bilmiyordu ki?! Bir defa olsun gaybı-geçmiş-gelecek zaman ve görülmeyen alemi- bildiğini iddia etmemiştir. Kendisini başka peygamberlerden üstün görülmesini yasaklamıştır. (Kadı Iyad, eş-Şifa bi Tarifi Hukukil-Mustafa  I/265) Hayatı, insanlık aleminde çekilmiş ve çekilecek bütün meşakkatlerin, yirmi senelik bir zamanda yoğunlaştırılmış şeklidir. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 55) Kısaca O, davasına gönülden inanmış samimi bir Müslüman idi.

Kur’an’ın dil, ifade ve üslubu peygamberimizin sözlerinden ( Hadis) farklıdır. (s. 105) Bunu kafir olan oryantalistler bile fark edebilmektedir. Nöldeke, Kur’an’da olmayan kunut duaları hakkında şunu söyler: “Bu metinlerin içeriği ve biçimi Kur’an’ı değil, duayı andırmaktadır. Kunut dualarında, Kur’an’da alışık olmadığımız tabirler vardır. Sena etmek fiili, Kuran’da hiç geçmez.” (Theodor Nöldeke, Kur’an tarihi, s. 48) Hz Peygamber, Kur’an’ın korunması ve yazılmasına verdiği önemi, diğer sözlerine (hadislerine) vermemiştir. Hatta belli bir zaman birimi için, Kur’an’la karışmaması amacı ile hadislerinin yazılmasına da yasak getirmişti. (Müslim, Zühd, 72; Darimi, Mukaddime, 42; Ahmed, Müsned, III/12,21,39,56) Bu yasak karışma konusunda endişe ortadan kalkıncaya dek sürdü. (İbni Kuteybe, Tevilü Muhteliful hadis, s. 365)

Kur’an’ın haşmet ve azametini dolaylı yoldan itiraf eden Blachere, şöyle demektedir: ‘Biz, doğunun dini kitapları arasında Kur’an kadar, okunuşuyla fikri düzenimizi dağıtan bir kitap görmedik.’ ( Blachere, Le Coran, s. 29) “Oryantalistlere göre Kur’an ilahi bir vahiy değildir. Dolayısı ile ona değişik kaynaklar aranmıştır. Pek çok Avrupalı Kuran mütercimi, tercümelerinin baş tarafına, Kur’an sanki Hz Muhammed’in eseri imiş gibi’ Muhammed’ ismini yazmışlardır. Oryantalistler her tercümelerinin başına kendilerinin İslam hakkındaki düşüncelerini ihtiva eden mukaddimeler yazmışlardır. Bununla, daha işin başında okuyucuyu yönlendirmek istemişlerdir.” (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 23, 29, 32)

Peygamberimiz, insan olmasından, melek olmamasından, tutun, kendisine kâhin, sihirbaz, şair, başkalarından öğrendi, uydurma olan geçmişin masalları gibi, birçok ithamlara, itirazlara maruz kalmıştır. Birbirine ters düşen bu iddialar, aslında bu bahanelerin temelde bir gerçeğe dayanmadıklarını da ispatı etmektedir. Suçlamalar kendi içinde çelişkilidir.  Enbiya 5. ayet bu konudaki tutarsızlıklara dikkat çeker: “Onlar, “Hayır, bunlar karma karışık yalancı düşlerdir. Hayır, onu kendisi uydurdu; hayır, o bir şairdir. Eğer böyle değilse, önceki peygamberlerin (mucizelerle) gönderildikleri gibi o da bize bir mucize getirsin” dediler.” Kâfirler, Hz Peygambere körü körüne muhalefet etme sevdasıyla kendisi hakkında tuhaf ve tutarsız iftira ve ithamlarda bulunuyorlardı. Her gün yeni bir iftira ile ortaya çıkmışlardı. Bu aslında söylediklerine kendilerinin de inanmadığını göstermektedir. Bu şekilde ortaya attıkları her yeni itham, eskisini yalanlamış olmaktadır aynı zamanda. Bu tutarsızlıklarının temel nedeni ‘peşin hükümlü, önyargılı’ olmalarıdır. Günümüz oryantalistleri de benzer iddiaları tekrar ederler. Kur’an’ın bir şahıs tarafında öğretildiği iddiası bile kendi içinde tutarsızlıklar barındırır. Çünkü bu öğretim, işi ‘ tek kişiye’ bile mal edilememiştir. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 134, 136-138)

Bazı oryantalist ve ateistler yukarıdaki iki iddianın dışında Hz Muhammed’in Mekke döneminde samimi iken Medine döneminde ise bu samimiyeti yitirdiği iddia ederler. Thomas Carlyle bu iddialara şöyle cevap vermektedir: “Muhammed, “dünyalık gelecek” yoluna dolu dizgin atılmak için ihtiyarlamaya başladığı, dünyanın kendisine gönülden sakinliğinden başka verecek bir şeyi kalmadığı zamanı beklemiş ve bütün karakterini ve bütün mazisini inkar ederek sefil ve boş bir şarlatan olmuştu, öyle mi? O, sessiz büyük bir ruhtu. İkbal hırsımı? Bütün Arabistan bu insana ne verebilir? Biz Muhammed’in yalancılığı varsayımını asla inanılmaz bir şey olduğu için bir yana atacağız.” (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 34, 36) “Mekke’de samimi idi, zorluklara göğüs gerdi, zenginlerin fakirlere yardımına vesile oldu, davasını samimi şekilde savundu ama Medine’de başarı elde edince gözleri karardı, kişisel arzularının peşine düştü ve peş peşe vahiyler uydurdu.” (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 146) iddiasında bulunurlar. Bu görüşü savunanlardan biri de ünlü Amerikalı yazar Washington Irving’tir. Yazar önce peygambere sahtecilik ithamına cevap veriri ve şöyle der:” Hayatının birinci evresi bu ithamı çürütür. O dönemde Muhammed ne isteyebilirdi ki? Mal mı? Oysa Hz Muhammed’in malı elinin altında idi. Şan, şeref mi? Oysa O, asil bir aileden geliyordu. Zekası, güvenilirliği saygı görüyordu. Öyleyse bunları kaybetmek pahasına neden çevresi ile anlaşmazlığa, sürtüşmeye girsin ki? Halbuki yeniden o serveti toplamak zordu. Allah yoluna insanları çağırma uğruna hem kendi hem arkadaşları mallarını kaybettiler. Samimi olmasa idi neden bu kadar zorluğa göğüs gersin?” (W. Irving, Mohamet and his Successors, s. 195-196) Yazar Hz Muhammed’in doğruluğunu savunduğu halde peygamberliğine inanamamaktadır. Ona göre peygamber olduğu inancının temel nedeni, bedeni hastalığı idi. Irwing’e göre Medine’de ise, şartlar değişir ve kendisinde dünyalık arzusu uyanır ve samimiyeti kaybolur. (Irving, s. 197) Şaşılacak durum ise, ‘sadece iki sayfa sonra yazarın dönüş yapıp’ Hz peygamberin başarı ve zaferinin kendisinde bir gurur ve şımarıklık meydana getirmediğini, çünkü kişisel heves ve çıkarlar peşinde olmadığını, aksine bir dini yaymak hedefinde olduğunu söylemesidir. İngiliz oryantalist John Devenport ona cevap vermektedir: “Hazreti Muhammed saltanat peşinde koşmadı. İnsanları adalete çağırdı. Merhameti, alçakgönüllü olmayı öğretti. Putperestlikten kurtardığı Kabe’nin yanına bir saray inşa ettirmedi.” (John Devenport, Hz Muhammed ve Kur’an, s. 136) “Hz Muhammed’in her türlü hırstan arınmış olduğunu hayatının bütün şartları ispat etmektedir. Hz Muhammed padişahlık arkasında koşmadı.  Görevi tamamladığında da başkaları gibi tahtını kurmadı, Kâbe’nin yanında bir saray yaptırmadı; sade evine geri döndü. Hicretten sonra Hz Muhammed elinde yüksek nüfuz ve kudret bulunduğu halde yaşayışındaki sadeliği zerre kadar değiştirmemiş, kendi söküklerini dikmiş, günlük besinini birkaç hurma ve az bir arpa ile karşılamıştır.” (Lord John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur’an’ı Kerim; Hazreti Muhammed (sav)’den Özür Diliyorum, s. 94, 89, 23) Oryantalist Watt ise “Hz Muhammed’in karakterinde hicretten sonra düşüşe geçtiğini düşündürecek sağlam bir zemin yoktur.” (M. Watt, Muhammed at Medina, s. 321-324, 332) diyerek bu iddiayı yalanlamaktadır. Oryantalistler arası çelişkiler kadar bizzat yazarların kendileri de iddiaları ile kendi içlerinde çelişirler. Çünkü “önyargı ile yazmaya başlarlar. Amaçlarını önceden belirlemişlerdir. Delillerle hedefe ulaşmazlar; önceden karar verdikleri amaca uygun deliller ararlar; çelişkili, zayıf, uydurma olsa da fark etmez!” M. Rodinson’da Mekke dönemini samimi bulur ama Medine dönemini sorgulasa da şu itirafta bulunmaktan kendini alı koyamaz: “Muhammed’in Medine’de aldatıcı olması gerekmez. Çünkü o, kendisine gelen fikir ve çözümlerin sadece ve sadece Allah’tan geldiğine inanmakta idi.” der. (Rodinson, Mahomet, s. 254) Remarque açık bir biçimde, Hz Muhammed’in ahlakı gevşetmek bir yana tahammülü daha zor hale getirdiğini söyler. Örnek olarak, sünnet, bazı et ve içkiden uzak durmak, oruç, abdest, namazı sıralar. Bayle, İslam’ın ahlakla ilgili prensiplerini sıralayıp, ‘İslam’ın fazilet ve hikmet adına çok önemli prensipler ihtiva ettiğini’ ifade eder.  (A. Gunny, Images of Islam in Eighteenth Century Writings, s. 75) Ama son tahlide o da impostor nitelemesini kullanır. (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 83) Henri Comte de Boulainvilliers, İslam peygamberini büyük bir şahsiyet, büyük bir kanun koyucu olarak nitelendirir ve Hz Muhammed hakkında batılı tasavvurların sağlıklı olmadığına dikkat çeker. Ayrıca Hz. Muhammed’in samimiyetsizlikle itham edilmesini yadırgar. (Boulainvilliers, Live de Mahomet, s. 165-169) İslam dinini cahil bir rahibin tavsiyesine veya mizacı, daha sonra kendisini peygamber ilan edebilmek için gizlediği eksiklikler ve kusurlarla dolu bir sahtekarın şekillendirdiğini iddia etmek doğru olmaz, der. (Henri Comte de Boulainvilliers, Live de Mahomet, s. 215-225) Bu iddiaların aksine, peygamberimiz cömertliğinin en büyük ve açık örneklerini asıl Medine’de vermiştir. Medine’ye geldiğinde peygamberlik görevi kat kat güçleşmiş idi. Bir taraftan evlerini, mallarını terk ederek Medine’ye gelen müminlerin hayatlarını güvence altına almak ve diğer taraftan Yahudilerin küstahça düşmanca davranışları ile uğraşması gerekmekte idi. Ayrıca Mekke müşrikleri ile defalarca savaşmak zorunda kalmıştı. “Peygamberimizin amacı şahsi menfaat değil, şirki ve zulmü ortadan kaldırmak ve adaleti ortaya çıkarmaktı. Peygamberimiz en sade bir hayat yaşadıktan sonra, borçlu olarak vefat etmiştir. Mekke’yi fethedince de genel af ilan etmiştir.” (İsmail Fenni Ertuğrul, Hakikat nurları,  s. 386) “Bazılarının bizi inandırma çabası içinde olacağı gibi, Hazreti Muhammed bir tebliğci iken birdenbire elde kılıç, her rastladığını dinine kabule zorlayan bir mutaassıp durumuna gelmemiştir. Avrupalı yazarlar tarafından Hazreti Muhammed, hicretten itibaren yepyeni bir karaktere bürünmüş gösterilir. Peygamberin, bazı arkadaşlarını dini anlatmaları için görevlendirdiği ve bunlardan bazılarının bir hayli başarısız olmaları, zorlamaya başvurmadıklarının işaretidir.” (Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 58) “Mekkî sureler iman esasları, ahlak ve insanların şahsiyet sahibi yapmayı hedefleyen ayetlerden oluşur. Medenî sureler ise, yukarıdaki hususlarla beraber, aile ve toplum içindeki durum ve görevlerden bahseder.” (Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 62) “Kur’an’ın tedricen 23 senede nazil olmasının ve ‘hüküm içeren (Kamu hukukunu ilgilendiren) ayetlerin’ Mekke de değil de Medine’de nazil olmasının arkasında yatan neden, hükümlerin altyapısını oluşturmak; tepeden inme hükümler getirmemek mantığıdır. Önce, toplum inanç bakımından sağlam temeller üzerine bina edilmiş, ardından da ahkam ayetleri gelmeye başlamıştır.” (Doç Dr Hüseyin Çelik, Kur’an Ahkamının Değişmesi, s. 26,  35, 169)  “İslam inanç sisteminde Mekke ‘lâ’ makamıdır. Medine ‘lâ’yı ‘İlla’ ile tamamlar.” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medenî, s. 232) “Müslümanların Medine’de savaşçı bir tutum içine girmeleri, tanrı anlayışlarında merhametli sıfatına, sertlik sıfatı eklenmiştir.” (Goldziher, Le Dogm et Le Loi de L’ıslam, s. 22) iddiasında bulunulur. Halbuki Kur’an, her zaman Allah’tan adalet sahibi bir varlık olarak bahseder. Mekke döneminde de Medine döneminde de Kur’an bize, Allah’ın iyiliksever, doğru, sabırlı insanları sevdiğini, zalim, kibirli, kafir insanları sevmediğini bildirir. Kur’an doğru yoldan ayrıldığı için helak edilen kavimlerin kıssalarını Mekkî (Mekke’de inen)  surelerde sık sık anlatılması da bu iddiayı yalanlar. Saldırganlara karşı Medine’de farz kılınan cihadın, daha önceleri Mekke’de açık şekilde verilmiş olan ültimatomun ifasında başka bir şey olmadığı ortadadır. (Yunus, 102; Hud, 121; İsra, 58) Kur’an haksız yere bir cana kıymanın tüm insanların canına kıymakla eş kabul eder. (Maide, 32);Hz Muhammed’de cana kıymayı, Allah’a ortak koşmadan sonra en büyük günah olarak ilan etmiştir. (Buhari, Eyman, 16; Nesai, Tahrim, 3) Medine dönemi farz kılınan cihad, dünyevi amaçlar için değil, haksızlığa karşılık vermek (Hac, 39-40; Bakara, 190-191),; hıyanet ve anlaşmayı bozanlara ceza (Enfal, 55-58; Tevbe, 1-2, 4-5,7-8,10-14); güvenliği korumak (Maide 33-34); fitne ve fesada engel olmak (Bakara, 193; Enfal, 73) vb. için farz kılınmıştır. Cihad yerine getirilirken belli ölçüler ortaya konmuştur: Sivillere dokunulmaz, ateşle yakmak yasaktır, yağma, talan yasaktır, yıkım, tahrip yasaktır, organ kesmek yasaktır, esirin öldürülmesi yasaktır, anlaşmanın bozulması yasaktır, vb. (Ayet ve hadisler için; Prof A. Hatip, İddialara cevaplar, s. 155-156) Bu konuda, ‘Savaş esnasında uyulması gereken kurallar’ adlı yazımıza bakılabilir. Burada nesh (Hükmün değişmesi) kavramını da iyi anlamak gerekir. Allah bir taraftan önceki kuralları nesh ederken yeni kurallarda da tedricilik –aşamalı – metodunu kullanır. Mesela içki toplumdan aşama aşama yasaklanmıştır. Neshe yaratıcının ihtiyacı yoktur, biz insanların ihtiyacı vardır. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 153) ‘Nesh’ konusu ‘Kur’an’da çelişki yoktur’ başlıklı yazımızda ele alınmıştır. Hz Muhammed Medine’ye gelir gelmez Yahudilerle kapsamlı bir anlaşma yapmıştır. Anlaşmada herkes eşit tutulmuş ve dış düşmanlara karşı tek yumruk olmak zorunlu kılınmıştır. (Madde 1-2) Daha önce Yahudiler kendi aralarında bölük pörçük ve birbirlerine düşman iken (Hamidullah, Le prophete, I/178) bu anlaşma ile kendi aralarında da eşitlik sağlanmıştır. (Madde, 26-33) Kendilerini İslam’a girmeye de mecbur bırakmadığını göz önüne alırsak (Madde 25) bu anlaşmanın temel şartı, her tarafın düşmanca herhangi bir yola başvurmamaları, düşmanlara yardımcı olmamak olduğu görülür. (Madde, 16,37,37/B, 43,44) “Hz Peygamberin en önemli özelliklerinden birisi, hangi dine mensup olursa olsun insanlarla yaptığı anlaşmalarda, verdiğin sözlerde, söylediklerine uyması konusunda hassasiyet göstermesidir. Allah resulü bunu buna özen gösterirken aynı zamanda muhataplarında da aynı şeyi istemiştir.” (Prof. Adnan Demircan, Siyer Konusunda Bilinmesi Gereken 88 Soru, s. 206) Fakat Yahudiler bir süre sonra anlaşma şartlarına aykırı işler yapmaya başlarlar. Mesela Nadiroğulları, Kureyşlilere Müslümanlar ait gizli haberler ulaştırır ve onları Hz peygamber ile savaşmaya teşvik eder. Müslümanların zayıf yerlerini onlara bildirir. (İbni Hacer, Fethü’l-Bari, VII/332) Bununla yetinmeyerek birkaç kere de peygamberimizi öldürmeye teşebbüs ederler. (Ebu Davud, İmare, 22,23; İbni Hacer, F. Bari, VII/332; Taberi, Tarih, III/37; İbni Esir, Üsdü’l-Gabe, III/57) Ayrıca Nadiroğulları kuşatması sırasında Müslümanları arkadan vurmak istemişler son anda anlaşmayı kabul etmişlerdi. (Prof İbrahim Sarıçam, Hz Muhammed ve evrensel mesajı, s. 227) Sonunda peygamberimiz onlara aniden hücum etmek yerine haber göndermiş, anlaşma şartlarını çiğnediklerini, bu yüzden 10 gün içinde Medine’yi terk etmeleri gerektiğini bildirmiş aksi halde savaşmayı kabul ettikleri anlamına geleceğini söyler. Buna karşılık onlar, ‘işine geleni yap’ diye cevap verirler. (Taberi, Tarih, III/38; İ. Hacer, VII/233; Belazuri, F. Büldan, s. 24; Mevdudi, cihad, s. 359) Hz Muhammed onları kuşatmak zorunda kalır.  Kuşatma uzayınca zayıf kalırlar ve sonunda, kanlarının dökülmemesi, develerinin taşıyabileceği kadar mal götürerek Şam’a göç etmelerine izin verilmesini isterler. Bu izin de kendilerine verilir. (Taberi, Tarih, III/38; İ. Hacer, F. Bari, VII/232) Hz Peygamber istese onların hepsini öldürtebilirdi.  Fakat onlar gittikleri yerde de rahat durmadılar. Bütün Arapları Müslümanlara karşı kışkırttılar. İki sene sonra 24.000 savaşçı ile Medine’ye saldırmaya kalkıştılar. Görüldüğü gibi peygamberimiz son derece merhametli davranmış ve ileride kendisine zarar verir diye yılanın başını ezmemiştir. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 157) Beni Kaynuka Yahudileri de bir Müslüman hanımın tesettürüne saldırmışlar, kadının vücudunun görülmesine neden olmuşlar, utanç ve öfkeden attığı çığlıkları duyan bir Müslüman işi yapan Yahudi’yi öldürünce diğer Yahudiler de o Müslüman’ı şehit etmişlerdir. Bunun sonucu olarak Yahudiler 15 gün kuşatılır. Kuşatma sırasında onlara Müslüman olmaları teklif edilse de red cevabı verirler. (Buhari, sahih, 58/6) Sonunda teslim olurlar. Medine’yi terk etmelerine izin verilir. Görüldüğü gibi burada da peygamberimiz onlara merhametli davranmıştır. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 157) Beni Kureyza ise, Hendek savaşı sırasında, anlaşmaya aykırı olarak müşrik ordusuyla anlaşırlar (Prof İbrahim Sarıçam, Hz Muhammed ve evrensel mesajı, s. 227) beraber fiilen savaşa katılırlar. (İbni Esir, el-Kamil, I/13; İbni Hacer, F. Bari, VII/280) Sell, Ebu Süfyan tarafından Kurayza oğullarının kandırıldıklarını söyler. (E. Sell, The life of Muhammad, s. 160-174) “Bir Yahudi Kabilesi olan Beni Kurayza’nın şehri içeriden vurmaya kesin bir alaka gösterilmiş olması, Hendek savaşı sırasında müşriklerin lideri olan Ebu Süfyan’ın tek zafer umudu.” (Gai Eaton, İslam Ve İnsanlığın Kaderi, s. 234) olmuştu. “Kureyza kabilesinin ittifaka dahil olmaları Müslümanlar açısından kıyım ve katliama yol açabilecek büyük bir ihanetti.” (Adnan Demircan, Siyer Konusunda Bilinmesi Gereken 88 Soru, s. 231) Peygamberimiz onlara elçiler gönderir, onlara öğüt verir. Fakar Kureyzaoğullar,‘Bizimle sizin aranızda anlaşma yoktur.’ diye ilan ederler ve sonunda Müslümanlar iki ateş arasında kalırlar. Öyle ki Hz. peygamber, Medine mahsullerinin üçte birini hücum edenler ile bir barış yapmak karşılığında vermeye hazırlanmak zorunda kalır. (İbni Esir, el-Kamil, II/68; İbni Hacer, F. Bari, VII/281) Ama tüm bu davranışlarından sonra onlara iyilik ile davranmak intihar sayılırdı. Müslümanlar Hendek savaşı bitip kuşatmadan kurtulur kurtulmaz Kureyzaoğullarını kuşatma altına alırlar. Yirmi günlük kuşatma sonunda yenileceklerini anlayınca bir elçi göndererek Sad b. Muaz’ın vereceği karara razı olarak teslim olacaklarını söylerler. (Buhari, Cihad, 168, Menakibu’l-Ensar, 12; Müslim, cihad, 29,64; Tirmizi, Siyer, 28; Darimi, siyer, 65) Sad b. Muaz kararını verir: Erkekler öldürülecek, kadın ve çocuklar esir alınacak, mallar paylaştırılacak. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 158; İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 270-271) “Esirlerden çoğu Hayber civarındaki Yahudiler tarafından fidyeleri ödenerek kurtarılır.” (A. Sprenger, Das leben und die lehre des Mohammed, III/II, 226) Kureyzaoğulları en zor şartlarda anlaşmayı bozmuş düşman tarafına geçmişlerdi. Sürgün şıkkı da mantıklı bir tercih olmazdı çünkü Nadiroğlullarının yaptıkları ortada idi. Bu cezayı peygamberimiz teklif etmemiş, kendilerinin teklif ettiği bir hakem tarafından önerilmişti. Ceza zaten kendi kutsal kitaplarına uygun (Tesniye, 20/10-16) verilmişti. (Adnan Demircan, Siyer Konusunda Bilinmesi Gereken 88 Soru s. 232) Sadece silah taşıyanlar öldürülmüş, kadın çocuklara dokunulmamıştır. (Mevdudi, Cihad, s. 367) Oryantalistler tüm bunları bilmemezlikten gelmektedirler. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 159)  

Margoliouth, Hz Muhammed’in onları anlaşmayı bozmamaları konusunda uyardığını, onların bu uyarıya aldırmadıklarını, son derece stresli zamanlarda Medine sokaklarında dolaşarak Hz Muhammed’in başına gelen sıkıntıdan dolayı duydukları memnuniyeti gösterdiklerini, kaypak davrandıklarını ve sonuçta kendilerini helake sürükleyen bir yol tuttuklarının üzerinde durur.  (D. S. Margoliouth, Muhammad, s. 328- 329) Yazar Yahudilerin Hz Muhammed’e zarar verme iradelerini açıkça ortaya koymuşlardır, der. (Margoliouth, Muhammad, s. 334) Paret, Yahudilerin verdikleri hiç bir sözü tutmadıklarını, Uhud savaşı sonrası Nadir, Hendek savaşı sonrası Kurayza oğullarının üzerine saldırılmasının tesadüfi olmadığını, Hendek savaşı sırasındaki davranışları ile kendi iplerini kendilerinin çektiklerini belirtir. (R. Paret, Muhammed und der Koran, s. 111-112) Watt, “Kurayza oğullarının müşriklere güvenebilseler, Hz Muhammed’e karşı hücum edeceklerdi” demektedir. Hakem Sa’d üzerinde Hz Muhammed’in baskısının olmadığının da altını çizer. (M. G. Watt, Muhammad at Medina, s. 213-215) Bobzin ise, Kureyza Yahudileri ile Evs kabilesi arasında ittifak olduğunu, Yahudilerin Evs’ten olan Sa’d’a kendilerinin kararı bıraktıklarını belirtir. ( H. Bobzin, Mohammed, s. 106 ) M. G. Watt ayrıca, İslami mücadelede maddi imkanların temel güdüleyici sebep olduğu tezini, aşırı materyalist bir iddia olarak niteler ve askeri mücadelelerin asıl sebebini dini nedenlerde aramanın daha doğru olacağına inanır. Zira orta doğuda din ve siyaset içiçe geçmiş durumdadır. (Watt, Muhammad at Medina, s. 220) Watt ayrıca Hz Muhammed’in iki yüzlülüğe asla tahammülü olmadığını, muhatabından kesin olarak tuttuğu tarafı belirlemesini istediğini belirtir. (Watt, Muhammad at Medina, s. 116) 

