İncil, Hıristiyanlık, Papa

1.499 kez görüntülendi

Resim bulunamadı

 

Müjde ve sevgi dini olarak lanse edilen Hıristiyanlık, papa ve İncil

Hz İsa ‘sadece’ İsrailoğullarını ıslah etmekle görevlendirilmiş (Ali İmran, 49; Matta, 10, 5-6; 15, 24) bir peygamberdir. İsrailoğulları ilahi kitap Tevrat’ı bozdukları, zinayı bile suç olmaktan çıkardıkları, azgın bir toplum haline geldikleri  için Hz İsa onları aşırılıklarından kurtarmak, tevbe etmelerini sağlanak ve vicdanlarını temizlemek içinde ‘ahlak’ temelli ilahi mesajlarla dolu İncil ile onlara gönderilmiştir. Hz. İsa, Yahudilerin tahrif ettiği Eski Ahid’i (Tevrat) yeniden diriltmeye ve Hz. Musa’nın getirdiği akideyi yerleştirmeye çalışmıştır. Biz Müslüman’lar İsa peygambere, Musa peygambere inanmasak ‘İslam’dan’ çıkarız. Ama Musa, İsa’ya inandığını iddia edenler peygamberimize inanırlarsa ‘Dinlerinden’ çıkarlar. Kapsayıcı, kuşatıcı din İslam’dır.

“İslam aleminin en güçlü olduğu dönemlerde bile, Hıristiyanlarla iyi geçinmeye çalışıldığını ispat eden birçok durum vardır.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 82) “Şam’da beldenin fethinden sonra Müslümanlar Hıristiyanların rızasıyla Saint John mabedinin bir köşesinde ibadete başlamışlardır. İslam halifelerinin saraylarında ilim ve kemal sahibi birçok Hıristiyan saygı ve hürmet görmüşlerdir. O zamanlar Avrupa’da hiçbir ülke yoktur ki, aynı maksatla İslam alimlerinden birinin varlığına tahammül edebilsin. Bir Hıristiyanlık mezhep mensubu diğer bir Hıristiyanlık mezhebine mensup olan alimlerin varlığına bile tahammül edemezdi. Hakimiyeti ele geçiren, diğer din mensubu ateşte yakılarak ortadan kaldırırdı, yakma hususunda gösterilen arzu ve iştiyak batıl tanrıları adına insan kurban eden vahşi kabilelere gıpta ettirecek dereceye ulaşırdı.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 84-85, 87) “Hıristiyanlık için İslam’ın varlığı yenilip yutulmaz bir hareket olduğu halde, Müslümanlar bu ehli kitabın varlığını kabul etmekte bir sakınca görmemektedir.” (Gai Eaton, İslam ve İnsanlığın Kaderi, s. 41) Bunu gerek fethettikleri topraklarda onları dinlerini özgürce yaşama hakkı tanıyarak gerekse dinlerinden taviz verdirmeden ülke yönetiminde günümüzdeki adı ile bakanlıklar vererek kanıtlamıştır. Bu konuda ‘İslam barış dinidir’ adlı yazımıza bakılabilir.

Hz İsa, “Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim.” demişti. (Matta, 5, 17-18) Fakat İsa’nın mesajı daha sonra Pavlus tarafında bozularak evrenselleştirilir. Hristiyanların iddialara göre Hz. İsa 3 yıl tebliğ yaptıktan sonra Yahudi bilginlerin şikâyetleri ile yakalattırılmış, haça gerdirilmiştir. Kabrinde 3 gün kaldıktan sonra Fısıh bayramında dirilip 40 gün dünyada kalmış sonra havarilerinin gözü önünde göğe yükseliştir. İslam’a göre ise Hz İsa çarmıha gerilmemiş, Allah tarafında göğe kaldırılmış, Hz İsa’nın yerini askerlere ihbar eden kişi daha sonra çarmıha gerilmiştir. (Nisa, 156)

Müslümanlara göre tek Allah inancını, Yahudilik ulusallaştırmış, Hıristiyanlık ise İsa’nın kişiliği ayın güneşin ışığı kesmesi gibi, uluhiyyetin ışığını kesmiştir. Diğer bir değişle, Yahudilik tevhit inancını sabitleştirmiş, ona bir vatan ve bir ordu vermiş, fakat aynı zamanda da ona el koymuştur. Hıristiyanlıksa bu hakikati evrenselleştirmiş fakat saflığını bozmuştur. İbni Teymiyye, İslam’ın, Yahudiliğin sertliği ile İsa’nın merhameti arasında orta bir yol izlemiş olduğunu ileri sürmüştür. (Gai Eaton, İslam ve İnsanlığın Kaderi, s. 87) Doğru bir karşılaştırma, İsa ile Kur’an arasında yapılabilir. Hıristiyanlar için, etten kemikten bir hale getirilmiş olan ‘kelime’ Müslümanlar için kitap formu içinde dünyevi bir şekil almıştır. (Eaton, s. 125) “İsa için İnciller neyse hadis mecmuaları da Müslümanlar için odur.” (Dr. Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s. 205) İncil ise, Kur’an ile değil, Hz Muhammed’in hadisleri ile kıyaslanabilir. (Eaton, s. 142) İslam’ı anlamayı arzulayan Hıristiyan, Hz Muhammed ve Hz İsa’yı mukayese etme isteğini bastırmak zorundadır. Çünkü bu ikisi eşyanın nizamında tamamıyla farklı roller almışlardır. (Eaton, s. 181)

Hristiyan mezhepleri, üçe ayrılır: Katoliklik, Ortodoksluk, Protestanlık. “Katolik mezhebinin merkezi Vatikan’dır, Katolikliğin başı Papadır. Ortodoksluğun birçok merkezi vardır.” (Adnan Odabaş, Dikkat misyoner geliyor, s. 14, 15) Slav dünyası doğu kilisesine (Ortodoksluk), Batı dünyası Latin kilisesine (Katoliklik) has kılınmıştır. Bölgesel ve hatta kilise temelli ise Protestan kilisesi günümüzde Kuzey Avrupa ve Amerika’da yaygın olan mezheptir. Kiliselerin farklılıkları tarihi, ‘imani’ ve amelidir. Ki zaten o nedenle de “Hristiyan mezhepleri birer din haline gelmiştir.” (Emine Öğük, Yeni ateistlerin yanılgıları, s. 44) Bizans’taki Yunan Ortodoks rejimi, bu topraklarda yaşayan diğer mezhepten olan Hıristiyanlara kafir gözüyle bakmakta ve onlara bu bakış açısı doğrultusunda muamele etmekteydi. (Gai Eaton, İslam ve İnsanlığın Kaderi, s. 251)  Bu gerçek aşağıda da yer alan ve Protestanlıktan Ortodoks mezhebine geçen Hristiyan’ın anılarında da açıkça görülmektedir. “Hz İsa sonrası Hıristiyanlıkta peygamberlik misyonu, ‘azizlik’ anlamında devam eder. Bu sebeple Protestanlar tarafından Martin Luther ‘bir peygamber’ olarak algılanır.” (Prof. Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 363) İşin aslı, “Hristiyanlar peygamber olmayan bazı kimselere İsmet sıfatını vermişlerdir.” (İbrahim Çoban, Ateizm ve Deizm Eleştirisi, s. 209) Bu sıfatı ise papa ve kutsal saydıkları insanlar başta birçok azizlere de vermişlerdir. 

Martin Luther Papa tarafından aforoz edilmişti, aradan 430 yıl geçmiş olmasına rağmen hala affedilmemiştir. 1054 tarihinde Papa, Humbert isimli kardinali İstanbul’a gönderir ve Doğu kilisesini aforoz ettiğini ilan eder. İstanbul patriği de Vatikan’ı aforoz eder ve bu aforozlar 1967’de ancak kaldırılabilir. (Taceddin Ural, Papa Bir Puttur, s. 103-104) Papa Gregorie XV, Kral XIII. Lois’e, “sevgili evladım. Katolik olmayan imansızlara karşı acımasız olun.” derken, İspanya kralına da “onlara hiç acımayın” diyordu. (Ural, s. 91)

Allah (cc) Hz İsa’ya dört büyük kitaptan birini vermiştir. İsa, Meryem’in oğludur. 3. ve 19. sureler Meryem ve babası İmran’ın adını taşır. Meryem annemiz Hz Zekeriya’nın koruması altında yetişmiştir. (Ali İmran, 33-49) Dünyada bütün dinler arasında Hz İsa’yı peygamber kabul edip, İncil’e inanan ve Hz Meryem’i bakire olarak kabul eden tek din İslam’dır.  Buna rağmen Batı, müsteşrikler vasıtasıyla İslam’ı tanımaktadırlar ki, olumsuz yaklaşım izleri ile dolu bu oryantalist eserler yüzünden İslam gerçek anlamı ile tanınmamaktadır. Bu konuda ‘Oryantalizm yanılgısı’ adlı yazımıza bakılabilir.

Yüce Yaradan Hz Adem’den itibaren peygamberler vasıtasıyla hep aynı emir ve yasakları ve en önemlisi de tek tanrı inancını insanlara bildirmiştir. Tüm peygamberler önce insan ve sonrada ilahi mesajı tebliğ eden birer görevlidirler. İslam’a giriş parolası olan kelime-i şehadette bile Peygamberimiz için önce ‘abduhû: Allah’ın kulu’ sonra ‘Resûlühû: Peygamberi’ ifadesi geçer. Hz İsa’da birçok peygamber gibi ilahi mucizeler göstermiş bir insan ve elçidir. Ama özellikle Hz İsa’nın vefatından sonra Pavlus bu tevhit inancını bozmuş ve insan olan İsa peygamberi tanrının ‘oğlu’, vahiy meleğini de ‘kutsal ruh’ ilan etmiştir.

Pavlus, evrenselleştirme ile dejenerasyona uğrayan İncil, çarmıh ve teslis (Baba-oğul-kutsal ruh üçlemesi)

Hz İsa’nın 3 yıllık tebliğinden sonra yardımcıları olan havariler fazla bir başarı elde edemezler ve sayıları ancak yüze ulaşır. Yahudilerin direnci nedeni ile Filistin diyarında başarıya ulaşamayan davet Yunan diyarına kaydırılır ki, bu hem Hz İsa’nın Yahudilere özel davetini genelleştirmekle evrensel olmayan mesaja yeni kuralların eklenmesine neden olur hem de zamanla da Yunan tesiri ile tevhit dini Yunan mitolojisinde boğulur ve bozulur. Bunda en etkin olan ise Pavlus’tur. Pavlus, fikri olarak Yunan etkisinde olan Tarsus’ta büyümüş Yahudi bir ailenin çocuğudur. Yunanca bilen ve Hz İsa’yı hiç görmemiş olan Pavlus başlarda amansız bir Hıristiyan düşmanı iken ruhi bir buhran geçirir ve gördüğü rüya ile Hz İsa’nın onu 12 havariler arasına kattığını, ondan talimat aldığını söylemeye başlar. Metin tenkitçileri Pavlus’a ait risaleleri inceleyince, ilk başta bir fikir karışımı ile karşı karşıya kalırlar. Yahudi fikirlerinin, yeni yorum ve putperest Yunan çevresinde yaygın bazı kavramların ve sonunda İncil hatıralarının ve Doğuya ait dini efsanelerin bir karışımıdır bu fikirler. Pavlus, İsrailoğullarına gönderilen bir mesajı bütün insanlığa yönelik evrensel bir çağrıya dönüştürmüş ve içeriğini epeyce değiştirmiştir. “İsa’nın bu dünyayı terk ettiği an ile ikinci asrın yarısı arasında, yani bir yüzyılı aşkın sürede iki dini akım arasında geçen bir mücadeleye şahit olunmuştur. Bu iki akım, Paulcu Hristiyanlık denebilecek Hristiyanlık ile Musevilik Hristiyanlıktır. (Dr. Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s. 93)

“Kardinal Danielou’nun belirttiği gibi, deyim yerindeyse havarilerin çevresinde oluşan “Musevi-Hıristiyanlık” (Judeo-chretienne) ve “Pavlus’un oluşturduğu Hıristiyanlık” olmak üzere iki akım gelişti.” (Doç. Dr. Mehmet Aydın, “Batı ve Doğu Hıristiyanlığına Tarihi Bir Bakış”, Ank. Üniv. İlahiyat Fak. Dergisi, cilt: 27, s. 123) “İznik Konsili’nde Hıristiyanların hemen hemen tamamının anlamadığı bir ‘amentü’ empoze edilmiştir. Bunu Konsil pederlerinin çoğunluğu da anlamaz. Hıristiyanlık, hem Yunanlılaştırıldı hem de Romalılaştırıldı.” (Garaudy, 20. Yüzyıl Biyografisi, s. 206, 208; Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 92) “Teslis inanışının doğuşu Hıristiyan inancının eski Yunan Felsefesi ile harmanlanması sonucu olmuştur.” (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 99) Hamdi Yazır; “Hıristiyanlık şirkin bir tekamülünden ibaret kalmıştır.” Haklı tespitinde bulunur. (Adnan Odabaş, Dikkat misyoner geliyor, s. 12) Zaten “Antikçağ Yunan mitolojisinde de Herkül, annesi insan babası ise Tanrı olduğu için yarı insan yarı Tanrı bir yaratık idi.” (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 93)

Hz İsa’nın bildirdiği din, Pavlus’tan sonra bir de İmparator Konstantin’in, elinde, ikinci bir dönüşüm yaşamıştır. (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 88) Pavlus, peygamberlikle görevlendirildiğini ileri sürüyordu.” (Galatyalılara mektubunda, 1/11-12) “Tanrı İsa’da bedenleşmiştir. Pavlus tevhidi Helen Paganizmine boğdurup tanınmaz hale getirmiştir. Pavlus, Hz. İsa’yı ilahlaştırıp, boşalan yere kendisi oturmuştur.” (Adnan Odabaş, Dikkat misyoner geliyor, s. 11)

Daha sonra “Tanrı-insan inancı, Roma imparatorluğu tarafından benimsenmişti.” (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 75)  “Baba Tanrı imajının, Hıristiyanlıkta ciddi bir ‘insan biçimli Tanrı’ inanışına (atropomorfizme) yol açtığı muhakkaktır. Bu durum daha çok eski Hint Avrupa kültürünün bir sızıntısıdır.” (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 71, 72) Esasen “Yunan felsefesi de, Hint Avrupa kültürünün izlerini taşımaktadır.” (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 100)

Özellikle IV. asırda Hristiyanlık ile Roma uzlaşma sağlar. V. asır züht ve ruhban sınıfının ortaya çıkış asrıdır. Kiliseler ideal Hıristiyanlığı yaşamak isteyenlere manastırların yolunu gösterir. Bu sayede toplum onların tesirinden de uzak tutulmuş olur. Devlet ile din ittifak yapar ve bunun neticesinde ‘papalık makamı da’ imparatorluğa benzer bir teşkilatlanmaya gider. İsa’nın geri dönüş inancı, zamanın devamlı ileri atılması ile lakayt bir hale dönüşür. “Zamanla tevhit dini mağlup olur.” (Charles Guignebert, Le Christianisme antique, s. 190) 

Katolikler ve Ortodokslar  dâhil çoğu Hıristiyan kutsal kitapların tanrı sözü olduğunu, kâtiplere yazdırıldığını, yazdıranın tanrı olduğuna inanır. Tevrat 39, İncil 27 bölümden oluşur. Hıristiyanlar, K. Mukaddesin tamamına (yani sadece İncil’e değil, Tevrat, İncil, Zebur üçünü birden) inanırlar. Yahudiler ise sadece Eski Ahit’e -Tevrat’a- inanır. Hıristiyan inancına göre, Yeni Ahidi eski ahitten ayırmak mümkün değildir. Eski ve yeni ahit, kutsal ruhun esiniyle yazıldıklarından, bunların yazarı tanrıdır. (Şiddet karşısında İslam, Komisyon, DİB,  s. 53) Yeni Yaşam Yayınları’nın yayınladığı İncil’den: “İncil’e göre, İsa Mesih’in kendisi ne bir kitap yazdı, ne de gökten kendisine bir kitap indirildi. Buna karşılık İncil’de İsa’nın, Tanrıyı bize açıklamak için dünyaya gelmiş olan “Tanrı Sözü” olduğu belirtilir. (Yuhanna 1:1-18)” denmektedir. Daniel  Wickwire: “Kitap olarak İncil’i de İsa yazmadı. Onu kaleme alan kişiler, İsa’nın bunun için tayin ettiği elçilerdir. Elçiler, Kutsal Ruh’un denetimi altında yazarak tanık oldukları olayları ve kendi anlayışlarını ifade tarzlarını birleştirerek Tanrı’nın istediği sözleri yazdılar. Esin Tanrı’nın nefesidir. Kutsal Ruh yanlışlık olmadan, her kelimeyi denetleyerek yazdırıyordu.” derken; Thomas Paine, “The Age of Reason” (Aydınlanma Dönemi) adlı eserinde, “Ahd-i Atik’in (Tevrat’ın) müstehcen hikâye’lerle, şehevîliklerle, gaddarlıklarla, intikamcılıklarla dolu sayfalarını okuduğumuzda bu kitabın Tanrı sözleri olmaktan ziyade şeytan sözleri olduğunu söylemenin daha uygun olduğunu anlarız. Bu kitab(ları) Tanrı kitabı olarak benimsemeyi Yaratan’a (Tanrı’ya) karşı saygısızlık sayarım” demekte ve Lloyd M. Graham ise, “Deceptions and Myths of the Bible” (İncil’in Aldatıcı ve Efsanevî yönleri) adlı eserinde: “Kutsal Kitap gerçekten kutsal mıdır? Gerçekten Tanrının sözleri midir? (Hayır) İncil’de kutsal olan bir şey olmadığı gibi bu kitap Tanrı sözleri de değildir. Bu kitap Tanrı’dan esinlenmis azizler tarafından değil fakat iktidara susamış (muhteris) papazlar tarafından yazılmıştır. İncil Tanrı sözleri değil fakat putperestlik dönemine ait kaynaklardan aşırılmış (şeylerle dolu bir kitap’tır).” demektedir. “Kudüs kitab-ı Mukaddes Okulu profesörlerinden Benoit ile Boismard’ın müştereken yazdıkları ‘Dört İncil’in kaynaklarının topluca özeti’ adlı eserde. ‘sözlü rivayetin uzun bir oluşum safhası geçirmesi sonunda meydana gelen sözler, bu sözler ilk zamanlardaki şekillerinin sahip olduğu sıhhate sahip olmadığını ifade ederler. Bazı okuyucular İsa’nın sözlerinin İncillerde okuduğumuz gibi onun ağzından çıkmadığını fakat onları bize nakleden kişilerce değiştirilerek çevreye intibak ettirildiğini öğrenince belki şaşıracak yahut rahatsız olacaklardır. Bu araştırmada, hayrete, hatta skandala yol açabilecek çok şeyler vardır.” (Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s. 129- 130, 133) “Paris Katolik Enstitüsü profesörü Kannengiesser, incillerin İsa hakkında naklettiklerini ‘artık zahiri manalarına göre anlamamak gerekmektedir.’ İnciller ‘belli şartlar veya mücadele dolayısıyla yazılmış kitaplar’ olup, müellifleri mensubu bulundukları ‘toplumların İsa’ya dair sözlü rivayetlerini yazıyla tespit etmişlerdir.’ (Bucaille, s. 90) demektedir. Prof. Dr. Richard Friedman’a göre, ‘Tevrat’ı peygamber Yermiah ve havarisi Baruh ben-neriya yazmıştır.’ (Yahudi yayın organı Şalom Gazetesi: 13 Mayıs 1987) derken, Tevrat’ı yazdığı söylenen Hz. Musa’nın, yine Tevrat’ta öldüğü ve gömüldüğü yerlerden bahsedilmesi (Tesniye: 34/6: Rabbin sözüne göre; Rabbin kulu Musa orada, Moab diyarında öldü  ve Moab diyarında Beyt-peor karşısındaki derede onu gömdü) Tevrat’ın daha sonra yazıldığının kanıtıdır. İncil’e gelince; İncil’in içindeki çelişki ve yazılımının kesin kanıtlanamaması sonucu “Hristiyanlar imanlarını Kutsal kitabın doğruluğuna değil, İsa Mesih’in yaşamı, ölümü ve ölümünden sonra dirilmesi üzerine kurulmadığı” ve “Saygınlığı olan hiçbir Hristiyan yetkili Kitabı Mukaddes’in Tanrı tarafından indirildiğine ve teker teker peygamberlere yazdırıldığına inanmadığı.” (John Gılchrıst, Kur’an ve kutsal kitap, s. 13) açıkça ilan edilmektedir. Tabii, bu konuda da Hristiyanlar arasında bir birlik yoktur! John Gilchrist tarafında yazılan kitabın adı da “Evet! Kitabı Mukaddes Tanrı sözü’dür” şeklindedir. (Müjde yayıncılık, İstanbul, 1993) Tabii bu ‘Tanrı sözü’ kitaptaki çelişki ve yazılımlardaki itirazlara açıklama gayretine girilen eserde (Gilchrist, s. 138-219) oldukça zorlamalara gidilmiştir: Yazıcıların yanlış rakam yazmaları (Gilchrist, s. 97, 140, 145, 148) nedenlerini genellikle kopyalama esnasındaki yazıcılara atmaları ki bu bile açıkça yanlışlığın olduğunu itiraftır, sonrada aradaki farklı rakamların kitaplarda olmasının “pek fazla önemi yoktur.” (Gilchrist, s. 145) diye geçiştirilmesi gibi yorumlar ve detayları, konuyu uzatmamak için geçiyoruz! Kısaca, Kutsal kitap ilahi söz veya insan yazması da olsa sorunlarla doludur; Yazılımından içeriğindeki çelişki ve müstehcenliğe dek! Hz. İsa’nın tebliğ ettiği İncil, günümüzde, elimizde bulunan İncil değildir. Bunun en büyük delili yine İncil’de bulunmaktadır: “İsa. Tanrının İncil’ini tebliğ ederek Galile’ye gelir. ” (Markos, 1/14) “Evet, Kitap-ı mukaddes (İncil ve Tevrat) insan eseridir. Bazı kimseler, neden olduğunu anlamadığım sebeplerden ötürü, bunu inkâr etmektedirler. Kitap-ı mukaddes, insanların dimagında teşekkül etmiş, insanlar tarafından, insan dili ve insan eli ile yazılmış ve tamamen insan karakteri taşıyan bir eserdir.” (Moody İncil Enstitüsünden Dr. Grahamn Scroggie İncîl Allah kelamı mıdır?  s.17)  

“Elleriyle kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için, “Bu Allah’ın katındandır” diyenlere yazıklar olsun!” (Bakara, 79)

Hıristiyan siteden bir alıntı: Kore’deki Aziz Nikolaos Manastır Kilisesi: “Rab’bimiz sağ eliyle kutsamakta ve diğer eliyle İncil’i tutmaktadır. Yüksek noktaya çizilmiş Rab’bimiz İsa, kesintisiz olarak dünyayı kutsamakta, kiliseye gelen insanlara Tanrı’nın bereketiyle Efendimiz’in öğretileri uygulanırsa kurtarılacaklarını belirtmektedir.” Hz. İsa hangi İncil’i tebliğ ediyor, anlatıyordu? Matta’yı mı, Luka’yı mı, diğelerini mi yoksa 300 sene sonra yasaklanacak İznik konsülünün reddettiği İncil’leri mi? İncil metinleri doğrudan tarihsel dokümanlar olmayıp, İsa İsa’ya ilişkin hikayelerin, kilise tarafından şekillendirilmiş metinleri olduğu gerçeği ortadadır. (M. Borg, A new vision, s. 15) İncil metinlerindeki İsa, ilah oğul İsa’dır. Bu İsa figürünün, Filistin’de yaşayarak halkı Musa’nın öğretilerini çağıran İsa ile bir ilişkisi yoktur. (P. M. Casey, From Jewish Prophet to Gentile God; Ş. Gündüz, Pavlus, s. 121-201) Tarihsel İsa, İncil’in İsa’sı kesinlikle değildir. (Prof. Adnan Bülent Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 233) Günümüzdeki İncil şu an Hz. İsa’nın hayatını anlatır. “İncil ne Kur’an ne de hadis külliyatlarına benzer olsa olsa siyer kitaplarına andırır hatırlatır.” (İspanyalı eski Katolik papaz Abdullah Tercüman (Anselmo Turmeda), Hristiyanlığa Reddiye, s. 8) Peki Hz. İsa insanlara neyi anlatıyordu, kendi hayat hikayesini mi, doğumunu mu? Asıl soru ise şu: Matta’ya göre İncil varda, İsa’ya göre İncil neden yok? “İncil’in asıl dili İbranicedir. İsa ve havariler bu dili konuşuyorlardı.” (J. Dheilly, Dictionnaire Biblique, Arameenne maddesi, s. 79) “Hz İsa Aleyhisselam Arami dilini konuşuyordu n eski İncil ise Yunancadır. Yunanca tercümelerin doğru olup olmadığını kontrol edecek Aramice bir metin yoktur.” (Abdullah Tercüman (Anselmo Turmeda), Hristiyanlığa Reddiye, s. 10) Kitabı mukaddesin bilinen ‘en eski İbranice metni MS. 9. Asra’ aittir. Günümüzde içeriğindeki farklılık ve çelişkiler dışında, her Hıristiyan mezhebi, aynı dili konuşsalar da, ‘aynı tercümeyi değil, mezheplerine göre yapılmış ayrı ayrı tercümeleri’ okumaktadırlar.  Hz. İsa teslise göre Tanrı’nın üç kimliğinden biri ve Tanrı’ya eşit ise kendinden üstün bir otoriteden direktif alan bir emir kulu gibi, “O beni gönderdi, Tanrı sözünü duyurayım. Tıpkı bana öğrettiği gibi konuşuyorum” demezdi.  Sözlerini insanlara duyurmak için gönderen bir Tanrı varsa ve kendiliğinden konuşmuyorsa, duyurduğu bu Tanrı Söz’leri de apaçık vahiy (Tanrı’dan alınan sözler) olur. Hz. İsa, kendisini gönderen Tanrı’nın Buyruklarını/Müjdesini insanlara duyurmuştur. Önemli olanda bunların ne olduğudur.

Matta: 65 yıllarında yazıldığı kabul edilir. Markos: 63-70 yılları arasında yazıldığı kabul edilir. 65-70 arası diyenler de vardır. (A. Robert ve A. Feuillet, Introduction, II/227) Katolik din adamlarından Roguet’ye göre, Markos, acemi bir yazardır. (A. M. Roguet, Initiation a l’evangile, s. 60) Luka: Genç yaşında Pavlus’u tanımış ve ondan ayrılmamıştır. Bu İncil Yunan asıllı olmayan Hıristiyanlar için yazılmıştır. Müşrikleri cezp edecek hikâyeleri, en göze çarpacak şekilde sergilenir. Şer’i/dini hükümlerden bahsetmez. Yuhanna: 90-110 yılları arasında yazılmıştır. Havari Yuhanna’ya ait olduğuna dair şüpheler vardır. (W. Durant, The Story of Civilization II, s. 208; E. Royston Pike, Dictionnaire des religions, s. 173-174; Ayrıca eski Hıristiyan, mühtedi Müslüman M. Bucaille ve Encyclopedia Britannica da bu görüşü savunur.) 96 yılında, İsa’nın tanrılığını kabul etmeyenlere karşı, ‘öteki İncillerden farklı olarak Mesih’in ilahi tarafını anlatmak için yazılmıştır.’ (A. Şelebî, el-Mesihiyye, s. 179-180) Yuhanna diğer İncillerden farklıdır. Bu İncil’de sadece kendine özel hikâyeler anlatılır. Dirilen İsa’nın görülmesi gibi. Bu hikâye, Yuhanna inciline ‘sonradan eklendiğine dair ittifak olan’ 21. bölümde yer alır. “Markos, Matta, Luka ve Yuhanna incilleri 70 yılından itibaren 110 yılına varmayan bir tarih arasındaki dönemin ürünleridir. En son Yahudi isyanının vuku bulduğu 140 yılına kadar Musevi Hristiyanlık kültürel yönden yine kendi egemenliğini koruyacaktır. Paul, İsa’yı sağlığında görmediği halde, İsa dirildikten sonra kendisine Şam yolunda göründüğünü iddia ederek görevine meşrutiyet kazandırmıştır. Culmann, “Markos, Matta ve Luka İncil kadrosu, tarihi bir dayanaktan yoksun tamamen edebiyat üründen kitaplardır.” der. İncil yazarları kişisel görüşlerine uygun düşeni İsa’ya söyletirken, İsa’nın sözlerini bizlere, kendilerinin mensup oldukları toplumların zihniyetini yansıtacak biçimde rivayet etmektedirler.   Matta ve Luka, İsa için farklı soy kütükleri verirler. Yuhanna’nın İncil’de verdiği haberlerin tarihi değeri çok defa reddedilmiş durumdadır. Culmann, ‘Yuhanna’ya yol gösteren, onun teolojik hedefleridir.’ der.” (Bucaille, s. 97, 102, 117, 123) Zaten, “Resmi dört İncil müellifleri, anlattıkları olayların görgü tanıkları da değildirler.” (Bucaille, s. 14, 387) Dolayısı ile aşağıda vereceğimiz çelişki örnekleri karşısında “Çoğu kez Hristiyanlar, şaşa kalırlar. Zira kendilerine İncil müelliflerinin, İncillerde hikaye ettikleri olayların görgü tanığı oldukları hususunda emin olmaları tekrar tekrar söylenmiştir. (Bucaille, s. 158)

Arthur Jeffery, “Hıristiyanlar İncil’e değil bizzat İsa’ya önem verip İncil’e ikincil derecede baktılar. İncil yazarları da İncilleri kutsal metin olacak niyetiyle yazmamışlardı.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 77) İnciller inanç esaslarının oluşumundan sonra yazılmıştır ve bu durum büyük problem oluşturmaktadır. ‘Normalde İncillerin Pavlus’tan önce olması gerekirdi. Yani din, İncil’e göre yapılanmalı idi. Hâlbuki bunun aksi olmuş ve önce Pavlus çalışmaları ile inanç esaslarını büyük ölçüde ortaya çıkartmış, daha sonra İnciller, onlar göz önüne alınarak kaleme alınmıştır.’ Katolik İncil araştırmacısı A. M. Roguet bunu şöyle ifade etmektedir: “Katoliklere göre İnciller Kiliseden ortaya çıkmıştır, yoksa Kilise, İncillerden doğmuş değildir.” (Initiation a L’evangile, s. 22)  Pavlus’un risaleleri 52-63 yılları arasında yazılmıştır. Halbuki en erken İncil 63’te yazıldığı ileri sürülür. Yani “Pavlus ve fikirleri İncilleri etkilemiştir.” (Papaz Paul Ilyas, Yesu’ul- Mesih, s. 18) Ayrıca aynı konu hakkında neden 4 İncil vardır? Halbuki gerek Kur’an gerek İncil’de tek İncil’den bahsedilir. (Markos, 1, 14; Romalılar risalesi, 1,10,16,15,19; Matta, 4,23) Hıristiyanlığın ilk asrında çok fazla olan bu İnciller önce 70’e sonra 4’e indirilmiş, geri kalanlar apokrif  (kanonik yani dini otoritelerce genel kabul görmüş olmayan) metin sayılmıştır. İznik konsilinin bile bire indiremediği bu 4 İncil arasında farklar, zıtlıklar, ihtilaflar, fazlalık ve eksiklikler, çelişkiler mevcuttur. Müslüman olup Abdulehad Davud adını alan eski Hıristiyan din bilgini şöyle der: “Bu dört İncil 325 yılında konsil tarafından resmen kutsal ilan edilir. O tarihten önce bunlardan hiçbiri Kilise ve Hıristiyanlarca tamamen onaylanmış değildi. Yeni Ahid’i (İncil’i) seçenler iki bin delegeden çoğu uzaklaştırıldıktan sonra geri kalan 318 kişi olup İsa’yı tanrı ilan etmişlerdir.” (A. Davus, el-İncilu ve’s-salib, s. 26) “İncil, yazarlar tarafında kaleme alınmış ancak tanrı, yazarların yaptığı işin sorumluluğunu üstüne almıştır. İçerik bakımından birbirini tutmayan yazılı metinler İznik konsili ile elemeye tabi tutulmuştur.” (Prof Ahmet Yücel, Oryantalist hadis anlayışı ve eleştirisi, s. 31) Bu azınlık, imparatorluk gücü ile bu inancı kabullenmiş ve etrafa empoze etmiştir. İlk konsiller papa tarafından değil imparatorlar tarafından teşkil edilir. (Rene Metz, Histoire des consiles, s. 13; Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 101) İznik, İstanbul, Efes, Kadıköy, İstanbul II, İstanbul III, İznik II, İstanbul IV, Trente, Vatikan, Vatikan II şeklinde birbirini takip eden konsiller yapılır. Her yapılan konsil ile yeni inançlar eklemiş veya çıkarılmıştır: Günahları papazların affetmesi, Papa’nın yanılmazlığı, Meryem’in asli günahtan uzak olması, İsa’nın Yahudilerin değil de Roma valisi tarafında öldürülmüş olmas, Endüljans (Orta Çağ Avrupası’nda ölümden sonra cennete gitmek için Papa’nın sattığı af belgesi) gibi. Vatikan II. Konsili kararı ile ‘Dört İncil, aslına uygun olarak nakledilmektedir.’ kararını resmi görüş olarak ilan eder.

Hıristiyanlar Helenistik dünyanın şirkinden etkilenerek tanrıyı yere indirmişlerdir.
“Yıllar süren titiz araştırmalardan sonra, Hıristiyanlığın geleneksel  tarihinin en iyi ihtimalle ümitsiz bir şekilde yanlış olduğu ve en kötü ihtimalle bir sürü yalan olduğu sonucuna varmıştık. Kanıtlar, bizim, düşünülemez olanı düşündüğümüzü gösteriyordu. Hıristiyanlık birinci yüzyıldaki bir Mesih kültü değil, antik Pagan Gizem dininin Yahudi bir uyarlamasıydı. Tarihsel bir İsa’nın var olmuş olduğuna dair herhangi bir kanıt bulamadık.” (Timothy Freke, Peter Gandy, İsa ve kayıp tanrıça, s. 17) Hristiyan iken sonradan Müslüman olan Paris Tıp Fakültesi’nde Cerrahi Kliniğini Başkanı Prof. Maurice Bucaille’de, “Hıristiyanlık, İbranice Kitabı Mukaddes’e bazı ekler yapmak suretiyle onu kabul etmiştir.” (Dr. Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s. 8) demektedir. “Yunan felsefesi ve Roma hukuku, İncil’i gerçeği temsil edemeyeceği bir hale getirmiştir.” (Alfred E. Sarvie, Encyclopedia of Religion and Ethic Vol. 5, p. 634) 1000’li yıllardan itibaren pagan inançları Hıristiyanlaştırılmıştır. (Prof. Adnan Bülent Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 106) ‘Davenport, “Eski putperestliğin ilahlar grubu yerine şehitler ve azizlerden meydana gelen bir kalabalıktan oluşan yeni bir olimp ortaya çıkmıştı.” demektedir.’ (Prof A. Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 223) “Yahudi olmayan Roma vatandaşları, pagan kültürüne sahip idi.” (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 88) “Saul isimli Tarsuslu bir Yahudi. Biraz paganizm, biraz Roma geleneği ortaya karma bir din çıkıyor. Domuzu, şarabı, ribayı helal kılan o. Sünneti kaldıran, Papa’yı kutsayan o. Katolizm, Hristiyanlık adını alarak böyle doğdu ve Roma’nın “resmi din”i oldu. Ondan sonra Roma daha önce kendini pagan kültüre göre kutsarken artık Hristiyanlık adına kutsuyordu. Hristiyanlık bugün artık “kültürel bir aidiyet”ten başka bir şey değil. Ruhaniyetini kaybetti. Seremoni ve ritüellerden ibaret bir gelenekten söz ediyoruz. Yahudilik zaten kendini ırkına hapsetmiş bir başka gelenektir.” (Abdurrahman Dilipak, Yeniakit, 21 Haziran 2016) 

Hıristiyanlığın vahiy anlayışı İslam’ınkinden çok farklıdır. Orjinal vahyin korunamaması durumundan dolayı daha esnek ve gevşek bir vahiy inancı benimsenmiştir. Bir taraftan ‘metinler tanrı sözü’ kabul edilirken diğer taraftan ‘İncil yazarlarının hürriyetinden, kendi kültür seviyelerine göre vahyi aktarmalarından, tanrının bu özel kültür vasıtası ile sesini işittirmesinden’ bahsedilir.

Meşhur bir Hıristiyan alimi olan ‘Yesûu’l-Mesih’ kitabının yazarı Pavlus İlyas, İncil yazarlarının hatalarından, gafletlerinden bahseder: Markos, Matta ve Luka gibi yanlış anlamaz. Luka, Matta ve Markos gibi yanlış anlamaz.” (Yesûu’l-Mesih, s. 27-28) derken çelişkileri de itiraf etmiş olmaktadır. “İnciller bağlantısız ve zıtlıkların giderilmesi imkansız gibi görünen edebiyat manzumesidir.” (Bucaille, s. 126) “İlmi çalışmalar, Tevrat’ın çeşitli dönemlerde farklı yazarlar tarafından kaleme alındığını, metin üzerinde düzeltme, değiştirme ve ilaveler yapıldığını, metnin tek kişi yani Hz Musa’ya nispet edilemeyeceğini ortaya koymaktadır. Kutsal metinlerin belli şahıslara ait oluşuyla ilgili dini gelenek geçerliliğini yitirmişti.” (Prof Ahmet Yücel, Oryantalist hadis anlayışı ve eleştirisi, s. 30)

İnciller tanrı esinlemesi mi konsillerin seçmesi mi? Daniel Wickwire’in ‘Kutsal Kitabın Değişmezliği’ kitabında, “Roma Katoliklerinin ağırlığını ortaya koymasıyla Trent Konsili’nde Latince Vulgata’nın tek otantik nüsha olarak kabul edilmesi üzerine, Katoliklerle Doğu Ortodoksları arasında ayrılık meydana gelmiştir. Doğu Ortodoksları, otantik nüsha olarak Septuagint’i kabul etmiş, reform yanlısı Protestanlar ise, Eski Ahid kısmı olarak, Yahudi versionunu esas almışlardır.” demektedir. Tabii yazar burada her 3 Hıristiyan mezhebinin de farklı farklı bölümlerden oluşan 3 ayrı incil’e inandığını da eklersek aşağıdaki ayeti nasıl yorumlayacaklar acaba?: “Bu kitaptaki peygamberlik sözlerini duyan herkesi uyarıyorum! Her kim bu sözlere bir şey katarsa, Tanrı da bu kitapta yazılı belaları ona katacaktır. Her kim bu peygamberlik kitabının sözlerinden bir şey çıkarırsa, Tanrı da bu kitapta yazılı yaşam ağacından ve kutsal kentten ona düşen payı çıkaracaktır. ” (Vahiy – 22: 18-19) Sadece Tevrat üzerindeki faklılıkları açıklayacak olursak: Tevrat’ın son 6 kitabı konusunda MS. 1612 Kudüs konsilinde Ortodokslar Katolikler’den farklı olarak 4 bölüm daha ilave etmektedirler. Bu 6 kitap Katoliklerde 13 bölümden, Ortodokslarda ise 17 bölümden oluşur. Bunun sebebi, Ortodoksların Tevrat olarak, kendi dillerinde Yunanca ilk tercüme olan, yine 45 bölümden oluşan Septuagint’i esas almalarıdır. Bu durumda Katolikler, kendi dilleri Latince’ye tercüme edilen ve Yahudilerin Tevratı ile uyuşmadığı için çıkarılan (Ortodoksların kabul ettikleri) 4 bölüm hariç, 45 kitaptan oluşan ve Vulgate ismini alarak, yeniden düzenlenmiş olan, Kutsal Kitaptaki Septuagint’i esas almış olmaktadırlar. Bu durumda Katolikler ve Ortodoksların Tevrat Kanonu, Protestanlardan 6 kitap daha fazladır. Protestanlar ise bu 6 kitabı bütün bölümleriyle reddettiler. Sonuçta Protestanların kutsal kitabı 66 bölüm (Tevrat 39, İncil 27 bölüm), Katolik ve Ortodoksların ise 72 bölümdür (Tevrat 45, İncil 27 bölüm) Ayrıca Katolikler ve Ortodoksların, Protestanlarla olduğu gibi kendi aralarında da farklılıklar (6 kitap arasındaki 4 bölüm) bulunmaktadır. Ayrıca Daniel Wickwire, ‘Apokrifa Kitapları Nedir?’ adlı çalışmasında: “İncil’de, İsa ve elçileri tam 2.559 kez Tevrat, Zebur ve peygamberler’den alınma vardır. Bunlardan hiçbiri Apokrifik bir kısımdan alınmış değildir. Mesih ve elçileri Apokrifa hakkında bilgi sahibiydiler, fakat İsa ve elçiler Apokrifa yazılarından bir kez bile alıntı ya da aktarma yapmamışlardır. Bu yazılarla ilişkisi olan bir peygamber bile yoktur ve bu kitaplar Tanrı esini olarak asla kabul edilemez. Erken dönem kilisesindeki misyonerler, Grekçe konuşan dünyada misyonerlik yaparken, Grekçe yazılmış olan Septuagint’ten alıntılar ve daha sonra Yahudiler tarafından kanon dışı olarak tanımlanan kitaplardan da alıntılar yapmaktan ve bunlara referans vermekten çekinmediler. Örneğin, kanonik İncil’deki Yahuda 14-16, apokrif Enok kitabından (Enok 1:19) alıntı yapmaktadır. Yakup 1:19, Sirak Kitabı 5:11 ve İbraniler 11:37’de, Apokrif The Martyrdom of Isaiah’ta (işaya’nın şahadeti) bulunmaktadır. Yuhanna’ya göre İncil’deki 7:38 ile Yakup 4:5’in kaynakları bilinmemektedir. (The New Catholic Bible) Bu sözler’in hiçbir Eski Ahid kitabında olmadığını belirtmektedir.” demektedir. Yine ayrıca “Tomas İncili dünya üzerinde bulunan kitaplar arasında Hz. İsa’nın sözlerini en doğru ve en eski yazılmış tek kitaptır.” görüşü resmi katolik görüşü iken diğer incillerin esinti kaynağı ne yapıyordu diye sormamız gerekmez mi? Yine İncil’de farklı İncil nüshalarına karşı mücadele izleri vardır: 10. Bölüm, Pavlus’un Korintlilere ikinci mektubu: 11. Bölüm, 4. ayet: Çünkü size gelen ve bizim tanıttığımızdan değişik bir İsa’yı tanıtanları pekâlâ hoş görüyorsunuz. Ayrıca, aldığınız ruhtan farklı bir ruhu ve kabul ettiğinizden farklı bir müjdeyi kabul ederek bunları hoş görüyorsunuz.”

