İslami bilim, felsefe ve Batıya etkileri

198 kez görüntülendi

İslami bilim, felsefe ve Batıya etkileri

İslam Biliminin Rönesans’a Etkileri

Profesör Fuat Sezgin’in ‘İslam’da bilim ve teknik’ isimli eseri, Avrupa’da bilim ve teknolojinin gelişmesine Müslümanların ne derece büyük bir etki ile katkı sağladığını ortaya koymaktadır. (Sezgin, I/85-167) A. Humbold, ‘fizik ilminin hakiki mucitlerinin Araplar olduğunu’ söylerken (Haydar Bammat, Batı medeniyetinin kuruluşunda Müslümanların rolü, s. 35) Nobel ödüllü Fransız fizikçi Pierre Curie: “Müslüman Endülüs’ten bize 30 kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Şayet yakılan bir milyon kitabın yarısı kalsaydı çoktan uzayda galaksiler arasında geziyor olacaktık.” (Erol Toy, Cumhuriyet Gazetesi, 30 Temmuz 1979; Doğuştan günümüze büyük islam tarihi, cilt 4; Genç Beyin Dergisi, Yıl: 6 Sayı: 67; Beşir Ayvazoğlu, Kitaba, Kütüphane ve Kitap Kurtlarına Dair, Türk Edebiyatı dergisi sayı 252, İDSB Genel Sekreteri Necmi Sadıkoğlu’nun  “Uluslararası Endülüs Sempozyumu Açılış Konuşması” , Yeni Şafak, 27 Aralık 2012) demekte, Amerikalı Yahudi tarihçi Martin Kramer ise: “Eğer 1000’li yıllarda Nobel ödülleri dağıtılıyor olsaydı, neredeyse tümünü Müslümanlar alırdı.” (Mustafa Akyol, Gayri Resmi Yakın Tarih, sayfa 118; Beyaz Türkler, zenci Türkler ve dağ Türkleri, s. 81) itirafında bulunmaktadır. “Netice itibari ile Rönesans’ın hazırlanmasında Batının, İslam bilim ve felsefesine borçlu olduğu kabul edilmektedir.” (Hüseyin Sarıoğlu, İbni Rüşt Felsefesi, s. 33; Ömer Mahir Alper, İbni Sina, s. 156)

“Fernand Braudel, ‘Medeniyetlerin Grameri’ adlı eserinde, “Medeniyetler tarihi aslında yüzyıllara yayılan devamlı ve karşılıklı bir ödünç almalar tarihidir.” demektedir. Çin, Hint, Yunan-Roma medeniyeti ve İslam medeniyetlerinin taşıyıcısı olan toplumlar birbirlerinden farklı şekillerde etkilenmişler ve insanlık tarihinin seyrine yön vermişlerdir.”  (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 95, 97)

“Bilimin sürekliliği ve bilimin bir uygarlıkta kaybolmaya yüz tuttuğunda diğer bir uygarlıkta gelişmeye devam ettiğini” ortaya koyan, modern bilim tarihçiliğinin kurucusu olan ve “İslam’ın bilime katkısının Orta Çağ öğreniminde en “ilerici” unsur olduğuna inanan ve Batılı Orta Çağ araştırmacılarının bunu görmezden gelmesine” karşı çıkan (Thomas F. Glick, “George Sarton and the Spanish Arabists”. Isis. 76 (4): 493; https://www.journals.uchicago.edu/doi/10.1086/353959) George Sarton ile beraber bilim tarihi üzerine çalışmalar yapan Prof. Fuat Sezgin, “İslam medeniyetinin büyüklüğünü kendi insanımıza anlatmak, batılılara anlatmaktan daha zor.” demektedir. Prof Kalın, “Yunan düşüncesini, Hint ve Çin bilimlerini İslam dünyasına kazandıran, yepyeni bir bilim ve Felsefe geleneği inşa eden Müslüman ilim adamları, hakikatin evrenselliği ve sürekliliği ilkesinden hareket ediyorlardı. İslam medeniyetinin, İslam öncesi düşünce ve bilim geleneklerini özümseyerek yeni bir sentez ürettiğini söyleyebiliriz. İslam hem diğer kültür düşünce birikimlerini benimsemiş ve dönüştürmüş hem de evrensellik iddiasında bulunmuştur.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 51, 56, 36) derken, ne yazık ki tarihi ve bilimsel gerçeklerden habersiz olan günümüz Müslümanları, son 100 yıldır Batı medeniyeti karşısında aşağılık kompleksi içindedirler. “İslam medeniyetini ‘‘Ortaçağ’’ ile bir tutmaya kalkanlar aslında kendilerine, geçmişlerine güvensiz ve Batı karşısında aşağılık kompleksi içinde olan bir psikolojiye” sahiptirler. Ünlü yazarlarımızdan Namık Kemal, “Arab’ın felsefe ve bilimi, tamamı ile Araplar tarafından icat olunmadığı için Arab’ın fikir sahasında elde edilmiş bilgilerinden sayılmayacak mıdır? Yunanlılarda, kendilerinden evvel gelen kavimlerden birçok şeyler aldığına göre, nasıl o felsefelerin adına Yunan İlim ve felsefesi diyeceğiz?” (Namık Kemal, Renan Müdâfaanâmesi, s. 40) derken bu komplekse de işaret etmektedir. Unutmayalım ki, “ilim ve hikmet, dolayısıyla teknoloji insanlığın ortak malıdır; nerede bulunursa alınır, ama İslam’ın özüne ve esaslarına aykırı olarak kullanılamaz.” (Prof. Dr. Saffet Sancaklı, Hz. Peygamber’in medeniyet inşa etmesindeki temel yapı taşları, İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, s. 238) “Avrupa İslam ilimlerini aldı, kendine mal etti, ondan sonra da keşifler ve buluşlar sahasında dev adımlarla yürüdü.” (Prof. Muhammed Kutup, İslam’ın etrafındaki şüpheler, s. 105) “Elmalılı M. H. Yazır: ‘Batılılar nasıl ki bizim klasik eserlerimizi tercüme edip yararlandılarsa, biz de onların eserlerini tercüme edip bilimlerinden yaralanmalıyız.’ der.” (Emin Arık, Deizm ve ateizm çıkmazı, s. 127) “Bilim kimsenin tekelinde değildir. Kültürler arası ortak bir üründür. Bilim devamlı gelişen bir disiplindir. Hiç kimse tek başına bir disiplin ortaya koyamaz, farklı katkılar mutlaka gereklidir. Hiç kimse ötekini ortaya koyduklarının üstünü örtmeye çalışmamalıdır.” (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 144) Evet, hem de hiç komplekse girmeden, atalarımızdan aldıkları bilgiyi, sömürü ile elde ettikleri sermaye ile geliştiren Batı medeniyeti karşısında asla eziklik, aşağılık kompleksine kapılmadan, atalarımızın yolunda gidip, bilimi kaldığı yerden alıp daha ileriye taşımalı, bu ata geleneğini sürdürmeliyiz! 

Gibb: “Müslüman alimler fikirlerini Yunan’daki ve İskenderiye’dekilerden daha ileriye götürmüşlerdir.” (Haydar Bammat, Batı medeniyetinin kuruluşunda Müslümanların rolü, s. 18) derken, Sigrid Hunke’nin, ‘Avrupa’nın Üzerine Doğan İslam Güneşi’ adlı eserinin mukaddimesinde ise Ahmet Kabaklı, “Atalarının mirasından utanmak şöyle dursun, onunla iftihar etmek, yeni bir şahsiyet ufkuna kavuşmak için”  (Hunke, s. 16) okunmasını tavsiye ettiği kitabın yazarı Sigred Hunke de,” Bu kitap Arap medeniyetine karşı uzun zandan beri borçlu olduğumuz teşekkürü ispat için yazılmıştır. (Hunke, s. 20) demektedir.

Fuat Sezgin’in, ‘İslam Bilimler Tarihi Üzerine Konferanslar’ adlı kitabında şöyle demektedir: “İlkokula girişimin ikinci veya üçüncü haftasında bize dünyanın yuvarlaklığını öğreten hanım hocamız, İslam bilginlerinin dünyanın bir öküzün boynuzunda taşındığına inandıklarını anlatıyordu. Ben zavallı çocuk, 30 yıl kadar sonra, Müslümanların ekvatorun uzunluğunu daha 9. yüzyılda birkaç metotla 40.000 km. kadar ölçebildiklerini öğreneceğimi nasıl bilebilirdim?”

Ünlü tarihçi Prof. Dr. Fuat Sezgin, 16 Kasım 2009 Tarihinde İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde verdiği konferansta, “Türk aydınları, dini, ilerlemenin önündeki en büyük engel olarak kabul ettiler ve bu suretle din düşmanlığı yaptılar. İslamiyet, çöl Araplarını, göçebe Türkleri ve ateşperest İranlıları bilim üreten toplumlar haline getirmiştir. Batılılar şimdi gözleri kamaştırıyorlar, fakat İslam dünyası da kendi değerlerinin farkında değil. Herkeste bir kompleks hakim. Umumiyetle derler ki: “Müslümanlar kaynak vermezler.” Bu tamamıyla yanlış. Kaynak veren tek kültür dünyası İslam kültür dünyasıdır. Avrupalılarda kaynak verme mefhumu yoktu. Yunanlılarda çok azdı ama Avrupalılarda tamamıyla silindi. Hatta tam aksi de var. Mesela, 11. yüzyılın sonuna doğru İtalya’da 25 tane çok mühim Arapça tıp kitabını tercüme ediyorlar ve bunların 25’ini de ya kendilerine ya da Yunanlılara nispet ediyorlar! İbni Sina’nın taşlara dair kitabını Aristo’ya mal etmeleri gibi. Yine Huneyn bin İshak’ın kitabını Galen’e nispet ediyorlar. Bu tip çokça misal var. Müslümanlar ise kaynak veriyorlar. Bir de şunu anlamadılar. Mesela, Taberi Tefsiri’ni aldığınız zaman orada kaynak şu şekilde gösterilir: “Filan filana, o da filana, o da bana söyledi ki” şeklinde olur. Modern insanlar ise Taberi’nin bu şekilde zikredişini, sözlü rivayetler zannediyorlar, yanılıyorlar. Halbuki bunlar kaynakların dipnotlarıdır. Maalesef büyük oryantalistler bile bunu anlayamadılar.” (Fuat Sezgin, Bilim Tarihi Sohbetleri, s. 81, 95)

Abdurrahman Ahmet, “Fazilet odur ki, onu düşmanlar dahi tasdik ede.” (Abdurrahman Ahmet, Garbın İslam’dan öğrendikleri, s. 6) diyen Ahmet’i, Halil Halid onaylamakta ve “Bugün sahip olunan medeniyetin kaynakları ile medeniyette ulaşılan seviyede, şüphesiz İslam medeniyetinin katkısının olduğu ilim ve insaf sahibi Avrupalı araştırıcı tarafından da kabul edilmektedir.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 45) demektedir. “İstisna da olsa” bu tür itiraflarda bulunan Batılı araştırmacılardan alıntıları sizlerle paylaşarak, tarihimizde sahip olduğumuz o özgüvene ve bilgi seviyesine yeniden ulaşacak nesillere bir ümit vermek istiyoruz. Çünkü Batı için bilim sadece bir sömürü ve kapital aracıdır. İnsanlığa faydalı olmak veya insanlıkla paylaşmak batılı insan için söz konusu değildir. Bunun sonucunu da tüm dünya ve özellikle de Batının dini/siyasi/ekonomik nedenlerle düşman olduğu İslam dünyası, işgal, sömürü ve darbelerle hala yaşamaktadır!

“Müslüman toplumları, tarihte birbirine zıt beş büyük medeniyet -Yunan, Sami kavimleri, İran, Hint ve Çin- ile karşılaştılar ve her karşılaşmada kendi kültürel kimliklerini kaybetmeksizin benimsemeyi zorda olsa öğrenmiş.” (Ziyaüddin Serdar, İslam medeniyetinin geleceği, s. 67) ve “İslam medeniyeti diğer medeniyetlerin kavramlarını ve değerlerini süzgeçten geçirip kendi temel özellikleri ve ilkeleri ile uyum sağlayanların benimsemiş, kendi değerlerine ve normlarına ters düşenleri ise reddetmiştir.” (Ziyaüddin Serdar, İslam medeniyetinin geleceği, s. 43)

HP’nin eski yönetim kurulu başkanı Carly Fiorina: “Bir zamanlar bir medeniyet vardı ki, dünyanın en büyüğü idi. Bu medeniyetin en büyük itici gücü, icatlar ve keşifler idi. Matematikçileri, bilgisayarın yapımını ve şifrelemeyi mümkün kılan cebir ve algoritmayı oluşturdular. Doktorlar, yeni tedavi yöntemleri buldular. Gök bilimcileri, uzay yolculuğunun ve keşfinin yolunu açtılar. Benim bahsettiğim medeniyet, 800 ile 1600 seneleri arasında Bağdat, Şam, Kahire saltanatları ve Osmanlı devleti ile birlikte, İslam dünyasıdır. Bizler, çoğunlukla, bu medeniyete karşı borçlu olduğumuzun farkında olmasak da, onların armağanları, bize kalan mirasın önemli bir parçasıdır. Arap matematikçileri olmasaydı, bugünkü teknoloji endüstrisinin varlığından söz edilemezdi.” (Packard Hewlwtt, Carly Fiorina Speedhes,Twechnology; hp.com/hpinfo/execteam/speeches/fiorina/minnesota01.html)