Oryantalistler Hz Muhammed’in ekonomik üstünlük hırsına kapıldığını da iddia ederler. Hâlbuki Hz Peygamber dünya hayatına hiç önem vermemiştir. (Nevevi, Riyazussalihin, s. 236-280) Peygamberimiz Yahudileri malları için öldürseydi, Beni Kaynuka ve Nadir Yahudilerini neden öldürmemiştir? Yahudilere kin duysa idi, Kureyza’dan sonra Hayber Yahudilerini de aynı şekilde cezalandırması gerekmez miydi? Hâlbuki onlara verdiği ceza önceki üç kabileye verdiğinden çok daha az idi. (Ebu Davud, İmare, 23,24; Mevdudi, Cihad, 371-372) “Hayber Yahudileri çevredeki müşrik Araplardan adamlarla irtibat kurarak, Hz Peygamber’e karşı savaşmak için onları organize ederler. Yahudi reislerinden Sellam b. Mişkem’in karısı Zeynep bint Harise, Hz Peygamber’e zehirli bir koyun ikram eder ve onu zehirlemek ister.” (Prof. Adnan Demircan, Siyer Konusunda Bilinmesi Gereken 88 Soru, 240) Hayber kuşatması esnasında Resulullah’ın yanına gelip Müslümanlığını ilan eden ve bir Yahudi’nin koyunlarını güden hizmetçiye resulullah, efendisine ihanet etmemesini ve hayvan sürüsünü alıp ona götürmesini ve sonra tekrar ordugâha dönmesini emretmişti. (İbni Hişam, Sire, II/344) Peygamberimiz Hayber’i fethettikten sonra, ele geçen bütün Tevrat nüshalarını da Yahudilere iade etmişti. (Prof. Dr. Ahmet Yaman, Şiddet karşısında İslam, Komisyon, DİB, s. 325) Savaştığı topluma bu kadar adaletli ve merhametli yaklaşan peygamberimiz Yahudilere asla önyargılı değildi. Peygamberimiz vefat ettiğinde ülkesi sınırları epey genişlemiş, Yemen’den Suriye sınırına dek ulaşmış ve kendisi de bu ülkenin lideri konumunda iken bile kendi savaş zırhı bir Yahudi’de rehin idi. Hayberlilerin bir çeşmesinin başında öldürülen bir Müslüman’ın katili tespit edilemeyince diyetini de bizzat kendisi ödemiştir. (Buhari, cihad, 89; Tirmizi, Buyu, 7; Nesai, buyu, 58; Ahmed, Müsned, I/236; İbni Hişam, Sire, II/354) Hâlbuki öldürenin Yahudi olduğu kesin idi. İsteseydi onlara şu veya bu gerekçeyle diyet ödemeye mecbur ederdi. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 161) Oryantalistlerin diğer bir ithamı da peygamberimizin anlaşmalarına bağlılık göstermemeye başladığı iddiasıdır. Kur’an’da defalarca verilen sözün tutulmasının önemi açıkça ifade edilir, yapılan anlaşmalara bağlı kalınması istenir. (Ali İmran, 76; Maide, 1; Enam, 152; Nahl, 91; İsra, 34; Rad, 20 vd.) Peygamberimizde sözden dönmeyi münafıklık alameti saymıştır. (Buhari, cizye, 22;Müslim, cihad, 8; Ebu Davud, cihad, 150) Peygamberimiz bir borcunu ödemek için alacaklıyla sözleştiği yere üç gün boyunca gidip beklemiştir. (Ebu Davud, edep, 90; İbni Sad, Tabakat, VIII/59) Oryantalistler Hz Muhammed’in Mekke’li müşriklerle yaptığı anlaşmalarına sadık kalmadıklarını iddia ederler. Hâlbuki Hudeybiye anlaşmasını bozan bizzat müşriklerdir. Müşrikler Benî Bekir kabilesine askeri ve diğer yardımlarda bulunmuşlar onlarda Huzaalılardan yirmi üç kişiyi öldürmüşlerdi. Katliama katılanlar arasında İkrime, Safvan, Süheyl gibi Mekke’li müşrikler de vardı.  Mekke’li müşrikler efendimizin diyet ödemelerini veya Beni Bekir anlaşmasını terketmeleri isterse de müşrikler her iki teklifi de reddederler. Kısaca katliama yaptıkları destek ve anlaşma çabalarını da kabul etmeyerek Hudeybiye anlaşmasını bozan taraf bizzat müşrikler olmuştur. Oysa şartlarını bizzat kendileri tercih edip yazdırmışlardı. (Buhari, sulh, 6; Müslim, cihad, 90; Ebu Davud, cihad, 156) Hatta anlaşma mürekkebi kurumadan müşrikler safından Ebu Basir Müslüman olarak gelmişti ve Hz peygamber anlaşma gereği onu saflarına kabul etmeyerek geri iade etmişti. (İbni Hişam, Sîre, III/337) Müslüman olarak gizlice bile gelenleri efendimiz Medine’ye kabul etmemiştir. Bütün bunlara rağmen anlaşmayı bozan yine müşrikler olmuştur. Ayrıca,  ‘Tevbe 5. ayet’ adlı yazımıza da bakılabilir. Ayet anlaşmaya uyan müşrikler ile anlaşmanın sonuna kadar bağlı kalınmasını istemekte, anlaşmayı bozanlara ise 4 ay mühlet vermektedir. Asıl ihanet edenler, yaptıklarına rağmen, kendilerine dört ay boyunca tam bir hürriyet içinde yeryüzünde dolaşma izni verilen müşriklerdir. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 163)

Diğer bir iddia da peygamberimizin cinsel arzularına aşırı düşkünlük göstermeye başladığı iddiasıdır. Hz Peygamberin -hâşâ- şehvetine düşkün olduğu, bunun için zaman zaman ayet uydurduğu iddia edilir oryantalistlerce. Hz Aişe’nın kelimeleri ile “İhtiyarlıktan ağzının dişleri dökülmüş” (Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 20) biri olan Hz Hatice’yi ölümünden sonra bile Allah Resulü devamlı hayırla anarken (İbn-i Hanbel, VI, 118) ve efendimizin dul olmayan tek eşi Hz Aişe’ye “Ben, Hatice’yi kıskandığım kadar hiçbir kimseyi kıskanmamışımdır. Bir daha Hatîce hakkında kötü söz söylemeyeceğim.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 20; Nikâh, 108; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 73, 78) dedirtecek kadar dedirtecek kadar Hz Hatice’yi sevip saygı ile anıp ona vefa gösteren (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 165) peygamberimiz, hayatının gençlik bölümünü 25 sene müddetle, kendisinden yaşlı ve dul olan bir tek kadınla dürüst bir şekilde sürdürmüştür. Güya buna da ‘Hz Hatice’nin toplumdaki ağır yeri ve malıyla Hz peygamber üzerinde hakimiyet kurmuş, bu da onu evde söz sahibi yapmıştır’ iddiası ise gerçeklerle asla uyuşmaz! Hz Ebu Bekir’de bütün malını Allah yolunda harcamıştır. Ama bu durum, Ebu Bekir’in kızı Hz Aişe’den sonra Hz Muhammed’in başka kadınla evlenmesine engel olmamıştır. Hz Aişe’de Hz Hatice annemizin aksine genç, bakire ve güzeldi. Peygamberimiz günde günde beş vakit namaz kıldırır, Kur’an öğretir, zekatları dağıtır, anlaşmazlıkları çözer, yabancı heyetleri kabul eder, kral valilerle mektuplaşır, seferlere çıkıp komutanlık yapar, kanun koyardı. Bunların haricinde geceyi de ibadetle geçirir, gündüz oruç tutardı. Gece namazlarında bazen ayakları şişecek kadar ayakta durur- kıyam- bazen de öldü sanılacak kadar secdeye kapanırdı. (Buhari, teheccüt, 6; Bayhaki, el-envaul-Muhammediyye, s.522)  Ayrıca ateist ve oryantalistler Ahzab suresi 50. ayeti ve Zeynep binti Cahş ile evliliklerini de gündeme getirirler. Bu konu ve benzeri diğer iddialar ‘Hz Muhammed neden çok kadınlar evlenmiştir?’ adlı yazımızda ele alınıp cevaplanmıştır! Kadınlarla tokalaşmayan peygamberimiz, şehvet düşkünü olsa kadınlara neden örtünmeyi mecbur kılsın? Ayet inip Müslümanların evli bulundukları kadın sayısının dört ile sınırlayınca, peygamberimiz o tarihten sonra başka bir hanımla evlenmemiştir. Kur’an’ı kendi yazsa böyle bir kanun koymaya asla tevessül etmezdi. Kendisine hiç erkek evlat bırakmayan hanımlarını bırakıp onlar yerine genç bakire hanımlar alabilirdi peygamberimiz. İşin ilginç yönü hiçbir müşrik Peygamberimizi bu noktadan yadırgamamışlardır!  Efendimiz küçüklüğünden beri tanıdığı ve akrabası olan Hz Zeyneb’i Zeyd’le kendi eli ile neden evlendirsin? Peygamberimiz Hz Zeynep’le evlenip başını ağrıtacağına, -Haşa- nefsine düşkün biri olsa ve Allah adına kitap uyduran biri olsa, eski kölesinin hanımıyla gizli gizli buluşamaz mıydı? Ne de olsa buna ‘tahrif edilen, bozulan’ Tevrat’tan da örnekler vardı. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 169-176)

Oryantalistler Hz Peygamberin ‘Medine’de Yahudilerle temasa geçmesiyle,  onun Hz İbrahim tarihine, nesebi bağlarına aşina olmasını sağlamıştır’ demektedirler. Caetani ve Nöldeke’nin de kabul ettiği sure sıralamasına göre Mekkî olan yani Mekke’de inen 18 surenin değişik ayetlerinde Hz İbrahim’den, yine tamamı Mekkî olan 5 surede Hz İsmail’den bahsedilmektedir. Hac suresi 78. ayette Hz İbrahim gerek peygamberin gerekse Arapların babası olarak geçer. Dolayısı ile Hz İsmail de onların dedesi olmuş olur. Bakara, Ali İmran surelerinde de Hz İbrahimden bahsedilir. Günde beş vakit okunan salavatda da, Hz İbrahim anılır. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 178) Hazreti Peygamberin, Hz İbrahim’in Kabe’yi inşa edişini uydurduğu iddia edilir. Halbuki tüm Araplar, nesiller boyu buna inanmakta idiler. Ayrıca Müşrikler meleklerin heykellerini yaptığı gibi İbrahim ve İsmail’in de heykellerini yapmışlardı. İddiaların aksine “Hz İsmail’in babası olması açısından Hazreti İbrahim’in Arapların babası olması da kesinlik” (Blachere, Le Coran, s. 46) kazanmıştır. Üstelik böyle bir hikâyeyi Peygamberimiz uydurmuş olsaydı gerek müşrikler gerekse Yahudiler susmazlardı. Peygamberimiz Kâbe’yi inşa konusunu uyduracak olsaydı, Arap asıllı Hud veya Salih peygamberlere bunu isnad etmesi de ırkçı olan o toplumun şartlarına daha uygun düşmez mi idi? Öyle ya, amaç Mekke müşriklerinin gönlünü almak olsaydı Arapçılık damarlarını okşamak daha uygun olmaz mıydı? (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s.180) Oryantalistler peygamberimizin Yahudilerden ümidini kestiği için kıbleyi değiştirdiğini de iddia ederler ki bu konu ‘Ateistlere cevap’ başlıklı yazımızda cevaplanmıştır. ‘Bir putperestlik kültürü olan hacer-i esvedi ibka ettiği’ iddiasına cevap ise, ‘Kur’an’da çelişki yoktur’ adlı sayfamızda cevaplanmıştır.

Ateist ve oryantalistlerin peygamberimiz hakkındaki genel iddiaları II

Birincisi: Oryantalistlere göre Mekkî surelerin kısa olmalarının nedeni Peygamber Mekke’de tecrübesizken kitabını yazmaya çalışırken tereddüt ve kararsızlık göstermesidir. Medine’de ise Kendine güveni artmıştır. İkincisi: Müsteşriklerin hepsi, başlangıçta diğer Arap tanrılarına ses çıkarmadığını zamanla şartların gerçekleşmesinden sonra tevhid içerikli ve genele yönelik ayetlerin ortaya çıktığını iddia ederler. Bu nedenle de Mekkî sureler de Allah’ın bir olduğu, Tevhid ve şirke karşı çıkmak yoktur, derler. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 203) İddiaların tam aksine İslam daveti başlangıcından itibaren Tevhid eksenlidir. Tüm oryantalistlerce de kabul edilen ve ilk inen ayetlerden olan Alak Suresi şu şekilde başlar: “Yaratan Rabb’inin adıyla Oku, Rabbin en büyük Kerem sahibidir.” Blachere ve Nöldeke’ye görede iniş sırasında ikinci sürede yer alan Müddessir suresinin 3. ayetinde, “sadece Rabbini büyük olarak tanı.” ifadesi yer alır. Aynı surenin 5. ayetinde terk edilmesi istenen şey, ‘ricz’ yani ‘puta tapma’ da vardır. Blachere’e göre 3, Nöldeke’ye göre 4. sırada olan Kureyş suresinde ise açıkça ‘Kabe’nin rabbine ibadet’ etmeleri Müslümanlardan istenir. İlk sıralarda inen Tarık suresinde, Leyl Suresinde, Fatiha Suresinde hep ‘Tevhid’ anlatılır: “Sadece sana kulluk eder sadece senden yardım dileriz.” Mekke’de inen Müzzemmil suresinde de “O, doğunun da batının da rabbidir, ondan başka ilah yoktur. Öyleyse yalnız onun himayesine sığın.” denir. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 204) Nöldeke’ye göre 3. sırada olan Lehep suresinde, Ebu Lehep ve karısının cehennemlik olduğunu belirtilir. Acaba Öz amcası olan Ebu Leheb ve karısı durup dururken mi Hz Peygamber eziyeti etmişlerdir? On birinci surede Müşrikler ‘Muhammed’in Rabbi kendisini terk etti.’ dedikleri belirtilir. Bu ayet arada bir mücadele olduğunu göstermez mi? Ateist ve oryantalistler önce minareyi çalıp sonra kılıfını uydurmaya çalışıp, peşin hükümlü olarak ortaya attıkları fikirlere kendilerine göre deliller aramaya çalışmaktadırlar. Surelerin sıralanışında bile kendi aralarında bir ittifak söz konusu değildir, çünkü kendi hedef ve ulaşmak istedikleri yere göre keyfi olarak ayet ve sureleri sıralamaktadırlar. ‘Allah, elçisine zamana, zemine ve şartlara göre en güzel plan ve stratejileri önüne koymuş, peygamberde bunlara harfiyen uymuş ve uygulamıştır.’ Üçüncüsü: İlk döneminde inen ayetlerin karşı tarafın hissiyatına hitap eden, onları bu şekilde etkilemeye çalışan sözlerden ibaret olduğunu söyleyen oryantalistler, bu sözleriyle Kur’an’ın bulunduğu ortamdan etkilendiği iddiasında bulunmaktadırlar. Mekkî surelerden Allah’ın varlığı ve birliği’nden, gücünden bahsedilir, yarattıkları üzerinde düşünmeye davet edilir, Müşriklerle Putlar ve bozuk inançları üzerine tartışılır. İlk muhataplarının çoğu Peygamberimizin azılı düşmanları idiler, etkileme olsaydı onlardan etkilenme olurdu, halbuki Mekkî sureler bu iddianın ‘zıttını’ ortaya koymaktadır. Mekkî surelerde Kıyametten bahsedildiği gibi Medenî surelerde de kıyametten bahsedilir, müşrikleri bekleyen kötü akibetten örnekler verilir. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 205-206) Dördüncüsü: Mekke’de inen ilk sureleri kahinlerin sözlerine benzediği iddia edilir. Hâlbuki bütün kahinler ‘bedevi idi ve çocuklarından itibaren bu işle uğraşırdı.’ Hz Peygamber hiçbir zaman gaipten haber verme iddiasında bulunmamıştır! Hatta gaybı bilmediğini ‘ısrarla’ belirtmiştir. (Enam, 50; Araf, 188; Yunus, 20; Hud, 31; Neml, 65) Peygamberimiz kahinleri özenmek değil, aksine onları şiddetle eleştirmiştir. (Müslim, Kasame, 36-38; Ebu Davud, Diyat, 19; Tirmizi, Diyat, 15) Kahinlik çocukluktan başlayan bir meslek olmasına karşılık, Peygamberimiz 40 yaşından sonra peygamberliğe başlamıştır. Beşinci: ‘İlk Mekkî surelerde birçok maddi varlıklara yeminler vardır. Medenî sürelerde ise bu ortadan kalkmıştır. Bunun sebebi Mekke’nin sosyal ortamı maddi şeylerden, Medine’nin sosyal ortamı ise daha kültürel şeylerden etkilenirdi’ iddiasıdır. Öncelikle Mekke halkı daha ince ve ileri bir seviyeye sahip idi. Mekke diğer bütün Arap kabilelerinin Merkezi idi, Mekke’de hitap sanatı, kültür ve şiir yaygın idi. “Arap geveze bir millet değildir ama  konuştu mu düzgün ve edebi/sanatsal konuşur.” (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 27) Mekke’deki maddi şeylere yeminler, o üzerinde yemin yapılan şeylerdeki ilahi sanata dikkat çeker, arkasındaki Allah’ın ilim, hikmet ve kudretini görmeye insanları sevk-davet ederdi. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 208) Medine döneminde ise artık vahdaniyet fikri yayılmış, Kur’an’ın da içeriği buna göre, doğal olarak değişmiştir. Altıncısı: Kur’an’ın kaynağının İnciller olduğu iddia edilir. Fransız Doktor Maurice Bucaille, ‘Kur’an’da her defasında Hz İsa için ‘Meryem’in oğlu’ ifadesinin kullanıldığını belirtir ve bu konuda İncil’den ayrılır.’ der. İncil’e göre ise, İsa’ya ‘Baba’ üzerinden soy kütüğe izafi edilir ve Tanrı babanın oğlu olarak kabul edilir. En temelde burada birbirlerinden ayrılırlar. Bu konuda daha detaylı bilgi için ‘İncil, Papa’ adlı yazımıza bakılabilir. Ayrıca oryantalistler, ‘ilk başlarda Mekke’deki ayetlerde’ Ey iman edenler’ ibaresi varken daha sonra yerine ‘Ey insanlar’ sözü kullanılmaya başlandı, bu da Muhammet hedefini zamanla büyüttü’ yorumunu yaparlar. Hâlbuki ‘Ey iman edenler’ ifadesi Medenî surelerde de geçer. Mekkî sureler de cihanşumul, evrensel davet örnekler vardır. Mesela Tekvir suresinde, “Kur’an âlemler için bir öğüttür, âlemlerin rabbi Allah’tır.” (Tekvir, 27-29) ayeti buna örnek verilebilir. Bu konu detaylı olarak ‘Kur’an’da çelişki yoktur’ adlı yazımızın, ‘Kur’an sadece Araplara mı indirilmiştir?’ adlı başlığın altında ele alınmıştır. Yedincisi: ‘Mekkî surelerin üslubu şiddet ve sertlik tehdit doludur, Medenî surelerde ise bu durum değişecek, yumuşaklık, merhametlilik özellikleri kazanacaktır. Bu da Medine ortamını bir yansımasıdır.’ iddiası ileri sürülür. Hâlbuki bazı Medenî sureler de de aynı özellikleri vardır; münafıklar ve Yahudiler azarlanmaktadır. Aslında Kur’an baştan sona mağfiret ve tehdit; kabul ve red gibi unsurlarla doludur. İlk ayetlerde de (Fussilet, 33; Şura, 36, 43; Hicr, 87; Zümer, 53 vd.) ayrıca yer yer yumuşaklık, müsamaha, hoşgörü örnekleri vardır. Mekkî ve Medenî surelerin üslup farklılıkları bir gerçektir. Mekke’de hitap edilen kesim Peygamberimizin davetini reddeden putperestlerdir. Müslümanlara işkence ve zulüm yapmışlardır. Medine’deki insanlar ise Peygamberimizi bağrına basan, kılıç ve kalemleri ile müdafaa eden bir topluluktur. Hitap her toplumun, her olayın, her ortamın yapısına uygun olmalıdır. Sekizincisi:  Hz Muhammed ‘ilk Mekke’de, alışma dönemini geçirmiştir; surelerde tereddüt, tedirginlik ve ümitsizlik vardır’ iddiasıdır. Herhangi bir ilk inen ayetleri iyi okuduğumuzda, onda zerre kadar bir endişe, tereddüt, tedirginlik asla göremeyiz! Hepsi de ele aldıkları konuları, kendisinden son derece emin, hatta üst üste te’kid ve yeminler ederek, basa basa dile getirilirmiştir. Dokuzuncusu: ‘Mekke’deki sureler kısadır, çünkü halkı kabadır. Medine’deki sureler uzundur, çünkü halkı kültürlüdür. Bu nedenle Medine’de ayetler uzunlaşmıştır.’ İddiasıdır. Bir kere Mekkî surelerin hepsi kısa olmadığı (Enam, Araf, Yunus, Hud, Yusuf, İbrahim vd.) gibi. Medenî surelerin hepsi de uzun (Nasr, Zilzal, Beyyine, Rahman vd. ) değildir. Ayrıca iddia  edilenin aksine Kureyş’in ortamı, Araplara göre, zekâ, anlayış, edebî zevk ve belagat/sanatta ileriydi. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 210-215) Onuncusu: Hz Muhammed’in ‘Mekke’de Yahudi ve Hıristiyanlara dokunmadığı, Medine’de dinini ancak ayrı bir din olarak ilan ettiği’ iddiasıdır. Mekkî birçok surede de ehli kitaba karşı cephe alındığını görebiliriz. Mesela Nahl, 63: “Allah’a andolsun, senden önceki çeşitli topluluklara da mutlaka elçiler göndermiştik; fakat şeytan onlara yaptıklarını allayıp pulladı. ‘Bugün de şeytan öylelerinin velîsidir. Onlar için dehşetli bir azap’ vardır.” Bu konuda özetle şunu söyleyebiliriz, Kur’an, ihlaslı alimlerle, kendilerini Yahudi ve Hıristiyan kabul eden ama nefislerine uyan kimseler arasında açık bir ayrım yapar. (Draz, Initiation au Coran, s.141) Bu konuda ‘Hıristiyanlar cennete girebilecek mi?’ başlıklı yazımıza bakılabilir. On birincisi: ‘Mekke surelerde teşri’  ve ahkâm bulunmamaktadır. Medine’de ise ibadet ve muamelat detayları ile bulunmaktadır.’ Kur’an ile yeni bir toplum; eski toplumdan farklı, siyasetiyle, iktisadı ve kuralları ile ortaya çıkarılmıştır. Uluslararası Hukuk, savaş, barış, askeri konularda yeni düzenlemeler getirmiştir. Bir Devlet olmadan önce söz konusu düzenlemelerin (sosyal kuralların) yapılması mümkün değildir. Bu nedenle Medenî surelerin içeriği şer’i meselelerin düzenlenmesiyle dolu bulunmaktadır. Çünkü bu dönemde yeni bir sistem kurulmakta, o ortama göre de ayeti gönderilmektedir. ‘İman ve ahlak diğer hukuki ve toplumsal yasalardan önce gelir, onların temelini teşkil eder.’ Bu Temeller iyice oturmadan diğer hukuki konulara girilmesi, hem zamansız, hem de etkisiz olur. Ayrıca Mekkî surelerde de ibadet ve muamelat ile ilgili sureler ve ayetler bulunmaktadır. Yine Kur’an Medine’de Yahudilerden etkilemiş olsaydı Kuran’ın içeriğinde bulunan bu gerçekleri daha önce, söz konusu Yahudiler dile getirir, Peygamberliği de kimseye kaptırmazlardı. On ikincisi: Mukattaa harfleri konusu. ‘Bu harflerin kullanılışı Medine’de ortadan kaybolmuştur. Çünkü peygamber rahat bir ortamda, teklif etmeye başlamıştır ayetlerini.’ İddiası. Yirmi yedi Mekkî,  iki tane Medenî surede mukattaa harfleri bulunur. Bunlar Araplara bir meydan okumadır. Nöldeke bu harflerin Kur’an’a sonradan eklendiğini ileri sürer ama daha sonra bu görüşünden vazgeçer. Zaten Blachere, Loth ve Power gibi oryantalistler de bu iddiasından dolayı kendisini eleştirmişlerdir. Nöldeke daha sonra bu harflerin ‘levhi mahfuz’u hatırlattığı görüşünü ileri sürer. Ayrıca bu harfler ‘ilk inen surelerden daha çok, daha sonra inen surelerin başında’ yer alır. Rodinson oryantalist iddialarda çıtayı yükseltir ve hiç bir oryantalistin iddia etmediği bir görüşte ileri sürer: ‘İlk zamanlarda Muhammed kekeme idi!’ On üçüncüsü:  ‘Kur’an Allah tarafından gönderilseydi peygamberin özel hayatı ile ilgili meseleler onda bulunmaz,  Allah’tan gelseydi özel meselelerle ilgilenmezdi’ iddiası. Peygamberimiz Müslümanların rehberi ve önderidir.  ‘Peygambere her hitap, diğer bütün İslam ümmetine de bir hitaptır!’ Peygamberimizin hanımlarına bir şey emredildiğinde, aynı talimat diğer Müslüman hanımlara da verilmiş olur. Hazreti peygamberin ailevi meseleler ile ilgili ayetlerin amacı aynı zamanda ümmeti içinde yasalar ortaya koymaktır! Mesela ifk olayı ile ilgili inen ayet, müfterilere uygulanacak cezayı da ortaya koyar. Sahiplerinden izinsiz başkalarının evine girilmemesi ile ilgili kuralda yine sadece Peygamberimize özel değil tüm Müslümanları genel olarak ilgilendiren kurallardır.’ Bu konuda detaylı bilgi için, ‘Ateistlere cevap’ başlıklı yazımızdaki ‘Kur’an’da Hz. Muhammed’e özel ayet var mıdır?’ şeklindeki soruya verilen cevaba bakılabilir! Peygamberimiz daima kendisini bir kul olarak insanlara kabul ettirmiş, şahsını yüceltici şeylerin kendisine yapılmasını istememiştir. (Kehf, 110; Ebu Davud, edeb, 165; İbni Kesir, şemail, s.77; Buhari, Betül halk, 61; Ahmet, müsnet, II/ 231) On dördüncüsü: Carra de Vaux, ‘Kur’an, bir bedevilik görüntüsü yansıtan, kapalı ve zayıf bir metindir. Kur’an çölde çürümüş ve rengi solmuş bir müsveddeyi andırır.’ der. Araplar Kur’an’ı gerek şekil gerekse içerik bakımından güzelce anlamışlardır. Kur’an sadece Araplara inmemiştir. Yalan söylemek, içki, hırsızlık, zina sadece Araplara özel kötü alışkanlıklar değildir. Adalet, iyilik, ahlak, temizlik vb. sadece Araplara lazım değildir. Kur’an, Tevhid, siyaset, toplum ve iktisadi emir ve yasaklarla, her alanda insanları doğruya, adalete, Hakka davet eder. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 218-225) Bu konuda, Muhammed Bakır el-Hakim’in “Oryantalistler ve Kur’an hakkındaki şüpheleri” adlı eserin 34-70. sayfalarına bakmalarını da öneririz. Ek olarak ta ‘İslamî emirler ve hümanizm‘, ‘İslam fıkhı’, ‘Oryantalistler ve Hz. Muhammed’ başlıklı yazılarımıza bakılabilir.

Ateist ve oryantalistlerin ‘Kur’an’ın kaynağı’ ile ilgili iddiaları 

Oryantalistler Kur’an’ın kaynağı konusunda da ‘birlik sağlayamamışlardır.’ Kimisi Mekke’de rahiplerden, Haniflerden, şairlerden öğrenildiğini; Kimisi Medine’de Yahudilerden, Hıristiyanlardan alındığını; Kimisi ise içten gelen samimi duyguların sonucu ortaya çıktığını, kimisi hastalık eseri ortaya çıktığını iddia ederler. Yani kısaca birbiriyle çelişkili, tutarsız olan önyargılı iddialarını bilimsel görüntüsü altımda okuyuculara sunarlar. Mesela Rudi Paret iddialarını ‘Büyük bir ihtimalle, Şüphesiz, Muhtemelen, kabul edebiliriz ki, muhtemelen yolu bir şekilde oraya düşmüş Hıristiyan köleler, olmalıdır, ihtimal dışı görmüyoruz, kabul etmek gerekir…’ şeklinde (R. Paret, Muhammed und der Koran, s. 18-85) bilimsel (!) kavramlarla ileri sürer.

