Denemeler; az, öz…

Süfyan-ı Sevri: “Kişinin dindarlığı, ekmeğinin helalliği kadardır.” 

Bizim kültürümüzde “verdiğin senindir.”

Hayat, iman ve mücadeleden ibarettir! Bu yolda ‘seferde’ olabilmek, inşallah ahirette mazeret olarak kabul edilecektir… 

İslam’ı unutunca; Futbol fanatikliğini, artist fanlığını, beşeri ideolojileri, parayı, makamı ilahlaştırdık. 

Yaşadığımızda din dünyayı düzeltemiyorsa, ahiretimizi hiç düzeltemez!

İslam dünyasını bekleyen üç büyük tehlike: Selefilik, sufilik ve şiilik arasındaki mücadeledir! Selefiler; Tekfirden kaçınarak, Sufiler; Şirk konusunda hassas davranarak, Şiiler; Ashaba sövmeden vazgeçip, Sünnileri Şiileştirme faaliyetlerini bırakmadıkları sürece bu yara daha çok kaşınacak ve kanayacaktır! Harici, gulat ve şirkten uzak olalım!  Çözüme; Dini ihtilafların siyasi meselelere karıştırılmaması ve siyasi alanlarda ümmet fikrinin öncelenmesi, dini ihtilafların ulemaya bırakılması ve tekfircilikten kaçınılarak ulaşılır!

Şirke düşmeden, tekfirciliğe bulaşmadan, hurafelerden uzak bir tasavvufi anlayışla Ehl-i Sünnet çizgisini ihya edersek hem ümmet kurtulur hem İslam çok daha hızla yayılır, bi-iznillah.

“Tartışmasız Müslüman toplumlar için en büyük buhran kaynağı, enerjilerini kendi içlerinde tüketerek her türlü çatışmacı alt kimliğe bölünmüş olmalarıdır. Bazen etnik, bazen mezhep meşrep kimlikleri üzerinden Müslüman toplumlar parçalanmaktadır.” (Ş. A. Düzgün, Varoluş Sancısı, s. 87)

“Herkes neyi düzelteceğini, neyin düzeltilmesi gerektiğini biliyor; ama bu düzelecekler, düzeltilecekler arasında kendisi yok.” (İsmet Özel)

“İnanıyorsak üstün biziz.” (Ali İmran, 139)

“Her konuda savunmaya geçmeye, sürekli kendimizi suçlamaya ve her suçu üstlenmeye zorlanmayı bırakalım. Sağlam bir imanı takviye edecek olan şey, katıksız bir ‘özgüvendir.’ Biz Müslümanlar, ayaklarımızı nereye bastığımızı bilmeli ve inandıklarımızı cesurca sahiplenmeliyiz.” (Taha Kılınç) 

Bir şeyleri değiştirmek isteyen, buna önce kendinden başlamalıdır! Şeyh, ahirette seni kurtaracak; Mehdi, dünyayı kurtaracak; Allah, ‘belasını, rızkını’ verecek! E biz ne işe yarayacağız be kardeşim?! Yatıyoruz, erteliyoruz, iş/görevlerimizi başkasının yapmasını bekliyoruz hep…! Kolaycılıktan kurtulalım! “Ey Allah’ım! Şu İslam düşmanlarını kahreyle!” türü beddualar bana hep Yahudilerle Musa (as) arasında geçen konuşmayı hatırlatır: “Dediler ki: “Ey Musa! Onlar orada bulundukça, biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin, onlarla savaşın. Biz burada oturacağız.” (Maide, 22) Allah kahretme işini Müslüman eli ile yapmak ister. Yoksa Musa’nın ümmetinden farkımız kalmaz! “Onlarla savaşın ki, Allah onlara sizin ellerinizle azap etsin, onları rezil etsin, onlara karşı size yardım etsin, mü’min topluluğun gönüllerini ferahlatsın ve onların kalplerindeki öfkeyi gidersin.” (Tevbe, 14) Kahretme de öncelikle boykot ile başlar!

Bazı bilgileri sadece bilmemiz yetmez, hissetmek, yaşamak da gerekir! İşte bizim asıl problemimiz burada! 

Ey tekfirci (selefi/şii/indirilmiş dinci) kardeşim! Bizim din anlayışımıza, yorumumuza (Selefi, şii, sufi vb.) uymuyor diye karşımızdakini ötekileştirmek, tekfir etmek sadece İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürmeye yarar. Bu tavrımız onların işine gelir, onların işini kolaylaştırır. Haricilerden beri ve en son 150 yıldır tekfirciliğin bir işe yaramadığını, sadece kafirlere yaradığını ‘yaşayarak’ gördük!  Hatırlat, uyar ve dua et, gerisi bölücülüktür! Bu işin çözümü, “küfür olan fiili” eleştirmek, bu işi yapanları tekfir etmemektir! İsteyen buna, ‘mürcie’ adını versin, kurtuluş bu formüldedir. 