Lord John Davenport, ‘Hz Muhammed ve Kuran’ı Kerim’ adlı eserinde şunları ifade eder: “Peygamberin birçok hadisi ilme saygıyı emreder. Felsefe ve fen bilimlerinin koruyucusu Asya’da Abbasiler ve Endülüste Emeviler devrindeki Müslümanlardır. Araplar ve Müslümanlar arasında Fen ve sanayi altı yüz yıllık bir yükselme dönemi geçirirken bizim aramızda en kaba barbarlık hüküm sürmekte idi.  Mosheim: ‘Endülüs Müslümanlarının Avrupa felsefesinin üstadı oldukları bir gerçektir.’ Modern Avrupa, ilk şairlik ve romantik hareketini Araplara borçludur. Araplar kendilerine özgü bir dil ve edebiyat meydana getirmişler, kendilerinden önceki kavimlere bakarak şaşılacak kadar hızlı bir düşünce ilerlemesine uğramışlardır. Sözümüze geri dönelim: Avrupa bugün bile Müslümanlara borçludur: Yunan filozoflarına ait eserlerin saklayıcısı olmak, ilmin en önemli kollarını, fen, matematik, tıp ve benzeri ilimleri geliştirmek bakımından Avrupa Müslümanlara borçludur.” (Davenport, s. 56-57, 60) “Modern bilimin kökenlerinin dindar bilim adamları tarafından atıldığı unutulmamalıdır. Bilim tanrının yarattığı doğa hakkında insanlara daha fazla bilgi sunmaktadır.” (Modern Çağın İnanç Sorunları, Komisyon, DİB, Dr Alper Bilgili, s. 96) “Kimya bir fen olarak hemen hemen Müslümanlar tarafından kurulmuştur. Alkaliler ve asitleri tefrik ettiler, yüzlerce ilaç üzerinde çalıştılar ve ürettiler” (Will Durant, The Age of Faith, s. 245) Le Bon: “Salerne üniversitesinin sağlığı korumaya dair birçok sözleri bulunmaktadır. Bilindiği gibi Avrupa’nın en şerefli enstitüsü kabul edilen bu okul şöhretini Araplara borçludur.” demektedir. (Haydar Bammat, Batı medeniyetinin kuruluşunda Müslümanların rolü, s. 44) 700 yılından 1200 yılına kadar 5 asır, İslam alemi fen ve tıpta dünyaya rehberlik etti. İslam aleminin Hıristiyan alimin üzerindeki tesiri çeşitli ve çok büyük idi. Müslüman tıbbi 500 yıl dünyaya rehberlik etti. Hıristiyanların kilise ve çan kuleleri, minareye çok şeyler borçludur. Toledo’nun 1085 yılında zaptı, Hıristiyan astronomi bilgisine çok ilavelerde bulundu ve dünyanın küre şeklinde olduğu doktrinini canlandırdı. (Will Durant, The Age of Faith, s. 341-343) Müslümanlar optikte orijinal buluşlar ve sistematik araştırma neticelerini topladılar; Kimyada deneysel metodu geliştirdiler. Cabir’den 500 yıl sonra Roger Bacon bu metodu Avrupa’ya açıkladığı zaman bu aydınlığı Müslüman İspanya’ya borçluydu. Müslüman İspanya’nın ışığı ise Doğu İslam aleminden geliyordu. (Will Durant, The Age of Faith, s. 249) Pusula, barut ve baskı Haçlı seferleri sona ermeden evvel doğuda biliniyordu. (Will Durant, The Age of Faith, s. 612) “Avrupa’nın Fikrî Gelişimi” adlı eserin yazarı Dr. J. W. Draper der ki: “Tarihin en üzücü şeylerinden birisi, Avrupalı yazarların ustaca ve sistemli bir şekilde Batı’nın, İslam bilim geleneğinden aldıklarını göz önünden kaldırmaya çalışmalarıdır.” (Henry George Farmer. Historical Facts for the Arabian Musical Influence, sayfa V) “Bütün bilimsel yöntemler Müslümanlar tarafından muhafaza edildi, geliştirildi ve öğretildi. Hristiyan Avrupa’ya da bilim böylece Müslümanlardan geçti.” (Charles H. Haskins. “Arabic Science in Western Europe”, 485) “Philips Hitti: “İslam medeniyetinin modern dünyaya en büyük yardımı ve hediyesi ilimdir. Avrupa’nın ilerleme hayatında İslam kültürünün mutlak tesirini takip edemeyeceğimiz bir tek safha yoktur.”; R.V. Bodley; “Rönesansı İslamiyet’e borçluyuz.”; E.F. Gautier: “Bizim Rönesans’ımız, İslam medeniyetinin hatırasını çabuk unuttu. Halbuki ona karşı çok büyük minnetleri vardır.”; Montucla: “11. yüzyılın karanlıklarını dağıtmaya gelen ilk ışıkları Müslümanlara borçluyuz.”; Gustave Edmund: “İslam’ın Batı üzerindeki tesiri çok büyüktür.”; M. Watt: “Avrupa’nın ilk kaynak eserlerinde bulunan birçok atıflar, İslam tesirinin Yunan tesirinden çok daha fazla olduğunu artık kesin olarak ispat etmiştir.” demektedirler.” (Adnan Odabaş, Dikkat misyoner geliyor, s. 92-93) “Batı dünyası Rönesans’tan önce İslam medeniyetinden beslenmiştir. (Dr. Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s. 20) “Tarih incelendiğinde bilim ve icatlar sahasında Müslümanların büyük hizmetleri görülecektir. Maalesef batıya karşı aşağılık kompleksiyle kaleme alınan ilme dair eserlerde bunlardan hiçbir şekilde bahsedilmez. Bu inkar batının nankörlüğünün tezahürüdür. Doğu için ise aşağılık kompleksinin neticesidir.” (Osman Nuri Topbaş, Aklın cinneti Deizm, s. 44) “Batı ulaştığı ilerlemeyi Müslümanlara borçludur.” (Fuat Sezgin, İslam’da bilim ve teknik I/163-166)

“Kimya bir fen olarak hemen hemen Müslümanlar tarafından kurulmuştur. Alkaliler ve asitleri tefrik ettiler, yüzlerce ilaç üzerinde çalıştılar ve ürettiler.” (Will Durant The Age Of Faith, s. 245)| Howard R. Turner: Müslüman sanatçılar ve bilim adamları, prensler ve işçiler birlikte bütün kıtalardaki toplumları doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen eşsiz bir kültür oluşturdular. (Howard R. Turner, Science in Medieval Islam, University of Texas Press, November 1, 1997, ISBN 0-292-78149-0, pg. 270 (book cover, last page); Robert Briffault: Günümüz biliminin Arap bilimine olan borcu şaşırtıcı keşifler ya da devrim mahiyetindeki teorilerden ibaret değildir; bilim Arap kültürüne bundan çok daha fazlasını; varlığını borçludur.  (Robert Briffault (1928). The Making of Humanity, p. 191-202 G. Allen & Unwin Ltd.);  Bilim tarihinin kurucularından George Sarton: “Ortaçağ’ın en temel başarısı, deneysel ruhun ortaya çıkışıdır ve bu aslında 12. Yüzyıla kadar Müslümanlar sayesinde olmuştur” (Abdus Salam (1984) “İslam ve Bilim” In C.H.Lai (1987), İdealler ve Gerçekler: Abdus Salam’dan Seçme Deneme Yazıları , 2. Baskı, World Scientific, Singapur, S.179-213); Oliver Joseph Lodge: Eski ve yeni bilim arasındaki tek etkin bağ Araplar tarafından oluşturulmuştur. Karanlık çağlar Avrupa’nın bilim tarihinde mutlak bir boşluk olarak karşımıza çıkmaktadır ve bin yıldan fazla bir süre boyunca Arabistan dışında hiçbir yerde kayda değer bir bilim adamı yoktur.  (Oliver Joseph Lodge, Bilimin Öncüleri, s. 9); Batı dünyasında Alfraganus ismiyle tanınan Fergani’nin Yer’in çevresine ilişkin bulmuş olduğu değer (yaklaşık 40.253.700 metre), Kristof Kolomb’un Atlas Okyanusu’nu geçerek Hindistan’a ulaşma düşüncesini gerçekleştirmesinde cesaret verici bir rol oynamıştır. Kolomb bu konuda şunları söyler; Seyahatlerim sırasında Lizbon’dan Gine’ye olan rotayı dikkatlice gözlemledim ve her bir derece için, Alfraganus’un değeri olan 56 3/2 millik değeri buldum. Bu ölçüme güvenmeliyiz.  (J.N. Fiske, The Discover of America, Cilt I, Boston 1983, s. 377-378; Grant, 1986, s. 72-73); Donald Campbell: “Avrupa alimlerinin Zehravi ile ilgili dikkatini çeken şey, doğumda cenini kolaylıkla çıkarmasıdır. Onun yöntemi Galen’in metodunu gölgede bırakarak Avrupa’da beş yüz yıl üstünlüğünü muhafaza etmiş ve Hıristiyan Avrupa’nın cerrahi standartlarını yükseltmede etkili olmuştur.” (Kalender Yıldız, Müslüman İlim Öncüleri, Işık Yayınları, 2005, s. 132); İngiltere’nin Surrey Üniversitesi’nden fizikçi Prof. Jim el Halili, BBC’nin internet sitesinde yayınlanan makalesinde, Newton’dan yedi yüz yıl önce yaşayan, Irak doğumlu Hasan İbn-i Haysem’in, ilk gerçek bilim adamı olduğunu ve Newton’ın özellikle optik alanındaki buluşlarının Haysem’in çalışmaları üzerinden yükseldiğini yazar.  (NTVMSNBC, 20 Ekim 2013); “Batı, cebirden ve kahveden gitara, optikten üniversiteye dek birçok şeyi Hilalin insanlarına borçludur. Bin yıl önce, Batı karanlıkla örtülmüşken, İslam altın çağını yaşıyordu. Londra barbar bir bataklık iken Müslüman Kordoba’nın sokakları ışıl ışıldı, York’tan Viyana’ya kadar planlı katliamlar yaşanırken (Endülüs yönetimindeki) Toledo’da dini hoşgörü vardı. Klasik mirasımızın muhafızları olan Araplar bizim Rönesansımızın ebeleriydiler.” (George Rafael “A is for Arabs”, Jan. 8, 2002); “İslami bilimlerin Ortaçağ’da gösterdiği başarı ne Grek öğretisini muhafaza etmekle sınırlandırılabilir, ne de daha eski ve daha uzak olan Doğu külliyatına temas etmekle. Ortaçağ İslam alimlerinin modern dünyaya devrettiği bu miras, İslam alimlerinin kendi çabaları ve katkılarıyla zenginleştirilmiştir. Grek bilimi teorik olmaya yatkınken Ortadoğu’nun Ortaçağ bilimi tıp, kimya, astronomi ve ziraat gibi çok daha pratik alanlardaydı.” (Bernard Lewis, The Middle East, 1998, p. 266); “Müslümanlar, Yunan, Bizans, Yahudi ve Pers medeniyetlerinin mirasını da değerlendirerek, bilim, felsefe, sanat, mimari gibi farklı alanlarda büyük atılımlar kaydetmiştir. Amerikalı Yahudi asıllı tarihçi Martin Kramer’in, ‘Eğer binli yıllarda Nobel ödülü dağıtılıyor olsaydı, neredeyse tümünü Müslümanlar alırdı.’ sözü onu ifade eder.” (Prof. Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 71) “Franz Rosenthal,  “Şimdiki Batı uygarlığı da dâhil, bilgi kavramının toplum hayatında klasik dönem İslam’daki kadar büyük bir önem taşıdığı başka bir uygarlık mevcut olmamıştır.” demektedir. Müslümanlar ‘kendilerine özgü farklı yöntem ve sistemler’ geliştirmişlerdir. “Müslümanlar bitkisel familyalara birçok yenilerini ilave etmişler” (Haydar Bammat, Batı medeniyetinin kuruluşunda Müslümanların rolü, s. 39) ve “Müslüman doktorlar sağladıkları en büyük ilerlemeyi ise cerrahi alanında gerçekleştirmişlerdir. (Haydar Bammat, Batı medeniyetinin kuruluşunda Müslümanların rolü, s. 42) Kopernik ve Galileo gibi fizikçilerden çok daha önce Müslümanların güneş merkezli sistemi keşfettiklerini ve dünyanın yuvarlak olduğunu ortaya koyan çeşitli çalışmalar yaptıklarını bilmekteyiz.” (Emine Öğük, Yeni ateistlerin yanılgıları, s. 87-88, 90) derken Carl Güstav Jung, “Batılılar, neredeyse sahip oldukları her şeyi Müslümanlardan aldıkları için, Müslümanlara karşı aşağılık kompleksine sahipler. O yüzden Müslümanlara, normal bir insan gibi bakamıyorlar. Fobiyle, ürkerek bakıyorlar.” (Yusuf Kaplan, Genc Dergisi, 4.02.2015) demektedir. “Batıda yaşayan Hıristiyan ve Yahudi bilim adamları İslam bilim tarihinin hemen bütün klasik eserlerinin başta Latince ve İbranice olmak üzere, daha X. ve özellikle de XI. yüzyıldan itibaren XVIII. yüzyıla kadar kendi dillerine çevirdiler. Üzerlerinde yeni araştırmalar yaparak  bir batı bilim tarihi oluşturdular. Batılılar bu tür çalışmaları sayesinde, XVIII. yüzyıldan itibaren İslam memleketlerini siyasi ve ekonomik olarak istila etmeye”.” (Prof  Mehmet Bayraktar, İslam’da bilim ve teknoloji tarihi, s. 262) başlamışlardır. Elde ettikleri bilimsel gelişmeleri toplumları sömürmek için kullanan batı alemi, bir de bu sömürüden elde ettikleri üstünlüklerini kendi dinlerine bağlamakta ve İslam’ı ilerlemeye engel olarak göstermeye çalışmaktadırlar. “Oryantalistler batıdaki sanayi ve sosyal sebebi, Hıristiyan ilke ve değerlere bağlanmaya çalışmışlardır. Bu insanlar Hıristiyanlığın hakim olduğu dönemlerde Avrupa’nın karanlık çağları yaşadığını, O dönemlerde İslam ümmetinin parlak bir hayat yaşadığını gözden kaçırırlar.” (Muhammed Bakır el-Hakim, Oryantalistler ve Kur’an hakkındaki şüpheleri, s. 22) Gustav le Bon, ‘Avrupa vahşet asırlarının en karanlığına boğulduğu bir devirde İslam idaresindeki Bağdat ve Kurtuba, sanat ve ilim ışıklarını bütün dünyaya yayan iki medeniyet merkeziydi’ demektedir. (Haydar Bammat, Batı medeniyetinin kuruluşunda Müslümanların rolü, s. 16)