“Kur’an’a karşı olumsuz tavır ortaya koyan oryantalistlerin görüş birliği yapamaması bile onların haksızlığını ortaya çıkarmaktadır: Hz. Muhammed yaşamış mıdır, yoksa bir hayali şahsiyet midir; O, okuma yazma biliyor muydu yoksa bilmiyor muydu?; Kur’an sara nöbetiyle mi yoksa Hıristiyanlardan mı esinlenilerek ortaya çıkmıştır …?” (Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş II, s.170, 221)

Dış kaynaklar

Mekke dönemindeki kaynaklar

Ernest Renan Muhammed’i zamanındaki dini hareketi geride bırakmış değil, aksine onun peşine gitmiş birisi olarak tanıtır (Revue de Veux Mondes, Aralık 1851, s. 1089) Halbuki Mekke müşrikleri tek tanrı inancını tamamen ortadan kaldırmış ve sayısız küçük ilahlara tapıyorlardı. Allah’ın kızları olduğuna inandıkları melekler inancı kendilerinde vardı ve putlara tapıyorlardı. Ehli kitap ise tek tanrı inancını, tapılan ilahlarla bir arada uzlaştırmayı becermişlerdi. Toplumsal ve ahlaki durumları acınacak halde idi, kızlar diri diri gömülüyor, yetimler hakir görülüyor, ibadet diye yaptıkları da hatalar ve hurafelerle karmakarışık bir durumda idi. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 231)

Bilgileri Mekke’de oturan Yahudi ve Hıristiyanlardan aldığı iddiası

Müsteşrik/oryantalistler, İslam öncesi Mekke’deki dini durum üzerine detaylı bir biçimde durmuşlardır. Bunların gayesi kendilerince Kur’an’ın kaynaklarını bulmaktır. Ama “aralarında bu teorilerinde de büyük görüş ayrılıkları vardır.” Biri İslam’ın kaynağını Hıristiyanlık olarak gösterirken diğerini Yahudilik olarak göstermiştir. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 232) Müşriklerin iddialarındaki samimiyetsizlik, her seferinde başka bir kişiyi ileri sürmelerinden görülmektedir. Müsteşrikler tıpkı Mekkeli müşrikler gibi birbiri ile tutarsız çeşitli iddialarda bulunurlar. İncil’in cahil kimselerce meyhanede duyulmuş olduğuna iddia bile ederler. (Huart, Une nouvelle Source du Coran, s 131) Halbuki Peygamberimizin ne ahlakı, ne meşguliyeti, onun bu çevrelerde olmasını mümkün kılmaktadır. Ayrıca bu kişilerin kendi dinlerini tam bilememeleri kadar yabancı oldukları Arap dilinin de kendileri için bir engel olması gerçeği ortadadır. Ayrıca Kur’an’ın bu ithamlara cevapları doğru olmasaydı, kafirler susmaz, onu çürütmeye çalışırlardı. Bu durum ve cevapları ve onlara cevaplar da hem Kur’an’da hem de İslami kaynaklarda yer alırdı. Ama samimi olmayan ithamlarını müşrikler ortaya atmışlar, cevaplarını alınca da susmuşlardır. Peygamberimiz, ilk dönemlerde hiç kimseyi ne korkutacak, ne de ümitlendirecek hiç bir maddi güce sahip değildi. Yahudi ve Hıristiyanlar, peygamberimize bu dini bilgileri öğretseler, daha sonra kendi dinlerinin yanlış olduğunu ortaya atan Muhammed’i etrafa rezil etmezler miydi? Eğer böyle bir itham gerçek olsaydı, Habeş Kralı Necaşi’yi kışkırtmak için giden Kureyş elçileri bu ithamı tekrar ederlerdi veya Rum kralı Herakl kendilerine soru sorduğunda İslam düşmanı Ebu Süfyan ve beraberindekiler bu ithamı dile getirirlerdi. Çünkü bu onlar için altın birer fırsattı. Eğer bu ithamlarda bulunanlar, iddialarında samimi olsalardı, daha sonra neden Hazreti Muhammed’e iman etmişler ve onunla beraber kendi dindaşların karşı savaşmışlardır? (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 234-236)

Katolik rahip G. Basetti-Sani ise Kur’an’ı İncil’e, İslam’ı Hıristiyanlığa indirgeyerek hükümsüz kılmaya çalışmış, bir taktik olarak bu yolu izlemiştir. Halbuki Kur’an’a göre teslis şirktir, Müslümanlar ise Hz. İsa’yı ve İncil’i kabul ettikleri halde İncil’in daha sonra tahrip olduğuna inanırlar. Katolik rahip G. Basetti-Sani, Hz. Muhammed’in kendine gelen vahyin gerçek manasını anlayamadığını bu yüzden Hıristiyanlığı reddettiğini ileri sürer. Bu iddia aslında,  ilahi kitapları değiştirme ve dini bozma alışkanlıklarını belgelemektedir. (Salih Akdemir rahip G.Basetti-Sani, A.Ü.İ.F.D., XXVII, S.183-198)

Rahip Bahira’dan alındığı iddiası

Burada sormak gerekir; Bir Hıristiyan papazına ait olduğu iddia edilen Kur’an, nasıl olur da Hıristiyanlık dininden vazgeçilmesini isteyebilir? Bu nasıl çelişkili bir iddiadır? Şu da çok önemlidir; “İslam tarihçileri olmasaydı söz konusu rahibin tarihte izine asla rastlanamazdı!” Peygamberimiz 9 (Muhammed Hamidullah İslam Peygamberi 1/54)  veya 12 yaşında iken, amcası ile yaptığı ticari sefer sırasında Bahira ile karşılaşmış, aralarında bazı konuşmalar geçmiş ve sonunda  Bahira onun gelecekte önemli bir şahsiyet olacağını anlamıştır. Tarih kitaplarında geçen bundan ibarettir. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 237) Peygamberimiz Bahira bir kere görüşmüştür. ‘O daha çocuk yaşta ve çok kısa süreliğine!’ Kur’an’ın, kainatı kuşatan ve içindeki bunca bilgi, kültür, kıssa, ahkam, öğüt, emir ve yasakları kendisiyle bir kere görüşülen ve o bir  tek görüşmeden kısa süre sonra öldüğü bilinen bir kişiden alınması mümkün müdür? Peygamberimize arkadaşlık eden Kureyş’li tüccarlar aralarında bir bilgi alışverişi olsa bunu nasıl görmezler? Okuma yazma bilmeyen (Bu konuda ‘Ümmi peygamber’ adlı yazımız bakılabilir) bir insan, bu kadar bilgiyi bu kadar kısa sürede nasıl alsın? Daha sonra peygamberliği döneminde hiçbir Kureryş’li de Peygamberimize böyle bir itham yöneltememiş ama 14 asır sonra hayal ve kurgu ile beraber bu itham ortaya atılmıştır! Carlyle, ‘Çocuk yaştaki birisinin yabancı bir dille konuşan bir rahipten önemli bir şey öğrendiği’ iddiasını ‘mantıksız’ bulur. Edmond Power, Suriyeli rahibe atfedilen rolün, hayal mahsulünden başka bir şey olmadığını söyler. Hz Muhammed’in, kendi dininin en önemli noktalarını yanlış sayan yeni bir dini öğrenmiştir Bahira’dan? (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 239) Bahira ile peygamber karşılaştıklarında yalnız değillerdi, ayrıca iddia kendi içinde de çelişkilidir: Öyle bir zat düşünün ki, bir şahısta peygamberlik alametleri görsün sonrada bu peygamber şahsiyete karşı öğretmen kesilsin! Bahira İslam’ın kaynağı olsa idi buna kendisi daha uygun olmaz mıydı? Bu bilgi ile ortaya daha önce çıkmaz mı idi? Rahip Bahira’nın mensup olduğu dinin içeriği Kur’an’ın içeriği ile çelişir. Kur’an Hıristiyanların birçok hatalarını düzeltmiş, birçok sapıklık ve yanlışlarını açıkça dile getirmiştir. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 240-241) C. F. Gerock, Bahira veya Sergius iddialarının bir sonuca götürmeyeceğini söyler. (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 203) Rahip Bahira’dan İslam’ın esaslarını aldığına dair iddialar zaten geçersizdir. Bir kaç saat zarfından 9 veya 12 yaşındaki bir çocuğun Kur’an’ın ana esaslarını öğrenmesi imkânsızdır. Bahira’nın çocuğa bir şeyler okuduğuna veya öğrettiğine dair bir kayıt yoktur, olsaydı, peygamberliğini ilan edince kervanın diğer mensupları bunu ortaya koyardı ve en önemlisi de İslam’ın tevhit inancı ile rahiplerin teslis inancı arasında tamamen bir zıtlık vardır! (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 196)

Yaptığı seyahatlerde ehli kitaptan -Yahudi veya Hıristiyanlardan- aldığı iddiası

Peygamberimiz ticari faaliyetler için bazı seyahatlerde bulunmuştur ve bunlar İslami kaynaklarda yer alır. Gizlenecek, saklanacak bir şey olmadığı, oryantalistlerin bu kaynaklara muhtaç olmalarından anlaşılmalıdır. Peygamberimiz Hıristiyanlarla temasta bulunmuş mudur? Böyle bir temas olsa peygamberimiz bundan memnun kalır mıydı? G. Sale, ‘Ruhban sınıfının arzularının ve sürekli çekişmelerinin daha 3. asırdan itibaren Hıristiyan dünyasını bozulmuş bir hale getirdiğini.’ söyler. Her türlü kötülük, kindarlık, gerçek Hıristiyanlığı bu dünyadan söküp atmış, birçok hurafeler ve fesat ortaya çıkmış ve iyice kökleşmiştir. Doğu Kilisesi parçalanmıştır. Ruhban sınıf arasında da ahlak ve inanç bozukluğu dolaylı olarak bütün halka da sirayet etmiştir. (Sale, Observations sur le Mahometisme, s. 68-71) demektedir. Carlyle da bu önemli noktaya dikkat çekmektedir; ‘ İslamiyet bütün kavgacı ve boş iş, fikirleri öylesine bir tırpanlamıştır ki, bunda son derece haklıydı. O, doğrudan doğruya bir hakikattir. Arap putperestliği, Suriye tarikatları, özetle, gerçekte olmayan bütün her şey, bu İslam ateşi karşısında yanmaya, kuru odun yığınları gibi tutuşmaya mahkûmdurlar.’  (Peygamber Kahraman Muhammed, s. 33) demektedir. Ancient Critianity adlı eserinde Taylor, ‘İğrenç hurafeler ve utanç verici putperestlik, küstah kilise kuralları ve öyle bozuk ve çocuksu ibadet şekilleri. Bunlar Muhammed’in karşılaştığı şeylerdi.’ derken, Moheim de, “Yedinci asırda gerçek din, manası olmayan bir takım hurafeler yağını altında kalmıştı” demektedir. Huart ise, ‘Suriye’de Hıristiyan dininin tatbikatını görmüş olmasının Muhammed’in düşüncesi üzerinde kuvvetli bir tesir icra etmiş olduğu görüşünün, ne kadar cazip olursa olsun, bu konudaki tarihi kaynakların kesin olmaması sebebiyle terk edilmeye mahkum olduğunu’ ifade eder. (Une nouvelle Source du Coran, s.129) “O, yöneldiği her yerde ıslah edilmesi ve doğru yola iletilmesi gereken birçok sapıklıklarla karşılaşmıştır. O halde, o eserinin asıllarını teşkil edecek ahlaki ve dini bir modeli hiçbir yerde görmemiştir. Üstelik o zamana kadar karşılaşmış olduğu fikirlerin tesirinde kalmak şöyle dursun, O, bunları yıkmak için karşılarına dikilmiştir.” (Draz, Initiation au Coran, s. 123) Müsteşrikler şunu gözden kaçırıyorlar ki, bu yolculuklarda Hazreti Muhammed hiçbir zaman yalnız başına değildi. Peygamberimizin çevresinde olan hiç mi bir kimse, Yahudi ve Hıristiyan fikirlerini öğrendiğini   hatırlayamadı? “Oryantalistler tek bir iddia üzerinde fikir birliğine de sahip değillerdir.” İddialarına da kuvvetli bir delil getirememektedirler. “Tıpkı Mekke’li müşrikler gibi onları da, ta baştan itibaren, Peygamberi yalanlamakta kesin kararlı idiler.” Necran Hıristiyanları Peygamberimizin Hıristiyanlardan bir şeyler öğrenen bir tüccar olduğunu bilselerdi, onu yalanlayıp, onunla mübahele etmekten neden kaçınsınlar ve neden cizye vermeyi kabul etsinler ki? (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 246-247)

Haniflerden alındığı iddiası

Hanifler, Allah’ın birliğine inanan, sayıları bir elin parmağı kadar az olan bir gruptur. Bunların fikirleri dağınık ve kapalı idi, nasıl ibadet edileceğini bile bilmezlerdi ve dini olmaktan çok ahlakî bir özelliğe sahip idiler. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 249) Haniflerden Müslüman olmayanlarda vardı! Şayet Kur’an onlardan alınsaydı ona karşı çıkmazlar, en azından kendilerinden biri çıkıp şöyle derdi: “Muhammed bilgilerini bizden öğrenmiştir, sonra onu bir din haline getirmiştir!” Özellikle önderlerinden Ümeyye bin ebi Salt susmazdı! Niçin Haniflerden birisi peygamberlik iddiasında bulunmamıştır, öyle ya, bir talebeleri bile çıkıp peygamber olduğunu iddia edebiliyorsa, neden bizzat kendileri böyle bir işe girişmemiştir? (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 251) Hanifler kendilerini Hz İbrahim’e nisbet ederler, Hz. İbrahim’in dinine bağlı sayarlar. “Hz Peygamber Hz İbrahim’den yaklaşık 2500 sene sonra dünyaya gelmiştir. Bu kadar uzun zaman içerisinde Hazreti İbrahim’in dininin aslını koruyarak varlığını devam ettirmiş olduğunu söylemek imkânsızdır. Mekke’de Hz İbrahim’in dinine mensup olduğunu ifade edilen 4 kişiden bahsedilmektedir. Onların zamanına kadar Hz İbrahim’in dinine ait metinlerin bulunmadığı bilinmektedir. Müşriklerde Hazreti İbrahim’in dinine bağlı olduklarını ileri sürüyorlardı. Haniflik daha çok, tevhid inancını ifade eder. Tevhid inancı çerçevesinde inandıklarını söyleyen insanların İbrahim’e nispeti, daha sonra gelenek içerisinde ortaya çıkmıştır. Hanif kelimesini Mekkeli müşrikler, kendi inançlarından sapan insanlar için kullanırken, İslam, onların şirkten sapmış olmalarını olumlu manada ele alarak, doğru bir tutum içerisinde olduklarını ifade etmiştir. Hanif Arapçada, mevcut olan gelenek din anlayışından sapmayı ifade eder. Haniflik kavramını müstakil bir dini gelenek anlamında anlamamalıyız.” (Prof. Adnan Demircan, Siyer Konusunda Bilinmesi Gereken 88 Soru,  s. 45-46) Zaten oryantalist Grimme, İslam’ın Hanifliğe dayandığı fikrini reddeder ve İslam’ın böyle bir şeyin üzerine dayandırmanın mümkün olmadığını belirtir. (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 233)  

Varaka b. Nevfel’den alındığı iddiası

Lübnanlı bir Hıristiyan olan Yusuf el- Haddad, Hz Muhammed’in Hıristiyan olan Varaka’dan bilgiler aldığını iddia eder. Irving de, Hz Muhammed’in, Varaka’nın Talmut’tan tercüme yaptıklarından alarak Kur’an’a yerleştirdiğini iddia eder ama bir delil gösteremez! Sadece, ‘ama böyle olabilir’,  der. Kellet de ‘Varaka’nın bazı Hıristiyan rivayetlerini Muhammed’e anlatması mümkündür’ iddiasında bulunur. O da,  ‘Muhtemelen’ Varaka’dan almıştır, der. Müslüman tarihçiler Peygamberimizin hayatı ile ilgili hiçbir şeyi kaydetmekten, yazmaktan çekilmemiştir. Varaka’nın Peygamberimizin hayatında, “ona Cebrail geldiğini ve onun bir peygamber olduğunu, sabretmesi gerektiğini” bildirmesi dışında bir etkisi olmamıştır. Mesudi ayrıca Varaka’nın Müslüman olarak öldüğünü bildirir. (Mesudi, Mürucüz- Zeheb, II/52; benzer rivayet İbni Hişam, I/318) “Hz Muhammed’in elinde hiçbir güç ve hakimiyet yokken Varaka’nın söyledikleri, onun samimi olduğunu gösterir.” (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 254)

Ümeyye bin ebi Salt’tan alındığı iddiası

Fransız oryantalist Huart, Kur’an’ın en önemli kaynağı olarak Salt’ın şiirlerini gösterir. Müslümanların daha sonra Salt’ın şiirleri imha ettiğini iddia eder. (Journal Asiatique, X, vol, IV, 1940, s.125) Power de benzer iddiada bulunur. Salt içkiden ve putlardan uzak duran, kendisine Muhammed hakkında sorulduğunda ‘kuşkusuz o hak üzeredir.’ cevabını veren, Müslüman olmak için Şam’dan gelmiş iken, Bedir Savaşı’nda dayısının iki oğlunun öldüğünü öğrenince geri dönüp Taif’e yerleşen bir kişidir. Şiirleri ancak Müslümanlar sayesinde günümüze kadar gelebilmiş ve bu sayede iddia sahiplerinin de eline ulaşabilmiştir! “Müslümanlar hiçbir zaman bir eseri, Kur’an’ın, İslam’ın aleyhine olacak diye yok etme yoluna gitmemişlerdir!” Bunun en güzel örneği Kur’an’a aykırı olan veya İslam’la savaşmak amacıyla söylenen sözlerin, İslam kitaplarında yer almasıdır! Zamanla İslam’a mesafeli duran Salt, şüpheli bir şeyle karşılaşsaydı sessiz durmaz, bunu ifade ederdi. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 255) Salt’ın şiirleri hikmet ve ölçüler ile doludur ama şiir tenkitçileri bu şiirlerin kendisine ait olmadığını, aksine İslami dönemden sonra yazılıp, ona isnat edildiğini söylerler. (Cevat Ali, el-Mutavvel, VI/489) Oryantalistler İslam Tarihi kitaplarının sağlıklı bir tarihi kaynak olmadığını ileri sürerler, Siyerin doğruluğundan kuşku duyarlar ama bu kitaplarda yer alan Salt’ın şiirlerine kesin gibi yaklaşıp (Taha Hüseyin fil edebil cahili, I/1549) sonrada bu kaynaklardan hareketle işine geldiklerini doğru kabul edip İslam’a saldırılar!  Oryantalistlerin bu iddiasının aksine Salt, Mekkî Surelere ait son ayetin inişinden sonra sekiz sene daha yaşamış ve şiir yazmaya devam etmiştir! Yani oryantalist iddianın aksine etkilenen Salt’tır! Peygamber hiç kimseden bir şey öğrenmediğini açıkça ilan etmişti, Salt herhangi bir etkilenme olsaydı, özellikle akrabalarının ölümünden sonra bunu herkese yayardı. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 257) Ayrıca kendi dönemlerinde bile, şiirleri bizzat duyan, okuyan insanlar böyle bir iddiayı gündeme getirmemişlerdir! Bu iddianın aksine edebiyata esas teşkil eden daha çok Kur’an-ı Kerim olmuştur! Huart’ında işaret ettiği gibi ‘Salt, şiirlerinde cehennemden bahsederken kitabı Mukaddes’ten, Cennetten bahsederken Kur’an’dan etkilenmiş, tarihten bahsederken zaman zaman halk efsaneleri ve mitolojiye müracaat etmiştir.’ (Draz, Initiation au Coran, s. 127)

Ubeydullah Bin Cahş

Eşi sayesinde Müslüman olmuş, Habeşistan’a göç edince orada, Hıristiyan olmuş ve içki içmeye başlamış ve orada ölmüştür. İslamiyet’in ilk dönemlerindeki imtihanlara sabredemeyip, ilk fırsatta misafir olduğu ülkenin dinine girmiştir. Tutarlı bir psikolojiye sahip olmadığı ortadadır. Eğer herhangi bir şekilde fikirlerini Hz. Muhammed’in almış olsaydı başlangıçta ona iman etmezdi veya Hıristiyan olduktan sonra bunu ilan ederdi. Hanımını bile İslam’dan döndürememiştir. Cahş’ın bütün kardeşleri de Müslümanlığı kabul etmiştir. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 259)

Zeyd b. Amr bin Nüfeyl

Claire Tisdall, The Original Sources of the Coran adlı eserinde Nüfeyl’in, peygamberin hayatı ve ahlak ve üzerinde büyük tesir icra ettiğini iddia eder. Bu zat Hz İbrahim’in dinine aramak üzere seyahat ile çıkar fakat aradığını bulamaz ve Hicaz’da döner fakat burada bir bedevi tarafından öldürülür. Nüfeyl’in Kur’an ile paralellik arz eden bazı hakikat ve faziletleri ifade etmiştir fakat bunlar son derece sınırlı ve bir milletin idaresine hiçbir şekilde yeterli gelmeyecek sayıdadır. Ayrıca bu insanlar Hazreti İbrahim’in dinini aramak için yola çıktıkları halde ‘hiçbir şey bulamadan geri dönmüş ve hiçbir şey bilmediklerini kendi itirafları ile sabit olan’ kişilerdir. Oğlu Said Bin Zeyd, amcaoğlu Ömer Bin Hattab ve amca kızı da Müslüman olmuştur. Oğlu, Hz Muhammed’in kendi babasından dinini öğrendiğini hissetse idi, hiç bir zaman Müslüman olmazdı. Hele hele İslam’ın çok erken dönemlerinde Hz. Ömer zaten İslam düşmanı idi, amcasından bir şeye aldığını zerre kadar hissetmeseydi asla İslam’a girmezdi, aksine bunu açıklardı. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 260, 262)

Ebu Kays Sırma bin ebi Enes

Bu zat Müslüman olmuştur. Haniflerden olan bu zatın Peygamberimizi etkilediğine dair Mekkeli müşriklerden hiç bir iddia ileri sürülmemiştir. Ama 1400 sene sonra günümüz oryantalistleri İslam’ın bu açığını (!) bulabilmişlerdir! Peygamberimiz döneminde yalancı peygamberler de ortaya çıkmışlardır. İkisi tövbe ederek Müslüman olmuş, diğer ikisi ise kafir olarak ölmüşlerdir. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s.263)

Şairlerden alındığı iddiası

Oryantalist Tisdall başka konularda peygamberimize çamur atmak istese de bu konuda diğer oryantalistlerle aynı düşünmez ve ‘Günümüzde bile Kur’an’dan ayetlerin alınıp bunların dini ve felsefi içerikli kitaplara aktarmanın çok yaygın bir adet’ olduğunu ifade eder, ‘Muhammed’in, İmrü’l-Kays gibi meşhur şairlerden fikir çaldığını farz etmek güçtür.’ der. Lyull, İmrü’l-Kays’a izafe edilen şiirlerin üslup, ifade ve vezne dayanan sebepler dolayısıyla İmrü’l-Kays’ın olmadığına kanaat getirir. (William St. Clair Tisdall, The Original Sources of the Qur’an,  s. 47-48) İsmail Fenni, İmrü’l-Kays’a atfedilen ve Kur’an’da da bazı ifadeleri yer alan beyitlerin hiçbirinin İmru’l-Kays’ın divanında yer almadığını söyler. (Ertuğrul,  Hakikat Nurları, s.163) Hafız İsmail Efendi, Ruhu’l-Meani tefsirinde İmrü’l-Kays’a isnat edilen  iki beyiti zikrettikten sonra, ‘bunun aslı yoktur, bu Müvelledin-İslam’ın ilk asrında yaşayan şairlerden sonraki şairler- şairlerindendir.’ der. Sahabe içinde de İmrü’-Kays veya bin ebi’l Salt’ın ve benzeri şairlerin şiirlerini bilen, duyan birçok kimse vardı. Aralarında bir benzeme olsaydı bundan şüphe duyan ve bunu açıklayan mutlaka olurdu. Ayrıca bu şairlerin sözlerinden biri olan, ‘insan ne kadar nankördür.’ sözü gibi, doğru sözü daha önce söylemeyen veya duymayan var mıdır? (A.  Hatip, İddialara cevaplar,  s. 266-267) Goethe, Noten und Abhandlungen ( Haşiyeler ve araştırmalar) adlı eserinde, Hz Muhammed’e ayırdığı bölümde, ‘Şairle nebi arasındaki farkı açıklar.’ (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 271) ve dolaylı yönden bu ithama da cevap verir. “Kur’an çalışmaları profesörü Angelika Neuwirth, “Hiç kimse Kur’an’a meydan okumayı başaramadı. Evet, doğru. Hatta Kur’an’ın, kayda değer bir yazılı metnin bulunmadığı bir çevrede, Kur’an gibi zengin bir içerik ve mükemmel bir ifade tarzına sahip bir kitabın birdenbire ortaya çıkışını izah edemeyen batılı araştırmacıları, bu hususta şaşkınlık içinde bıraktığını da düşünüyorum.” demektedir. Yedinci asırda, ‘Arap lisanında ve şiirde ustalaşmak isteyenler seneler boyunca şairlerin gözetiminde çalışmak zorundaydı.’ Aralarından hiç biri çıkıp, Hz Muhammed’in kendisinin talebesi olduğunu öne sürmemiştir. Hz Muhammed’in mesajını yaymada başarılı olmuş olması, zamanın şairlerine ve dil uzmanlarına karşı galip geldiğini gösteriyor. Sahtekârlığın, 23 senelik nüzul suresi boyunca hiç ortaya çıkmadan devam ettiğini ileri sürmek mantıklı mıdır?” (Hamza Andreas Tzortzis, Hakikatin izinde, Din bilim Ateizm, s. 324, 337, 338) Meşhur şairlerden Lebid bin Rebia Müslüman olmuştu. İnsanlar buna şaşırır. Çünkü o, müşriklerin en seçkin şairlerinden biri idi. Ona, ‘şiir yazmayı neden bıraktığını’ sordular, şöyle cevap verdi: “Ne! Kur’an’ın vahyinden bile sonra mı?” (A. A. Islahı, the Quran, Fatiha ve Bakara suresinin tefsiri, I/26)  Kur’an ve Arap dili profesörü Palmer, ‘Arapların en iyi yazarlarının, Kur’an seviyesinde hiçbir eser ortaya koymamaları şaşırtıcı bir şey değildir.’ der (E. H. Palmer, The Quran, s. 4)  Oryantalist Profesör Martin Zammit, “İslam öncesi uzun Arap şiirlerinin mükemmel edebi sanatına rağmen Kur’an, Arap dilinin en üstün hali ve tezahürüdür.” demektedir. (M. R. Zammit, A Comparative Lexical Study Quranic Arabic, s. 37) “Hz Muhammed’e ilk başlarda şair diyen Mekke’li müşrikler bunda başarılı olamayınca ve iddialarının gerçek olmadığını anlayınca eleştirilerini Kur’an’ın, ‘eskilerin masalları’ olduğu şeklinde değiştirmişlerdi.” (M. M. Ali, The Quran and the Orientalists, s. 14)

Sabiilerden alındı iddiası

Tisdall, “sabiilerin İslam’a tesiri fazladır, namaz, oruç, fıtır bayramı bunlardan alınmıştır.” der. Ayrıca onların ‘kıyamet günü inançları olduğunu ama garip bir takım hayali fikirlerin bunlara karıştığını’ da ifade eder. Sabiiler Mekke’de yaşayan putperest bir topluluktur. Bunların fikirleri Kur’an ve hadislerce reddedilmiştir. Fikirlerini müşriklerden ayırt etmek güçtür. Melek ve yıldızları ilahlaştırmışlar, kestikleri kurbanların büyük değil küçük kısmını tanrıya, gerisini küçük ilahlara sunmuşlardır. Dualarında şirk unsurları çoktu. Sünnet olmazlar, ibadetlerini de İslam’ın yasakladığı zamanlarda (Güneş doğar, batarken ve tam tepede iken) yaparlardı. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 269) Kızlarını putlara kurban ederlerdi. (G. Sale, Observations Hist. et Crit. sur le Mahometisme, s. 31; Draz, Initiation, au Coran, s. 63-66;İslam ansiklopedisi, Sabia maddesi) Allah her topluma peygamber göndererek İslam’ın aynısını onlara da tebliğ etmiş, bildirmiştir. Bozulan unsurlar dışında aslına uygun kalan kısımların daha sonra gelen ve bozulmamış hak din ile benzerlik göstermesi gayet doğaldır ki, bunu hiçbir Müslüman inkar etmez, aksine geçmiş tüm peygamberlere ve kitaplarını kabul etmek imanın esaslarındandır. Detay için, “İslam tüm dinlerin özüdür.” adlı yazımıza bakılabilir!