Allah bize İslamiyet’i göndermiş, Müslümanların tek bir ümmet olmasını emretmiştir. Biz Müslümanların temel problemi, Kur’an’dan ve hadislerden sınırlı bilgimiz ve aklımızla anladığımızı yorumların Kur’an’ın-sünnetin tek gerçek, doğru yorumu olduğunu iddia etmemizdir! Bir tarikatçı da Kur’an’la konuşur, tarikatçıyı tekfir eden harici zihniyetli de ve hatta hariciye düşman olan Şii de! Tekfir konusunda benim şahsi görüşüm, Ehl-i Sünnetin temel prensiplerinden birisi olan ‘ehl-i kıblenin tekfir edilemeyeceği’ prensibinin tüm Müslümanlarca kabul edilmesi yönünde olacaktır! Bırakalım herkes inandığı şekilde yaşasın, ortak noktalarda birleşelim, onları ön plana çıkaralım! Kimin haklı olduğunu, kıyamet günü Allah bizlere haber verecektir! Kimileri bu görüşün ‘mürcie’cilik olduğunu ileri sürse de, ümmete bu kadar çok zarar veren tekfirci olmak yerine, tek ve sadece bu konuda  mürcie (!) olmayı ben kabul ediyorum! Ehl-i Sünnetim, Hanefi’yim, tekfirci değilim!

Mealci ve selefilerin tekfircilik kardeşliği: Mealci zamanı, selefi ayet hadisin zahirini mutlaklaştırmaktadır! Mealci, Kur’an’ı zamana uydurken, selefi ise zamanımıza Kur’an ve hadisin yorumunu getirememektedir!

Mealciler ve selefiler: Mealciler, “mezheplere karşıyız” deyip “Allah’a, Kur’an’a çağırıyoruz” dedikten sonra, mealini veya eserini okudukları bir hocaya çağırmaları da yok mu? Tıpkı selefiler gibiler! Hem Kur’an-hadise çağırıyoruz derler hem çağrıya uymayanları, uydurulmuş dinci, bidatçi, müşrik diye tekfir ederler.

Mealci kardeşlerim, eğer peygamberimiz şu an hayatta olsaydı, O (sav) Kur’an’a davet ettiğinde; “Ben artık Kur’an’a bakarım, peygamberin söylediklerine ve yaptıklarına bakmam.” diyebilirler mi idiler?! 

Ehl-i Sünnet, mealizm! Sadece Kur’an diyenlerin sonu malum! Ne ilk insan Hz Adem (Peygamber mi, babası var mı anlaşamadılar) ne en önemli ibadet olan namaz; nedir, var mıdır, kaç rekattır aralarında bir türlü anlaşamadılar ki, liste epey uzun!  Akılcıların tarihinde bir de “Mihne olayı” var ki, ibretliktir! Harici tekfircilik, gulat şia, hurafe dolu tarikatlar önümüzdeki sorun yumakları olarak durmaktadır. İran ve Suud örneklerince çıkarılacak dersler çoktur!  “Namaz kılmayan öldürülür, zina eden öldürülür, dinden çıkan öldürülür.” gibi gçörüşler ictihadi konulardır. Edille-i şeiyye merkezli ve mecelle’den hareketle tekrar ictihat edilebilir bu konularda! Mezhep; yorumların kurumsallaşmasıdır. Kendi yorumunu indirilmiş din, diğer yorumları uydurulmuş din diye nitelemek harici tekfirci zihniyetin göstergesidir. Yol uzun, sorunlar yumak olmuş olsa da ümitsizlik asla yanımıza uğramamalıdır! ‘Ne cennet ucuz ne cehennem lüzumsuzdur’.

“Ehl-i Sünnetin hangi yorumuna bağlı kalacağız, tek değil ki?!” diyen arkadaşlarımız var. Nasıl ki mealciler, solcular hatta bilim adamları aynı konuda farklı görüş ileri sürebiliyorsa, Ehl-i Sünnette de farklı görüşlerin olması gayet normaldir. İnsan aklı devreye girdi mi görüşler farklılaşır! Ama Ehl-i Sünnet ümmetin köküdür, geçmişidir. Köklere bağlı kalarak göğe uzananlar ayakta kalabilir.