“Okuyucu bu kitaptan öğrenecektir ki, Doğu ve Batı Müslümanları Avrupa kültürünü kurdular.” (Thomas Walker Arnold, The Legacy of İslam adlı kitabın önsöz’ünden) 13. asırda Müslüman İspanya’nın Hıristiyan Avrupa’ya tesiri zirveye ulaşmıştı ve İspanya, Avrupa’nın meşalesi olmuştu. (Thomas Walker Arnold, The Legacy of İslam, s. 5) Tıp, matematik gibi Arap fenninin kaynaklarından biri idi. (Thomas Walker Arnold, The Legacy of İslam, s. 64) Müslümanlar optikte orijinal buluşlar ve sistematik araştırma neticelerini topladılar; Kimyada deneysel metodu geliştirdiler. Cabir’den 500 yıl sonra Roger Bacon bu metodu Avrupa’ya açıkladığı zaman bu aydınlığı Müslüman İspanya’ya borçluydu. Müslüman İspanya’nın ışığı ise Doğu İslam aleminden geliyordu. (Will Durant, The Age of Faith, s. 249)

“İslam’ın sekizinci asırdan itibaren teknoloji, mimari, klasik eğitim, matematik, kimya, ziraat, suyun kullanımı, felsefe, siyaset bilimi, seyahat edebiyatı, daha doğrusu genel olarak edebiyat alanlarında ki rolü ve ehemmiyeti, Avrupa için son derece büyüktür.”  (Jack Goody, Avrupa’da İslam Damgası, s. 23) “Tıp, beslenme, tarım alanında Arapça metinlerin Avrupa üzerindeki etkisi büyük olmuştur. İspanya’da, büyük ilim Merkezi Toledo’nun düşmüş olması Hıristiyan Avrupa’nın Müslümanlardan kalma teknik kitaplara daha kolay ulaşmasını sağlamıştır.” (Goody, s. 91) “İslam Avrupa’nın gelişmesi sürecinde önemli rol oynamıştır. Batı Avrupa’nın 11. Yüzyıl’daki üretilen dahiyane icatlarının, Arapların işgal ettikleri topraklara ihraç ettikleri teknolojinin kullanılması neticesinde gerçekleştiği düşünülmektedir.” (Goody, s. 95) “İslam’ın etkisi, bilim, teknoloji, felsefe, tarım ve ticaretle sınırlı kalmamış, edebiyata da sirayet etmiştir.” (Goody, s. 98) “Geçmişte Müslümanlara entelektüel ve bilimsel hayata katkıda bulundukları gibi bizatihi, Rönesans’ın kendisine de tesir etmişlerdir.” (Goody, s. 212) 

2 Aralık 1888 Tarihinde vefat eden yazar Namık Kemal, kendi döneminde İslam’ın bilimle uzlaşamayacağını ileri süren Ernest Renan’a (ö. 2 Ekim 1892) bir reddiye yazar: “Ernest Renan anlayışında olan Avrupa alimlerine göre, Müslüman olduğumuz için aklımızı her türlü bilime kapalı tutarmışız da bizim haberimiz yokmuş. Kitapçığından anlaşılan tabiat ve matematik bilimlerini bilenlerin, İslam’a mutlaka, her durumda yüz çeviren kişiler olduğu iddiasındadır.” (Namık Kemal, Renan Müdâfaanâmesi, s. 20-21) “İslam, bilim ve kültüre aşağılayıcı bir bakış ile bakış olsaydı, içlerinde bir tane bile alim çıkmazdı.” (Namık Kemal, s. 24) “İslam dini, yaygın olduğu yerlerde halkı alim bulmuşta cahilliğe mi sevk etmiştir?”  (Namık Kemal, s. 27) “Soylu Arap kavmi, daha hükümet merkezinin Şam’da iken Yunan medeniyetinden daha büyük ve güzel eserler ortaya koyarak hikmet ve medeniyetin insanlık dünyasında yayıcı ve kurucusu olmuşlardır.” (Namık Kemal, Renan Müdâfaanâmesi, s. 31) “Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde her müminin ilim, kültür, hikmet öğrenmek ile yükümlü olduğuna dair yeterli delil vardır. İnandığı din tarafından, ilim ve hikmet tahsil etmekle emrolunan bir millet fertlerinin, ‘dini emirlerden, değerlerden, iman esaslarından uzaklaşmadıkça ilim ve hikmete meyledemeyeceğini’ iddia etmek, bir maskaralık değil midir?” (Namık Kemal, s. 34) “Şerefli camilerin her birinde felsefe kitaplarının okutulmakta olduğunu biliyoruz. Bir bilim ve sanatın, ‘ibadethaneleri içine varıncaya kadar’ okutulmasına izin verilmesi, o bilim ve sanatın bir ülkede kaldırılmasını mı demektir? Renan ki, “İslam’da astronomi biliminin yalnızca kıbleyi belirleyecek kadar öğrenilmesine izin verilmiştir.” Örneğin, Hicri 823 tarihinde Ulubey’in çalışmalarını ve rasathanesini düşününce veya Kanuni Sultan Süleyman döneminde bir taraftan İspanya bir taraftan Hint sahillerine giden Osmanlı donanmasını görünce, acaba bunları, astronomiden yalnız kıble tayini edecek kadar bilgisi olmaları mı yönlendirmiştir?” (Namık Kemal, s. 43) “Renan’ın, ‘İsa’nın hayatı’ adlı kitabını yayınladıktan sonra, rahiplerin çıkardıkları gürültü üzerine memleketinde bir İbrani dersi okutmaya muktedir olamadığını düşünür, bir de o asırla şimdiki asrın halini birbirine kıyas ederse, davasına ispat için getirdiği delilerden utanır sanırım.” (Namık Kemal, s. 49) “Müslümanlar, sonsuz hayatlarına hizmet için ilme çalışır, hatta dindarlığın yönlendirmesi ile sonlu hayatlarını bu çalışma yolunda geçirirlerdi.” “Avrupalılar, ruhban sınıfının baskılarına karşı çıkarak, Araplardan aldığı bilgi sayesinde bu dereceye gelmeyi başarmışlardır. İslam ne bilimi mahvetti, ne de bilim ile beraber mahvoldu.” (Namık Kemal, s. 55-57)

Zaten, “Müslüman bilim adamlarının, Optik, cerrahi, astronomi ve matematik alanındaki çalışmaları 16. ve 17. yüzyılda ortaya çıkan bilim devriminin temellerini teşkil etmekte.” (Prof. İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 54) ve “Tarih incelendiğinde, bilim ve icatlar sahasında Müslümanların büyük hizmetleri görülmekte, batıya karşı aşağılık kompleksiyle kaleme alınan ilme dair eserlerde bunlardan hiçbir şekilde bahsedilmemektedir. Bu inkar batının nankörlüğünün bir tezahürüdür. Doğu için ise aşağılık kompleksinin neticesidir.” (Osman Nuri Topbaş, Aklın cinneti Deizm, s. 44)

“Haçlılar arasında en zeki bulunanlar, şarktan aldıkları ilerleme vasıtaları sayesinde Avrupa medeniyetinin gelişmesine hizmet ettiler.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 68) Bu nedenledir ki aslıda  “Batı, ulaştığı ilerlemeyi Müslümanlara borçludur.” (Fuat Sezgin, İslam’da bilim ve teknik I/163-166)

Robert Briffault, İnsanlığın oluşumunu anlattığı eserinde, “Bilim dediğimiz şey, Avrupa’da yeni araştırma ruhunun, yeni inceleme metotlarının, deney ve gözlem metodunun, matematiksel ölçme ve değerlendirme yöntemlerinin neticesinde ortaya çıkmıştır ki, bunlar, eski Yunan’ın ürünleri değildi. Bu ruh ve bu metotlar, Avrupa’ya Araplar tarafından getirilmiştir.” (Robert Briffault, The Making of Humanity, s. 290) itirafında bulunurken, Jack Goody: “Batı, İslam bilim ve teknolojisinden ve hatta sanatından çok şey öğrenmiştir.” (Jack Goody, Avrupa’da İslam damgası, s. 23) “Müslümanlar ortaçağ bilim ve Tıpta büyük ilerlemeler sağlanmıştır. İlim ve icatlar Avrupa’da, özellikle de İspanya’da, Müslümanlar vasıtasıyla yayılmıştır. Toledo’nun 1085’teki düşmesi ile buradaki bilimin çoğu batı Avrupa’ya taşınmıştır. Batı Avrupa’daki ilmi canlanma Rönesans’tan çok önce başlamış olup, bu canlanma Müslümanlara ve onların yaptıkları çevirileri çok şey borçludur. Tercümeler özellikle astronomi ve astroloji alanında daha yoğun yapılmıştır. Kopernik, yapılan astronomi çevirilerinden etkilenmiştir. Simya, adında da anlaşılacağı üzere batıya, Müslümanlar tarafından nakledilmiştir. Simya ilmi, İslam biliminin Rönesans öncesi dönemde ortaçağ Avrupa’sı üzerindeki muazzam etkisine tanıklık etmektedir. Batı Avrupa’nın on birinci Yüzyıl’daki üretilen dahiyane icatlarının, Arapların işgal ettikleri topraklara ihraç ettikleri teknolojinin kullanılması neticesinde gerçekleştiği düşünülmektedir. Bilginin yakın Doğu’dan Avrupa’ya nakli, esas itibariyle Müslümanlar vasıtasıyla meydana gelmiştir. Batıda Hıristiyanlık ile İslam arasındaki karşıtlık, İslam’ın Avrupa kültürüne yaptığı katkıların küçümsenmesine neden olmuştur. Avrupalı bilgiler öteden beri Rönesans’ın Arapların klasik kaynaklardan yaptıkları çevirilere çok şey borçlu olduğunu kabul etmişlerdir.”  (Goody, s. 33, 60, 88, 91, 89, 90, 91, 94, 116, 169) demektedir. Tabii bunu kabul eden Avrupalı bilginlerin sayısı sayın Goody’nin tahmininden epey az olduğu bilinmektedir.

Şimdi gerek yerli gerek yabancı araştırmacılardan alıntılarla konumuza devam edelim:

“Müslüman Bilginler, eklipliğin açısını, dünyanın büyüklüğünü ve ekinoksun presesyonunu ölçmüş, optik ve fizik alanında ışığın kırılmasını, yer çekimini izah etmiş, gözlemevleri kurmuş, yeni ilaçlar keşfetmiş, staj sistemi oluşturmuş, yeni hijyen anlayışları geliştirmiş, cerrahi aletleri, narkozu ve cerrahi bilimini geliştirmiş, yeni aşılama tarzları ortaya koymuş, toprak işleme tekniklerini geliştirmiş, denizcilik bilimini ileriye taşımışlardır. Kimya alanında da, birçok yeni kimyasal maddeleri keşfetmişlerdir.” (M. K. Nakosteen ve J. S. Szyliowicz, History of education, 18/16-17) “O’Leary, ‘How Greek Science Passed to Arabs’ adlı çalışmasında Müslüman bilim adamlarını, Tıp, optik ve kimya gibi alanlarda önemli çalışmalar yaptığını kabul eder.” (Bryan S. Turner, Oryantalizm Kapitalizm ve İslam, s. 123) “Akıl ve vahiy arasındaki taban tabana zıtlık iddiası, kesinlikle yapay bir zıtlıktır. Endülüs; Karanlık çağ denilen devirdeki Hıristiyan Avrupa orada ışık bulmuş ve bilgi kandillerini Endülüs’ün büyük üniversitelerinde yakmışlardı.” (Gai Eaton, İslam Ve İnsanlığın Kaderi, s. 151, 289) “Endülüs’teki İslam üniversiteleri Batılı öğrencilerin ziyaret ettiği bir merkez olmuştu.” (Haydar Bammat, Batı medeniyetinin kuruluşunda Müslümanların rolü, s. 10) “İslam eskiden gelen bu ilmi mirasa tevhidi bakış açısını ve ilahi kurallara teslimiyeti kazandırarak Atina ve İskenderiye’de söndürülen ilim ateşini yeniden tutuşturmuştur. İslam yaklaşık yüz yılda Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya ve ispanya’ya kadar yayılmış, daha önce pek çok medeniyetlerin gelip geçtiği bu bölgelerde birçok ilimle yüz yüze gelmiş, bu ilimlerden kendi ruhuna uyanları bünyesinde eritmiş ve kendine özgü kültürel hayatını bunlarla beslemiştir.” (Seyyid Hüseyin Nasr, İslam’da bilim ve medeniyet, s. 22, 27) “Müslüman toplumları, tarihte birbirine zıt beş büyük medeniyet -Yunan, Sami kavimleri, İran, Hint ve Çin- ile karşılaştılar ve her karşılaşmada kendi kültürel kimliklerini kaybetmeksizin benimsemeyi zorda olsa öğrendi.” (Ziyaüddin Serdar, İslam medeniyetinin geleceği, s. 67) “Arapçadan Latinceye yapılan çevirilerin, Londra ve Paris olmak üzere batıda yayılması üzerine ortaya çıkan krizden Batı, İslam filozoflarının fikirlerini iyice özümseyip, kendi düşüncesi doğrultusunda yorumlayarak çıkmış ve bunun neticesinde de Rönesans hareketi başlamıştır.” (H. Bekir Karlığa, İslam Düşüncesinin Batı Düşüncesine Etkileri) Filozof William Lane Craig, “Kozmolojik delil tarihinde Arap ilahiyatçıları ve filozofları oldukça önemli bir yere sahiptir. Ancak batı antolojisi ve kitaplarında bu Müslüman düşündüren katkıları göz ardı edilmiştir.” (Craig, The Cosmological, s. XI) “Modern bilimin, teknolojinin, tıbbın temelleri, kendilerinden önceki uygarlıkların bilimlerini ve kültürlerini kendi kültür uygarlık şemsiyesi altında çalışarak, geçmiş bilgilerin üzerine yeni katkılarda bulunup, bu başarıları devam ettirerek modern dünyaya kazandıran; İslam uygarlığıdır.” (Profesyonel Salim al-Hassani, İslam uygarlığındaki 1001 buluş, s. 7) “Avrupa’nın kilise baskısı altında inlediği zamanlarda bilim Avrupa’ya, Arapça tercüme eserlerle aktarılmıştır. (Dr. Ahmet Bayraktar, Ateizmus 1, s. 19)  Robert Briffault, “Avrupa’nın ilerleme kaydettiği her sahada, İslam medeniyetinin mutlaka büyük payı, hissedilir bir tesiri ve kesin bir rolü olmuştur.” (Briffault, The Making of Humanity, s. 190) “Abbasi devletinin ilk zamanlarında ortaya çıkan ilmi hareket, dünyaya kendi güç ve kuvveti ile hakim olmuş ve eski ilmi sistemleri hezimete uğratmıştır.” (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s. 348) Bilim tarihçisi Victor Robinson: “Avrupa, gün batımında karanlığa gömülürken, Kurtuba, sokak lambaları ile parıldıyordu; Avrupa, kir çerisinde iken, Kurtuba’da binlerce hamam vardı.” (V. Robinson, The Story of Medicine, s. 164) “İlim, batıdaki Müslüman İspanya üniversiteleri vasıtasıyla ve ticari münasebetler yoluyla dünyaya yayılmıştır. Araplar, Yunan ilimlerini diriltmiş ve orijinal bir ilim dünyası yaratmış, yeni araştırma yolları bulup geliştirmişlerdir. Rönesans Doğu ile Batı arasındaki maddi temasa bağlanır, bu temastan İslam’dan fazla Avrupa istifade etmiştir. Avrupa, kültürünü o meşhur Rönesans sebebiyle İslam’a borçlu bulunmaktadır. İlim ne Doğuludur ne de Batılı, evrenseldir.” (Muhammed Esed, Yolların ayrılış noktasında İslam, s. 53, 67, 76) “İslam medeniyeti Batılı akla büyük ilham kaynağı olmuştur. Endülüs medeniyeti, Batı medeniyetinin gelişimine katkı sağlamıştır.” (M. Aydın, siyasetin aynasında kültür ve medeniyet, s. 309) “Batıdaki bilimsel gelişmelerde İslam medeniyetindeki çalışmaların etkisi bulunmaktadır.” (İbrahim Çoban, Ateizm ve Deizm Eleştirisi, s. 74) “Matematik coğrafyanın belki de yüzde 80’i İslam kültür dünyasında başarıldı. Eski dünyanın tanıdığımız haritaları en büyük gelişmelerini İslam kültür dünyasında buldular. Avrupa coğrafyacılarının elinde 18. yüzyılın sonuna kadar tanıdığımız haritalar İslam kültür dünyasında başarılanların ya tam veya bazı gelişigüzel değişikliklere uğrayan kopyaları olarak ortaya çıkıyor.” (Prof. Dr. Fuat Sezgin, İslam Kültür Dünyasının Bilimler Tarihindeki Yeri, Türkiye Bilimler Akademisi, 12 Nisan 2004) Avustralyalı yazar Jonathan Lyons, ‘Hikmet evi’ isimli eserinde Arapların batı medeniyetini nasıl dönüştürdüğünü örneklerle anlatır. Kopernik’in Nasiruddin et-Tusi ve İbnu’ş-Şâtır gibi Müslüman alimlerden ilham aldığını söyleyen Lyons, eserini Bath’lı Adelard’ın şu tarihi sözleri ile noktalar: “Şüphesiz Tanrı evrene hükmediyor, fakat biz doğayı araştırabiliriz ve bunu yapmalıyız. Bunu bize öğreten Araplardır.” (Jonathan Lyons, The House of Wisdom,  s. 201) “Aydınlanma düşünürlerinin yazdığı ansiklopediden yüzyıllar önce Müslüman alimler ve bilim adamları, büyük ansiklopedik eserler kaleme almışlar ve farklı ilim dallarını kapsamlı bir epistemik çatı altında toplanmışlardı.” (Frederick Starr, Lost Enlightenment, s. 7) “Renan diyor ki, “İspanya’daki İslamların, ilmi incelemeleri olmasaydı, Avrupa ilerleyemezdi. Mocheim diyor ki, “Avrupa’da ortaya çıkan hikmet, fizik heyet, felsefe, matematiğin İslam okullarından alındığı, özellikle Endülüs Müslümanlarının Avrupa felsefesinin Üstadı oldukları muhakkaktır.” (Operatör Doktor Mehmet Ali Derman, Çürütme (reddiye), s. 56, 78) “Batı dünyası rönesanstan önce İslam medeniyetinden beslenmiştir.” (Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s. 20) “Okuyucu bu kitaptan öğrenecektir ki, Doğu ve Batı Müslümanları Avrupa kültürünü kurdular.” (Thomas Walker Arnold, The Legacy of İslam adlı kitabın önsöz’ünden)  “13. asırda Müslüman İspanya’nın Hıristiyan Avrupa’ya tesiri zirveye ulaşmıştı ve İspanya, Avrupa’nın meşalesi olmuştu. Tıp, matematik gibi Arap fenninin kaynaklarından biri idi.” (Thomas Walker Arnold, The Legacy of İslam, s. 5, 64) “Haçlılar beraberinde geriye tıp bilgilerini, hastaneleri, hamamları, astronomi, geometri ve edebiyat kitaplarını, musiki aletlerini, pusulayı ve denizcilik sanatını getirmiştir.” (Taceddin Ural, Papa bir puttur, s. 119) “İlimlerin Mısır’dan Hindistan’dan Yunanistan ve Bizans yoluyla Doğu Müslümanlığına ve İspanya’ya, oradan Avrupa’ya ve nihayet Amerika’ya geçmesi, tarihin en dikkat çekici akışlarından biridir.” (Will Durant,  İslam Medeniyeti,  s. 97) “İlimlerin Mısır’dan Hindistan’dan Yunanistan ve Bizans yoluyla Doğu Müslümanlığına ve İspanya’ya, oradan Avrupa’ya ve nihayet Amerika’ya geçmesi, tarihin en dikkat çekici akışlarından biridir. İslam ilmi, eski Yunan matematiğini, fizik, kimya, astronomi ve tıbbını korudu, geliştirdi ve bunu zenginleştirip Avrupa’ya iletti. İslam tıbbı 500 yıl Avrupa’ya hükmetti. Müslüman felsefesi, Aristo felsefesini koruyarak ve değiştirerek Avrupa ya hediye etti. İslam medeniyetinin parlak faaliyetinin bir kısmı eski Yunan’dan kalanlarla beslenmiş olabilir; ancak büyük bir kısmı, bilhassa siyaset, şiir ve sanat tamamen orjinaldir ve paha biçilemez değerdedir.” (Durant, s. 260, 262)

“Goldziher: Avrupa’da Simya, Araplara bağlanmışsa da modern kimya, Araplara daha çok şey borçludur. Bernard Lewis: “Tıp sahasında Müslümanlar, Greklerin temel görüşlerini pratik gözlemler ve klinik tecrübeleri ile zenginleştirdiler. Matematik, fizik ve kimyada onların payı çok daha orijinaldir. Cebir, geometri ve özellikle trigonometri, Müslümanların geliştirdiği ilim dallarıdır.” .” (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 365, 368)

Prof. Dr. George Saliba’nın ‘İslam Bilimi ve Avrupa Rönesansı’nın Oluşumu’ adlı eserinden alıntı ile devam edelim:

Yazar, Kopernik’in çalışmalarıyla, daha önce yapılan çalışmalar arasındaki benzerliklere dikkat çeker ve Kopernik’in, Arap kaynaklarında hala korunmakta olan fikirler ve matematiksel teknikleri, kendi çalışmalarına dahil etmeye çalışırken yaptığı hataları ve benzerlikleri ortaya çıkardığını söyler. İbni Şâtır’ın ay modeli gibi tıpatıp çözümler, Tûsi’nin çifte bağı ve Şâtır’ın Merkül modelini benimsemesi gibi örnekleri sıralar ve İslam biliminin Rönesans’tan sonra bile Avrupa’nın bilimsel geleneğini önemli ölçüde etkilediğini belirtir. (s. 9) Hiç kimse, İslam bilginlerinin yeni bir bilim tarzı ortaya çıkarmış olabileceğini, Yunan biliminin aslında yetersiz, eksik, çelişkilerle dolu olduğunun da farkına varamamıştır. (s. 16) Rönesans ile, İslam bilimsel malzemesinin bilinçli bir biçimde atlanıp, tüm bilim ve felsefenin başlangıcını Grek-Roman mirası ile açıklanmaya çalışılmıştır. (s. 17) Halbuki Bizans topraklarında klasik Yunan bilimsel metinleri, kitapları dolaşımda değildi. Zaten Bizans bilimi daha çok astronomi değil astroloji ile ilgiliydi ve bu konudaki bilgilerde, “zayıf ve etkisiz” idi. (s. 19) Bizans devleti resmi politikasının, “felsefeyi bastırmak” olduğu tarihi bir gerçek iken, bu iddianın, Yunan biliminin Arap topraklarına taşınmasını anlatamayacağı açıkça ortadadır. (s. 23) Batlamyus’un Elmecisti’sini çevirmiş olan Haccac bin Matar, Arapça çevirinin özgün Yunancasındaki hataları düzeltmiştir. (s. 81) Haccac’a teknik terimleri ve bu kitabın hatalarını düzeltmeye kim öğretmiştir?  (s. 32) Harezmi, 2. derece denklemlerinde yeni bir cebir disiplinini oluşturmuştur ve bu Yunan kaynaklarının çevirisinden önce olmuştur. Harizmi’ye bunları kim öğretmiştir? Yunan bilimsel metinleri çevrilirken, Hey’e gibi, yunanlılarda olmayan özgün bir bilim dalının oluşması çarpıcıdır. Tüm bunlar, ilk kez çeviri yapmaya başlayan insanlar için olanak dışıdır. (s. 33) Habeş el Hasib’in, trigonometri ve matematik projeksiyon alanında kaydettiği şaşırtıcı ilerlemeler, Hint ve Yunan kaynaklarında bilinenin de ötesine geçmişti. Habeş, düzlem-küresel usturlapların projeksiyon tasarımını yapmıştır, bu projeksiyonlar daha  eski medeniyetler tarafından bilinmiyordu. Bu ilk nesil, Hint rakam sistemini o denli geliştirmiştir ki, Şam’da Uklidisi’nin metninde, ondalık virgül ile ondalık kesirlerin ilk kez ortaya çıktığını görürüz. (s. 34) Özetle, yeni bir cebir ve trigonometri ve Hey’e, yeni projeksiyonlar, Hint rakamlarının girişi, ondalık kesirlerin gelişmesi gibi sonuçların, o alanda ‘daha önceden çalışma yapılmadan, aynı anda ortaya çıkması’ olanaksızdır. (s. 35) Bilimsel aletler hiç yoktan yaratılamaz, normal koşullarda bu özellikler hep birden, aynı anda değil, zaman içinde, yavaş bir tarzda gelişir. Haccac, Harizmi ve Habeş gibi bilginler ekliptik eğikliğinin, Batlamyus’un belirttiği gibi 23;51,20 veya Hint kaynaklarında belirtildiği gibi 24,48 değil, 9. yüzyılın ilk yarısında saptandığı gibi, 23;30 olduğu gözlemlenmiştir. Bu sonuçlar, ilk kez gözlem yapan deneyimsiz gökbilimcilerin çabaları ile elde edilemez.(s. 35) Devinim parametresinin değerinin 66 yılda bir derece olarak tanımlanması veya solar denklemin veya solar apoje hareketinin değerlerinin tanımlanması, deneyimsiz gök bilimciler tarafından gerçekleştirilemez.  Bir de bunlara, Muhammed bin Musa bin Şakir ve kardeşleri Ahmet ile Hasan’ın, gök bilimine Yunan gözlemsel ve kuramsal yaklaşımlarının eleştirisini ekleyin! Metinleri ilk kez çevirmek için çabalayan kimseler, böyle bir olgunluğa varmış olamazlar. (s. 36) Özetle, Yunan metinlerinin çevirilerinden önce de bilimsel çalışmalar yapılmakta idi ve bu bilimsel çalışmalar Rönesans’ın da temelini oluşturmuştur. Neugebauer, Pingree, Tihon ve meslektaşlarının ve en son Mavroudi’nin bağımsız çalışmaları olmasa, kimse İslam ve Bizans dünyaları arasında, beklenenin tam tersi yönde zengin bir bilimsel alışveriş olduğunu bilmeyecekti. Sorunlardan biri, Avrupa Rönesans’ının dış etkilerden bağımsız olduğu üzerinde ısrar edilmesidir. (s. 39) İslam dünyasından Avrupa’ya matematik teoremlerinin aktarımını görmezden gelirsek, bu teoremlerin Latin Rönesans metinlerinde, aniden ortaya çıkışını açıklayamayız. İslam dünyasındaki gökbilimcilerin birkaç yüzyıl o teoremleri kullandıklarını da biliyoruz. (s. 40) Bar Hebraeus’un eserini düzenleyip çeviren oryantalist François Nau, Arap gök bilimsel devriminden epey etkilenmişti. Ama Nau eseri çevirirken, “ayın kürelerinin doğası” ile ilintili olan “tuhaf şeyleri” anlayamamıştı. Bu şeyler aslında, Batlamyus’un gök bilimine olan itirazların listeleri idi ve bu eleştiri, Arap kaynaklarında 9. yüzyıldan beri listelenmiş ve sistemleştirilmişti. (s. 41) İbni Nefis, büyük Yunan hekimi Galen’in eserini kontrol etmek ve bu eserde bir tıp hatasına işaret etmek cesaretini göstermiştir. Galen, kanın kalpte temizlendiğini ileri sürmüştü. İbni Nefis, akciğerlerden geçerek temizliğini açıklamıştır. Ebubekir Er -Razi’nin ünlü kitabı, ‘eş Şukuk ala Calinus’ta (Galen hakkındaki kuşkular) benzer eleştirel içerikler vardır. (s. 42) İslam bilimsel disiplinleri hakkında bildiklerimizin buzdağının henüz tepesi olduğunun farkındayım. (s. 44) Farabi’nin dediği gibi, felsefenin ancak İslam topraklarına geldiği zaman ” özgürlüğüne kavuştuğu ” görülür. Kısaca, felsefenin ve bilginin Bizans’tan Arapçaya doğrudan aktarımı söz konusu değildir  (s. 60) Bilimin, İslam medeniyetine başka bir medeniyet ile ‘doğal’ bir temas sonucu gelmediğini, çünkü temas edilecek böyle bir medeniyetin var olmadığını görmemiz gerekir. Bütün olay, bilinçli bir elde etme süreci olduğu sonucuna rahatlıkla ulaşmaktayız. (s. 63) 10. Yüzyılın ortalarına kadar Bizans topraklarında filozoflara zulüm yapılmış, antik kitaplar kapalı tapınaklarda saklanmıştır. Yunan kaynaklarını okuyup, onları komşu İslam medeniyetine geçirebilecek derecede bilgi sahibi Bizanslılar olmadığı için de, klasik temas kuramının geçerli olamayacağı yeniden onaylanmıştır. (s. 66) Yunanlılar, cebiri Harezmi’nin ifadelendirdiği şekilde bilmiyorlardı. ‘Divan’ adı verilen bilim dalı geliştikçe, gelirler ile ilgili işlemler ve aritmetik işlemleri de gelişmiştir: Su dağıtımı, hendek kazılması, günlerin uzaması-kısalması, güneşin dönmesi, yıldızların yükselişi, üçgenin, karenin, poligonların yüzey ölçümleri, kemerler, su dolapları, hesaplar vd. Divan ilminin detaylarındandı. (s. 71) İlk zamanlarda Divan (hendese/geometri) bilen Farslılar, zamanla bu ilmi öğrenen Araplara makamlarını kaptırdılar. Bunun üzerine onlar da, daha ileri seviyede felsefe-bilim öğrenip, tekrar o makamları geri almışlardır. Çeviri hareketini de tetikleyen bu sosyal gerçekliktir. (s. 77-79, 83 ) Yunan bilimlerinin elde edilmesinin sadece bir kör kopyalama olmadığı, zamanın ihtiyaçlarını karşılamak için ayarlanmış olduğu görülmektedir. Çeviri hareketi daha üstün bir kültürün taklit edilmesi değildi, tersine kaynağında unutulmuş olan metinlerin dışarı çıkartılması idi. Bu klasik eserler, yıllarca mahzenlerde tutulmuş, ancak Bağdat’tan gelen talep üzerine dışarı çıkarılmış ve Bağdat’ta değerlendirilmiştir. Çeviri ve Arap özgün bilimlerini oluşturma aynı anda yürümekte idi. Özgün bilgileri oluşturma etkinliği, ileri seviyeye metinlerin çevirmesinden önce başlamıştı ve bu etkinlik, çevirilerden yararlanılarak daha da ilerlemişti. (s. 81, 93) Çeviriler ile Yunan mirası yeniden değerlendirilmiş, cebir, trigonometri gibi yeni bilimler ortaya çıkarılmıştır. (s. 82) Çevirilerde teknik terimlerin Arapça asıllarını kullanmıştır, demek ki, önceden o ilmi seviyeye ulaşılmıştı. (s. 83) Prof. Jacques Risler tarafından, ‘Batıya Trigonometriyi öğreten adam’ olarak tarif edilen Battani’de yazdığı ‘Şerhu’l makalati’l erbai li-Batlamyus’ adlı eserde Batlamyus’un hatalarını tek tek bulmuş ve onun trigonometri bilmediğini ispat etmiştir. (Ali Çankırılı, Batıda İlmi Skandallar, s. 41) İslam bilimi aldı, korudu ve sonra Batıya devretmemiş, bu bilim çevirilerden önce gelişmeye başlamış, bu bilimler ile beraber gelişmesini sürdürmüş ve ileri bir seviyeye ulaşıp sonrada bu bilimi batılılara Endülüs’ten Bağdat’a, üniversiteler vasıtası ile ulaştırmıştır. Cihazlar geliştirilmiş, yeni yöntemler bulunmuş, solar apojenin 11 derece yer değiştirdiği keşfedilmişti. Bu ince gözlemleri yapacak bugün bile kullandığımız hassas değerleri saptayacak gökbilimciler eğitilmişti. Tüm bunlar, çevirmekte oldukları Yunan metinlerini henüz kavramaya başlayan acemiler tarafından bulunamazdı. (s. 95-97) Tûsi, görünen solar diskin, Batlamyus’un söylediği gibi sabit olmadığını, boyutunun değiştiğini keşfetmiştir. İbni Şâtır, güneşin hareketini anlatan bir matematik model geliştirmiştir. Düzeltmeler, yeni teknikler, yeni çözümler ve gelişmeler, Yunan bilimsel başyapıtlarına eleştirel bakışın sonucuydu. Mesela, Abdurrahman el Sufi, ‘Suver el-kevakib el-Sabite’ adlı kitabını, Yunan geleneği ile uzun tartışmalar ve Batlamyus’un metnine karşıt fikirlerle doldurmuştur. Batlamyus’un eserindeki, güncellenmesi gereken alanlar, zamanın bilgilerine uyarlanmıştır. (s. 100) Çevirmenler zaten Yunan geleneğine de yabancı olan alternatif trigonometrik alanın varlığını öğrenemezlerdi. Küresel sinüs kuramını keşfeden Tûsi, sinüs yerine tanjant fonksiyon kullanan başka bir dizilimi bu kurama ekler. (s. 101) Kısaca Batlamyus’un Elmecisti metnine yapılan müdahalenin özeti; ‘matematiksel güncelleme veya hataların düzeltilmesi’ değil, başta gökbilim olmak üzere, metinin ‘bütünü ile yeniden yapılandırılması ve düzenlenmesi’ idi. Yeni şeyler eklenmiş, bazı kısımlar çıkartılmış, çelişkiler ayıklanmıştı. (s. 102) Müslüman alimlerin altyapıları, çevirilerden önce zaten vardı, çevirilerle beraber düzeltmeler de yapıldı ve sonra özgün kuramlar oluşturuldu ve yeni bilimsel teoriler İleri sürüldü. (s. 108-109) Heysim’in oluşturduğu kavramlar, Yunan mirasını kınamakla kalmıyor, tutarlı bir bilimin temelini de atıyordu. (s. 112) Heysem’den sonraki gök bilimsel gelişmeler ve aynı zamanda ortaya atılmaya başlanan soruların, Avrupa Rönesans’ı zamanının soruları ile benzerliği dikkat çekicidir. (s. 119) Tûsi, ‘Tezkire’ adlı eserinde, Batlamyus’a alternatif kendi modellerini sunar.  (s. 119, 121) Ehaveyn, el-Hafri, ve Gıyaseddin Mansur Şirazi ise, Batlamyus gök biliminin sorunlarını saymanın ötesinde çözüm önerileri de sunar. (s. 112,124, 125, 168, 170) Ali Kuşçu ise, Batlamyus’un Merkür ile ilgili çıkmazına en zarif çözümlerden birini sunmuştur. (s. 123) İslam gökbilim geleneği öyle bir olgunluğa erişmişti ki, daha önce düşünülmemiş konular ortaya atılabiliyor, yeni problemler, ilişkiler, kurumsal stratejiler üzerinde duruluyor, alimler kendi modellerini sunuyorlardı. Bu tarz araştırmalar sadece gökbilim ile sınırlı kalmayıp, diğer bilim alanlarına da yayılmıştı. (s. 128) Bizans ve Sasani kültürleri bilimsel incelikten yoksundu. Müslüman alimler sayesinde, Yunan klasik fikirleri çürütülme ve değiştirilme yolu ile yeniden dolaşıma girmişlerdir. (s. 132) Çevirisi yapılacak metinlerin bilinçli ve istekli seçimi, bu metinlerin kabul edilmesi veya reddedilmesi konusunu etkilemişti. (s. 133) Ebubekir er-Razi, Galen’in iddialarına itiraz etmiş, su çiçeği ile kızamık arasındaki farkı anlatmış; Abdüllatif El Bağdadi ise, “Gözlem her zaman sözcüklerden daha güçlüdür.” diyerek gözlemin öneminin altını çizmiştir. (s. 135) Bilim insanları, Yunan geleneğinin hatalarını temizleyip, Yunan yazarlarının bilmediği alanlarda, kendi geleneklerini oluşturmuşlardır. Matematiği, fiziksel görüntüleri açıklamak için kullanan Hafri sayesinde bu disiplin ivme kazanmıştır. (s. 136) Müslümanlara özel, ilmi elhey’e, yani astronomi ilmi ile fiziksel gerçekliğe aykırı olmayan matematik modelleri tanımlama yoluna gidilmiştir. (s. 139) Batlamyus, gökbiliminin sorunlarını çözmek için, yeni kavramlar veya yeni matematik teoremleri türeten el-Urdi, Tûsi, Şirazi, Hafri, Şâtır gibi gökbilimcilerin çalışmaları daha sonra, Rönesans’ı da etkilemiştir. Tûsi bir teorem bulmuş, Kopernik ve Rönesans gökbilimcilerinin hepsi bu teoremi kullanmıştır. (s. 162) Noel Swerdlow: “Kopernik, Tûsi tarafından icat edilen ve kullanılan iki cihazdan birini kullanarak yörünge düzleminlerinin salınımını açıklamıştır.” demektedir (Noel, Commentariolus, s. 488) Kopernik, İbni Şâtır’ın ay modelinin aynısını kullandı ve Merkür’ün hareketini açıklamak için ibni Şâtır gibi Tûsi çifte bağı kullandı.  (s. 167) İslam gökbilimindeki gelişmeler, bu kültürün ne denli titiz ve özenli olduğunu ve bilimsel düşüncesini, gelişen tutarlılık ve kesinlik ölçütlerine göre nasıl kusursuzlaştırdığını bize göstermektedir.  (s. 172) Urdi, ‘Kitap al Hey’e , 27. sayfada şöyle der: “Astronominin konusu Allah’ın en inanılmaz eseri, en muhteşem oluşumu ve en iyi uygulamasıdır. Kanıtlar ise geometrik ve aritmetik; dolayısıyla kesin. Bu yolla zihin yüce Allah’ın varlığının tartışılmaz kanıtına sahip oluyor, yaratıcının muhteşemliğini, bilgeliğini ve gücünün enginliğini sergiliyor. Allah’ım! Yaratıcıların en büyüğü ve yücesi sensin.” Tûsi, Batlamyus’un dilinin gökbilime aykırı olduğunu ilan etti. (s. 182) Galileo da, Tûsi çifte bağını kullanarak iki karşıt hareketin arasındaki duraksama fikrini çürütür. (s. 184) Din ve gökbilim: Çoğu ‘hey’e yazarının aynı zamanda tanınmış din bilgini olduğunu tahmin etmek zor değildir. (s. 186) Din sayesinde gelişen bilimlere örnek vermek gerekirse: Mikat, yani namaz zamanlarını belirleme ilmi sayesinde trigonometri kuralları gelişme göstermiştir. Trigonometri sayesinde astronomide de ilerleme sağlanmıştır. (s. 187) Dinin sağlıklı bir bedene sahip olma vurgusu sonunda, tıp ile din uygulamaları arasındaki ilişkiyi geliştirmiştir. Galen’in, kalbin işleyişi ile ilgili olarak eleştiren ve sonunda kanın akciğer dolaşımını bulan ibni Nefis, aynı zamanda uygulamacı Şafii hukukçusu idi. Yeni gökbilim; ‘Hey’eyi özellikle astrolojiyi gökbilim alanının dışına atmak ve toplumun dini baskılarına yanıt vermek için oluşturulduğunu kabul ettiğimizde, gökbilimcilerin bilimsel ve dini işlevleri arasında yakın ilişkinin var olduğunu görürüz. (s. 188) E. S. Kennedy: “Düzlem ve küresel üçgen çalışması (trigonometri) aslında Arapça yazan bilim insanları tarafından yaratıldı ve bu ifadenin geçerli olduğu tek matematik dalı budur.” demektedir. (Sciences, 327-344) Kopernik, ibni Şâtır’ın üst gezegen modelini kullanmıştır. (s. 190) Bu ilişki, Avrupa’daki bilim ve din arasındaki çatışmanın tersine çok sağlıklı idi. İslam toplumunda din ve bilim arasında bir çatışma yoktur. (s. 191) Kopernik’in yaptığı şey, İbn-i Şâtır’ın modellerini almak, güneşi sabit tutmak ve yerküre ile onu merkez almış tüm gezegenleri, güneşin çevresinde döndürmektir. Yunan metinlerinden çok Arap kaynaklarında benzemektedir. İslam dünyasından Avrupa’ya aktarılan bilgi, Rönesans bilimini etkilemiştir. (s. 195) Victor Robert, Isis’te yayınladığı makalesinin başlığı şöyledir: İbni Şâtır’ın güneş ve ay kuramı: Kopernik öncesi Kopernik modeli. (Isis, 48; 428-432) Bu buluş, doğal olarak bilim dünyasını alt üst etmişti. Yaygın inanış, Rönesans biliminin yoktan yaratılmış olduğu idi, yine bu inanışa göre Rönesans biliminin klasik Yunan kaynaklarından esinlendiği ama İslam kaynakları ile hiçbir ilgisi olmadığı idi.  (s. 196) Neugebauer, Tûsi çifte bağının matematiksel kanıtına, Tûsi’nin ‘Tezkere’sinde rastlanmıştır. (s. 198) Kopernik ise, aynı teoremi 1543’te çok benzer bir kanıtla açıklamıştır. (s. 200) Swerdlow şöyle der: “Kopernik’in Merkür modeli, İbni Şâtır’ın modeli ile aynıdır.” (Commentariolus, s. 500) Bu kanıtlar İslam dünyasından Rönesans dünyasına gökbilim fikirlerinin taşındığı iddiası güçlendirmektedir. (s. 209) Kopernik’in Müslümanlardan aldığı bu bilgileri, kendi gökbilimini oluştururken özgürce ve bazen de Merkür örneğinde olduğu gibi tam anlamıyla anlayamadan kullanıyordu. ( s. 210) Artık Kopernik’in eserleri ile Tûsi ve İbni Şâtır’ın eserler arasındaki benzerlikleri saptayabiliyoruz. ( s. 211) İslam topraklarından Avrupa kentlerine, kendi ülkelerinin bilimini götüren bilim insanları bulunmaktadır. Rönesans bilim insanları bilimsel etkinliklerdeki son gelişmeler için, Yunan klasik kaynaklar yerine İslam dünyasına bakıyorlardı. Bu durum, gökbilim ve tıp gibi sürekli yenilenmesi gereken deneysel alanlar için özellikle geçerliydi. (s. 229) Vesalius’un: “Bu Araplar şimdi bize Yunanlılar kadar yakın”  ifadesi çok şey anlatmaktadır. (s. 230)