Ve bazı sorular: Binden fazla Ruhani ve yüzlerce İncil’in toplanıp tartışıldığı ve ancak 318 ruhani liderin kararı ile seçilen 4 İncil’in doğru kabul edildiği İznik konsiline kadar geçen 325 yılına dek yaşayan Hıristiyanlar kafir mi idiler? O 4 İncil dışındakilere iman edenlerin durumu nedir? Ya 700’den fazla dini liderin savunduğu görüş ve kitaplar, onların yolundan gidenlerin hali ne olacaktır? Tek tanrıya inanan Airus’u kim öldürmüştür? Konsüle baskı ile 4 İncil kararını aldıran ve eski putperest öğeleri içinde barındıran bu yeni inanışın temellerini attırtan Roma imparatoru Kosttantin’in, Kayseri Piskoposu olan ve tarihçilerin sultanı olarak adlandırılan Eusebius tarafından Mecusi olduğu ve ancak ölürken vaftiz edildiği görüşüne Hıristiyan din alimleri ne diyeceklerdir? Günümüz İncil’lerinin sağlamlık yönünden bırakın Kur’an’ı hadislerle bile boy ölçüşemeyeceği görüşüne misyonerler ne cevaplar vereceklerdir?

İnanç esasları

Tecessüt (incarnation) inancı: Tanrının bedenleşmesi, cisim olarak maddileşmesi konusu Yuhanna 1,1-1,14’de: “Kelam (Hristiyanlığa göre Hz İsa, baba tanrının konuşma sıfatının et kemik bulmuş halidir) eden olup aramızda yaşadı.” ifadeleri bulunur. Diğer üç İncil’de bu konuda bir delil yoktur. Sadece Pavlus’un mektuplarında buna benzer ifadeler vardır. (I. Timoteosa, 3, 16; İbranilere, 2,15) W. Durant’ın dediği gibi Yuhanna İncil’i ‘Peşin bir fikirle hareket etmektedir. Diğer üç İncil’e muhaliftir. Araştırmacılar bu eserin Yuhanna’ya ait olmadığını ileri sürerler.’ (The Story of Civilization XI, s. 209) Bu cisimlenme konusunda 1977 yılında Londra’da İlahiyat Fakültesi profesörlerinden altı kişi (Don Cupitt, M. Goulder, L. Houlder, D. Nineham, M. Wiles, F. Young) ortaklaşa bir eser yazarlar: The Myth of God Incarnate (Tanrının cisimlenme efsanesi) Özetle; İsa’nın tanrının seçtiği bir insan olduğunu, bunların birbirine karıştırılmaması gerektiğini, teslisin bir şiir ve mitoloji gibi algılanması gerektiğini ifade ederler. (New York Time, 27 Şubat 1978) Kitabın yazarlarından Birmingham Üniversitesi teoloji profesörlerinden John Hick, İsa’nın tanrının cisimlenmiş olması iddiası ile Buda’nın Budist felsefedeki konumunu kıyaslar ve Buda’nın Mutlak Hak ile birleşmesi ile İsa’nın tanrı ile bir olduğu iddiası arasındaki bağlantıya dikkat çeker. Kitabı Mukaddeste Cisimlenme inancının tek geçtiği yer, Yuhanna, 1,4 cümlesidir. Resullerin işlerinde ise İsa’nın tanrı olmadığı, seçkin bir kul olduğu ifade edilir. Kesin olan tek şey, İsa’nın bir anneden doğduğu ve diğer insanlar gibi bir hayat sürdüğüdür. E. Renan, İsa’nın tanrı ile bir olduğunu iddia etmediğini, ilk üç İncil’de de buna dair bir kanıt olmadığını söyler. (İsa’nın hayatı, s. 183) H. G. Wells de, Pavlus’un ne İsa’yı ne gördüğü ne de ondan bir mesaj aldığını, Yahudilik ve Mitra dinlerini çok iyi bilen Pavlus’un birçok fikirlerini Hıristiyanlığa naklettiğini, İsa’nın kendini kurban etmesinin ise daha önceki milletlerde görülen kurban tanrı inançlarından alındığını söyler. (A. Short History of the World, s. 170-178) “O zamana kadar ilahlar topluluğuna inanmış olan insanların Hristiyanlığı daha kolay kabul edebilmelerini sağlamak için dinde değişiklikler yapıldı.” (Ali Ömer, Hristiyanlığı terk ederek İslamiyet’i kabul edişimin sebepleri, s. 15) Şirk dolu ortamda Pavlus’un İsa’nın tanrılığı fikri rahatlıkla kabul görmüş ve ilk üç asırda, baskı altındaki bu din asıl  değiştirilmiştir. Arius, ‘Tanrı yalnız babadır, oğlu mahluktur.’ görüşüne sahiptir. Ama Konsilde 2048 din adamından 318 delegenin dediği kabul edilir. A. Davud haklı olarak sorar, ‘Luka, işlerin şiddetlendiği her zaman Ruhul Kudüs’ün inip din adamlarını yöneteceğini yazıyordu, Acaba neden İznik Konsiline inmemiştir?’ (el İncilu ve’s-salib, s. 32) Sonuçta Arius ve bazı din adamları öldürülür ve imparatorun baskısı ile şu karar alınır: ‘İsa hak tanrıdır, her şeyi yaratan baba ile aynıdır, eşittir.’ Dikkat çeken bir hususta baba ve oğuldan bahsedilen bu metinde Ruhul Kudüs’ün tanrılığından hiç bahsedilmemektedir. Ancak 381 yılında R. Kudüs teslise ilave edilir. (A. Hatib, el-Mesih, s. 251-252) 533’teki konsil ile nihai sonuca ulaşılır: “Üç parçadan oluşan tek tanrıya tapınılmalıdır.” (D. Masson, Le Coran et la revelation judeo-chretienne, I/90) Ya peki daha eski tarihlerde Hıristiyanlığa inananlar, eksik bir inançta mı idiler?

Teslis

Havarilerin tebliğinde teslis yer almaz. (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 98) Hıristiyanlarca yazılan eserlerde tanrının sıfatları da açıkça yer almamaktadır. (About the Myth of God Incarnate, s. 29) “Pavlus’un tavrında ısrarı, İsa’nın gerçek havarilerini ve bağlılarını öfkelendirmişti ve bunları kutsal kitabında da (Elçilerin işleri, 21 /17- 40) anlatıyordu.” (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 82) Teslis, büyük ölçüde “Kahramanları tanrılaştırma” kültürünün yansımasından başka bir şey değildir. İsa’dan bin yıl önce de Brahma-Vişna_Şiva şeklindeki teslise yine ayrıca,  MÖ. 331’de İskenderiye’de Sirabis-İzis-Horus üçlemesi zaten yaygın bir inanç şeklinde eski Mısır, Asur, Babil, İran, Hint, Çin gibi ülkelerde yaygın olarak bulunmakta idi. (A. Şelebi, Edyanul alemiil kübra, s. 18, el-Mesihiyye, s. 144, A. Short History of the World, s. 166) İskenderiye’de ise ortaya çıkan Yeni Eflatunculuğun kurucusu Plotin de Tek-Akıl-Nefs üçlemesi yapıyordu. İskenderiye okulunun temsil ettiği Yunan felsefesini iyi bilen Pavlus Hıristiyan dinine girince tevhid dini olan Hıristiyanlığı teslis dinine çevirmiştir. Luka zaten Pavlus’un has öğrencisi idi. Matta ve Yuhanna’ya isnat edilen incillerde Pavlus’un öğrencileri tarafından yazılmıştır. Havariler İbranice konuşurlardı ama bu inciller latince yazılmıştır. Markos incilini yazan kişi ise Pavlus’a bağlı dualist bir Yahudi filozoftu. (Ali Çankırılı, Batıda İlmi Skandallar, s. 180) Mezopotamya dâhil birçok yerde bir takım tanrılara inanılırdı. Temmuz, Mitra gibi. Bunlar bir mevsimde ölür başka mevsimde dirilirlerdi. ‘Bunlar birçok yönden insana benzer tanrılardı.’ Ayrıca mesela, Frigya Attis’inde din mensupları mistik bir yemeğe katılır ve sonra şöyle derlerdi: Sendurdakileri ‘yedik’, sancdakileri ‘içtik’, böylece Attis’e uyanlardan olduk.” Bazı deliller göstermektedir ki bu iki alete konan yiyecekler ‘ekmek’, kutsal balık eti ve ‘şarap’ idi. Attis ‘buğday’ı temsil ederdi. “Ele verildiği gece Rab İsa eline ekmek aldı, şükredip ekmeği böldü ve şöyle dedi: “Bu sizin uğrunuza feda edilen bedenimdir. Beni anmak için böyle yapın.”  Aynı biçimde yemekten sonra kâseyi alıp şöyle dedi: “Bu kâse kanımla gerçekleşen yeni antlaşmadır. Her içtiğinizde beni anmak için böyle yapın.” Bu ekmeği her yediğinizde ve bu kâseden her içtiğinizde, Rab’bin gelişine dek Rab’bin ölümünü ilan etmiş olursunuz.” (Korintliler/11, 23-26) Teslis tabiri ilk kez Antakyalı Theophile tarafından kullanılmıştır. “325 senesinde İznik’te bir sürü kitap ile insanlar toplanıyor ve hangisinin ilahi vahiy eseri olabileceğine karar veriyor. Seçilen dört kitap ise birçok hususta birbirinden ayrıdır, biri diğerine uymamaktadır. İlk orijinal nüshaları da elde bulunmamaktadır.” (Kerim Aytekin, Misyonerlere kanmayın, s. 120) “325 yıl boyunca, standart bir kutsal kitabı olmayan Hıristiyanlar, İznik Konsili’nde bu konuyu da bir sonuca bağlamıştır. İlk kuşak Hıristiyanlar 4 İncil’den açık ve seçik bir biçimde söz etmemektedir.” (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 94) “Hz. İsa’nın dili, İbranice ise de, Hıristiyan kutsal metinleri Yunanca (Grekçe) yazılmıştır.” (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 100) “İsa, aramca ya da İbranice konuşmuştur, ancak İnciller Yunanca yazılmıştır.” (Adnan Odabaş, Dikkat misyoner geliyor, s. 13) “Kutsal Ruhun tanrılığı 381’de İstanbul’da toplanan konsilde karara bağlanmış, böylece Teslis (Trinite) inancına ulaşmışlardır.” (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 95)  Kilise, kurumsallaşmış İsa’dır. (Adnan Odabaş, Dikkat misyoner geliyor, s. 13) “325 İznik Konsilinde teslis, baba ve oğul aynı cevherden ilan edilirken, 533 yılında toplanan Konstantinopolis Konsilinde ise 3 unsur tek tanrı inancı kabul görür.” (D. Masson, Le Coran, I/90) Teslis büyük ölçüde kahramanları tanrılaştırma şeklindeki yaygın şirkten kaynaklanmıştır. MÖ 331’de İskenderiye’de Sirabis-İzis-Horus üçlemesine tapılırdı. Bunlar ayrı ayrı tanrı kabul edilmiyor, tek tanrının üç durumu olarak kabul ediliyorlardı. (A. Short History of the World, s. 166) L. Gautier ve birçok araştırmacı, Hıristiyan teolojisinin Yunan felsefesinden ve özellikle Yeni eflatunculardan fazlasıyla etkilendiklerini söylerler. (el-Medlal ila D. F. İslamiyye, s. 93) Eğer üçlü tanrı inancının tanıtılması gerekiyorsa aslında bunu bizzat İsa’nın yapması gerekirdi ve sonrakilere bırakmazdı. Halbuki O, “Çekil şeytan, Yalnız Allah’a kulluk edeceksin.’ diye yazılmıştır” (Matta, 4, 10) demektedir. A. Davud, Hıristiyan tanrılarının hiçbirinin tek başına kamil, mükemmel olmadığını, bunun da bir noksanlık işareti olduğunu ifade eder. (el- İncil, s. 21) Bu üç parçadan biri nasıl olmuşta Meryem’in karnına girmiş, insan şeklini almıştır? Bu çokluğa delil olmaz mı? (el- Hatib, el-Cevabus-sahih, II/ 37) “Hiç kimseyi iki efendiye kulluk edemez” (Matta, 6-24) “Hz İsa’nın çarmıhta öldürüldüğü de kabul edildiğine göre, o ölü iken kâinatın devam ve bekası tanrısız/eksik tanrı ile nasıl mümkün olabilmiştir? Babanın sağ tarafında oturduğu iddia edildiğine göre, bu da Allah’tan bir ayrı varlık olduğu kabul edildiği anlamına gelmez mi” (Bir Amerikalının Müslümanlık hakkındaki 23 sualine cevaplar, Diyanet yayınları, Ankara 1959, s. 9) “Hz İsa sonradan dünyaya geldiğine göre, üçlemede Hz İsa’nın da bulunması zorunlu olduğuna göre bu bir eksiklik işareti olmaz mı? Tanrı inancına zarar vermez mi?” (Bir Amerikalının Müslümanlık hakkındaki 23 sualine cevaplar, s. 7) İsa iki bin yıl önce yoktu, sonradan doğdu, bu bir ilave olmamaktadır? İncillerde İsa’nın istenmeden asıldığını ifade eden ayetler vardır. (Matta 27, 46; Markos, 15,34) Halbuki Hristiyan inancına göre O kendi arzusu ile asılmıştı! Ayrıca Baba tek başına tanrı değildir, ancak diğer iki parçaya izafe ile tanrıdır. Bir çocuk gibi ihtiyaçları olup büyütülen bir kişi hiç ilah olabilir mi? Hiç bir peygamber de baba, oğul, kutsal ruh üçlemesinden bahsetmemiştir. (el- Hatib, el-Cevabus-sahih, II/ 253)Hz İsa’ya Kudüs’te ilk inananlar katışıksız Yahudi olup diğer Yahudilerden tek farkları, onun Mesih olduğuna inanmaları idi. Yunan Yahudileri ise hayatlarının çoğunu Yunan şehirlerinde geçiren kimselerdi. Sadece hac ve bayram için Kudüs’e gelirlerdi. Şirk diyarında yaşayan bu insanlar onlardan etkilendikleri kadar çevrelerini de bu yeni dinlerine davet ederler. Böylece Antakya kilise’si doğar, ilk Hıristiyan (Mesihi) adı da burada ortaya çıkar. Zamanla bu mesih kavramı yerine ‘efendi-rab’ kullanılmaya başlanır. Halbuki aynı dönemlerde el-Celîl’deki İsa ashabı, İsa ve dediklerine iman ve büyük Yahudi mabedi ile irtibatlı bir hayat sürdürüp, Yahudi kurallarına saygı göstermekte idiler. Bu iki kesimden ne yazık ki Helenistik-Yunan tesirindeki taraf galip gelir. Pavlus’un çevresinde zaten ölüp dirilen tanrılar inancı mevcuttur. Duyduklarını kendine göre yorumlayıp kabul eden Pavlus, saf İsa inancı olan el-Celîl Hıristiyan anlayışı ile değil, Yunan ruhu ile boyanmış bir Mesihlik inancını yayar. Pavlus mutaassıp bir yahudi idi, yeni dininde de mutaassıp olmuş ve E. Renan’ın ifadesi ile, ‘O sadece taassubunun konusunu değiştirmiş’ (E. Renan, Havariler, s. 183) bulunmaktadır. Pavlus, görevine Kudüs’te başlamadığı gibi, oniki havariden de bilgi ve icazet almamıştır. Zaten onun hiç bir insanın irşat ve nasihatine ihtiyacı yoktur.  ‘Ben incili insandan almadım fakat İsa Mesih’in vahyi ile aldım. Tanrı, milletler arasında onu anlatayım diye kendi oğlunu bende keşfetmeye razı olunca Kudüs’e havarilerin yanına gitmedim’ (Galatyalılara 1, 10-17) Yahudilerin Yunan düşüncesi ile bağdaşmayan bazı kuralları ortadan kaldırılır. Hıristiyanlık artık Yahudilikten ayrılmıştır. Pavlus, her tarafı memnun edecek bir yorum bulmaya çalışır. İsa’yı rab ilan eden bu yeni din, tanrılar arasında derecelendirmeyi kabul eden Yunanlılarca kolayca kabul edilir. Saf Yahudi Hıristiyanlar Pavlus’a karşı çıkarlar. İkinci asırda Hıristiyanlık iki yola ayrılır. Üçüncü asırda ise bu ‘yeni Hıristiyanlık’ tüm Yunan’da yaygınlaşır. Bu yeni sentez esnekliği sayesinde bu topraklara yerleşir ve artık asli özelliklerini yitirip tanımaz hale gelir. İnanç esasları kadar ibadet kuralları da zamanla yeniden şekillenir. İlk zamanlarda Hıristiyanlığa en zorlu direnme, kırsal kesimden gelmiştir Buralarda mahalli tanrılar ve büyücülük destekli eski inanç ve adetler yaygındı. Hıristiyanlık, ta’zim edip büyüklediği kendi şahsiyetlerinin heykellerini, köylülerin alıştığı yerel küçük tanrısal şahısların yerine koyar. Bu da dinin yayılmasını kolaylaştırır. Artık Roma ileri gelenleri yeni dine girerken eski öğrendiklerini terk etmiyorlardı. Hayatlarının birçok yönü hala eski putperest şekliye devam eder. Mesela İsa’nın tanrı ilan edilmesi, Meryem dahil birçok azize tapılması gibi “neredeyse çok tanrılı bir din ortaya çıkmış olur.” (Charles Guignebert, Le Christianisme antique, s. 187) “Havariler putlarla dolu kiliseleri görseler buna felaket gözü ile bakarlardı.” (Charles Guignebert, Le Christianisme antique, s. 182) Günlük ibadetler bırakılıp sadece pazar ayinlerine gitmekle ibadet görevi kolaylaştırılır. Artık Roma hayatına Hıristiyanlık elbisesi giydirilmiştir. Tüm bu gelişmelere karşı çıkanlarda vardı. Bu ortamda dördüncü asırda tüm bunlara tepki olarak manastırlar ortaya çıkar, insanlar kendilerini toplumdan soyutlar.

Baba, oğul mecazi anlamda kullanılmış olabilir mi? Bu mecaz, zamanla asıl anlam gibi algılanmış olabilir mi?

“Baba tabiri gerçek manada değildir. İncil’lerde Cenabı Hakkın insanların da babası olduğu yazılmaktadır. “Ne mübarektir sulh (barış) ediciler, zira onlara evladu’llah (Allah’ın Evlatları) tesmiye (isimlendirme) olunacaktır.” (Beşinci Bab, 9. fırka); “Ta ki, (babanızın) evladı olasınız.” (Beşinci Bab, 45. fırka) Oğulluğun Hz. İsa (Aleyhisselam)’a has (özel) okunmasında bir münasebet (alaka) görülemez.” (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 169) ‘Tanrının oğlu, sevgili oğlum’ ifadeleri mecazidir. Yahudiler hakkında Tevrat’ta, ‘Siz rabbin oğullarısınız’ (Tesniye, 14,1) denilir. Matta, 5,9’da da aynı kullanım vardır: ‘Ne mutlu o sulh edicilere! Çünkü onlar Tanrının oğulları diye çağrılırlar.’ Aynı kullanım çeşitleri, Yuhanna, 12; Luka 6, 35 te de görülür. “Yeni ahitte Baba ifadesinin tüm kulların Tanrısı, Oğullar ifadesinin ise sevgili Kullar anlamında defalarca kullanıldığı görülmektedir.” (Caner Taslaman, Neden Müslüman’ım? s. 153) “Kitabımı mukaddeste biricik oğul ifadesi hazreti Adem ve hazreti Davut hakkında da kullanılmaktadır.” (Abdullah Tercüman (Anselmo Turmeda), Hristiyanlığa Reddiye, s. 11) “Peder hakiki manada olmayıp yöneten ve koruyan anlamındadır.” (Bir Amerikalının Müslümanlık hakkındaki 23 sualine cevaplar, Diyanet yayınları, Ankara 1959, s. 9) “Günümüzdeki üniteryan bazı kiliseler ilahi kimliği olmayan İsa anlayışına sahiptir. İslam Yahudilik ve Hristiyanlığı kucaklar ve birbirine bağlar.” (Taslaman, s. 154) “Nesturi Hristiyanları bugünkü 4 İncili benimsememiştir. Dört İncilin seçimi, içinde siyasetinde olduğu bir tercihtir, bu tercih ilahi bir tercih değildir.” (Taslaman, s. 165) “Kitabı Mukaddeste oğul kelimesi salih kul anlamında kullanılmıştır.” (Mevcut kaynaklara göre Hıristiyanlık, s. 188) Zaten Pavlus’ta, aslında oğlu olmayan Timoteos hakkında, “sevgili oğlum” ifadesini kullanmıştır. (I. Koristoslulara 4, 17) Şurası da önemli bir husustur ki, Hz İsa kendi hakkında ‘tanrının oğlu’ tabirini kullanmamıştır. Bu tabiri Yunan kültüründen etkilenen Hıristiyanlar kullanmıştır. (Charles Guignebert, LeChiristianisme antique, s. 39) Bu sıfatı önce Pavlus sonra 4. İncil yazarı Yuhanna kullanmıştır. İbranicedeki ‘Tanrının abd/kulu’ kelimesi, Yunancada çoğu kez çocuk  (Xaıs Tou Oeou) kelimesi ile tercüme edilmiştir. Çocuk kelimesinin oğul’a dönüşmesi zor olmamıştır. Tanrı’nın oğlu kavramı, Yunan fikir dünyasından doğmuş ve zamanla Hıristiyan olanların çoğu, dini tam öğrenme imkanı bulamadıklarından, eski inançların çoğunu dini renge boyanmıştır. (M. Ebu Zehra, Muhadarat, s. 31-37) “Daha önceki dinlerde, özellikle İbranicede Allah’a rahman ve rahim anlamlarından mecaz olarak baba denilmesi caiz idi. Hz İsa’da vaazlarında bu tabiri bu anlamda kullanmış olabilir. Ama sonradan bu kelime asıl anlamı ile kullanılarak suistimal edilmiştir.” (M. Hamdi Yazır, Hak Dini, II/1632)

Tanrı tüm insanların babası (Rabbi)’dir. Hıristiyanlar İsa (as) söz konusu olunca baba, oğul kelimelerini hakiki manalarında, diğer insanlar söz konusu olunca mecazi manalarda anlamaktadırlar. Bu ayırımın sebebi nedir?  

İsa (as) Allah’ın kulu ve Resulüdür: “Müjdeyi iletmek için beni gönderdi.” (Luka-4),  “Oralarda da tanrı sözünü duyurayım. Bunun için çıkıp geldim.” (Markos-1), “Bunun için ne söylüyorsam, Baba’nın bana söylediği gibi söylüyorum.” (Yuhanna-12), “Bu öğretinin Tanrı’dan mı olduğunu, yoksa kendiliğimden mi konuştuğumu bilecektir.” (Yuhanna-7), “Ben O’ndan işittiklerimi dünyaya bildiriyorum.” (Yuhanna-8), “İşittiğiniz söz benim değil, beni gönderen Baba’nındır.” (Yuhanna-14), İsa Havarilere hitaben: “Sizi kabul eden. Beni kabul etmiş olur. Beni kabul eden, ‘beni peygamber olarak göndereni’ kabul etmiş olur. Bir peygamberi peygamber olduğu için kabul eden, peygambere yaraşan bir ödül alacaktır.” (Matta, 10:40-41), “İbrahim oğlu, Davut oğlu İsa Mesih’in soy kaydı şöyledir.” diye başlar. O (as) insan olmasa idi atalarından nasıl bahsedilebilirdi ki? (Matta, 1:1),  Bir gün bir kimse İsa’ya “Ey iyi ve hayırlı öğretici!” diye hitap ettiğinde İsa (as) ona “Bana niçin iyi diyorsun? İyi ancak Allah’tır.” (Matta, 19:16-17) Kendi tanrı olsa idi kendisini de iyi sıfatı ile vasıflandırması gerekirdi. Mesih, gözlerini semaya kaldırıp yegâne yaratıcı olan Allah’a dua ile  “İnsanlara senin biricik yaratıcı olduğunu ve beni peygamber olarak gönderdiğini bilmek vaciptir” (Yuhanna, 17:1-3. Ayrıca bakınız: Matta 21. Bab, 10-11. Fıkralar; 27. Bab, 35. Fıkra; 13. bab 53, 54, 57 ve 58. Fıkralar; Bir Amerikalının Müslümanlık hakkındaki 23 sualine cevaplar, s. 11)

Hıristiyan amentüsü (Özetle), ‘Ben, Baba tanrıya ve Rabbimiz İsa Mesih’e inandım.’ şeklindedir. Halbuki İsa, İncil’e göre bile Allah’ın resulüdür: Yuhanna (6, 14; 7, 16): ‘Gerçekten, dünyaya gelecek olan peygamber budur.’ Matta (12-18): “İşte benim seçtiğim kulum”; Luka (24-19): “Kudretli bir ‘peygamber’ olan Nasıralı İsa.” Bu nedenle de, “İstanbul patriği olan Makdonyas, Hz İsa’yı bir kul, bir elçi ve bir peygamber olarak kabul ediyordu.”  (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 3/199) 

Ayetlerinde ifade edilen gerçeği Kur’an- Kerim şöyle dile getirmektedir: “Ey kitap ehli. Dininizde aşırı gitmeyin. Allah hakkında yalnız gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih Sadece Allah’ın peygamberleridir.(Allah) üçtür demeyin, bundan vazgeçin.” (Nisa, 171) 

Öncelikle şunun altını çizelim, Hıristiyanlıkta İslam’da olduğu gibi bir tanrı inancı yoktur. Baba olan figür sadece oğul ile bağlantılı olduğu için vardır ve onunla irtibatı kadar önemsenir. Hıristiyanlıkta aslı olan oğuldur: “Baba kimseyi yargılamaz, bütün yargılama işini Oğul’a vermiştir.” (Yuhanna 5:22)

K. Mukaddes’te (İncil-Tevrat-Zebur) tanrının özellikleri:

Yorulan: “Ve tanrı yaptığı işi yedinci günde bitirdi ve yaptığı bütün işten yedinci günde istirahat etti, dinlendi…” (Tekvin; 2/2-3, Çıkış; 31/17) Kim dinlenir, tabi ki yorulan tanrılar!

Pişman olan, acı duyan: “Ve Rab yeryüzünde insanı yarattığına pişman oldu ve yüreğinde acı duydu.” (Tekvin; 6/6) Kim acı duyar, pişman olur? Hata, yanlış yapanlar; Teslisin tanrısı

Güreşte yenilen: ” Ve Yakup, seher sökünceye kadar bir adamla güreşti. (adamı yenince) adam Yakup’a dedi: Adın nedir ? Yakup. Yine adam ona, “artık sana Yakup değil, ancak ‘İsraildenecek çünkü insanlarla ve Allah ile uğraşıp onları yendin.” (Tekvin; 33/24-29)

Korkak : “Ve rab derede oturanlar, kovamadı, çünkü ‘demirden savaş arabaları’ vardı.” (Hakimler; 1/19)

Kinci bir tanrı: “Rab diyor, seninle milletleri, atı ve binicisini, cenk arabasını ve binicisini, erkeği ve kadını, kocamış adamı ve genci, genç adamı ve ere varmamış kızı, çobanı ve sürüsünü, çiftçiyi ve çiftini, valileri ve kaymakamları kıracağım.” (Yaremya; 51/20-26)

Sarhoş: “Şaraptan bağıran yiğit gibi uyandı tanrı ” (Mezmurlar; 79/65)

Öfkeli: “Çünkü RAB öfkelenmişti. Burnundan duman yükseldi, ağzından ateş yiyip bitirdi.” (Samuel; 22/8-9)

Uyuyan: ” Kalk, uyan niçin uyuyorsun ya rab ” (Mezmurlar; 44/23)

Tanrı Uykuda: Katoliklerin ruhani lideri Papa 16. Benediktus, Aziz Petrus Meydanı’nda son kez halkın önüne çıktı. Kiliseyi bu kadar canlı gördüğü için duygulandığını da ifade eden Papa, göreve geldiği 2005 yılından beri omuzlarına ağır bir yük bindiğini söyleyerek, “Bu dönemde Tanrı bana her daim yol gösterdi” diyerek sözlerine şöyle devam etti: “Son dönemde Kilise’nin zor dönemleri de güzel dönemleri de oldu. Sular dalgalıydı, rüzgâr ters esiyordu ve ‘Tanrı sanki uykuda gibiydi’ ama ben her zaman Tanrı’nın bu teknede olduğunu biliyordum. Bu tekne Kilise’nin, benim değil.” (Enson haber, 27 Şubat 2013)

Harnack, İsa’nın, rabbi tek tanrı olarak vasıflandırıldığını ifade eder. (What is Christianity, s. 126) Markos 12,29 ‘Dinle ey İsrail, tanrımız olan Rab tek Rabdir.’ denir. Ayrıca, Yuhanna, 20, 17; Luka, 7, 16 da da benzer ifadeler bulunur. Teslise delil kabul edilen Matta 28, 19’un eski nüshalarda bulunmayan  sonraki bir ilave olduğu artık açıkça bilinmektedir. (J. Dheilly, Dic. Biblique, s. 1192; De Glasenapp, H. , Les cinq grandes religions du Monde, s. 303) Teslisten bahseden Yuhanna 5, 8 için Katolikler bile ‘sonradan ilave’ (J. Dheilly, Dic. Biblique, s. 1192) demektedirler. Hıristiyanlar teslise İncil’den ancak 2 ayeti ( Matta, 3/16-17, 28/19) delil olarak getirirler, o da zorlamadır. I. Yuhanna 5/8’de de, teslisten bahsedilse de bunun sonradan ilave olduğunu Katolikler bile kabul etmektedir.  Zaten Matta 28/19’unda eski nüshalarda olmadığı, sonradan ilave edildiği ortaya çıkmıştır. (J.  Dheilly, Dic. Biblique, s. 1192) Hz. İsa’nın tanrının oğlu olarak İncil’de bahsedilmediğini ileri süren Hıristiyan alimlerde vardır: E. Renan (İsa’nın Hayatı, s.183); W. Durant (The Story of civilizationXI/208); H. G. Wells (A. Shot History of the World, s. 170) gibi.

K. Mukaddes’te tevhid, Allah’ın bir olmasına dair deliller: Markos (12, 28-32): ‘O, birdir, O’ndan başka tanrı yoktur’; Yuhanna (20:17): İsa, Havarilere: “Ben babama ve babanıza, Allah’ıma ve Allah’ınıza giderim”; Matta (5-9): “Ne mutlu sulh edicilere, çünkü onlar Allah oğulları çağrılacaklar”; Matta (6-14): “İnsanların suçlarını bağışlarsanız, semavi babanız da size bağışlar.”; I. Yuhanna (5-19): “Biliriz ki biz Allah’tanız.”; Tesniye (4-39) : “Yukarıda göklerde ve aşağıda yerde Rab, O Allah’tır başka yoktur”; Tesniye (6-4) : “Dinle ey İsrail: Allah’ınız Rab, bir olan Rabtir.”; Tesniye (32-39): “Şimdi görün ki, ben O’yum, katımda ilah yoktur”; I. Samuel (2-2) : “Senden başka ilah yoktur.”; I. Krallar (8-60): “Rab, Allah olan odur, ondan başka yoktur.”; İsaya (45-5,6): ” Rab benim ve başkası yoktur, benden başka Allah yoktur”

İslâm’ın ilahı, Allah (cc) Kur’an da kendini nasıl anlatılır? “Andolsun bize hiç bir zaman yorgunluk çökmedi.” (Kaf, 38); “O (Allah) görüleni de görülmeyeni de bilen, kendisinden başka tanrı olmayan Allah’tır. O, Rahman ve Rahim olandır. O, kendinden başka tanrı olmayan, hükümran, çok kutsal, esenlik veren, güvenlik veren, görüp gözeten, güçlü, buyruğunu her şeye geçiren, ulu olan Allah’tır. Allah müşriklerin (putperest, Yahudi ve Hıristiyanların) ileri sürdüğü sıfatlardan (yorulan, yenilen vs.) münezzehtir. O, var eden, güzel yaratan, yarattıklarına şekil veren, en güzel isimler kendisinin olan Allah’tır. Göklerde ve yerde olanlar O’nu tespih ederler. O güçlüdür, her şeye hakimdir” (Haşr, 22-24)

K. Mukaddes’te peygamberler: -Haşa- Hz. Lut’a (as) iftira: Lut (A.S)’a iki kızı, şarap içirip sıra ile yanlarına girip, onunla yatıp, babalarından hamile kalırlar. (Tekvin, 33-36); Hz Yahuda peygambere iftira: Gelini ile yatıp, hamile kalınca onun yakılmasını emreden bir kayınpeder. (Tekvin, 38/15-25); Hz Davud’a (as) iftira: Bir komutanın karısı ile yatıp hamile kalınca, kocasını savaşa gönderip ölmesi için tezgah hazırlayıp, sonra da dul eşi ile evlenir. (I. Samuel : 2-27) Ayrıca oğlu Amnon kız kardeşi Tamar ile zorla yatıp onu “alçaltır” (I. Samuel : 13/1-39); Hz. Nuh’a (as) iftira: Nuh’a oğlu tecavüz eder: Ve Nuh, çiftçi olmağa başladı ve bir bağ dikti, ve şaraptan içip sarhoş oldu ve çadırının içinde çıplak oldu. Ve Nuh, şarabından ayıldı ve küçük oğlunun kendisine yaptığını (…) anladı ve dedi: Kenan lanetli olsun; kardeşlerine kullar kulu olacaktır.”(Tekvin: 9/20-25) Ayrıca, Haşa, güya Harun, çok tanrıcılık yapmıştır. (Çıkış, 32); Davud, cinayet işlemiştir. (II. Samuel, 14) Süleyman, zinacı ve putperesttir. (I. Krallar, 11) Bizzat ben tüm bunları, kendilerini ‘İnanç turizmi’ ile ilgilenen kişiler olarak tanıtan 2 görevliye sormuş ve “Onlarda insan, bunlar normal, biz de bunları kabul ediyoruz.” cevabını almıştım!

K. Mukaddes nasıl bir kitaptır? İncillere göre çarmıha gerildiği sırada Hz. İsa, Allah’a şöyle isyan etmiştir: “Üçüncü saatti, onu haça gerdiler, onun üzerinde suç yaf-tası: ‘Yahudilerin kralı’ diye yazılmıştı. Biri sağında, biri solunda iki haydudu onunla beraber haça gerdiler. Geçenler’ Vay! Sen ki mabedi yıkar, üç günde yaparsın, haçtan inerek kendini kurtar’ diye başlarını sallayıp ona söverlerdi. Aynı saatlerde başkâhinler, yazıcılarla eğlenerek dediler: O, başkala-rını kurtardı, kendisini kurtaramıyor. Altıncı saat olunca, bütün yer üzerine dokuzuncu saate kadar bir karanlık çöktü. Dokuzuncu saatte İsa Yüksek sesle bağırdı: Eloi, Eloi! Lama sabaktani, ki tercüme edildiğinde, ‘Allah’ım, Allah’ım! Niçin beni bıraktın?’ demektir.” (Markos, 15:25-34) “Ben size diyorum ki kimde varsa ona daha çok verilecektir. Ama kimde yoksa kendisinde olunan da alınacaktır. Üzerinde kral olmamı istemeyen düşmanlarıma gelince, onları buraya getirin ve gözümün önünde öldürün” (Lula, 19: 26-27); “Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Ben barış değil, kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben oğula babasının, kızla anasının, gelinle kaynanasının arasına ayrılık sokmaya geldim. İnsanın düşmanları, kendi av halkı olacaktır.”  (Matta:10-34-36) Kalça, karın, göbek yuvarlağı, göğüs, boyun, göz, saç, dudaktan vs bahseden bölümleri (Neşideler neşidesi 7:1-13) dışında, Yahudi olmayanların yabani hayvan kabul edildiği (Tesniye, 8/ 21-22), Fırat ırmağı civarının tanrı tarafından Yahudilere verildiği (Tesniye, 12/24), insanların kasaplık koyun gibi ölüm gününe hazırlanmayı emreden (Yaremya : 13/3) ve insanları delik deşik edip çocukların yere çalınıp, karılarının kirletilmesini emreden (İşaya: 13/15-16) ayetler bu kutsal kitapta bulunmaktadır. “Yaratılış merdiveninde farklı basamaklar olduğunu herkes doğal olarak kabul eder; önce inorganik nesneler, bitiler ve hayvanlar âlem, sonra konuşan, yaratıklar ve hepsinin üstünde Yahudiler.” (Siyonizm ve ırkçılık, Ankara Üniversitesi Siy. Bilg. Fak. Yay., Sources de la pense’e juive contemporaine, s. 49) “Ve Allah’ın Rab (Yehova) o milletleri senin önünden azar, azar kovacak, onları çabukça bitiremezsin yoksa senin üzerine kır hayvanları (Goyim)  çoğalır ve Yahova onların krallarını senin eline verecek.” (Tesniye, Bab: 22/24) İsrailli haham Rabbi Shim’on: “Yahudi olmayanların en iyisi  mi; öldür. Yılanın en iyisi mi; beynini parçala.” (İsael Shahak, Jewish History, s. 78)

Matta (5: 29-30):  “Eğer sağ gözün günah işlemene neden olursa, onu çıkar at. Çünkü vücudunun bir üyesinin yok olması, bütün vücudunun cehenneme atılmasından iyidir. 30 Eğer sağ elin günah işlemene neden olursa, onu kes at. Çünkü vücudunun bir üyesinin yok olması, bütün vücudunun cehenneme gitmesinden iyidir.” : Gözünü haramdan sakındır, elini harama yaklaştırma değil; Kes, Çıkar, At! Luka (14:26): Hz. İsa şöyle buyuruyor: “Eğer bir kimse bana gelir ve kendi anasına, babasına, karısına, çocuklarına, kardeşlerine, kız kardeşlerine, hatta kendi canına buğzetmezse benim şakirdim olamaz.” Luka (12:49-52): Yine Hz. İsa şöyle diyor: “Ben dünyaya ateş atmaya geldim, eğer şimdiden tutuş-muşsa daha ne isterim. Dünyaya selamet getirmeye mi geldim sanıyorsunuz? Size derim ki hayır, fakat daha doğrusu ayrılık getirmeye geldim. Çünkü bundan sonra bir evde beş kişi olacak, üçü ikiye, ikisi üçe karşı ayrılacaklar.” Yuhanna İnciline göre Hz. İsa, hayvanlara sopa ile saldırıyor: “Yahudilerin fıshı yakındı, İsa Yaruşalim’e çıktı. Mabette sığır, koyun ve güvercin satanlar ile sarrafları oturmakta buldu. İplerden bir kırpaç yapıp hepsini, koyunları da sığırları da mabetten kovdu, sarrafların paralarını döktü ve masalarını devirdi.” (Yuhanna, 2:13-15); Yine Yuhanna İnciline göre Hz. İsa, insanlara şöyle hakaret ediyor: “Neden söylediğimi anlamıyorsunuz? Çünkü benim sözümü dinlemiyorsunuz. Siz babanız iblistensiniz ve babanızın heveslerini yapmak istiyorsunuz.”  (Yuhanna, 8:43-44) Yeni Ahid dul kadınlar hakkında şu aşağılayıcı tabirleri kullanıyor: “İyi işler için hakkında şehadet olunan, bir erkeğin karısı olup altmış yaşından aşağı olmayan dul kadın, eğer çocuklar büyütmüş, eğer misafir kabul etmiş, eğer mukaddeslerin ayaklarını yıkamış, eğer sıkıntıda olanlara yardım etmiş, eğer her iyi işin ardınca gitmişse kaydolsun. Fakat daha genç dul kadınları reddet. Çünkü Mesih’e muhalif olarak nefsanî hevslerine düştükleri zaman evlenmek isterler… Bununla beraber evleri gezerek aylak olmayı da öğrenirler, ancak yalnız aylak değil, fakat üzerlerine düşmeyen şeyleri söyleyerek başkalarının işlerine karışan boşboğaz olurlar.” (Timoteos’a I. Mektup, 5:9-15) İncillere göre Hz.lsa, evlenmemeyi, hatta erkeklerin kendilerini hadım etmelerini şöyle teşvik ediyor : ” Ben size derim: Kim zinadan ötürü olmayıp karısını boşar ve başkası ile evlenirse, zina eder; boşanmış olanla da evlenen zina eder. Şakirtler İsa’ya dediler: Eğer erkeğin karısı ile hali böyle ise evlenmek iyi değil, fakat İsa onlara dedi: Bütün insanlar bu sözü kabul edemez, ancak kendilerine verilmiş olanlar kabul edebilir, çünkü anadan doğma hadım vardır ve insanlar tarafından yapılmış hadım vardır, göklerin melekûtu uğrunda kendilerini hadım edenlere de vardır. Bunu kabul edebilen kabul etsin.” (Matta, 19: 9-12) İncillere göre eli ile günah işleyen elini, ayağı ile günah işleyen ayağını kesmeli, gözü ile günah işleyen ise gözünü çıkarmalıdır: “Eğer elin sürçmene sebep olursa onu kes; senin için hayata çolak olarak girmek, iki elin olarak cehenneme, sönmez ateşe atılmaktan daha iyidir. Eğer ayağın sürçmene sebep olursa onu kes; senin için topal olarak hayata girmek, iki ayağın olarak cehenneme atılmaktan daha iyidir. Eğer gözün sürçmene sebep olursa onu çıkar; senin için bir gözün olarak Allah’ın melekûtuna girmek, iki gözün olarak cehenneme atılmaktan daha iyidir.” (Markos, 9:43-47) İncillere göre Hz. İsa, ağaçları lanetleyerek kurutuyordu: “Ertesi gün Beytanya’dan çıktıkları zaman İsa acıktı. Uzakta yapraklı bir incir ağacı görüp belki onda bir şey bulurum diye geldi, yanina varınca üzerindeki yapraklarından başka birşey bulamadı; çünkü incir mevsimi değildi. İsa cevap verip ona dedi: Artık hiç kimse senden ebediyyen meyve yemesin… Sabahleyin, yanından geçerken incir ağacını kökünden kurumuş gördüler.” (Markos, l1:12-20) Yeni Ahide göre akılsız olmak, akıllı olmaktan daha iyidir: “Allah hikmetlileri utandırmak için dünyanın akılsız şeylerini seçti, Allah kudretli şeyleri utandırmak için dünyanın zayıf şeylerini seçti.” (Korintoslulara I. Mektup, 1:27)

Lord John Davenport şöyle demektedir: “Halbuki Kitabı mukaddes bu gibi kusurlarla baştan başa doludur. Kur’an öteki kitaplar adına kesinlikle o kadar bu kusurlardan temizlenmiştir ki, utanma sahibi bir insan hiç kızarmadan onu baştan sonuna kadar okuyabilir.” (Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim, s. 49)  

K. Mukaddes insan mahsulü olduğu için, içinde birbiri ile çelişen pek çok ayetler de bulunmaktadır. “Matta ve Luka İncillerinden İsa’ya baba tarafından ve üstelik birbirinden farklı soy kütükleri vermişlerdir.” (Bucaille, s. 338) R.P. Roguet, ‘İncil’e Giriş’ kitabının 182. Sayfasında, “İsa’nın kabrine gelen kadınların isim listesi, ilk 3 İncil’de birbirini tutmuyor.” demektedir. Özetle birkaç tane sıralayacak olursak: Şela kimin oğlu? : Arpakşad’ın (Tekvin, 11-12) – Kainan’ın (Lukas, 3-36); Harun (as) nerede öldü? : Hor dağında (Sayılar, 20-28) – Mosereya’da (Tesniye, 10-6); Davud (as)’u kim tahrik etti? : Tanrı (II. Samuel, 21/1) – Şeytan (Tarihler, 21-8); Yehoyakin kaç yaşında kral oldu? : 18 yaşında (II. Krallar, 24-8) – Sekiz (II.Tarihler, 36-9); Nuh (as) her canlıdan kaçar tane aldı? : İkişer (Tekvin, 6-19) – Yedişer (Tekvin, 7-2); Ahazya kaç yaşında kral oldu? : Yirmi iki (II. Krallar, 8-26) – Kırkiki (II.Tarihler, 22-7); Saulun kızı Mikal çocuk doğurdu mu? : Çocuğu olmadı (I. Samuel, 6-23) – Beş çocuğu oldu (I. Sauel, 21-8); İnsan kaç yıl yaşayabilir? : En çok 120 yıl: (Tekvin, 6-3) – 403 yıl (Tekvin, 11-13); Tanrı yorulur mu? : Rab yorulmaz : (İşaya, 40-28) – İstirahat eder. (Tekvin, 2-3); Hz. İsa, Hz.Davud’un oğlu mu? : Evet Davud’un oğlu (Luka, 18-38) – Hayır, tanrının oğlu (Matta, 22-45); Yusuf (as) ‘ın babası kim? : Yakup (Matta, 1-16) – Heli (Luka, 3-23); İbrahim’den Davud’a kaç nesil vardır? : 14 (Matta, 1-17) – 15 (Luka, 3-31-34); Eriha’dan çıkarken İsa’dan kaç kör yardım istedi? : İki : (Matta, 20-30) – Bir (Markos, 10-46); Hz. İsa ‘ nın şehadeti doğru mudur? : Evet (Yuhanna, 5-31) – Hayır (Yuhanna, 8-14); Haçı kim taşıdı? : Simon (Luka, 23-26) – İsa (Yuhanna, 19-17); Yahuda İsa’yı öptümü? : Öptü (Matta, 26-49) – Öpmedi (Luka, 22-49); Kabirden çıkan cinlenmişler kaç kişi idi? : İki (Matta, 8-28) – Bir (Markos, 5-7); Hz. İsa’yı kim kabre koydu?: Yusuf ve Nikodimus (Markos, 15-46) – Sadece Yusuf: (Yuhanna, 19-42); Mezarda kaç melek göründü? : Bir (Matta, 28-2) – İki (Yuhanna, 20-12)

“Kannengiesser’e göre ‘toplumlararası mücadeleden doğma kitaplar’ olan incillerde İsa’ya dair nakledilen hususların ‘artık dış görünümlerine itibar edilmez.’ Kudüs Kitab-ı Mukaddes okulu çalışmaları (Benoit ve Boismard) “İncillerin birçok yerinde artık doğrudan doğruya İsa’nın sesini işitme umudunu kesmelidir” diye İncil okuyucusuna ikazda bulunurlar. İnciller, İncil yazarlarının taşıdıkları zihniyet hakkında bilgi vermektedirler. İsa’nın yaşamış olduğu bazı olayların, İncil yazarlarında, kişisel bir düşünceyi savunmak amacıyla kılığı değiştirilerek nakledilmiş olduğuna niçin hayret edelim? İnciller arasındaki apaçık çelişkiler, gerçeğe benzemez durumlar gösteriyor ki, İnciller, yegâne kaynağı insan hayali olan birçok bab ve parçalar ihtiva etmektedirler. (Bucaille, s. 178-179) Mühtedi Dr. Maurice Bucaille “Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an” adlı eserinin 98-179. sayfalar arasında İncillerdeki çelişkileri örneklerle sıralamıştır. Bu çelişkilere örnekler için Ahmet Deedat’ın, “Kitab-ı Mukaddes Allah sözü müdür?” adlı kitaba da bakılabilir.