İslam medeniyeti ancak Kur’an merkezli ve onun açıklaması olan hadis (Beyan, hikmet) ile pratiği olan sünnet üzerine kurulabilir. 1400 senelik köklerle tarihi ve fikri derinliğe sahip olan bir gövde ancak bu şekilde dallarını göğe doğru uzatabilir. Geri kalan tüm yorum ve teoriler ise sadece, köksüz, metotsuz, Batı karşısında eziklik göstergesi ve zaman kaybı olacaktır!

Ümmetin sorunları ve çözüm önerisi. İslam toplumu, Batı medeniyeti karşısında eziklik ya da tepkisellik arasında sıkışıp kalmıştır. Eziklik; modernizm ve tarihselciliği/mealciliği ortaya çıkarmışken tepkisellik ise, selefilik ve tekfirciliği ortaya çıkarmıştır. Modernistler halkta kafa karışıklığına; tarihselci mealistler ise, deizme sebep olabilmektedir. Çözüm ise, Ehl-i Sünnet ruhunu yeniden diriltmekte, hurafeden uzak, usul kurallarına uygun yeni içtihatların önünü açmaktadır! Ümmetin genel sorunlarını ilgilendirmeyen usul konuları, şaz denen detay konular veya müteşabihe giren meseleler, alimlerin ilgi alanına giren uzmanlık gerektiren konulardır. Yoksa İslami ilimlerde derinleşmemiş, hatta ilmihal konusunda bile cahil bir kitlenin önünde bu konuları konuşmak sadece kafa karışıklığına sebep olmaktadır. Halbuki yapılması gereken, ‘alimlerin kendi arasında bu konuları tartışıp, sonuçları halka duyurması’ olmalıdır. İlmi tartışmalar, felsefi konular âlimler arasında halledilmeli, sonuçlar topluma aktarılmalıdır. Ümmeti oluşturan biz avam kesim ise, gıybet, gösteriş, zina, yolsuzluk, israftan uzak; sabırlı, ahlaklı, adaletli, emin/güvenilir olmalı, iyiliği hatırlatıp, kötülükten sakınmaya ve sakındırmaya çalışmalıyız. Ümmeti oluşturamamamızın en büyük sebebi, hemen herkesin kendi veya cemaati dışındakilerin, kendilerinin anladığı şekilde İslam’ı anlamasını beklemesidir. Halbuki ümmet; tarikatçılar, şiiler, selefiler, mealciler dahil, geniş bir kitleden oluşmaktadır. Öncelenmesi gereken, “Şirk ve tekfire” düşmeden, olabildiğince birbirimize yaklaşabilmektir! Ümmet ancak böyle var olur ve devam edebilir. 

Bu dünyadan; Tarikatçılara; şirke düştükleri konuları, tarikat düşmanlarına ise tasavvufun incelik ve ahlak dolu olduğunu; Selefilere; mücessimenin yanlışlığını, tekfirin ümmete verdiği zararı, selefi karşıtlarına ise selefilerin imanlarının berraklığını ve temizliğini; Nurculara; risale-i nur’da hataların olduğunu, risale karşıtlarına ise risalenin birçok imani hakikati barındırdığını; Milli görüşçülere; partinin bir araç olduğunu, parti karşıtlarına milli görüşün ekonomik sisteminin önemini; Süleymancılara; ümmetten bu kadar kopmamaları gerektiğini, süleymancı karşılarına ise Arapça ve Kur’an öğreniminde süleymancıların mükemmel olduğunu; Mealcilere; metotlarının tümüyle yanlış olduğunu ve Ehl-i Sünnetin ve hadisin önemini kavrayamadıklarını, Ehl-i Sünnet taraftarlarına ise Ehl-i Sünnetin mealcilik, mutezile dahil birçok görüşten istifade ederek yoluna tarih boyunca devam ettiğini; Şiilere; takiyye ve sahabeye hakareti bırakmaları gerektiğini, Şii karşıtlarına ise şiileri dışladıkça bunun sadece kafirlere yaradığını; Ateistlere, deistlere, oryantalistlere ise tek yönlü olarak hep yanlış yolda olduklarını anlatamadan şu dünyadan göçüp gideceğim ya, ona yanarım…

“Biz hadisi inkar etmiyoruz. Kur’an’a uyan hadisleri kabul ediyoruz” diyen kardeşilerim! Kusura bakma güzel kardeşim ama siz, Kur’an’a uyan hadisleri değil “Kur’an’dan sizin anladığınız ‘yorumlara’ uyan hadisleri” kabul ediyorsunuz!