 

Avrupa’da var olduğu iddia edilen bilim, din çatışması İslam medeniyetinde geçerli olmamıştır. Gazali sonrası dönemi için bile bu iddia doğru değildir. (s. 240)

Sigrid Hunke ise ‘Avrupa’nın Üzerine Doğan İslam Güneşi’ adlı eserinde özetle şunları söylemektedir: “Batının sayısız değerler borçlandığı İslam medeniyetinden söz ederek hakikatin ortaya çıkarılma zamanının geldiğine inanıyoruz. Batı tarih, ilim, fikir, sanat eserlerinde Yunan ve Roma dönemleri uzun uzun  anlatılırken sonraki bin yıl sanki hiç yaşanmamış gibi hemen yeniçağa atlarlar. Müslümanların tam yedi yüz yıl boyunca medeniyet ışığını taşıdıklarını, Yunanlılardan iki kat daha fazla insanlığı aydınlatmış olduklarını ağızlarına bile almazlar. Batılılara  göre Müslümanların rolleri sadece ilkçağ yunan bilim hazinelerini batıya aktarmaktan ibarettir. Buradaki asıl amaç İslam medeniyetinin Avrupa’ya hocalık eden büyük başarılarını unutturmak ve onlara hakaret etmektir.’ (s.14) Artık batı Dünyasının şükran duyguları borçlu olduğu bir toplumdan bahsetme zamanı gelmiştir. Orta çağda Müslümanlarla batılıların 750 sene süren komşulukları esnasında Yunanlılara nazaran insanlık medeniyetini en az iki kat geliştirip batıya birçok konuda tesir eden Müslümanların dini inançlarından dolayı her zaman göz arda edilmişlerdir. (s. 18) Amalfi’li Flavio Gioja, pusulanın  ilk mucidi bilinirken aslında Araplar bunu çok önceden kullanmış Haçlı Seferleri sırasında Maricourt’lu Petrus Müslümanlardan aldığı bilgileri 1269 da Fransa’ya sunar ve ancak elli sene sonra 1320’ de İtalyan F.Gioja pusulayı sözde keşfeder. (s. 48) Arap medeniyeti ticaret, haçlı seferleri, gezginler vasıtasıyla batının günlük hayatına ekonomik ve kültürel yönden olumlu yönde etkilemiştir. (s. 53) Dünyanın bütün medeni milletleri Arapların bize öğrettikleri rakamları kullanmaktadır. (s. 56)  Araplar sayı yazımlarını Hintlilerden almış, geliştirerek Avrupalılara aktarmıştır. Mesela, 487,  Roma rakamları ile CCCCLXXXVII şeklinde yazılmakta idi. Bu ve benzeri en basit bir hesabı yapmaya bile imkan vermeyen sistemden Avrupa’yı Araplar kurtarmışlardır. (s. 59) Algoritma’yı 12. asırdan itibaren Avrupa’ya el-Harezmi öğretmiştir. Fakat bu gerçek batıda ancak 1845 yılında Fransız Reinand tarafından ile getirilebilmiştir. (s. 65) el-Harezmi’den önce batıda özel bir matematik ilmi yoktu. (s. 66)  12. Asırda bir papaz, “Piza’nın caddelerini dolduran ve şehre vahşi çehrelerini veren kâfir, korkunç deniz canavarları” şeklinde tarif ettiği Araplar’dan (s. 76) Avrupa’da bilimin öncülerinden kabul edilen Piza’lı Leonardo’da (Başta matematik hocası Sîdi Ömer’den) dersler alır. Leonardo, İskenderiye ve Şam kütüphanelerini altına üstüne getirir ve bu bilgilerle ülkesine döndükten sonra zaman içinde meşhur olur (s. 79-81) Arap astronomistlerinden Muhammed İbn-i Musa, Batlamyus’un “Astronomi cetvellerini “ düzeltmişlerdir. (s. 96) Halifenin emri ile dünyanın çevresini ölçmüştür. Felsefe, mantık ve meteoroloji ile de ilgilenmiştir. Kardeşi Ahmet ise tekniğe düşkün, ev ve el  aletleri mucitçisi idi.  Mekanik sanatında Heron gibi şahısların elde edemediği neticelere ulaşmış biridir. (s. 98) Astronomi ilminin gelişmesi, yeni keşiflerin bulunması ve ilerlemesi, ne Romalı ne Hintli; İlk defa Araplar sayesinde olmuştur. (s. 105) Kur’andaki gökleri araştırma ile ilgili ayetler ve efendimizin “gök ve yerler Allah’ın varlığını hatırlatır.” mealindeki hadisler Müslümanları astronomiye yöneltmiştir. (s. 106) El-Battani, Nasiruddin, et-Tusi, Uluğ Bey, Biruni gibi alimler yanında İbni Firnas gibi alimlerde Endülüs’te 880 yılında ilk uçağı icat etmiştir. (s. 108) Araplar, Ptolomeus’un basit kadranını (Saat- pusula düzlemleri) geliştirerek yeni aletler icat etmişlerdir. Ayrıca Araplar sekstant ve oktant aletlerini ve çalar güneş saatlerini bulmuşlardır. (s. 113) Araplar miras aldıkları kültür hazinelerini, bir reçete gibi kabullenmediler. Ele geçirdikleri yabancı bilgilerin sonuçlarını hemen kontrol edip hatalarını düzelttikten sonra bunların üzerine yeni bilgiler eklemeye başlamışlardır. Onlar deney ile ispatlamadan hiç bişey kabullenmemiştir. Mesela Sabit Bin Kurra Aristo ve Ptolomeus’un eserlerini tenkit eden eserler yazmış, astronom Theon’un gözünden kaçanlar gibi eski bilgileri eleştirmiş ve geliştirmiştir. Hiparch ve Ptolomeus’dan beri süre gelen birçok hatayı düzelten, yenileyip geliştirenler Araplardır. (s. 121) Batı, el-Hıvarizmi ve Me’mün Cetvelleri ile el Battani’nin Sabii, İbn Yunus’un Hakimi Cetvellerini, Alfons’un Cetvellerine esas teşkil eden es-Sarkali’nin Toledo Cetvellerini alarak Kopernik Devrine kadar onları kullandı. Fransız Sedillot, “Bağdat astronomları daha 10. asrın sonlarında nihai noktalara varmış durumdaydılar” demektedir. (s. 116) Mesela bunlardan el-Fergani, ekliptik eğimi (s. 121) ve güneşin yörüngesini ilk bulanlardandır. Sabit Bin Kurra ise dünyanın güneş etrafındaki dönümünü iki ayrı metotla ölçmüştür. Batıda Alhazen lakabıyla tanınan Hasan İbni Heysem ise ışığın kırılması nazariyesini ileri sürmüştür. Öklid ve Ptolomeus gözün ışık yaydığını ileri sürerken İbni Heysem ise ‘Göz ışık yaymaz, cisimlerden göze ışık gelir, adeseden geçerek görünür olur’ der. Heysem ayrıca Ay’ın ışığını Güneşten aldığını, fotoğrafçılıktaki karanlık odayı, hava tabakasını 15 km olduğunu, projektörün etki kanununu, ilk okuma gözlüklerini bulandır. (s. 120) el-Bitruci ise gezegenlerin sürüklenmeleri ve dış merkezli dairelere dair teorileri ileri sürer. el-Kindi ise açıların pergel ile ölçümünü ve sıvıların izafi ağırlıklarını hesaplamıştır. Ali b. Süleyman 1000 senesinde “Atom nazariyesini” ileri sürmüştür. (s. 122) Şüphesiz Kopernik bu alimlerin eserlerinden etkilenmiş ve fazlasıyla yararlanmıştır. Kopernikvari dönüş nazariyesini 500 sene öncesinden el-Biruni bulmuştu. 1800’lü yıllarda bile İbni Yusuf’un eserlerinden yararlanılmakta idi. (s. 117) Karanlık oda, pompa ve torna ile ilk uçak makinesinin sözde mucidi Da Vinci birçok yönden Araplara tabi olmuş, el-Heysemden ilhamlar almıştır. Galile Teleskopu’nun arkasında da el-Heysem’in gölgesi vardır. (s. 120)   Kısaca deneysel araştırmaların ilk öncüleri Roger Bacon veya Baco Von Verulam, Leonardo Da Vinci veya Galile değil, Araplardır. (s. 119)  İbni Bace (Avempace), İbni Tufeyl (Abubecer), İbni Rüşd (Averroes), el- Bitruci (Alpetragius) tarafından yönetilen, Aristo ile Ptolomeus’un görüş tarzları arasındaki fikri mücadele, 13. ve 14. asırlarda Endülüs’ten Fransa, Almanya ve İngiltere’ye uzanır. Büyük Albert, Thomas d’Aquin, Roger Bacon, Jean Buridan, Dietrich gibi mücadelecilerin sahneye çıkmalarına vesile olur ve batı düşünce ve tefekkürü harekete geçirir. (s. 124) Araplar matematiğin üstadı idiler. Romalılar bu sahaya hemen hemen hiçbir şey getirmediler. Araplar yeni ilim dalları meydana getirdiler, diğerlerini de Hintlilerle Yunanlıların ulaştırdıkları seviyeden çok yukarı çıkardılar. Rönesans’ımızın üstatları, onun için Yunanlılar değil, bilakis Arpalar oldular. (s. 124-125) Arap matematik zekasının “İlimlerin en güzel dalı” saydıkları bu hesap dalına büyük düşkünlükleri vardı. Aritmetiği sistematikleştiren el-Harizmidir. Piza’lı Leonardo başta cebir olmak üzere bilgilerini Ebu Kamil eş-Şucâ’, el- Biruni, İbni- Sina, el- Karaci gibi alimlerin eserlerine borçludur. (s. 126) Virgülün arkasındaki ondalık kesirle hesap yapmayı da Araplar bulmuştur. (s. 127) Cebirdeki bilinmeyen işareti “X” te arap işaretidir. Araplar bilinmeyen meçhule “ Şey” derlerdi. Kısaca bunu “ş” ile gösterirlerdi. İspanyolcada, “ş” harfini karşılığı ise “X” işaretidir. Araplar sinüs, tanjant kurallarını, trigonometrinin esas formlarını oluşturdular. (s. 128) Batı, Sexagesimal hesap ile dairenin altmışa bölünmesini de Araplardan öğrenmişlerdir. Ayrıca batılılardan 700 yıl önce diferansiyel hesabını ortaya çıkarmışlardır. (s. 129) batı karanlıklardan aydınlığa çıkmasını Araplara borçludur. Araplar ilmi düşünce ve araştırmayı ateşleyerek, harekete getirip, beslediler. Rakamları, geliştirdikleri aletleri, aritmetik, cebir, kürevî trigonometri ve optikleri sayesinde batıyı tabii ilimler sahasında artık kendi alet ve keşiflerine dayanarak, ilerlemeye kalkışacak bir seviyeye getirdiler. (s. 130) “İbni Sina, er- Razi ve İbni Rüşd’ün eserleri, Hipokrat ve Galen’inkilerle aynı değerde kabul olunmuşlardır.“ Agrippa von Nettesheim. (s. 139) Aziz Chrysostomus hasta bir Hıristiyan’ın Müslüman bir doktora tedavi olması halinde kiliseden aforoz edileceğini bildirir. Aynı dönemlerde Kahire doktorlar odası başkanı İbni Rıdvan ise. “doktor düşmanlarını da aynı ruh, alaka ve özenle tedavi etmelidir.” demektedir. (s. 147) Haclı seferlerinden dönüşte avrupada tıp ilerlemeye başlar. İlk hastanelerden biri Paris’te kurulur; Hotel-Dieu ( Tanrının konağı ): Yer samanlarla kaplıdır, kadın erkek karışık, bulaşıcı hastalık taşıyanla hafif hasta yan yana ve ortalık haşereden geçilmez durumdadır.  (Mak Nordau, Aus dem Wahren Miliarlande, I/121) Aynı dönemde İslam alemindeki bir hasta ise özel oda, banyo, iyileşince dinlenmesi için 5 altın para, kitap ve müzik desteği, temizlik, beyaz çarşaflar ve aydınlık bir ortamda tedavi görmektedir. (s. 149) 10. asırda sadece Kurtuba’da 50 hastane bulunmaktadır. Köylere kadar ulaşan sağlık merkezleri yanında hapishanelerde bile hastaneler kurulmuştu. Tedavi parasızdı ve iyileşene elbise ve hemen çalışmaya başlayıp dermansız kalmasın diye bir aylık para yardımı yapılıyordu. (s. 153) Tıpta ilk kez ihtisas imtihanını Araplar meydana getirmiştir. (s. 159) Tıp, kimya başta birçok alanda 230 eser bırakan Razi, dünyanın iki mihver etrafında döndüğümü, güneşin dünyadan büyük, ayın ise küçük olduğuna ve feza boşluğu, mıknatıs gibi, çiçek- kızamık, sağlık lügati, pratik sağlık bilgileri, böbrek, çocuk hastalıkları… alanlarda da eserler vermiştir. O aynı zamanda kimyayı tıbbın hizmetine ilk sokan kişi olmuştur. (s. 162-172) Batıda akıl hastaları kötü ruhun tesirinde kabul edilip dayak ile tedavi edilmeye çalışılırken, Arap ülkelerinde sinir hastalıkları uzmanları kliniklerde tedavi görürlerdi. Bu konuda batıda ilk adımlar ise ancak 1751 yılında İngiltere’de atılmıştır. (s. 174) İbni Nefis ilk kez kan dolaşımını bulan kişidir. (s. 179) Halbuki daha sonra batılı Colombo bunu kendisinin bulduğunu ileri sürer. (s. 182) İbni Sina şarbonu ilk kez tam olarak açıklarken, et-Tabari ise uyuz hastalığına neden olan paraziti bulmuştur. İbn-i Rüsd’ün çiçek hastalığını üzerine yaptığı buluşlardan 200 sene sonra bile Kayzer I. Maximilien bir kararname ile çiçek hastalığının ilahi bir ikaz olduğunu, bunu inkarın küfür demek olduğunu ilan eder.  9. asırın ilk yarısında ise Maseveyh cüzam hastalığını her yönü ile açıklarken Avrupa’da ise 16. asrın başlarında bile cüzamlıların kaderi tamamen kilisenin elinde idi. (s. 188–189) Veba 14. asırda Avrupayı kasıp kavururken, 1348 yılında tıbbi bir rapor yazan Montpellier Üniversitesinden bir profesör vebanın yayılma nedeni olarak hastan bakışlarının olduğunu ileri sürerken aynı yıllarda (1348) Gırnata Sultanının veziri İbn-i Hatib vebanın temas ile bulaştığını tespit etmiştir. (s. 191) Arap Doktor Ebu’l-Kasım Hemofili üzerine açıklamalarda bulunur, Yunanlıların geri seviyede bıraktıkları kadın hastalıkları konusunda yeni usul ve aletlerle büyük ilerlemeler kaydeder. Ceninin ters doğumuna müdahaleyi ilk o tavsiye eder. Kolpeurynter aletini ilk o icad eder. (s. 193)  Fransız cerrah Pare’yi üne kavuşturan büyük damarların bağlanmasını ondan 6 asır önce Ebul-kasım bulmuş idi. Ayrıca ‘Trendelenburg Durumu’nuda ilk o bulmuş idi.  (s. 194) Damar içi şırıngalama ve buz torbası İbni Sina’nın icadıdır. Ayrıca narkoz ve antibiyotiği de bulmuşlardır. (s. 196)   Ayrıca psikoterapi, müzik ile tedavi konularında da İbni Heysem ve İbni Sina çalışmalarda bulunmuşlardır. (s. 197) Arap patent hakkı batı’da tanınmış değildir.   (s. 197) Hipokrat’ı bile yazdığı eserlerle eleştirecek seviyede bulunan Ali İbni Heysem, bir çok yönü ile tam bir eser kabul edilen el-Kitabü’l-Melik adlı eserini yazar. Tıp tarihçisi Neuburger: “Bizanslıların derme çatma ve karışık devşirme eserleri yerine Araplar düzenli geniş kitaplar yazdılar. Onlar canlı bir bilim dili oluşturdular.” demektedir. (s. 200) Yazar Hunke, Piza’lı meşhur Leonardo’nun Müslüman Araplardan matematik tıp ilmi konularında faydalandığını belirtir.  Bundan sonraki sayfalarda Araplardan etkilenip batıda başlayan uyanışın örneklerini veren (s. 200- 221)   yazar, Emevi halifesi el-velid’in ilk Arap hastanesini kurup oraya hekimleri tayin etmesinden 800 sene sonra, ilk defa 1500 yılında Strasburger hastanesine bir memur doktorun atandığını, bunu 1517’de Leipzig hastamnesi ve 1536’da Paris Hotel-Dieu’nun takip ettiğini belirtir. (s. 222) Arapların batıya sundukları “Yunan malzemesi” asırlarca Bizanslıların yaşattığı malzemeden hacimce çok daha büyüktü. Araplar bunları metodik şekilde düzenlenip zenginleştirildikten sonra batıya sundular. (s. 223) Ayrıca Araplar Yunanlıların ürettiği ilaçlarında zararlı yönlerini belli ilavelerle hafifletmişlerdir. (s. 229) Agrippa von Nettesheim “Tıbbın Araplarla başladığı iddia edilebilir.” der. (s. 227) İngiliz tarihçi Custom’da “Araplar, deneysel kimyayı, modern organik ve inorganik kimyanın keşifleri için gerekli bulunan seviyeye yükselttiler.” (History of Medicines, s. 371) der. (s. 233) Batıda Razi’nin geliştirdiği ilaçlardan birine Blanc Rhasis (Rhasis, Razi’nin batıdaki adı) adı verilmiştir. (s. 235) Araplarda 780 yılında ilk resmi eczanelerini kurup resmi sağlık zabıtalarına denetlendirirken, Kayzer II. Fredrik Arapların bu çalışmalarını ancak 1231 yılında onaylayıp uygulamaya sokabilir.(s.238) Müslümanların ilaçlar üzerindeki çalışmalarının tesirleri batıda, 19. yüzyılın ortalarına dek devam eder. Bugün bütün teşkilatı ile her hastane, her kimya laboratuvarı, her eczane ve ilaç imal yeri, Arap dehasının elle tutulan birer abidesidir. (s.  243) 1000 yılında papalık tahtına oturan Aurillac’lı Gerbert, “Roma’da bekçilik yapabilmeye yetecek kadar bile bilgi sahibi kimse bulunmadığını.” ifade eder. Aynı yıllarda ise el-Biruni dünyanın güneşin etrafında döndüğünü, İ. Heysem ise görme kanununu keşfederken aynı zamanda küresel aynaları ve karanlık odayı bulmuş idi. (s. 246) Tabii bunda dini inancın büyük önemi vardır. Tertullian, “İncil’in tebliğinden sonra, tabiatı araştırma ile ilgilenmek, İsa’nın kanaatince, bizim görevimiz değildir.” demektedir. (s.  253) Bir gezgin 891 yılında Bağdat’ta yüzden fazla halka açık kütüphane sayarken, 10. asırda batı manastırlarında nadiren birer düzine kitap bulunmakta idi. Zamanının küçük bir kasabası olan Necef’te 40.000 ciltlik bir kütüphane bulunurken, Rey şehir kütüphanesinin mevcudunun tespiti için 10 büyük katoloğa ihtiyaç duyulmuştu. Nasurittin et-Tusi’nin sadece rasathane için topladığı eser sayısı 400.000 cilt idi. (s. 275) Kahire’deki halife el-Aziz’in kütüphanesinde ise 1.600.000 cilt eser vardı. Oğlu ise 18 salonluk ek bina yaptırarak içini kitaplarla donatır. Vezir e-Muhallebi’nin 117.000, vezir İbni Abbad’ın ise 206.000 ciltlik kitaplığı bulunmakta idi. (s. 276) Bağdat’ta bulunan kütüphanelerden sadece Nizamiye Kütüphanesi için yıllık bir buçuk milyon altın frank tutarında tahsisat yeni kitap ve yazma tesisi için ayrılmıştı. (s. 278) Araplar, Yunan mirasını sadece batma ve unutulup yok olmadan kurtarmakla yetinmediler. Onu sistemetik bir şekilde düzenledikten sonra batıya devrettiler. Onlar bugünkü manada cebir, aritmetik, küresel trigonometri, jeoloji ve sosyoloji ile deneysel kimya ve fiziğin kurucuları oldular ve sayısız keşif ve buluşlar yaptılar. (s. 290) “Bütün dünya benim için inşa olunmuş bir cami gibidir.” (Bakara, 115, 177) Batı müzik aletlerinin büyük kısmını Müslümanlara borçludur. Arap müzik aletleri, çoğunluğu Arapça isimle birlikte ispanya üzerinden batıya geçmiştir: lût, gitar, mandola, mandolin, pandora, psalteriyon, rebab, rebek, flüt, kaval, tronpet, timbal, boynuz boru, zimbel, tambur, davul, kastenyet, naker, ayrıca piyanonun öncüsü kanun (s. 394), armoni ilmi ,tiz ses, major gamda 5=4, minör gamda 6=5 fasla ilişkisini İbn-i Sina ve el-Farabi batıya öğretmiştir. (s. 395) Notaların adları olarak kullanılan, do, re, mi, fa, sol, la, si isimlerini, Havari Johannes ilahisinden değil (çünkü bu ilahi daha sonra yazılmıştır) Arapça notalarda kullanılan: dal, ra, mim, fa, sad, lam, sin harflerinden alması çok muhtemeldir. (s. 396) Ziraat ve sulama tekliklerine ait İspanyolcadaki kelimeler Arapçadan geçmedir. İlk defa 20. yüzyılda batıda gerçekleştirilen “suni döllenme “ilk  defa Araplar tarafından uygulamıştır. (s. 399) Yazar Hunke, İtalyan ilahiyatçı şair Dante’nin, İbni Arabî’den etkilendiğini de ifade eder. (s. 436)