Hz Ömer’den alındığı iddiası

Dozy, Tarihi İslamiyet adlı eserinde vahiyler üzerinde Hz Ömer’in tesiri olduğunu iddia eder. Maxime Rodinson’da aynı şüpheyi dile getirir. Hz Ömer, kadınların örtünme, Hanımları ile Peygamberimizin aralarındaki hafif münakaşalar konusunda ve Hazreti İbrahim’in makamını namazgâh edinilmesi gibi konularda, söylediği sözler ile bu konularda inen ayetler arasında bir paralellik vardır. Hz Ömer, ‘Faruk’ lakabını alan, aklıselim sahibi, takvalı, ince anlayışlı bir insandır. İslam tarihinde de bu konular gizli kapaklı konular değildir ve ‘Muvafakat-ı Ömer’ adı ile kaynak kitaplarda bu konular geçmektedir (Ayetleri anlamaya yönelik yoğun çaba içerisine giren sahabilerin bazısı, basiret ve feraset özellikleri ile öne çıkmış, karşılaştıkları olaylar hakkında vardıkları kanaatler vahiy ile uyum içerisinde olmuştur. Peygamberimiz ashabı ile istişareler etmiş, kararlarını buna göre vermiştir. Bazen istişare yapılan konularda ayette indiği olurdu. Abdullah b. Ömer’in şu rivayeti de Hz. Ömer’in muvafakat hususunda sahâbe içerisindeki seçkin konumunu göstermektedir: “İnsanlar bir mesele ile karşılaştıkları zaman görüş beyan ederlerdi, aynı mesele hakkında Ömer de bir görüş beyan ederdi, ancak vahiy Ömer’in görüşüne uygun inerdi.” (Tirmizî, “Menâkıb”, 17) Fakat birçok hususta Hazreti Ömer’in görüş ve kanaatinin aksine ayetler de nazil olmuştur. Hz Ömer babasına yemin ederdi, bu yasaklanmış, o da vazgeçmiştir. Başka bir seferde Peygamberimiz, Hazreti Ömer’in görüşüne karşı olan kadının görüşünü desteklemiştir. Yine ‘sabah akşam rablerine dua edenleri kovma’ ayeti kerimesi, Hz Ömer tarafından belirtilen görüşe tamamen ters olarak nazil olmuş bir vahiydir. Peygamberimizden ayeti işitince Hz Ömer, efendimizin huzuruna geniş ve özür dilemiştir.  (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 270, 272)  Peygamberimiz gerektiği zamanlarda, Hz Ömer’e muhalefetten çekilmezdi. Hudeybiye Anlaşmasında Hazreti Ömer, ‘Sen Allah’ın elçisi değil misin? Niçin bu zilleti hakareti kabul ediyoruz?’ diye itiraz ettiği halde anlaşmayı imzalamış,  Hz Ömer’de daha sonra hatasını ifade etmiştir. Hz Ömer, şiddet taraftarıydı, birçok kere İslam’a aykırı hareket eden düşmanların öldürülmesini Peygamberimizden istemiş, fakat her defasında Peygamberimiz bu isteği reddetmiş, insanlara doğruyu göstermiş ve irşada devam etmiştir. Bir seferinde Peygamberimizin yanında Hazreti Ömer ve Hazreti Ebubekir, bir konuda tartışırken, sesini yükseltmiş, bunun üzerine ayet gelmiş ve ‘sesinizi peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin’ ayeti inmiş. Hz Ömer’de daha sonra, peygamber efendimiz konuştuğunda öylesine açık sesle konuşurdu ki, ona gizli bir şey söylediği sarılırdı. (Buhari, tefsiri sure, 49, 1) Kur’an, sayılı konularda Hz Ömer’in görüşü ile paralellik gösterirken sayısız noktalarda onun inanç, ahlak ve yaşayışını düzeltmiştir. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 426) Hz Ömer her zaman peygambere iman etmiş, Peygamberimiz ve dini için bütün dünyaya meydan okumuş biridir. Hz Peygamberimizde İslam yolunda, dünyalık teklifleri elinin tersiyle itmiştir, mesela, kadın-makam ve para teklifine cevap olarak, ‘ Onlar güneşi sağ elime, ayı sol elime koysalar yine tebliğ görevimden vazgeçmem.’ diyerek mübarek gözlerinden yaş gelerek, hemen kalkıp gitmiş, teklifi reddetmiştir. (İbni Hişam, I/266; Taberi, Tarih,  II/ 220) ki bu “Menfaat düşmanları tarafından kendilerine en zayıf günlerde teklif edilmişti.” (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 257)

Halk fikirlerinden alındığı iddiası

Ignaz Goldziher: Muhammed’in getirdiği şeyler, atalarının sünnetine tamamen zıt idi. (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 173)  Maxim’e Rodinson: “Yeni dinin ortaya koyduğu ahlak anlayışının, var olan Arap ahlakında, kökten bir kopuşu temsil ettiği doğrudur.” der. (Meriç, s. 174) H. Gibb, ‘Hz Muhammed doğup büyüdüğü muhitte dolaşan düşünce ve inançlar arasında yeni bir yol açmıştır.’ derken; M.  Watt,’ Kur’an, kendisinden önce aydın Mekke’lilerce bilinen Araplara özel bir şekle bürünmüş Yahudi ve Hıristiyan fikirlerden yararlanmıştır. Kur’an’da yer alan temel fikirlerden hiçbir yoktur ki, Muhammed ve aydın çağdaşlarının aklında bulunmuş olmasın.’ der. (Watt,el-vahyul İslami fil-asrıl-hadis, s. 83-84) “İslam Arap örfüne aykırı birçok kural getirmiştir.  Mesela, “Hz Muhammed mahkemesiz kısası yasaklayarak Arapların hırslarını etkili bir kayıt altına bağlamış idi.” (Lord John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur’an’ı Kerim; Hazreti Muhammed (sav)’den Özür Diliyorum, s. 31) Kur’an getirdiği düzen ile bütün Araplar için yeni bir sistem olduğunu açıkça vurgular. (Ali İmran, 44; Hud, 49; Yusuf, 3, 104; Kasas, 4-6) Müşrikler, sabiiler, Mecusiler, Yahudiler, Hristiyanlar her biri gerçeği kendilerine göre savunuyorlardı. (A. Hatip, İddialara cevaplar, s s. 278) O,  bütün bu inanç sistemlerini anlatmaya kalkmış olsaydı, Kur’an-ı Kerim ne korkunç bir kargaşaya şahit olurdu. (Draz, s. 130) Hz Muhammed’in kimisi temelden batıl-geçersiz, kimisi değiştirilmiş olan bu dini inançların malzemelerinden Kur’an’ı meydana getirdiğini iddia etmek ki, okuma yazma bile bilmeyen bu insan için bunu iddia etmek, çok gülünç bir iddiadır. Ümmi, okuma yazma bilmeyen, bilgisiz, vahşi, ahlaki zafiyetler içindeki bu insanların, inanç, fikir ve uygulamaları ile Hazreti Muhammed’e öğretmenlik-örneklik  yaptığını iddia etmek mantıksızlıktır. Ayrıca Peygamberimiz yeni bir din getirmiş olduğunu hiçbir zaman iddia etmemiştir, aksine İslam dininin, Hazreti İbrahim’in dini olduğunu ve önceki tüm peygamberlere nazil olan kitapları tasdik ettiğini Kur’an’daki bir ayet ve hadis ile açıkça ifade etmiştir. Hiçbir toplumun bütün örf ve uygulama uygulamaları tamamıyla kötü olamaz. Hz İsmail ve İbrahim asırlar boyu buralarda yaşamış, görüşleri  bu topraklarda hayat bulmuştur. Bu hak dinden kalan izler, kalıntılar mutlaka halk arasında yaşaya gelecektir.  “İslam daha önce toplumda var olmayan bir takım yeni örf ve adetler getirmiş, toplumda var olan bir takım örf ve adetleri kaldırmış ve yerine daha iyilerini getirmiştir. Toplumda var olan bir takım güzel davranışlara da yeni çehre kazandırarak devamını sağlamıştır.” (Mehmet Emin Özafşar, Oryantalist Yaklaşıma İtirazlar, s. 42) “Hz Peygamber bulunduğu ortamdaki durumun, tevhid akidesine uygun olanları muhafaza olanlarını muhafaza etmiş, bir kısmını geliştirmiş, geri kalanları da reddetmiştir. İslam olumlu gelenekleri kabul edip geliştirmiş, olumsuz olanlara kaldırarak yerine daha iyilerini getirmiş ya da mevcut olanları ıslah etmiştir. İslam inancına göre gerçek din, Hz Adem’den son Peygamber Hz Muhammed’e kadar bildirilen dinin tek olduğunu kabul eder.” (Prof. Adnan Demircan, Siyer Konusunda Bilinmesi Gereken 88 Soru, s. 55) İşte Kur’an, bu kalıntıları şirk ve cahiliyet enkazı altından çıkararak yeniden hayat bulmalarını sağlamış, değiştirenleri asli haline döndürmüş, geri kalan tüm inanç ve uygulamaları da yasaklamıştır. Cahiliye döneminde, kız çocukları diri diri gömülür, içki içilir ve kumar oynanır, zenginlere öncelik tanınır, ırkçılık- kabilecilik yapılır, faiz alınıp verilir, uğursuzluk inancı, kâhinlik gaipten haberi alma, şirk, fal okları, sihir ile insanlar meşgul olurdu. Melekleri Allah’ın kızları kabul edilirdi. Kur’an bu benzeri birçok kuralı değil kaynak kabul etmek ve bünyesine almak, tamamen ortadan kaldırmıştır! Kur’an yetim hakları, fakirlerin gözetilmesi, namaz, zekât gibi kurallar getirmiş; insanlık dışı esasları kaldırmış, yeni bir sistem getirmiştir. (A. Hatip, İddialara cevaplar, s. 279, 280, 286) “İslam, Kur’an öncesi hayat tarzına aykırı yeni kurallar getirmiştir. Namaz, zekât, faiz, tefecilik gibi. İslam hukuku cahiliye toplumundan ayrı bir toplumun doğmasına neden olmuştur.” (Muhammed Mustafa el-A’zami, İslam fıkhı ve sünnet oryantalist Schacht’a reddiye, s 37, 44) Zaten William Muir’in “Arap inancının temeli Putperestlikti.” (The life of Mahomet, s. 83) tespiti bu iddiayı temelden çürütmektedir. Dolayısı ile putperestliği yıkan İslam nasıl Mekke’nin hayat tarzını benimsemiş olsun? “İslam’ın putperest Arabistan’da farklı bir yeni hareket olduğu ve bu iki topluluğun ideallerinin birbirlerine nasıl da taban tabana zıt olduğu unutulmamalıdır. Muhammed, yaşadığı dönemdeki toplumu, dini öğretilerini almaya hazır duruma bulmadı. Onlar,  Allah’ın elçisi unvanı ile gelen birinin tebliğini kabule asla hazır değillerdi. Hz Muhammed’in öğretilerindeki temel prensipler, Arapların o zamana kadar çok değer verdiklerine karşı tam bir protesto mahiyetindeydi. O zamana kadar kötü gösterilen değerler fazilet olarak öğretiliyordu. Hz Peygamberin çağrısının en zor kısmı, ibadetin yalnızca Allah’a has kılınmasıdır. Bu Araplar tarafından bilinmiyordu. Bu da ayetleri anlamaya pek müsait olmadıkları anlamına geliyordu. İçki, kadın, müzik adı altında ahlaka aykırı ortamlar cahiliye dönemi Araplarının vazgeçilmezleri idi. Hz Peygamber ise bunların her birine ait emirlerin icrasında son derece müsamahasız ve tavizsiz idi.”  (Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi,  s. 68-70) Putperestliğin ortadan kaldırılması konusunda oryantalistlerin de itiraflarının içinde yer aldığı daha fazla bilgi için, ‘İncil, Papa’ adlı yazımıza müracaat edilebilir.

Medine dönemindeki kaynaklar

Peygamberimizin, ehli kitabın birçok yanlışlarını açıkça ilan ettiği, yanlışlarını düzelttiği insanlardan bir şeyler öğrendiği iddiası mantıklı değildir. Ehli kitaptan birçok bilgin Müslüman olmuş, müşrikler de çok geçmeden İslam’a canla başla teslim olmuşlardır. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 402)  Hz Muhammed hicret ile birlikte eski putperest çevresinden ayrılarak yeni bir muhite, topluma girmiştir. Bu muhitte Yahudilerin ağırlığı bulunmakta idiler. Hareketleri göz önünden bir insanın bu yeni ortamda, başkalarından bazı bilgileri alıp ta onu Allah’a İsnat etmesi imkansız denecek derecede zordur. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 287) Kısaca, bu yeni Ortamın Hz Muhammed’in bilgilerini derinleştirip köklü bir karşılaştırmaya müsait bir zemin mi sağlamıştır, yoksa böyle bir imkanı büsbütün yitirmiş midir?! Mekke döneminde Hıristiyan ve Yahudilerle ilgili hemen hemen bütün kıssalar tamamlanmıştı. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 288, dipnot, 255: Kıssaların anlatıldığı Mekkî sure ve ayetler verilir!) Dolayısıyla bu yeni muhitte Hz Muhammed’in alacağı bir şey yoktur, onlarla ilgili düşünce sistemi daha önceden net bir biçimde ortaya çıkmıştı. Ehli kitap, vahiyden yüz çevirmiş, şeytan yoluna uymuş kimseler olarak Kur’an’da tarif edilir. Yahudiler, faiz, rüşvet ve yalanı mübah saydıkları için eleştirilir. Kur’an-ı Kerim’in böylesine şiddetle tenkit ettiği bir topluluğun ona model ve bilgi kaynağı olacağını düşünmek önyargı ifadesinden başka bir şey değildir. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 289)

Medine civarındaki Yahudi ve Hıristiyanlardan alındığı iddiası

Bir insan kendi menfaati için kitap yazarak Yahudileri ve Hristiyanları yanına çekmek istese; Zaten her kilisede en az bir tane İsa putu olan Hristiyanlıktan eğer alıntı yapacaksa, Araplara sadece İsa putuna tapmayı tavsiye eder, geri kalan ahlak ve ibadetle alakalı emir ve yasaklarla Hristiyanların çoğunu zaten yanına çekerdi. veya, yeryüzünün tek seçkin milleti olduklarına inanan Yahudileri yanına çekmek istese, zaten her birisi birer vahşi bedevi iken birer İslam mücahidine çevirdiği Arapların Yahudiler ile amca çocuğu olması üzerinden yola çıkar ve parayı Yahudilerden, mücadeleyi Araplardan elde eder ve yoluna devam ederdi. Ama O (sav) hem teslisi ve hem de ırkçılığı reddetmiştir. Dolayısıyla bu iddia temelden geçersizdir!

Yahudiler

“Muhammed Kur’an ı, Tevrat’ı taklit ederek yazdırmıştır. O, Tevrat’ı kopya etmekten başka bir şey yapmamıştır, diyorlar.” (Maurice Bucaille, Kitab-ı Mukaddes Kur’an ve Bilim, s. 186–187) Eğer Hz. Peygamber, Tevrat’ı aynen kopya ettiyse, Tevrat’ta bulunan bazı şeylerin Kur’an da da olması gerekmez mi? Mesela Tevrat’ta Hz. Nuh, Lut ve Davud gibi peygamberlerin hâşâ zina ettikleri yazılıdır. (Tevrat, Tekvin, 9/ 20–25; 19/ 39, 38; II, Samuel. II/ 4,5) Hâlbuki Kur’an da kesinlikle böyle bir şey yoktur ve olamaz; çünkü bu onlara Yahudiler tarafından uydurulmuş bir iftiradan başka bir şey değildir. Çünkü Tevrat, Hz. Musa’nın vefatından 10 asır kadar sonra derlenmiş ve birçok yerleri de tahrif edilmiştir. (Ahmet Hamdi Akseki, İslam, neşre hazırlayan H. Kasım Feyizli, Nur Yayınları, Ankara-1981, s. 114) Ayrıca, “Hz Muhammed Tevrat ve İncil’den alıntılar yaptı ise, birçok İslam alimi neden İsrailiyat diye bir bilim dalının doğması neden olmuşlardır?” (Maşallah Turan, Batılı iki müsteşrik W. Montgomery Watt ve Rudi Paret’in İslam’ı algılama biçimlerinin kritiği, s. 19)

Bizans’lı bir rahip olan Theophanes tarafından 810 yılında kaleme alınan Chronicle adlı eserde, Hz Muhammed’i Yahudilerin eğittiği iddia edilir. (Fuat Aydın, Batı İslam Arkeolojisinin Algısı, s. 57) Medine’de Kaynuka, Nadir, kureyza Yahudileri vardı. Hayber ise Medine’ye 184 kilometre uzakta idi. Yahudiler kendilerini Allah’ın çocukları ve sevgilileri olduğunu ileri sürüyorlardı. (Maide, 18) Allah’ın taraf tuttuğu anlamına gelen bu anlayışın İslam’a kaynaklık etmesi mümkün müdür! İslam’ın kapıları ise sadece Yahudilere değil, iman ve salih amelle liyakat kazanan herkese açıktır. (Bakara, 62) Onlar Peygamberimize suikast düzenlemişler, peygamberimizin zor durumda bırakacak sorular sormuşlar, ortamlar oluşturmuşlardır. Her  zaman İslam’a ve Müslümanlara mesafeli, hatta düşmanca davranmışlardır. Yahudi alimlerinin önderlerinden olan Abdullah bin Selam daha sonra Müslüman olmuştur. Yahudi bu alimin Müslüman olması bile tek başına Tevrat’ın Kur’an’ın kaynağı olmadığının göstergesidir. Ayrıca, Tevrat’la ilgili tüm hususlar Mekke’de nazil olmuştur. Medine’de ise çok az Hıristiyanlık dinine ait bilgiler indirilmiştir. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 291-292)

“Alman oryantalist W. Caskel, İslam’ın başlangıç döneminde hicaz yahudilerinin yahudiliklerini inkar etmektedir. Ona göre Arabistan’a yerleşmiş bir Yahudi kavmi yoktur. Aynı şekilde Arap Yarımadası Arapları üzerinde bir Yahudi etkisi de söz konusu olamaz. Ayrıca H.A. Winkler de, Arap yarımadasındaki Yahudilerin kültürel ve toplumsal seviye bakımından Filistin’deki Yahudi topluluğundan daha düşük olduğunu belirtir. “Bu görüşlere göre” Arap yarımadasındaki Yahudilerin ilim, marifet, hukuk, hikmet, kıssalarla dolu olan Kur’an-ı Kerim’e tesir edecek kadar dini ve medeni geniş bir kültüre sahip olmadıkları ortaya çıkmaktadır.” (Selahattin Sönmezsoy, Kur’an ve Oryantalistler, s. 109)

Hıristiyanlar

“Oryantalistler Hz Muhammed’in hayatına bakarken, İslam dininin temel kaynağı olan Kur’an’ın yazarı olarak onu görürler dolayısı ile onunla ilgili şüphe uyandırmak için çalışırlar.” (Prof Dr. A. Hatip, İddialara cevaplar, s. 25) Sonradan Müslüman olan Maurice Bucaille, ‘Çağdaşlarımızın birçoğu, Hz Muhammed’in önceki peygamberlerin kitaplarından faydalandığı iddiasını, kesin bir gerçekmişçesine kabul ettirmek istiyorlar.’ ( Bucaille, la Bible, le Coran et la science, s. 6) tespitinde bulunur. Medine’de Ebu Amir adında bir papaz vardı, Hz Muhammed Medine’ye hicret edince şehri terk etmiş, Mekke’ye yerleşmiştir. Kâfirleri de peygamberimiz aleyhine kışkırtılmış, Rum kralına kadar giderek yardım istemiş, Uhud Savaşı’na da katılmış ve daha sonra Şam’a sığınmış ve orada ölmüştür. Bu adamın veya fikirlerinin İslam’a kaynaklık etmesi mümkün müdür? Daha da ilginci öz oğlu Peygamberimize tabi olarak Müslüman olmuştur. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 294) Necran Hıristiyanları, 60 kişilik heyetle Medine’ye gelmişler, peygamberimizle münakaşalar yapmışlar, mübahele-lanetleşme teklifini göze alamayıp geri adım atmışlar, Peygamberimize cizye vermeyi kabul etmişlerdir. Heyet ülkesine döner dönmez başkanları ve papazları geri dönüp her ikisini de Müslüman olmuşlardır. (İbni Sad, Tabakatül- Kübra, 1/85; Hamidullah, Le Prophete de L’Islam, I/576) Hz Peygamberin huzuruna gelip, onunla kıyasıya tartışan, ileri sürdükleri görüşleri inen Kur’an ayetleri ile çürütülen, peygamberin üstünlüğünü ve İslam’ın hakimiyeti cizye vererek kabul eden daha sonra başkanları ve lider papazları Müslüman olan bir heyet ve temsilcileri, hiçbir suretle Kur’an’ın bilgi kaynağı olabilir mi? İsa’yı Hz Allah’ın oğlu kabul eden bir inanç, Tevhid dini olan İslam’la uzlaşabilir mi ? Kur’an meseleleri öyle hassas bir terazi ile bakar ki, Hazreti İsa’nın mucizevi doğumlu inkar etmez ama tanrının oğlu olduğu iddiasını da kabul etmez! Hz Muhammed Kur’an’ın yazarı olsaydı, Hz İsa’nın tanrılığını inkar ederken mucizevi doğumunu da inkar edebilir, bu problemli gözüken durumdan rahatlıkla kurtulabilirdi. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 295-297) Fakat böyle yapmaması bir yana Yahudiler tarafından Hazreti Meryem’e yöneltilen iftiraları da reddetmiştir. (Nisa, 155-160) Peygamberimiz Kur’an’da eski peygamberlerin mucizelerinden bahseder. Bu Müşrikler ve Yahudilerinde kendisinden mucize beklentilerine yol açar. Fakat her seferinde Peygamber Efendimiz kendisinin sadece elçi olan bir insan olduğunu (Ankebut, 50; Rad, 7; İsra, 59) belirterek onlara cevap verir. Hâlbuki önceki peygamberlerin mucizeleri inkar edebilirdi. Bu tutumu bile onun samimi ve haklılığını göstermez mi? Kur’an Hz İsa’nın çarmıha gerildiğini kabul etmez, günahların kefareti iddiasını reddeder. ‘Asli günah’ kavramının hiçbir zaman İslam’da yeri yoktur! İncil’in iddiasına göre İsa çarmıha gerilmiştir. Baş kâhinlerde, ‘başkalarını kurtardı, kendisini kurtaramıyor, tanrı onu istiyorsa şimdi kurtarsın, çünkü o ben Allah’ım oğluyum dedi.’ şeklindeki açıklamalarına karşılık, eğer Hz İsa, insanlığın günahını affettirmek amacıyla haç üzerinde ölmek için gelmiş olsaydı, onların bu olayları karşısında cevabı, ‘Allah’ın kendisini kurtulamayacağını, aksi halde aleme, dünyaya gelmesinin bir anlamının olmayacağını’ söylemesi gerekirdi. Halbuki onun cevabı şudur, ‘Eli eli, Lama Sabaktani?’ Yani, ‘Allah’ım Allah’ım, beni niçin bıraktın?’ (Kitabı Mukaddes, Matta, bab, 27- 45, 46) İncillerin doğruluğunun derecesi, Peygamberimizin hadislerinin seviyesine bile ulaşamaz. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 298-299)

Kitab-ı Mukaddes’ten alındığı iddiası

Kitab-ı Mukaddes, Eski Ahit (Tevrat) ve Yeni Ahit’i (İncil) kapsayan, Hristiyan inanışının temelini oluşturan ve Hristiyanlarca kutsal sayılan kitaptır. Tevrat’tın tesniye bölümünde Hz Musa’nın ölümünden bahsedilen yerler mevcuttur, aynı zamanda O’nun zamanı da mevcut olmayan birçok adetlerden kitapta bahsedilir. Bu da daha sonra yazıldığını gösterir. (Annemarie Schimmel, Dinler tarihine giriş, s. 101-101) 1546’da toplanan ‘Merano’ Ruhani Meclisi,  kutsal kitabın Allah’ın kelamı olduğunda şüphe edilmesini yasaklamıştır! Tevrat’ın asıl dili olan İbranice dilinde bir nüshası yoktur. Meşhur üç nüshası vardır. Bunlar da birbirleriyle çelişkili ve tutarsızdır.  İncil, ‘Müjde’ anlamına gelir. İlk nüshaları ortadan kaybolmuştur. Kur’an’a, aralarında birçok farklılıklar ve içerikleri çelişkiler dolu olan İncillerin  kaynaklık teşkil etmesi mümkün olamaz. İncil, Tevrat’ın bazı hükümlerini kaldırmıştır diyenler, Kur’an için bunu neden kabul etmezler. Kitabı Mukaddes, Kur’an’ın kaynağı olsa idi, temel dini konularda birbirlerine muhalif  görüşler ileri sürmemeleri gerekiyordu. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 303-304)  “Hıristiyanların aralarında pek çok yanlış bilgiler, batıl inanışlar, hurafeler de bulunmaktadır. Zerdüşt dininden daha saf, Musa’nın koyduğu kurallardan daha hürriyet sever olan Muhammed dini,  7. Yüzyılda İncil’in temizliğini lekeleyen ve kirleten sırlar ve hurafelerden toplanmış inançlardan çok, akıl ile anlaşılabilir bir halde idi.” (Lord John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur’an’ı Kerim; Hazreti Muhammed (sav)’den Özür Diliyorum, s. 55) Kur’an ve K. Mukaddes farklılıkları için ‘İncil, Papa’ adlı yazımıza bakılabilir. 