Ateiste Allah’ı, deiste kitabı, sekülere İslam’ı, Müslümana Kur’an’ı, Kur’an’a inanana hadisin değerini, hadisi kabul edene ihlası anlatmaya devam. Tabii bu çağrı önce kendi nefsimize… 

İslam ile cemaat, tarikat veya ırkımızı özdeşleştirmemeliyiz! Bir Müslüman tarikatları reddedebilir, risale-i nur’u eleştirebilir, bir ırkın yüceltilmesine karşı da olabilir! Bunlar onu İslam dışı da yapmaz, Ehl-i Sünnet dışı da! Hatta mezhepler bile İslam ile özdeşleştirilemezken bu tür yaklaşımlar çok ama çok marjinal kalmaktadır! Tabii ki şirk hariç tarikatlar çok güzel veya hataları içerse de risaleler bir harika, ırkımız dinimize hizmet etmiştir; şükrederiz! Fakat İslam’ı kendi cemaat veya ırkımız ile özdeşleştirirsek dinimizi çok kısır döngülü ve dar bir alana hapsetmiş oluruz. Tasavvuf ahlaktır, risale-i nur iman, ırkımız hâdim-i İslam. Ama İslam çok daha geniş bir yelpazeye sahiptir: İman, ibadet, ahlak, muamelat, ukubat! Dine bir kanaldan hizmet ettiğimizin şuurunda isek ve şirk, tekfir, faşizmden uzak isek, ümmet ruhu ile olan her dava bizimdir, başımız gözümüz üstündedir.

Kurtuluş ümmet olmaktır! Kur’an dışında insan eli değmiş her eserde (hadis alanında yazılmış eserlerde dahil çünkü uydurma, zayıf, Mürsel, mudal gibi hadis türleri zaten buna işaret etmektedir. Bu eserlere mektubat, risaleler, mesnevi’yi de ekleyebiliriz) eksik hata olabileceğini kabul edip ama hiçbirini reddetmeden, tüm İslami eserlerden faydalanmaya çalışsak tüm aşırı fikirlerden kurtulmuş oluruz.

Din, akıl, bilim. ‘Aklı olmayanın dini yoktur’ ama akıl da – tıpkı bilim gibi- sınırları olan bir olgudur. Aklın en üretken olduğu saha olan bilim dünyasında bile değişkenlik artık değişmeyen tek gerçektir! (‘Bilim yanılmaz mı?’ adlı yazımıza bakılabilir.) ‘Dinin sınırları içindeki akıl mı, aklın sınırladığı bir din mi?’ sorusunda ben, ilkini tercih edenlerdenim. Dini doğru anlamak için akıl şart ama aklında sınırlarını zorlamadan, aklı/bilimi putlaştırmadan yola devam etmeliyiz!

Ümmet ne zaman kurtulur? Ebubekir Sıfıl ile Mehmet Okuyan arasında ayırım yapmak zorunda kendimizi hissetmediğimiz, birisinin ağacın kökü ise diğerinin meyvesi olduğunu anladığımız, cemaatlerin dini sadece bir alanında uzmanlaşmış kurumlar olduğunu, tüm cemaatlerin hizmet alanlarının toplamının ancak İslam ile eşdeğer sayılabileceğini kavradığımızda, tarikatlar da şeyhlere, peygamberlerde bile olmayan sıfatları izafe edilmediği ve mezhepler ve fıkıh önderlerinin yorum-görüşlerinin din ile özdeşleştirilmediğinde; Başta vehhabi, zeydiyye olmak üzere Ehl-i Sünnet dışı olsa da, İslam dairesinde mezhepler olduğunu, yine imamiyye mezhebi ile asla ve kat’a takribin -mezhepsel yorumlarda yakınlaşmanın- mümkün olmadığının bilinmesine rağmen siyasi birlikteliğinde zorunlu olduğunu anladığımızda, Kur’an ve onun açıklaması hadis/sünnet arasındaki bağın önemini kavradığımız ve her yeni görüşün aslında mutlaka daha önce de İslam tarihinde gündeme getirildiğini ve yanlış görüş sahiplerinin de samimi iseler bir sevap kazandığının bilincine vardığımızda, cihad kadar boykot kavramının önemi anladığımız, ümitsizliğin bu dine mensup insanlar arasında kabullenilebilecek bir his olmadığını anladığımızda, kısaca; İslam’ın Ehl-i Sünnet çizgisini özümseyip orta ümmet olduğumuzda bu ümmet kurtulacaktır!