Hıristiyan teslise (Baba- Oğul- Ruhul Kudüs) inanırlar. Baba doğmamış, oğul ve ruh doğmuştur. Üçü her zaman bir arada idiler: Yuhanna (10/25-30): “Ben ve Baba biriz.”; Morkos : (13-32) : “Ne melekler, ne de oğul, babadan başka kimse bir şey bilmez.”; Markos : (10-18): ” İsa dedi: Birden başka kimse iyi değildir o da Allah’tır ” İsa, baba ile bir olsa onun gibi her şeyi bilmesi gerekmez mi? Yuhanna (5/27) “Baba Tanrı hiç kimseye hükmetmez, bütün hükmü oğlu İsa’ya vermiştir.”; Markos (15/25-37): “Baba tanrı hükümsüz iken oğul tanrı çarmıhta acı çekiyor.” Çelişkiler böyle uzayıp gitmektedir.

Hıristiyanlar her ne kadar ‘teslisi anlama değil inanma konusu’ olarak ilan etseler de Müslümanlarla karşılaştıkça bu inancı mantıki olarak izah etme gayreti içine girmişlerdir.  (D. Masson, Trinite, Le Coran et la revelatiaon, I/84) Vatikan’ın Müslümanlarla ilgili dairenin başkanlığını yapan R. C. Teslis konusunda Müslümanlarla irtibata geçen misyonerleri uyarmakta, Müslümanları teslise inandırma gayretinden kaçınmalarını savunmaktadır. Müslümanlara “tek tanrıya inandığımızı söyleyeceğiz” diye yönlendirme yapmaktadır. (H. A. Wolfson, The Muslim Attributes and the christian Trinity, s. 1-18) Fakat ortada bir gerçek vardır ki o da, teslisin tanrısal şahıslarının Allah’ın sade sıfatları olmadığı gerçeğidir. Zaten sonradan Müslüman olan Abdulehad Davud, teslis hakkında “Onlardan her birinin diğerlerinde olmayan kendine özel sıfat ve görevleri olduğu müddetçe başkalık mevcuttur ve hiç biri tek başına kamil- tamam değildir. Bu noksanlık ise ilah olmaya engeldir.” demektedir (el- İncil ves-salib, s. 9) Üçlemeden biri nasıl olmuşta Meryem’in rahmine girmiş, insanlık alemine karışmış, ve insan şeklini almıştır? Bu çokluk demek değil midir? Bu şirk değil midir? Tanrı tek olsa idi, sadece birinin ayrılıp yeryüzüne inmesi mümkün olamazdı. Ayrıca bilindiği gibi Hıristiyanlık inancında ‘Baba’ değil ‘Oğul’ birinci plandadır. Ayrıca Hristiyan inancında baba rolündeki parçanın azameti, büyüklüğü, sıfatları konusunda açık bir görüş bulamamaktayız. İsa 2100 sene önce yoktu. Allah’a sonradan ilave olabilir mi? Haça gerilebilir mi? Eğer kendi arzusu ile gerilmişse Yahudilere bu düşmanlık neden? 2000 yıldır Yahudiler “Tanrıyı öldüren, lanetli kavim, rahmetten kovulmuş” olarak neden anılmıştır?  Bu beddualar 1963 yılında neden kaldırılmıştır? 2000 yıllık bu uygulama mı yanlıştı şimdiki uygulama mı? Baba, tek başına tanrı değildir Hristiyanlıkta. O, ancak diğer iki şahıs ile tanrı olabilir! Diğer iki unsura içinde durum aynıdır! Herhangi bir insan gibi ihtiyaçları olup büyütülen bir kişi hiç ilah olabilir mi? Şurası da unutulmamalıdır ki ayrı ilahlardan bahseden bizzat Hristiyanlardır, yoksa Müslümanlar onlara herhangi bir isnatta bulunmamaktadırlar. Oğul’dan kasıt tanrının kelam-konuşma sıfatı ise unutulmamalıdır ki bu oğulda aynı zamanda hayat, ilim gibi sıfatlar bulunmaktadır. Mesela biz Müslümanlar Allah’ın insanlarla konuşma vasıtası olan Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an’ı ilah kabul etmeyiz. Ayrıca, acaba Meryem; Halık- yaratıcı mıdır? Sevgi dini olan (!) İsevilik neden doğuştan günahkar olma inancını kabul eder (Tekfir inancı!) Nasturiler’in Meryem’e “tanrı’nın annesi” denemeyeceği görüşü hakkında neler düşünmektedirler?

İslam, ‘Allah birdir’ demese, Hristiyanların umurunda değildir tanrının sayısının kaç olduğu!  Hristiyan iki siteden, ‘üçlü birlik’ iddiasına cevap verdiğini iddia eden, yukarıdaki cümlelerden anlamlı bir sonuç çıkarabilen var mı acaba? Thomas Paine boşuna “Hristiyanlık kılıçla kurulmuştur. Kutsal kitap insanlara sadece zalimlik ve cinayet öğretmiştir. Teslis, tek tanrı inancını zayıflatmıştır. Hristiyanlık denilen bu şey kadar tanrıyı aşağılayan bir başkası daha yoktur. Tevrat ve İncil’in masalları insanda ancak aşağılık duygusu uyandırır.” (T. Paine, Akıl Çağı, s. 216-224) dememektedir.

tektanrimidedibiri-1

Hıristiyanların sapmasında aşırı sevgi ve büyükleme önemli rol oynamıştır. Bu konuda Kur’an bizi uyarır: “Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah’a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah’ın elçisidir.” (Nisa, 171) Efendimiz de, “Hristiyanların Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları gibi, beni aşırı şekilde övmeyin! Ben ancak Allah’ın kuluyum. Bana ‘Allah’ın kulu ve Rasûlü’ deyin!” (Buhari, Enbiyâ, 48) buyurmuştur. Efendimiz önce kul sonra peygamberdir. Bakara suresi 165. ayette de: “İnsanlardan bazıları Allah’tan başkasını Allah’a denk tanrılar edinir de onları, Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır.” buyurulmaktadır.

Tekfircilik: “Hıristiyanların itikadına göre Hz İsa öldürüldükten sonra cehenneme inip, Hz. Adem aleyhisselam ile zürriyetinden (soyundan) olan bütün peygamberleri oradan çıkarmıştır.” (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 167) “Hz İsa öldürüldükten sonra cehenneme inip Hz Adem’le ondan sonra gelen bütün peygamberleri oradan çıkardığına inanılır.” (Bir Amerikalının Müslümanlık hakkındaki 23 sualine cevaplar, Diyanet yayınları, Ankara 1959, s. 8); “Kilise, Adem ve Havva da dahil olmak üzere tüm Eski Ahit’in doğru ruhlarının Mesih tarafından cehennemden cennetteki meskenlere (o zamana kadar sadece İlyas, Enoch ve ihtiyatlı hırsızın olduğu) getirildiğine inanır.”  (https://themeformen.ru/tr/scabies/iisus-kogda-byl-mertv-tri-dnya-propovedoval-v-adu-shturm-ada-vseh) “İsa ‘öldürülüp’ cesedi kabre konulunca ‘ilah olarak’ cehenneme indi. Orada Adem, Nuh, İbrahim ve tüm peygamberleri çıkardı.” (Abdullah Tercüman (Anselmo Turmeda), Hristiyanlığa Reddiye, s. 7) “Aurelius Augustinus; ‘Tanrım, senin karşılığı hiç kimse günahsız değildir, 1 günlük bir bebek bile olsa’ der.” (Adnan Odabaş, Dikkat misyoner geliyor, s. 12) Hıristiyanlara göre her bebek günahkar doğar. Buna peygamberler de dahildir.  Baba tanrı ‘aslî günah’ı af ettirmek için kendisine ibadet edilen bir tanrının kanına ellerini bulandırarak mı insanların kurtuluşunu amaçlamıştır? Günahtan kurtulduğuna inanan Hıristiyan’nın yapacağı daha ne kalmaktadır artık? Asıl mesele de çarmıhtan önce ve sonra hiç bir şey değişmemiştir. Hayat aynı hayat, kötülük aynı kötülük. Katolik bilgin  J. Dheilly, ‘Dictionnaire biblique’ adlı eserinde, ‘Pavlus’un iddiasına göre, artık Mesih gelmiş olduğundan, şeriat-dini kurallar faydasızdır. Kurtuluşu şeriattan beklemek, tanrının bu iyiliğini ortadan kaldırmak olurdu.’ demektedir. Tanrı bunu insanlığın kurtuluşu için yapmışsa başta neden yapmadı? İnsanlığın çoğu bundan mahrum kalmıl olmadı mı? Sadece çarmıha gerilme efsanesine inandı diye böyle bir ebedi kurtuluş ödülü nasıl izah edilebilir?  İnsanların inandığı tek tanrı öldürülünce dünya üç gün tanrısız mı kaldı?

Kilise: Yuhanna, 20, 21-23’ten hareketle Kilise, Hz İsa adına iş yapma yetkisini kendisinde görür. Kilise kendini diğer insanlardan ayırmıştır: ‘Mesih’e inanmayan insanlarda tanrı yoktur, Eğer böyle biri size gelirse, kendisini eve kabul etmeyin ve ona selam vermeyin. Ona selam veren onun kötü işlerine hissedar olur.’ (II. Yuhanna, 9-11) Kendini sevgi dini olarak tanıtan Hıristiyanlık tarih boyunca hem kendi aralarında kanlı mücadelelere girişmiş hem dünyayı kana (Haçlı seferleri, kolonileşme faaliyetleri, sömürü ve dünya savaşları gibi) bulamıştır. Her Hıristiyan senede en az bir kere günah itiraf etmelidir.  Kilise, Hıristiyan azizleri, melekleri de ibadet ile tazim eder.

Katolikler Trente konsili ile resim ve heykellere tazimi/yüceltmeyi, önlerinde diz çökmeyi, aslında temsil ettikleri Mesih ve azizlere ‘ibadet’ şeklinde anlaşılması gerektiği kararını vermiştir. (Glasenopp, Les cinq grandes religions, s. 347-348) Hıristiyanlar ayinlerde kullanılan ekmek ve şarabın bir sembol değil, bizzat tanrının kendisinin olduğuna inanmakla sorumludurlar. Buna ‘La presence reelle’ esası denir. Kısaca Hıristiyanlık, bir kulu önce tanrılaştırıp sonra onu zavallı şekilde öldürtüp sonra da onu ekmek ve şarap içine sığdırıp yemek içmekle herkese tanrılık dağıtmak şeklinde özetlenebilir. İnsan olan papa’yı yanılmaz, yine insan olan papazların diğer insanları af etme yetkisi vermek ve makamlarını yükseltmek onları bir çeşit tanrılaştırmaktır. Bu insanın insana tahakkümü ve çok suistimale yol açan bir durumdur. 

“Hıristiyanlıkta ruhanilerin din adamlarının yetkileri çoktur. Günah çıkartmışlar, kralları bile aforoz ederek din dışına itebilmişlerdir, endüljans senetleri çıkartarak satmışlardır.” (Kerim Aytekin, Misyonerlere kanmayın, s. 123) “Ruhaniler/din adamları vahiy alıyormuş gibi davranıyor ve hadlerini aşarak Allah’ın irade ve takdirine karışıyorlar.” (Kerim Aytekin, Misyonerlere kanmayın, s. 127) İslam’da ise ruhbanlık yoktur. Ashab Hz Muhammed’e bazı konularda, “Bu vahiy midir yoksa sizin görüşünüz müdür? Eğer izniniz olursa bu konuda bizim de bir görüşümüz var.” derlerdi. (Kerim Aytekin, Misyonerlere kanmayın, s. 124)  

M. Luther’den önce Prag Üniversitesi rektörü Jean Hus ve Jerome reform taleplerinde bulununca diri diri yakılmışlardır. İngiltere’de Thomas More, Katolik kaldığı halde, reform talebinde bulununca idam edilmiştir. M. Luther ise af yetkisine karşı çıkarak ve papazların bekar kalmalarını reddederek ortaya çıkmıştır. Reform sonunda kilise mülklerine el koyma imkanına kavuşmayı amaçlayan prenslerce Luther desteklenmiştir. (Kerim Aytekin, Misyonerlere kanmayın, s. 135) Lutheryanlığı seçen prens, Katolik kiliselerine ve mallarına el koyuyordu. Katolikler ve Protestanlar arasındaki savaşlarda Avrupa nüfusu 1/3 oranında erir. (Prof. Adnan Bülent Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 165) 

“Luther’in en önemli destekleyicileri Almanya imparatorluğu ile anlaşmazlık içinde bulunan Alman prensleri idi ve bunların sayısı 500 kadardı. Kilise malları yağmalandı ve prensler de bu mallara el koydular.” (Kerim Aytekin, Misyonerlere kanmayın, s. 135) “İspanya’da Engizisyon mahkemeleri çok sayıda Protestan’ı idama mahkum etti.” (Kerim Aytekin, Misyonerlere kanmayın, s. 137) “Tarihçi Preserved Simit’in dediği gibi, Protestanlarda ceza verme gücüne erişir erişmez, bu gücü kullandılar ve Avrupa tamamen mezarlığa dönüştü.” (Adnan Odabaş, Dikkat misyoner geliyor, s. 18) Hıristiyan mezhepleri içinde Tevrat’a en bağlı olan mezhep Protestanlıktır. (Adnan Odabaş, Dikkat misyoner geliyor, s. 40) Zamanla olay iyice siyasi boyut kazanmış ve İngiltere kralı kilisenin başına getirilmiştir. Mezhepler arası, 1562 Vassy katliamı, 1577 Saint-Barthelemy katliamları gibi katliamlar olmuştur.

“Batı kendini, evrensel aklın ve medeniyetin tek temsilcisi olarak görmektedir. Hıristiyanlık döneminde tanrı, İsa’ya indirgendi, İsa Kilise’de bedenleşti ve modern Avrupa, Tanrısı’nın bedeni olan kuruma karşı mücadele ederek var oldu.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 31, 39) İsa, kilisenin başıydı; kilise onun bedeniydi. (Prof. Adnan Bülent Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 146) Kilise, Tanrı ile Hristiyan topluluk arasında aracılık yapan bir kurumdu. (Prof. Adnan Bülent Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 194) Yetkisini doğrudan İsa’dan aldığını iddia eden kilise, siyasi entrikalara da bulaşınca toplumdaki hizipleşme ve bölünmenin baş sorumlularından biri olup çıkmıştı. (Prof. Adnan Bülent Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 214) “Dünyaca ünlü ilahiyatçılar, Vatikan’ın baskısından bıkarak, gizlice ilk İsa Akademilerini kurmuşlardır. Yaklaşık 200 bilim adamı birlikte çalışarak İncil’i tartışmaktadırlar. İncil’de yer alan sözlerin ne kadarı İsa’ya aittir? İsa bu sözleri söylemiş midir? Yoksa bunlar somadan uydurularak kilise tarafından İncillere sokuşturulmuş mudur? İsa Semineri üyelerinin vardıkları sonuçlan şöyle özetleyebiliriz: İsa Semineri üyelerine göre İncil’de yani Yeni Ahit diye bildiğimiz kitapta İsa’ya atfen anlatılmış olan yaklaşık 1500 sözden en iyimser bakış açısıyla sadece yüzde 20’si İsa tarafından söylenmiştir. Gerisi, ilk Hıristiyanlar tarafından uydurulmuşlardır. İsa, Mesih olduğunu öne sürmemiştir. Mesih kelimesi, Christ kelimesinin Türkçesidir. ‘Christ’ aynı zamanda Hıristiyan kelimesinin de köküdür. Christ kavramı İsa’nın yaşadığı dönemde bir ‘makamın’ adıydı o kadar. İsa, kilise kurmamış ve her insanın Tanrı imanının göğüs kafesinde olduğunu söylemiştir. Kilise kurmayı düşünmemiş ve söylememiş olan İsa, bugün kiliseye bağlı kılınmıştır.” (Aytunç Altındal, Hangi İsa, 83-85)

Papa

1439 tarihli Floransa Konsili’nin tekid ettiği üzere, ‘Katolik kilisesi dışında, kurtuluş yoktur.’ görüşü Katolik alemine hakim görüşü ifade eder. Ortodokslar bölgesel iken mezheplerden biri olan Protestanlar sayılamayacak ise kadar çokturlar. Papa XI. Gregorius 1378’de ölünce, bir İtalyan olan VI. Urbanus papa seçilir. Muhalif kardinaller ise seçimi hükümsüz sayarak VII. Clementis’i papa seçerler. Bu ikiliğe “Antipapa” ve “Büyük Nifak” adı verilmiş. Fransa ve İskoç Kralı, Portekiz ve bazı Cermen prensleri Avignon’daki anti-papayı desteklerken, Fransa’nın karşısındaki blokta yer alan Almanya, İngiltere, Macaristan, Lehistan ve Kuzey Avrupa devletleri de Vatikan’a sahip çıkmış. “Her iki papa da birbirlerini ve taraftarlarını aforoz etmişlerdir.” Bu durum 1378’den 1417’ye kadar devam etmiştir.

Papa 16. Benedikt: “Muhammed’in getirdiği hiçbir yenilik yok. Sadece kötü ve insanlık dışı şeyler getirdi” sözlerine yer verdi.”İslam’da Tanrı ile akıl arasında ayrılmaz bir bağ yok. İslami cihad, akla ve Tanrı’ya karşı” diyen Papa, İtalya’da da büyük yankı yarattı. “Papa, Muhammed’in kılıcını aforoz etti” diye yazan La Repubblica gazetesi, konuşmanın Türklerin çok olduğu Almanya’da yapılmasına dikkat çekti. “Hıristiyanlık ile akıl arasında sıkı bir bağ var” diyen Papa, İslam’da ise ‘Tanrı kavramının çok soyut olduğunu’ ve bu nedenle böyle bir bağın olmadığını söyledi.” (Habertürk, 14.09.2006) Diyanet işleri başkanı prof. Ali Bardakoğlu: “Batıda İslam ile Hz Peygamberimiz’le ilgili değerlendirme ve kanaatler önyargılı, taraflı, objektiflikten uzak oldu. Kilise, İslam’ı rakip gördüğü için, hasmane, düşmanca tavır izledi. İslam önce haçlı seferleri ile önlemek istendi. Binlerce insan öldü. Sadece Müslümanlar değil, Ortodokslar, Yahudiler de öldü. 60 yıl İstanbul’u işgal ettiler. ‘Kardinal külahı yerine Şeyhülislam kavuğu görmek isterim’ sözü bu dönemin dehşetini çok iyi anlatır. Bu kutsal savaş ve haçlı savaş anlayışı Hıristiyan din adamlarının genlerine işlemiştir. Papa’nın saldırgan, küstahlık dolu açıklaması da hem içindeki İslam’a karşı kinini, hem de o kutsal savaş ve haçlı zihniyetini yansıtıyor. Papa’nın”İslam’da tanrı ile akıl arasında ayrılmaz bir bağ yok” sözlerine de şu yanıtı verdi: “Bu sözde akıl yok ki ben Hıristiyanlıkta akıl olduğunu anlayayım. Aslında kilise, aklı devre dışı bıraktığı için batı aydınlanma süreci yaşadı, reform süreci yaşadı. Hıristiyan kilise, insanların dindarlıklarına tahakküm ettiği için, yaratan ile fert arasına girip kutsalı adeta tekelinde tutup sömürdüğü için, insanların beyinlerine tahakküm ettiği için, kutsalı sömürdüğü için, batı reform süreci yaşadı. Batıdaki din karşıtlığının en büyük sorumlusu kilisedir. Aklı devre dışı bırakarak kendi hiyerarşik yapılarını ve çıkarlarını öne aldılar. Üç tanrı inancını kilise icat etti. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu uydurdu.” Evrensel ahlakın, “ötekinin kutsalına saygılı olmayı” gerektirdiğini vurgulayan Bardakoğlu, “Bir din adamı, diğer dinin uygulanmasında yanlışlık varsa eleştirebilir. Teröre bulaşan Müslüman’ı eleştirsin. Ama bir dinin kitabına, peygamberine saygısızlık ahlak sınırının ötesindedir. Bu eleştiri değil, küstahsızlıktır” dedi. Batı insanının din konularına “teknolojik gelişmişliğin, askeri, ekonomik gücün yarattığı kendini beğenmişlik, ukalalık ve ötekini adam etmeci tavır içerisinde yaklaştığını” belirten Diyanet İşleri Başkanı, “Gerçek medeniyet uzun menzilli silahlar üretmek, daha çok para kazanmak değil, insani değerlerde yol alabilmektir.”  dedi. (Sabah, 15/09/2006)

Türkiye’ye ‘laiklik’ övgüsü: Vatikan din devletinin başı olanPapa 16. Benedictus, Vatikan’ın Ankara Büyükelçiliği’nde yabancı misyon şeflerini kabulünde yaptığı konuşmada, Türkiye’nin laik rejim seçimiyle, büyük ve modern bir devlet olma yolunda önemli adımlar attığını söyledi.” (Milliyet, 29 Kasım 2006) Aynı Papa; Papa laikliğe savaş ilan etti: ABD’ye 6 günlük tarihi ziyaret için adım atan ikinci Papa olan 16’ncı Benedict, Amerikalı 9 kardinal ve 350 rahibe hitaben yaptığı konuşmada laiklik tartışması başlattı.” Avrupa’da sanki ‘Tanrı yokmuş gibi hayatımızın her alanından dini çıkarmak için adımlar atılıyor.’ Bunun adına da laiklik deniyor. Bu çok tehlikeli ve din karşıtı bir laiklik anlayışıdır. Buna karşı var ‘gücümüzle savaş’ vermek zorundayız.” (Milli Gazete, 18 Nisan 2008); Papa: Laiklik Saldırganlaştı: 16. Benedict, laikliğe ve ateizme açık bir şekilde savaş ilan etti. Toplumsal uzlaşmanın sadece politikalarla sağlanamayacağını kaydeden Papa, dinin özel alana hapsedilemeyeceğine vurgu yaptı. (Haksöz Haber, 19.09.2010)

  

Kim  yanıldı, eskisi mi yenisi mi?

Katoliklere göre Papa, havarilerin vekilidir. İsa’nın yeryüzünde görülen temsilcisidir. Vatikan I. konsili ile 1870 tarihinde ‘papanın yanılmazlığı’ dogmasını benimsenmiştir. (1870 yılında toplanan Vatikan Ruhani meclisi, Papa’nın yanılmazlığını ilan eder. (Taceddin Ural, Papa Bir Puttur  s. 46, 48; Nadide Şahin, Hristiyanlık’ta ruhbanlık anlayışı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara-2008, s. 19; Hatice Çiçek, Papanın Yanılmazlığı Meselesi Katolik Dünyada Nasıl Algılanmaktadır?, I. Türkiye Lisanüstü Çalışmaları Kongresi – Bildiriler Kitabı IV, s. 880; Wilhelm, Joseph and Thomas Scannell. Manual of Catholic Theology. Volume 1, Part 1. London: Kegan Paul, Trench, Trübner & Co. Ltd. 1906. pp. 94–100) Vatikan Adalet Bakanı Kardinal Julian Herranz ise La Rebubblica Gazetesi’ne açıklamada bulunarak, “Papa her zaman kutsal ruhlar tarafından yönlendirilir. ‘Papa direkt Tanrı adına konuşur.’ O basitçe iyiye yönelmek isteyen insanları diyaloğa ve karşılıklı saygıya davet etti” dedi. (Hürriyet:17.09.06) “Papa yanılmaz bir otorite olarak kabul edilmektedir.” (Osman Cilacı, Günümüzün Dünya Dinleri, s. 84; Abdullah Tercüman (Anselmo Turmeda), Hristiyanlığa Reddiye, s. 14) “Katolik inancına göre Papa’nın yanılması mümkün değildir. Çünkü o, kutsal ruh aracılığıyla konuşmaktadır.” (Şiddet karşısında İslam, Komisyon, DİB,  s. 65) “Aurelius Augustinus; ‘Tanrım, hiç kimse günahsız değildir, bir günlük bir bebek bile olsa’ der. Katolik inancına göre papa yanılmaz ve yanıltılamaz.” (Adnan Odabaş, Dikkat misyoner geliyor, s. 12-13 ) 

Papa’dan cennet promosyonu: Vatikan, ‘İslam’la “rekabet” için’ 1000 yıllık vaftiz inanışını ‘değiştirdi.’ Papa’nın kararıyla artık Hıristiyan bebekler günahsız doğacak, bebekken ölmeleri durumunda direkt cennete gidecek. Papa 16’ıncı Benedict’in aldığı bu kararla bir anda yüzbinlerce çocuğun cennete gideceğini söylemesi, akıllara 11’nci yüzyılda Haçlı Seferleri için adam toplayan Papa Urban’un, sefere katılanların direkt cennete gideceğini açıklamasını getirdi. (Vatan, 05.10.2006)

Evrim: “Darwin’e göre insan, diğer hayvanlardan daha ileri bir ileri safhaya sıçramış bir hayvandır. Darwin öldüğü zaman ise İngiliz Kilisesi onu bir insana verilebilecek en büyük şeref payesi ile taltif edip, din adamlarının defnedildiği yere gömülmesine izin verdi.” (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s. 251, 253) 1996: Papa John Paul II, Evrim Teorisi ile Hristiyanlığın uzlaştırılabileceğini açıklamıştır, ama bunun Katolik öğretiler ile çelişmeden yapılması gerektiğini söylemiştir. (John Paul II, The Pope’s Message On Evolution, (‘Quarterly Review of Biology72’ Journal, içinde,   s. 377-383) Papa II. Jean Paul, 1996 yılında Papalık Bilimler Akademisi’ndeki mesajı: “Yeni bilgiler bizi evrim teorisinin bir varsayımdan öte olduğuna inanmaya itti. Bu teorinin, çeşitli bilim dallarındaki bir dizi buluştan sonra, araştırmacılar tarafından giderek kabul edilmesi gerçekten hayranlık uyandırıcı. Birbirinden bağımsız çalışmaların önceden kararlaştırılmamış, uydurulmamış, sonuçlarının aynı noktada birleşmesi, teorinin lehinde bir kanıt olarak yeterli.” 2005: Yeni Papa XVI. Benedict ise bu konuda daha da somut bir açıklama yaparak, Akıllı Tasarım teorisine çok paralel bir görüşte olduğunu ifade etti. İtalyan basınının duyurduğu, The Washington Post gazetesinin de verdiği habere göre, Papa, evreni “akıllı bir proje” (intelligent project) olarak tanımladı ve evrenin tarihini rastlantısal ve amaçsız bir süreç olarak gösteren sözde bilimsel görüşlere ‘karşı olduğunu’ vurguladı. (Basından, 10.11. 2005 )

Beddua: İki bin yıldır Yahudilere beddua eden Hıristiyan alemi, 1965 Vatikan II. konsili ile bundan vazgeçerler. Bu Hıristiyanlar iki bin senedir yanlış mı inandığının itirafıdır! (Concile Oecumenique Vatican II, s. 208-210,217)

Ateistler cennete: Papa Francis’in “Ateistler de cennete gider” sözleri İtalya’da tartışma yarattı. Bir milyar iki yüz milyon mensubu bulunan Katolik Kilisesi’nin baş temsilcisi Papa Francis’in ateistlere mektup yazarak diyalog çağrısında bulunması “Papa: Ateistler de cennete gidebilir” başlığıyla dünyanın birçok bölgesinde manşetleri süslerken, birçokları için de soru işaretleri doğurdu. Ancak Papa’nın ‘halka yakın’ imajını bir ‘pazarlama taktiği’ olarak görenler de var. La Repubblica gazetesine gönderilen, “Kilise gerçekten bir açılım mı yapıyor yoksa teolojik pazarlama mı?” şeklindeki bir okur yorumu bu görüşü özetliyor. (BBC, 15 Eylül 2013)

Kilise bir dönem Platoncu felsefeyi kabul ederek kutsamış, söz konusu kutsal felsefeye ters düşen Aristoteles’in Fiziğini 1209 da, Metafizik adlı eseri 1215 de yasaklamış; diğer bir dönemde, 13. Yüzyılın ortalarına doğru Aristo felsefesini kabul ederek kutsamış, Aristocu bilime karşı gelen herkesi ölümle cezalandırmıştır.

Eşcinsellik

kimyanildi-4

Evlilik: Madem bu iş oluyodu 1700 senedir neyi beklediniz?!

Jeanne d’Arc

D’Arc’ı yargılayan Beauvais piskoposu Pierre Cauchon onu büyüyle uğraşmakla suçlamış ve mahkemenin kararıyla odun ateşinde diri diri yakılmasına karar vermiş ve henüz 19 yaşındayken 30 Mayıs 1431 tarihinde Rouen kentinde 10.000 kişinin toplandığı Vieux-Marchè meydanında diri diri yakılmıştır. İşin ilginci, ölümünden 490 yıl sonra öldürme kararını veren aynı kilise tarafından azize ilan edilmesidir.

Kilise hata yapıyorsa onu yöneten baştaki Papa nedeni iledir. E Papa, tanrı olan Kutsal Ruh ile de irtibatlı olduğuna göre hata silsilesi yukarı doğru çıkar!  Bu ekonomi bakanı Papa tarafından atandı ama çocuk istismarcısı çıktı. Bu mu tanrı ile irtibatlı adam, irtibatlı ise irtibatlı olduğu yoksa şeytan mı?

yanilmazpapa-1

“Kilise çok büyük hatalar yaptı” diyen Vatikan Ekonomi Bakanı ve Avustralya Kardinali George Pell (Euronews, 29.02.2016) cinsel tacizden suçlu bulunduktan sonra da Papa ile buluştu. (Milliyet, 12.10.2020) Çocuklara cinsel tacizden suçlamasıyla da cezaevinde 81 yaşında ölür. (Cumhuriyet, 11 Ocak 2023)

Tanrı tarafından kendisi ile konuşması için özel seçilen Papa Benedict, 1977 ile 1982 yılları arasında Münih ve Freising başpiskoposu olarak görev yaptığı süre boyunca, oradaki Katolik din adamlarının istismarına ilişkin Kilise tarafından yaptırılan bir raporun yayınlanmasının ardından eleştirilere maruz kaldı. Raporda, görevdeyken kendisinin, görevde olduğu süre boyunca meydana gelen ikisi de dahil olmak üzere, küçüklerin dahil olduğu dört cinsel istismar vakasından haberdar edildiği ancak harekete geçmediği ortaya çıktı. (CNN, 31.12.2022) Demek ki, kendisi ile konuşulan her kim ise, geçmiş siciline ya öenm vermedi ya da habersizdi!!

“İmparator Louis’in oğlu Lothaira kendini takdis ettirmek için Papa I. Pascal’ın yanına gider ama gördükleri karşısında şok olmuştur, kendi deyimiyle “Roma muazzam bir genelev” idi. Tarihçi Baronius, İngiltere kralı Edward benzer yorumlarda bulunmuşlardır. Tarihte birçok papanın sevgilisi, gayrimeşru oğlu, ensest ve eşcinsel ilişkileri olmuştur. 1549 tarihinde papalık tahtına oturan 3. Jules 16 yaşındaki erkek sevgilisini kardinal yapmak ister, karşı çıkanlara şu cevabı verir: “İçinizde bir defa olsun zina etmemiş var mı? Kabul ediniz ki, hepimiz birer insanlık utancıyız, beni ele alınız, ne gibi bir fazilet beni papa yaptı acaba?” 1471’de Vatikan’da görev yapan Sixte IV eşcinsel ilişki için ruhsat vermiş, lüks genelevler açmış, İspanya’da engizisyonu kurarak binlerce Müslüman’ın kanını dökmüştü. Papa 23. Jean, ensest ilişkiler, gece hücrelerinde rahibelere tecavüz etmelerle adı anılan birisiydi. Sn. Gregory, Filistin manastırlarının, manastırların genelevi haline geldiğini yazmaktaydı. 1328’de Papa 5. Nicolas ahlaksız vergi tarifesi ile anılacaktı: Bir kızı iğfal eden rahip 2 lira 8 kuruş, kendisini erkeklere peşkeş çeken rahibe rahibelik titrini korumak için 131 lira 15 kuruş, fahişeler ise papaya 87 kuruş ödemek zorunda idi. Papalık önce birini aforoz ediyor, ardından onu yüklü ödemeyle tekrar Hıristiyanlığa alıyordu. Kadın Papa Jean 2,5 yıla yakın papalık tahtında oturmuştu, sevgilisinden hamile kalınca 1855 yılında bir törende herkesin ortasında doğum yapmıştır. 1200 yıllarında Salzburg’da tek kadınla yaşayan papazlara evliya gözüyle bakılırdı.” (Taceddin Ural, Papa Bir Puttur, s. 72-81, 85) “Papazlar, kızlarımızın ve oğullarımızın iffetine saldırmakta, altınlarımızı çalmakta ve siz şikayet edince de sizi yakmaktadırlar.” dediği için Jean Hus yakılarak idam edilir. (Ural, s. 101)

İstismar konusu aşağıda ele alınacaktır!

Eski Papa’nın ağabeyi. ‘Tanrı ile konuşan papa’ mı bunu gizledi, konuştuklarına göre tanrı gizleyene neden bildirmedi, gizleyince neden ceza vermedi, yoksa tanrı haber mi vermedi!? Yoksa aslında tanrı ile konuşan bir papa hiç mi olmadı?!  Nerden baksan facia!

Papa gerçekten yanılmaz olsaydı, bu kadar çok sayıda Konsüle niçin ihtiyaç duyulmuştur? Neden son derece kolay bir yöntemle o sırada görevde olan Papanın Tanrı tarafından esinlenmiş fikri alınmamıştır?

Gelelim “Kötü papalardan” bir kaçına: Papa Liberius (M.S. 352-366): Bu Papa görevden alındı; çünkü İmparator II. Konstantin’in baskısıyla “Oğul’un Baba ile aynı değil benzer özde” olduğunu söyleyen yarı-Ariusçu iman ikrarını ve Aziz Athanasius’un mahkumiyetini onaylamaya rıza göstermişti. (Aziz Athanasius, Arius Yanlılarının Tarihi E41, Sozomenou Ecclesiastic History D 8-11)   Papa I. Onorius (M.S. 625-638): Bu Papa yanılmaz olmamakla kalmadı, “Monotheletism” (Mesih’te insanî ve Tanrısal olmak üzere iki ayrı irade yerine tek bir irade olduğu inancı) denen öğretiyi benimsedi, sonra lanetlendi ve İmparator huzurunda bizzat Roma’daki yeni Papa Agathon tarafından suçlandı. (Sergios, Theodoros, Cyrus, Petrus, Pyrrhus and Paulus, Kanun 13, 16 18) Bu papa daha sonra Papa II. Leo tarafından da lanetlenmiştir. (Charles J. Hefele, “A History of the Councils of the Church”, Edinburgh: Clark, 1896, Cilt V, s. 181-187) Papa IV. Innocentius (M.S. 1243-1254): Bu Papa, sapkın öğreti taraftarlarına Engizisyon mahkemesi tarafından işkence edilmesini dinsel bir uygulama haline getirdi ve ondan sonra gelen Papalar da resmi mühürleriyle sapkınların yakılmasını onayladılar. Ortodoks Papa III. Leo (796-816) “ve oğuldan” ibaresine inatla karşı çıktı. Papa IV. Sergios (1009-1012) ise “ve oğuldan” sözcüklerini keyfî bir şekilde İznik İman Kanununa ekledi. Papa VI. Pavlus, Azize Barbara gibi pek çok azizin isimlerini Azizlerin Latin Kitabından çıkardı. Böyle yaparak sadece Kilisenin kutsal geleneğini değil, kendinden önce görev yapmış tüm Papaları da hiçe saydı. İki sene beş ay dört gün boyunca Papalık tahtında oturan Papa 8. Joan’ın, 855 yılında Aziz Petrus Kilisesi’nin dışında kortej halinde yapılan dini tören sırasında doğum sancıları başlayınca çocuğunu doğurdu, kadın olduğu ortaya çıktığı içinde orada hemen çocuğu ile beraber öldürüldü. Joan’ın ismi daha sonra papalar listesinden de silindi. 17 yıl sonra başka bir papa Joan adını alınca, ona dokuzuncu değil, sekizinci Joan adı verilir ve sıralamanın namusu kurtarılır. Peki, tarihteki engizisyon mahkemeleri, II. Dünya savaşı sırasında naziler ile olan ilişkileri, çocuk tacizlerini gizleme, tacizci sapık piskopos, papazları korumaları… Sadece 33 gün Papalık yapabilen l. John Paul’ün ani ölümü (Vatikan uzmanı araştırmacı David Yallop’un belgeleriyle açıkladığına göre bu Papa, Vatikan’ın içindeki bir “Konspirasyon=Fesat Örgütü” ile “P2Mason Locası”nın ortak girişimiyle öldürülmüştür) , OPUS DEI’den (Tanrının İşleri) Malta Şövalyelerine ve en son kara para aklama ile ilgili suçlamalar hatta son zamanlarda ancak gündeme gelebilen cinsel istismar suçlamaları kabul etmeler vd. Bunların hepsine nadir denebilir mi?

“Cadı avı ile yakılan kadın bilançosu 200.000 ile 2 milyon arasında gezinen bir rakamla literatüre girmiştir. Fransız bilim adamı La Peyrere’e, “kuzeyde niçin bu kadar büyücü var?” diye sorulunca, “şundan ki, hakimler büyücünün mal varlığına sahip olmaktadır” cevabını vermişti. Bilge otacı kadınlar cadı olarak tanınmışlardı.” (Taceddin Ural, Papa Bir Puttur, s. 71)

Eski papalar arınmama yolunu mu seçmişti yani?

Ya bu haber ne?