Kur’an ile kitabı Mukaddes arasındaki ilişki

Aslında Kur’an ile diğer ilahi kitaplar arasında özde tam bir paralellik vardır. Hz Muhammed’e eski peygamberlerin yoluna tabi olma emretmiştir. (En’am, 90) Kur’an, ilahi kitapların bozulma veya çelişkilerden kurtarılması amacıyla gönderilmiştir. İslam’ın en temel hedefi de budur! Bu konu ‘İslam tüm dinlerin özüdür.’ adlı yazımızda ele alınmıştır. Hazreti Musa dünyevi bir hâkimiyet, Hz. İsa ise daha çok ahlaki ilkeler ile ön plana çıkmıştır. Kur’an bu ikisini birleştirmiştir. (Prof. A. Hatip, İddialara cevaplar, s.304-306) Margoliouth, kutsal kitaplardaki çelişkileri kabul eder ve buna bir hipotez ( Colouring by the medium) ile cevap bulmaya çalışır: Hipotezinin özeti, vahiy gelen peygamberler kendi özel aklı ve üslubu ile vahiyleri belli bir şekle sokar. Bu şu demektir, kitabı Mukaddes’te yanlış, çelişki vardır ama bu yanlışlıklar ilahi değil söz konusu aracılardan/peygamberlerden kaynaklanmaktadır! Peygamberlerinin fuhuş yaptığını kabul eden, putperestliği savunan bir kitaptaki bu çelişkileri bu şekilde savunmaktan başka çaresi kalmayan oryantalistlere Peygamberimizin cevabını tekrar hatırlatalım! ‘ Siz Allah’tan daha mı iyi biliyorsunuz?’ (Bakara, 140) Kur’an, Allah’ın ilahi kitabıdır. Tevrat ve İncil ise tahrife uğramıştır. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 308) Bir kere Kur’an ile Kitabı Mukaddes arasında, kıssaları anlatma metodunda, üsluplarında  açık bir şekilde  farklılık görülmektedir. Kur’an ibret, öğüt, düşünme, peygamberliği tasdik ve peygamberi teselli amacıyla kıssalara yer verir, detayları üzerinde durmaz. “Tevrat belli bir kavmin, İncil’de bir ferdin tarihi ile ilgili birer tarih kitabı görünümündedir.” (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 309) Kur’an’ın amacı tahrif edilen kitapları özüne döndürmek, karışık ve bozukluklardan kurtarmaktır. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 311) Kitabı Mukaddes’te Allah’ın şanına ve tevhid inancına yakışmayan ifadeler bulunur: Pişman olması, uyuması, güreşte yenilmesi gibi.  Tekvin 3/8 -10: Allah – haşa –  cennette gezerken, Adem ve Havva ağaçların arasına gizlenir. Adem’e, ‘sen neredesin.’ diye seslenir: Saklananı göremeyen bir tanrı! Yakup güreşte tanrıya yenince, tanrı gitmek istediğinde Yakup, ‘beni mübarek kılmadıkça seni bırakmam.’ (Tekvin, 32/25-31; 35/9-10) der; Aciz bir tanrı!  Yahudiler Mısır’dan çıkacakları vakit Tanrı Hz Musa’ya, onların komşularından gümüş ve altın süs eşyaları ile elbise istemelerini emretmiş, bu emir üzerine Yahudiler bunları isteyip almışlar ve böylece Mısırları soymuşlar! (Huruç, 11/2 ;12/35,36) Haşa, hırsızların başı bir tanrı! Tevrat’ta şöyle söylenir Tanrı, ‘babaların günahını oğullarında üçüncü ve dördüncü nesle kadar arayacak.’: Kindar bir tanrı! (Huruç, 20/5)  Kitabı Mukaddes’te bazı peygamberler sarhoş veya zina eden olarak tasvir edilir. Başka bir peygamber, ordu komutanı olan Uryan’ın karısını beğenip, sarhoş edip onunla yattığı ifade edilir. (Tekvin, 19/33) Devamına, ‘İncil, Papa’ adlı yazımızdan ulaşılabilir! Hâlbuki Peygamberler bu gibi iftiralardan münezzehtirler. Kur’an onları en güzel özelliklerle tanıtır, salih, ahlaklı, örnek şahsiyetler olarak bizlere sunar. Dolayısıyla oryantalistlere şöyle seslenmek gerekir herhalde, ‘Tevrat, İncil ile Kur’an tabii ki farklı olacak! (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 316) Yahudiler haddi, ahlak sınırlarını aşmışlar, Hıristiyanlar ise ruhbanlığı icat etmişlerdir. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 322)  Cahil bir toplumdan bir insanın çıkıp, Yahudilerin, Hıristiyanların ve Mecusilerin ağızlarından işitip ezberlediği şeylerle, peygamberlik davasına ve bunları biraz değiştirerek yine onlara satmaya kalkıştığını kabul etmek aklın kabul edeceği bir şey değildir! Bazı ayetlerin, kitabı Mukaddes ile uygunluk arz edip etmemesi, İslam dini aleyhine bir delil teşkil etmez! Eğer uygun iseler, Kur’an’ın önceki İlahi kitapları tasdik ettiğini gösterir; değil ise bu kitabı Mukaddes’in tahrif edilmesinden ileri gelir. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 322)

İç kaynaklar (Hz Muhammed’in şahsi ile ilgili kaynaklar)

Oryantalistlere göre Kur’an, Hazreti Muhammed’in sözüdür. Aralarındaki ihtilaf sadece, Kur’an’ı ortaya koyarken başka ‘hangi kaynaklardan yararlandığı’ konusundadır! Bu iddia, dolayısıyla Hz Muhammed’in kişisel veya toplumsal bir takım hedefleri amaçladığı ithamına dayanmaktadır. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 323)

Şahsi emellerini gerçekleştirmek için sözlerini ilahi bir kaynağa dayandırdığı iddiası

Peygamberimiz savaş ganimetlerin beşte birini almaya hak sahibi idi ama bunları gazileri donatmak, elçileri karşılamak ağırlamak, köleleri hürriyetine kavuşturmak, Müslüman köleleri satın alıp özgür kılmak, masrafı karşılayıp hacca gidemeyeceklerin hac masraflarını karşılamak, kefaret vermesi gerektiği halde buna parası olmayanlar için, bunları harcardı. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 325) Bir hadisi Şerif’te Peygamberimiz, ‘Allah’ın size ganimet olarak verdiği şeylerden benim hakkım ancak beşte birdir. Bu beşte bir de yine size iade edilmektedir.’ buyurmuştur. (Nesai, Fey, 6; İbni Hişam II/492) “Sadakalar (zekât gelirleri) ancak şunlar içindir: Yoksullar, düşkünler, sadakaların toplanmasında görevli olanlar, kalpleri kazanılacak olanlar, âzat edilecek köleler, borçlular, Allah yolunda (çalışanlar) ve yolda kalmışlar. İşte Allah’ın kesin buyruğu budur. Allah bilmekte ve hikmetle yönetmektedir.” (Tevbe, 60) Bu konu ayrıca, ‘Kur’an’da çelişki yoktur’ adlı yazımızda ele alınmıştır. Peygamberimiz dünya hayatını önem vermezdi, gelir ve giderlerini harcadığı yerler ise  zaten bellidir! Damadı Hz Ali, bir Yahudi’nin yanında sucu olarak çalışmış, kızı Fatıma hizmetçi istediğinde eli boş dönmüştür. (Buhari, Nefakât, 7)  Ölüm döşeğinde iken Hz Aişe’nin yanında muhafaza edilen 8-9 altını, Hz Ali vasıtasıyla fakirlere dağıtılmıştır. (Ahmed, Müsned, VI/104) Dünya malı asla onun düşüncesinde olmamıştır. Detay için, ‘Hz Muhammed neden çok hanımla evlenmiştir’ adlı yazımıza bakılabilir.

Liderlik tutkusuyla vahiy uydurmaya sevk ettiği iddiası

“Hz Muhammed ‘Ben Lider olacağım’ demedi. ‘Seni lider yapalım’ teklifi onlardan geldi, ama o bunu reddetti. Hz Peygamber salt lider gibi davransaydı, 10 yıl kendisine zulmeden şehrinden ayrılmasına sebep olan, hicret ettiğinde de kendisini rahat bırakmayan Mekkeli müşriklerden İntikam alırdı.” (Prof. Cağfer Karadaş, Kafama takılanlar 2, s. 108, 109)

Ayrıca bu yeni bir iddia değildir. Firavun da Hazreti Musa’ya benzer ithamlarda bulunmuştur: “Yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz, sizin üzerinize üstünlük kurmak istiyor bu adam.” (Yunus, 78; Müminun, 24) Hiç kimse İsrail soyunu birleştiren Hz Musa’yı hırs ile suçlamayı düşünmemiştir. Arabistan’da da durum böyle idi. Birbirleri ile savaşan kabileler vardı. Bunları birleştirmek, bir topluluk haline getirmek gibi bir teşebbüs, hırs ile açıklanmaktan uzaktır. (Lord John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur’an’ı Kerim; Hazreti Muhammed (sav)’den Özür Diliyorum, s. 90) “Allah’ın hangi kulu, insanları, toplumu, milleti doğru yola çağırmaya gayret etmişse, ona derhal iktidar hırsıyla gözü dönmüştür damgası vurulmuştur.” (A.  Hatip, İddialara cevap, s 327) Peygamberimiz Hendek Savaşı’nda hendek kazmaya bil-fiil iştirak etmiştir. Çetin, zor, uzun Tebük seferinde ordusunun başında önde yürümüştür. Sultanlar gibi kendisine yol açılmasını sevmez (Şevkani, N. Evtar, V/48) ve yabancı milletlerin liderlerini aşırı derecede övdükleri gibi kendisini yüceltmemelerini söylerdi. (Ebu Davud, edeb, 152) Sahabelerin arkasında namaz bile kıldığı olmuş, bir burukluk hissetmemişti. (İ. Hişam, Sire, II/653) Bir kerecik olsun bir hizmetçisine Kötü davranmamıştır. (Ebu Davud, Edeb, 4)  Bedevi bir Arap bir keresinde gömleğinden çekerek mübarek vücudunu incitmiş ve beraberinde getirdiği iki deve yükü kadar mal istemiştir. Bu kabalık karşısında bile onu cezalandırmamış ve bedevinin istediğini vermiştir. (Ahmed, Müsned, III/210) Hz İsa’yı yüceltmeleri gibi kendisini yüceltmemelerini istemiş, kendisinin sadece Allah’ın kulu ve elçisi olduğunu belirtmiştir. (Kastalani, el-Mevahibul Ledünniyye, s. 189) Carlyle, ‘gelecek hırsı mı? Bütün dünyanın taçları bu insan için ne fark eder? O’nun işitmek istediği şey yeryüzünde değil yukarıdaki göklerin sesidir. Bütün dünya taçları, saltanatları, şanları, şerefleri kısa bir zaman sonra ne olacaktır? Hiç!’ (Carlyle, s. 23) Dostları kadar düşmanları da peygamber efendimizin, doğruluğuna şahitlik etmektedirler. Ebu Süfyan, Herakliyus’un, ‘O yalan söylemiş midir, aldatmış mıdır?’ sorularına ‘Hayır’’ cevabını vermek zorunda kalmıştır. (Buhari, Bed’ül vahiy, 6; Müslim, Cihat, 74)

Kâhin olduğu iddiası

Robinson, Mahome adlı eserinde, Kur’an’a ve Hazreti Muhammed’e atılan tüm iftiraları tek tek sıralar, ustaca zannettiği bir manevra ile o görüşleri benimsemediği izlenimini vermeye çalışır. Onun görüşü, ‘Kur’an’ın cinlerin çöl kâhinlerine ilham ettikleri ile tamamı ile özdeş bir kitap olduğu’ şeklindedir. (Rodinson, s. 82)  İşin ilginci, Rodinson bir paragraf sonra büyük bir çelişkiye düşerek,’ bir Kâhin değildir Muhammed’ ifadesini de kullanabilmektedir! Kâhin, ‘Gaipten haber getiren falcı’ demektir.  Kâhinler puthanelerde otururlardı. Her birisinin kendisini özel bir putu vardı ve ona hizmet ederdi. Kehanet ücreti olarak ta büyük paralar alırlardı.  Müslüman olduktan sonra birçoğu yaptıkları hileleri bizzat kendileri itiraf etmişlerdir. Müddessir, ‘bürünüp sarınan’,  Müzzemmil ‘örtünüp bürünen’ anlamlarına gelir. Tor Andrae, ‘Pek çok kâhin, ilham almak istediklerinde, başlarını örterlerdi, Muhammed’de aynı şeyi yapmıştır’ der. (Tor, Mahonet, s. 28) Halbuki hiçbir kaynakta Hz Peygamberin vahiy geldiğinde özel bir kıyafete büründüğüne dair bir bilgi yoktur. ‘Peygamberin bir örtüye sarılması, bir vahiy almak için değil, vahiy esnasında duyduğu heybet, manevi ağırlıktan dolayı böyle bir şeye sarılma ihtiyacı duymasındandır. Yani bu önce olan bir şey değil, sonrasında üstünün örtülmesini istemesi söz konusudur; örtünme, sebep değil sonuçtur.’ (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 332) Müşriklerin önderlerinden Velid bin Muğire bile, ‘Hayır, vallahi o kahin değildir. Biz kâhinleri görmüşüzdür.’ demiştir. (İbni Hişam, I/ 270) “Yusuf Ziya Yörükan, Vahyin gelişini Dr. Dozy,’nin isteri, Sprenger,’in tasavvuf, L. Caetani’nin kahinlerde olduğu gibi cin ve şeytan işi olduğu iddialarına cevap verir. Kitab-ı Mukaddes’te, ‘Rab, Musa’ya dedi ki: O’na rabbin meleği çalı içinde ateş aleviyle göründü.’ (Huruc, bab, 3) ve İncil’de birçok yerde İsa’nın cinlerle görüşmelerini örnek göstererek cevaplandırır. İlk zamanlarda cinlenme iddiasını Mekkeli müşriklerde dillendirmiş ama sonra hepsi bütün kalpleri ile İslam’ı kabul etmiş ve Hz Muhammed’i takip etmişlerdir.” (Prof A. Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 55) Bir insan, çok ileri emellerinin kalmadığı 40 yaşından sonra bütün dünyayı hatta bütün kabilesini, akrabalarını karşısına alıp da sonu görünmeyen bir maceraya atılmaz. Hz Peygamberin, hedefleri, Allah’ın emir ve iradesine dayandığı için, oryantalistler gibi aciz bir insanlara cüretkârane, atakça görünebilir, fakat davasında güç ve kuvvetini, kainatın yaratıcısından alan Hazreti Muhammed’e, ‘Güneşi sağ elime, ayıda sol elime verseniz, davamdan yine de vazgeçmem.’ sözünü (Sîretu İbn Hişam, I/266; İbnu Seyyid’n-nas,Uyunu’l-eser, I/132; İbn Kesir, es-Sîretu’n-Nebeviye, I/474;  Beyhakî, Delail’u’n-Nübüvve-şamile, II/63; Taberî, II2/218-220) dedirten imanın oryantalistler tarafından idrak edilip, takdir edilmesi elbette beklenemez. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 335)

Şair olduğu iddiası

Mekke’li müşriklerin ileri sürdüğü iddiaların tamamı çağımız oryantalistleri tarafından da aynen tekrar edilmiştir, değişen tek şey, gerekçelerdir! “Onlardan evvelkiler de tıpkı onların dediklerini demişlerdi. Kalpleri nasıl da birbirine benziyor.” (Bakara, 118) Hz Ömer anlatıyor, Müslüman olmadan önce Resulullah ile tartışma için bir gün evden çıktım. Hakka suresini okumaya başladı, içimden ‘bu bir şairdir’ diye düşündüm. Rasulüllah hemen,  ‘muhakkak o Kur’an Allah’ın indirdiği bir sözdür. O bir şair sözü değildir.’ (Hakka, 40-41)  ayetini okudu. O zaman ben, ‘bu bir kahindir’ diye düşündüm ki, Resulullah, ‘O bir kahin sözü de değildir, alemlerin rabbinden indirilmedir.’ (Hakka, 42-43) ayetini okudu. İşte o gün kalbim İslam’a karşı iyice yumuşamıştı. (İbni Kesir, tefsir, ilgili ayetler) Şairler çoğu zaman hayal aleminde dolaşırlar, duygusal davranırlar. Arap şairler genellikle, aşk, seks, içki,  savaş, ırkçılık gibi konuları işlerlerdi. Ayrıca aşırı sözler, yalanlar, iftiralar, alay, övünme gibi şeylere çok meraklıydılar. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 339)

Hz Muhammed’in farkında olmaksızın kendi kendisini aldattığı ve gördüklerinin hayal olduğu iddiası

Kur’an O’nun bir takım ruhi tezahürlerinin eseri olamaz mı? O bir mecnun olabilir mi? Vahiy meleği halüsinasyon olabilir mi? Sözleri bilinçaltına itilmiş bir takım arzuların dışa yansıması olabilir mi? Aslında bu ithamlar yeni değildir. Müşrikler de Peygamberimize mecnun demişlerdir! (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 341) Goldziher, ilahi vahyi inkar eder, Hz Muhammed’in anlattıklarının, “Yahudi veya Hıristiyan bilgilerinin karışımıdır, bunlar onun ruhumun derinliklerini inmiş ve kalbinin kendisine mal ettiği bir inanç halini almıştır, sonuçta vahye bir vasıta olduğuna samimi olarak inanır hale gelmiştir.” der. (Golziher, Le Dogme et la Loi de L’Islam, s. 3) Eğer Hz Muhammed Kur’an’ın kaynağı olsa idi bunu iftiharla kendisine nispet eder, kendisine kutsiyet isnat edebilirdi. Buna hiçbir engel de yoktu. Halbuki O,  Muhammed’ül-Emin idi;  Hılfu’l-Fudul’a üye idi; Kabe hakemliği olayında Hacerü’l-Esved taşını yerine bizzat o koymuştu: Doğruluğu, güvenilirliği ile çevresinde isim yapmış ve akıl ve hikmeti olan bir zat olarak tanınmıştı. Bunları oryantalist Grimme bile kabul etmektedir.  (H. Grimme, Mohammed, I/9) O’nun son derece akıllı ve hikmete uygun görüşleri vardı. Utbe tarafından kendisine sunulan, mal ve hükümdarlık önerisini de, Fussilet suresinin baş tarafını okuyarak reddeden o değil miydi? Böyle bir zat Mecnun olabilir mi? (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 348) Müşrikler O’nun bu yeni hal ve tutumuna bir türlü bir anlam veremiyorlardı. Bunun içinde çelişkilere düşerek, aynı anda birbirine zıt ithamlarda bulunuyorlardı. Bu da onların iddialarında samimi olmadıklarının delili idi ki delilik isnadı, Hz Nuh’a da, Musa’ya da yönetilmişti. (Müminun, 25; Şuara, 27)

Ruh hastası olduğu iddiası

Bu iddiaya göre Muhammed arzularına yenilmemiş fakat insanların bozukluğunu düzeltmek için peygamber olduğunu iddia etmiştir. Goldziher, Dermenghem de aynı iddiayı tekrarlarlar. (Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş II, s. 18) Hiçbir kaynak Hz. Muhammed’in ruh ve akıl sağlığı yönünden bir sorunla karşılaştığını bize aktarmaz. Yoksa birçok problemi çözen, sorunları halleden, günümüzde hala etkileyiciliğini sürdüren Kur’an’ın böyle iddia edildiği gibi bir kaynaktan çıkmasına imkân yoktur. Unutmamalıdır ki psikolojik rahatsızlık ile liderlik bir arada bulunmaz. (Yıldırım, K. M. Giriş II, s. 20) “Delilik, cinlenme ne zamandır hikmetin kaynağı, bozukluk ne zamandır iyiliğin anası olmuştur?” (Hasan el-Atr Ziyaüddin, Nübüvvetü Muhammed’in fil Kur’an, s. 216)  Putlara tapma köleliğinden kurtulamamış Hıristiyanlık borazanları, kendileri gibi puta tapan bir topluluk aramakta, bulamayınca da kural tanımadan Kur’an’a saldırmaktadırlar. (Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş II, s. 32)

Oryantalistler, vahyin inişi esnasında hazreti peygamberde görülen bir takım tezahürlere bakarak, onu sara veya benzeri sinirsel hastalıklara maruz bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Hz Muhammed’e gelen vahiy şekilleri çok değişiktir: Sadık rüyalar, kalbine ilham olması, Cebrail’in genç bir insan suretinde gelmesi, çıngırak sesi şeklinde, Cebrail’in gerçek şekli ile görülmesi, doğrudan doğruya arada bir perde olmak şartıyla Allah ile konuşarak gibi. ((A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 3414) Çok soğuk günlerde bile ter taneleri, mübarek alnında inci taneleri gibi parlardı. (Buhari, Betül Vahy, 2; Tirmizi , menakıb, 7) Zeyd bin Sabit’in dizi Hz Peygamberin dizinin altında bulunuyordu. Zeyd, vahiy gelince peygamberimizin dizinin ağırlığını öyle şiddetli hissettiği ki, neredeyse dizileri kırılacak gibi oldu. “Vallahi yanımdaki Rasulullah olmasaydı, acıdan çığlıkla haykırır, bacağımı çekerdim.” der. (Ebû Dâvûd, Cihad, 20; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V/190,191; Buhari, Salat, 12; Tirmizi, tefsir, 4,19)  Rivayetlerden anlaşıldığına göre vahiy ağır bir iştir. Normal bir insan, insanüstü bir mesaj almaktadır! Bu konulardaki rivayetlerin asılsız olması ihtimalden çok çok uzaktır. Bu rivayetlerin Hz Peygamberi övücü veya yüceltici bir tarafı bulunmadığı gibi, bu kadar çok rivayetin asılsız olduğunu kabul etmekte zordur. Eğer raviler oryantalistlerin iddia ettikleri gibi, peygamberimiz için bir övgü düşünseydiler, meleklerin semavi güzellikleri ile peygamberimize indiğini, nefes alıp verir gibi kolaylık da vahiy aldığını ve vahiy sırasında yüzünün parlak bir nurla parladığı vb. gibi  iddialarda bulunabilirlerdi. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 345) Paris Üniversitesinden A. Baire de Boismont, Des Hallucinations adıyla yazdığı eserin 551. sayfasında şunları aktarır: “Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden Dr. Rensulen, Muhammed hakkında şu tespiti yapar: “Kendi şahsi çıkarını terk ile tercih edip o kadar fedakârlıklarıyla bütün bir kavmin din konularında ve ahlakında o kadar hayret verici bir inkılap meydana getirmiş olan zat, asla mecnun belli değildir. Bu fikirler ve putperestliği devirip yerine biricik ve ruhani bir Allah dinini ikame eden bu zat mecnun değildir.”

Sara hastası olduğu iddiası

“Beşerin/insanın beşer sıfatları altında Allah Teâlâ’nın hitabına muhatap olması güçtür. Yine bu sıfatlarla meleklerle karşılaşmakta kolay bir şey değildir. Böyle bir irtibat ancak beşeriyetten sıyrılıp, melekût âlemine girmekle mümkün olabilir. İşte Hz. Peygamber’in bu beşeri sıfatlardan sıyrılıp, vahiy alır duruma gelmesi, onda bazı hallerin meydana gelmesine sebep olmuştur. Allah’ın sözünü dinlemek kendisine bir nevi heyecan ve korku verdiğinden Hz. Peygamber’in vahiy esnasında vücudu titrer, yüzünün rengi değişirdi. Vahiy esnasında en soğuk günlerde bile alnı terler, nefes alırken horultuya benzer bir ses çıkarırdı. Peygamberimizin yanında bulunanlar bile vahyin etkisi altında kalırlardı. Bu konuda şu haberler nakledilmektedir: Hz. Aişe (r.a), “Rasulullah’ı soğuğu pek şiddetli bir günde kendisine vahiy nazil olurken gördüm. İşte öyle soğuk bir günde bile kendisinden o hal geçtiği vakitte şakaklarından şıpır şıpır ter akardı” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1) demiştir. Hz. Peygamber (sav)’de meydana gelen bu tür değişik halleri gören Kureyşliler, bazen O’na kâhin (Hâkka, 41-43) bazen sihirbaz, bazen de şâir ve mecnun (Saffat, 36) demişlerdi. O’nda görülen bu halleri birçok Avrupalı müsteşrik sara illeti zannetmişlerdi. Bütün bu iddialar, onun manevî cephesini anlayamamaktan ileri gelmektedir. Bu iddianın batıllığını şu şekilde açıklayabiliriz:  Saralı, nöbetten sonra bütün uzuvlarında şiddetli bir ağrı ve bitkinlik hisseder. Durumundan dolayı üzülür. Peygamberimize vahiy esnasında arız olan hal saradan dolayı olsaydı buna üzülür, geçmesi halinde ise sevinirdi. Fakat durum bunun aksinedir. Nitekim vahyin kesildiği fetret döneminde, iştiyakla vahiy meleğini aramıştır. Ayrıca vahiy, her zaman kendinden geçme, hırıltı gibi değişiklikleri ortaya çıkarmıyordu. Bazen melek, insan suretinde geliyordu. Rasulullah onun Cibrîl olduğunu bildiği halde, normal hâli devam ediyordu. Yine tıbben sâbittir ki, saralı, nöbet sırasında idrak ve düşünme kabiliyetini tamamen kaybeder, etrafında olup bitenin farkına varmaz, kendisine ne olduğunu bilmez, şuuru durur. Hâlbuki Hz. Peygamber (sav) vahyi müteakip insanlara hukukun, ahlâkın, ibadetin, edebî ifadenin, öğütlerin en mükemmellerini ihtiva eden Kur’an ayetlerini tebliğ etmiştir. Bir benzerini getirmekten bütün insanları âciz bırakan bir kelâm, hiç saralının eseri olabilir mi? Üstelik bu dünyadan yüz binlerce saralı insan gelip geçmiştir. Fakat bunlar içinde böylesine bir din getiren, makul esaslar ve sözler söyleyen, bir muvazene örneği olan şahsiyete rastlanmamıştır.” (Prof. Dr. Mehmet Soysaldı, Vahiy Esnasında Hz. Peygamber, kastamonur.com) “Oysa mantık açısından değerlendirdiğimizde; bazen Hz. Peygamber’in verdiği hükümler Yüce Allah tarafından onaylanmayarak değişikliğe maruz kalmıştır. Nitekim Bedir’de Resulullah esirlerin fidye karşılığı serbest bırakılması taraftarıydı, ancak “Eğer Allah’ın daha önce verilmiş bir hükmü olmasaydı, aldığınız şey (fidye) den dolayı size büyük bir azap dokunurdu” (Enfal, 68) ayeti nazil olmuş ve bu hükmün doğru olmadığı beyan edilmiştir. Kur’an’ı Kerim’in değişik ayetlerinde de Resulullah’ı uyaran ayetleri bulunmaktadır. (Örneğin: et-Tevbe, 9/4, 113; et- Tahrîm, 66/1; Abese, 80/1. Bu konuda ‘Oryantalistler ve Hz Muhammed’ adlı yazımızı da tavsiye ederiz.) Eğer gerçekten oryantalistlerin iddia ettikleri gibi Kur’an’ın yazarı Hz. Muhammed (sav) olsaydı söz konusu ayetleri Kur’an’a almayabilirdi.” (Alper Ahmedov, Yüksek lisans tezi, Osmanlı sonrası Bulgaristan’da Kur’an çalışmaları, s. 121) “Bizanslı Rahip Theophanes the Confessor, Spenger, Muir, Weil, Jeffery, Germanıviç’e göre, Hz Muhammed, “Saralı, psikopat, epilepsi” derlerken, M. Rodinson bu tür teorilere karşı çıkar ve: “Bilim ilerledi ve bu ilerleyiş, Peygamberin sahtekar olduğunu ileri süren bu tür güdük açıklamalar hakkından geldi.” (Rodinson, Hz Muhammed, s. 87) der. J. von Hammer de, “İğrenç sara nöbeti masallarını” eleştirmiştir. (Hammer, Der Islam, s. 1-90) Meşhur Fransız filozofu Barthelemy Saint-Hilaire bu iddiaları kabul edilemez bulup eserindeki (Das Leben unddielehr des Mahommad, I/267) yaptığı açıklamalar ile bu iddiaları reddederler.