İslam medeniyeti yeniden nasıl kurulur? Allah’la ilişkimizde Tevhid, insanlarla ilişkinizde adalet ve ahlak, diğer canlı-cansız tüm âlemle ilişkimizde, emanet bilincinde olunmalı, merkezinde Kur’an olan, sünnet ve hadisi reddetmeyen ve Ehl-i Sünnet omurgasında ilerleyen bir anlayış tesis edilmeli, Mutezili, modernist hatta sosyalist fikirlerden de İslam’ın bünyesine uygun olanlar alınarak, Ehl-i Sünnet çizgisinde yola devam edilmeli, Selefiler tekfirden, tarikatlar şirkten, Şiiler sahabeye hakaretten vazgeçmeli, Mesnevi’den Risale-i Nur’a, ne yazık ki bazı dini eserlere sonradan eklemeler yapıldığı kabul edilmeli, ayet veya hadis merkezli en aşırı fikirler, kabul edilmese bile dışlanmamalı, tepkiler ilmi cevap seviyesinde kalınmalıdır. Bu geniş hoşgörü ortamında ümmet var olacak ve İslam medeniyeti yeniden parlayacaktır, inşallah!

Tek başına hiçbir insan tüm doğruları ihata edemez, kuşatıcı bir şekilde kavrayamaz. Bir Müslüman Kur’an ve sünnet çerçevesinde herkesten doğru olanı almalıdır. Mesela bir sosyalist ekonomistten faizsiz sistem konusunda yardım alabilir. Ama bizim temel sorunumuz bir kişi veya grubu sevdik mi yanlışlarını görmüyor, sevmediğimiz başkalarının da doğrularına kulak tıkıyoruz. Mesela, İslam tarihinin en akılcı ekolü olarak tanınan mutezililer bile ‘Mihne’ gibi, İslam tarihinin en baskıcı mezhebi haline dönüşebilmiş veya bir olayın sıcak anında bazı İslam alimleri birbirlerine aşırı yorumlarda bulunabilmiştir. Örneğin Ebu Hanife ve Buhari yorumları gibi. Ama sular durulunca ümmet her ikisini de önder konumuna yükseltebilmiştir!

“Türk tarihini İslamiyet ile sınırlandırmayalım!” diyenlere; “İslam, Hz Adem ile başlamıştır, lütfen dinimizi Türklük ile sınırlandırmayalım!”

“Zengin gözükeceğim” diye marka giyinen fakirler, kendilerine ‘goyim’ diyen Yahudileri zengin ediyorlar!

İslam inançta tevhid; Siyasette adalet ve istişare; Sosyal hayatta emanet ve ahlak ile temsil edilmelidir!

Selefilik ve sufilik üzerine. Selefiler; ‘La ilahe’de takılı kalarak tekfirciliğe; Sufiler; ‘Fena fiş-Şeyh’ makamında takılı kalarak şirke düşebiliyorlar! Şirke açtıkları savaşı Müslümanlarla cihada (!) dönüştüren selefici kesim, doğruyu yanlış metotla anlamaktadır! Sufiler ise, “Ğassal elinde meyyit olmak” ve “Fena fi-Şeyh” makamlarını yanlış anladıkları için, Allah’a ait sıfatları şeyhe; peygamberde olmayan nitelikleri mürşide izafe edebilmektedir! Halbuki sufideki incelik ve ahlak ve selefideki berrak iman ümmetin önünü aydınlatacaktır!

Şeriat tasavvuf ilişkisi. İmam Malik: “Kim ki fıkıh öğrenir de tasavvufu bilmezse fasık olur. Kim tasavvafu öğrenir de fıkhı bilmezse zındık olur ve kim de her ikisini birleştirirse ehl-i tahkik olur.” (Ebu Medyen El-Mağribi, Tasavvufun İncisi, s. 65; Ahmet İnce, Tasavvufun Hakikaleri, s. 33) Şeyh Ahmet Zerruk, ‘Tasavvufun Kaideleri’ isimli kitabında şöyle demektedir: “Fakih mutasavvıfa hükmedebilir, fakat mutasavvıf fakihe hükmedemez.” (Said Havva, Terbiyetune’r-Ruhiyye, s. 68) “Sufinin sıfatlarından birisi, Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifin zahiri ile çatışan batıni bir hükümden bahsetmemesidir. İş, ahlak ve davranışlarda Habibullah ‘a (s) tabi olmaktan daha şerefli bir makam yoktur” (İbn Haldun, Şifau’s-Sail, s. 292) Seriyy-i Sakati diyor ki: ”Bir insan önce zühd ile meşgul olur, sonra hadis yazarsa ayağı sürçer, fakat önce hadis öğrenir sonra zühd ile meşgul olursa durumunu sağlamlaştırmış olur. ” (İbn Haldun, Şifau’s-Sail, s. 293-294) Prof. Hasan Kamil Yılmaz: “Tasavvuf,  Asr-ı Saadette adı konmayan ama var olan, daha sonra adı konup kendisi kaybolan ilimdir.”