İlginç bir durum: Papa 16. Benediktus görevinden istifa etti! (15 Şubat 2013) Ama şöyle bir ilginç detay var ki O, “Tanrının yeryüzündeki temsilcisi” idi ve ölüm şartı ile seçilmişti, ölmeden görevinden ayrılamazdı! O sıradan bir devlet memuru değildi. Bir insan nasıl tanrı ile irtibatlı olduğu görevinden istifa edebilir ki? Yoksa aşağıdaki haber fiiliyata mı geçiriliyor, ya peki 1000 küsür yıllık geçmiş ve iddialar, inançlar mı yalan ve sahte? “Bin yıllık iddiadan dönüş. Vatikan İsa’nın yeryüzündeki temsilcisi olma iddiasından vazgeçiyor.” (Gazete Vatan, 19.11.2007)

Papa bir puttur: Woltaire, “Papa bir puttur.” der. (Taceddin Ural, Papa Bir Puttur, s. 10, 130) Kendisi sıkı bir Hıristiyan olan tarihçi Arthur Weigall 1924 yılında yazmış olduğu “Hıristiyanlığımızdaki putperestlik” isimli eserinde “Hıristiyan doktrinlerinin putperest kaynaklardan alındığına inanmaktayım, bir kimse kilise hakkında ‘eski putperest tanrıların son kalesi’ dahi diyebilir. İsa tarafından dışarı atılan eski tanrılar tekrar nüfuz ettiler. Hıristiyan çağından çok önce haç, tapınma nesnesiydi. Attis’e tapınma İsa’ya tapınmaya dönüşmüştür. İzis, Osiris ve Horus büyük mısır teslisidir, antik Tanrı İzis’in heykelcik ve resimleri Meryem Ana ve çocuğuna dönüşmüştür. Putperestleşen Hıristiyan âdeti açıkça, yamyam özelliği alarak ekmek ve şarabın İsa’nın gerçek eti ve kanı olma fikrini geliştirmiştir” demektedir. Servetus ‘teslis’in hataları’ isimli kitap yazdığı için 26 Ocak 1553 tarihinde Cenova’da yakılarak öldürülür. (s. 43-44) Jeanne D’arc papazlar tarafından yakılmış, papalık ancak 1920 yılında onu Aziz ilan etmiştir. (s. 59) Hıristiyanlığın bininci yılına doğru papalık, “1000. senesinde kıyamet kopacak” diye ilan etmiş, cahil haktan büyük paralar toplamıştı. (s. 63) 11. yüzyıldan evvel Roma kilisesine bağlı rahipler evlenebiliyorlardı. (s. 77) Sadece Meryem değil annesi olarak kabul edilen Sant Anna’da bakire iken Meryem’i doğurmuştu ama 18. yüzyıla kadar hiçbir Hıristiyan böyle bir doğmadan haberdar olmamıştı. Papa “Ben yaptım oldu” demişti. (s. 67) Galile’den 6 asır evvel dünyanın hem kendi hem de güneş’in etrafında döndüğünü Biruni söylemekte idi. (s. 62) Haçlı seferleri, papaların gözetim ve teşvikleri ile yapılmıştır (s. 51, 108-113) Haçlı sefilleri sonucunda Müslümanlar, Bizanslılar ve Yahudiler çok zarar gördü, haçlıların kılıcıdan sadece Müslümanlar değil Yahudiler özellikle Ortodokslar nasibini aldı. (s. 118) Marciout’lu Petrus 1269 yılında mıknatıs ve pusulayı Avrupa’ya Fransa’ya getirmiş, 50 yıl sonra 1320’de İtalyan F. Gioja sözde pusulayı keşfetmiştir. (s. 119) Damascus, ‘De Haeresbius’ da, Kur’an-ı Kerim’in peygamber tarafından kaleme alındığını ve yazma sırasında Bahire isimli kişin kendisine yardım ettiğini ileri sürmüştür. (s. 120) Jean Damascene (Dımeşki) Müslümanların şeytanın yanı sıra Jüpiter, Apollon ve Mahon isimli puta taptığını ileri sürmüş, yine Müslümanlar için Mahon, şeytan ve Apollon üçlemesini kurgulamıştır. (s. 120) Günümüzde papalık her bakımdan dünyanın en küçük devleti olmasına rağmen, çok büyük gelirleri olan gayrimenkul varlıkları elinde bulundurmaktadır. (s. 52) İşkenceyi resmi iyileştiren engizisyon şüpheli şahısları yakalıyor onları zorla itiraf ettirip sonunda yakıyor ve mallarını el koyuyordu. (s. 70) Papalık tarihinin istisnai faziletli papaları da mevcuttur ama papalık süreleri ‘3 gün, 4 ay 4 gün, 6 ay, 6 ay 20 gün, 12 gün’ gibi sürelerle kısıtlı kalmış, çoğu kardinaller tarafından zehirlenmiştir. (s. 83, 85) Orta çağ’da Hıristiyanlar yıkanmamakla övünürlerdi. Doktor A. Brayer, yazdığı kitapta Müslüman ve Hıristiyanların arasındaki temizlik farklarını aktarır, “bir taraf ne temiz ne hoş, öbür taraf pislik, bit, pire ve pis koku içinde” diye yakınırdı. Nietzsche de, Deccal isimli kitabında aynı konulara değinir. (s. 87) Endülüs Emevi devleti bir asker devleti değildi, dileyen Avrupalılar Endülüs’e serbestçe gelir, emniyet içinde ülkeyi dolaşabilirdi, ilaçtan ticaret ve sanayiye istediklerini alırlardı. (s. 88) Nietzsche, ispanya’daki İslam medeniyetini över ve “haçlıların bir kültürle savaştılar ki, daha bizim 19. yüzyılımız bile onun karşısında pek fakir, pek geç kalsa gerek. Haçlıların tek istediği doğunun zenginliği idi. Yansız olalım, en azından Haçlı seferleri yüksek bir korsanlıktan başka bir şey değildir.” demektedir. (s. 90) Endülüs ve Abbasi dönemlerinde pek çok Hıristiyan alim Müslüman yöneticilerin idaresinde İslam’a karşı Hıristiyanlığı savunan kitaplar kaleme alabilmişlerdir. (s. 90) Tarık Bin Ziyad’la başlayan İslam Endülüs’ü 8 asır sonra sona ermiştir, Endülüs’te katliamlar yapıldığı sırada Cebelitarık Boğazı’nın karşı yakasında ise Müslüman devletler Hıristiyanlara katiplik, mütercimlik, doktorluk hatta zaman zaman idarecilik gibi görevler veriyordu. (s. 92) Engizisyon mahkemesi 18 sene içinde 24.000’den fazla Müslüman’a idamına karar vermişti. Engizisyon mahkemesinin kararıyla Gırnata’da 1 milyon cilt kitap yakılmıştır. Gustave le Bon, “Hıristiyanların Müslümanlara karşı yaptıkları her cins ve şekildeki işkencelerin detaylarını okurken titrememek mümkün değil” diye yazıyordu. (s. 93) Fransız Calvin, Meryem Ana ve azizleri tapma gibi törenleri kabul etmiyordu, bu nedenle pek çok Calvin’ci yakılmıştır. (s. 97)  Saint Barthelemy katliamında 70.000 kalvinci Katoliklerce öldürülür. 1618 yılında ünlü 30 yıl savaşları başlar, savaşların sonunda pek çok Avrupa ülkesi laikleşir. (s. 98) Papalıkta sorun, işkenceyi üstelik sistematik ve mevzuatı var olacak biçimde, dönemin en yüksek kamu otoritesini yapar hale getirmesiydi. Tarihte 3 büyük engizisyondan bahsedilir: Orta çağ, İspanyol ve Roma engizisyonları. İspanyol engizisyonundan amaç Müslümanlarla Yahudilerin Hıristiyanlaştırılması idi. (s. 100) Gerbert, İslam alimlerinden aldığı eğitimin yardımıyla Hıristiyan dünyasının başına olan Papa 2 Silvertes olarak geçecekti. (s. 90) Sadece kardinaller papa olabilir. Bugüne kadar Vatikan’da görev yapan papa sayısı 266’ya ulaşmıştır. (s. 127)  Fransa’da sadece 2003 yılında Müslüman olanların sayısı 30 ile 40.000 arasında artmıştır. (s. 129) Latin Amerika’da her saat başına 400 kişi bağlı olduğu kiliseden ayrılmaktadır. 840 milyon Katolik Hıristiyan’ın yalnızca %1’i yani, 9 milyonu pazar ayinlerine katılmaktadır. (s. 129) 

Vatikan

Günümüzde Vatikan diye bilinen yerleşim alanı yeryüzündeki tek “Tanrı-Kenti” statüsündedir. Vatikan bu özelliği nedeniyle “Kutsal-Kent”tir. Bu Tanrı-Kenti aynı zamanda bir “Devleti” içinde barındırır. Vatikan’ın doğrudan ya da dolaylı olarak sahibi olduğu veya yönlendirdiği günlük, haftalık ve aylık 200’den fazla gazete ve dergi, 154 radyo istasyonu veya emisyonu, 49 TV kanalı veya kablolu yayını bulunmaktadır. Bu yayınlar 24 saat süreyle bütün dünyayı bir ağ gibi sarmaktadırlar. Vatikan’ın gelirleri başta her ülkedeki Katoliklerden kesilen Kilise Vergisi; Aidatlar; Bağışlar; Şirket Gelirleri; Hisse Senedi-Tahvil-Bono gelirleri; Bankacılık ve Faiz gelirleri; hediyelik eşya satışlarıyla elde edilen gelirlerden oluşmaktadır. Basın yayından elde edilen reklam gelirleri de epeyce tutmaktadır. Vatikan’ın diğer bir gelir kaynağı da Hıristiyanlığı temsil eden kişileri, örneğin İsa’yı, Meryem’i, azizleri veya sembolleri (Haç gibi) pazarlayarak kazandığı kazançlardır. Bu açıdan bakıldığında Vatikan’ın kendi Tanrısı’nı (İsa) ve dinini en iyi pazarlayan holding olduğu apaçık görülebilir!

isa-satilik-3

Vatikan’ın gelirleri sadece bunlar değildir. Vatikan, dünyanın önde gelen birçok şirketinde hissedardır. Çeşitli ülkelerde sayısız gayrı menkulü vardır. Birçok bankanın ortağıdır. Özellikle giyim ve turizm sektörlerinde çok kâr getiren yatırımları vardır. Avrupa Birliği içinde Vatikan’a bağlı olarak çalışan “Katolik Tekstil Sanayicileri Birliği” onun çıkarlarının yöneticisi durumundadır. Benzer şekilde ayakkabı, yiyecek ve enerji ile inşaat sektörlerinde de kârlı yatırımları ve ortaklıkları vardır.  Vatikan’ın içinde sürekli bir mücadele yaşanmaktadır. Vatikan’da etkileri ve güçleri tartışılamayacak başlıca altı akım vardır. Bunlardan ikisi “Laik”, dördü “Dinsel” niteliktedir. Laikler OPUS DEI (Tanrı’nın İşleri demektir) ile Malta Şövalyeleri’dir. (Tanrı’nın İşleri) adlı gizli örgüt 2 Ekim 1928 de Madrid’te kurulmuştu. Kurucusu sıradan bir papazdı. Adı, Jose Maria Escriva deBalaguery Albas’tı. Escriva, Diktatör Franko’ya çok yakın bir din adamıydı. OPUS DEI vargücüyle onu destekledi. Karşılığında da Franko Kabinesinden 10 Bakanlık aldı. Halen OPUS DEI’nin dünyada 428 üniversitesi ve sayısız okulu vardır. Peru, Kolombiya ve Guatamala’da yatırımlara başladı. Daha sonra da Şili de General Pinochet ile temas kurdu. Bu diktatörü de sonuna kadar destekledi. OPUS DEI önderi Escriva, Papa yaptırdığı 2. John Paul tarafından ölümünden 15 yıl sonra Aziz yapılmak için sırada bekleyen 2000 kişinin önüne geçirildi. Normal olarak 300 yıl beklenmesi gerekirken Escriva 15 yılda Aziz olma yoluna girdi. Vatikan’ın iç siyasetinde ve çekişmelerinde dört dinsel akım etkili olmaktadır. Bunlardan birincisi, Dominiken tarikatıdır. Dominikenler, “Önce Kilise” diyen tarikattır. Ortaçağ’ın Engizisyon Mahkemeleri’ni bunlar kurdurmuşlar ve milyonlarca insanı -özellikle de cadı diye nitelendirdikleri kadınları- yaktırmışlardır. Dominikenler’in tam karşısında Fransiskan tarikatı vardır. Bunlar içinse önce Roma’daki Kilise değil, “Önce Hıristiyanlık” gelir. Fransiskanlar yoksullardan yana, din adına karşılıksız çalışan keşişler topluluğudur. Üçüncü topluluk Fransiskanlar kadar çalışkan ama Dominikenler kadar acımasız olabilen Cizvitler tarikatıdır. Bunlar için önemli olan ise “Papalık Makamı”dır. Papaları yücelten OPUS DEI ile Papalık Makamı’nı yücelten Cizvitler kavgalıdırlar. Cizvitler en hızlı misyoner örgütüdür.

“Avrupa mantığı putperest ve pragmatisttir. Tanrısına bile bu gözle bakar. Dini inançlar biyolojik duygularına hitap ederse doğrudur. Kiliselerde müzik ibadet yerine geçer, cinayet dahil her günah, günah çıkarmayla affedilebilir, karnavalları cinsel duygularını doyurma güdüsüne dayalıdır. Ağızlarında düşürmedikleri sevgi ise cinsler arası şehvetten başka bir şey değildir. Yardım kampanyaları bile kadınların verdiği çıplak pozlarla gerçekleştirilir. Böyle bir dine mensup oryantalistlerin, ‘doğmamış, doğrulmamış eşi dengi olmayan, gücü her şeye yeten, şarabı alkolü ahlaksız ilişkileri yasaklayan  bir tanrıyı, sarhoş ve daracık beyinlerine sığdırabilirler mi?” (Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş II, s. 207-208)

papa_ayak_yikadi_optu_1  vatikan-kara-para-1

Herkesin önünde yıkama yaparsın da ya gizli yıkayıp temizlediğin kirli para ve ilişkiler?!

Vatikan’ın ve Papalığını tarihi sayısız cinayet, entrika ve skandalla doludur. Mesela iki önceki papa I. John Paul, 33 gün Papalık yapabilmiş sonra öl-dürül-müştür. Vatikan’ın içinden çeşitli ulusların -başta Fransa, Polonya ve Almanya- istihbarat örgütleriyle birlikte çalışan Kardinaller çıkmıştır. Bunlardan bazıları daha sonra Papa yapılmışlardır. Örneğin 1978’de eceliyle ölen Papa 6. Paul, gizli istihbarat örgütleriyle içli dışlı olmuş bir Kardinal olarak tanınıyordu. Vatikan, Dünya’da devlet çapında örgütlenebilmiş ilk Fundamentalist Tanrı-Krallığıdır. Papaların Vatikan’a geçişleri 1377 yılında,Avignon’daki Papaların sultasının yıkılmasından sonra olmuştur. Papalık seçimlerinde Vatikan’ın tüm iç dengeleri ve uluslararası siyaset çok önemli bir yer tutar. Gerçi inanca göre Papa’yı Kutsal Ruh seçiyordur ama gerçekte CIA’sından KGB’sine ve MOSSAD’a kadar tüm istihbarat örgütleri de Kutsal Ruh’un seçiminde parmak oynatıyorlardır. Dünyanın en küçük devletinin hükümdarı olan Papa, aynı zamanda bir milyar Katolik’in ruhanî lideridir. 0,44 kilometrekarelik arazisiyle ve 1000 nüfusuyla dünyanın en küçük devleti olan Vatikan, gizli örgütler, masonik ilişkiler, cinayetler ve kirli para aklama gibi kavramlarla hep yan yana kullanılan bir merkez olmuştur.  1054’te birbirine eşit olan iki patrik, İstanbul ile Roma patrikleri birbirini aforoz eder. Bundan sonra Hıristiyanlar Katolik ve Ortodoks olarak ikiye ayrılır. Katolikler, Roma patriğini ruhanî lider kabul eder. IX. asırda en güçlü barbar kavimlerinden Frankların kralı Büyük Karl’ı Roma İmparatoru ilan etme karşılığında, Papa, Roma civarında cismanî iktidar kurabilir. Halka, mahsulün 1/10’unu kiliseye vermeleri zorunlu olur. Zamanla Haçlı seferlerine teşvik etmekten, Engizisyon Mahkemeleri ile insanları yaktırmaya, aforoz etmeden kralları interdit (dışlama) cezası verme gibi birçok yetkiyi bünyesinde toplar. Papa III. Innocentus (1198-1216), kendisini bütün Hıristiyanların, hatta kralların hükümdarı bile ilan edebilmiştir. 1309’da Fransa kendi papasını seçtirir ve Avignon ve Roma’da oturan, birbirlerini aforoz eden iki papa ortaya çıkar. 1377’de ise bütün piskoposlar toplanıp, iki papayı azleder. Roma’da oturan yeni bir papa seçer. 1530’da ise Almanlar papaya kazan kaldırır ve Protestanlık ortaya çıkar (1648 Vestfalya Kongresi ) Faşist Mussolini, papa ile anlaştı. 1929 Laterano Anlaşması ile Vatikan Devleti kurdurur. Papa seçimle başa getirilir ve bu seçimler gizli ama çok çekişmeli geçer. Seçimlerde ittifak değil, üçte iki ekseriyet aranır.

mussolini- Laterano-3

Skandallar kitaplar dolduracak kadar boldur kilise tarihinde. Geçmiş asırlarda dönemin önde gelen isimleri tarafından yazılmış Vatikan değerlendirmeleri ağır suçlamalarla doludur. Bu kalemler tanık oldukları pek çok yakışıksız olay naklederler. Bu bakımdan yakın zamanda Amerika’daki Katolik kilisesinin bir dizi çocuk taciziyle gündeme gelmesi ve çok sayıda rahibin görevden uzaklaştırılması skandallar zincirine eklenen halka olmanın ötesinde anlam taşımaz. Ama tarih Roma kilisesi söz konusu olduğunda sadece bu tür ‘hazcı tablolarla’ değil öldürülen papalarla da kaydeder Vatikan’ı. Bugüne kadar görev yapmış 264 papanın önemli bir kısmı komploya kurban gitmiştir. Bunun en yakın örneği 1978 Ağustos’unda papalık makamına seçilip 33 gün sonra öldüğü açıklanan I. John Paul’dür. Geçmişte de VIII. Urbanus, XIV Clement gibi zehirlenerek öldürüldüğü söylenen papalar vardır. Uzmanların gözünde VIII. Urbanus’un katili halefi papa X. Innocent’tir. X. Innocent’in yolsuzluk ve cinsel sapmayla suçladığı VIII. Urbanus’u öldürdükten sonra dini bir konseyde yargılattığı ve suçlu bulunması üzerine cesedini mezarından çıkartıp elini kestirdiği anlatılır.

dakkabirgolbir3473478 onlarhicbirseyi-unutmuyor737

papa_turkler_haberturk_040513

Densiz Papa: Kasımda Türkiye’ye gelecek olan Papa 16. Benedikt şok çıkışla Bizans imparatorunun, Hz. Muhammed’i hedef alan kin dolu açıklamalarını gündeme taşıdı. Papa ” 16. Benedictus”  neler diyor: Papa, 14’üncü yüzyılda yaşamış olan ve Hıristiyan dünyasında Türklere karşı mücadelesiyle tanınan Bizans İmparatoru Paleologos’un “Muhammed’in getirdiği hiçbir yenilik yok. Sadece kötü ve insanlık dışı şeyler getirdi” sözlerine yer verdi.”İslam’da Tanrı ile akıl arasında ayrılmaz bir bağ yok. İslami cihad akla ve Tanrı’ya karşı” diyen Papa, İtalya’da da büyük yankı yarattı. “Papa, Muhammed’in kılıcını aforoz etti” diye yazan La Repubblica gazetesi, konuşmanın Türklerin çok olduğu Almanya’da yapılmasına dikkat çekti.”Hıristiyanlık ile akıl arasında sıkı bir bağ var” diyen Papa, İslam’da ise Tanrı kavramının çok soyut olduğunu ve bu nedenle böyle bir bağın olmadığını söyledi. (Sabah, 14/09/2006) Halbuki, “Kur’an ayetlerinin kılıçla yayıldığını sanmak korkunç bir hatadır.”  (Lord John Davenport, Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim, s. 55)  Thomas Carlyle, İslam’ın kılıç yoluyla yayıldığı iddialarını ciddiye almaz. Saksonların Hıristiyan yapılması vaaz yoluyla olmamıştır, diye de ekler! (Thomas Carlyle, kahramanlar, s. 99-100)  Henry Stubbe, (An account of the rise and progress of Mahometanism with the Life of Mohamet and a Vindication of Him Religion from the Calumnies of the Christians) ‘Hıristiyanların iftiralarına karşı onun ve dininin savunulması’ adlı  eserinde, Müslümanların savaşlarının haklılığı anlatılır, Hz Muhammed’in idarecilikte, üstün kabiliyeti övülür, bunların Hıristiyanların onun hakkında o güne dek iddia ettikleriyle uyuşmadığının altını çizer. İslam’ın kılıçla yayıldığı iddiasının büyük bir yalan olduğunu, onun savaşlarının yeni bir din getirmek değil, eskisini restore etmek amacıyla yaptığını ifade eder ve kimseyi Müslüman yapmak için zorlamadığını belirtir. Daha fazla detay için, “İslam kılıç zoru ile yayılmadı” ve “İslam barış dinidir” adlı yazılarımıza bakılabilir.

Çok tanrıcılık ve Hıristiyan azizleri

aziz-nikolas-heykeli-1st-nicholas-patron-saint-of-sailors Aziz Nicholas, denizcilerin koruyucu azizi.

azizbarbara-1

izmir-polycarpos-1 Aziz Şehit Policarpos, İzmir’in koruyucu azizi.

Hristiyanlık ve Putperestlik

“Siz kendi ellerinizle yonttuğunuz bu putlara mı tapıyorsunuz? Oysa sizi de yaptığınız şeyleri de yaratan Allah’tır” (Saffat Suresi 95-96)

                 isa-heykel-1

isaheykeli-yildirim-2-1

 “İsa’ya yıldırım düştü! Hıristiyanlar kiliselere koştu. Herkes, din adamlarının olaya açıklık getirmesini istedi. Papazlar halkı yatıştırmaya çalıştı ama kiliselere koşturup dua edenler “O tepede paratoner de var. O varken nasıl oluyor da yıldırım heykele düşüyor?” dedi.” (Haberturk, 14.02.2008)

Corona virüsüne karşı ilaclanırken… 26..3.2020

Vatikan Şehrinin Aziz Petrus Bazilikası’ndaki Michelangelo’nun Pieta heykeline çekiçle saldırı olur ve heykelin sol kolu ve burnu kırılıp, yanaklarına ve sol gözüne zarar verilir.

658648579

İtalya’nın Brescia kenti yakınlarındaki Cevo Belediyesi’nde, 21 yaşındaki Marco Gusmini’nin halatlarla tutturulan 30 metre yüksekliğinde ve 600 kilo ağırlığındaki Hz. İsa heykelinin altında kalarak ölmesi şok etkisi yarattı. Hz. İsa’nın heykelinin bulunduğu 30 metre uzunluğundaki direğin çökmesi sonucunda bir kişi de ağır yaralandı. İtalyan sanatçı Enrico Job tarafından 1998 senesinde tasarlanan heykel, yarın aziz ilan edilecek Papa 2. Jean Paul’ün 1998’de Brescia’yı ziyaretinin anısına dikilmişti. Italia 1 televizyonu, Katolik bir grupla anıtın yanına hac amacıyla yola çıkan gencin yanında bulunanların gürültü üzerine kaçmayı başardığını ancak, 1 kişinin dev anıtın altında kalarak can verdiğini aktardı. (26 Nisan 2014)

Videoda, kilisede omuzda taşınan İsa heykeli düşüyor, insanlar çığlık çığlığa bağırışıyor. Rio’da ‘Kurtarıcı İsa’ heykeli yıldırım sonucu hasar görür. ‘Onarım’  çalışmaları başlar. (Ntv, 22.1.2012)

-Budist versiyonu-

“O halde Allah’ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar vermeyecek nesnelere mi tapıyorsunuz?” (Enbiya Suresi 66); “Allah’ı bırakıp da, kendisine kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek şeylere yalvarandan daha sapık kim olabilir? Oysa onlar, bunların yalvarışlarından habersizdirler.” (Ahkaf suresi 5)

Şaka niyetine

NBC televizyonu Amerika Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) savunma istihbaratına müsteşar yardımcısı olarak atanan Korgeneral William Boykin’in kilisilerde ibadet sırasında askeri üniformayla yaptığı bazı konuşmaların video görüntülerini yayınladı. İşte üst düzey bir Amerikalı yetkilinin İslamiyet üzerine yaptığı açıklamalar.  (Somalili eski bir komutan’ın sözleri üzerine) “Amerika beni asla ele geçiremez çünkü Allah beni korur diyorsun. Sen de biliyorsun ki benim “Tanrım seninkinden büyük. Benim Tanrım gerçek senin ki ise put.” (Sabah,18.10.2003); “ABD savunma istihbarat müsteşar vekili Korgeneral William G. Jerry Boykin, “Biz Hıristiyanız, düşmanımız ise şeytandır. Biz tanrının ordusuyuz.” derken Mogadishulu Osman Atto için, ‘Ben, benim tanrımın gerçek olduğunu biliyorum, onunki ise puttu’ demiştir.” (Nathan Lean, İslamofobi Endüstrisi, s. 191) Kur’an 1400 sene öncesinden Boykin zihniyetine cevap vermektedir: “İşte böyle; çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O’nun dışında, onların taptıkları ise, şüphesiz batılın ta kendisidir. Gerçekten Allah, yücedir, büyüktür.” (Hac, 62)

Kendi kiliselerinin putlarla dolu olduğunu görmeyen bu zihniyetin kökeni ortaçağa dek uzanmaktadır: “Haçlı savaşları sırasında özellikle Hz Muhammed put veya pagan bir tanrı olarak tasvir edilmiş ve bu konuda birçok eser yazılmıştır.”  (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 38) Nicetas da Byzance (9. yüzyıl ), İslamiyet’i, putperestlikle karşılaştırmıştır. (Y. Moubarac, La Pensee Chretienne Concernant l’Islam, I/5) “12. ve 13. yüzyıllarda yazılan eserler 3 başlıkta ele alınabilir: Kronikler (tarih sırasına göre yazılmasıyla oluşan siyer), efsaneler ve risaleler. Efsanelerin en büyük özelliği Müslümanları putperest, Hz Muhammed’i de onların taptığı putlardan biri olarak göstermektir.”  (İngiliz ve Alman oryantalistlerin Hz. Muhammed tasavvuru, s. 38) Pseudo-Turpin kroniği yazarına göre  Büyük Karl, Salam Cadiz adlı yerde putlara tapan Kuzey Afrika yöneticisi Igolando ile bir tartışmaya girer: “Biz baba, oğul ve kutsal ruha inanıyor ve ibadet ediyoruz; buna mukabil siz ise ‘şeytana inanıyor ve heykellerini’ kutsuyorsunuz.”  (R. Barkai, Cristianos  Musulmanes en la Espana medieval, s. 157) Wolfram von Eschenbach’ın Willehalm’ında “Muhammed (Mahun) Sarazenlerin (Müslümanların) tapınmak dışında savaşlara da beraberlerinde götürdükleri bir put olarak tasvir edilir. Savaştaki yenilgiden sonra güya put yere atılır ve köpek ve domuzlar üstüne çullanır.” (İngiliz ve Alman oryantalistlerin Hz. Muhammed tasavvuru, s. 70) “Avrupa’da Müslümanların, Hz Muhammed’e  ‘Mahomerien’ adını verdikleri ibadethanelerde büyük bir huşu içinde secde ettiklerine inanılırdı. ‘Maometis’ Müslümanların taptığı üç puttan biri idi.” (Prof A. Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 212)  “Halk arasında piskopos Aziz Galien’in, Hıristiyanların ‘putperestlere’ karşı kazandığı zaferde payı olduğu söylenmektedir.” (Jack goody, Avrupa’da İslam damgası, s. 43) “İngiliz tarihçi, siyasetçi ve Şair Thomas Macaulay: Kesin inancım odur ki, eğer eğitim planlarımız uygulanırsa Hindistan’da 30 yıl içinde saygın sınıflar arasında tek bir puta tapan kalmayacaktır.”  (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 113) demektedir. Kısaca, “Haçlıların cahilce taassupları Avrupa’nın her tarafına dal budak salmış, aynı taassup memleketlerini ‘putperestlerin’ boyunduruğundan kurtarmak için Endülüs Hıristiyanlarını harbe teşvik etmiştir.” (Muhammed Esed, Yolların ayrılış noktasında İslam, s. 66)  “Haçlı seferlerine katılan bir Haçlı askerinin şu ifadesi çarpıcıdır: “Türkler ve putperestleri kutsal topraklardan sürdük ama Rum, Yunan, Ermeni,  Süryani ve Yahudi sapıklardan kurtulamadık.” (Doç.  İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 77) “Thedor bar Konai, Müslümanları putperest, Hz Muhammed’i de Müslümanların putu olarak nitelendirir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 242) “Papaz Conrad’ın yazdığı şiirde, Müslümanların puta taptıklarını ileri sürer.” (Hıdır,  s. 244) Nikiu patriği John, Hıristiyan gözle yaptığı yorumda, ‘Mısırlılar, tanrının düşmanı Müslümanların dinine girmekle, o amansız Muhammed’in kötü inancını kabul ediyorlardı. Böylece onlar putperestlerin sapıklığının paylaşıyorlardı.’ (Chronique de Jean, Eveque de Nikiu, s. 585) demektedir. Hâlbuki Sale, Miladi 6. yüzyıl Hıristiyanlığı hakkında şöyle der: ‘Hıristiyanlar, papazlara ve Hıristiyan azizlerin resimlerine ibadette çok aşırı gitmişlerdi. Bunda en çok da, Katolikler ilerideydi.’ (Sale’s Translation, s. 62) İslamdan etkilenen “Roma İmparatorluğu 3. Louis, Miladi 726 yılında resim ve heykellere takdisi yasaklar. 730 yılında çıkardığı ikinci emirle, bunu putperestlik olarak ilan eder. Endülüs’te doğup büyüyen Torin papazı Claudius, kendi devrindeki kiliselerdeki haç ve resimleri yakmıştır. İslam, Hıristiyanlıktan tamamen ayrılmaktadır. Çünkü İslam putperestliğin köklerini tamamen kazanmıştır.” (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s. 172, 223)

La chanson de Roland, Roman de Mahon gibi eserler Müslümanların Jüpiter, şeytan ve Apollon ile beraber bir de Mahon adlı puta taptığını iddia eder. Les chanson da Geste ise, Müslümanların Muhammed’in putuna taptığını ileri sürmüştür. Papa XI. Pie’de Müslümanlarla müşrikler arasında bir fark gözetmezdi. “Hıristiyan entelektüellerine göre Muhammed, mesih karşıtı bir heretiklik, halk nazarında ise İslam, paganist (çok tanrılı yerel din) bir inanç olduğu  genel kanaat idi.” (Batı İslam Arkeolojisinin Algısı, Prof. Dr. Fuat Aydın, s. 43) “Allah’ın birliğinin birçok anlamı olduğunu ve bunların her birinin kendi içinde sıkıntıları bulunduğunu söyleyen Hristiyan Kindi, Hıristiyanlıkta ise tek tanrı olduğunu, sadece zatıyla kaim olan üç uknumdan ibaret olduğunu” göstermeye çalışır: Yani üç parçadan oluşan bir şeye tevhid/bir derken; tek parçayı savunmayı ise, ‘kendi içinde sıkıntılı’ ilan eder. (Fuat Aydın, s. 80) Bir taraftan Müslümanları puta tapmakla suçlayan oryantalistler diğer taraftan da putperestliğin zıttı olan tevhid akidesinden dolayı İslam inanç sistemini eleştirirler: “Fransız oryantalist Renan, ‘İslam’daki tevhid inancı, Müslüman bireyi şaşkınlığa düşürdüğünü’ ileri sürerken Hartford kurumu’nun müdürü Dr. Keric ise; “Hıristiyanlıktaki teslis inancı, insanı tanrıya yaklaştırır. Tevhid akidesi ise, insan ile Tanrı arasına mesafe koyar.” (Muhammed Bakır el-Hakim, Oryantalistler ve Kur’an hakkındaki şüpheleri, s. 16, 19) diyerek oryantalist bağnazlığın nerelere varabileceğini gösterir. Aynı şekilde Papa 16. Benedikt’te : ” İslam’da ise ‘Tanrı kavramının çok soyut olduğunu’ ve bu nedenle Hristiyanlıktaki gibi akla dayalı bir bağın İslam’da olmadığını söyledi.” (Habertürk, 14.09.2006) Kısaca, “Oryantalistler, Allah’tan başka ilah olmadığını söyleyen birisinin kendisini (Hz Muhammed) bizzat ilah ilan etmiştir. Hıristiyanlıkta İsa’nın kendisi tanrının vahyidir. İslam’da ise vahiy, Hz peygamberin hayatı değil, Kur’an’ı Kerim’dir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 82, 128) Çünkü “İslam, insanı yüceltir ama putlaştırmaz.” (Nietzsche, Deccal sahte İsa, s. 25) “Muhammed Arapları putperestlikten vazgeçirebilmiştir.” (Norman Daniel, Islam and West, s. 42) Oryantalistlere cevabı yine bir oryantaliste bırakalım: “Allah’ın bir olduğunu öğretmek, Allah’ın peygamberinin yapacağı bir iş olduğu ortadadır. Hz Muhammed bunu o kadar sağlam bir şekilde kurmuştur, putperestliği o kadar kesin şekilde ortadan kaldırmıştır ki putperestlik bir daha ortaya çıkamamıştır. Halbuki putperestli Hıristiyan kavimleri arasında yeniden ortaya çıkmış putları olmayanlar dinsiz sayılacak kadar da ileri gidilmiştir. Bizans imparatoriçesi İrin, 787’de İznik konferansını toplattırarak putlara ve heykellere tapmayı yeniden uyandırmıştır.” (Lord John Davenport, Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim, s. 91)  Charles Forster ise ‘Le Mahomerisme Devoile’  adlı eserinde “Muhammed geldiğinde Hıristiyanlar putları tazim ederdi ve bu nedenle bozulmuştu. Muhammed putları kırmakla Hıristiyanlığı bozulmaktan kurtardı.” demektedir.  İlk Arapça kürsüsü 1539’da Paris’te Guillaume Postel için kurulur. Postel İslam’a iki nedenle olumlu bakar, bunlardan ilki, İslam’ın  putperestliğe karşı zafer kazandığı içindir. (Thierry Hentsch,  Hayali doğu, s. 101) Aslında “Putlara tapma köleliğinden kurtulamamış Hıristiyanlık borazanları, kendileri gibi puta tapan bir topluluk aramakta, bulamayınca da kural tanımadan Kur’an’a saldırmaktadırlar.” (Doç. Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş 2, s. 32) Amerikalı tarihçi Washington Irwing, ‘Muhammed’in hayatı’ adlı eserinde şunları yazar: “O, sağlam görüşlü ve namuslu birimiydi? Evet, O güvenilir biriydi. Ama İslam’a çağırmaya başlayınca düşmanlığı üzerine çekti; çünkü ‘putlara karşı çıkması’ Kureyşin Kâbe üzerinden  sağladığı kazanca son veriyordu.” (Afif  A. Tabbare, Ruhu’d-dini  İslam, s. 456) “Goldziher: İslam, şirk unsurlarını hoş görmeyen tek dindir.” (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 330) itirafında bulunurken Bernardo Levis: “Peygamber hayatında büyük işler yapmıştı. Arabistan’ın putperest kavmine yeni bir din getirmişti.” (Meriç, s. 399) demektedir. G. Sale, Hz Muhammed’in hedefini putperestliği yok etmek, bozulan Yahudi ve Hıristiyanlığı aslî haline döndürmek ve bir Allah’a tapınmak olarak ifade etmiş ve Prideux’un İslam peygamberinin putperest bir kavme yeni bir putperestliği kabul ettirdiği şeklindeki tezi reddetmiştir. (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 81) “George Sale, Muhammed’in Arapları putperestlikten çıkarıp tek Allah’a inanmalarını sağladığını söyler.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 34) Kwangtung tarih yazıcıları (618-907 arası bir tarihli kayıtta), “Medine krallarının mabetlerinde ne heykel, ne put, ne de resimler vardır.” diye kayıt düşmüşlerdi. (Thiersant, Le Mahometisme en Chine, I/19) “Putperestliği bırakıp Müslümanlığa döndürülen insanların sayısı, samimi misyonerlerin iştiyaklı çabalarına rağmen, Hıristiyanlığa döndürülenlerden daha fazladır.” (Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 452) “Şeyh Abdullah, Kedah’a gelince, Racayı ziyaret ederek, “Demek ki Allah’ı duymamışsınız?” Raca:” O zaman, bize bu yeni dini öğretip aydınlatmanızı rica ediyorum.” Raca onun anlattıklarından ikna olunca saraydaki tüm putları hepsini parçalayıp yaktırmıştı” (Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 479)  “İslam, Malay Takım Adalarındaki puta tapıcılığı hızla çıkarıp atmıştır.” (Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi,  s. 520)

Tarihteki en büyük İslam düşmanlarından biri olan Peter the Venerable, peygamberin Arapları puta tapmaktan kurtardığını kabul eder. (J. Kritzeck, Peter the Venerable and Islam, s. 132) “Yakın zamana kadar İslam, Avrupalıların hayal dünyasında putperest bir din olarak algılanmıştır. Bu “bilinçli bir cehalet” örneğidir. Bu yargı günümüzde de devam etmektedir.” (Prof. Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 30, 36) A. Comte, İslam’daki  tek tanrı inancını överek, Hz. peygamberin Batıya yeni bir çözüm önerdiğini ifade etmiştir. (Hıdır, s.105)  M. Rodinson bu iddiaları reddeder ve “Anlatılan ‘efsanelere göre’ Muhammed, bedevilerin baş tanrısıydı.” der. (Hıdır, s. 243) M. Luigi Massano da bu bu konuda şunları yazar: “Türklerin (Herkesin sandığının aksine) Muhammed’e değil Allah’a taptıklarını, Muhammed’i bir peygamber olarak kabul ettiklerini söylemek yerinde olur.” (Ö. Kumrular, Türk korkusu, s. 116) A. Toynbee, ‘Civilisation on Trial’ (s. 76) adlı eserinde şöyle der:” Hıristiyan kilisesinin Yunan çoktanrıcılığı ve putçuluğu gibi utanç verici bir konumunun aksine İslam, İbrahim’in saflığına tabi olmuştur.” (Toynbee, Civilisation on Trial, s. 76) Zaten “Kur’an’ın getirdiği bütün deliler, Allah’tan başka ilahın bulunmadığı ile ilgilidir” (H.A.R. Gibb, Muhammedanism, s. 38) “Tek Allah’a ibadet etmek, yerini en kötü bir putperestlik almıştı. Eski putperestliğin ilahlar grubu yerine azizler ve meleklerden olan bir kalabalıktan kurulu yeni bir Olimp ortaya konmuştu. Muhammed Allah’ın birliğine davetle yetinmeyerek putperestliği de yok edeceğini söylemiştir. Hayatı işkence ve hakaretler içinde geçmiştir. Kur’an birlik inancının en şerefli anıtıdır. Müslümanlık insanları azizlere, resimlere tapmaktan, manastırlarda yalnız yaşayıp nefsi kırmaktan alıkoyar. Böyle bir dinin putperestlik, Zerdüştlük ve sabiliği yok etmesine şaşmamak gerekir. Hz Muhammed Allah’ın bir olduğu inancını o kadar sağlam bir şekilde topluma yerleştirmiş, putperestliği o kadar kesin şekilde ortadan kaldırmıştır ki putperestlik bir daha ortaya çıkamamıştır. Hâlbuki putperestli Hıristiyan kavimleri arasında yeniden ortaya çıkmış putları olmayanlar dinsiz sayılacak kadar da ileri gidilmiştir.” (Lord John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur’an’ı Kerim; Hazreti Muhammed (sav)’den Özür Diliyorum, s. 3, 13, 45, 50, 91)

“Onlar, Allah’ı bırakıp, kendilerine dişi isimler verdikleri putlara taparlar. Böyle yapmakla aslında başkasına değil, ancak hayırsız ve azgın şeytana tapmış olurlar.” (Nisa, 117); “Aslında bu putlar, sizin ve atalarınızın uydurduğu bir takım kuru isimlerden, gerçekliği olmayan boş lafızlardan ibarettir.” (Necm, 23); “Allah’tan başka ilâh yerine koyup taptığınız putlar, bütün imkânlarını toplayıp bir araya gelseler de, tek bir sinek bile yaratamazlar. Hatta sinek onlardan bir şey kapıp götürse, onu dahi kurtarıp geri alamazlar. İsteyen de âciz, kendisinden bir şey istenilen de!” (Hac, 73)

Camideki  (!) putlar!

camidekiputlar-1

katolik-heykel-tapinma-1

“787’de yapılan ikinci İznik konsilinde ikonlara tapmanın günah olmadığı kararı verildi.” (Osman Nuri Topbaş, Aklın cinneti Deizm, s. 62)

isa-secde-kat-1

             Resme çiçekler  – Nedense bu sahne bana Budizmi hatırlatır!-

 Hindu evinde put ! 

 Ateşli-Dua-Polonya-1981-800x551

Hıristiyanların Hz Meryem’i tanrı seviyesine çıkarmaları konusu “Oryantalistlerin sorularına cevaplar’ bölümünde ele alınmıştır.