Bartold, Avrupalı oryantalistler arasında o zamana kadar yaygın olan “sara hastası” iddialarının doğru olmadığını, çünkü öyle hastaların hallerinin onda müşahede edilmediğini ve öğretilerinin sağlıklı olduğunu söylemiştir. (Vasilij Viladimiroviç Bartold, İslam, s. 17) Oryantalist Maxime Rodinson’da  Hz. Muhammed’in saralı olduğu iddiasını tamamen reddeder. (R. Arnaldez, Peygamberin tasviri, s.76-78) Lord John Davenport  de, “Sara nöbetine uğradığına dair tekrarlanan söylentiler, Yunanlıların bir uydurmasıdır.” (Lord John Davenport, Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim, s. 12; Prof A. Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 223, 242) der. M. G. Watt, “Epilepsi iddiası sağduyudan yoksundur, sadece cehalet ve ön yargıya dayalıdır. (Watt, Muhammed Mekke’de, s, 95; Mahommed et le Coran, III/99) derken, İslam düşmanı Leone Caetani “Muhammed’in saralı olmadığı sabittir. (Caetani, İslam tarihi, s. 255) itirafında bulunur. Emily Dermenghem, “Babinski, bu iddianın yanlış olduğunu ortaya koymuştur.” (Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti, s.16); Emily Dermenghem, “saralı halini iddia etmek gülünçtür.” (Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti, s. 291) derler. “Birçok oryantalistte bu görüşü reddeder. Başpiskopos Tor Andrae, ünlü tarihçi Caesar Farah, Marksist oryantalist Maxime Rodinson, Hıristiyan İslam tarihçisi Montogomery Watt gibi.” (Watt, Muhammad: Prophet and Statesman, Oxford University Press. s. 19) “O zaman doktor var mıydı, evet vardı. Medine’de Haris İbni Kelde adıyla Cundi Shapur üniversitesinden mezun olan bir doktor çalışıyordu. Hz Muhammed’i de hemen her gün görüyordu. John Devenport, “Muhammed’in Sara nöbetlerine tutulduğuna dair olan söylentiler, Yahudilerin alçakça uydurmalarıdır.” (Mehmet Ali Derman, Çürütme (reddiye), s. 48, 73) Alfrede Guillaume bu iddiayı şiddetle reddeder! Bunu yaparken, Hz Peygamberin sahip olduğu üstün akıl,  aklî ve ruhi dengelilik, siyasi ufuk genişliği ve davasındaki kararlılığı temeline dayanır. Dini tecrübenin psikolojik tezahürleri üzerinde yapılan araştırmaların bu ithamı kesinlikle çürüttüğünü söyler. (Guillaume, Islam, s. 25) R. V. C. Bodley: “Kur’an’ın her kelimesi vahiyler nazil olduktan sonra tamamıyla, berrak zihin ve düşünce ile dikte ettirilmiş, yazılmıştır. Bir saralının sara nöbetinden zihni açık ve berrak düşüncelerle dolu olarak katiyen çıkmadığını her tıp mensubu teyit edecektir. Sara bugüne kadar hiç kimseyi bir peygamber veya bir kanun koyucu yapmadığı gibi, kimseyi de iktidara yükseltip mevki sahibi yapmamıştır. Bilhassa o zamanlarda böyle bir hal, ona sahip olanı, yarı çılgın veya düpedüz çılgın olarak gösterirdi. Eğer hakikat aklı başında ve salim düşünce sahibi bir tek insan varsa, o da Hz Muhammed idi.” (Bodley, the Messenger,  The Life of muhammed, s. 64) der. “Saralı bir hasta ağrı ve bitkinlikler nedeniyle üzüntü nöbetleri geçirir, sara nöbeti sırasında saçmalar, hiçbir sara hastası bir din ve Kur’an gibi bir eser ortaya çıkaramamıştır.” (Selahattin Sönmezsoy, Kur’an ve Oryantalistler, s. 149) Orhan Hançerlioğlu’nun, ‘Ruhbilim sözlüğü’nde: “Sara, yere düşme, çırpınma ve ağız köpürmesi ile beliren bir sinir hastalığıdır. Zihinde bir zedelenme ya da ur sonucudur. Büyük nöbet bir buçuk dakika kadar süren kasılma ile olur, sonra hasta yere düşer, bilincini yitirir, vücudundaki tüm kaslar kasılır, yüzü morarır, dilini ısırır, kol ve bacaklar ritmik bir biçimde kasılıp gevşemesi bunu izler. İdrarını kaçırır. Saralı kişilik, çekingen, ürkek ve insanlardan kaçan bir ruh yapısına sahiptir.” (Hançerlioğlu, s. 323) diye sara hastalığını tarif eder. “Hz Muhammed’de düşme, çırpınma, ağız köpürmesi görülmemiştir. Tarih, soyundan sarılı birini de kaydedilmemiş.  Dilini ısırması, kol bacaklarında kasılmalar-gevşemeler,  çığlık atmak, yere düşmek ve benzeri hiçbir sara hastalığı özelliği onda görülmemiştir. İnsanlar tarafından sevilmemek, ürkeklik, çekingenlik gibi bir özellik de asla onun için ileri sürülemez. Sarsılmaz bir azim ve kararlılık onda vardı.  Engin bir cesarete sahipti. Ticaret yapmış, aile kurmuş, devlet yönetmiş, kumandanlık, imamlık yapmıştır. Tüm bu kimlikleri ile hep hayatın içinde bulunmuş, hep önder ve rehber olmuştur. Vahiy hali geçer geçmez, vahyin inişine sebep olan probleme cevap verir, Arap edebiyatının görebildiği en üstün bir edebi ifade ile vahiy halka duyururdu. Eğer vahyin tezahürleri, sara hastalığının göstergelerinden olsaydı, bizzat sahabelerin tepkisi hemen kendisine koşmak, onu kurtarmak şeklinde olacaktı, fakat hiçbir zaman bu böyle olmamıştır. Eğer böyle bir hastalığı bulunsaydı, ayakta iken, bir değneğe dayanırken, otururken veya bir hayvan üzerinde iken ansızın gelen vahiy onu yere düşürüldü ama asla böyle bir şey olmamıştır. Sara hastası olsaydı, Hira mağarası mağarasında tek başına nasıl gecelerce kalabiliyordu? Öyle ya orası taş ve kayalıktı. Tarihi onu, peygamberlikten öncede anormal yaşayış, garip davranışlar gösteren bir olarak kaydetmemiştir. Mekkeli müşriklerde kendisini sara hastası olmakla nitelendirmemişlerdir, bunu ancak onu hiç görmeyen, yüzlerce yıl sonra Bizans Hıristiyanları fark edebilmiştir.(!) Sözlerinden ilim, şefkat, muhabbet akan, en mükemmel bir insanlık örneği olan Hz Muhammed’i bir saralı karakter olarak ileri sürmek, bir hezeyandır! (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 349-351)

“Bir akıl hastasının ifadesi olarak bunları söylemek mantıklı bir açıklama değildir. Şizofreni hastaları sosyal ilişkilerinde zayıftır, hâlbuki ‘Hazreti Muhammed her alanda sıfır noktasından başlamış olmasına rağmen’ daha yaşarken büyük bir başarıya imza atmıştır. Şizofrenlerin en yakınlarından başlayarak çevresindekilerin büyük bir kısmı, akli rahatsızlıkları fark ederler. Şizofrenlerin hijyen kurallarını da gözetmediği bilinmektedir. Epilepsi hastalarında hafıza sorunu gözükür, konuşma ve kelime bulma konusunda sorunlar yaşarlar.” (Caner Taslaman, Neden Müslümanım? s. 184, 185, 187) “Zihinsel bozukluklar yaşayan bir insanın sara nöbeti geçirirken gayri-ihtiyari sarf ettiği sözlerden anlamlı, hikmetli, 1400 küsur yıl boyunca milyarlarca insanı etrafında toplayan bir kitap olan Kur’an’ın oluşturduğunu iddia etmek elbette aklın sınırlarını ciddi anlamda zorlamanın ve gülünç bir duruma düşmenin ötesinde bir önem taşımayacağı açıktır. Nasıl oluyor da saralı bir hasta, çok kısa bir zamanda tüm Arabistan’ı hükümranlığı altına alıp yönetebiliyor.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 115) Margoliouth epilepsi iddiasını yalanlamakta (D. S. Margoliouth, Muhammead, s. 46); Hirschfeld, “İslamiyeti Muhammed’in yaşadığı iddia edilen histeri, halüsinasyon gibi şeylere bağlamak mümkün değildir.” demektedir. (The Composition and Exegesis of the Qoran,  s. 20)

Histeri ve Nevrasteniye yakalandığı iddiası

Dozy sara hastalığı iddiasını reddeder ama Hz. Muhammed’in hastalığının, histeri krizi olduğunu ileri sürer. (Kelami Münakaşalara Giriş II, Arif Yıldırım, s. 14) Ferid Kam, ‘Hz. Musa’da Tur dağında baygınlık geçirmişti oda mı saralıydı?’ diye haklı olarak sorar. (F. Kam, Dini, Felsefi Sohbetler, s.55) Aslında ortada bir hastalık vardır ama bu Hz. Muhammed’de değil oryantalistlerde bulunmaktadır ve bu hastalığın adı da İslam düşmanlığıdır. N. Smart olaya objektif yaklaşır ve bu ithamların ‘duygusallıktan kaynaklandığını’ ileri sürer. (Ekrem Sarıkçıoğlu, Batı dinler tarihinde İslam, s.221) Maxime Rodinson ise Hz. Muhammed’in saralı olduğu iddiasını tamamen reddeder. (R. Arnaldez, Peygamberin tasviri, s.76-78)

Rudi Pret’in “Kaleme aldığı siyer kitabı birçok açıdan hayal kırıklığına uğratıcıdır. Eserinde ilmi inceleme şartları gözetlenmemiştir.” (Paret, Dirasetu’l-İslamiyye ve’l-Arabiyye fil-camiatul-Almaniyye, s. 22) dediği Sprenger ‘Muhammed histerik bir adamdı’ demektedir. Bu konuda Nevrasteni ve histerinin ne olduğunu Ruhbilim sözlüğünden öğrenelim: “Nevrasteni, bedensel ve ruhsal güçsüzlük hastalığıdır. Unutkanlıkla başlar, baş ağrısı gözükür, sıkıntı, keyifsizlik, durgunluk ve hastalık hastalığı eğilimleri belirtilerindendir.” (Hançerlioğlu, s. 258) Histeri ise, “histeri nöbetleri ile kendini gösterir, hasta birden bire çığlık atarak veya ağlayarak kendini yerlere atar. Bedende çırpınmalar baş gösterir. Hasta nöbetten ağlama veya gülme kriziyle açılır. Kıpırdadıkça bağırır, bulantı ve kusmalar gözükür. Hasta birçok korku hisseder, görme bozukluğu yaşar. Histerikler gösterişçi ve yalana eğilimlidirler.” (Hançerlioğlu, s. 260) Histeri şiddetliyse genellikle delilik ile sonuçlanır. Bazen histeri ve sara birlikte olabilir. (New Medical Dictionary, Hysteria) “Bu belirtilerin hiçbirinin Hz Muhammed’in hayatı ile  uzaktan yakından alakası yoktur. O, son derece dengeli bir hayat yaşamış idi. Hayatı boyunca sağlığı tam olarak yerindeydi, karşılaştığı türlü türlü sıkıntılara rağmen, herhangi bir hastalık çektiğini göremiyoruz; hafızası da dillere destan idi, görme bozukluğundan şikâyeti yoktu. Onun hayatında tek bir fobi, korku gösterilemez! Sürekli olarak kendisine musallat olan ve hayatını normal düzeni içerisinde yaşamasına ve diğer insanlarla sağlıklı ilişkiler kurmasına engel olan, tek bir fikir gösterilemez. Bu sinirsel hastalıklara maruz kalsaydı, doğal tepkisi bir çare arama şeklinde olurdu. Yirmi üç senede Resulullah sayısız eziyetlere, komplolara ve değişik inanç sahiplerinin savaş ve mücadelelerine hedef olmuştur: Hahamlar, papazlar, keşişler, komutanlar, servet sahibi tüccarlar, kabile reisleri ve hükümdarlar önce kendisine savaş açmış sonrada ona iman etmişlerdir. Dostları, ashabı her ve  durumda kendisini gören, hiçbir sırrı kendilerine gizli kalmayan insanlardı, onlar kör müydüler, onun hasta olduğunu fark etmediler mi?” (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 355, 357) Jules Barthélemy-Saint Hilaire tarafından yazılan ‘Muhammed ve Kur’an’ adlı kitabın 99-101. Sayfalarında bu konuda şöyle denmektedir: “Muhammed’in bu garip hali, sırf fizyolojik ve hastalık sebepleri ile açıklanmak edilmek istendi. Güya çocukluktan beri maruz bulunduğu sara nöbetlerinden bahsedildi. Muhammed’in histerik olduğuna inanan Sprenger onu Sudenberg ile kıyaslar. Fakat Sudenberg ancak hiçbir şey tesis etmemiş garip bir insan idi. Onda dine benzeyen bir şey yoktur. ‘Ben Muhammed’in histeri veya sara olmadığını itiraf ederim.’ Şüphesiz O’nda başka bir şey vardı, o ne yalancı, ne de bilinç bozukluğu olan biri değildir.”

Hallucination iddiası

Gerçekte bulunmayanı algılama hastalığıdır. Algı hastalığı üçe ayrılır: Var olanın yanlış algılaması (illusion). Paranoyaklık, alkol çıldırmaları görülen ve seslerin küfür gibi algılandığı, nesnelerin yılan gibi görüldüğü hastalık ise hallucinose hastalığıdır. Hallucinationda ise ortada bir şey yoktur. Aslı olmayan şeyleri görme, duyma, hissetme hastalığıdır. Özellikle alkol çıldırılarında baş gösterir. Afyon veya esrar kullanımında hasta bazı sesler duyar. Uzun süreli esrar kullanımında koku kaybı da gözükür.  Özellikle alkol ve kokainmanlarda dokunma hallucinationlara rastlanır. Deride yanma, acı hissedilir. (Hançerlioğlu, s. 322-323) İddiaya cevaplar: “Birincisi: Bir hastalığın teşhisi muayene edilmesine bağlıdır. Tahlil yapılır incelemeler, kontroller ve takipler sonunda teşhis konur. Kulaktan dolma bilgilerle, hastalık teşhisi konmaya kalkışmak gerçekçi olmaz. Hele 14 asır önceki birçok bilgi tahrif edilip, bozularak bir teşhiste bulunma gayretine girilmesi, bilimin ve tıbbın kurallarına aykırıdır. İkincisi: Birbiriyle sürekli savaşan Arapları, önce birbirine kardeş yapıp, putperestliği ve çirkin adetleri ortadan kaldıran, birçok savaşlara kumandanlık eden, din ve dünya işleri ile ilgili kurallar koyan, barbarlığı medeniyete dönüştüren, insanlara kıyamet gününe kadar bir yol gösteren birisi hasta ve vehimli bir adam olamaz. Üçüncüsü:  ‘Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirseydik, o dağı paramparça olmuş görürdün.’ (Haşr, 21-22); ‘Biz senin üzerine ağır olan sözü, Kur’an’ı indireceğiz.’ (Müzemmil, 5) ayetlerinin işaret ettiği gibi; vahiy almak zor bir görevdir! Dördüncüsü: Vefat hastalığından başka bir hastalık geçilmediği, tarih kitaplarında olan, alkol-uyuşturucu kullanmak şöyle dursun, Hz Muhammed’in bunları yasakladığını herkese bilir. İslam düşmanı Renan bile itiraf etmek zorunda kalmıştır: “Hiç kimse onun kadar sağlam bir kafa ve düşünce yapısına sahip olmamıştır.” (E. Renan,  Mahomet et les origines de L’Islamisme, s. 1080) Beşinci:  Hallucination, gerçekten bulunmayana görme hastalığıdır. Peygamberimiz Cebrail’de dahil  birçok meleği görmüştür. Bütün peygamberlerde aynı gerçeği dile getirmiştir. Böyle bir hastalık iddiası o insanların peygamberleri içinde söz konusu olmuyor da, neden dost ve düşmanın ittifakıyla son derece zeki (Fetanet), dürüst (Emin) ve sağlıklı olan Hz Muhammed için söz konusu ediliyor? Bunu dini taassuptan başka bir şey ile izah etmek mümkün müdür? Altıncısı: Hz Peygamber kendisine ilk vahiy geldiğinde, görüp duyduğunu hemen doğrulamadı. Aksine gördüğünün vehim olabileceğini düşündü, araştırdı, zamanla kesin kanaate vardı. Yedincisi: Peygamberimizin istediği halde vahiy gelmediği durumlar pek çoktur. Peygamberimizin kendi içtihadıyla fetva verip, daha sonra, söylediğinden farklı bir çözümle vahiy geldiğini görüyoruz. Bu da kesin olarak ifade ediyor ki, Hazreti Muhammed bu görevine farkında olmaksızın da olsa bir katkıda bulunmamıştır! Kur’an hazreti peygamber herhangi bir konu üzerinde yoğunlaştığı sırada inmiyor, çoğu zaman beklenmedik bir biçimde, Hz Peygamberin karşısına çıkan değişik problemleri ele almak, çözüme kavuşturmak amacıyla iniyordu. Sekizincisi: Vahiy tek bir biçimde inmemiştir. Bu da birçok hastalık iddiasını boşa çıkarır. Dokuzuncusu: Zeyd bin Sabit’in vahiy esnasında dizilerinin ağırlığını hissetmesi, deve üzerinde iken inen vahyin, devenin çökmesine sebep olması, sahabenin vahiy esnasında arı vızıltısına benzeyen ses duyması, tüm bunlar vehim, hayal değildir. Aksine bir realite olarak, başka insanlar tarafından da hissedilen gerçeklerdir. Onuncusu:  Kur’an’da birçok gaybî haber, bilimsel tespitler vardır. Bunları hallucination ile izah etmek mümkün değildir. On birincisi: Hallucination; yaratan, tek ilah inancı, hayatın bir amacı olduğu fikri, insanın mesuliyeti prensiplerini içeren bir dini açıklamaya yeterli olabilir mi? On ikincisi: Acaba bütün Arap Yarımadası’nda hallucinationa bir tek Hazreti Muhammed mi yakalandı ki, bu Araplara çok yeni ve orijinal olarak geldi de, ona inanıp iman ettiler? Bu hastalığa tutulan başka hiç kimse, böyle bir sistem kuramadı. Bunu yalnızca Muhammed mi başardı? On üçüncü:  Müşriklerin iddiaları birbirini yalanlayan, çürüten, çok farklı iddialardan oluşur. Hz Muhammed’e yönelttikleri ithamlarda kararsızlıklar: Ona, ‘sihirbaz, şair, mecnun’ dediler, ne bir ithamda karar kılabildiler, ne dediklerinden birisini ispat edebildiler. Sonunda tüm bu ithamlardan dönüp, Müslüman oldular. Böylece kendi kendilerini de yalanlamış oldular!” (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 359-364)

Bilinçaltındaki arzularının dışa yansıdığı iddiası

Oryantalistler vahiy kaynağı olarak gizli arzulardan ve şuur altındaki isteklerden söz ediyorlar. Onlara göre Kur’an, gizli arzularını tatmin  ve ruhen büyük sıkıntı çektiği bu ağırlıkları hafifletmek üzere kasıtsız ve şuursuz bir biçimde Hz Muhammed’den kaynaklanmıştır. Hâlbuki vahiy çoğu zaman, Hazreti peygamberin arzularına açık ve hiçbir taviz ve hafifletme göstermeden, güçlü bir biçimde karşı koymuştur: Amcası Ebu Talib’i seviyordu, onun Müslüman olarak can vermesini çok temenni ediyordu. Öyle olduğu halde, neden amcasının kelime-i şahadet getirdiğini belirten bir vahiy vehmetmedi? Aksine vahiy, Allah’tan bağışlama bile dilemesine izin vermemişti. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 365)  Zeynep Binti Cahş ile evliliği konusunda ayet “Sen insanlardan korkuyorsun. Oysa Allah kendisinden korkulmaya daha lâyıktır.” (Ahzap, 37) şeklinde iner. Hz Ayşe, ‘Eğer Hz Peygamber vahiyden bir şey gizlemiş olsaydı, bunu gizlerdi.’ demiştir. (Buhari, Tevhid, 22 ; Müslim, İman, 288) Hz Hamza şehit edilmişti Uhud Savaşı’nda.  Ciğerleri dişlenmiş, burnu, kulakları kesilmişti. Ebu Süfyan, cansız yerde yatan Hazreti Hamza’nın vücuduna mızrağı ile vurmuş, ‘Tat bakalım akrabalarına isyan etmenin cezasın.’ demişti. Öfke, üzüntü ve hasreti doruğa yükselen Hz Peygamber, ‘Allah Kureyş’e karşı kendisine bir yerde zafer nasip ederse, onlardan 30 adamı aynı şekilde ‘müsle’ yapacağına.’ yemin etmişti.  Müslümanlarda ant içmişti. Ama nasıl vahiy indi? ‘Ceza verilecekse yapılanın misliyle ceza verilmesini, bununla birlikte sabır ettikleri takdirde bunun kendileri için daha hayırlı olacağını belirten bir ayet (Nahl, 126- 127) iner. Hz Peygamber de sabrı tercih ederek, savaşta öldürülenlerin organların kesilmesini yasaklar. (İbni Hişam, II/96) Bu çirkin işi gerçekleştiren Hint ve Ebu Süfyan daha sonra ele geçirilmiş ama bunların öldürülmesi gibi bir olay vuku bulmamıştır. Vahşi de Müslüman olmuş ve peygamberimiz Müslümanlığını kabul etmişti, sadece fazla gözüne görünmemesini istemiştir. (İbni Hişam, II/72) Görüldüğü gibi aradan geçen onca yıla rağmen Hazreti Hamza’nın hatırası ve ölüm acısı Peygamberimizin ruhumda bütün tazeliği ile duruyordu, ama ne intikam almasına, ne de almamasına ilişkin herhangi bir vahiy gelmiyor. Bu mu bilinçaltındaki arzuların tefsiri? (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 367) Peygamberimiz, Allah’ın annesi için  bağışlanma dilemesine müsaade etmediğini belirtmiştir. Peygamberimiz, en azından konuşmayıp, gizlenmesinde bir sakınca olmayan bu gibi özel işlerini bile doğru olarak ifade eder, herkese açıklardı. Bu bile onun peygamberliğinin doğruluğuna delil teşkil etmez mi? (Şevkani, Neylül-Evtar, 4/109) Vahiy, Hz Muhammed’in gizli arzularını bir yansıması olsaydı, annesinin ahiret hayatında güllük gülistanlık akıbetini canlandıran bir tablo ortaya koyamaz mıydı? “Sırf Rabbimiz Allah’tır, dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarın” çıkarıldıkları gün el konulan ev ve barklarını müşriklerden geri almalarına ilişkin bir vahiy neden inmedi? (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 368)  Oğlu İbrahim vefat ettiği gün neden, bütün kâinatın da bu üzüntüye ortak olduğuna dair bir ayet inmedi? Oysa O gün güneşte tutulmuştu,  herkeste İbrahim öldüğü için bu olayın olduğuna inanmıştı. Ama Peygamberimizin cevabı ne oldu? ” Güneşin ve ayın, hiç kimsenin ne doğumu ve de ölümünden dolayı tutulmayacağını.” (Buhari, Küsuf,1; Müslim, Küsuf, 6; Ebu Davud, istiska, 3; Nesai, Küsuf, 6; İbni Mace; ikame 152; Lord John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur’an’ı Kerim; Hazreti Muhammed (sav)’den Özür Diliyorum, s. 33) ilan etmek olmuştur. Bununla da bitmiyor, aksine birçok ayet (Nur, 6-9; Mücadele 1; Enfal 67; Tevbe, 80; Hakka, 44; İsra, 74) Peygamber’in yaptığı bazı davranışların yanlış olduğunu ifade etmiştir. Rodinson bile onun huzurlu, dengeli, güvenli ve çevresindeki insanların takdirini kazanmış olduğunu itiraf etmekte ve onu ruhi ve sinirsel hastalıklarla itham edenlerin görüşünü reddetmektedir. (Mahomet, s. 49-53)

Eksik bir mistik makamın ürünü olduğu iddiası

Maxime Rodinson’a göre Hz Muhammed zahidine birtakım eğitimlere sahiptir. Her türlü zevkleri reddeden ve uzun uzun namaz ve ibadetler yolunu tutan bu hayat sebebiyle, duyulan sesler eşliğinde kendisine keşif görünmeye başlar. Muhammed bir mistiğin oluşmasına tam elverişli bir mizaca sahipti. -Başka oryantalistler de onu, tam aksine şehvetperest olarak ilan ederler!- Mistikler, Teopatik hal durumuna geçince tanrı ile kendisini bir hisseder. Robinson, Muhammed’in bu hale hiç geçmediğini söyler. “O, Tanrı’dan daima ayrı görecektir kendini” der. (Rodinson, Mahomet, s. 105-107) Kendisi Marksist olup hiçbir ruhi ve manevi güce inanmayan Rodinson’un, tamamen manevi, ruhi ve ilahi hakikatler üzerine bina edilebilecek böyle bir tespite nasıl vardığını insan merak etmiyor değil? Hz Muhammed ile aynı şartlara sahip yüz binlerce insan hayat sahnesine ayak basmış ve ömür müddetini tamamladıktan sonra bu dünyadan çekilmiştir. Acaba neden onlardan biri Kur’an gibi bir eser ortaya okuyamamış, İslam gibi bir sistem tesis edememiştir. Ayrıca Rodinson’un iddiasının aksine, İslam mutasavvıfları Hz Muhammed’i örnek almışlardı,  ruhbanlık ise İslamiyet’te reddedilmiştir. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 375-376) Thomas Carlyle, Hz Muhammed hakkındaki şehvetperestlik iddialarına şiddetle karşı çıkar. Hz Muhammed’i zevk düşkünü olarak görmenin büyük hata olacağı söyler. (Thomas Carlyle, kahramanlar, s. 77-78) Carlyle, “Muhammed zevk düşkünü bir insan değildi” der ve ekler: “Sade bir ev hayatı vardı, herkesin önünde hırkasını yamardı.”  (Carlyle, Kahramanlar, s. 64) Ayrıca Carlyle, Hz. Muhammed’in “Dünya nimetlerinden yararlanmak” için peygamberlik ilan ettiği görüşünü reddeder. (Carlyle, Kahramanlar, s. 49)

Hira Mağarasında Gördüklerinin bazı olaylar karşısında duyduğu şiddetli üzüntü, korku sonucu meydana geldiği iddiası

Oryantalist Bouquet, Hz Muhammed’in Hira Mağarasında gördüğünün hayalden ibaret olduğunu belirtir. Bunu da iki erkek çocuğunun ölümünden dolayı duyduğu şiddeti üzüntüye bağlar. (Comparative Religion, s. 266)  Ledit ise, bunu oğlunun ölümüne, hanımının yaşlılığına, dağ başında içinde bulunduğu yalnızlığa ve cinlerden olan korkusuna dayandırır. ( J. Charles Ledit, Mahomet, s. 110) Rodinson ise, Hz Muhammed’in zenginlerden intikam almak istediğini iddia eder. (Rodinson, s. 78, 109) Hz Hatice vefat ettikten sonra Hz. Ayşe’ye, ‘Allah’ın kendisine Hazreti Hatice’den daha hayırlı bir eş vermediğine yemin ederek ve hiçbir hanımın kendisiyle yarışamayacağı  faziletlerini’ sayarak, Hz Hatice’nin büyüklüğünü, yıllar sonra bile unutmadığını göstermiştir. (Buhari, nikah, 108; Müslim, fedail sahabe, 74; Tirmizi, Birr, 70; İbni Mace, nikah, 56; Ahmet, Müsned, VI/115) Peygamberimiz güçlenip, düşmanlarına boyun eğdirdiğinde, aşağılık kompleksi taşıyan küçük ruhlu insanlar gibi, zenginlerin mallarını ellerinden almamıştır. O, zengin ile fakiri eşit tutmuştur, yeter ki Mümin olsunlar. Irving, “Ne gibi bir şerefin arkasından koşabilirdi ki? Üstün aklı ve nezihliği ile kavmi arasında sosyal mevkii zaten yüksekti. Üstelik ünlü Kureyş kabilelerinin en asil koluna mensuptu. Mekke’de Kabe hizmetçiliği ve reislik ailesinin elinde bulunuyordu.” (W. Irving, Mahomet and His Successors, s. 195) der. Peygamberimiz kız ve erkek çocuk ayrımı yapmamıştır. Peygamberimizin erkek çocuğu vefat edince, Mekkeli müşrikler kendisiyle alay etmişlerdir ama bu Hz Muhammed’in yeni bir din getirmesinden sonra olmuştur, yoksa daha önce Mekkeli müşrikler kendisine saygı gösteriliyordu. Yani Peygamber olmadan önce alay ile muhatap olmamış, peygamberliğinden sonra, bu yeni getirdiği din sebebi ile eleştirilmiş , bu arada çocuklarının vefatından dolayı alaya alınmıştır.  Uzletten, cinlerden korkan birisi, neden her sene peş peşe, hem de gecelerce, bu yalnızlığı tercih etsin?  23 sene boyunca kendisine vahiy gelmeye devam edişini nasıl açıklayabiliriz? Bu zaman zarfında, büyük çoğunlukta arkadaşların arasında ve gündüzün ortasında vahiy olayı gerçekleşir. Ortada ne ifritlerin korkusu ve ne de gecenin uykusuzluk krizleri söz konusuydu. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 379-380)