Fıkıh, kelam, tasavvuf ilminin doğuşu. Kur’an’daki ibadet, muamelat ayetleri “zaman içinde” fıkıh ilmini; iman ile ilgili ayetler kelam ilmini nasıl ortaya çıkardığı gibi, ahlak ile ilgili ayetler de tasavvuf ilmini ortaya çıkarmıştır! Temel mesele, tasavvuf yolunda olduğunu ileri süren tarikatçıların şeriata aykırı durumları görememeleridir. Menkıbeler, şeyhe hasredilen ve peygamberimizde bile olmayan özelliklerdir! ‘Tarikatta şirk var, dikkat edin!’ deyince tarikatçı arkadaşlar; ‘tasavvuf İslam’da var.’ deyince, tarikat karşıtları ile anlaşamıyoruz. İslam orta yol, vasat ümmet çizgisidir! Tekfircilik de şirkte aşırılıktır!!

Tarikatlarda “şirk sohbetleri” başladığı an; ne hurafe kalır, ne şeyhe ilahi sıfat izafe etme ve ne de şeriata aykırı iş/olaylar! Dünyayı ıslah edecek olan tasavvuf ruhunun ihyasıdır! Bunun da yolu şirk konusunda sohbetlerinin başlaması, hurafelerden ve şeyhlerin keramet hikayelerinden arındırmasından geçmektedir. Yoksa, ‘tevessül, rabıta, cehri zikr’de sorun yok!

İslami ahlak ve ibadet kurallarının kurumsallaşmış hali olan tasavvuf, İslam’ın önemli disiplinlerinden biridir. Fakat özellikle “gavs”  ve “Fena fi’ş-şeyh” kavramlarının içeriği ne yazık ki, zamanla  insanı İslam itikadının dışına çıkaran unsurlarla doldurulmuştur. Kural, zamanla amacı dışına hizmet etmeye başlamışsa değiştirilmelidir! Ahlaki olgunluğa değil de artık şirke vesile olan bu iki kavramın yeniden İslami açıdan gözden geçirilme zamanı gelmiştir. İslam’da peygamberimize verilmeyen özellikler artık bu kavramlar vasıtası ile şeyhlere izafe edilmeye başlanmıştır! Allah’ın ‘Basir, Alim, Kadir’ sıfatları ile, peygamberlere özel olan ‘İsmet’ sıfatı artık bu iki kavram ile şeyhlerin sıfatları haline getirilmiştir. Bu şirktir ve bünyesinde birçok güzelliği barındıran tasavvuf kurumunun haklı olarak eleştirilmesine neden olmaktadır. Şirksiz tarikatlar ümmetin olgunlaşmasına büyük hizmet sağlayacaktır!

Kişi merkezli din anlayışı sorunu. Kişi merkezliden kasıt, dini yaşamda yol haritasını direkt Allah’tan aldığı işaretlerle belirleyen sistem kastedilir. Hristiyan dünyasında Katoliklerde bu durum özellikle çok belirgin iken, Müslümanlarda ise Şiiler ve tarikat şeyhlerinde bu özellik önplana çıkmaktadır! İlham haktır ama şeytani vesvese ile farkı ayırt etmek çok zordur ve şeytanın vesveselerine aldanan tarikat şeyhleri ile tarih doludur. Günümüzde de bu aldanışın haberleri basına yansımaktadır. Tarikat şeyhi, siyasi-ekonomik nedenlerle Şiilere yaklaşıyor, bir bakıyorsunuz eskiden Şii karşıtı olan müridler, Şii kaynakları önemseyip Ehl-i Sünnete saldırmaya başlamışlar. Sadece Türkiye değil özellikle ortadoğuda da bazı tarikat önderleri ile irtibata geçen zalim ve kafir güçler Müslümanları pasifize hale getirmektedir.

“Fıkıhı, tasavvufu, kelamı yanlış anlamanın sebeplerinden biri de, herkesin dünyaya kendi penceresinden bakmasıdır. Din tek başına bunlardan biri değildir. Her biri dinin bir yönüdür. Kelamda ve Fıkıhta anlama aracı ağırlıklı olarak akıldır, Tasavvufta ise gönül. Gönülsüz bir akıl da akılsız bir gönül de eksiktir. Meseleye bir bütün olarak bakmazsak ya fıkıh dogmatizmine ya Kelam rasyonalizmine ya da Tasavvuf batıniliğine düşeriz. Bunlar birbirlerini ancak bir araya gelerek tamamlayabilirler. İsmail Raci el-Faruki’nin ‘Kültür Atlası’ndan da yine onun yaklaşık şu ifadelerini hatırlıyorum: ‘Tasavvuf gönülleri fethederek İslam’ın en uzak diyarlara kadar taşınmasının ve yayılmasının şerefini taşıdığı gibi, pek çok yerde batıni ve sapık düşüncelerin yayılmasının, insanın insanı ilahlaştırmasının ve İslam ümmetinin geri kalmasının da sorumluluğunu üstlenmelidir’. İmam Rabbani bile batın ilmini keşif ve ilham olarak tanıttıktan sonra bunlarla elde edilen bilginin hatalı olabileceğini söyler ve bunun zahir, yani tefsir, hadis ve fıkıh gibi, onun tabiriyle doğrudan peygamberlik mişkatından alınmış ilimlere ters düşmesi halinde, bu ters düşme kıl kadar bile olsa keşif ve ilhama asla itibar edilmeyeceğini ve atılacaklarını söyler.” (Faruk Beşer, Yeni Şafak, 1.11.2020)