Hıristiyanlar içinde de Hz İsa’nın çarmıha gerilmediğini kabul eden mezhepler vardır. Cerinthi ve Tatianos mezhepleri gibi. İlk Hıristiyanlardan Cerinthian’lar ve daha sonra Basilidian’lar Hz İsa’nın dirilişini kabul etmezler. Çarpoçratian’lar ise çarmıha gerildiğini reddederler. “Katharlar, 11. yüzyılda ortaya çıkmışlar ve Katolik kilisesine karşı gelmişlerdir. Üçlü tanrı inancını reddetmiş ve çarmıh olayını kabul etmemişlerdir. Pek çok mensubu engizisyon mahkemeleri sonucu öldürülmüştür.” (Prof. Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 187) Sorbonne Üniversitesi Dinler tarihi bölümü Hıristiyanlık tarihi profesörü Ch. Guignebert, ‘Haça gerilme olayının İncillerde yazılmasından önce, müminlerin hatıralarında pek belirgin olmadığını ifade’ eder. (Charles Guignebert, Le Chiristianisme antique, s. 29)

İtiraflar

Kıbrıs’taki Chrysoroyiatissa manastırına gelen Kıbrıslı Rumlar, önce girişin yanında bulunan ana ikonun önünde başını eğerek ona kutsal bir öpücük kondurur, daha sonra aynı şeyi diğer ikonlar içinde yapar. Burada olup biten şey, sadece figüratif temsilleri benimsemekten ibaret olmayıp bunun yanında bu ikonlara sanki onlar birer suret ya da heykel değil de canlı birer varlık yahut resimdekilerin kendisiymiş gibi ibadet edilmekte ve saygı gösterilmektedir. (Jack Goody, Avrupa’da İslam damgası, s. 150) 

Güneş sistemi hakkındaki görüşleri nedeni ile Bruno;  ‘Resime tapınma yok’ dediği için Rahip Huss diri diri yakılırlar!  Demek ki tapınma var!

Teslisi reddettiği ve ‘İsa tanrı değil’ dediği için M. Servet yakılarak öldürülür! 

“16. Yüzyılın başlarında bir tabip ve teolog olan İspanya asıllı Michael Servitus, tanrının tek olduğunu, İsa’nın da peygamber olmakla birlikte bir insan olduğunu söylediği için, canice ve aleme ibret olacak şekilde öldürülmüştür. Tek tanrı inancını haykırmak bir bakıma paganizme meydan okumak anlamına gelmekteydi. Bu tutum ya da tahammülsüzlük, bugün Batı’nın neden İslam dinine tahammül edemediğinin de ipuçlarını vermektedir. Hıristiyanlıkta tam ve mükemmel tanım, bir kitapta değil de, bir insanda gerçekleşir. Putperestlik, insanı vahiy olarak algılama biçimine bürünmüştür. İnsanın kurtuluşu insan-tanrı sayesinde olmuştur. Pavlus kendi tanrısallığını İsa üzerinden ilan etmekteydi. Nietzsche, bu dinin tanrısının ölümünü ilan etmektedir.” (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 213-215) “Kuruluşundan beri Hıristiyanlık neden akıl ile kavgalıdır? Rönesans, reform kime karşı yapılmıştır? Kilise neden engizisyon mahkemeleri ile Bruno, J. D’arc, L. Vanini gibi nice fikir adamlarını diri diri yakmış, Kepler’e zulmetmiş, Galilei’yi ‘dünya dönüyor’ dediği için hapse atmıştır?”  (A.Weber, Felsefe tarihi, s.181-192) Ayrıca “günahları bağışlama yetkisi ve bu bağışlamayı vergiye bağlamak ne kadar aklidir? Haçlı Seferleri, Dinden Aforoz etme uygulamaları zorlama değil midir?” (M. Emin Parlaktürk, Vakit,16.09.2006) “Amerika’nın keşfi sırasında İspanyol işgalcilerin yaptığı katliamlar, 1492’de Amerika’ya ayak bastıktan 22 yıl sonra, 8 milyonluk Kızılderili nüfusunu 8 bine indirenler, milyonlarca Meksikalıyı katleden, Avustralya’da 750 bin Aborjinin soyunu kurutan, 40 bin Hindu çıkrık ustasının ellerini kesen, pirinç ekmesinler diye Bengal bölgesindeki 50 bin çiftçinin parmaklarını doğrayan İngiltere; 1.5 milyon Cezayirliyi katleden Fransa; dünya savaşlarına neden olan Almanya; Irak, Afganistan’ı işgal eden ABD; Filistinlilere soykırım yapan İsrail; Bosna’da yapılan katliam ve tecavüzleri gerçekleştirenler…  Müslüman mı idiler?” (Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş II, s.193)

“1232 yılında Papa Gregory IX, heretiklerin yakılmalarını öngören bir papalık bildirgesi yayınlanmıştır.  Aziz Augustine, Matta İncil’inde geçen bir benzetmeden hareket ile heretiklerin yakılmasına izin vermiştir.” (Şiddet karşısında İslam, Komisyon, DİB, s. 67, 69)

“Roma Katolik Kilisesi’nin savunduğu öğretiyi korumak için” (tr.wikipedia.org/wiki/Engizisyon) kurulan engizisyon işkencesine iki örnek: Metalden yapılmış olan bu boğanın karnındaki kapağa suçlu canlı olarak konur ve ardından kapak kapatılır. Boğa ateşe tutulurken içinde kavrulan mahkum bağırmaya başlar. Bu da boğanın böğürme gibi ses çıkarmasını sağlar. Sesin şiddetine göre kişinin suçunun ne kadar olduğu anlaşılır. Şayet kişi hiç bağırmadan can verdiyse, ailesine mahkumun ‘iyi bir Hıristiyan’ olduğu söylenir. Boğarak öldürülme de ise, mahkûmun elleri ve ayakları bağlanır, ayaklarına bağlanan bir ağırlıkla birlikte suya atılırdı. Şayet kişi kurtulabilirse (!) cadı olduğu onaylanmış olurdu, zira sıkıca bağlanmış bir düğümden kimse kurtulamazdı. Şayet ölürse, mahkumun ‘halâ iyi bir Hıristiyan’ olduğu için ailesine teşekkür edilir!

Aslında her şey ortadadır: “Katolik kilisesi açık bir şekilde Mesih‘in, Meryem‘in ve azizlerin tasvir ve heykellerine tapınıp onları şereflendirmek gerektiğini öğretir.” (Catéchisme de l‘Eglise Catholique, s. 308-309, 536-537) “Katolik kilisesi öncülerinden biri olan Akinalı Tomas açık bir şekilde ‘Mesih‘e tapındığımız gibi O‘nun haçına da aynı şekilde tapınırız‘ der ve ‘Haça da dua yöneltilme‘ sinden söz eder.” (Somme Théologique, III/253-270)  Hatta bazı kiliselerde direkt olarak haça yöneltilmiş dualar vardır. ‘Ey Mesih‘in kanlı haçı’ gibi! “Halk adeta bir alay şehide, azize, meleklere tapan müşrikler gibiydi.” (Canon Taylor, Kiliseler Kongresi tebliği, Wolverhampton, 7.10.1887) Protestanlar heykel konusunda daha hassastırlar! “Protestanlığın Kalvinist ve Presbiteryen mezheplerinin kiliselerinde neden resim heykel bulunmaz?” (Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 220) “Protestanların din değiştirmede Katoliklerden daha temayüllü olmaları ” (M. F. Gmelin,Christensclaverei und Renegatenthum unter den Vokern des Islam, s. 21) bu putperestliğe olan uzak durmaları neden olabilir mi?  “Bosna’lı Bogomillere karşı Papalık, birkaç kez haçlı seferi yapılması yönünde telkinde bulunmuştu. Bogomiller, bakire Meryem’e tapınmaya hiçbir şekilde kabul etmiyorlar ve dini tasvirlerin önünde eğilmenin şirk olduğunu düşünüyorlardı.” (Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 264) Bilindiği gibi Bosnalılar daha sonra Müslüman olmuşlardır!

dinimielestireniseviler-1

Hangi İsa?

gercekisa-2

Hangi Meryem?

Katliamlar

1994’te Ruanda’da Hutu’lilere destek veren Katolik kilisesi  3 ayda 1.000.0000 Tutsi’nin katliama uğramasına neden olur, katliam devam ederken Kilise’ye bağlı George Ruggi Georgesruggio adlı radyo yayıncısı: “Tutsi topluluğu yaratıcıya karşıdır. İsa/ Yaratıcı onları ebediyen mahkum etti. Onları İsa adına cezalandırın. İsa’nın ve halkın şimşeklerini onların kafalarına yağdırın.” diye yayın yapar.

“Bir ana doğurmuş; yıllarca emek verilerek büyütülmüş. Suçu yok, ama elleri arkadan bağlı. Ne yapacağınızı beklerken nefes alıp verdikçe omuzları kalkıp iniyor. Elinizdeki tüfeğin namlusu ensesine dayalı. “Hadi” denince tetiği çekebilir misiniz? Çektiler. Sekiz binden fazla delikanlının nefesi öyle kesildi. Emir kulu askerler arasında duraksayanlar oldu. Onların tereddütlerini kimler giderdi, biliyor musunuz? Papazlar. Vaazlarında dinlerinin “Düşmanını bile sev” mesajını pazarlayan kara cüppeliler Sırp Ortodoks Kilisesi’nin talimatıyla dağ yamaçlarında askerlere bağırdılar: “Çekinmeyin, vurun! Günahınızı peşin peşin bağışlıyoruz!” Ratko’nun kızının niçin intihar ettiği de biliniyor. Babasının sicili öyle iğrenç ki, onun hakkındaki savcılık iddianamesini okuyunca bu dünyanın yaşanacak yer olmadığına karar vermiş.” (Refik Erduran, Sabah, 30 Mayıs 2011) “Ratko Mladiç’in kızı Ana Mladiç, 23 yaşındayken 25 Mart 1994 tarihinde intihar etti. Belgrad’ın “Kurir” gazetesinin intihardan birkaç gün sonra verdiği haberde, Ana’nın babasının Bosna’da karıştığı katliamları anlayınca depresyona girip intihar ettiği belirtildi.” (Vatan, 26.05.2011)

Haçlı seferlerinde 1096 – 1291 yılları arasında yazar Hans Wollschäger´e göre 22 milyon insan hayatını kaybetmiştir. 1099 yılında Kudüs´ün feth edilmesiyle 70 bin Müslüman ve Yahudi katledilir.  İnnozenz 4. haçlı seferini başlatmış, 1202´de Zara´yı ve 1204´de Konstantinopel´i (İstanbul) yağmalatmış ve kendi mezhebleri arasındaki ayrılıkları körüklemiştir. İspanyollar 1391 yılında 50 bin Yahudiyi öldürmüş ve 1492 yılında ise 50 bin Yahudinin zorla dinleri değiştirilmiş, geriye kalan 100 bin ile 200 bin arasında Yahudi göçe zorlanmıştır.Ve yine 1615 yılında İspanyollar zulüm ve baskılarına rağmen dinlerinde kalan sayıları 300 bin ile 3 milyon arasında tahmin edilen Müslümanları göçe zorlayarak köklerini İspanya´dan kazımıştır. Amerika´nin keşfinin ilk 50 yılında katolik ispanyollar 1 milyon yerlinin katliam, kölelik ve enfeksiyonel hastalıklardan dolayı ölümüne sebeb olmuştur. Ve daha sonra ki 150 yıl içinde 100 milyon insan yani yerli halkın 90% haritadan silinmiştir. Yerlilerin ellerini ve burunlarını kesip köpeklere yem etmişler: Kurbanlarını 13’lü guruplar halinde asmalarının sebebi: 12 Havari + 1 Hz. Isa formülüdür.

Paris 1572. “Bartholomäus-Gecesi” 3000-5000 arası kişi öldürülmüştür. Fransa´nın ulusu Martin von Tours´un 20 bin kölesi olduğu bildirilmektedir. Amerika´nın keşfinden 19. yüzyıla kadar 13 milyon afrikalı köleleştirilip Amerika´ya götürülmüştür. Engizisyon katliamlarının başlamasına 1488 yılında papalığın onayıyla yazılan “Der Hexenhammer” isimli kitab sebeb olmuştur. 18. Yüzyılın sonuna kadar çoğunluğu kadın ve içinde çocukların da bulunduğu 40 bin ile 100 bin arasında insan yakılarak ve çeşitli metotlarla katledilmiştir. 1941-1943 yılları arasında katolik Hırvatistan´da 750 bin Sırp katledilmiştir.

Papa XII. Pius, Hitler’i ve Mussolini’yi desteklemiştir. “1930’larda Katolik piskoposlar, Franco’nun ordularını kutlamıştı. Papa XII. Pius, Hitler’i ve Mussolini’yi destekledi. (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 68) Papa, milyonlarca insanın Nazi ölüm kamplarında yok edilmesi karşısında sessiz kalmıştır. Resmi olarak Vatikan’ın İkinci Dünya Savaşında tarafsız kaldığı varsayılsa da, gerçekte Nazi yanlılığı açıkça belgelenmiştir. G. Lewy şöyle yazıyor: “Hitler egemenliğinin başından sonuna kadar, piskoposlar, inananlara, Hitler hükümetini itaat edilmesi gereken meşru bir otorite olarak kabul etmeyi öğütlemekten asla bıkmadılar. 8 Kasım 1939’da, Münih’te Hitler’e düzenlenen başarısız suikasttan sonra, Kardinal Bertram Alman piskoposluğu adına ve Kardinal Faulhaber Bavyera piskoposları adına Hitler’e kutlama telgrafları göndermişlerdi. Almanya’daki tüm Katolik basın, Reichspresskammer’den gelen talimat doğrultusunda, bunun Führer’i koruyan mucizevi bir ilahi takdir olduğundan bahsediyordu.” (G. Lewy, The Catholic Church and Nazi Germany, NY, 1965, s.310-11) “Alman dokümanları iki önemli noktada birbirini etkileyici bir şekilde tutmaktadır”, diyor Saul Freidhandler ve ekliyor, “Birincisi, görünüşe göre Bağımsız Papalık, Nazi rejiminin niteliği nedeniyle azalmış görünmeyen ve 1944’e kadar da yalanlanmamış bir biçimde Almanya’dan yana bir tercih yaptı; ikincisi, XII. Pius hiçbir şeyden korkmadığı kadar Avrupa’nın Bolşevikleşmesinden korkuyordu ve göründüğü kadarıyla, sonunda Batılı Müttefiklerle uzlaşsaydı Hitler Almanya’sının Sovyetler Birliği’nin Batıya doğru ilerlemesinin önünde başlıca duvar olacağını umuyordu.” (Saul Friedhandler, Pius XII and the Third Reich, A Documentation, NY, 1958, s. 236)

Norveç’te ari ırk teorisi, Kilise Bakanlığının gayretleriyle ülkede uygulanmıştır. (Sefa M. Yürükel, Batı tarihinde insanlık suçları, s. 65) 15 yaşındaki kızlar bile zorla kısırlaştırılmıştır. Papaz Carlsen, “Bu kısırlaştırmadan tanrının çok memnun kaldığını, kendisini de çok rahat hissettiğini.” ifade eder. Benzer uygulama, Norveç Devlet Kilisesi tarafından da uygulanır. Hatta çocuklara sadistçe cinsel tacize varan sapıklıklar yapılır. (Yürükel, s. 66-67) 

“Haçlı seferlerinde askerleri denizaşırı görevlere teşvik edenler hep, papalık ve dini kurumlar olmuştur.” (Jack goody, Avrupa’da İslam damgası, s. 35) 

Dünyayı zamanının iki emperyalist ülkesi portekiz ve ispanya arasında bölen, tanrının yeryüzündeki iki temsilcisi (!) Papa VI. İskender (Rodrigo Borgia) ve Papa VI. Alexander:

papa-somuru-1

                                                         Sevgi dini, müjde ve siyaset, savaş gerçekleri…!din-savas-1

ortodoks-haclirihu-1

Azeri-Ermeni savası, Ermenistan resmi sitesindeki fotoğraf, tarih: 27.9.2020 

Süryani Ortodoks Piskoposu Kamışlı’da Rus askerleri ile Türkiye’ye karşı çalışırken. (11.5.2020)

kutsalsu-1

  Kutsal su, her şeyi temizler ( Suriye için kutsanan silahlar, Ekim 2015)

Kıbrıs’lı Rumlar papazlara silah eğitimi veriyor 

                                            

Yunanistan’ın Fransa’dan satın aldığı 18 adet Rafale savaş uçağının ilk partisi (6 adet) Yunan topraklarına iniş yaptı. Yunanistan Başbakanı Miçotakis törende Türkiye’yi hedef alırken, Yunan din adamları da savaş uçaklarını kutsal suyla kutsadı. (Yeni Şafak, 20/01/2022)

Sevgi dini kitabı İncil’den ilham ile üretilmiştir!

sevgidini-inceilden-1

ABD’de Florida merkezli ‘Spike’s Tactical’ adlı bir silah üreticisi, üzerinde İncil’den ayet yazılı bir taktik saldırı silahı üretti. AR-15 tipi tüfek, şirket tarafından “Crusader” (Haçlı) diye adlandırıldı. Silahın logosu Haçlı Savaşları süresince Tapınak Şövalyeleri tarafından kullanılan simgelerle beraber haç işareti de barındırıyor. Üzerinde “144. Mezmur: Ellerimle vuruşmayı, parmaklarımla savaşmayı öğreten Rabbe övgüler olsun” yazan tüfek, 1.395 dolar fiyat ve ömür boyu kullanım garantisiyle satışa sunuldu. Üretici firma Spike’ın sözcüsü ve eski bir Deniz Komandosu Ben “Mo

okie” Thomas, mütedeyyin hiçbir Müslümanın söz konusu silahı eline almaya cesaret edemeyeceğini savunarak, “Müslümanlar’ın erişemeyeceği bir silah üretmek istedik” dedi. Thomas, tüfeği pazarlarken “Müslüman teröristler tarafından asla kullanılmayacaktır” sloganı ile satışa çıkardıklarını da söyledi. (Vatan, 05.09.2015)

Yakmaya alışmışlar! Engizisyondan 2023’e; Batı hiç değişmedi, hala vahşi ve zalim!

Sevgi söyleminden şiddet realitesine Hıristiyanlık

Her dinsel gelenek kendi öğretileri doğrultusunda insanı eğitmeye ve yönlendirmeye çalışır. (Şinasi Gündüz, Dinsel Şiddet Sevgi Söyleminden Şiddet Realitesine Hıristiyanlık, s. 19)  Son zamanlarda, medyanın çoğunlukla Müslümanlarla ilişkili şiddet eylemlerinin geri planında yatan yabancı işgaller, sömürü, küresel süper güçlerce desteklenen yerel diktatörler ve cuntaların yol açtığı sorunlar gibi nedenler göz ardı edilmekte, yalnızca İslam inancı ve dinsel kaynakları bağlamında sürdürülen terör ve şiddet tartışmaları yapılmaktadır.  (s. 24) “İsrail’in Filistin’de yerli halk üzerinde 50 yılı aşkın bir süredir uyguladığı terör ve şiddet eylemlerini gerisinde din faktörünü kimse aramamaktadır.” (s. 24) Madalyonun diğer tarafında, ülkeleri işgal edilmiş, işleri, aileleri, gençlikleri ve gelecekleri ipotek altına alınmış gençlerin işgalci güçlere karşı direnebilmek ve onları ülkelerinden kovabilmek amacıyla yaptığı saldırılar bulunmaktadır. Dinsel görünümlü her şiddet eyleminin ardında aslında politik, ekonomik ve benzeri nedenler tespit etmek mümkündür.  (s. 25) Yahudi geleneğinde ‘goyim’ olarak adlandırılan, Yahudi olmayanlara karşı takınılacak şiddet içerikleri ile ilgili şu kaynaklara bakılabilir: Yeşu, 6:21-24; Krallar, 15:16; Sayılar, 31:7-12; Tesniye, 7:16; Yeşu, 8: 24-27; Talmut, Sanhedrin, 59. Her şiddet hareketi kendisini mutlaka bir metne dayandırır. 11 Eylül olayından sonra, Afganistan’a yönelik hareket öncesi eylemlerine meşruiyet zemini sağlamak doğrultusunda oluşturulan bir metinde, demokrasi, insan hakları ve batının sahip olduğu çağdaş değerlerin korunması, savunulması gibi argümanlara yer veriliyordu. ABD başkanı Bush, şer güçleri ile mücadele, iyinin kötüye karşı savaşı, yeni bir Haçlı Seferi gibi dinsel motiflerle konuşmalar yapmıştı.  (s. 27)

Hıristiyanlıkta şiddet: “Yeryüzüne barış getirmeye geldim sanmayın; ben selamet değil, fakat kılıç getirmeye geldim; çünkü ben adamla babasının ve kızla anasının ve gelinle kaynanasının arasına ayrılık koymaya geldim ve adamın düşmanları kendi ev halkı olacaktır. Canını bulan onu zayi edecektir; benim uğruma canını zayi eden onu bulacaktır.” (Matta, 10:34-36, 39); “Gökten bir melek bile size bildirdiğimiz müjdeyi ters düşen bir müjde bildirirse, ona lanet olsun. Lanet olsun ona.” (Galatyalılara mektup, 189); “(Mesih’in ikinci gelişi ile ilgili olarak) onları demir çomakla güdecek ve çömlek kaplar gibi kırıp parçalayacak.” (Vahiy, 2: 27,28); “Bir kimse, düşmanlarının boğazını kesmeli, onları yağmalamalı ve yakmalıdır. Sadece bir ahmak, boğazlamanın ve çalmanın Hıristiyanlığa ve sevgi ilkesine uygun olmadığını ileri sürebilir. Gerçekte sevgi budur.” (Martin Luther, Luther’s Works, Weimer edition, 11,2;19,625)

Sömürge dönemlerinden itibaren askeri siyasal ve ekonomik gücü arkalarına alan sömürgeci Hristiyan uluslar sayesinde, dünyanın hemen her köşesinde yayılma imkanı bulan Hıristiyanlık egemenlerin dini olarak dikkati çekmektedir. (s. 33) Öteden beri Hıristiyanlığın en önemli iddialarından birisi, ‘sevgi’ ilkesine yaptığı vurgu olmuştur. Sinoplu Marcion, eski Ahit tanrısının kötü bir tanrı olduğunu savunmuş, buna karşı bağışlayıcı ve seven tanrıya yani İsa Messis’e inanmayı vurgulamıştır. (s. 34) İsa’ya göre kişi düşmanını, hatta kendisine zulmedenleri bile sevmeli, onlardan nefret etmemelidir. (s. 35) Sevgi ve barış dini sloganı ile tanıtılan Hıristiyanlık, gerçekten de gerek kutsal metinlerinde gerekse tarihinde böyle midir? Ortaçağdan günümüze, şiddeti kışkırtan kiliselerin, Hıristiyan konsillerin ve şiddeti uygulayan Hıristiyanların, Hıristiyanlığın sevgi ve barış dini olduğu söylemi aslında, bu dinin, ötekiler arasında yaygınlaştırılması misyonunda Hıristiyanlarca uygulanan ve Hıristiyanlığın şiddete dayalı gerçeğini perdeleyen bir örtü müdür acaba? (s. 37) Günümüzde Hıristiyan mezhepler, hem toplu intiharlar ve içe dönük şiddet eylemleri, hem de çeşitli bombalama ve terör eylemleri gibi dışa dönük şiddet eylemlerine başvurmaktadırlar. Bunların karakteristik özellikleri, Mesih’in gelişinin an meselesi olduğuna inanmaları ve içinde bulunduğumuz dönemi, Mesihi’in gelişi öncesi kaos, savaş ve şiddet ortamının yaşanacağı dönem olarak görmeleridir. Hatta bu akımlar, Mesih’in gelişimini hızlandırmak amacıyla çeşitli şiddet eylemlerine başvurmayı dindarlık saymaktadırlar. (s. 38) Hıristiyanlık bağlamındaki şiddet hareketleri, Mesihçi tarikatlarla mı sınırlıdır? Geçmişten günümüze Hıristiyanlık tarihi dikkate alındığında, buna evet demek oldukça güçtür. Hıristiyanlık tarihine baktığımızda, ortaçağdan günümüze kadar süregelen bir şiddet tarihine şahitlik ediyoruz. Gerek Hıristiyan olmayan ötekilere karşı, gerekse Hıristiyanlık içerisinde yer almak almakla birlikte, İnanç olarak sapkın diye nitelendirilen gruplara karşı sürdürülen şiddet hareketleri tarihin hafızasına kazılmıştır. Roma İmparatorluğunun, 313 Milan Fermanı ile birlikte Hıristiyanlığı resmi olarak konulan din statüsüne kavuşturulmasını izleyen kısa bir süre içerisinde, heretik/sapın ilan edilen çeşitli gruplara karşı adeta bir sürek avı başlatılmıştır. Örneğin, İmparator Konstantin tarafından atanan piskoposu tanımayan Donatus ve Donatistler birçok katliamı uğramıştır. Kilise, Arius, Makedonius ve Nestoryus örneklerinde olduğu gibi birçok grup ve kişi yaşamlarından olmuştur. Zira, devlet dini haline gelerek siyasallaşan Pavlus’çu Hıristiyan geleneğine karşı inanç ve değerler, siyasal otoriteye karşı yapılanmalar olarak değerlendirilmiştir. (s. 40) 384 yılına ait ünlü Theodosius kuralında, “Biz, tanrılara kurban sunulmasına karar veriyoruz. Kim Böylesi bir suç işlerse, öfke kılıcıyla vurursun.” denilmektedir. (Code  of Theodosius, XVI 1, 2, V 1, X  4 ( J. Wheless, Forgeryin Christianity, s. 243) Kilise kurumunun ilk dönemlerde, gerekse ilerleyen dönemlerde kendi öğretilerini benimsemeyenlere karşı uygun gördüğü, cemaatten dışlama, faroz ve işkence ile öldürülmeye kadar uzanan uygulamaları genelde konserler, daha sonraki dönemlerde ise engizisyon mahkemeleri tarafından onaylanmıştır. Kilise, iktidarda söz sahibi olmaya başlamasına paralel olarak Hıristiyanlık dışı akımlara ve bağımlılarına karşıda şiddetli tavırlar almıştır. (s. 41) 5. yüzyılda Batı Roma’nın yıkılması sonrası Latin Kilisesi, Hıristiyanlık dışı dinsel geleneklere savaş açmıştır, asimile etmiş, cadılıkla suçlamış, ölüm cezalarına çarptırılmıştır. Özellikle 15. yüzyıl, cadılıkla suçlananlara karşı şiddetli bir cezalandırma dönemi olmuştur. Hıristiyanlık dışı diğer dinsel akımlara karşı da şiddet politikası sürdürülmüştür. Müslümanlara karşı sık sık Haçlı Seferleri’nin düzenlenmesi çağrısı yapılmış, bu savaşa katılanlar kilise tarafından takdis edilmiş, ayrıca  kilise, Müslümanların şeytan olduklarını savunmuştur. (s. 42) Haçlı seferlerinde Müslümanlarla birlikte Yahudilerde zaman zaman cezalandırılmıştır. Yahudilere karşı Hıristiyan tepkisi 13. yüzyılda İngiltere’den, 15. yüzyıl sonlarında İspanya’dan, daha sonra da Portekiz’den kovmaları ile sonuçlanmıştır. Bazen de, Haçlı Seferleri’nin muhatapları Bogomiller ve benzeri düalist Hıristiyan akımları, ayrıca Ortodokslar ve diğer Doğu kiliseleri olmuştur. (s. 43) Katolisizmin bu şiddet tavrına karşı oluşan reform hareketi temsilcilerinin de şiddeti savunmaları dikkat çekicidir. Luther, Papa’yı Deccal olarak niteler. Luther, Hıristiyan karşıtlarından İntikam almayı öğütlemiş, ‘Mesih karşıtlığının gövdesi’ olarak nitelendirdiği Müslümanlarla ilgili olarak, ‘ biz onları din adamlarıyla birlikte kılıçtan geçirmedikçe ve onları ölüme atmadıkça, onlara karşı galip gelemeyiz.’ demiştir. (s. 44) Luther aslında şiddete değil, kilisenin egemenliğine karşıdır. Luther’in Hıristiyanlıkta savaşa ve şiddete yer olmadığı gibi bir fikrim yoktur.  Şu çarpıcı sözler Luther’e aittir: “Bir kimse, kendi düşmanlarını boğazını kesmeli, onları yağmalamalı ve yakmalıdır. Sadece bir ahmak, boğazlamanın ve çalmanın Hıristiyanlığa ve sevgi ilkesine uygun olmadığını ileri sürebilir.” (P.F. Wiener, M. Luther; Hitler’s Spritual Ancestor, naklen, tentmaker.org/books/MartinLuther-HitlersSpiritualAncestor.html) Ayrıca Luther, köylüler isyanı sırasında halka karşı prenslerin yanında yer almış ve halkın katledilmesinin dinen meşru olduğunu savunmuştur. (s. 45, 71) O, “Köylüyü öldürmek, vahşi bir köpeği öldürmek gibidir.” demektedir. Yahudilere karşı şiddeti teşvik etmiş, sinagoglarının yakılıp yıkılması yönünde vaazlar vermiştir.

Hıristiyanların şiddet ve baskı anlayışları sömürü ve emperyalist dönemlerde de devam etmiştir. Batılı Hıristiyan uluslar, sömürge bölgelerinde yerel inanç ve değerlere karşı hızlı bir asimilasyon süreci başlatmışlar ve neticede kısa zamanda, Amerika ve Amerika ile başta Avustralya ve Yeni Zelanda olmak üzere Okyanusyanın önemli kesimi ve Afrika ile Asya’nın kimi bölgeleri Hıristiyanlaştırılmıştır. (s. 46) Kiliseler, sömürgeci güçlerle işbirliği içinde olmuştur. Misyonerler, sömürgenin sürmesi konusunda adeta bir öncü kuvveti gibi çalışmışlardır. 15. yüzyılın sonlarında Endülüs’ün yıkılmasıyla kilise, Müslüman ve Yahudilere zoraki Hıristiyanlaştırma sürecini yürütmüştür. Günümüzden laisizmi benimsemiş birçok batı ülkesinde Hıristiyanlık hala belirleyici bir kimlik, bir alt yapıdır. (s. 47) Günümüzde dünyanın hemen her bölgesinde çeşitli Hıristiyan mezhepleri ve grupları ile irtibatı şiddet hareketleri devam etmektedir. Örneğin Kuzey İrlanda’daki çatışma aslında bir din savaşıdır. Yakın geçmişimizde derin izler bırakan katliamların sorunlarının da Hıristiyan geleneğine sahip olduğu bilinmektedir. Örneğin Libya, Cezayir, Sudan ve Anadolu vd. İtalyan, Fransız, İngilizler tarafından işgal edilmiş ve katliamlar yapılmıştır. Amerika’nın yaptığı uygulamalar, işgaller, darbeler, attığı atom bombaları… Son olarak iki büyük Dünya Savaşı’nın temel oyuncularının da Hıristiyan uluslar olduğunu ve kilisenin şu veya bu tarafa tanrı adına destek verdiğini ve kutsadığını da hatırda tutmak gerekir. 18 Kasım 1978’de rahip Jim Jones liderliğindeki Halk Tapınağı Kilisesi bağlıları toplu intihar etmiştir. (s. 49) 19 Nisan 1993’te Teksas’ta, Waco yakınlarında Mesih olduğunu ileri süren David Koresh ve taraftarları FBI ajanları ile girdikleri çatışmada topluca öldürülmüştür. (s. 51) 19 Nisan 1995 Sabahı patlayıcı yüklü bir aracın patlaması ile Oklahaoma şehri federal binası bir kan gölüne dönmüştür. Medya faillerin kim olduğundan emindir, Ortadoğu ile irtibatlı radikal Müslümanlar! Ancak, olayın sorumlusu Timothy McVeigh adlı dindar bir Hıristiyan’dır. ( s 52) 1994’te İsviçre ve Kanada’da toplu intiharlar ve katliamlarla gündeme gelen Güneş Tapınağı Tarikatı ile, 1997’de San Diego da toplu bir intihar eylemi gerçekleştiren Cennetin Kapısı Hareketi’de bu listeye eklenebilir. Pavlus, mektuplarında Mesih’in ikinci gelişinin an meselesi olduğunu düşünmekte ve cemaatini buna hazır olmak konusunda uyarmaktadır. Hatta o, bunun kendi yaşamları esnasında gerçekleşeceğini düşürmektedir. ( s. 53) Mesih, gökten melekler ile birlikte görkemli bir şekilde gelecek, ulusları birbirlerinden ayıracaktır ve solundakilere, ‘ Ey lanetliler, iblis ile onun melekleri için hazırlanmış sonsuz ateşe yollanın.’ diyecektir. (Matta, 24, 25; Markus, 13; Luka, 21)

Hıristiyanlar üzerinde yapılan bir anket sonuçları ilginçtir. ABD Hıristiyanlarının yaklaşık yüzde otuzu, dünyanın Armagedon Savaşı ile son bulacağına inanmakta, bunların önemli bir bölümü bunun, kendi yaşamları esnasında gerçekleşeceğini düşünmektedir. Hatta böyle düşünenler arasındaki arasında kimi ABD başkanlarının da bulunması oldukça önemlidir! Mesihçi Hıristiyanlar, yaklaşmakta olduğuna inandıkları bu şiddet olaylarına hazırlıklı olmak ve layıkıyla Mesih’in yanında yer alabilmek amacıyla, maddi ve manevi hazırlık yapmaktadırlar. Bazı Hıristiyan grupları, Mesih döneminin gelişimini hızlandırmak amacıyla bir takım şiddet hareketlerini girişmeyi ve kutsal metinlerde Mesih öncesi dönemde olacağı söylenen şiddet olaylarının gerçekleşmesini sağlamaya yönelik bazı girişimlerde bulunmayı gerekli görmeleri, bunlara başvurmaları önemlidir. (s. 56) Şiddet, sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve dinsel birçok nedenden kaynaklanabilir. Amerika ve Okyanusya’ya ayak basan Hıristiyanlar, bu bölgenin Hıristiyanlaştırmasını, ayrıca yerli dinlerin ve kültürlerin yok edilmesini, sosyal, askeri ve ekonomik diğer hedeflerinin gerçekleştirilmesi açısından zorunlu bir amaç olarak görmüşlerdir. (s. 57)  Hıristiyan kutsal metinlerinde şiddete dayanak oluşturacak çeşitli yaklaşımlar bulunmaktadır. Çağdaş Hıristiyan ilahiyatçılara göre, eski ahit döneminde yargılama ve İntikam önceleyen tanrı, yeni ahit ile birlikte, sevgi, bağışlanma ve affetmeyi ön plana çıkarmıştır. (s. 58) “Ben, barış değil kılıç getirmeye geldim.” (Matta, 10:34, 35); ( Luka, 12:51- 53) İsa, “kılıcı olmayan, arabasını satıp bir kılıç alsın.” der. (Luka, 22: 36-38) İsa, sık sık muhaliflerini yerici, aşağılayıcı ifadeler kullanmaktan çekilmekte ve zaman zaman onlara karşı şu ya da bu şekilde şiddet içeren tavır ve davranışlarda bulunmaktadır. Ferisilere, ” engerek soyu, yılan, budalalar.” gibi yakıştırmalar ile hitap etmekte,  yine İsa, meşhur tapınağı giriş kısmında, satış yapanları bir kırbaçla kovalamakta, sarrafların masalarını devirmekte, kuş satıcıların sehpaların altüst etmektedir. İsa, muhalifleri ile ilgili olarak zaman zaman, “cehennem azabından, ateşten, lanetten” bahsettiği rivayetlerde bulunmaktadır. İsa’nın meşhur incir ağacını lanetlemesi de ilginçti. İncir yemek ümidiyle ağaca yaklaşmış fakat bulamayınca incire lanet etmiştir. Halbuki incir mevsimi de değildir. Kısaca, bir ağacı bile lanet etmekten kaçırmıştır. (s.  61) Tüm bu rivayetlerde öfkeli ve kompleksli bir İsa figürü ön plana çıkmaktadır. (s. 62) Pavlus, ‘gökten Bir melek bile size bildirdiğimiz müjdeye ters düşen bir müjde getirirse, lanet olsun ona, lanet olsun ona.’ demektedir. (Galatyalılar, 1:8,9) ‘Gazapla cezalandıran Tanrı’ ve ‘tanrının gazabı’ ifadeleri Pavlus mektuplarında, seven tanrı motifi ile yan yana yer almaktadır. (s. 63) Sünnet konusundaki tartışmada, kendisinden farklı düşünenleri kastederek, ‘köpekler, İkiyüzlüler.’ ifadelerini kullanmakta, muhaliflerine yönelik, ‘iğrenç kişiler, asi, boşboğaz’ olduklarından bahsetmektedir. Yahudileri, İsa ve peygamberlerin katili olmakla suçlayan ifadelerinde, antisemitizme temel teşkil eden bazı yaklaşımlar görmekte mümkündür. (s. 64) Vahiy kitabına göre tanrısal öfke, yeryüzünde mutlak bir kaosa, düzensizliğe ve felakete yol açacaktır. (Vahiy, 16: 18-21; Vahiy, 19: 20,21) Bu şiddet sahneleri, Milenyarist Hıristiyan akımlar için temel referans olmuştur. Evanjelik Hıristiyanlar, bu şiddet olaylarının bir an evvel olması beklentisi içerisindedirler. (Hallsell, Tanrıyı kıyamete zorlamak, s. 26- 90) Nitekim bu gruplar, Yahudilerin Filistin halkına yönelik şiddet eylemlerine büyük bir sempati ile bakmakta, ilahi takdirin birer tecellisi olarak değerlendirmektedirler. (s. 67) Pavlus, yine bir yerde şöyle der: ” Yönetim kılıcı boş yere taşınmıyor. Onlar öç alıcı olarak tanrının hizmetindedirler.” (Romalılar, 13:1-5) İlk dönem şiddete karşı pasif tutum takınan kilise, ilerleyen dönemlerde pasifist tavrı bir kenara hızla bırakarak, gerek Donanistler ve Ariusçular gibi heretik ilan edilen Hıristiyan gruplara, gerekse Hıristiyan olmayanlara karşı şiddeti meşrulaştırmışlardır. (s. 71) Çarmıh teolojisi bağlamında düşünülen kefaret doktrini, Hıristiyan geleneğinde şiddetin meşrulaştırılmasında önemli rol oynayan bir doktrin olarak karşımızda durmaktadır.  Çarmıhta İsa’nın ölmesiyle beraber, ilahi yasalara riayet etme yoluyla kurtuluş modeli ortadan kalkmış, yeni bir dönem başlamıştır. (s. 72) Pavlus, Mesih’in tanrı tarafından insanların günahların bağışlanması için bir kurban olarak sunulduğunu ve bununla tanrının adaletini gösterdiğini belirtir. Tanrı, kendi öz oğlunu kurban olarak göndermiş ve bizim için onu kendi eliyle ölüme teslim etmiştir. İsa’nın çağırmakta acı çekerek ölmesi, İsa’nın şahsında gerçekleşen bir şiddettir. Tanrı, oğlunu acıya ve ölüme teslim etmekle insanlığa olan sevgisini göstermiştir. (s. 73) ‘Günah ve ölümün’ ortadan kaldırılması için tanrının, İsa’nın acı çekerek öldürülmesine izin vermesi, tanrının, şiddeti ve bir diğer şiddet eylemi ile ortadan kaldırması anlamına gelmektedir. Neden acı ve ölüm kurtuluş için bir gereklilik olsun? Gerçek sorumlu kimdir? Ölmesine izin veren tanrı mı, Yahudiler mi, yoksa cezayı infaz eden Romalı askerler mi? (s. 74) Hıristiyan ilahiyatının üç temel yorumunun ortak özelliği, cezalandırıcı bir tanrı ya da başkalarının faydasına kendi öz oğlunu ölüme göndermekten kaçırmayan tanrı modeli olarak ortaya çıkmaktadır. Bir sevgi tanrısının, başkalarının günahlarının sorumlusu olmayan bir varlığı neden acı ve şiddet dolu bir olayın kurbanı yaptığı konusu açıklama gerektirmektedir. (s.  76) Tanrının kötülere karşı kendi zaferini ilan etmesi için, oğul İsa’nın ölümünü kullandığı görülmektedir. (s.  77) İsa’ya yapılan şiddet, sebebi ne olursa olsun, bir haklılık ve meşruiyet temeli taşımamaktadır. Günümüzde haça gerilme ritüellerinin, başta Latin Amerika ülkeleri, Filipinler olmak üzere dünyanın birçok yöresinde hala Hıristiyanlarca uygulandığı bilinmektedir. (s. 79) Donanistlere karşı uygulanan sindirime, yok etme girişiminde, gelecekteki iyi olayların gerçekleşebilmesi, kötülüğün yok edilebilmesi ve sapkın akımların önlenebilmesi amacıyla şiddete başvurmanın caiz/gerekli olduğu düşüncesi ön plana çıkmaktadır. İlerleyen dönemlerde şiddete başvurmayı meşrulaştıran, ‘haklı savaş’ kavramı üretilmiştir. Haçlı Seferleri’nden günümüze, medeni değerlerin korunması gibi argümanlar, Hıristiyan halkların zihninde, yürütülen şiddete meşruiyet kazandırma girişimleridir. (s. 81) İslam’a göre insanın anlamı, ‘seçim yapabilme özgürlüğüne sahip bir varlık’ demektir. (s. 86) İnsan, halife yani sorumlu varlıktır. Kur’an insanın yaratılış gayesini, Allah’a ibadet olarak açıklar. Kur’an’da ibadet, bütün tavır ve davranışlarda, Allah’ın emir ve yasaklarını gözetmek anlamındadır.  Şeytan, Allah’ın belirlemiş olduğu insanın özgürlük alanını sınırlarının dışına taşıran her şeyin adıdır. (s. 87) Kur’an, doğru ile yanlışın insana açıklandığını, doğruyu seçenin kendi lehine bunu seçeceğini vurgular. (s. 88) Kur’an, ilah kavramını, insanın düşünce, tavır ve davranışlarında etkin olan güç anlamını yüklemektedir. Dolayısıyla Kur’an’ın kullandığı ilah kavramının, insan yaşamına egemen olan güç anlamına geldiği görülmektedir. (s. 90) İslam, halife kavramı çerçevesinde insanı açıklarken ve özgür seçimiyle tercihlerinin sorumlusu olan varlık olarak tanımlarken;  Hıristiyanlıkta insanı tanımlayan anahtar ifade, ‘doğuştan asli günah ve ölümün tutsağı olan varlık’ kavramlardır. İslam’ın, doğuştan günahsız ve  özgür irade ile donatılmış insan tanımı ön plana çıkarken, Hıristiyanlık insanın doğuştan günaha bağımlılığını savunur. Hz. Adem’den insana miras kalan ‘günah ve ölümden’ kurtuluşun ancak, tanrısal oğul İsa Mesih’e iman yoluyla olabileceğini savunur. Öte yandan Hıristiyanlık, insandan kaynaklanan kötülükleri ve şiddet eylemlerini bir bakıma, Adem’in şahsında tanrısal iradeye dayandırmaktadır. (s.  95) Hıristiyan tarihinde ruhban sınıfı, kurtuluş yolunu ve bilincini kontrol eden bir mekanizma olarak ortaya çıkmıştır. Kişisel özgürlük alanı bir yandan günah ve ölümle, bir yandan da kilise Kurumu ve rahiplik teşkilatı ile disiplin altına alınmıştır. St. Augustine gibi ilahiyatçılar, katı kaderci bir yaklaşımla bir kişinin kurtulamayacağını, tanrının baştan karar verdiğini, dolayısıyla kişinin bunu değiştirmesinin söz konusu olamayacağını savunurlar. (s. 96) Pavlus, herkesin altında yaşadığı yönetime itaat etmesini, zira bütün yönetimlerin tanrı tarafından kurulduğunu ileri sürer. Yine o, bütün yönetimlerin tanrının hizmetinde olduğunu vurgular. (s.  97) Bu yaklaşımıyla Pavlus ve onu temel alan Hıristiyan geleneği, bireyin iradesi üzerinde egemen olan iki temel gücün varlığını kabul etmektedirler; Tanrı ve dünyevi iktidarlar. (s.  98)  Hıristiyan geleneği, metafizik bağlamda bireysel özgürlük alanını tanrıyla sınırlarken, dünyevi alanda ise kişisel özgürlükleri, dünyalı iktidarların belirlediğini savunmaktadır. Bir bakıma öte dünya bağlamında tanrıya kulluk eden insan, bu dünya bağlamında da krallara kulluk etmektedir. (s. 100) Protestanlar ile Katolikler arasında yapılan bir uzlaşma toplantısını ifade eden Ausburg Barış metninde, “halkın prensin dinine bağlı olması gerektiği”  belirtilerek “kimin toprağı onun dini” ilkesi vurgulanmıştır. (s. 101)