“Gırnata’nın 70 kütüphanesinden biri olan Alkazar’daki kütüphanede 400.000 kitap olduğu söylenmektedir ki, bu o dönemde Avrupa’nın en büyük kütüphanelerinden biri olan İsviçre’deki St. Gali manastırı’nda, sadece 600 kitap bulunmakta idi. Kurtuba’da yollar asfaltlanmış ve sokak köşelerine lambalar konulmuştur.” (Jack Goody, Avrupa’da İslam Damgası, s. 88) Yâkûbi kendi zamanında (891) Bağdat’ta yüzden fazla kitapçı olduğunu anlatıyor. (Abdurrahman Ahmet, Garbın İslam’dan öğrendikleri, s. 16) Onuncu asırda yaşayan Sahip ibn-i Abbas gibi yöneticilerin kendi kütüphanelerinde, Avrupa’daki bütün kütüphanelerde bulunan kitapların toplamı kadar kitap vardı. (Durant, The Age of Faith, s. 237) 1064 yılında yalnız Bağdat’taki yüksek okulların sayısı 30 idi. (Abdurrahman Ahmet, Garbın İslam’dan öğrendikleri, s. 30) 1178 yılında Bağdat’ta bir ‘şeyhe’  (kadın profesör) bulunduğu onun derslerinin çok sayıda dinleyici çektiği söylenir. (Durant, The Age of Faith, s. 319)