(Kadiri tarikatından olan) İbni Teymiyye’de bizim, tasavvufta! Müslüman, tarikat içindeki şirke ve selefici geçinen tekfircilere karşı olmalıdır!

Tarikatçı kardeşlerimin dikkatine! Hz Muhammed şöyle buyurur: “Hiç kimse kendi ameliyle cennete girmez.” Sahabe sorar: “Sen de mi ya Resulallah!” Efendimiz cevap verir: “Evet ben de, meğerki Rabbim beni rahmetinin kucağına almış olsun.” (Buhari, Rikak, 18; Müslim, Münafikin, 71-73) Yusuf (as): “Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder.” (Yusuf, 53) Hz Muhammed: “Ey Resulullah’ın kızı Fatıma! Sen de kendini Allah’tan satın almaya çalış; zira senin için de bir şey yapamam.” (Buhari, Vesaya 11; Tefsir (26) 2; Müslim, İman 348-352) Nefsini ‘her daim’ yenmiş, ahirette şefaati ‘kesin’ hak etmiş birinin var olduğuna inanmak insanı dinden çıkarır!

Eğer şeyhin “yatakta kaç kez döndüğünü bildiğine”, “mezarda senin yerine sual meleklerine cevap vereceğine”, “sırat köprüsünden seni direk geçireceğine” inanırsan, bunlar şirk kokan inanışlardır, hemen terk edilmelidir! Şeyh, manevi öğretmendir. ‘Keramet haktır’ ama ‘şeyh isteyince olmaz!’ Allah isterse zuhur eder! Şeyh her istediğinde olur demek, Allah’ı -haşa- bir konuda zorunlu yapmaye mecbur ilan etmek olur ki bu şirktir! Şirkten uzak tevessül, rabıta olur mu, olur! Nasıl olduğu, yukarıdaki konularda anlaştıklarımızla anlaşılacaktır!

Hakikate engel olan bazen, biz Müslümanlarız! Yanlış üslup, tekfirci veya dışlayıcı metot nedeni ile, kendimizden her uzaklaştırdığımız insanın vebali üzerimizdedir! (Ali İmran, 159; Nahl, 125)

Halk arasında İslam diye bilinen, hurafelerle dolu tarikat öğretileri ile eski Türk-İran kültürlerinin karışımından oluşan bir mozaikten başka bir şey değildir!

Müslümanlık kalitemiz. Atadan, ana babadan 40 yıllık Müslüman hâlâ neyin abdesti, namazı, orucu bozduğunu öğrenememiş durumdadır! Doğal olarak bu bilgi ve kalite(-sizlik) yaşamımızın da her alanında kendini göstermekte ve asıl üzücü olan da bu eksik bilgi ve pratik dışarıdan İslam ile özdeşleştirilmektedir.

Tesettür, tezeyyün; Umre, gezi; Namaz, spor; Oruç, perhiz demek değildir!

Kafirlerin planı varsa elbette Allah’ın da bir planı (Ali İmran, 54) vardır. Asıl mesele, bizim o ilahi planda hangi rolü üstlendiğimizdir! 

Ahlaksızların ve teröristlerin Müslümanlara akıl vermeye çalıştığı çağa “kıyamet zamanı” denir!

Ateist: Tanrıyı kabul etmeyen;  Agnostik: Tanrının varlığının ispat edilemeyeceğini savunan; Deist: Tanrıyı kabul edip vahyi, dini, peygamberi reddeden; Teist: Tanrı ve dini kabul eden; Oryantalist: Tanrı, dini kabul edip İslam’ı reddeden; Apateist: Tanrı ve dini hatta İslam’ı kabul edip, umursamayan ; Mümin: Tek Tanrı ve İslam şeriatına iman eden, kabul eden.

Aslında tüm ‘izm’lerin özü, ‘nefisizm’dir!