Sonuç: Hıristiyanlık, her ne kadar bağlılarınca ve özellikle misyonerlerce, ‘ sevgi ve barış dini’ olarak tanıtılmaya çalışırsa da, tarih boyu Hıristiyanlık, şiddet içeren ve başvurduğu şiddeti meşrulaştıran bir din olarak olagelmiştir. (s.  103) Hıristiyanlık, milattan sonra 4. yüzyıldan günümüze, dinsel kaynaklarının referansı ışığında sürekli şiddete başvuran bir din olarak tarihe geçmiştir. (s. 104) Hıristiyanlar, her tür inançsızlığın ortadan kaldırılması amacıyla şiddete başvurmaktan kaçırmamış, Tıpkı tanrının, oğlu İsa’yı acı ve ıstırap çekerek ölüme göndermesi/kurban etmesi gibi, kendi gayeleri uğruna insanları/ulusları kurban etmekten ve ölüme göndermekten kaçınmışlardır. Bu şiddet, Haçlı seferlerinde, sömürgeleştirilen bölgelerde, dünya savaşlarında ve yakın geçmişte Balkanlar, Ortadoğu ve Afganistan olaylarında, şimdi ise, Irak, Suriye, Arakan, Doğu Türkistan, Afrika’da görülmektedir. Şiddetin meşruiyeti ile ilgili, çarmıh teolojisi bağlamında oluşturulan metin, Hıristiyan bireylerin bilinçaltlarında her zaman şiddet ateşini yakmaya hazır bir kıvılcım durumundadır ve korkarım ileride de bu özelliğini sürdürmeye devam edecektir. (s. 105)

Şiddet karşısında İslam

Katoliklerle ve Protestanlar, daha sonra Protestan grupların kendi aralarındaki kanlı çatışmalar yıllarca sürmüştür. Buna dayanarak aydınlanma hareketinin önde gelen düşünürleri, Haçlı savaşlarını ve engizisyonu da hatırlatarak, dinin sosyal hayattan çıkarılmasıyla şiddetin en aza indirileceği sonucuna ulaşmışlardır. Buna göre din; özel alana hasredilmeli, sosyal hayatta ise akıl egemen olmalıydı. (Şiddet karşısında İslam, Komisyon, DİB, s. 29) Yahudilerde evrimcilik ruhu: Kabbalacıların çoğu, Yahudi olmayanların ruhunun Yahudilerin ruhundan daha aşağı seviyede olduğuna İnanır. (s. 36) Hıristiyanlık, adeta barış ve sevgi kavramları ile birlikte anılan bir dindir. (s. 54) Hâlbuki aslında; Haçlı Seferleri, engizisyon mahkemeleri, savaşçıların kutsanması, Şehitlik anlayışı, Savaşçı papalar, idam cezasının onaylanması, köleliğin kabul edilmesi ve desteklenmesi, Sömürgecilik faaliyetlerine verilen onay ve destek, Hıristiyanlığın şiddet yönünü gösteren örneklerdir. (s. 56) Luther, köylü ayaklanmalarını çok kanlı bir şekilde bastırmayı onaylamış ve desteklemiştir. Luther’e göre, ‘Yeryüzünün en çılgınları ve en alçak rezilleri’ olsalar da hükümdarlar ‘tanrının cellatları ve gardiyanları’dır. (s. 58) Aziz Barthelemy katliamı’nda binlerce Protestan öldürülmüştür. 1618-1648 yıllarındaki Katoliklerle Protestanlar arasında devam eden 30 yıl savaşlarında yine binlerce insan öldürülmüştür. Sadece Almanya nüfusunun yüzde 20’si bu savaşlarda ölmüştür. (s. 59) Luka, 19:27: “Beni kral olarak istemeyen o düşmanlarıma gelince, onları buraya getirin ve gözümün önünde kılıçtan geçirin.” denilmektedir. İbraniler, 9: 22: “Hemen her şey kanla temiz kılınır ve kan dökülmeksizin bağışlama olmaz.” Vahiy, 2:27-28: “Mesih’in ikinci gelişinde insanlar, demir çomakla güdülecek ve çömlek kaplar gibi kırıp parçalanacaktır.”; “Hıristiyan olmayanların liderleri, kükürtle yanan ateş gölüne diri diri atılırlar. Bunların taraftarları ise tamamen öldürülür.” (Vahiy, 19:20-21) “İsa şöyle der: Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın. Barış değil kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben, baba ile oğulun, anneyle kızın, gelinle kaynananın arasına ayrılık sokmaya geldim. İnsanın düşmanı, kendi ev halkı olacak.” (Matta, 10:34) Yine İsa, ” Kılıcı olmayan, elbisesini satıp bir kılıç alsın. (Luka, 22: 36) demektedir. İsa Ayrıca, “Ben dünyaya ateş yağdırmaya geldim, yeryüzüne barış getirmeye mi geldiğimi sanıyorsunuz? Size, hayır diyorum, Ben ayrılık getirmeye geldim.” demektedir. (Luka, 12: 49-53) Hristiyanlık tarihi bu söz konusu bu cümlelerin sadece birer sembolik sözden ibaret olmadığını ortaya koymaktadır. (s. 63) Aziz Pavlus’un ilk dönemlerden itibaren elinde kılıçla tasvir edilmiş olması da ilginç bir değerlendirme konusudur. Aziz Augustine, tanrının emri ile savaş yapılabileceğini onay vermiştir. Zamanla kutsal savaş, arzu edilir bir şey olmuştur. (s. 64) İnançsızlarla savaşanların günahlarının affedilmesi iddiası, kutsal savaş çağrısı yapan papaların kullandığı bir argümana dönüşmüştür. Haçlı Seferleri çağrısında Papa II. Urban’ın kullandığı slogan, “Tanrı böyle istiyor!” idi. Katolik inancına göre Papa’nın yanılması mümkün değildir. Çünkü o, kutsal ruh aracılığıyla konuşmaktadır. (s. 65) Haçlı akınları doğuya doğru ilerledikçe, hem heretikleri, hem Ortodoksları ve Yahudileri, hem de Müslümanları hedef almaları nedeniyle tamamen bir din Savaşı özelliği taşımaktadır. Engizisyon kurumu heretik kabul edilenleri yüzyıllarca baskı altında tutmuş, binlercesini değişik işkence yöntemleri ile öldürmüştür. Bir savaş esnasında askerlerin kimin heretik, kimin sahih inançlı olduğunu nasıl ayıracağız şeklindeki sorularına Bezier şehrinin Katolik piskoposu, “Siz hepsini öldürün, Tanrı onları birbirinden ayırır.” şeklinde cevap vermişti. Heretiklerin tek günahı, Katolikler gibi inanmamalarıydı. (s. 66) 1232 yılında Papa Gregory IX, heretiklerin yakılmalarını öngören bir papalık bildirgesi yayınlanmıştır. Engizisyoncular, bir ihbarda bulunanların can güvencesini sağlarken, suçlanan kişilere ne ile suçladıkları söylenmiyor, bütün deliller gizleniyor, suçunu itiraf eden cezalandırılırken, etmeyen itirafına kadar işkence görüyordu. (s. 67) Aziz Augustine’e göre tanrı, sadece eski Ahit’te değil, yeni Ahit’te de şiddeti tercih etmektedir. (s. 68) O, haklı zulüm teorisinden bahsetmiş, insanların kurtuluşu erdirilmeleri için onlara baskı uygulanabileceğini söylemiştir. (Alan Kreider, Violence and Mission in the Fourth and Fifth Centuries, Lessons for Tuday, 129)  Yine o, Matta İncil’inde geçen bir benzetmeden hareket ile heretiklerin yakılmasına izin vermiştir. (s. 69) Hıristiyan geleneği, dünyadaki adaletsizliğin, yoksulluğun hatta ölümün nedeni olarak aslî günah teorisini ileri sürerler. (s. 70) 21. Yüzyılda bile, Roma Katolik kilisesinin ölüm cezasını ilmihalinden çıkarmayı reddetmesi düşündürücüdür. Günümüzde bile kullanılan, ‘İsa’nın Hıristiyan askerleri’, ‘misyon stratejisi’ , ‘Evanjelik Haçlı Seferleri’ ve ‘Hıristiyan şövalyelik ruhu’ gibi kavramlar, Hıristiyanların militarist yanının en çarpıcı örnekleridir. (s. 71) İsa, Luka, 19:27’de: “Düşmanların kılıçtan geçirilmesini istemektedir.”  (Prof.  Dr. Kadir Albayrak)

Dünyada, soğuk savaştan sonra kimlik savaşları diyebileceğimiz yeni dönem başlamıştır. (s. 103) Araplar tarafından milli gururu zedelenmiş olan İranlılar Müslüman olduktan sonra Araplara karşı tepkilerini Hazreti Hüseyin’e sarılarak farklılıklarını vurgulamak için bu mezhebi geliştirerek ifade etmişlerdir. (s. 105) Muhammed Ali, 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi’nin yıkıntılarını görmeye gittiğinde gazetecilerin, “el-Kaide ile aynı dinden olduğunuz için ne hissediyorsunuz?” sorusuna, “Siz Hitler’le aynı dinden olduğunuz için ne hissediyorsanız, ben de aynı şeyi hissediyorum.” diyerek cevap vermiştir. (s. 109) İslam dünyasında şiddet sebep değil sonuçtur. Terörist kişiler incelendiğinde, hepsinin terör kurbanı olduğu görülmüştür. Pasif kalmalarının kurban olma durumunu sürdüreceklerini dair inançları pekişmiştir. (s. 110) Çözüm, şiddeti besleyen ayrımcılığa acil çözüm geliştirilerek ve şiddeti yöntem olarak seçmeyen bölgesel değerleri güçlendirerek ulaşılabilir. (s. 111) Richard Dawkins (The Selfish Gene) “başarılı bir genden beklenen baskın özellik, acımasız bir bencilliktir.” derken, Mary Clark (In Search of Human Natürel) “Başka insanlara yardım etmeye genetik olarak yatkın ve programlıyız.” demektedir. (s. 125)  (Prof. Dr. Nevzat Tarhan)

Batı tarihinde insanlık suçları

Yapılan araştırmalar, soykırımın sadece gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkelerin halk ve üyelerinin ya da devlet iktidarlarının ürettiği veya üretebileceği bir olay değil, aynı zamanda kendini üstün kültür ve gelişmiş ülke ve medeniyet merkezi olarak gören ülkelerin, sadece tarihte değil aynı zamanda günümüzde de soykırım uygulayan toplumlar olduklarını ortaya koymaktadır. (Sefa M. Yürükel, Batı tarihinde insanlık suçları, s. 2) Uluslararası güçler, soykırım iddialarını kullanarak kendinden başka grupları terörizme ve çıkar endüstrisine dönüştürmektedirler. (s. 4) Rudolf J. Rummel, 19. ve 20. yüzyılda gerçekleşen soykırımlar da 170 milyon insanın öldürüldüğü sonucuna ulaşmaktadır. (s. 6) 1600’lü yıllarda İspanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde baş gösteren ekonomik ve siyasi krizler, Avrupalıların denizaşırı bölgelere yönelmelerine yol açmıştır. Bunun için her bir Avrupa devleti, Afrika, Asya ve  Amerika kıtasını sömürgeleştirmeye başlamıştır. Sömürgelerde ilk önce yeni gelir getiren tarım alanlarının açılması ile emperyalizme başlandı. (s. 31) Bunu, köleleştirme ve yer altı-yer üstü zenginliklerini sömürme takip etti. Karayipler’deki İngiliz sayısı, 1710 yılında 64.100 iken köle sayısı, 336.500 idi. (s. 33) 1650 yılında adalara gelen her 4 kişiden 3’ü, Afrika’dan getirilen kölelerden oluşuyordu. 1680’de Amerika’ya geçirilen her Afrikalı köle, 5 veya 6 İngiliz sterlini karşılığında satışa çıkarılıyordu. 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar İngiliz, Portekiz, İspanyol, Danimarka, Norveç, Fransız ve Hollandalı köle tacirleri tarafından Afrika kıtası’ndan 13 milyon Afrikalı insan, Amerika’ya köle olarak taşınmıştır. Kölelerin yüzde 25’i, ağır yaşam ve iş koşullarına dayanamayarak ilk 18 ay içerisinde ölmüştür. (s. 34) Köle ticaretinde İngilizler birinci sırayı alırken, onu İspanyollar ve onları da Fransızlar takip etmekteydi. 1680’lerde, Danimarkalı bir şirket 249 köle ticaret gemisini elinde bulunduruyordu. (s. 36) Köle ticaretindeki esas sayısının 25.000.000 kişiyi kapsadığı, araştırmalarda belirtilmektedir. (s. 37) Amerikan kıtasının Kolomb tarafından keşfedilmesinden sonra, önce Karayipler, Meksika, daha sonra tüm güney ve kuzey Amerika işgale başlandı. (s. 39) 1492 yılında bugünkü adları ile Haiti ve Dominik Cumhuriyetlerinin olduğu adalarda toplam 8 milyon yerli yaşıyorken, 22 yıllık İspanyol egemenliği sonunda bu sayı 28 bine inmişti. (s. 40) 50 sene sonra ise ada yaşayan yerli sayısı sadece 200 kişidir! Bir İspanyol misyoneri, Bartolome de las Casas Bölgesi’nde gerçekleşen katliamı şöyle ifade eder: Bir gün İspanyollar, 3000 kişinin kellesini kesti. Organlarını parçaladı ve kızlarının ırzına geçti, cesetlerini bir kancaya bağladı ve kızarttılar. (Barry Lopez, The Rediscovery of North America, s. 4) İspanyollar Meksika’yı işgal ettiklerinde 12 milyon olan yeli nüfus, 80 sene sonra 1 milyona inmişti. Hans Koning, “İspanyollar Amerikalı yerlileri ölene kadar çalıştırılacak bir mahluk gibi görüyorlardı. İngilizler yerlileri şeytana tapan insanlara olarak olarak görüyor, yerlileri katletmenin gerekliliğine inanıyorlardı.” demektedir. Amerika Kaliforniya’daki 700.000 olan yerli nüfusunu yaptıkları katliamlarla 15.000’e indirmiş idiler. (s. 42) İspanyollar Kuzey Amerika’daki 7 milyon yerli  nüfusunu, 100 senede 500.000 kişiye indirmişti. İspanyollar 400 yılda, yerli nüfusun %95’ini soykırıma uğratılmıştır. İngilizler hastalık yayarak 50.000 yerliyi, 7 yılda 5 bine indirmiştir. (s. 43) İngilizler 1666 yılında Virginia’da bütün yerlirleri öldürmüşler, yalnızca kadın ve çocukları esir alıp köle olarak satışa çıkarmışlardı. (s. 45) Yerli katliamlarından sorumlu Amerikalı Binbaşı John Vance Lauderdale, “Bütün Kızılderililerin yeryüzünden gitmeleri, medeniyetin iyiliği için gereklidir.” demektedir. İngilizler, çiçek hastalığı mikrobu taşıyan battaniyeleri yerlilere vererek, yerli halklardan 100.000 kişiyi hastalık yoluyla katletmiştir. Aynı yöntemi Amerikalılarda daha sonra yaygın olarak kullanmıştır. (s. 47) Amerika’da 1900 yılına gelindiğinde, milyonlarca yerliden geriye kalan kişi sayısı 1900 kişi  idi.  (s. 49) R. H. Pratt, “İnsanları koruyabilmek için yerlileri öldüreceksin.” demekte idi. (s. 51) 1970-1980 yılında, zamanın Amerikan başkanı R. Reagan tarafından bizzat direktif verilerek, Guatemala’daki 200.000 Maya yerlisi katledilmiştir. (s. 52) Kuzey ve orta Amerika’daki yerlileri uygulanan sömürgeci soykırımlarda olduğu gibi, Latin Amerika’daki Avrupa asıllıların yaptıkları soykırımlarda da benzer metotlar kullanılmıştır. Mesela, Brezilya’da, 10.000 kişilik nüfusa sahip olan bir yerli kabilesi, sömürgeciler tarafından tamamen katledilmiş ve tesadüfen 20 kişi kurtulabilmişti. (s. 53) Venezüella’da yaşayan yerliler, Katolik papazlar ve askerler tarafından 1964 yılında yok edilmek amacıyla küçük gruplara bölünerek sürgün edilmelerinden dolayı tamamen yok oldular. ABD hükümeti ile Amerikan yerlileri arasında 300 ila 400 anlaşma yapılmasına rağmen sömürgeci Avrupa kökenli Amerikalılar, canları istedikleri zaman anlaşmaları tek taraflı olarak bozdular. Amerika’ya Avrupalılar gelmeden önce yaklaşık 150 milyon civarında yerli yaşarken, birçoğu soykırıma uğratılmıştır. (s. 54) Fransızlar, Cezayir’e geldikleri 1830 yılından 1962 yılına kadar sistemli bir Kültürel asimilasyon ve insan beyninin sömürgeleştirilmesi politikası ürettiler. Cezayirlilerden hayatın her alanında Fransızca konuşması, Fransızca düşünmesi ve Fransızca okuması istendi, zorlandı. (s. 55) Fransa’dan Cezayir’e göç eden Fransızlara, kendi sömürge yönetimleri tarafından en iyi olanaklar sağlandığından, Cezayir köylüsü Fransız fabrikalarında işçi olarak çalışmak zorunda bırakıldı. (s. 56) Fransız istihbaratının başında bulunan general hiçbir pişmanlık duymadan kendi elleri ile katlettiği Cezayirlilerden bahseder. (s. 59) 1962 yılına gelindiğinde, Fransızların katlettiği insan Cezayirli sayısı 1 milyonu bulmuş, 8000 köy yok edilmişti. 2,5 milyon Cezayirli toplama kamplarına sürgün edilmişti.  (s. 61) Francis Galton, kuzeni Charles Darwin’in de etkisiyle Ari ırk kavramını kuramcısı olarak ortaya çıkar. (s. 63) ve sonuçta 21 milyon insan, Alman nazizmi sonucu öldürülür. (s. 107) Galton, insan ırkının ıslahını amaçlayan öjenik kuramını sosyal politikada toplum birimlerinde uygulanmasının gerekliliği üzerinde ısrar eder. Bu iddiaya göre Avrupalı beyaz ırktan olan ve özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinden İnsanlar, en üst değerdeki insan kategorisine sahiplerdir. Bunun dışındakiler ise, aşağı kategorideki insanlardır. (s. 64) Ama Hitler, kuzey Avrupa’yı da işgal etmekten de geri kalmaz! İngiltere, Avustralya’da yerli halkı katleder. Yerli erkeklerin cinsel organlarını keserek hadım eder. 100.000 yerli çocuğu ailesinden kopararak asimile eder, kadınları kısırlaştırır. (s. 99) İngiltere, yerlilerin yiyeceklerine zehir katmak dahil yaptığı katliamlarla, 1788 yılında 750 bin nüfusa sahip Aborjinleri, 1911’e geldiğinde 31 bine düşürmüştü. (s. 100) Almanlarda, Namibya’da soykırımlar yapmış, 80.000 Herero yerlisini kısa sürede, 15.130 kişiye indirmişti. (s. 105) Almanlar II. Dünya Savaşı’nda, ari ırk olmadığını iddia ettiği Alman olmayan 21 milyon insanı, soykırıma uğrattı. (s. 107) Rumlar, Türklere 12 Mayıs 1912 yılında saldırıya geçer. Rum Ortodoks Kilisesi’nin desteği ile 35 yerleşim biriminde terör eylemleri uygulanır. (s. 119) Bu eylemlerin başını,  papaz Nikodimos çekmekte idi. (s. 120) Sadece 1963 yılında, yüzlerce Türk katledilir, 20 Türk Köyü yakılıp yıkılır. 25 bin Türk evlerini terk etmek zorunda bırakılır. Bunların en ünlüsü de meşhur Noel yılbaşı katliamıdır! (s. 122) Birçok Türk’ün gırtlakları kesilir, kadınların ırzına geçilir. (s. 129) Amerikalı ve İngilizler İkinci Dünya Savaşı’nı bittikten sonra Dresden şehrine sığınan 600.000 kadar mülteci Almana bomba yağdırır, yaklaşık 200.000 sivil üç günlük bombardıman sırasında hayatını kaybeder. Amerika’nın Japonya’ya attığı iki atom bombasında ölen insan sayısının toplamı 120.000’dir. (s. 82) Rus ordusundan kaçan 250.000 Alman mülteci Danimarka’ya sığınır. (s. 142) Toplama kampında insanlık dışı şartlarda zorla tutulurlar, kendilerine yardım edilmesine izin dahi verilmez, Kızılhaç bile doktorlar ve  hemşireler dahil, ilaç yardımda bulunmayı reddeder. Sadece toplam 13.741 kişi, hastalıktan ölür. (s. 87) İngiltere, Avustralya’da 1788 yılından 1938 yıllarına kadar Aborjinlere sistematik olarak ve acımasızca soykırım ve sürgün uygular. (s. 93) İngilizler, yerlileri insan olarak saymıyorlardı. Bu da, İngilizlerin huzur içinde yerlilere her türlü eziyeti yapması için bahaneden başka bir şey değildi. Bundan hiç bir huzursuzluk ve ahlaksızlık duymuyorlardı. (s. 94) 1923 yılında Batı Trakya’nın % 67’si Türklerden oluşmuş iken, Yunanlıların yıllar süren baskısı sonucu Türk oran oranı %36’ya gerilemiştir. (s. 131) Bulgarların nüfusu 9 milyon iken, bunların bir buçuk milyonu Türk idi. Ari Bulgar yaratma politikası sonucunda, katliamlar yapılır, mezarlıklardan bile Türk isimleri sökülür, zorla Hıristiyan isimler verilir, yüz binlerce Türk zorla Türkiye’ye göç etmek zorunda bırakılır. (s. 143) Soykırım, terörizm ve insan hakları ihlalleri suçlamaları esasında, kendini uluslararası arenada güçlü hisseden devletlerin, egemenlik kurmak maksadıyla hedef seçtilkleri ülkeleri, kendi ürettikleri tezlerle saldırmak için kullandıkları ithamlardır. (s. 149) Devamı, ‘Batı medeniyeti’ adlı yazımızda!

Menfaat

1517 yılında, Papa X. Leo, kişinin ruhunu makul bir para karşılığında kurtarabilmesi için Taxa Camerae’yi başlattı. Bu basit tedbirle, ne kadar kötü olursa olsun bağışlanamayacak suç yoktu. 35 madde arasından şunları okuyoruz:

“İster rahibelerle, ister kendi kuzenleriyle, yeğenleriyle ya da kızlarıyla, yani bir şekilde herhangi bir kadınla cinsel günah işleyen bir rahip, 67 pound 12 şilin ödemesi karşılığında bağışlanacaktır. Eğer rahip, zina günahıyla birlikte doğaya ya da hayvanlara karşı işlenmiş günahlarının da bağışlanmasını istiyorsa, 219 pound15 şilin ödemek zorundadır. Fakat kadınlarla değil de sadece oğlanlarla ve hayvanlarla doğal olmayan günahlar işlemişse,131 pound 15 şilin ödemelidir. Bir bakirenin kızlığını bozan rahip, 2 pound 8 şilin ödemelidir. İster kaldığı manastırda ister dışarıda, aynı anda veya art arda bir ya da birden çok erkeğe kendini veren rahibe, baş rahibenin saygısını kazanmak istiyorsa131 pound 15 şilin ödemelidir. Tüm davalardan azade tutulmak ve yasak ilişkilerini sürdürmek için geniş bir muafiyet elde etmek isteyen zinacı bir kadın, Papaya87 pound 3 şilin ödeyecektir. Aynı şekilde, koca da aynı miktarı ödeyecektir, eğer koca kendi çocuklarıyla ensest ilişkiye girmişse, ek olarak 6 poundluk bir vicdani ödeme yapacaktır. Tecavüz, soygun veya kundakçılık suçları için eziyet yapılmaması ve bağışlanması, suçluya131 pound 7 şiline mal olur. Ruhban kesime ait olmayan birinin şahsında gerçekleşen adi cinayetin bağışlanma bedeli15 pound 3 penstir. Eğer katil aynı gün iki veya daha fazla kişinin ölmesine neden olmuşsa, bir kişiyi öldürmüş gibi ödeme yapar. Karısına kötü davranan koca, kilise kasasına3 pound4 şilin öder; eğer karısını öldürmüşse 17 pound 15 şilin, eğer karısını başka biri ile evlenmek için öldürmüşse ekstra olarak 32 pound 9 şilin öder. Kocaya suç işlerken yardım edenler adam başı 2 poundla bağışlanır. Çocuğunu boğarak öldüren baba 17 pound 15 şilin ödemelidir (yani bir yabancıyı öldürmekten pound daha fazla) baba bunu annenin izni ile yapmışsa bağışlanması için 27 pound1 şilin ödemelidir.

Kürtaj da kolayca bağışlanabilmekteydi: Kendi çocuğunu rahminden çıkararak yok eden annenin ve suça katkıda bulunan kocanın, her ikisi birden 17 pound 15 şilin ödemelidir. Kendisinin olmayan bir çocuğun kürtajını kolaylaştıranlar1 poundeksik öderler. Kardeş, kız kardeş, anne ya da babasını öldüren 17 pound 5 şilin ödemelidir. Bununla birlikte, hiyerarşinin yüksek kademelerindeki piskopos veya baş keşiş öldürülürse, ödenecek miktar çok ağır biçimde artıyordu; ilk saldırı için 131 pound 14 şilin, geri kalanlar için yarı miktarı. Üstelik katil “çeşitli zamanlarda birçok rahibi öldürürse, ilk cinayet için 137 pound 6 şilin ve geri kalanlar için de bunun yarısını ödemek zorundaydı.” Fakat cinayet, tecavüz veya çocuk öldürmekten çok daha ağırı, menfur dinsel sapkınlık suçuydu; yani resmi Kilisenin fikirlerinden farklı fikirlere sahip olmak. Kadın ya da erkek bir sapkın, fikirlerinden dönmüş olsa bile toplam 269 poundödemek zorundayken, “yakılmış, asılmış ya da herhangi bir şekilde idam edilmiş bir sapkının oğlunun itibarı 218 pound 16 şilin 9 penslik ödeme yapmadığı sürece iade edilemez”di. Liste, sahtekârlık, kaçakçılık, borçların ödenmemesi, kutsal günlerde et yeme, papazlık rütbesi almak isteyen rahiplerin gayri meşru çocukları ve hatta rahip olmak isteyen hadımlarla (33. maddeye göre en az 310 pound 16 şilin ödemeliydiler) devam ediyor.

Bu çıkarcı rezillik listesine rağmen, Papa X. Leo, Katolik tarihçiler tarafından “Kilise tarihinde papalık makamının en parlak ve belki de en tehlikeli döneminin” baş kişisi olarak tanımlanır. (P. Rodríguez, (1997). Mentiras fundamentales de la Iglesia católica. Barcelona: Ediciones B., Anexo, s.397-400)

“1517 yılında Papa X. Leo, ‘Taxa Camerae’yi başlattı: İster rahibelerle ya da kendi kızlarıyla cinsel günah işleyen bir rahip, 67 pound 12 şilin ödemesi karşılığında bağışlanacaktır. Zinacı bir kadın, papaya 87 pound 3 şilin ödeyecektir. Cinayetin bağışlanma bedel,i 15 pound 3 penstir. Eğer katil aynı gün iki veya daha fazla kişinin ölmesine neden olmuşsa, bir kişi öldürmüş gibi ödeme yapar. Cinayete yardım edenler adam başı 2 poundla bağışlanır. Piskopos veya baş keşiş öldürülürse ceza 131 pound 14 şilin. Kadın ya da erkek bir dinsel sapkın, fikirlerinden dönmüş olsa bile toplam 269 pound ödemek zorundayken, yakılmış bir sapığının oğlunun itibarı, 218 pound 16 şilin 9 penslik ödeme yapmadığı sürece iade edilmezdi.” (Ey misyonerler cevap verin, Adnan Şensoy, s. 63-65)

“Vatikan’da her şey ticaret konusu olmuştu. Roma kilisesi imtiyaz belgeleri ve günah çıkarma ticaretine başlamıştı.” (Taceddin Ural, Papa Bir Puttur, s.  s. 96) 

Endülüjans: Katoliklere göre en büyük günahlar ancak kilisece af edilebilir. Papalık, para karşılığı, piyango bileti gibi, af makbuzları çıkartıp onları para karşılığı dağıtmış, satmıştır. Ayrıca haçlı seferlerine katılanlara da bu belgelerden verilmiştir. ( Robert 2, s. 482, croisades md.)

enduljans-3  1521 tarihli bir endüljans belgesi.

16.Yüzyıla altenduljans beratı:

Papa’nın Adıyla

-Ömürlük-

Üç Mark

Papalığın bana verdiği yetki ile kilisenin, senin hakkında yapmış olduğu tüm suçlamaları, yükümlü olduğun tüm hüküm ve cezaları, ayrıca yapmış olduğun aşırılıkları, ne kadar büyük ve utanç verici olsa da, hangi sebepten işlenmiş olsa da ve hatta Mukaddes Pederimiz Papa için söz konusu olsa da işlemiş olduğun tüm günah ve suçlarını ben bağışlıyorum. Ben, senin kendi iraden ve isteğin dışında karşı karşıya kaldığın her türlü kusur ve erdemsizlik belirtisini bütünüyle siliyor ve ortadan kaldırıyorum. Seni Arafta yükümlü olacağın tüm günahlardan ‘azad ediyor, kilise ayinlerine katılmana izin veriyorum. Seni yeniden kutsal topluluğa dahil ediyor ve vaftiz anında olduğun gibi seni, eski saf ve günahsız haline geri getiriyorum. Böylece ölüm anında, günahkârları ceza ve azap yerine götüren kapı senin için kapanacak ve sana sevinç cennetlerinin kapısını açacaktır. Şu anda ölüm seni bulmasa dahi, ömnınün sonuna kadar bu bağışlanma belgesisenin için geçerli olacaktır. Mukaddes Babamızın adıyla, Amin. Rahip Johdnn Tetzel

Azizlerin sana olan şehadeti ve merhameti ile on gün süresince işlemiş olduğım tüm günah ve kötülüklerden seni azad ediyor ve tüm cezalarını bağışlıyorum. Johann Tetzel.  (James Atkinson, The Trail ofLuther, s. 32)

Bunlar da güncel versiyonları

Günah çıkarmak için 2’yi tuşlayınız. ‘Fransa’da Katolik bir grup ‘günah çıkarılması  için’ telefon hattı kurdu. Fransa’nın başkenti Paris’te AABAS adlı telefon şirketi için çalışan Katolik bir grup, kurduğu telefon hattıyla ortalığı karıştırdı. Bir erkek sesinin arayanları Tanrının hattına hoş geldiniz” diye karşıladığı hat paralı. Ses kaydı şöyle devam ediyor: Günah çıkarma ile ilgili tavsiyeler için 1’i, günah çıkarmak için 2’yi, bazı günah çıkarmaları dinlemek için 3’ü tuşlayınız. Ciddi ya da affedilmez günahlar durumunda bir rahibe başvurmak zorunludur.” (Posta, 28.04.2018)

Telefon, Papazmatik, Pos makinesi, Twit (En ucuzu)

Papalık, dünyanın önde gelen birçok şirketinde hissedardır. Bankacılık ve faiz gelirleri, vergi gelirleri, aidatlar, bağışlar ile gelir elde ederken ihraç malı olarak sadece “dualar ve emirleri” olan bir devleti temsil eder. (Ural, s. 126) Xavier Forneret, “Kilise gerçekten iyi kalplidir, herkese af dağıtır. Asıl affa kendisi muhtaç iken” demektedir. (Ural, s. 131) 

Vatikan’ın doğrudan ya da dolaylı olarak sahibi olduğu veya yönlendirdiği günlük, haftalık ve aylık 200’den fazla gazete ve dergi, 154 radyo istasyonu veya emisyonu, 49 TV kanalı veya kablolu yayını bulunmaktadır. Vatikan’ın gelirleri başta her ülkedeki Katolikler’den kesilen Kilise Vergisi; Aidatlar; Bağışlar; Şirket Gelirleri; Hisse Senedi-Tahvil-Bono gelirleri; Bankacılık ve Faiz gelirleri; hediyelik eşya satışlarıyla elde edilen gelirlerden oluşmaktadır. Basın yayından elde edilen reklam gelirleri de epeyce tutmaktadır. Vatikan’ın diğer bir gelir kaynağı da Hıristiyanlığı temsil eden kişileri, örneğin İsa’yı, Meryem’i, azizleri veya sembolleri (Haç gibi) pazarlayarak kazandığı kazançlardır. Vatikan, dünyanın önde gelen birçok şirketinde hissedardır. Çeşitli ülkelerde sayısız gayrimenkulü vardır. Birçok bankanın ortağıdır. Özellikle giyim ve turizm sektörlerinde çok kâr getiren yatırımları vardır. Avrupa Birliği içinde Vatikan’a bağlı olarak çalışan “Katolik Tekstil Sanayicileri Birliği” onun çıkarlarının yöneticisi durumundadır. Benzer şekilde ayakkabı, yiyecek ve enerji ile inşaat sektörlerinde de kârlı yatırımları ve ortaklıkları vardır. (Hürriyet, 28.11.2006; Yeni Mesaj, 19.12.2000)

                islama-kurana-onyargi-1

Oryantalistlerin İslam hakkındaki olumsuz etkilerinin sonucu, kendi kitaplarından bile habersiz Avrupalılar, Kuran düşmanı oldular!

                       islama-kurana-onyargi-2

Oryantalistlerin İslam hakkındaki olumsuz etkilerinin sonucu, kendi kitaplarından bile habersiz Avrupalılar, Kur’an düşmanı oldular.

Kadın

Aziz Paul, “evlenmektense yakılarak ölmek daha iyidir” derken kilise, Havva yüzünden tüm insanlığın ilk masumiyetinin lekelendiğini ilan etmekteydi. Meryem ananın öne çıkartılması Havva’nın tam karşıtı olarak değerlendirilmesi ile sağlanabilmiştir. Cathare diye bilinen soykırım sırasında yaklaşık 1 milyon insan öldürülmüştür. (Taceddin Ural, Papa Bir Puttur, s. 65)

“Kadın alçak bir yaratıktır.” Augustinus; “Bir kadın gördüğün zaman o şeytandır, bir çeşit cehennemdir” Papa II. Pius; “Kadınların en büyük şerefleri erkekleri doğurmalarıdır” Martin Luther

Hrıstıyanforumcom’dan alıntı: Tanrı’nın kilisesinde hem kadın hem erkek eşittir ve birbirlerine bağımlıdır, ancak görev, yaratılış, yaratış bakımından farklılıkları vardır. Bu farklılıklar eşitlik için ölçüt değildir, eşitlik Tanrı’nın sevgisindedir. Eşitlik ve farklılıklar ayrı kategorilerdeki şeylerdir, birisi mavi, birisi 5’tir. Birisi renk, birisi rakamdır. Pavlus “herkesin” dua ve peygamberlikte bulunmasını istiyor, teşvik ediyor. Aynı zamanda arka arkaya yazdığı 117 (veya 14) cümlede kadınların “toplantılarda sessiz kalmalarını” istiyordu. Bu sessiz kalma isteği dua ve peygamberliği kapsamıyordu. Kadınlar kilisede önder olamazlar, öğretiş veremezler. Önemli olan günümüze uymak veya toplam fayda hesabı değil, Kutsal Kitap’a uygunluktur.

gotquestions.org’tan: Kutsal Kitap Kadın Önderler İçin Ne Diyor? Tanrı, kilisede ruhsal öğretim yetkisi taşıyan konumlarda sadece erkeklerin hizmet etmesini uygun görmüştür. Bu, erkeklerin daha iyi öğretmenler olduğu ya da kadınların daha aşağı ya da daha az zeki olduğu anlamına gelmez. Bu sadece Tanrı’nın kilisenin işleyişini tasarlama şeklidir. Erkeklerin, yaşamları ve sözleriyle ruhsal önderlik konusunda örnek teşkil etmeleri gerekmektedir. Kadınlar da yaşamlarında örnek olmalıdırlar, ama farklı bir şekilde (1. Petrus 3:1-6). Kadınlar diğer kadınlara öğretmeleri için teşvik edilirler (Titus 2:3-5). Kutsal Kitap kadınların çocuklara öğretmesini de engellemez. Kadınların engellendiği tek etkinlik, erkeklere öğretmek ya da onların üzerinde ruhsal yetkiye sahip olmaktır. Bu, kadınların erkeklere pastör olarak hizmet etmesini engeller. Bu, kadınları hiçbir şekilde daha az önemli yapmaz. Aksine, onlara Tanrı’nın tasarımıyla daha uyumlu bir hizmet odağı verir.

hristiyanturk.com’dan: Kadından pastör olur mu? Pastörlük bambaska birseydir. Kadinlarimiz bastacimizdir. Isa Mersih ve ögrencilerine de cok hizmet etmislerdir. Simdi de hizmet etme armaganlari vardir.Ama egemenlik etme ve toplulugu yönetme onlarin görevleri arasinda degildir. Devamı için, “Hıristiyanlık ve yahudilikte kadın” adlı yazıya müracaat edilebilir.

Kiliseler ve cinsel istismar

Papa Benedict XVI görevinden istifa etti!  Herkes sordu niye istifa etti diye. Böylesi bir görev niye bırakılır? Papa, yaşlandığını, yorulduğunu öne sürdü gerekçe olarak. Ama asıl gerekçe bu güne kadar Vatikan’ın  kasalarından çıkan 2.3 milyar doları aşkın, cinsel tacize uğramış çocuk ve ailelerine ödenen tazminatlar ve çığ gibi büyüyen yeni cinsel taciz suçlamaları olabilir mi?  Açılan yeni davalar, iyimser bir tahminle 15 milyara tırmanacağı kestirilen tazminat ödemeleri, papaz, piskopos, başpiskopos ve kardinallere yöneltilen sonu gelmek bilmeyen cinsel taciz suçlamaları,  kardinallerden yüzde 30’unun geçmişte polisçe cinsel taciz suçlamaları nedeniyle soruşturulmuş olması mıdır istifasının nedeni? Yoksa Teksas’da üç erkek çocuğun cinsel taciz davasında bizzat kendisinin taraf olarak gösterilip diplomatik dokunulmaz istemiyle dava dışında bırakılmayı sağlaması mıdır? “Katolik seminerlerden mezun olanların yüzde 10’unda pedofil yani çocuk tacizcisi olma eğiliminin saptayan raporun” dünya medyasına düşmesi olabilir mi Papa’lıktan ayrılmasının gerçek nedeni? Papa Benedict XVI önceleri liberal bir din adamı ama 1968’den sonra kökten dinci kesiliyor. Sonuna kadar Katolik kilisesinde cinselliğe uygulanan yasakları savunuyor, papazların evlenmesi için yapılan girişimleri engelliyor ve en vahimi 2001 yılında kaleme aldığı “de delictis gravioribus” başlıklı gizli belgede cinsel taciz suçlamalarına yönelik kanıtların yok edilmesini, bu suçu işlediği adli makamlarca öne sürülen papazların Vatikan’a gönderilip koruma altına alınmasını öneriyor. Aslında Vatikan’ın ağzına almadığı bir gerçek var:  İsa’nın 12 havarisinden 11’i evli, çoluk çocuk sahibi! Papalar ve diğer bütün Katolik din adamları da 1039 yılında Papa IX. Leo dönemine kadar evlenebiliyor, çocuk sahibi olabiliyor. Papa IX. Leo, Kardinal’den sıradan bir papaza kadar din adamlarının ölünce mal varlıklarının çocuklarına kalmasından rahatsızlık duyuyor. Bu mallar Vatikan’ın olmalı. Ve önce evlenmeyi sonra da papazların cinsel ilişkide bulunmalarını yasaklıyor! Yani Tanrısal, kutsal, Hz İsa’nın öğretileriyle bir ilgisi yok cinsel yasakların Katolik Mezhebinde. Parayla ilgisi var parayla; malla mülkle! Yahu Aziz Petrus, yani ilk Papa, Hz. İsa’nın en yakını, evlidir, çocukları vardır. Borgia’lara bakın! Lucretia ve Cesare Borgia, Papa Alaxander’ın  çocukları değil midir!  (Aziz Üstel, Star, 04 Mart 2013)

Daha o yıllarda!