Kur’an muhtevasının, içeriğinin kaynağına delaleti

İhmal edilmemesi, gereken bir konu da Kuran’ın içeriğine bakarak kaynağına işaret ve deliller bulmaktır. Söz söyleyenin aynasıdır, kişinin söz ve yazılarında onun tabiatı açıkça görünür. Kur’an okuyucusunun ilk anda fark edeceği, açık bir ilahi heybet, azamet ve sayfalarda konuşan, emreden, yasaklayan, teşvik eden, teselli de bulunan ve yol gösteren yüce bir zat’ın bulunduğudur. Ayrıca onda geçmiş, gelecekle ilgili gaybî haberler bulunur. Bir takım bilimsel gerçekler Kur’an’da yer alır. Kuran’da ilahi bir otorite ve azametin açıkça göze çarpar. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 383) Okuma yazması olmayan bir çobanın, yıllarca bir profesör gibi konuşup, onun ilgi alanına giren konularda ahkâm kesmesi, buna karşılık açık vermemesi mümkün müdür? Bir insanın – haşa- 23 sene gibi uzun bir zaman,  hatta aradan geçen 1400 küsur sene boyunca Allah adına konuşması, buna milyarlarca insanı inandırması mümkün müdür? Allah’ın sanatını ne kadar mükemmel, güzel, üstünse Allah’ın kelamı da, insanların kelamından o derece daha üstün, harikadır. Çünkü kelam, kuvvet ve üstünlüğünü mütekellimden-konuşanından alır. Kur’an’ın satırları arasında uluhiyetin ceberrut, kibriya ve azametini güneş gibi parıldadığını görürüz. (Örnekler,  s. 384 386: Hud, 44; Fussilat, 11;Yasin, 82; Bakara ,34; Kaf, 6-11; Meryem, 68-72; Taha, 13-16; Müminun, 64-67; İsra, 71-75;Enam, 94; Nahl, 45-50 vd.) Ayetlerde açıkça, ilahi soluk hissedilir. Yalancı sahtekarların düşmanları karşısında, gönüllerini teselli edecek birisine ihtiyaç olduğunu itiraf etmeleri mümkün değildir, zira bu bir zaaftır. Kur’an bununla doludur! İsra, 71-75; Furkan, 32 gibi. Hz Muhammed çok önceden tedbirini alıp Kur’an’a bir ayet yerleştirerek, dilediğini yapmada serbest bırakıldığını ileri sürebilirdi. Kur’an ne diyor?  ‘Sakın şüphe edenlerden olma.’ ( Bakara, 147) Hz Muhammed kendisine inen vahiyden şüphelenmekten, kendi kendisini sakındırmayı düşünmesi mümkün müdür? (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 387-388) Sahtekâr bir insanın en son başvuracağı, bir itiraftır! İnsanın yazdıkları da beşeri bir karakter vardır. Peygamberimize zulüm yapıldı, öldürmeyi planladılar, büyük yalnızlıklar, yoksulluklar çekti, sefalet içinde yaşadı, üst üste savaşlara katıldı, amcası şehit edildi… Acaba Ebu Talib’in hesapsız olarak cennete girdiğini bildiren bir vahiy uydurarak herkese ilan etmekten onu alıkoyan neydi? Peygamberin kişisel arzu ve duyguları başka Kur’an ise başkadır. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 390) Hz Hatice’nin dünyadan Göçtüğü yıl, üzüntü yılı ilan edilir Hz Peygamber onun vefatından sonra sürekli olarak onu hayırla anmıştır. Hz Ayşe onun anılmasından kıskançlık bile duyardı. Kur’an’da bu sevginin akisleri nerede? Halbuki Hz Meryem Kur’an’da birçok yerde anılıyor, firavunun karısından bile söz ediliyor! Hz Hamza’da çok trajik bir şekilde öldürülmüştür. Hz İbrahim; oğlu vefat etmiş, cenazede yürümekte zorlanmış, gözlerinden yaşlar akmıştır, fakat Kur’an-ı kerime bakın, bağrı yanık bir babanın içini dökebilecek bir tek kelime olsun, konuya dair bir şey göremezsiniz! Onun sevinçlerinin de izlerine rastlayamazsınız, ne zafer karşısında beşeri coşku, ne de yenilgi karşısında insan üzüntüden asla eser görülmez Kur’an’da. Bedir Savaşı kazanılmıştır, Ali İmran suresi 123. ve 127. ayetlerde zaferin sevincinden hiç bir şey görülmez. Ayetler Allah’ın Müslümanlara olan nimetini ve onlar güçsüzken yardım ettiğini atlatmaktan başka bir şey söylemez, ‘savaşta onları siz öldürmediniz fakat Allah öldürdü.’ denir. Uhud Savaşı’nda bozgunun sorumluluğundan sıyrılmak için herhangi bir tartışma veya çekişme görülmez Kur’an’da. Okçulara, ‘netice ne olursa olsun yerlerinden ayrılmamaları’ emredildiği halde, sonucunda acı bir bozguna meydan veren yerlerini terk etme olayı gerçekleşmiştir. Kur’an bu olayı bakın nasıl ele alır: ‘ Şu halde onları affet, bağışlanmaları için dua et, iş hakkında onlara danış.’ Eğer bu Kur’an Hz Muhammed’den olsaydı, bu durumu fırsat bilir, muhaliflerine çok acımasız bir biçimde yüklenir ve istişareyi zorbalığa dönüştürebilir. Fakat Kur’an, alemlerin Rabbinden geldiği için, ona daha fazla istişare emrediliyor. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 394 ) ‘Gaybın anahtarı Allah’ın katındadır.’ (En’am, 59) Kur’an’da geçmiş peygamberlerle ilgili birçok gaybi ( görülmeyen alem; geçmiş-gelecekle ilgili) haberler, kıssalar bulunmaktadır. Nuh peygambere ait haberler için şöyle buyrulur: ‘Daha önce ne sen bunu biliyordun ve ne de kavmin.’ (Hud, 49) Musa peygamber ile ilgili de: ‘Hayır sen Ey Muhammed! Mukaddes vadinin batı tarafında değildin, o hadiseyi görenlerden de değildin.’  (Kasas, 44) Hz Meryem kıssası için, ‘Sen onların yanında değildin.’ (Ali İmran, 44) … Medine’ye hicretten sonra Yahudi ve Hıristiyanlarla karşı karşıya geldi. Onlar soru sorarak ve aldıkları cevaplar karşısında İslamiyet’e girdiler veya Necran Hıristiyanları gibileri de cizye verdiler. Kur’an-ı kerim, Hazreti Adem’den Saadet Asrına- peygamberimiz zamanına- kadar birçok haber vermiş, gelmiş geçmiş peygamberlerin durumlarını haber etmiştir. İncil ve Tevrat’la ittifak ettikleri noktalarda onları tasdik, onay; ihtilaf ettikleri konularda düzeltme yapmış ve gerçeği ortaya koymuştur. Kur’an hakimlik rolünü üstlenmiştir.  (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 397) Kur’an geçmişe ait haberleri görürcesine, canlı bir şekilde tasvir eder; maksat, amaç, gaye okuyana bildirilir! Kur’an melekler, cinler, cennet, cehennem gibi konularda da haber verir, peygamberin bunu görmesine imkân yoktur. Normal bilgi edinme vasıtaları aracılığı ile öğrenemediğimiz bu konularda, ancak vahiy sayesinde aydınlanabiliyoruz. Kur’an münafıkların gizli amaçlarla kurduğu, Mescidi Dırar’ın gerçek yüzü hakkında peygamberimize bilgi vermiştir. (Tevbe 107-108) Kur’an gelecekle ilgilide haberler vermiştir. Haber verilen durumlar da aynen gerçekleşmiştir.  Mesela, Bizanslılar ile İranlılar arasındaki savaş  (Rum, 3-5) gibi. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 399)  Oryantalist Safary yaptığı Kur’an tercümesinde, “Rum ve İran imparatorluklarının durumunu iyi bilen herhangi bir insan, dikkat ettiği takdirde böyle bir sonucu tahmin edebilirdi.” ( M. savary, Le Coran, s. 365) demektedir.nEğer hal böyle iken, neden Resulullah bunu bildi de, Hazreti Ebu Bekir ile yüz deve üzerine bahsine giren kavmi bilemedi? Savaşın dokuz seneyi geçmeyecek bir süre içerisinde meydana geleceğini, henüz yeni savaştan yenik çıkmış bir tarafın zaferi ile sonuçlanacağını  haber vermesi ve bunun gerçekleşmesi bir mucizedir. Bu haber gerçek olarak ortaya çıkmasaydı, İslam’ın geleceği üzerinde en büyük tahribatı oluştururdu. Ebu Leheb’in ve eşinin cehennemlik olacağı Kuran’da bildirilmiştir (Tebbet, 1-5) ve onlar imansız olarak ölmüşlerdir.  Maide, 67. Ayet “Allah seni insanlardan koruyacaktır.” Şeklinde indiğinde Peygamberimiz nöbetçilere, ‘ Gidin, Allah beni koruyacak.’ der -Teslimiyet ve imandaki derinliğe bakın! – ve Allah o’nu birçok düşmanından, etrafında koruma olmadığı halde korur da! (Beydavi, tefsir, nüzül sebebi, s. 401) Ehli Kitap’ın birçok yanlışını Hz Peygamber düzeltmiştir, ‘yanlışlarını düzelttiği insanlardan bilgi öğrenmesi makul, akli değildir.’ Ehli kitaptan birçok âlim Müslüman olmuş, müşriklerde çok geçmeden İslam’a canla başla teslim olmuşlardır. Müslümanların daha Mekke’de iken müşriklere galip gelecekleri, İslam dininin diğer bütün dinlere galip geleceği bildirilmiştir, hepsi aynen gerçekleşmiştir! Kur’an’da birçok bilimsel ayetler de vardır. Tarih, coğrafya, biyoloji, tıp, fizyoloji, kimya, fizik, astronomi…  Doktor Maurice Bucaille, La Bible, le Coran et la science isimli kitabı bu konudaki örneklerle doludur. Üç ilahi-Semavi kitabı incelenmiş, içerikleri modern bilimin verileriyle karşılaştırılmış ve ‘Kur’an’ın modern dönemde ilmi bakımdan tenkit edilebilecek bir taraf ihtiva etmediğine, içermediğine kesin olarak kabule mecbur kaldım.’ sözünü yazar söylemiştir. (Bucaille, s. 13) Bu konularda ‘Kur’an ve bilim’ ve ‘Oryantalistler ve Hz Muhammed’ adlı yazılarımıza bakılabilir.

Sonuç

Oryantalistlerce ileri sürülen iddialar birtakım dini, siyasi, ideolojik ve sosyal kaygıların ürünüdür. Hazreti Muhammed halk arasında doğruluk ve güvenilirlik ile ün salmış, engin tevazu sahibi, yakın akrabaları, sahabeleri kendisine içtenlikle bağlı olan, her şeyini dini uğruna feda eden, Allah’tan emir aldığını anlar anlamaz her türlü tehlikeyi hatta ölümü göze alan,  hak bildiğini haykıran, sade ama Yüce âlemler ile bağlantılı olan, kararlı tavizsiz bir şahsiyettir. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 422)  İlk vahiy karşısındaki telaşı, tepkisi, onun peygamber olma, bir kitap ortaya koymak konusunda önceden bir düşüncesinin bulunmadığını gösterir. İnen ayetleri hızlı hızlı tekrar ederek ezberlemeye çalışması, onun yapaylıktan tamamen uzak olduğunu, samimiyetini gösterir. En çok ihtiyaç duyduğu anlarda uzun süre vahiy gelmemesi, pek çok kez vahyin kendi arzusuna aykırı olarak inmesi, bazen kendisini ayetlerin tenkit etmesi ve bunun gerek kendi hayatı boyunca, gerekse ondan sonra yüzyıllarca dillerde tekrar ettirmesi de onun samimiyetinin delili,  açık bir göstergesidir. Tarihte, kendisine ait çok kıymetli bir eseri başkasına mal eden kimse yoktur. Peygamberimizin Kur’an’a olan saygı ve bağlılığı, onu ezberleme ve korumaya gösterdiği titizliğe ve bunu kendi sözlerine; hadislerine göstermemesi; Kur’an’ın başka bir kaynaktan geldiğini gösterir.  Hz. Muhammed’in, Allah’a isnat ve iftirada bulunması imkânsızdır. O,  Allah’a son derece bağlı, ondan son derece korkan, emirlerine karşı gelmekten sonsuz derecede çekilen, onu razı etmek için ibadete son derece düşkün, ona sonsuz bir güven ve tevekkül ile bağlı olan birisidir. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s. 423) Hazreti Muhammed’in muhaliflerinin kararsız ve tutarsızlıkları, çelişkileri, zamanla pek çoğunun iddialarından vazgeçerek Müslüman olmalarına neden olmuştur. Bu onun peygamberliğinin delilidir. Mekke ve Medine dönemi farklı olduğu iddiası ortaya atılmış, Mekke’de Yahudi ve Hıristiyanlardan, Medine’de Yahudilerden, ticari yolculuklardan, şairlerden ve halk fikirlerinden, cahiliye inanç ve adetlerinden, sabiilerden, Hazreti Ömer’den;  iç kaynaklar olarak, kendi şahsi düşüncelerinden, Arapları hurafelerden arındırma rolünü ifa etme gayesinden, şahsi veya toplumsal amaçlarından, dünya malına düşkünlüğünden, liderlik hırsı, cinsel arzuları, toplumu ıslah etme arzusu, zahidâne bir yaşantı yaşayıp zaruri ihtiyaçlarını dışındaki başka şeyleri muhtaçlara dağıtmasından, mecnun olduğu veya sara hastası, histeri, nevrasteni olduğundan… Tüm bunların sonucu, Kur’an’ın Muhammed tarafından yazıldığı iddiaları ortaya atıldı. Hâlbuki Kur’anı Kerim, gerek içerik, gerekse üslup bakımından, insani ölçü ve değerlerden uzaktır. Zaman üstü, ölçü ve değerleri yansıtır. Kur’an, ilahi ilmin projektörüyle geçmiş ve geleceğe nüfus ettiğini gösteren mutlak bir güvenle söz söyler. Kur’an geçmiş ve gelecek gaybi bilgileri ve bilimsel ayetleri ihtiva eder. Kur’an inananlarının da düşmanlarının da cazibe merkezi haline gelmiş ilahi bir kitaptır. İnsanın his, beden ve akıl dengesini sonsuz denecek derecede bir hassasiyetle koruyarak hükümlerini ortaya koymuş, emirlerini sunmuş ve hükümlerini ortaya koymuş ve uygulanmıştır. Yirmi üç sene gibi uzun bir zaman zarfında, çok değişik vesilelerle, zaman ve ortam bakımından birbirinden çok uzak şekilde indiği halde ayetler, yan yana konulduğu zaman, akıcılığından, insicamından,  hiçbir şey yitirmemiştir. Aynı anda hem komutan, hem hâkim, hem hem din adamı, hem yönetici, hem aile reisi olan bir şahsın, bütün bu vesilelerle 23 sene gibi uzun bir zaman da çok değişik halet-i ruhiyelerde sarf ettiği sözlerinin, bir kitap bütünlüğü içinde bir araya getirildiğinde meydana gelecek karışıklığı göz önünde bulundurduğumuzda, Kur’an’ın beşer sözü olamayacağı gerçeği bir kez daha açıkça ortaya çıkacaktır. (A.  Hatip, İddialara cevaplar, s.  429-430)

 

Soru- cevaplar                              

Soru: Selamun aleyküm. Geçenlerde üniversitemizde (Münster Üniversitesi) sürekli pohpohlanan çağdaş tarihselcilerden birinin (Angelika Neuwirth)in Abraham Geiger’dan bahsederek Kur’an-ı Kerimdeki Yahudilikten esinlenmelere birtakım örnekler verdi. Orada Bakara suresinin 93. Ayetini diline doladı. Hz. Peygamber aleyhisselamın İncil’den sözüm ona yanlış bir nakil yaptığından bahsediyordu. ‘İşittik ve isyan ettik’ tabirinin yanlış bir nakil olduğundan dem vuruyordu. Maalesef bu tarz görüşler üniversitemizde „ilahiyat“ bölümlerinde son derece revaçta. Bu tarz iddialara ve hususen burada zikrettiğim iddiaya nasil cevap verebiliriz? Üniversitede bulunduğumuz icin bu tarz tartışmalardan, ilmi mücadele alanlarından kaçınmamız bir yerde imkansız oluyor. „Bu türden oryantalist iddialara verilmiş ilmi cevaplar mutlaka vardır“ diyerek bir süredir bu soru işaretini yanımda taşıyorum, fakat o cevaplara ulaşamadım henüz. Bu tarz iddiaları ele alan, cevaplar öneren eserler var midir? Hangileridir? Özellikle bu alanla ilgili sizden destek diliyorum, lütfen bu konuda yardımcı olun. Allah’a emanet olun, sağlıcakla kalın sevgili hocam.

Cevaben: A. Selam. Halil Kardeşim, Yahudiler, ‘Kur’an Tevrat’tan alıntıdır’ der, Hıristiyanlar İncil’den. Bazısı Mekke kültürünün devamıdır der, bazısı ortaya karışık; hepsinin toplamıdır iddiasında. Detay için, ‘İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru’ adlı yazıya bakılabilir. Yahudi birinin,’ Kur’an Yahudi kaynaklıdır’ iddiası yeni değildir ve bu iddia, onun açısından, gayette doğaldır! Cevaba ise, öncelikle; ‘İslam tüm dinlerin özüdür’ adlı yazımızla başlanabilir! Gelelim Yahudilere: Allah (cc), Yahudilerden birçok söz almıştır: En başta, ‘Allah’a kulluk edip O’na ortak koşmayacaklarına, doğru olduklarına ilişkin kanıtlar getiren peygamberlere iman edeceklerine, Allah’ın hükümlerine ve kanunlarına boyun eğeceklerine’ (Bakara, 83-84; Menar, I/290), ayrıca, Tevrat’a sımsıkı sarılacaklarına (Bakara, 63), namazı kılacaklarına, zekâtı vereceklerine, peygamberlere inanacaklarına, muhtaçlara Allah rızası için borç vereceklerine (Mâide, 12), kendilerine indirilen kitabı gizlemeyip insanlara okuyacaklarına (Al-i İmrân, 187) vd. Ama onlar sözle ‘İteat ettik’ deselerde, fiilleri ile ‘İsyan’ etmişler (Bakara 61; Al-i İmran 112; Nisâ 46; Maide, 78) bunun üzerine onlara ahlakî içeriğe sahip İncil gönderilmiştir. Ama ona bile sahip çıkamamış ve sapıtmışlardır. (Fatiha, 7) Kur’an’ın İsrailoğullarına bakışı için, “Kur’an’da çelişki yoktur” adlı yazımızdaki, ‘İsrailliler üstün müdür?’ adlı başlığa bakılabilir. Bu oryantalist iddialara, ‘Kur’an’ın kaynağı nedir?’ adlı yazımızdan ulaşabilirsiniz. Tavsiye kaynak olarak eser adı verebilir miyim? Prof. Dr. Abdülaziz Hatip hocanın, “Kur’an ve Hz. Peygamber Aleyhindeki İddialara Cevaplar” adlı eseri müthiş ama yeni baskısı yok. Belki internetten bulabilirsin. İbrahim Sarıçam’ın,” İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru” adlı eseri de çok güzeldir. Ayrıca, rahmetli Mustafa Asım Köksal’ın İslam tarihi adlı eserinde hem özel bir cilt hem de hemen her ciltte oryantalist iddialara cevaplar vardır. Açıkçası, haddimizi aşmak gibi olmasın ama, bulduğumuz hemen tüm eserleri okuduk ve siteye, en azından özetini, ekledik! Faydalı olduk ümidi ve selam ve dua ile. Dualarınızda unutmayınız!

Soru: Canım kardeşim bu yazıyı da cevaplayabilir misim? http://www.td—.com/index.php/kose-yazarlarimiz/ari—/59-tevrat (Musa peygamberle ilgili Kur’an’dan ayetler ve yorumları )

Cevap: Sayın Çelen, öncelikle bu yazıyı yazan kişi hakkında bir iki cümle etmek gerekmektedir. Emekli olana dek inanmadığı değerleri sırf para kazanma amacı ile insanlara inanıyor gibi gösterip, insanları kandırmış, emekli olunca da gerçek yüzünü gösterip İslam aleyhine görüşlerini tek tek ortaya koymaya başlamıştır. Yazı kadar yazanın kimliği de önem arz etmektedir. Bunun altını çizdikten sonra gelelim yazısına: İddiası: “Kur’an’da anlatıldığına göre (tabii ki Tevrat da farklı anlatmıyor) Musa ve etrafında toplananlar Mısır’dan ayrılıp Sina’ya gelince Musa uzakta bir ateş/ışık görüyor ve ailesine “Bekleyin! Gözüme bir ateş ilişti. Olabilir ki ondan size bir kor parçası getiririm yahut onun üzerinde bir kılavuz bulurum” diyor.” Bir kere daha ilk cümlede mantık hatası başlıyor. Kur’an ile Tevrat’ın “tabii ki” farklı olamayacağı ifade ediliyor. Hâlbuki sitemizde Tevrat-İncil ve Kur’an arasındaki farklar ele alınmış (Mesela Oryantalist Leone Caetani’nin İslam Tarihi’ne reddiye, Kur’an’ın Kaynağı Nedir ve Hıristiyanlık-incil başlıklı yazılara bakılabilir)  ve başta Tevrat’ın ırkçı tanrı anlayışı ve İncil’in teslis inancı olmak üzere tanrı-peygamber-kutsal kitap tanımlarının birbiri ile uyuşmadığı gözler önüne serilmiştir. İlk düğme yanlış iliklenince sonrakilerde doğal olarak yanlış ilkleniyor. Ki düşünün lütfen bu farkı bile göremeyen bir insan dindarların arasında emekli olacak kadar görev ifa etmiş ve şimdi de din aleyhine kitaplar yazma cüretini göstermektedir. İddiası: “Musa da “Bana müsaade verin; dağa çıkıp 40 gün içinde isteğinizi yerine getirelim” diyor. Bu 40 gün olayı Bakara Suresi 51. ayette  geçiyor. A’raf Suresi’nin 142. ayetinde ise önce 30 günden söz ediliyor ve 10 gün daha ilave edilerek 40 güne tamamlandığını belirtiyor.” Yazar  gibi emekli olana dek Müslüman görünüp sonra gerçek yüzünü gösterenlerin yazısından sonra şimdide Yahudi iken Müslüman olup tefsir yazacak kadar kendini İslami ilimlerde derinleştirmiş Muhammed Esed’in tefsirinden (Kur’an Mesajı) cevap verelim: “Hz. Peygamber’in birçok Sahâbesi’ne ve özellikle İbni ‘Abbâs’a göre, ilk otuz gece Hz. Musa tarafından orucun da dahil olduğu ruhî hazırlıkla geçirilecek ve bunu izleyen on gece içinde de kendisine Tevrat (on emir) indirilecekti. (Zemahşerî ve Râzî): Keza bkz. Menâr IX, 119 vd. Arapça kullanım içinde “gece”ler aynı zamanda “gün”leri de kapsayan bir süreyi ifade eder”. “Gece zikredilmekle, aynı zamanda gündüz de kastedilmektedir. Aslında yirmi dört saati kapsayan zaman dilimine dikkat çekilmektedir. Yoksa gece vakti Sînâ dağına çıkıp, gündüz vakti aşağıya inmiyordu.”  (Yeni Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı ) Kısaca, ilk 30 gün oruç ile geçen zaman, sonraki 10 gün Allah ile muhatap olduğu zamanı ifade eder. Yani Bakara suresinde (51. ayetteki) «40 gün»ün zikri mücmel, burada ise mufassal geçmiştir, yani daha açık ifade ile detaylandırılmıştır. “Hz. Musa, kendisine söz verilen buluşmaya hazırlanıyordu. Bu süre zarfında göklerin direktiflerinde kendisinden geçmesi için, dünyanın meşgalelerinden uzaklaşıyordu. Yüce yaratıcının rahmetiyle donanmak, ruhunu temizlemek, aydınlatmak ve şeffaflaştırmak, kendisini bekleyen görevi üstlenmek ve kendisine söz verilen risalet misyonunu kaldırabilmek amacı ile azmini bilmek için insanlardan uzak bir hayat yaşıyordu.” ( Fizilal’il Kur’an, Seyyid Kutup)  “Nitekim şair şöyle demiştir: “On ve dört…” Bununla ayın dolunay olduğu gece olan on dördüncü günü kastetmektedir. Arap dilinde böyle bir kullanım mümkündür.” denmektedir. Bilindiği – ve bizimde defalarca dile getirdiğimiz – gibi Kur’an indiği toplumun iletişim dili ile insanlara hitap etmiştir. O dönem Arap toplumunda gayet doğal olan bu edebi usul Kur’an’da defalarca kullanılmıştır.” (İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmil’l-Kur’an, VII/444-445) Et-tefsiru’l-Hadis adlı eser, A’raf 142. ayeti çok güzel meallendirmiştir: “Musa ile otuz gece [bana ibadet etmesi için) sözleştik ve buna on gece daha kattık. Böylece Rabbinin tayin ettiği vakit, kırk geceye tamamlandı.” Benzer bir üslubu Allah Azze ve celle yine Kur’an’da Ashabı Kehf içinde kullanır. Konu Kehf suresi 25. ayette geçer: “O gençler mağarada üç yüz yıl kaldılar. Buna dokuz daha eklerler.” 300 yıl ve 9 yıl. Neden Kur’an’da direk 309 yıl denmemiştir de, 300+ 9 yıl diye telaffuz edilmiştir?: Kur’an 300 yılı güneş yılı ifade etmiş ve diğer 9 yıl, 300 güneş yılının dengi olan ay takvimine göre 309 yılına denk geldiği için ayrıca ifade edilmiştir. Yani 300 yıl güneş, 309 yıl ise ay takvimine göre mağarada geçen zamana işaret eder. Peki yazar hayalinde bu olayı nasıl yorumlamıştır?: “Belli ki Musa ilk etapta 30 günlük bir süre tayin etmiş ama dağa çıkıp da bu sürede işini tamamlayamayacağını anlayınca (tabii ki mermer veya taş oymak, üzerine yazı yazmak zaman alır) 10 gün daha eklemiştir. Bunu da kavmine “Allah o süreyi uzattı!” şeklinde sunmuştur.” Hadi oryantalistler ‘Kur’an’ı Muhammed yazdı’ diyorlar, bu ateiste ne oluyor ki Musa peygambere de aynı ithamda bulunmaktan kendini geri alamıyor? Hadi Musa Tevrat’ı yazdı, yazılan eserdeki hataları (!) neden (Hz ) Muhammed kendi yazdığı (!) esere de aynen aktarsın? Yeni bir eser yazacak (!) olan, kendisine suç isnat ettirilecek bu tür ifadeleri neden kendi eli ile kendi yazdığı esere koymuş olsun? Kur’an’ı Hz Muhammed mi yazmıştır başlıklı yazımıza bu konunun detayları için müracaat edilebilir. Kur’an’daki ayetlerden hareketle Musa aleyhisselam’a ithamda bulunmakta yerli ateistlere has bir özellik olsa gerekir. Aslında ortada bir sorun olmadığı, ayetlerin kendi içerisinde anlam bütünlüğü taşıdığı ortadadır. Ama görmek istemeyenden daha kör kim vardır ki? “Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler.” (A’raf, 179) Devam ediyor ateistmizi: “Aslında Kur’an’daki bu ayette Musa’ya verilen sürenin “40 gece” olarak ifade edilmesi bence daha önemli. Neden 40 gün değil de 40 gece? Çünkü gece karanlığında O’nu birilerinin taş/ mermer ocağında görme ihtimali çok daha düşük. (Plan o günün şartlarına göre gerçekten iyi hazırlanmış )” Bu konuya cevap yukarıda verildi. Ama ne yazık ki ateist mantık hiçte iyi çalışmamış! Ateist yazar burada mantık hatasında bulunmaktadır: Gecenin sessizliğinde mermere vurulan çekiç darbeleri  çok daha fazla dikkat çekerdi. Ayrıca gece karanlığında yazmak içinde ışık gerekir ki bu da gece vakti – gündüze nazaran- daha fazla dikkat çekerdi. Unutmayalım ki söz konusu olan metin kağıt üzerine değil, (Yazara göre) mermer üzerine yazılmaktadır! Yazar ayrıca Musa peygamber’in 40 gece dağda kalması ile efendimizin 40 yaşında peygamber olması arasında rakamsal benzerliğe de işaret ediyor ki bu mantıkla herhangi – kim olursa olsun- iki kişi arasında bir çok benzerlikler rahatlıkla bulunabilir. Bu bilimsel bir yaklaşım tarzının değil, subjektif bir bakış açısının tezahürüdür.

Soru: Youtube’daki bir videodaki iddialar.

Cevap:  Kur’an’daki şifreler kırıldı, Dini Gercekler, hezeyanlarına – Gelen istek üzerine – cevaplar.