Will Durant,  İslam Medeniyeti adlı eserinde ise özetle şöyle demektedir: “İslam dünyasında ilk kağıt fabrikası 794’te Bağdat’ta kuruldu. Müslümanlar kağıt yapımını İspanya’ya götürdüler. Kâğıt buradan İtalya ve Fransa’ya geçti. Kâğıt Mekke’ye 797 yılında, İtalya’ya 1154, Almanya’ya 1228, İngiltere’ye de 1309 yılında geldi. 891 yılında Bağdat’ta yüzden fazla kitapevi vardı. (s. 88) Onuncu Yüzyılda Sahib İbni Abbas adlı hükümdarın kütüphanesindeki kitapların sayısı, bütün Avrupa kütüphanelerindeki kitapların sayısından daha fazla idi. (s. 89) İlimlerin Mısır’dan Hindistan’dan Yunanistan ve Bizans yoluyla Doğu Müslümanlığına ve İspanya’ya, oradan Avrupa’ya ve nihayet Amerika’ya geçmesi, tarihin en dikkat çekici akışlarından biridir. (s. 97) Küçük bir daireye boş anlamına gelen ‘Sıfr- sıfır’ dendi. Batı dillerinde rakam anlamındaki ‘Chiffre’ sözü buradan gelir. Latin ilim adamları sıfıra ‘Zephyrum’ dediler. İtalyanlarda bunu kısaltarak ‘Zero’ yaptı.  Cebir adını Müslümanlara borçludur. Harezmi’nin cebir kitabı 16. Yüzyıla kadar Avrupa üniversitelerinde ana matematik kitabı olarak okutuldu. (s. 98) Sabit İbni Kurra dünyanın yuvarlaklığını hesaplamış, Fergani’nin yazdığı astronomi kitabı 7 asır boyunca Avrupa ve Asya’da temel kitap olarak okutulmuştu. Ebu’l Vefa, Tycho Brahe’den altı asır önce ayın üçüncü değişmesini keşfetti. Müslümanları tarafından son derece geliştirilen usturlap onuncu yüzyılda Avrupa’ya geldi, on yedinci asra dek kullanıldı. (s. 99) Biruni Asar adlı eserinin giriş kısmında, insanları gerçeği görmez hale getiren her türlü sebep ortadan kaldırılmalı, demektedir. Biruni dünyanın yuvarlak olduğunu biliyor, yerçekiminin farkındaydı. Geometriye teoremlerin ispatını getiren odur. (s. 102) Kimya Müslümanlar tarafında kurulan bir ilimdir. İslam alimleri damıtma cihazını geliştirdiler. Alkalilerle asitlerin farkını tespit ettiler. (s. 103) Şurup şeklinde sunulan ilaçlar Müslümanlar tarafından tıp dünyasına getirildi. Tarihte ilk dispanser, ilk eczaneleri açanlar Müslümanlardır. İlk eczacılık okulunu Kur’anlar da Müslümanlardır. Çiçek ve kızamık hastalıklarına karşı İslam hekimlerinin geliştirdikleri tedavi şekline bugün bile eklenecek fazla bir şey yoktur. (s. 105) 931 yılında Bağdat’ta 860 diplomalı doktor vardı. (s. 106) Tarihte ilk göz hastalıkları hakkında eser veren Hunan İbni İshak ve Ali İbni İsa’dır. Razi’nin tıp kitabı asırlarca okutulmuş, sadece İngiltere’de 1498 ile 1866 yılları arasında 40 kere baskısı yapılmıştır. (s. 107) İbni Sina’nın Kanun fi tıp adlı eseri 12. Yüzyıldan 17. Yüzyıla dek Avrupa üniversitelerinin en önemli eseri olmuştur. (s. 111) Müslümanlar Suriye yolu ile Yunan fikirlerini aldılar ve bunları işleyerek İspanya yoluyla Avrupa’ya devretti. (s. 112)  Tahta levhalar yardımıyla kumaş üstüne baskı tekniği Müslüman Mısır’dan Haçlılar vasıtasıyla Avrupa’ya aktarıldı ki matbaanın icadında rol oynamış olması mümkündür. Mısır Ezher üniversitesi, dünyanın ilk üniversitesi olarak açıldı.  (s. 178) Büyütücü merceği, Avrupalılardan üç asır önce keşfetmesine ramak kalmıştı. Bacon, Witelo ve diğer Avrupalılar mikroskop ve teleskopa doğru giden ilerlemelerinde Muhammed İbnu’l-Hişam’ı esas aldılar. Ayrıca Hişam fotoğrafçılığın temeli olan karanlık oda prensibinin uygulayıcısıdır. O’nun Avrupa ilmine büyük katkısı olmuştur. Bacon, Opus Maitus adlı eserinin hemen her sayfasında onun adını zikreder. Kepler’e gelinceye kadar, Avrupalıların bilgisi el-Hişam’ın ışık çalışmaları üzerine kurulmuştu.  (s. 180)   Ebul Kasımu’l-Zehravi’nin el-Tasrif adlı tıp ansiklopedisi Avrupa’da ana cerrahi kitabı olarak kullanıldı. (s. 210) Sadece Bağdat’ta 1064 yılında otuz kolej vardı. Nasırüddin Tusi, Trigonometriyi ilk defa özel bir ilim olarak ele alıp eser veren kişidir. (s. 245) Ebu Abdullah  Muhammedü’l İdrisi (1099-1166), Müslüman coğrafyacıların çoğu gibi, dünyanın yuvarlak olduğunu kabul ediyordu.” (s. 246) İslam alemi, hastahanelerin kalitesi ve donanımı bakımından da dünyaya öncülük ediyordu. (s. 248) Hristiyanlığın Müslümanlık üzerindeki tesiri hemen hemen tamamı ile din ve savaşa yönelik olmuştur.İslam’ın Hırisityanlık üzerindeki tesiri ise çeşitli ve son derece geniş olmuştur. Yeni ilaçlar, ticaret ve sanayi tekniği, denizcilik, dildeki etkisi… (s. 260) Genç Hristiyanlar iyi bir eğitim görmeleri için İspanya’ya gönderilirdi. (s. 261) Batı, Haçlı savaşlarını kaybetti ama, itikadlar savaşını kazandı. Haçlı seferlerinin açtığı yaralar, diğer taraftan moğolların İslam dünyasını yakıp yıkması, İslam alemini karanlık bir döneme, fakirliğe sürükledi. Halbuki yenilen batı, sarfettiği gayretle olgunlaşarak mağlubiyetini unuttu; katedraller dikmeye, aklın açık denizlerinde dolaşmaya başladı. Artık Rönesans’a doğru ilerliyordu.” (s. 262)

 

İslam felsefesinin özgünlüğü ve Batı’ya tesiri

Gazali, “Şüphe etmeyen, hiçbir zaman hiçbir kesinlik elde edemez” demiştir. (Ziyaüddin Serdar, İslam medeniyetinin geleceği, s. 51) 

‘İslam felsefesi yepyeni meseleler ortaya atan, bu meselelerle birlikte eski Yunan felsefesinin meselelerine yeni çözümler sunan, İslami karakteriyle de birlikte özgün bir felsefedir. ‘Zaten hiçbir felsefe özgün değildir, her görüş mutlaka eski düşüncelerden etkilenmiş alıntılar yapmıştır. Yeryüzünde tamamen bağımsız ve özgün bir düşünce yoktur.’ (Tacettin Gökhan Özçelik, İslam Medeniyetini Ortaya Çıkaran Felsefeye Kısa Bir Bakış, Turkish Studies -Social, s. 3096) İslam felsefesi yenilikçidir. Yunan felsefesinin akımlarına tamamen zıt hatta tepki olarak gelişen akımlar ortaya koymuştur. ‘Antikçağ felsefesinden etkilendiği hususlar olsa da bu etkinin geliştirilerek devam ettiği kabul edilmektedir.’ (Mirpenç Akşit, İslam Felsefesinin Yapısı, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, 2019, Bahar, Sayı: 27, s. 373) “İslam filozoflar kendi düşünce dünyalarını tabii ki Batı kökenli felsefe ile de zenginleştirmişlerdir ama asla ‘aynısını alıp sadece Arap harfleri ile aktarmak’ gibi bir aracı konumuna düşmemiş, içselleştirmiş, geliştirmiştir, değiştirmiş, yeni form- teoriler ile insanlık düşünce tarihine katkıda bulunmuşlardır. Bilim ve Medeniyet tarihi bir bayrak yarışıdır.” (Namık Kemal’in Renan müdafaanamesi’nden alıntılayan, İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, s. 379) “İbni Sina, Aristo felsefesini tenkit edebilecek bir makamda idi. Bayan A. M. Goichon, ‘Orta çağ filozoflarından herhangi biri hakkında yazılan inceleme eserlerde muhakkak İbni Sina’nın bu filozofa tesirinden mutlaka bahsedilir.” (Haydar Bammat, Batı medeniyetinin kuruluşunda Müslümanların rolü, s. 48) demektedir. “Gazalicilik, işrakilik ve Doğu felsefeciliği gibi, İslam felsefesi yeni teoriler ileri sürmüştür. Varlığın zorunlu ve mümkün varlık olarak ikiye ayrılması görüşü gibi. Eski filozofları ve felsefeleri tenkit tenkit etmiştir. Kindi, Farabi, ibni Sina gibi filozoflar, Aristo, Eflatun ve eski Yunan dönem filozoflarının bazı görüşlerini ya kısmen ya da tamamen reddetmişlerdir. İslam filozofları zaman, mekan, araz, cevher, harekat ve sükuna verilen anlamları gerçek dışı bulmuş ve eleştirmişlerdir. Eski teorileri geliştirmişler ve onlara yeni ilaveler eklemişlerdir. Mesela Aristo 2; Aleksandre 3 çeşit akıl var derken, Kindi 4. bir aklı ilave etmiştir. Müslüman filozoflar aynı zamanda birbirlerini, görüşlerini de tenkit etmişlerdir.” (Profesör doktor Mehmet Bayraktar, İslam felsefesine giriş, s. 123-126) “Düşüncenin basitten mükemmele doğru giden akılcı bir çizgide ilerlediğini, bunun da eski Yunan’da başlayıp günümüze kadar devam ettiğini söyleyenler, hem Batı’da hem de Doğu’da bu çizgiye uymayan düşünceleri yok saymaktadırlar. Bu bağlamda İslam düşüncesinin ana damarlarından biri olan “oluş mektebi” de yok sayılmış, çoğunlukla Yunan felsefesinin tercümesiyle birlikte ağrılık kazanan “varlık” mektebi dikkate alınmıştır. Öyle ki, Yunan felsefesinin İslam düşüncesi içerisinde uğradığı önemli değişiklikler, ya bir adaptasyon ya da ortamın gerektirdiği yapay fikirler olarak değerlendirilmiş; Aristoteles’in düşüncelerini işleyen Farabi ve İbn-i Sina, onun hem metafizik hem de mantık konusundaki düşüncelerini temelden değiştirirken, bu değişiklikle ortaya çıkan yeni durum özgün bir ürün olarak sayılmamıştır. Örneğin, Farabi, Kitabu’l Huruf adlı eserinde, dil- düşünce ilişkisi temelinde ama Arapça bağlamında bir metafizik kurmakta, Mantıkta Aristo’dan oldukça farklı kavramlarla konuşmaktadır. İbn-i Sina ise metafizikte mümkün- zorunlu varlık ayrımıyla tamamen farklı bir varlık anlayışı ortaya koyarken, mantığı metafizikten ayırarak formel hale getirmekle mantık ilmini adeta yeniden inşa etmektedir. Gazali, başta Mekasidü’l Felasife adlı eserinin başındaki mantık bölümü olmak üzere, Mi’yarü’l İlim ve diğer mantık kitaplarında burhanda kullanılan önermelerin içeriğine ve tümdengelimsel kıyasa yönelik önemli eleştiriler getirmiş, İbn-i Teymiye er-Red al’el Mantıkiyyun adlı eserinde bu eleştirileri sürdürmüştür. Ayrıca Gazali, Tehafütü’L Felasife adlı eserinde bir yandan ciddi bir akıl eleştirisi yaparken diğer yandan meşşailerin zorunluluk düşüncesine karşı imkan fikrini işlemiştir. Bütün bunlar, birbirinden kopuk düşünceler değil, belli bir sürecin eseridir. Örneğin mantıktaki eleştiriler, İbn-i Sina’da başlayan kategorilerin sayısı tartışması, tümellerin göreli- zihni varlıklar oluşu, delalet konusunun mantık ilmine eklenmesi, bilgi edinme yetisi olarak vehim yetisinin dikkate alınıp yanlışın kaynağı olarak gösterilmesi, kiplik konusuna fiil ve davamın da eklenmesi, bir sürecin devamı niteliğindedir.” (Prof. Hasan Ayık, “İslam felsefesinin özgünlüğü ve Yunan felsefesinden yapılan tercüme faaliyetleri” adlı makalesinden)

İngiliz Charles Mismer; “Hıristiyanlar alim olunca Hıristiyanlıkla ilişkileri kesilir. Müslümanlar da cahil olunca İslamiyet’le ilişkileri kesilir.” der. (Charles Mismer tarafından yazılan  ‘İstanbul Hatıraları’ adlı eserinden; Aktaran, Adnan Odabaş, Dikkat misyoner geliyor, s. 67) “İslamiyet, insan fikrini geliştirmeye ve mükemmel hale getirmeye insanları yönlendirmiştir.” (Namık Kemal, Renan Müdâfaanâmesi, s. 54) “Yazılı kültüre sahip olmayan Araplar İslam’ın oluşturduğu araştırma ruhu ile kısa sürede bilimsel anlamda ciddi gelişmeler kaydetmişlerdir.” (Selçuk Kütük, Deizm, s. 81) “Farabi’nin dediği gibi, felsefenin ancak İslam topraklarına geldiği zaman ‘özgürlüğüne kavuştuğu’ görülür.”  (Prof. Dr. George Saliba, İslam Bilimi ve Avrupa Rönesans’ının Oluşumu, s. 60) “Roger Bacon’ın ‘felsefe Müslümanlardan alınmıştır.’ sözünü nakleden tarihçi Niall Ferguson, “Avrupa’nın üretimini ortaçağ İslam dünyasına borçlu olduğunu” ifade eder. (Niall Ferguson, Uygarlık; Batı ve ötekiler, s. 76) “İslam felsefesinin Batıya girişi ile beraber Rönesans başlamıştır.” (Profesör Hüseyin Karaman, İslam Felsefesi Tarihi, s. 192-194) “Batılı aydınlar arasında yeni bir Müslüman imajı doğar. İslam dünyası, felsefesinin heybetli bir beşiği idi.” (Maxime Rodinson, Batıyı büyüten İslam, s. 25)  Hegel’de bilimin özellikle felsefenin batıya Araplardan geldiğini kabul eder. (Hegel, The Philosophy of History)

“İslam felsefesinin Batı’ya olan etkileri, sadece büyük boyutlarda olmakla kalmamış aynı zamanda sürekli ve şaşırtıcı düzeyde çok çeşitli alanlarda olmuştur.” (Nicholas Rescher. “The Impact of Arabic Philosophy on the West”, The Islamic Quarterly 10, 1966, 11) “Albert Le Grand her şeyini İbni Sina’ya, Saint Thomas’da İbni Rüşd’e borçludur.” (Bruno Etienne, L’express, 12.05.1989) Bağdat gibi kültür merkezlerinde uygarlığın, ‘Yunanlılardan da ileri’ taşındığını, Şengör gibi bir ateist yazarlar bile itiraf etmektedir. (Newton Neden Türk Değildi?  s. 17) Aynı yazar başka bir itirafı ile, Batı bilim adamları ile düştüğü aynı hatayı da itiraf etmektedir: “Fuat Sezgin Bey’le tanıştıktan sonra, İslam âleminin Yunan bilimini çok “eleştirel bir gözle ele aldığını”, buna bir sürü “ilaveler yaptığını”, “gelişmelere neden olduğunu” hayretler içerisinde gördüm ve Fuat Bey’in üretimi karşısında daha çok hayrete düştüm.” (Celal Şengör, Bir Bilim Adamı, s. 499) 

İslam felsefesinin özgün bir felsefedir. İslam felsefesi sadece yunan felsefesini alıp, koruyup sonra Avrupa’ya aktarmış bir eklektik yani telifçi bir felsefe değildir. Öncelikle İslam felsefesi, İslam dininin etkisi altında vahiy çerçeveli bir felsefe olma özelliğine sahiptir ve asla materyalist veya mekanist bir felsefe değildir. Wilhelm Dilthey, “İslam bilim ve felsefe tarihinin Yunan felsefesinin bir kopyası olmadığını, kendine özel yaratıcılığı olduğunu, modern bilim doğuşunu Müslümanlara borçlu olduğunu” (Dilthey, Einleitung die Geistswissenschft, s. 293) belirtir.          

 

Bu Konuyu Sosyal Medyada Paylaş

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz


Yukarı Çık