“On beşinci asırda Güney İspanya’ya gönderen gönderilen piskopos Egila, evli kadınlarla metres hayatı yaşayan İspanyol rahipleri ihbar etmekteydi.” (Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 183) “1600’lü yıllarda ise Arnavutluk Ortodoks kilise rahipleri, metres tutmak ve ayyaşlıkla suçlanmışlardı.” (Bizzi, Arcivescovo,  s. 61) “Sapıklık, dini merkezlere kadar yayıldı. Papazlar, büyük günahlar ve ciddi suçlarla itham edildiler. Rahip Jarun: ‘Papazların ahlakı tamamen bozuluş, kalplerini ihtiras ve mal sevgisi bürümüştü. Fransa’nın bütün geliri, papazların masraflarına ve arzularının doyurulmasına yeterli gelmiyordu’ demektedir.” (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s. 229) “Rahiplerin özel hayatları iğrenç ahlaksızlıklar ile doluydu.” (Kerim Aytekin, Misyonerlere kanmayın, s. 131)

Kiliselerdeki tecavüz ve eş cinsellik haberlerinden seçmeler… ! 

aedb09ff-f4b1-4adf-a9a6-52ae0b1b620c

vatikan-tecavuz-afetti-1

Papa: 50 din adamından biri pedofil. Kiliselerin cinsel istismar olaylarıyla anıldığı birçok olayda din adamlarının korunduğu, olayların üstünün örtüldüğü iddia edildi. Ancak bazı olaylarda din adamları kiliseden uzaklaştırıldı. Katolik dünyasının lideri Papa Franciscus da 2014’te verdiği bir röportajda, bazı din adamlarının çocuk istismarına karıştığını kabul etmişti. Papa, İtalyan La Repubblica gazetesine verdiği röportajda, Katolik Kilisesi’ndeki her 50 din adamından birinin pedofil olduğunu söylemişti. Dünya genelinde kiliseye bağlı yaklaşık 414 bin din adamı bulunuyor. Papa’nın sözünü ettiği yüzde 2’lik oran yaklaşık 8 bin kişiye karşılık geliyor. Katolik rahiplerin yüzde 1 ile yüzde 5’i Vatikan’ın BM Temsilcisi Başpiskopos Silvano Tomasi de benzer bir oran vererek Katolik Kilisesi’ne bağlı din adamlarının karıştığı cinsel istismar olaylarını doğrulamıştı. Tomasi, 2004 ile 2014 arasında Vatikan’a 3 bin 400 çocuk istismarı vakası rapor edildiğini, bu çerçevede Vatikan’ın 848 papazı görevden aldığını, 2 bin 572 papaza da hayat boyu kefaret cezası verildiğini açıklamıştı. Tomasi, “Son 50 yılda Katolik rahiplerin yüzde 1 ile yüzde 5’inin cinsel istismar vakalarına karıştığını biliyoruz.” ifadesini kullanmıştı. Katolik Kilisesi’ne bağlı din adamlarının karıştığı cinsel istismar olaylarını araştıran ABD’nin John Jay Enstitüsünün 1950 ile 2002 arasına yönelik incelemesinden de çarpıcı sonuçlar çıkmıştı. Katolik Kilisesi’ndeki çocuk istismarlarıyla ilgili 2004 yılı raporunda, din adamlarının istismar ettiği çocukların çoğunlukla erkek ve bunların yüzde 85’inin 8 ila 10 yaşında olduğu belirtilmişti.
 Oscar ödüllü filme konu oldu: Katolik Kilisesi’nin dünyanın birçok ülkesinde yüzbinlerce din adamı bulunuyor. Birçok ülkede de özellikle çocuklara yönelik istismarı içeren çok sayıda vaka basına yansıyor.  Bunlardan en çok bilineni ve filmlere de konu olanı ABD’de yaşandı. Geçen yıl en iyi film dalında Oscar ödülü kazanan “Spotlight” filminde de aktarılan 2002’deki olayda Boston Globe gazetesi, çok sayıda çocuğun yıllarca din adamlarının istismarına maruz kaldığını ortaya çıkardı.Gazetenin yarattığı etki üzere 2004 yılında rahiplerin çocuklara karşı cinsel istismarları hakkında rapor yayımlandı. ABD Piskoposlar Konferansının yaptırdığı araştırmada, ABD’de 1950 ile 2002 arasında 10 bin 667 çocuğun 4 bin 392 rahip tarafından cinsel tacize uğradığı açıklandı. Rapora göre, mağdurların büyük çoğunluğu 11-17 yaş aralığındaki erkek çocuklardan oluşuyordu. Almanya’da yüzlerce vaka:Çok konuşulan olaylardan bazıları da Almanya’da görüldü. Almanya’da 2010’da Katolik Kilisesi’nin tarihi korolarından “Regensburger Domspatzen” ile kilisenin okulunda papaz ve öğretmenlerin 422 çocuğa yıllarca cinsel tacizde bulunduğu, şiddet uyguladığı ortaya çıktı. Dava sürecinde 13 papaz cinsel istismar nedeniyle mahkum edildi.Almanya’nın Haren şehrinde 1996 yılında bir Katolik rahibin 227 cinsel istismar vakası ortaya çıktı. Hapis cezasına çarptırılan rahip şartlı tahliye edildi ve para cezasına mahkum edildi. Krefeld şehrinde 2002’de pedofil ağına mensup bir rahip, 1990’lı yıllarda çocuklara istismarlarda bulunduğunun ortaya çıkması üzerine yargılanarak 4 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bamberg şehrinde, 2008’de bir Katolik erkek yatılı okulundaki rahibin 1978-1984 yılları arasında çocuklara cinsel istismarda bulunduğu ortaya çıktı. Rahibe karşı açılan dava ise zaman aşımı sebebiyle düştü. Kilise, 2012 yılında rahibi emekli yaparak görevinden aldı. Almanya’da 2010’da açıklanan bir raporda ise 15 papazın en az 100 çocuğa şiddet uyguladığı ve istismarda bulunduğu belirtildi. Aynı yıl Augsburg bölgesinde 1946-2003 arasında meydana gelen 34 cinsel istismar vakası, Münih ve Freising bölgesinde 159 rahibin 1945 ve 2009 arasındaki 365 cinsel istismarı gün yüzüne çıktı. İrlanda’da üstü örtülmüş: İrlanda’da ise 2009’da yayımlanan bir raporda, 1975-2004 arasında Dublin başpiskoposunun yönetimi altındaki bölgelerde çocuk istismarı vakalarının kilise yetkilileri tarafından gizlendiği ifade edildi. Raporda, yaklaşık 40 yıllık dönemde 100’den fazla papazın çocuklara karşı cinsel istismar ile suçlandığı, binlerce çocuğun “sıklıkla ve ritüel haline gelmiş” şekilde istismara uğradığı kaydedildi.İrlanda Ulusal Çocukları Koruma Kurulunun 2016 raporuna göre, 1975 yılından beri çocuklara karşı cinsel istismarda bulunduğu düşünülen 325 zanlıdan sadece 9’u tutuklandı. Aynı kurulun bir başka araştırmasında, cinsel istismarla suçlanan 101 zanlının 49’unun öldüğü, 34’ünün hala papaz olarak görevine devam ettiği ve sadece 18’inin papazlığı bıraktığı belirtildi. Bu zanlılar toplamda 432 ayrı istismar vakasıyla suçlandı.  Belçika’da intiharlar: Belçika’da ise polis, küçük yaştakilere cinsel istismar davası kapsamında Katolik Kilisesi’nin Anvers, Hasselt ve Mechelen kentlerindeki merkezlerini bastı. Ülkede 1960-1980 döneminde 500 civarında çocuğa cinsel istismar iddialarını soruşturan federal savcılık cinsel istismarlarda Katolik Kilisesi’nin oynadığı muhtemel rolü araştırıyordu. Kilise yetkilileri, daha önce ölmüş bazı papazlara ait dosyaları savcılığa teslim ettiklerini açıkladı. Yine Belçika’da 2010 yılında yayımlanan bir araştırmada, Katolik Kilisesi rahiplerinin 1950 ila 1980 yıllarında en az 475 çocuğa cinsel istismarda bulunduğu belirtildi. Kurbanların 10 ila 14 yaş aralığında ve üçte birinin kız olduğu belirtildi. Kurbanlardan 13’ünün intihar ettiği 6’sının ise intihar teşebbüsünde bulunduğu vurgulandı. Bunların dışında Fransa, Çekya, Hollanda gibi birçok Avrupa ülkesinin yanı sıra bazı Afrika ülkelerinde de benzer pek çok vaka basına yansıdı. Bu olayların kimisinde suçlanan din adamları çeşitli hapis cezalarına çarptırılırken kimi olayların üstünün örtüldüğü eleştirileri getirildi.  Başpiskopos yargılandı: Vatikan’ın Dominik Cumhuriyeti’ndeki temsilcisi ve diplomatı kabul edilen Başpiskopos Jozef Wesolowski Ağustos 2013’te çocuk istismarı suçundan görevinden alındı. Polonya kökenli başpiskoposun bilgisayarında 100 bin adet çocuk pornosu verisi çıktı. Wesolowski’ye 7 çocuğa da cinsel istismarda bulunduğu suçlaması yöneltildi. Wesolowski, çocuk istismarı suçlamasıyla Vatikan’da mahkeme önüne çıkan ilk ve en üst düzey kilise temsilcisi oldu. Başpiskopos Wesolowski, ev hapsindeyken Vatikan’daki evinde ölü bulundu. Ölümünün doğal yollardan kaynaklandığı açıklandı.  BM’nin Vatikan raporu: Birleşmiş Milletler (BM) de Katolik Kilisesi görevlilerinin çocuk istismarları hakkında 2014’t bir rapor yayımladı. BM Çocuk Hakları Komitesi, çocuk istismarında bulunmakla suçlanan bütün rahiplerin Vatikan tarafından derhal görevden uzaklaştırılması gerektiğini belirtti.Komite, Vatikan’ı aldığı sistematik kararlar nedeniyle geçen 10 yılda papazlara, on binlerce çocuğa tecavüz ve tacizde bulunma ortamı sağladığı suçlamasını getirdi. Vatikan ise 2014 yılının ocak ayında 400 papazın önceki iki yılda çocuklara cinsel istismar suçlaması nedeniyle eski Papa 16. Benediktus tarafından papazlık görevinden çıkarıldığını kabul etti.Ancak kiliseye yönelik eleştirilerde bu sayının çok daha fazla olması gerektiği dile getirildi. (Basından, 09 Şubat 2017) 

Bir sene sonra:

“Evlilik müessesesinin yasaklanması, din adamları sınıfının oluşturulması bu rahip statüsünden olan insanların kaldırmayacağı yükleri onlara yüklemek anlamına gelir ki tarih bu sınıfın sapıklık ve aşırılıkları ile her zaman mücadele etmek zorunda kalmışlardır.”

Tecavüz, sapıklık onlarda (Devamı, “Dinsiz ahlak olur mu?” ve “Batı Medeniyeti” adlı yazılarımızda) ama kadın düşmanı (!) ilan edilen yine biziz?!

evlirahip-2

 skandal-4            kilise-skandal-5  Resimleri görmek için üzerlerine tıklayınız.

Erkek kılığına girip Papa seçilen kadın

kadinpapayicocugunudogururkengosterenbirgravur-2Pope Joan 70x100.indd

Kilise tarihinde utançla hatırlanan pek çok hadise var ama ‘Kadın Papa’ olayı gerçekte bir sahtekârlık hikâyesi.9. yüzyılda evlatlık olarak dindar bir ailenin yanına yerleştirilen İngiliz kızın hayatı gezgin bir rahibin kendisine âşık olup kaçırmasıyla değişti. Bir din adamının yanında kadınla dolaşmasının iyi karşılanmayacağı düşüncesiyle sevgilisini erkek kılığına sokan rahip hiçbir sorunla karşılaşmadan onunla birlikte Fransa, Marsilya, Galya’da pek çok manastırı ziyaret ettikten sonra Atina’ya yerleşti. Bilgili bir din adamı olan sevgilisi genç kızın hocasıydı aynı zamanda. İlahiyat konusunda dönemin hemen bütün Hıristiyan kaynaklarına ve sözlü anlatımlarına vakıf olan rahip bunları ona da öğretiyordu. Ancak eşi ölünce genç kız için Atina’da hayat giderek zorlaştı. Geliri ve birikimi yoktu. İş dini bilgiye kalsa çevresindeki erkek rahipler eline su dökemez durumda olacaklardı ama Atinalı Hıristiyanların gözünde önem kazanan sakal bırakma adeti onu kentten ayrılıp sakalın traş edildiği Roma’ya gitmeye zorladı. Roma’da kendisini din adamı olarak tanıtmaya cesaret edemedi ama ‘din alimi’ olarak tanıttı ve kısa zamanda hayli geniş bir çevre edindi. Sohbetlerine katılıp ona saygı duyanlar arasında pek çok kardinal vardı ve hepsi onu dönemin en gözde din bilginleri arasında kabul ediyorlardı. Bundan dolayı Roma kilisesinin başında olan Papa IV. Leon’un sağlığı bozulmaya başlayınca kardinaller papalığa en layık kişi olarak onun adını dillendirmeye başladılar. 847 senesinde Papa Leon ölünce yerine kilise dışından bir kişi olmasına rağmen ittifakla seçildi ve 8. Jean adıyla göreve başladı. Kaynaklar onun bu görevi iki yılı aşkın bir süre sorunsuz sürdürdüğünde müttefik. Amakadınlığı baskın gelip kardinallerden bir sevgili edinince durum değişti. Jean bir adım daha ileri gidip hamile kaldı ve bol, dökümlü resmi kıyafetlerinin altında karnının büyümesini saklayabileceğini, çocuğu doğurup onu kilise içinde ‘terk edilmiş bebek’lerden biri olarak büyütülebileceğini düşünüyordu. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. 855 senesinde Domitien Tiyatrosu önünde katıldığı bir dini tören sırasında doğum sancıları başlayınca her şey tersine döndü. Kardinaller Papa 8. Jean’ın kadın olduğunu öğrenmekten dolayı donmuş kalmışlardı. 857’de Papa IV. Leon vefat edince yerine, San Martino Manastırı’nda din dersleri veren Joan adında bir İngiliz, VIII. Ioannes adıyla yerine seçildi. Atina’da okuyup Roma’ya geçmiş; engin bilgisiyle dikkat çekmişti. “Bilginlerin Hocası” diye tanınırdı. Papalığa ondan daha uygunu yoktu. İmparator II. Louis’e taç bile giydirdi. Ne var ki, zamanla halk içine çıkmaması şüphe uyandırır. Tiber ırmağının taşması, günlerce süren zelzele ve ardından çekirge yağmuru, Papanın uğursuzluğuna yorumlanır. İki yıl sonra bir Paskalya yortusu merasiminde katır üstünde Vatikan’dan Lateran’a giderken fenalaşır ve San Clemantino kilisesine kaldırılır. İşte gerçek böyle ortaya çıktı: Papa kadındır ve üstelik de Saksonya elçisi Lambert’ten hamiledir. Kimi tarihi kaynaklar Jean’ın idam edildiğini, kimi ise çılgına dönen halk tarafından taşlanarak öldürüldüğünü yazıyor. Ama 8. Jean’ın kiliseye adını hiçbir zaman unutturmayacak bir anı bıraktığına şüphe yok. Bu ‘Sedia Stercoraria’ diye anılan ve papa olacak kişilerin erkek olup olmadıklarının elle yoklanarak kontrolüne olanak veren iskemle! (Radikal:26 Kasım 2006) 

SediaStercoraria-1  kilise_papa_kontrol-1

“Sapık papazlar” Vatikan’ı zora soktu

 ABD’nin California eyaletini sarsan “Sübyancı rahip” skandalının yeni olmadığı ortaya çıktı. Araştırmacı Yazar Aytunç Altındal yeni yazdığı “Papa 16.Benedikt-Avrupa Birliği ve Türkiye” kitabında Vatikan’ın 2002 yılında yaptığı açıklamasında 4450 Katolik papazın cinsel sapıklık olaylarına karıştıklarını itiraf ettiğini yazdı. Vatikan uzmanı olarak bilinen araştırmacı-yazar Aytunç Altındal’ın “Papa 16.Benedikt-Avrupa Birliği ve Türkiye” adlı yeni kitabında, Vatikan’ın soğuk duvarlarının ardında yaşanan skandalları ortaya çıkardı. Altındal papaların ve Katolik papazların yüzyıllardır cinsel sapıklık olaylarına karıştıklarını ancak olayların mağdurlarının kilise ve din korkusu nedeniyle bu cinsel sapıklıklara göz yumduklarını da belirtti. Altındal, yeni seçilen Papa 16.Benedikt’in Kardinallik döneminde kendi imzaladığı bir itirafında 1950–2002 yılları arasında 4450 papazın “Delicta Graviora”(Cinsel sapıklık, cinsel taciz) suçunu işlediklerini belirtti…2001 yılında ise Amerika’da büyük bir skandal patlak vermiş ve en az altı papaz bu suçlamaların sonucunda kilisenin onurunu kurtarmak için intihar etmişler bazıları da beklenmedik şekilde hayata veda etmişlerdi. Bunun üzerine Ratzinger 18 Mayıs 2001’de Latince bir mektup yollayarak tüm kilise önderlerini uyarmak zorunda kalmış ve “Seküler “mahkemelere intikal eden bu tip suçlarla ilgili açıklamalar yapılmasını yasaklamıştı. Onun bu girişimi tacize uğramış olan çocukların ailelerini savunan avukatlar tarafından davaya müdahale ve bilgi gizlemeye teşvik olarak değerlendirilmişti. ABD’deki skandal taraflar arasında uzlaşma sağlanarak ve 45, 75 milyon dolar tazminat ödenerek hasıraltı edildi. Ancak Katolik kilisesindeki bu pis “düşkünlük” ile ilgili her an her yerde yeni bir skandal patlak verebilir”

Kilise kurbanları

Antik çağ ve orta çağda Hristiyanlığı yaymak için birçok millet göç etmeye zorlanmış, işkencelere maruz kalmış ve tarihten silinmiştir. Engizisyon :Katolik kilisesi 10 milyon insanı katletmiş ve sayısız kişiye de işkence uygulamıştır. 1209 yılında Beziers´in fethedilmesiyle 22 bin kişi öldürülmüş ve 1244 yılında 215 kişi toplu olarak yakılmıştır. İspanyol Torquemeda 10 bin kişiyi yakarak öldürtmüş ve 100 bin kişiyi de kürek mahkumiyetine çarptırmıştır. Engizisyonun baş figuranlarından Pedro Arbuen´e, Papa IV. Pius tarafından “yücelik” unvanı verilmiştir.  Haçlı seferlerinde 1096 – 1291 yılları arasında yazar Hans Wollschäger´e göre 22 milyon insan hayatını kaybetmiştir. 1099 yılında Kudüs´ün feth edilmesiyle 70 bin Müslüman ve Yahudi katledilmiştir. Papa III. İnnozenz, 4. haçlı seferini başlatmış, 1202´de Zara´yı ve 1204´de Konstantinopel´i (İstanbul) yağmalatmış ve kendi mezhepleri arasındaki ayrılıkları körüklemiştir. İspanyollar 1391 yılında 50 bin Yahudiyi öldürmüştür ve 1492 yılında ise 50 bin Yahudi’nin zorla dinleri değiştirilmiş geriye kalan 100 bin ile 200 bin arasında Yahudi göçe zorlanmıştır.Ve yine 1615 yılında İspanyollar zulüm ve baskılarına rağmen dinlerinde kalan sayıları 300 bin ile 3 milyon arasında tahmin edilen Müslümanları göçe zorlayarak köklerini İspanya´dan kazımıştır. 1348-1350 yılları arasında Almanya´da 300 Yahudi yerleşim bölgesi tarihten silinmiş ve Yahudiler veba salgını için sorumlu tutulmuştur.   Amerikanın keşfinin ilk 50 yılında katolik İspanyollar 1 milyon yerlinin katliam, kölelik ve enfeksiyonel hastalıklardan dolayı ölümüne sebep olmuştur. Ve daha sonra ki 150 yıl içinde 100 milyon insan yani yerli halkın 90% haritadan silinmiştir. Yerlilerin ellerini ve burunlarını kesip köpeklere yem etmişler: Kurbanlarını 13 lü gruplar halinde asmalarının sebebi: 12 Havari + 1 Hz. Isa. Köle ticareti, Fransanın ulusu Martin von Tours´un 20 bin kölesi olduğu bildirilmekte. Amerika´nın keşfinden 19. yüzyıla kadar 13 milyon Afrikalı köleleştirilip Amerika´ya götürülmüştür. 18. Yüzyılın sonuna kadar çoğunluğu kadın ve içinde çocukların da bulunduğu 40 bin ile 100 bin arasında insan yakılarak ve çeşitli metotlarla katledilmiştir.  

piushitler

Konrad Gröber´den Papa´ya (1944):  “Nazi´lerin yeni dünya bakışında bazı iyi şeyleri yanlış anlıyoruz. Ama yakından baktığımızda olayın Hıristiyanlığın bir kopyası olduğunu görüyoruz.” 

hexenhammer 

Tarsus’ta doğan Saint Paul yani Pavlus, kendi İsa’sının peygamberidir. Haham Baruch Efrati, 2015’te, “Hıristiyanlık ve onlara ait peygamber kıssaları, 1 ile 15. asır arasında yaşamış Yahudi hahamlarca yazılmıştır.” demektedir. Pavlus, ilk günahı icat ederek faturayı Hz Adem’e keser. Hiçbir İncil yazarı Hz İsa peygamberin havarisi değildir. Hz İsa’nın şeriatındaki, sünnet olma emri, domuz yeme ve şarap içme yasağı, paganların hoşuna gitmeyeceği gerekçesiyle Pavlus tarafından çıkartılır. Pavlus, nasıl Hristiyan olduğunu anlatırken aslında şeytan ile karşılaşmasını açıkça beyan eder: “Şam’a doğru yola çıktım, birdenbire gökten parlak bir ışık çevremi aydınlattı, ‘Ben Nasıralı İsa’yım’, dedi. Papa 16’ncı Benedikt Merkel ile, 2006’da, ‘AB’ye giriş kartı Hıristiyanlıktan geçer.’ demiştir. Forbes dergisine göre Vatikan dünyanın en gizli ve karanlık bankasıdır. Vatikan kürtaja karşıdır fakat kürtaj malzemesi üreten tüm büyük kuruluşların hepsinin de hissedarıdır. Papa Francis, 2014’te Katolik kilisesinin 50 din adamından birinin sübyancı olduğunuz açıklamıştır. 2015 yılında bizzat Papa Francis tarafından göreve getirilen Vatikan hazine bakanı George Pell, iki çocuğa tacizde bulunmaktan suçlu bulunduğunda 77 yaşındaki idi. Avustralya eski kardinali Theodor Mcbahseder ise tacizden dolayı görevden azledildiğinde 88 yaşında idi. Akla şu doru gelmektedir. Bu yaşa kadar beklenilmesi gerekiyor muydu? “Vatikan hücresinde” isimli kitapta, ‘Vatikan, dünyanın en büyük eşcinsel topluluğu’ olarak ilan edilir. Papa şubat ayında ise, ‘papazların seks kölesine çevirdiği rahibelerden’ bahseder. 1946 ile 2014 yılları arasında 3600 çocuğun papazlar tarafından suiistimale uğradığı itiraf edilir. ABD’nin Pennsylvania eyaletinde, binden fazla çocuk tacizi uğramıştır. Taciz kurbanlarını savunan platform Rete L’abuso, piskoposların tacizleri inceleme toplantısının, ‘bir zaman kaybı olduğunu’ söylemektedir. Papa Francis’i yalancılıkla suçlayan bu platform, Papa’nın, ‘tacize sıfır tolerans’ ifadesinin aslında, ‘Kiliseye sıfır güvene’ dönüştüğünü ilan eder. Tacizci olduğu ispatlanan binlerce Katolik din adamının kovulması gerekirken, ‘yalancı papa’ korkusundan bunu gerçekleştirilmemiştir! Vatikan Dün de böyleydi. 432 yılında göreve gelen ilk papalardan Üçüncü Sixtus, bir rahibeyi ayartmadan suçlu bulununca mahkemede, itiraf gibi bir savunma yapar: “Aranızda suçsuz olan kim varsa, ilk taşı o fırlatsın.” Papa 3. Sergius, 904 yılında önceki papayı öldürmekle kalmamış çocuk yaşta fahişelik yapan Marozia’dan peydahladığı gayrimeşru oğlunu da kendinden sonraki Papa olmasını sağlamıştır. 955 yılında Papa olan 12. John, kilise tarihine iki kız kardeşiyle yatan Papa olarak geçmiştir. 1032 yılında göreve gelen 9. Benedick, genç erkeklere düşkünlüğü ile bilinirdi. 1294 yılının papası 8. Boniface, hem annesi hem de bu kadının küçük kızını birlikte nikahlanmıştı. 1342 yılında göreve gelen 6. Clement, sayısız metrese sahipti ve bel soğukluğu ile biliniyordu. 6. Sixtus, biri kız kardeşinden olmak üzere altı gayrimeşru çocuğa sahipti. 1492 yılında papalık makamına gelen Rodrigo Borgia, şehri adeta fahişeler başkenti haline getirmiştir. Kilise kurbanlardan Fiona Barnett, ‘Vatikan olarak bilinen taciz amaçlı çocuk kaçırma teşkilatının, üst rütbeli üyelerini de koruma altına aldığını’ söylemektedir. Ona göre, George Pell sadece bir çocuk tacizcisi değildir, aynı zamanda bunu şeytana hizmet eden karanlık bir ayin olarak yapmaktadır. İngiliz Kraliyet Komisyonu pedofili iddialarını soruşturma için Avustralya’ya gelince, Komisyon başkanı yargıç Coate, ‘Biz buraya geçmiş kurbanların şikayetleri dinlemeye gelmedik, şu an bilgi toplama aşamasındayız, ne yapacağımıza henüz karar vermedik.’ demiştir. Barnett, ‘bu komisyonda diğerleri gibi olayın üstünü örtmek için buradadır.’ açıklamasını yapar. Popüler Science dergisinin bir haberine göre Vatikan, Arizona Üniversitesi ile işbirliği içinde devasa bir teleskop inşa eder. Teleskopun ismi ise, Lucifer’dir, Yani; şeytan! Vatikan Avrupa’nın en güçlü emlak mafyasıdır, yüzyıllar boyu cennetten arsa satma işini son yüzyılda gerçek manada şekillendirmiştir. Tom Horn ve Chris Putman, Exo-Vaticana isimli bir kitap yazmışlardır: Bu kitaba göre Vatikan, tüm dünyayı uzaydan gelecek olan bir Mesih yani Bir uzaylı kurtarıcı için hazırlamaktadır. Cinsellik söz konusu olduğu zaman Vatikan skandallarla doludur ama orta çağda medya bu kadar gelişmiş olmadığı için ve papalığın otoritesi olduğu için hemen hiç bir olay ortaya çıkmamıştır. Aslında asıl sorun tacizler değildir. Bundan sonra tayin ettikleri rahipler ve rahibelerin cinsel hayatları ne olacaktır? Katolik dogma, papaz da olsa insan fıtratı ile mücadele ederek, bu ahlaksızlıklardan asla kurtulamaz. Bir önceki papa Ratzinger’in bile istifa etmesinin nedeni olarak, hizmetçisiyle homoseksüel bir ilişki yaşadığı ima edilmektedir. Asıl sorgulanması gereken, evlenme yasağıdır. Sadece rahiplerin değil rahibeler arasında da gizli İlişkilerden söz edilmektedir. Dinlerde asıl olan, kadın ve erkeğin meşru şekilde evlenmeleri ve hayatlarını devam etmeleridir. Konsillerin, kutsal ruhun tecelli ettiği yer olduğuna İnanılır. Konsil kararları öyle çıkar. Papa, İsa’nın biricik halefi olan Petros’un halefidir. Papa, ‘dini anlamda hata yapmaz’ sıfatına sahiptir. Vatikan’ın dünya üzerinde 400’e yakın üniversite, 1500 tane koleji vardır. Vatikan Bankası, dünyanın en büyük bankadır. Uyuşturucu trafiği yoluyla kara para aklama işleri yapar. Papalık içerisinde güç dengeleri vardır. Vatikan 4 yapıdan oluşur: Cizvitler, dominikenler, fransiskenler ve Opüs deiler. Hala Hıristiyan dünyası, Türklerin İstanbul’u fethetmesinin unutmamıştır. Avrupa, Katolik kökenli bir politika izleyerek, paylaşım savaşı’nda yer almak istediği için hedeftir. Avrupa’nın birleşmiş bir askeri ve ekonomik güç olarak karşısına çıkmasını istemeyen Amerika ile dinleri ortadan kaldırmak isteyen ‘felsefe’ sahibi küreselci şeytanların bu konuda menfaatleri örtüşmektedir. Müslüman toplumların sömürüye olan başkaldırıları, Müslümanların diğer inançlara karşı yaptığı bir din savaşıymış gibi dünyaya sunulmaktadır.

Dominikyalı bir keşiş olan Bartolomeo de las Casas, ‘Yerlilerin gözyaşları’ adlı hatıralarında, İspanyolların yaptığı katliamlar şöyle anlatır: “İspanyollar iğrenç ve insanlık dışı katliamlarla yerlileri öldürdüler. 40 yıl içinde bu topraklarda, 20 milyonun üzerinde erkek, kadın ve çocuk, hiçbir suçlar olmadığı halde katledilmişlerdir. Aslında ana karada canı alınan yerli sayısının 50 milyon civarında olduğuna inanıyorum.” (s. 34)

Henri Pirenne, ‘Ortaçağ Avrupa’sının ekonomik ve sosyal tarihi’ adlı eserinde, (sayfa, 138-142) özetle şöyle der: Ortaçağın kaçınılmaz faizcisi kilise idi. Kilisenin, Shell, General Motors, B. Steel, General Electric gibi şirketlerin hisselerine sahip olduğu biliniyor. 1483’te Katolik İspanya kralı, 15 yıl içinde dinini değiştirmeyi red eden 2000 sanığı diri diri yakmıştır. (J. Attali, Yahudiler, dünya ve para,  s. 200)

Fransız sosyolog yazar Frederic Martel, 4 yıllık araştırması sonucu bir kitap yazar. Kardinal, piskopos, monsenyör, Vatikan Büyükelçileri dahil, 1500’e yakın üst düzey kişiyle görüşür. Kitabının son cümlesi şudur: ‘Dünyanın tek gay Devleti Vatikan’dır. Papa’nın etrafındaki üst düzey din adamlarının yüzde sekseni eşcinseldir. Vatikan dünyadaki en büyük eşcinsel topluluktur.’ Dünya medyası tüm imkanları ile eşcinselliği pompalarken, nasıl oldu da söz konusu Vatikan olunca eşcinsellik üzerinde büyük bir saldırıya geçmiştir? Aslında saldırı altında olan, ‘vahye dayalı’ dinlerdir. Küresel şeytani yapı, tüm semavi dinlere savaş açmıştır. İnsanların din ile olan bağını zayıflatmak, mümkünse yok etmek planlarının bir parçasıdır. Vatikan, en kolay yutulacak lokmadır. Çünkü birçok malzeme barındırmaktadır. Cinsel istismar mağdurları başlarından geçenleri anne babalarına, doktorlarına, yan taraftaki kilisenin papazını anlatmamış var mıdır? (Gerçek Hayat, Sayı, 959, 11-17 Mart 2019, sayfa: 8-46)

Amerika’daki kızıl ırkı yok etti; katliamlar yaptı, altın ve topraklar sömürüldü!   Afrika’daki kara ırkı köleleştirdi, toprak işgal edildi; madenleri sömürdü! Çin – Hindistan işgal edildi, sarı ırkı toplu katliamlarla 200 yıl sömürüldü! Hıristiyan olmayan beyaz ırkı da; Haçlı seferlerinden, I. Ve II. Dünya savaşlarına – ara renk Araplar ihmal etmeden – işgal edildi, sömürü, katliamlar yapıldı. Tüm bunlar olurken tanrı ile devamlı görüşen, papalık makamını işgal eden insanlar ne tepki verdiler, bırakın engel olmayı, eleştirmeyi, “destek olmayan” var mı idi ?

esefleozur-sekizyuzbin-1

                                                                                          800.000 cana karşılık ‘özür ve esef’…!!! 

“Papa da, kilise de, Katoliklik de post-modern nihilizm, alkolizm ve eşcinsellik içinde kayıplara karışarak buharlaşıyor. Katı günahkârlıktan çıkıyor, ancak katı hazcı bir yola koyuluyor. Artık gay Papa bile yakında görebiliriz.”  (Ergün Yıldırım, Yeni Şafak, 11.11.2020)

Hz İsa’yı bu kilise’den kurtaralım! O (as) ne tanrı ne de eşcinsel, O (as) Allah’ın elçisi ve sadece bir insan!

“Müslümanların inancına göre İsa Aleyhisselam bir Resul idi. Hıristiyan yazarları Müslümanların Hz İsa’yı tanımadıklarını ileri sürüyorlar. Müslümanlar elbette İsa aleyhisselam’ı Hıristiyanlarca verilen bir sıfatta tanıyamazlar.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 76,77) “Bir Hıristiyan İslam’ı kabul etmiş ve yeni dindaşlarını güya memnun etmek gibi bir cahiliye düşüncesi ile İsa aleyhisselam’a sövüp lanet etmiş. Bunun üzerine Müslümanlar onu kadının huzuruna götürmüşler ve idamına hükmetmesini istemişlerdi.” (E. Bosworth-Smith, Muhammed and Muhammedanism, s. 269)

Luther, Hz. İsa’nın üç kez zina ettiğini yazabilmiştir. (A. Lunn, The Revolt Against Reason, s. 233)  Hatta 1967 yılında Cambridge Katedrali papazı C. H. Montefiore, Hz İsa’nın bir homoseksüel olduğunu ima etmiştir. (Times, 28.7.1967) 

Ateist papazlar! “Ölümden sonraki hayat hakkındaki inançlarının ne olduğu sorusuna, İrlandalı rahip,’ ölmüş olan bir insanın aynı bir hayvan gibi ölü olduğuna inandığını’ belirtmiş ve ‘İşte bu kadar’ demiştir.” (Conor Crusio O’Brien, The Observer, london, 22.2.1981)

Humboldt Üniversitesi dinler sosyolojisi kürsüsü başkanı Jöns’ün, kilise görevlileri arasında yaptığı araştırma sonucu: ‘Papazların yüzde 20’si ateist’ (Yörünge Haber 10-16 Ağustos 1997 339. Sayı, s. 24)

Hem sapık hem kumarbaz

Transeksüel Pastör(e)

Protestan’tanlıktan Ortodoks’luğa geçmiş olan bir adamın anıları!

“Biz kendimize Protestan falan demiyorduk. Sadece “imanlı” diyorduk. Pastörlerin konuşmalarına göre, Müslümanlar, ateistler ve Hristiyanlığın özünü bozmuş olan “diğer mezhepler” imansızlardı. Kimdi bu diğer mezhepler? Ortodoks ve Katolikler idi. Daha ilk iman ettiğimizde bize anlatılan şey, Ortodoks ve Katoliklerin İslamcılardan farkı olmadığı, onların Meryem’e taptıkları ve dolayısıyla putperestleştikleri, Martin Lutherin bir kahraman gibi çıkarak tüm bozukluğu yerle bir ettiği ve “gerçek imanlıların” tekrar böyle ortaya çıktığı bize anlatılmıştı. Gerçek imanlılar, anladığım kadarıyla Protestanlardı. Bir gün Pentecostal olduğunu henüz bilmediğim (çünkü o zamanlar Protestanlık içinde ayrımlar olduğunu bilmiyordum)  şifa almak için yere düşüp kalktıklarına şahit olduğum bir cemaat ile karşılaştım. Gittiğim kilisedeki pastörüm ise bu cemaat hakkında “Onlar tam imanlı değil. Onlara dikkat et” diye beni uyarmıştı. O zaman anladım ki imanlılar arasında da “gerçek imanlılar” ve “dikkat edilmesi gereken imanlılar” vardı. Yani az çok fark ettiğim kadarıyla Hıristiyan dünyasında gerçek imanlı olmak için Protestan olmak gerekiyordu, ancak Protestanlığın da doğru kolunda kalmak gerekiyordu. Peki, ben gerçek imanlı mıydım? Pastörüme göre evet. Oysa diğer Pentecost kilisesine gittiğimde bu sefer oradaki pastörün kendi cemaatinin gerçek imanlı olduğunu söylemesi ilginçti. Sonra bulunduğum şehirden ayrılıp İstanbul’a geldim ve bir süre bu tarz canlı insanların olduğu bir kiliseye katılmaya başladım. Araştırdım ve çok geçmeden anladım. Burdaki tarz aslında “prosperity” gospel idi. Yani Bolluk Kilisesi. Ücüncü bir Protestan grup ile bu şekilde tanışmış oldum. Kilise arayışım devam etti. Çok geçmeden hoşuma giden bir pastörle tanıştım. Hoşuma giden diyorum çünkü artık anlamıştım ki “İstanbul’da çok kilise vardı ve hepsi farklıydı.” Yeni bulduğum işte böyle bir kilise oldukça kuralcıydı ve yapıları farklıydı. Öğretişe çok önem veriyorlardı ve Eski ahitten çok bahsediyorlardı. Kelamı daha iyi öğrenmek adına bu “Kore kilisesine” birkaç sene devam ettim. Ancak bir gün bir konuşmamız sırasında bana pastörün çocuğunun 8 günlükken vaftiz olduğunu söylediler. Şaşırmıştım. O zamanki araştırmalarımda kelamda böyle bir şey olmadığını düşünüyordum.  O kiliseyle bu konuda tartıştık ve o kilisenin bir Presbiteryen Kilisesi olduğunu tespit etmiş oldum. Oradan da ayrıldım. Böylece İsa ile olan yaşantımda dördüncü mezhebi de görmüş oldum. “Her kilise öğretiş olarak farklıydı” ve bu konuları araştırmak ve doğru kiliseye ait olmak da vakit alıyordu ve bu konuda kurallar da mevcut değildi. Yani kendi el yordamımla “iman arayışıma” devam ediyordum. Kendime öyle bir kilise aradım ki, aşırı uçlarda olmayan, nazik, tutarlı bir kilise olsun, fanatik olmasın. Sapık öğretiş barındırmasın. En önemlisi de Kutsal Kitap konusunda saygılı olsun. Ancak gözlemlediğim çoğu Protestan kiliselerinde pastörlerin bazı tavırları beni rahatsız ediyordu. Neydi bu rahat tavırlar? Kilisedeki vurdumduymazlıktı mesela. “Rab burada, aramızda kardeşler. Haydi dua edelim” derken bile kişilerin ellerinin cebinde olmasıydı. Dua ederken bile ayak ayaküstüne atan kişileri görüyordum. Düşünemiyordum, eğer o odaya günümüzün devlet başkanı dahi gelse, hatta şehrin valisi o anda odadan içeri girse, kişiler ellerini cebine sokamazlardı ve ayak ayaküstüne atamazlardı, ancak “Rab burada, aramızda!” derken Protestanlar oldukça korkusuzdular. Bir başka gözüme çarpan sorun da ilahiler idi. Protestanlıktaki ilahilerin fazlalılığı (yani her önüne gelenin ilahi yazması), bestelerin basitliği ve sözlerdeki gramer ve teoloji hataları da gözüme çokça ilişmişti. Görüşüme göre Rab ile ilgili yapılan şeyler korku ile yapılmalıydı. Korkarak Rabbe yaklaşılmıyor ise bu durum er ayda geç laçkalığa ve sistemsizliğe dönüşüyordu. Protestanlıktaki bu rahat ve sistemsiz tavırlar çok geçmeden beni büyük ölçüde rahatsız eder olmuştu. Filipililer 2:12’deki (kurtuluşunuzu titreyerek ve korku ile sonuca götürmeye gayret edin) ayeti kulaklarımda çınladıkça, kiliselerde gördüklerim beni her geçen gün rahatsızlığa itiyordu. O dönemde “Amerika’ya gittim. Yani tüm Protestanlığın merkezine.” Hıristiyanlığın bollukla ve bereketle yaşandığını düşündüğüm, güzel insanların kurmuş olduğu temiz kalpli, “Mesih severlerin ülkesine.” Oysa orada işin renginin çok daha farklı olduğunu çok geçmeden anladım. Assemblies of God, Southern Baptist, Non- denominational, Charismatic, Messianic Jewish gibi isimlerle var olan ve bunu da açıkça belirten kiliseleri gözlemledim ve Pazar servislerinde bulundum. “Hepsindeki pastörlerin birbirleri hakkında farklı şeyler söylediklerini, hatta birbirlerini suçlarcasına konuştuklarını” bizzat gördüm. “Amerika’da mezhep farkı inanılmaz yoğun ve kalınca belirgindi.” Türkiye’de bulamadığım o birliği Amerika’da bulacağımı sanarken tam tersi bir durum ile karşılaşmıştım. Türkiye’deki gibi daha saf ve yeni imanlılar neredeyse yok gibiydi.  “Amerika tecrübesi mezhepler konusunda bir nevi gözümü açmıştı. Türkiyedeki gibi gizlice yapılmıyordu iş.” Resmen ve açıkça insanlar “mezheplerini söylüyorlar ve birbirlerini kalın çizgiler çekerek birbirinden ayırıyorlardı.” Amerika’da sadece mezhepçilikle degil, ayni zamanda Protestanlığın sığ ve maddi yüzeyiyle de karşılaşmıştım ve artık Protestanlığa şüphe ile bakar olmuştum. Türkiye’deki imanlıları da artık mezhep süzgecinden görür olmuştum. Özellikle bazı arkadaşlarımın Kalvinciliğe geçmesi iyice beni bu ayrışmalardan tiksindirir hale getirmişti. “300’e yakın ve birbirinden çok farklı Protestan mezhebi” vardı, fakat gerçek mezhep hangisiydi? Ev kilisesi yaptığımız dönemde de şunu görmüş oldum. Protestansan, özgürsündür. İstediğin kiliseyi kurarsın. İstersen kapatırsın. Her konuda bir özgürlük vardı. Yani “o kadar özgürdü ve rahattı ki hiç kimseye güvenim kalmamıştı” artık. Birlik yoktu kimsede. “Madem geleneğin ve Katolikliğin sapıklıklarını atıp temizlenmişlerdi, neydi onları bu kadar ayıran fikir ayrılıklarının çokluğu?”. “Protestanlık fikirsel zenginliktir. Rab zenginliğe önem verir. Ne kadar çok mezhepimiz var. Ne kadar renkliyiz. Rab bunu seviyor” demişti bir gün birisi. Hangisi gerçek olandı? Bilemiyordum ve kafam her daim karışıktı. İçten içe de bir tatminsizlik baş göstermişti bende. Çevreme bunu aktardığımda “Kiliseni değiştirmeyi birak. Değişen sen olmalısın. Her kilisede hata vardır. Ama insanlara bakma. Kendine ve Rabbe bak. Kendinden sorumlusun.” yanıtını alıyordum. Ancak yine de bunu söyleyen kişilerin bile hayatında yolunda gitmeyen çok şeyler vardı ve bu gördüğüm sistemsizlikleri ve düzensizlikleri insanların yüzüne vurmak da fayda vermiyordu. İtiraf etmeliyim ki 6 senede gitmiş olduğum kiliselerin hepsinde hata gördüm. “Kimi pastör karısını dövüyordu. Kimisi eşcinsel idi. Kimisi aldatıyordu. Kimi para sevdalısıydı.” Tüm bunları sorguladığımda bana tekrar ve tekrar şu cevap veriliyordu: “Doğru kilise veya mükemmel kilise zaten yok ki? Bulunduğun kiliseyi geliştir. İlahi yaz. Beste yap. Vaaz et. Kendini geliştir. Böylece kilise de gelişir”. “İşin ilginci Protestan imanlıların pek çoğu, inançlarındaki sistemsizliğin farkındaydı.” Hemen hemen hepsi kiliselerden ve gidişattan şikayet ediyordu. Kimi pastörden, kimi parasal düzenden, kimi kültürü anlamayan yabancı imanlılardan. Ve en ilginci de şuydu. Hiçbiri açık açık “Ben Protestanım ve bundan gurur duyuyorum” demiyordu. “Protestan değilim” diyorlardı çoğu kez. Hep bir şeyleri saklama ve açık oynamama seziyordum. “Çoğu pastör olma sevdasında, vaaz verme peşinde, kiliseyi kurtarma ve Türkiye’deki Müslümanları iman ettirme peşindeydi.” Bir Protestan için tapınma = Vaaz ve Gitarla ilahi söylemektir. Protestanların “Tapınma” dedikleri gitar, davul ve klavye ile yapılmak istenen şey ise Tanrı hakkında güzel ve etkileyici bir bilgi/duygu verebilmektir. “Özellikle Amerikan kiliselerinde bu olay yoğun olup, kiliselerin pek çoğu konser sahnesini andırır.” İlahiler çoğunlukla moderndir ve dünyada alışık olduğumuz pop/rock melodilerine yakın bestelerdir. “Protestanlıktaki pek çok mezhep ise daha çok Tanrı’ya uymak için değil, insanın mutluluğu için kendi geleneklerini yazar.” Örnek verecek olursak; kilisede vaftiz olmayan bir grup imanlının kalbi kırılmasın diye Rabb’in sofrası o hafta yapılmayabilir. Göğüs uçları gözükmesin ve kişi rencide olmasın diye imanlı, suya batırmadan vaftiz edilebilir. (bizzat yaşadım). Kişi üzülmesin ve kilise dağılmasın diye eşcinselliğe göz yumulabilir, eşcinsel kişi kilisede pastör atanabilir, hatta daha ileri gidilip ameliyatla kadın olmuş pastörün pastörlüğüne devam etmesi hoş karşılanır. İnsanların kusurlarına ve günahlarına  müsamaha gösterilip susulursa, sevginin korunacağı, negatifliğin olmayacağı ve bu şekilde kilisenin sayısının artacağı varsayılır. Bunun sonucunda olan şey, sallantılı ve dağılmaya yüz tutan otoritesiz kiliselerdir. Avrupa’da bu yüzden Protestanlığın büyük çoğunluğu hemen hemen yok olmuştur. Eski tarz gelenekleri olan Protestan kiliseler (Anglican, Alman Evangelic, Luteryen vs) son derece kötü durumdadır. Diğer canlı kiliselerde ise imanlılar, kiliselere güvenmemekte, topluluklar genelde devamlı kilise değiştiren kişilerden oluşmakta ve kendilerine uygun cemaatler yaratmaktadırlar. Çoğu Protestan bugün ya kızıp kilise değiştirmiş, ya da yeni akımlar ışığında kilise değiştirmek ve yenilemek istemektedir. Kanımca, Protestanlığın içine Amerikan kafa yapısı oldukça girmiştir. O da şöyledir:  Kişinin iman ettiği gün tamamen mucize bir şekilde değişmiş olduğuna inanmak ve “basitçe iman edip kurtulmak.” Yani bir hokus pokus imanı! Bu hokus pokusu da başkalarını cezbederce anlatarak sanki Hıristiyanlığı bir yeni yıl hediyesiymiş gibi süsleyerek pazarlamak. “Protestan inancında pastörler tek kişilik silahşör gibi kahramanlığa soyunurlar. Kurtarabildikleri koyunları kurtarmak isterler. Başka Protestan kiliseleri ile ortaklaşmaya girmekten çok, sahip oldukları ufak cemaati korumaya çalışırlar.” Protestan kiliseler, merkezi otoritenin bulunmayışından ötürü kiliselerinde sağlamlığı ve devamlılığı arttırmak adına “kişi sayısına odaklanırlar ve kişilerin kilise hakkında kötü düşünmemesi ve sayının azalmaması için stratejiler geliştirirler.” Gereğinde kilise içi kanunlar (ki kanun da yoktur aslında. Sadece kişisel prensipler vardır) kişi sayısını korumak için yenilenir, değiştirilir. Pastörünüzün bireysel ve ufak yanlışlarına da mahkûmsunuzdur. “Her Protestan pastör kendi kilisesinin otantik ve gerçek Hıristiyanlığın tek kilisesi olduğunu düşünür ve diğer kiliselerdeki uygulamalardan daha ilerde, daha geliştirici bir işlere imza attığına inanır.” Artık insan sayısı arttıkça, insanlar kendi özgür cemaatlerini diğerlerinden nasıl ayırabilirim ve geliştirebilirim yarışmasına soyunmuşlardır. Dolayısıyla “sayı artınca muhasebe departmanı daha çok çalışır.” Protestanlık ise kendi kendisini doktor ilan eden diplomasız mahalle şifacılarına benzer. Her ev kilisesinin pastörü kendini doktor sanar ve kendi aralarında “biz daha iyi bir doktoruz çünkü ayetleri daha iyi yorumladık. Yani ilacın prospektüsünü daha iyi anladık” derler. Hali hazırda disiplinli yaşam süren, namaz kılan İslami kesim ise henüz Protestan müjdeciler tarafından etkilenmeyi başaramamışlardır çünkü “misyonerlik tamamen Amerikanvari bir özgürlük ve sekülerleşme öğretisi haline gelmiş olup” kendi içinde mütevazi ve kuralcı yaşayan bu Müslüman kesimi etkilemek bu öğretilerle mümkün olmamıştır. Dolayısıyla “Protestan müjdeciler, daha çok dinsiz kesime, Kürtlere, seküler veya sosyalist kesime hitap eder hale gelmiştir.” Her Protestan mezhebin uygulaması farklıdır. Presbiteryenler yeni bir uygulamayı kabullenirlerken, bunun 5 sene sonra gelenek haline dönüşeceğini bilmez. Karizmatik olsun, Baptist olsun, Brethren olsun ve diğerleri olsun, hepsi zamanla kendi kilise geleneğini oluşturmaktadır.