Karikatürist Kasım Özkan’ın karikatüründen hareketle siyon simgesi arasında bağlantı kurup veya Allah (cc) yazısı ve şedde ile yine siyon şamdanı arasında bağlantı kurup buradan İslam’a saldırmak için bir şey çıkarabileceğini zanneden bu mantık fukarası ateistin videosu ve cevaplarımız. Ateistin videoda sıraladığı iddiaları ve cevaplarını bu başlıklar altında bu çalışmamızda bulabilirsiniz: “Türklerin Müslüman olması,  Efendimiz ümmi mi idi? Hz Aişe ile evlilik yaşı, Allah kalpleri mühürler mi? İslam’ın ırkçılığa bakışı, Gök mü yer mi önce yaratıldı?” Kısa alıntılarla cevaplarımız: Önce özellikle altını çizelim, ateistin iddia ettiği gibi Türkler İslam’ı kabul etmekle Araplaştırılmamıştır; Müslümanlaşmışlardır! “Gençlik dejenere olmuş durumda” diyor ateist,  sormak lazım kendisine, ateizm Türk kökenli bir düşünce tarzı mıdır, aslında en büyük dejenere örneği bizzat kendisi değil midir? “Müslüman mı olup Araplaşayım mı?” cümlesini ile de ateist arkadaş aslında İslam’ı anlayamadığını da itiraf etmektedir. Hem ümmetçiliğe  (Yani ırk temelli görüşü reddeden bir dünya görüşüne) saldıran bu ateist daha sonrada ümmetçi olduğunu söylediği İslam dinini ‘Arapçılıkla’ sınırlandırıp bir mantık çelişkisi içine düşmektedir. Ateist arkadaş önce şuna karar vermelidir; İslam ırk temelli bir din midir yoksa ümmet temelli mi? Ayrıca bu adamın kullandığı avatar resmi de çok ilginç. Bu ateist dinsiz ırkçıların kullandığı avatarı kullanıyor. Yani bu adam hem ırkçı hem dinsiz- ateist, gelmiş bir de bize ırkçılık ithamında bulunuyor!  Hepsi ırkçılık kokan faşizan şu cümleleri kuran yine bu ateisttir: “Araplar yamyam, saldıran, gördüğü kıza tecavüz eden, kızları diri diri gömen (Halbuki başka bir ateist yazar da bu iddia yok diyor, cevabı Turan Dursun’a cevaplar adlı yazımızda. Hangisini tutturabilirlerse yani) sapık bir halktı.” İslam öncesi bu halde idiler iddiasında ise ateistimiz, cevabımız, ‘E İslam o nedenle gelmişti zaten’ olacaktır. “Hayır, şimdi de öyleler” diyorsa, bu bir ırkı tümü kötülemektir, bunun adı ‘faşizm’dir. Faşiszmin nelere sebep olduğunu Nazizm ile dünya acı bir tecrübe yaşayarak gördü! Günümüzdeki Türkî cumhuriyetlerin birbirine değil Rusya’ya yaslanmaları veya ülkemizde yaşanan ahlakî ve insanî ilişkilerdeki dejenerasyondan hareketle başkaları da Türklere suçlamalarda bulunabilir ki, biz her türlü ırkçılığa karşıyız! Neden sadece orta doğuya peygamberler inmiştir: “Kur’an sadece Araplara mı indirilmiştir?”  başlığı altında bu soruya cevap verdik! Müslümanların okumadığını hatta “Embesil” olduğunu iddia eden, “İnsanlar araştırmıyor, koyun gibi inanıyor, manyak” gibi seviyesini belli eden kelimeleri araya serpiştiren – ve kullandığı kelimeleri az sonra kendisine iade edeceğimiz – bu ateistin takip ettiği yazarların sayısı emin olun 10’u geçmez. Hepsinin ve daha fazlasının okunup cevaplandığından habersiz  “Koyun gibi” okuduğu ateist eserlerin doğruluğuna “araştırmadan” inanan bu  tür “embesil” adamların iddiaları aslında, yüzlerce yıl önce oryantalistlerin ortaya attığı, ateistlerin ise mal bulmuş mağribi gibi ‘Evreka’ diyerek “manyakça” üzerine atladıkları, sanki ilk kez kendileri bulmuş gibi bir de insanlara üstten bakıp, onları ‘cahillikle’ suçlayıp, sübjektifliklerinin farkında olmadan ahkam kestikleri, çevrelerine kendilerince akıl vermeye çalıştıkları araklama fikir kırıntılarıdır. Himmete muhtaç dede, gayri kime himmet ede misali yani. Bu konuda “Kur’an ve bilim”, “İslam ve Rönesans”, “Müslüman bilim öncüleri”, “Avrupa’nın üzerine doğan İslam güneşi”, “İslam felsefesinin özgünlüğü” gibi yazılarımızda bu zihniyete yeteri cevap verilmiştir. Bu ateist daha Kur’an’ı “Tefsir” etmeye başlarken ilk kullandığı cümle, “Muhammed neden Kur’an’a Rahman ve rahim diye başladı” şeklindedir. Klasik oryantalist iddiadır bu aslında. Ateistimiz, oryantalist ağzı ile Kur’an’a yorumlamaya başlıyor daha ilk cümlesinde. Cevabı, ‘Kur’an’ı Muhammed mi yazdı?’ adlı yazımızdadır. Sonra devam ediyor ateist, kullandığı cümlelere dikkat, “Olabilir.., okuma bilmese bile.., şu nedenle söylemiş olabilir.., büyük ihtimal..” Yani o iddiayı tutturamasak bu iddia ile sübjektivizme devam diyor ateist müddei. Çünkü kendi de araştırmamış ki, oryantalistlerin piyonu olduğunun farkında değil! Bu mantığı E. Aydın ile Oryantalist Caetani’nin fikirlerini hatırlatıyor bana, aynı keyfi ve indi yaklaşımlarını kitaplarında onlar bol bol kullanmışlardı: “E. Aydın’a cevap”  ve “Caetani’ye cevap” yazılarımıza bakılabilir. “Anne babasını kaybettiğinde peygamberimiz 7 yaşında imiş” araştırmacı ateist öyle diyor. Halbuki babasını doğmadan, annesini ise 6 yaşında kaybetmiştir efendimiz. Bir Türk atasözünü (Allah sevdiğini yanına erken alır) Kur’an’da geçiyor zanneden bu araştırmacı ateist ne hakla Kur’an şifrelerini çözdüğünü iddia edebilmektedir bir de…! Ateist hem “Muhammed hicret etmedi, korktu kaçtı.” diyor sonra da “Kaçmasaydı da Mekke’liler orda onu linç etseydi.” diyor. Mantıksız cümleler bu kadar mı peş peşe gelir? Madem öldürüleceğini biliyorsun neden hicretine karşısın, madem hicretine karşısın öldürüleceğini bari söyleme de videonu izleyenleri ikna (!) et. Efendimiz Hicret ederek kaçmamış; göç etmiştir, zaten hicret kelime itibariyle ” Bir yerden başka bir yere Allah rızası için göç etmek” demektir. Ama Allah’ın varlığını ( Allah’ın varlığının delilleri adlı yazıya bakılabilir) hissedemeyenler, O’nun rızası için mal-canını feda edenlerin dünyasını nasıl anlayabilir ki? Tüm bunlardan habersiz ırkçı ateist bir de cümlesini şöyle tamamlıyor: “Buna hicret demenin anlamı yok, gerçekten komik.” Bu ateist arkadaş acaba ‘Türklerin orta asya’dan göç etmeleri’ hakkında ne yorum yapacaktır?! “Dünyadaki yeme içme ihtiyaçları için insanların kendi kendilerini öldürmeleri normal” diyen bu ateistin videosunun genel içeriği bu kadar. Arada başka komik durumlara da düşüyor ama konuyu saptırmamak için ele almıyoruz.

Soru: Yemame’deki Rahman konusu?

Bu kişi, tarihte, ‘Müseylemet’l-Kezzab’ olarak bilinen ve yalancılığı ortaya çıkmış birisidir: Yer olarak çok uzak bir mesafeden efendimize birşeyler öğrettiği iddiası da ayrıca komiktir. Benzer iddiayı daha önce oryantalist Margoliouth (D. S. Margoliouth, Is Islam a Christian Heresy?, s. 6-15) ileri sürmüştür. Oradan gelip efendimize bir şeyler öğretmesi, hele de buna hiç kimsenin tanık olmaması imkansızdır. Kendisi bu kadar biliyor idiyse, bunların neden baştan itibaren kendi fikirleri olduğunu ileri sürmemiştir? Hayatı boyunca da bu sahte peygamberin Hz. Muhammed’e Kur’an’ı öğrettiğine dair en ufak bir iddiası da olmamıştır! Aksine kendisinin Hz. Muhammed gibi bir peygamber olduğunu, onun gibi Allah’tan vahiy aldığını iddia etmiştir. Yani bu yalancı, efendimizi taklit eden birisidir, biri gerçek diğeri ise onu taklit eden bir sahtekârdır: Efendimize bir mektup yazan Müseyleme: “Allah’ın elçisi Müseyleme’den Allah’ın elçisi Muhammed’e… Bundan sonra şunu belirtirim ki, bundan böyle yeryüzünün yarısı benim, yarısı da senindir.” Demektedir. Hz. Peygamber cevap verir: “Allah’ın Resulü Muhammed’den yalancı Müseyleme’ye… Bundan sonra derim ki, yeryüzü Allah’ındır!” (Razî, Maide, 54. ayetin tefsiri) Fil suresinin benzerinin kendisine indiğini iddia edip bir nazire yapar: “el-Fîlu me’l-Fîlu ve mâ edrâke me’l-fîlu lehu zenebun kasirun ve hurtumun tavil.”: Fil, filin ne olduğunu bilir misin? Onun kısacık bir kuyruğu ve uzun bir hortumu var. (el-Amidi, Gayetu’l-Meram fi ilmi’l-kelam, 344; el-Îcî, el-Mevakıf, 3/393)

Kısaca, “Margolouht, Hz Peygamberin kaynağının Müseylime olduğu iddiası eder. Müseylime’nin Hz Muhammed ile irtibatı geç bir döneme (Hicretten 10 sene sonra) rastlar ve etkilenme tersine olmuş, yalancı peygamber, efendimizi ve Kur’an’ı taklit etmeye çalışmıştır. (İbni Hişam, Sire, I/311)

 

 doga1-2-1-1

Kuran’ın Kaynağı Nedir, Kuran’ı Muhammed mi yazmıştır ? Konusuna Ait Etiketler

Bu Konuyu Sosyal Medyada Paylaş

Yorumlar

  1. Muhammed dedi ki:

    Ben elhamdulillah müslümanım. Ama kafama takılan sorular var. 1. Olarak Varaka Bin Nevfel.
    Varaka bin Nevfel (Arapça: ورقه بن نوفل بن أسد بن عبد العزي بن قصي القرشي), Muhammed’in eşi Hatice’nin kuzeniydi. Nasturi rahibi olan Varaka Mekke’nin rahibi ve vaiziydi. Tevrat ve İncil’i biliyordu ve bunları Arapçaya tercüme etmişti. Muhammed’in Hatice ile olan evliliğinde başkanlık etmişti. Genelde kabul görmüş klasik kaynaklarda Hatice’nin Muhammed’i ilk vahiyin ardından Varaka’ya durumu açıklaması için götürdüğü geçer. Varaka anlatılanları dinledikten sonra olayın bir vahiy olduğunu, Muhammed’e peygamberlik verildiğini ve eğer genç olsaydı onun destekçilerinden olmak istediğini belirtir.[1]

    Muhammed bin Abdullah’ın ilk vahyini Varaka bin Nevfel’e açıklamasından kısa bir süre sonra Varaka bin Nevfel vefat etti. Bu olayın ardından vahiy 40 gün süreyle kesintiye uğramıştır. Bu dönem “İnkıta-ı Vahy” hadisesi olarak adlandırılır.[2][3].

    Varaka bin Nevfel, İslam tarihindeki oldukça tartışmalı şahsiyetlerden biridir. Bilgili bir rahip ve vaiz olan Varaka, Tevrat, Zebur ve İncil’i de kapsayan Kitabı Mukaddes’e hakimdi. Zaman zaman Varaka’nın dinler tarihi konusunda İslam peygamberini eğittiği ve bu bilgilerin Kuran’a kaynak teşkil ettiği iddia edilir.[4] Gerek İslam alimleri, gerekse Kur’an’ın kendisi böyle bir iddiaya şiddetle karşı çıkmaktadır.[5]

    Varaka bin Nevfel’in din adamlığı dışında şair yönü de vardır. Yazdığı bazı şiirler günümüze kadar ulaşmıştır.[6][7]2. Olarak kafama takılan kişi Zeyd Bin Amr. Oda şu durumdan ötürü;
    Zeyd b. Amr b. Nüfeyl el-Adevî el-Kureşî (ö. m. 606), Peygamber Efendimize peygamberlik verilmeden önce yaşamış Mekkeli Hanîfler’den biridir.
    Câhiliye döneminde Kureyşliler, Büvâne isimli putun yanında yılda bir defa toplanır, ona kurban kesip hediyeler sunar, etrafında döner ve o günü bayram sayarlardı. Bu günlerden birinde dört kişi gizlice bir araya gelerek bu uygulamanın yanlışlığı hususunda görüş birliğine vardı ve yeni bir din arayışı maksadıyla bazı memleketleri dolaşmaya karar verdi. Bunlardan Varaka b. Nevfel ile Osman b. Huveyris Hıristiyanlığı kabul ederken Resûl-i Ekrem devrine kadar arayışını sürdüren Ubeydullah b. Cahş Müslüman olduktan sonra Habeşistan’a hicret etti, orada Hıristiyanlığa geçti ve Hıristiyan olarak öldü.

    Zeyd b. Amr ise araştırmaları neticesinde Yahudiliği de Hıristiyanlığı da benimsemedi ve kendi ifadesiyle “İbrâhim’in rabbine” ibadet ederek yaşadı. Bu bakımdan Zeyd risâletten önce Mekke’de Hanîfliğin en önemli temsilcilerinden sayılır.

    Zeyd b. Amr, bu süreçte farklı din mensuplarıyla görüşmek için Mekke’den ayrılmak istediğinde akrabalarının muhalefetiyle karşılaştı. Karısı Safiyye bint Hadramî onun niyetini Hattâb’a bildirdi, o da kendisine mani oldu. Kabilesi tarafından dışlanan Zeyd bir dönem Hira dağında yaşamaya mecbur kaldı. Onun Mekkeli gençleri yanına çekmesinden endişelenen Hattâb bazı kişileri başına musallat ederek Mekke’ye girmesini engellediğinden Zeyd şehre gizlice girmeye çalışırdı. Mekke’ye girebildiği zamanlarda insanları uyarır, Kâbe’nin yanında onlarla konuşur,

    Zeyd, İbrâhim’in dinine uyanlardan kendisi dışında kimsenin kalmadığını söyler ve şöyle dua ederdi: “Allahım! Şahit ol ki ben İbrâhim’in dinindenim” (Buhârî, Menakıbü’l-ensar, 24); “Ey Allahım, ey İbrâhim’in ilâhı, dinim İbrâhim’in dinidir” (Nesâî, Menâķıb, 13)

    Bu dinin gereklerini tam bilemediğinden Kâbe’ye dönüp, “Allahım! Sana ibadet etmenin en iyi yolunu bilsem öyle ibadet ederdim, ne yazık ki bilmiyorum!” diye hayıflanır, elleri üzerine secde ederdi. Onun ayrıca belirli vakitlerde Kâbe’ye yönelerek namaza benzer bir ibadeti yerine getirdiği zikredilmektedir. (İbn Hacer, el-İsabe, I, 569-570)

    Hak din yolunda Hayber ve Medine Yahudileriyle, Fedek, Eyle, Musul ve Cezîre taraflarındaki yahudi ve hıristiyan din adamlarıyla görüşen Zeyd bunlarda aradığını bulamayınca Dımaşk’a gitti. Belkā’da (yahut Hîre, Cezîre veya Musul’da) karşılaştığı bir rahip kendisine aradığı dinin artık mensubu kalmayan Hanîflik olduğunu, onu ihya edecek peygamberin Hicaz’da çok yakında ortaya çıkacağını söyledi.

    Bunun üzerine geri dönen Zeyd dönüş yolunda bir rivayete göre Lahm kabilesinin topraklarından geçerken öldürüldü.

    Birçok kaynakta, Zeyd’in bi‘setten beş yıl kadar önce Kâbe’nin tamir edildiği dönemde vefat ettiği kaydedilmekle birlikte Dımaşk’ta öldüğüne dair bilgiler de mevcuttur. (İbn Asâkir, XIX, 516)

    Nitekim Dımaşk’tan dönünce dolaştığı yerlerde Hz. Peygamber’in zuhuru ve sıfatları hakkında öğrendiklerini başkalarına anlattığına dair rivayetler kendisinin Mekke’ye ulaştığını ve burada bir süre daha yaşadığını göstermektedir. (bk. İbn Sa‘d, I, 161-162; İbn Asâkir, XIX, 503-504; İbn Hacer, Fethu’l-bârî, XIV, 300)

    Zeyd, Medineli Hanîf Ebû Kays Sayfî b. Eslet’le Mekke’de konuşmuş, Ebû Kays kendisine birçok yeri dolaştıktan sonra İbrâhim’in dinine bağlı kalmayı tercih ettiğini söylemiştir. (İbn Sa‘d, IV, 384)

    Sünnet olan ve Kâbe’yi tavaf eden herkesin Câhiliye Arapları tarafından Hanîf kabul edildiği, Hz. İbrâhim’in şeriatına ait çok az şeyin bilindiği bir dönemde Zeyd, Câhiliye toplumunda yaygın olan birçok âdet ve uygulamadan uzak durur, zinaya (veya ribâya) karşı insanları uyarır, kız çocuklarının diri diri gömülmesini engellemeye çalışır, babaları tarafından gömülmek istenen kızların geçimini üstlenir, yetişkin hale gelinceye kadar onlara bakardı.

    Zeyd’in oğlu Saîd, Hz. Ömer’le birlikte Resûl-i Ekrem’in yanına giderek, “Eğer babam size erişebilseydi iman ederdi, onun bağışlanmasını dileyebilir misiniz?” diye sormuş, Resûl-i Ekrem de, “Elbette onun için istiğfar ederim, o tek başına bir ümmet olarak haşredilecektir” cevabını vermiştir. (Müsned, I, 189-190; İbn İshak, s. 99-100)

    Resûl-i Ekrem’in bu sözlerinden hareketle Zeyd ve onun gibi muvahhidler fetret ehlinden sayılmış, sahâbî kabul edilmedikleri halde bazı sahâbe tabakatlarında kendilerine yer verilmiştir. (bk. Diyanet İslam Ansiklopedisi, Zeyd b. Amr md.)Sorun şu. 2. Makalenin şu kısmında şu ifadeler var. “Câhiliye döneminde Kureyşliler, Büvâne isimli putun yanında yılda bir defa toplanır, ona kurban kesip hediyeler sunar, etrafında döner ve o günü bayram sayarlardı. Bu günlerden birinde dört kişi gizlice bir araya gelerek bu uygulamanın yanlışlığı hususunda görüş birliğine vardı ve yeni bir din arayışı maksadıyla bazı memleketleri dolaşmaya karar verdi. Bunlardan Varaka b. Nevfel ile Osman b. Huveyris Hıristiyanlığı kabul ederken Resûl-i Ekrem devrine kadar arayışını sürdüren Ubeydullah b. Cahş Müslüman olduktan sonra Habeşistan’a hicret etti, orada Hıristiyanlığa geçti ve Hıristiyan olarak öldü.

    Zeyd b. Amr ise araştırmaları neticesinde Yahudiliği de Hıristiyanlığı da benimsemedi ve kendi ifadesiyle “İbrâhim’in rabbine” ibadet ederek yaşadı. Bu bakımdan Zeyd risâletten önce Mekke’de Hanîfliğin en önemli temsilcilerinden sayılır.

    Zeyd b. Amr, bu süreçte farklı din mensuplarıyla görüşmek için Mekke’den ayrılmak istediğinde akrabalarının muhalefetiyle karşılaştı…..” vs.

    Makalenin devamında Zeyd Bin Amr’ın bu tututumundan dolayı kavminin Zeyd’i dışladığı Mekke’ye girişini yasakladığı, Zeyd’in bu yüzden Hira dağında bir dönem yaşamaya mecbur kaldığı yazıyor. Hira dağıda bize yabancı gelmedi. Peygamber efendimizinde peygamberliğinden 5 yıl önce yani 35 yaşından 40 yaşına kadar hira mağarasına gittiğini günlerce eve gelmediğini biliyoruz. Rivayetlerde Peygamberimiz 35 yaşlarında iken Zeyd’in vefat ettiğini yani 606 yılında vefat ettiğini söylüyor. Bu ne kadar doğrudur ALLAH bilir. Eğer bu doğru değilse Zeyd o tarihte ölmediyse bir dönem Hira Dağın’da yaşayan Zeyd ile birlikte Peygamberimizin yaşamış olma ihtimali var mıdır? Çünkü Peygamberimizin Zeyd’den Hira dağında eğitim görmüş olabileceğini söyleyen bir kısım insan var. Sadece bu değil. Makalenin bu kısmında;
    Câhiliye döneminde Kureyşliler, Büvâne isimli putun yanında yılda bir defa toplanır, ona kurban kesip hediyeler sunar, etrafında döner ve o günü bayram sayarlardı. Bu günlerden birinde dört kişi gizlice bir araya gelerek bu uygulamanın yanlışlığı hususunda görüş birliğine vardı ve yeni bir din arayışı maksadıyla bazı memleketleri dolaşmaya karar verdi.” Bu 4 kişiden biri Varaka Bin Nevfel’dir. Peygamberimizin ilk Eşi Hz.Hatice’nin amcası oğludur. Evliliklerinde başroldeki kişi olduğu söylenir. Dinler hakkında çok iyi bilgisi olan, dinler hakkında araştırmalar yapmak için seyahetler yapan Roma’ya kadar gitmiş bilgiler toplayan biri olduğu söylenir. Hatta hristiyan olmasına rağmen Hz İsa’yı ve Hz Meryem’i tanrı kabul etmez bu inanışı yanlış buluyormuş. Onlarında insan olduğunu savunuyormuş. Velhasılı kelam İslam kuran kişilerden biri olduğu söylenir. Hatta İslam’ı Varaka Bin Nevfel ile birlikte bir ekibin kurmuş olduğu söyleniyor. Varaka Bin Nevfel ise bu ekibin önemli bir parçası olduğu söyleniyor. Çünkü Peygamberimize Hira Mağarasında ilk vahiy geldikten sonra Hz.Hatice Peygamberimizi Vataka Bin Mevfele götürüyor. Varaka Bin Nevfel Peygamberimizin peygamber olduğunu söylüyor, doğruluyor. Fakat çok geçmeden 610 senesinde vefat ediyor. Ve o vefat ettikten sonra uzunca bir süre Vahyin kesildiği gelmediği söyleniyor. İlginçtir ki rivayetlerde Cahiliye döneminde yeni bir din arayışına giren bu 4 kişi’den en önemlilerinden biri Varaka Bin Nevfel’in tam Peygamberimize ilk peygamberlik geldiği zamanda yani 40 yaşında vefat ettiği söyleniyor. Ve yine ilginçtir ki Hira mağarası ile ilişkisi olan Zeyd Bin Amr’inde Peygamberimizin tam hira mağarasına gitmeye başladığı zamanda yani 35 yaşında Zeyd Bin Amr’in öldüğü söyleniyor. Bu iki kişinin ölüm zamanlarının Peygamberimiz ile ilgili önemli olayların olduğu zamanlarda olması gerçekten çok ilginçtir. Sanki bu iki kişinin Peygamberimiz ile bir ilişkisinin olmadığı inandırılmaya çalışılıyor. Bu iki kişinin ölüm tarihleri bu yüzden çok ilginçtir hatta doğru olmaya bilir. Peygamber’imizin arkasında bir komisyonun olduğu söyleniyor. Hatta bu komisyona mesela bu komisyona Hz.Ömer’in de sonradan katıldığını (veya en baştan vardı ama çaktırmıyordu, uyuyan ajan görevi görüyordu, böylece bir mucize şeklinde taraf değiştirebilecekti. öyle de oldu) düşünmek için geçerli ve yeterli delillere sahibiz:
    …… Bu link’e bir göz atmanızı yazdıklarımı yayınlayıp, cevaplamaya çalışmanızı gerçekten çok isterim. Lütfen bu yazıları silmeyin ki üzerinde tartışılsın. Belki siz cevaplayamazsınız ama bir başkası cevaplayabilir.on metnin alt kısmında bir linki hatalı paylaşmışım. Hz.Ömer’in İslam’ı kurduğu iddia edilen komisyona üye olduğunu iddia edenlerin bunu düşünmelerine sebep olan olayın linki’de şudur.

    CEVABEN
    Muhammed kardeşim “Kur’an’ın kaynağı nedir?” başlıklı yazıda ve uzantı verilen diğer yazılar da, bu konular ele alındı.
    Kur’an’ı Hz Muhammed mi yazmıştı, Hazreti Ömer mi yazmıştır, haniflerden mi alınmıştır, Varaka’dan mı alınmıştır ve diğer iddialar…
    Ölüm tarihleri ise tamamen spekülasyon, kesin bilinemeyecek bilgiler hatta, komik iddialar…
    Selam ile.

    Aklıma takılan husus olayların tam Hz Muhammed peygamber olacakken gerceklesmesidir cevabınız nedir acaba veya kaynak verir misiniz şimdiden Allan razı olsun 🙂

    CEVABEN
    Daha ileri gidelim, Haşa hazreti Muhammed bunların ölmesini bekleyip sonra 40 yaşında peygamberliğini mi ilan etti? Yoksa, Haşa onları ortadan kaldırıp sonra onların fikirlerini kendi fikirleri diye mi ortaya attı?
    Hz Hatice akrabasını öldüren birisi için ömrünü, malını feda edip, 12 yıl eşi ile işkence dolu bir hayat yaşadı. Dünyalık için bu kadar gözünü karartmış birisi tüm malı mülkü elinden alınmış, zaferi kazanacağına dair hiçbir delil olsa da yok iken ‘gel sana mal para makam kadın verelim, bu davanı bırak’ teklifine neden ‘hayır’ cevabını versin? Neden ‘bir gün sen bizim putlarımıza ibadet et. Bir gün biz seninkine’ teklifini kabul etmesin? Peygamber olmadan önce bile ‘muhammedül Emin’ olan; zengin olmadığı halde zenginlerin arasında olan; hılfulfudül; kabile reisi komutan zengin olmadığı halde birbirlerini öldürmek üzere kılıçların çekildiği ortamda olayı çözüp Kabe hakimliği yapan birisi mi onları öldürecek? Kendi amcasının cesedine bile işkence yapanları, vatanını terketmek zorunda bıraktıran işkenceci zalimleri Mekkeyi fethedince affeden birisi mi bunu yapacak? Korktuğunda kendisine gittiğini yazan tarih, bir kere bile ders aldığına neden yazmaz veya ölmeden kimse buna neden şahit olmaz? Mekkeli müşrikler böyle bir şey de böyle bir iddiada bulunmamıştır? Sorular böyle uzar gider… Aslında bu konuların delilleri ve cevapları ‘Kur’an’ın kaynağı nedir, peygamberliğin delilleri, hazreti Muhammed neden çok hanımla evlenmiştir?, oryantalistler ve Hz Muhammed’ adlı yazılarımızda tek tek verilmiştir!

    Tarihlerin bile kesin olmadığı ve o bilgilerin bile bizlere gelişinin İslami kaynaklar olduğunu da unutmayalım. Doğruluğu ispat edilemeyecek, delil olarak ise kaynaklığını İslami eserler, bilgilerden hareketle Peygamberimize suç İsnat etmek, tamamen hata arama, önyargı göstergeleridir.
    Peygamberimizin Vahyinin kaynağı olarak bir çok iddia ortaya atıldı, hiçbiri tutmadı Bu da onlardan birisi. tarihler subjektif; yorumlar öznel.
    “Şu an farklı bir konuya ( ateizm,deizm) yoğunlaştığım için” bu konuyla ilgili araştırma yapamayacağım ama, onlarca iddianın yanında bu iddia çok basit, sıradan kalıyor. Siz ilk kez duyduğunuz için etkilenmiş olabilirsiniz ama daha birçok iddia var ve hepsi çürütüldü, cevaplandı!
    Tarihler üzerinden çok yüzeysel kaçan bu iddialar yerine yüzlerce senelik oryantalist iddialara cevap veren yazımızın adresini size verdik! daha derinlemesine ve zor olan bu iddialar bile cevaplandı, rahat olun.
    Selamlar
    Not:Sorular cevaplamak içindir sorulardan kaçmayız. Ama belli bir Silsile halinde sorulara cevap veriyorum.

Yorum Yaz


Yukarı Çık