Sonra bu arkadaş ne yaptı, daha kötü bir tercih ile yağmurdan kaçarken doluya tutuldu; ortodoks oldu! Daha sonra sadece katolik ve protestanlar bölündü, ortodokslar bölünmedi izlemini verip bu defa diğer iki mezhebe karşı delillerini sıralamaya devam etti. Çelişkilerle dolu ortodoksluk savunmasını okuyalım: 

300 senesinde dönemin Kralı Konstantin Rabbe iman etmiştir. İman etmesinin ardından “o zamanki pagan gelenek ve göreneklerine uyumlanmış günlük yaşam, zaman içerisinde Hristiyan adetlerine çevrilerek halkın da bu süreçte yavaş yavaş Hıristiyanlığa iman etmesi sağlanmıştır.” Bu noktada halkın tam olarak Rabbi anlayıp da iman edip etmediği  konusuna girmeyeceğim. Ama 300 senesinde Konstantin’in gerçekten Rabbe iman ettiğini ve halkın da bu güzel inanca sahip olabilmesi için uğraş verdiğini biliyoruz. Yani “Protestan arkadaşların söylediği gibi Konstantin, Hıristiyanlığı bozmaya çalışmamış, aksine Hıristiyan dininin daha çok yayılması için elindeki imkanları kullanarak kiliseler açılmasına izin vermiştir.” Konstantin bilinçli olarak bir “din yaratalım” ve Hıristiyanlığı bozalım yarışına girmemiştir. Yaptığı şey, Hıristiyanlığın tek görüşte birleşmesi idi. “Hatta Hıristiyanlıktaki bütünlüğü korumak için” Hıristiyan Ana Kilisesinden kopmak isteyen bazı akımlar karşısında (Arius vs) bu akıma sahip dini önderleri İstanbul’a çağırtmış, Konsil toplatarak farklılaşmaya başlayan teolojik konularda “kiliseler arasında bütünlüğü sağlamak için bu Konsilleri yönetmiştir.” Burada “amaç farklılıkları önleyerek bütünlüğü korumaktı.” 10. yüzyıldan itibaren “kiliseye bulaşan Batıcılık geleneği (Katolizm, zihinsellik ve sonrasında gelişen Reformist devrim), köhnemiş bulduğu eski gelenekleri  elinin tersiyle itmiş, Hıristiyanlığa ait tüm görsel ve işitsel sanatlara darbe koymuş, atalarımızdan kalan tüm mirası baltalamaya çalışmıştır.” Ortodokslara göre kilise otoriter, değişmez, ortodoks Kilisenin her durumda aynı kalacağına inanılır. Değişme niyeti de  yoktur, çünkü dünyevi değişimlere inanmaz kilise. Bazı zaman ise sorularıma yanıt alamadım. Ama en azından şunu diyebiliyordu. Peder: “Onun yanıtını ben de bilmiyorum. Rab büyüktür. Şu anda bilemiyoruz. Ancak belki sonra ölünce Rab açıklayacaktır,” Ortodokslar tam olarak neyi korumaya çalışıyorlar? Aslında bu doğru bir soru değildir. Asıl soru, neden bir şeyleri koruma gerekliliği olduğudur. Hristiyan inancı bize iman atalarımızdan, şehitlerimizden kalma bir sanat eseridir. Michelangelo’nun heykelinden de, Van Gogh’tan da, tüm diğer sanat şaheserlerinden de daha üstün, daha korunması gereken yüce ve manevi bir değerdir. Eski imanlılar günümüze kadar bu inancı korumuşlardır. Nasıl korumuşlardır? Görünmeyen  ve asla kurşungeçirmez bir cam sayesinde. İşte bunun adı gelenektir. “Çoğu Protestan arkadaş diyor ki “Ortodoksların o şaşaalı kıyafetlerine, altın rengi ikonlara veya gösterişe ne gerek var? Sade olmak ve sadece Tanrıyı anlamak yetmiyor mu?” O zaman şunu soralım: Şeytanın stratejileri sade mi yoksa komplike midir?”. “Ortodokslar da biliyor ki uzun cüppe tarzı kıyafetler gerçekten normal hayata göre abartıdır ve gereksizdir. Fakat kilise içindeki hayat, normal hayat mıdır? Asla değildir.”. “Ortodokslar Tanrı’yı gözleri ile (kıyafetler, ikonlar vs.), kulakları ile (değişmeyen ilahiler ve vaazlar), burunları ile (tütsüler), elleri ile (ekmeği tutarak, cisimlere dokunarak, bedenleri ile eğilerek) yaşamak isterler.” Rabden gelecek ekmeği ve kanı isterler çünkü dünya bozuktur ama kilisede verilen kan ve şarap bozuk değildir. “Trafikte aracınızı kullanırken yol kenarında gördüğünüz trafik levhalarına benzer ikonlar.” Ortodoks Kilisesi’ne “gösterişli” diyen kişilere bir soru sormak istiyorum. Sizce gösteriş şu şekilde dua edip vaaz veren bir kilisede çok daha mevcut değil mi?:  “Ya Rab müjdecilik yapıyoruz. Ya Rab bize para gönder. Ya Rab bize yeni kilise kurdur, yeni topluluk sağla. Araba ver, vesait ver. Daha çok para ver, vesaire.” Görüyorsunuz bu tip kiliselerde günahtan, düşmüşlükten, benlikten bahsedilmez, zira tüm kötülüklerden muaf olduğuna inanılır. “Yeri geldiğinde vaaza gelmiş olabilecek Müslümanlara iyi imaj çizmek ve sayıyı artırmak adına özgürlüğe dair her türlü şey anlatılır. Ortodoksluk size Protestanlıkta olduğu gibi bol keseden özgürlük vaat etmez.” Katılımcılık, itaat etmek, kurallara uymak gerekir çünkü “bu kurallar binlerce senede oluşmuş köklü geleneklerle sabitlenmiştir.” Kişi “kiliseye güvenmelidir.” 2000 yıllık değişmez gelenekler uygulanır. Verilen hapı yüzde yüz alman gerekir. “Boyun eğmelisin.” Boyun eğmeyen herkes (peder dahi olsa) kiliseden atılır. Protestanlığı karşılaştırmış olduğunuz “kadim kiliselerde -Ortodoksluk- ise kişinin karizmasından çok itaatkar olması ve yukarıdan gelen karara saygı duyan güvenilir bir birey olma şartı ön plandadır.”. “Protestanlar, Katoliklerden kopup Ortodokslara danışmak” yerine ‘biz kendimiz kendi yorumumuzu yaparak İncil’deki eski kiliseyi tekrar yaratacağız,’ demişler” aynen eskiden Katoliklerin yaptığı gibi yeni bir akım yaratmışlar ve tüm kadim gelenekleri toptan reddedip kendi bölünmüş ve özgür yollarını hazırlamışlardır. Kilise değişmemiştir. Protestanlar kabul etmese de kilise, hep kuralları ve gelenekleri olan bir yerdi ve hala öyledir. “Ortodokslardaki geleneklerden biri de spiritüel baba uygulamasıdır. Bu kişiye itaat şarttır. Kilisede büyüğe karşı (peder/piskopos/patrik/kilisedeki ihtiyarlar) büyük saygı vardır.” İhtiyarlar el üstünde tutulur. Ortodoks peder ayin sırasında ne yaptığını bilir. Prospektüsü değiştirmez, yorumlamaz ve insanların düşüncelerinden korkmaz. “Kanın ve ekmeğin şifa aracı olduğuna yüzde yüz emindir.” Ortodoks peder Rable ilgili konuşurken ve ayini yönetirken sadıktır. Korkar ve titrer. O an Tanrı ortadadır. Vaaz sırasında ve ayinde Rabbin orada olduğundan emindir. “Rabbin bedenini ve kanını (ekmek-şarap) ellerinde taşırken onların kutsiyetine” tam saygı duyar. Özellikle “Amerika’da Protestanlık tam anlamıyla siyasallaşmıştır” ve orada da pek çok kilisenin sona yaklaştığını, dağıldığını ve 5 sene içinde dağıldığını görüyoruz. Worship müzikleri pop listelerine girmiş, kiliseler konser salonu atmosferine getirilmiştir. Ama bunlar da değişiyor ve sona gidiyor. Yani tarih sahnesinde Protestanlığın varlığı en fazla 300-400 sene olmuştur ve Hıristiyanlık içinde modernleşmeye, sekülerleşmeye izin verildiği sürece de tamamen yok olacaktır.

Hıristiyanlığın İslam’a bakışı

İslam, Hıristiyanlığı kaynağından olduğu kadar, Asya ve Afrika’dan da koparmıştır. İslam’ın hakim olduğu yerlerde büyük ölçüde “teori kadar pratikte de, savaşmaksızın birlikte yaşamak” mümkün olmuştur. Fakat fikir planında yenilince Hıristiyanlık savaşa girişir ve bu sayede ayakta kalır. Müslümanlar Hıristiyanlara geniş hürriyet tanımışlardır. Müslümanlar hakikatin kendilerinde olduğundan emindirler. Emevi ve Abbasiler Hıristiyanlara çeşitli memuriyet hatta bakanlık görevleri vermiştir. Hatta bu hürriyet, onları İslam hakkında polemik eserler yazmalarına izin verecek boyutta idi. Jean Damascene, Timothee, Th. Ebu Kurra, Yahya b. Adi gibi yazarlar İslam aleyhine yazılar yazabilmişlerdir. Günümüzde Batı dünyasında yaşayan Müslüman azınlıklar, Zımmilerin (İslam topraklarında yaşayan gayri müslimlerin) statüsüne razıdırlar ama henüz bu seviyeye ulaşamamışlardır. Kur’an, Hıristiyanlara 1400 sene önce açık ve samimi bir çağrıda bulunmuştur. “Bütün dinler içinde Hristiyanlığın hazreti İsa hakkında babası doğmuş olması akidesini kabul eden yegane din İslamiyet’tir.” (İspanyalı eski Katolik papaz Abdullah Tercüman (Anselmo Turmeda), Hristiyanlığa Reddiye, s. 7) Hz İsa İslam’a göre en büyük peygamberlerdendir. Onu inkar eden kafir olur. İslam, Hıristiyanların şirkten uzak bir inanca kavuşmalarını ister: ‘İçlerinden zulmedenleri bir yana, ehli kitapla ancak en güzel yoldan mücadele edin ve deyin ki: Bize indirilene de, size indirilene de iman ettik. Bizim Tanrımız da sizin Tanrınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuzdur.’ (Ankebut, 46); ‘De ki: Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâh edinmesin. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahit olun, biz Müslümanlarız.’ (Ali imran, 64) Nicetas da Byzance (9. yüzyıl ), İslamiyet’i, putperestlikle karşılaştırır. (Y. Moubarac, La Pensee Chretienne Concernant l’Islam, I/5) La chanson de Roland, Roman de Mahon gibi eserlerde Müslümanların Jüpiter, şeytan ve Apollon ile beraber bir de Mahon adlı puta taptığı iddia edilir. Les chanson da Geste ise, Müslümanların Muhammed’in putuna taptığını ileri sürer. Papa XI. Pie de Müslümanlarla müşrikler arasında bir fark gözetmezdi. Muhammed’in tanrı değil bir peygamber olduğunu ancak ‘12. Yüzyılda’ Guillaume de Malmesbury yazabilmiştir. 13. yüzyılda ise Alexandre du Pont, Hıristiyanlığı bozmak için Musa’nınkine benzer bir dinle İslam’ın geldiğini ileri sürer. İslam çok ‘kocalı’ bir aile anlayışını kabul eden bir dindir onlara göre. Başka bir iddia, Muhammed Romalı bir kardinaldir, papalığa seçilemeyince Romen kilisesinden öç almak için yeni bir mezhep kurar ve sonunda sarhoş olarak domuzlar içinde ölmüştür. Onlara göre Kur’an, Muhammed iyi bir Hıristiyan olmadığından, üç Yahudinin tesiri ile yazılmıştır. Ricoldo de Montecroce, Müslümanları sevimli bir tarzda tasvir eder ama sonra, ‘Nasıl oluyorsa bu çiçekler, böyle bir çöplükte açabiliyor? Kur’an’ınki gibi zalim ve insafsız bir şeriat nasıl oluyor da böylesine faziletli müminler yetiştirebiliyor?’ der. İslam’a karşı olumsuz tavrın sebebini Hıristiyan din adamı Youakim Moubarac şöyle açıklar: ‘Akla gelen ilk sebep, İslam’ın cazibesi olmalıdır. Bu güçlü cazibe yüzündendir ki, din adamları İslam’a saldırmakta ve onu yanlış bir biçimde tanıtmaktadır’ (La Pensee Chretienne Concernant I’Islam, II/ 14) Luther, Türkleri deccalin bedeni, Muhammed’i şeytanın elçisi ilan etmiştir. Protestanlar İslam’ı, iç siyasi ve dini çekişmelerine alet etmekten de çekinmezler. Pierre Viret, Müslümanları, papa ile birlikte, Hıristiyanlıktan dönenler şeklinde tasvir eder. Tam zıt mezhepteki Guillaume Postel ise, ‘Muhammed’in Hıristiyanlığı değiştirme konusunda yaptıklarını, Protestanların yaptıklarına göre daha insaflı’ bulur. Bale şehrinde Kur’an’ın Almanca tercümesi yayınlanınca, hukukçu Boniface Amerbach, ‘böyle sapık bir kitabın’ basılmasına karşı çıkar. Düşmanlık Rönesans başladıktan sonra da devam eder. Pascal iftiraları tekrar eder, Moliere, Türkleri merhametsiz ve katı gösterir, Voltaire de onun yolundan yürür. E. Renan, İslam’ın ilmi ve felsefeyi her zaman baskı altında tuttuğunu ileri sürer. R. Simon, ‘l’Histoire Xritique des Nations du Levant’ adlı eserinde İslamiyet’te bir takım iyi şeylerin bulunduğunu ama bunları Yahudi ve Hıristiyanlıktan alındığını ileri sürer. Charles Forster ise, ‘Le Mahomerisme devoile’  adlı eserinde ‘Muhammed geldiğinde Hıristiyanlar putları tazim ederdi ve bu nedenle bozulmuştu. Muhammed putları kırmakla Hıristiyanlığı bozulmaktan kurtardı. demektedir. J. Henry Newman, İslam’ın Allah’ın diniyle şeytanın dini arasında olduğunu söyler. (Mahomet et les origines de Islamisme, s. 14) Youakim Moubarac, Kur’an’ı Muhammed’in yazdığını söyler. (La pensee Chretienne et LIslam, II/ 294) ki İslamiyet hakkında oryantalistlerce yazılan eserlerin hemen hepsinde bu fikir hakimdir. M. A. M. Goichon ise İslam’ın Hıristiyanlıktan çıkmış bir bidat olduğunu ileri sürer. (Etudes, Nisan 1948, s. 38-51) M. D. Masson, Le Coran adlı eserinde ‘Allah’ lafzı yerine ‘Dieu’ kelimesini kullanınca büyük tepki çeker. Çünkü Allah  haşa- Müslüman putperestlerin tanrısının adıdır ama Dieu kendi hak tanrılarının adıdır. Oliver Lacombe ise Müslümanlarda gördüğü dini bağlılıktan hareketle, Hıristiyanların daha iyi Hıristiyan olması için çaba sarf etmektedir. (O. Lacombe, Existence de Ihomme, s. 130) L. Marraci, ‘Prodromus’ adlı eserinde, ‘Eğer Muhammed’in hayatını, bizim Avrupalı yazarların dediklerine göre yazsaydım, Müslümanlar nezdinde gülünç duruma düşerdim. Kaldı ki bu yazarlar anlattıkları şahıs olan Muhammed konusunda da ittifak halinde aynı şeyleri söylememektedirler. O derece ki, bunların aynı şahıstan bahsettiklerini anlamak son derece zordur.’

Çürütme, reddiye: Rahip Prevost bir vasiyetname yazmış ve Voltaire’ye göndermiştir. “Kilisede 20 yıl milleti aldattım, din namına söylediğim şeylere kendim de inanmazdım. Hepsi yalan ve hepsi hurafedir. Halkın bilgisizliği, çevrenin taassubu buna engel oldu. Bu dünyadan gidiyorum. Benim vasiyetimi okuyunuz, gerçeği anlayınız.” (Doktor Mehmet Ali Derman, Çürütme (reddiye), s. 28) Hıristiyanların iddialarına göre Hz Peygamber, Hıristiyan rahipten öğrenerek, Kur’an-ı Kerim’i yazmıştır. Bu doğru değildir. Zira Kur’an-ı Kerim, İncil’in iddialarının tamamen zıttını söylemiştir. İslamiyet’te karısını boşayan, zina etmiş olmaz, başka bir dul kadın almakla da zina etmiş olmadığı gibi, kocasından boşanan ve başka birisiyle evlenen kadın dahi zina etmiş sayılmaz. İslamiyet, çalışın fakir kalmayın diyor. (s. 30) Misyonerler, Katolikler, Protestanlardan daha fazla (Not: Bu eser 1972 yılında yazıldı, şimdi ise Protestanlar misyonerlikte daha aktifler!) çalışıyorlar. (s. 31) Hz İsa bir Yahudi’den başka bir şey değildi. (s. 33) Resulüllah’a eziyet ve sıkıntı çoğaldı, sokaklarda sövüp taşa tutmaya başladılar. (s. 37) Bazıları diyor ki, Hz Muhammed cihangirlik için, dünya menfaatleri için peygamberliğini iddia etti… Bütün bu eziyetlere tahammül edemezdi. Çirkin ve ağır muamelelere sabredemezdi. İslamiyet’e davetten önce herkes ona saygı gösterirdi. Bu sebepten sosyal statüsü büyük idi. Hatice’ül Kübra’nın servetiyle ticarete başlamıştı, bununla da, büyük bir servet elde etti. Ömrünün sonuna kadar bu servetle rahat geçinebilirdi. Kendisini bütün bu eziyetlere sokmaya lüzum yoktu. Peygamberliğini ilan ettiği zaman birçok düşmanlar ortaya çıktı. Akrabalarından birçok düşmanlar edindi. Eğer onun daveti Allah’ın emriyle olmasaydı, bir insan olarak bütün bu eziyetlere ve zahmetlere katlanamazdı. Amcaları ve yakınları, “sen bizim milletimizin arasına ayrılık soktun, cemiyetimizi birbirine düşürdün, bu işten maksadı nedir? Maksadın mal toplamaksa, eğer riyasete geçmek istiyorsan… hepsini verelim.” Cevap, “ben menfaat için sizleri davet etmiyorum.” (s. 38-39) Thomas Carlyle, “Muhammed’e yalancılık affetmek doğru değildir. O’nun aleyhinde yazılan sözlerden ben kendi hesabıma utanıyorum. Onun fazileti doğruluğundan ileri geliyor. (s. 41) Doktor Duzi İslam Tarihi yazmıştır. Diyor ki, “Hz Muhammed isteryayi adali’ye Müptela idi.” (s. 45) 13 yüzyıl önce hayattan göçmüş bu Yüce peygambere Dr. Duzi, Dr. Sprenger veya Dr. Moir nasıl bu teşhisi koyabildiler? Moir diyor ki: “İslam Peygamberi saraya müptela idi.” Dr. Sprenger diyor ki: “Hayır isteryayi adaliye müptela idi. Hastalık icabı nöbeti vahiy zannediyordu.” Doktor ki, hastasını görmeli, muayene etmeli ve bir hastaya bu teşhisi koymalı. (s. 46-47) O zaman doktor var mıydı, evet vardı. Medine’de Haris İbni Kelde adıyla Cundi Shapur üniversitesinden mezun olan bir doktor çalışıyordu. Hz Muhammed’i de hemen her gün görüyordu. (s. 48) Haris İbni Kalbi, Hz Peygamberin hasta olduğuna dair veya isteryai adaliye müptela olduğuna dair bir rapor, bir yazı yazmamış olduğuna göre, Dr. Duzi ile Dr. Sprenger’in iddiaları sırf isnat ve iftiradan ibaret kalıyor. (s. 49) Cahiliyette Arapların yaşayışlarının barbarlardan hiçbir farkı yoktu. Çirkinlikleri ıslah için meşakkatlere katlanıp göğüs geren bir kimse, asla hasta olamaz. Yalnız ulvi bir kuvvet tarafından muhafaza edilmeseydi, insan kuvvet ve kudreti asla onun çektiği meşakkatleri çekmeye ve sabretmeye yetmezdi. (s. 51) Hz Peygamber, ümmi olduğunu söylediği zaman, ona karşı olan hiç bir kimse çıkıp da aksini iddia etmemişti. (s. 52) Garanik olayı: Necm Suresi Kureyşi ve düşmanlarını tehdit ediyor. Bu tehditleri işittikten sonra hiç onlar secde ederler miydi? Şayet övseydi, mal ve canlarını bu uğurda feda eden kimseler Müslümanlığı kabul ederek artık Muhammed’in peşinden giderler miydi. (s. 54) 12 ciltlik bir İslam Tarihi yazmış bulunan Leona Kaytano, kitabın 2. cildinin 281. sayfasında diyor ki: “Sprenger ve Duzi, Kur’an-ı Kerim’e iftira ediyorlar ve yalancı oluyorlar. Bütün bu söylediklerini incelemesiz/araştırmadan kabul etmişlerdir. İslamiyet’i iyice tanıyamamışlardır.” (s. 55) İmam-ı Nevevi, “bu söylentinin sonu Muhammed Bin Ka’bül Kurezi’ye dayanıyor. Bu şahıs, katiyen güvenilir bir kimse değildir. Buna benzer birçok mevzu hadisler uydurmuşlar, bu hadis de mevzudur.” der. (s. 56) Ernest Renan diyor ki, “İspanya’daki İslamların, ilmi incelemeleri olmasaydı, Avrupa ilerleyemezdi.” (s. 56) Diyorlar ki İslamiyet ilerleme ve yükselmeye engeldir. (s. 59) Çin müşrik Budist olduğu halde Hz Peygamber, ilmi öğrenmek için oraya bile gitmeyi tavsiye buyuruyor.(s. 60) Doktor Gustav Lebon İslam medeniyeti kitabının 459. sayfasında, “Kur’an-ı Kerim manevi gücü morali incil’ninkinden kat kat üstündür.” der. (s. 63) Komünistler Lenin ve Stalin’i birer kutsal kişiliğe yükseltirler. (s. 65) John Devenport, “Hz Muhammed’in tahsili yoktur, fakat yüksek bir insandı.” ( s. 72) “Muhammed’in Sara nöbetlerine tutulduğuna dair olan söylentiler, Yahudilerin alçakça uydurmalarıdır.” (s. 73) Muhammed’in 25 yaşından 50 yaşına kadar bir tek zevce ile yaşadı. (s. 74) Mocheim diyor ki, “Avrupa’da ortaya çıkan hikmet, fizik heyet, felsefe, matematiğin İslam okullarından alındığı, özellikle Endülüs Müslümanlarının Avrupa felsefesinin Üstadı oldukları muhakkaktır.” Gerek Romalılar, gerek gotlar İspanya’yı fethetmek için 200 yıl süren bir zaman uğraşmışlardı. Halbuki Müslümanlar, bu yarımadayı 20 yılda fethettiler. Endülüs medreselerinin kitapları Avrupalılara açılmamış olsaydı, İslam irfanı pek zayıf bir şekilde hissedilecek, Rönesans ve reformda olmayacaktı. (s. 78) Bütün Arabistan kendisine itaat ettiği halde, evinin bütün işlerini bizzat kendisi görürdü. Elbisesinin söküklerini bile kendi dikerdi. Yemeğini hizmetçi ile birlikte yerdi. Muhammed’in kurduğu birlik Bizans imparatorunu hezimete uğrattı. İran saraylarını yok etti. Zerdüşlü tarumar etti. (s. 79) Kur’an-ı Kerim Arap lisanı için bir hüccettir. Kur’an-ı Kerim siyasi bir sistemdir, devletin her kanunu ona dayanır. Müslümanlıkta da papazlık yoktur. Kur’an’ın tek hedefi Musevilerle Hıristiyanların bozuklukları kutsal levhaları düzeltmektir. (s. 80-81) Selahattin Kudüs’ü geri aldığı zaman hiçbir cana kıymadı. (s. 82) İngiltere ve Gal’de 643 Manastır, 90 kolej, 2374 kilise, 100 hastane kapatılmıştı.(s. 84) Kraliçe Elizabeth zamanında Katolikler diri diri yakılmışlardı. (s. 85) Hz Muhammed, yeni bir din getirmediği, tersine İbrahim ve İsmail’e vahiy olunan dini ihyaya geldiğini söyledi. (s. 87) Bu konulara cevap için ‘Kur’an’ın kaynağı nedir’ ve ‘ Oryantalizm yanılgısı’ adlı yazılara bakılabilir.

Zemzem şarap bağlamında, İslam ve Hıristiyanlık

“Biraz da şarap iç.” (Timeteos’a Mektuplar, 5, 23); “İçki pisliktir.” (Maide, 90)

Yahudilikte haram olan  (Tevrat, Levililer, Bab, 10, A. 8, 9-11) şarap hükmünün, Hz. İsa tarafından kaldırdığına ve şarabın Hıristiyanlıkta helal olduğuna inanılır. “Onlar yemek yerlerken, İsa ekmek aldı, şükran duası edip parçaladı ve tâbilerine verdi ve dedi ki: Alın, yiyin, bu benim bedenimdir. Ve bir kâse şarap alıp şükretti ve onlara vererek dedi ki, bundan içiniz. Çünkü bu benim kanım, günahların bağışlanması için birçokları uğrunda dökülen ahdin kanıdır.” (Matta, 26/26-29, Yuhanna, A:30 )

 Konuya bir de Hıristiyan bir siteden alınan bilgilerle devam edelim: “Kutsal Kitap bir Hıristiyan’ın bira, şarap ya da içinde alkol olan herhangi bir içecek içmesini yasaklamaz. Hatta bazı Kutsal Kitap ayetleri alkolden olumlu sözlerle bahseder. Vaiz 9:7, “Neşeyle şarabını iç” diye talimat verir. Mezmurlar 104:14-15, “Yüreklerini sevindiren şarabı” Tanrı’nın verdiğini bildirir. Amos 9:14 insanın kendi bağının şarabını içmesini bir bereket olarak ele alır. Yeşaya 55:1, “Gelin, şarabı ve sütü parasız, bedelsiz alın” diye teşvik eder. İsa, suyu şaraba çevirmiştir. Hatta İsa’nın zaman zaman şarap içtiği de anlaşılmaktadır.” (Yuhanna 2:1-11; Matta 26:29) Peki neden şarap içilirmiş, siteden devam edelim: “Yeni Antlaşma olan İncil zamanlarında su çok temiz değildi. Modern sağlık koruma yöntemleri olmadan su, bakteriler, virüsler ve her türlü atık maddeyle doluydu. Bunun üzerine insanlar, daha güvenli olduğu için genelde şarap (ya da üzüm suyu) içiyordu. 1 Timoteos 5:23’de Pavlus, Timoteos’a (büyük bir olasılıkla mide sorunlarına neden olan) su içmeyi bırakıp şarap içmesi talimatını vermişti. Kutsal Kitap Hıristiyanların bira, şarap ya da alkol içeren herhangi başka bir içki içmesini yasaklamaz. Alkol kendi başına günahla lekelenmiş bir şey değildir. Bir Hıristiyan’ın kesinlikle uzak durması gereken şey, sarhoşluk ve alkole bağımlılıktır. (Efesliler 5:18; 1 Korintliler 6:12)”  Bu nasıl bir mantıktır ki alkole başlayanların zamanla bağımlı olduğu bilinen bir gerçek iken, içmesi helal hatta dini (Hıristiyanlıkça) teşvik edilirken, sonuçları sakınılacak şey diye tarif edilebilir?!: “Alkol, az miktarlarda içildiğinde ne zararlı ne de bağımlılık yaratıcıdır. Hatta bazı doktorlar sağlığa, özellikle de kalbe olan yararından ötürü küçük miktarlarda kırmızı şarap içmeyi tavsiye ederler. Az miktarda alkol içmek Hıristiyan özgürlüğüyle ilgili bir konudur.” Zaten işin tutarının olmadığını bu Hıristiyan site de kabul ettiğinden son cümleleri şöyle tamamlar: “Ancak, Kutsal Kitap’ın alkol ve etkileri konusundaki uyarılarından, aşırı miktarda alkol almanın kolay bir ayartılma olmasından ve başkalarını gücendirme ya da tökezletme olasılığından ötürü, genelde bir Hıristiyan’ın alkol içmekten tamamen uzak durması en iyisidir.” (http://www.gotquestions.org/Turkce/alkollu-Hristiyan.html)

1989 ABD’de basılan, “Doğu-batı diyalogları” adlı eser üzerinde görüşlerini açıklayan Protestan papaz Alvin V. Hart, “Hz İsa’nın tanrı olduğunu inancının sonradan uydurulmuş, basit bir kilise doktrini” olduğunu ifade eder. Hart ayrıca “Şarap kelimesinin orjinalinin manasının üzüm suyu” anlamına geldiğini, İsa’nın kanının şarap olduğu iddiasının aslının olmadığını ifade eder.  (Yahudilik- Hıristiyanlık ve İslam’da içki, Yüksek lisans tezi, Ramazan Tunalı) Zaten günümüzde (Hıristiyan mezheplerden olan ) Adventistler ve Mormonlar içki içmezler.

İsa, son yemekle birlikte bir daha içki içmeyeceğini söylerken (Luka 22:18, ” Size şunu söyleyeyim, Tanrı’nın Egemenliği gelene dek, asmanın ürününden bir daha içmeyeceğim.”, ayrıca bakınız: Markos, 14/25 , Matta, 26/26-29, Yuhanna, 6/13-17, Korintoslulara 1. mektup 11/23) takipçisi olduğunu iddia edenler hararetle içkiyi savunmaktadırlar:

İşin diğer bir ilginç boyutu, evharistiya (Ekmek şarap ayini) esnasında kullanılan ekmek ve şaraba sembolik anlam yüklenmemekte, “bizzat İsa’nın et ve kanı” olarak, Prence Reele (Şaraplı ekmekte İsa’nın maddi varlığı) kabul edilmekte ve onları yiyenin tanrının varlığına katıldıkları kabul edilmektedir. Gerçek Hıristiyan her yediği ekmek ve her içtiği şarap ile daha da İsa ile bütünleşir ve O’nun koruması altına girer. (Ali Erbaş, Hıristiyanlıkta ibadet, s.172-173) “Cannibalisme, Hıristiyan Katolik öğretisi ile de ilişkilendirilmiştir. Katoliklikteki Eucharistie’nin (yani Hazreti İsa’nın eti ve kanını temsil etmek üzere ekmek ve şarap kullanılarak yapılan kutsal ayinin) bir tür sembolik insan yiyicilik sayılıp sayılmayacağı bizzat katolikler tarafından çok tartışılmıştır.” (Hilmi Yavuz, Modernleşme, Oryantalizm ve İslam, s. 82) 

Halen Avrupa, alkolizmle nasıl başa çıkacağını bilemiyor. İngiliz tarihçi Arnold Toynbee’ye bakarsanız bu gidişle başa çıkması mümkün de değil. Çünkü Hıristiyan kültüründe şarap kutsal sayılıyor. Hz. İsa’nın kanı niyetine içiliyor. O niyetin içeriğini sorgulamak bize düşmez, öyle kabul ediyorsa öyle olsun. Ancak bu kabulün doğurduğu sonuç önemli: şarap demek ki, dinî bir ritüel hükmünde… Böyle olunca frene basma imkânı elden kaçıyor. Toynbee’nin dediği şu: Alkolle ancak İslam dini başa çıkar! (Rasim Özdenören, Yenişafak, 7.5.2013)

Şarap, alkol ve sağlık: Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verileri de bunu kanıtlıyor. İstatistiklere göre dünyada işlenen her 100 cinayetten 85’i, intiharların yüzde 90’ı boşanmaların yüzde 80’i ve aile içi şiddet olayları ile trafik kazalarının yüzde 70’inin sebebi alkol. (13 Mart 2010) İngiltere’de yapılan ve sonuçları The Lancet dergisinde yayınlanan bir araştırmada, sağlığa zararlı maddelerin tehlikesi, topluma verdikleri gerçek zarara göre yeniden derecelendirildi. Araştırmada alkol ve tütün topluma en çok zararlı 10 madde arasında yeraldı. (23 Mart 2007) Dünya kamuoyunda şarabın sağlık için yararlı olduğu yönünde genel bir düşünce olduğunu hatırlatan Dr. Boyle, “Bu yanlış, her şarap bardağı, kanser riskini yüzde 7 oranında artırıyor. Alkollü her içecek aynı oranda kanser riskine sebep oluyor.” dedi. (08 Nisan 2007) İngiltere’de yapılan bir araştırma, her gün az da olsa şarap ya da bira içmenin bağırsak kanserine yakalanma riskini artırdığını ortaya koydu. Kanser Araştırma Enstitüsünden Profesör Tim Key ve ekibinin yaptığı araştırma, günde 2 büyük kadeh şarap ya da 2 bardak bira içmenin bağırsak kanserine yakalanma riskini yaklaşık yüzde 25 artırdığını gösterdi. Her gün bir kadeh şarap ya da bir bardak bira içenlerinse hastalığa yakalanma riskinin yüzde 10 arttığı ortaya çıktı. (31 Temmuz 2007) Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Kalp Damar Hastalıklarını Önleme Projesi Türkiye Koordinatörü ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bülent Görenek, kırmızı şarabın kesinlikle bir kalp ilacı olmadığını söyledi. Kırmızı şarap kesinlikle bir kalp ilacı değildir. Bu bakımdan bugünkü kanıta dayalı tıpta koroner kalp hastalarına rutin olarak önerilmesi doğru değildir. Çünkü elimizde hastalara tavsiye edeceğimiz kadar güçlü, kesin bilgiler yok. Hatta belli bir seviyenin üzerinde kalp hastalarına zararlı olabilmektedir.” (Milliyet, 12 Ağustos 2005) Fransızların daha az kalp hastalığına yakalanmalarının sebebinin şarap olduğu görüşü, dünyanın önde gelen otoriteleri arasında kabul görmemektedir. Kalp hastalıkları konusunda tüm dünyadaki uzmanların referans olarak kabul ettikleri Amerikan Kalp Vakfı (AmericanHeartAssociation) kesinlikle şarap içmeyi tavsiye etmemektedir. (www.americanheart.org/presenter.jhtml?identifier=4422) Amerikan Kalp Vakfı beslenme komitesi üyesi olan Columbia Üniversitesi’nden Prof. Ira Goldberg, şarap içmenin kalp krizini azalttığını gösteren hiçbir kabul edilebilir bilimsel veri olmadığını, bunun yerine kalp krizi riskini azaltmak için bilimsel olarak ispatlanmış kolesterol ve tansiyonu düşürmek için kilo verilmesi ve yeterli spor yapılması gibi tedbirlerin alınmasını önermektedir. Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Aysun Çetin: Gerçekte kalp-damar hastalıklarından koruyucu etkiye sahip olan şarap değil, üzüm suyudur. (22 Aralık 2010) 1980’li ve 1990’lı yıllarda elde edilen veriler ışığında yapılan araştırmaya göre, haftada 6 adet ya da daha fazla bira içen kişilerin akciğer kanserine yakalanma riski, içmeyenlere göre yüzde 20 ila 50 oranında artıyorBira içen, ancak evinde düzenli olarak meyve ve sebze tüketenlerde ise bu oran azalıyor. (İnternethaber, 13 Nisan 2006) Alkolün zararları için “İçki neden yasaktır?” adlı yazımıza bakılabilir.

Sadece kutsal olduğu kabul edilen sularını karşılaştırmak bile, iki din arasındaki farkı göstermesi açısından yeterlidir zannederiz.

 

Bu Konuyu Sosyal Medyada Paylaş

Yorumlar

  1. Oqtay dedi ki:

    Hocam yazılarınızı alıyom , hakkınızı helal ediniz.

    CEVABEN
    Tüm site seni oktay kardeşim. Dua da unutma yeter. muhabbetle

Yorum Yaz


Yukarı Çık