Oryantalizm. Önceden verdikleri kararlara kendilerini ulaştıracak delilleri İslami kaynaklarda arama metoduna oryantalizm denir. Onlara göre Kur’an’ı (Haşa) Hz. Muhammed; Hadis ve İslam tarihini de Müslümanlar sonradan yazmıştır. Kur’an’daki güzel şeyler İncil-Tevrat’tan alıntıdır, kötü (İşlerine gelmeyenler) Muhammed tarafından uydurulmuştur! Hadislerin “siyasi, fıkhi ve kelami çatışmaların bir sened eklenerek hadis formunda Peygamber’e isnat” edilmesinden ortaya çıktığını iddia ederler. Sonradan ‘Müslümanların uydurdu, yazdı’ dedikleri hadis ve İslam tarihinden ‘seçtikleri’ ile de ‘önceden’ yaşayan Hz resule saldırırlar! Bilimsel oryantalizm özeti bu!

Tarihselciler, “Kur’an ayetlerinde ne varsa hepsini aynen kabul ederiz ama onlar o tarihte, Mekke döneminde kaldı” derler. Modernistler, İşlerine gelmeyen ayetleri “mecaz, benzetme, teşbih diyerek” günümüzdeki ortamla ‘uyumlu’ hale getirmeye çalışırlar. Ehl-i Sünnet ise, Kur’an’ın çözümlerinin günümüzde uygulanabileceğini ileri sürüp, zamana uydurulan değil zamana hitap eden çözümlere odaklanırlar!

Kur’an’’ın ruhunu bozulmaktan koruyan sünnettir. Tarihselcilik ise gönüllü oryantalizmdir.

Metin/fikirler savaşsın, insanlar değil! “Şiddet uygulayan taraflar, kendilerini haklı çıkartacak metinlere dayanırlar. Aslında şiddet değil, farklı tarafların oluşturduğu metinler arası çatışmalar vardır. Oluşan şiddet ise, metinler arası çatışmaların bir sonucundan ibarettir.” (Prof Şinasi Gündüz, Dinsel şiddet, Hristiyanlık, s. 27) Hatta “Soğuk savaş bile aynı zamanda sosyalist ve kapitalist aydınlar arasındaki bilimsel, fikri mücadeleydi.” (Enver Altaylı, Ruzi Nazar, s. 379)

Ehl-i Sünnet müdafii ile Ehl-i Sünnet canavarı arasındaki fark: “Ehl-i Sünnet müdafi, kişinin imanına delil sayılabilecek en küçük işareti veri kabul edip kulu İslam dairesinde kabul ederken, Ehl-i Sünnet canavarı ise kişinin sapmasına delil olacak en küçük işareti bir tekfir mekanizması olarak kullanır.”

Ateizm ve bilimsellik. Çoklu Evren teorisi evrim teorisi ile aynı mantığı taşır. Dünyada hayat nasıl ki uzayda zaman içinde, tesadüfen başladıysa, birçok evren içinde de bizim evrenimiz tesadüfen, ‘uygun ortamda’ devam etmektedir. Evrimde de çoklu evren teorisinde de temel ‘bilinemezlik ve ispat edilememezlik’tir.

Ateistlerin kehanetleri ve realite: “Evrenin öncesi yok” dediler, tersi çıktı; “İnsan maymundan geldi” dediler, ispatlayamadılar; “bilim ilerledikçe din ortadan kalkacak” dediler ateizmin kalesi SSCB bile yıkıldı, din hâlâ ayakta! Ama hâlâ hurafeci olan biziz! 

Türk ateisti din değil; İslam düşmanıdır! Zihin inşasının arka planında ve bilgi birikiminin altyapısında ise oryantalist zihniyet hakimdir. 

Dinsiz ateist olmaz! Onlar; Ya bir kişiyi idol edinmiş, ya bir ideolojiyi din edinmiş veya bilimi kıble edinmişkişilerdir. 

Ateist, deist: “Ey Müslüman! Ben senin reddettiğin dinlerden bir fazlasını reddediyorum.”
Müslüman: “Ateist yoldaş, 2+2= 4 dediğimiz zaman biz de, milyonlarca sonucun hepsini reddedip sadece birisini kabul ediyoruz. Sen, içinde doğru olan cevap da dahil, tüm sayıları reddediyorsun!”

Türkiye’de ne ateizm ne deizm problemi vardır. Asıl sorun umursamazlık sorunudur!
Tanrıya inanıp yokmuş gibi yaşamak, ahireti kabul edip hesap verileceğini unutmak, akla getirmemek! Belki de en kötüsü, “Müslüman anne babadan doğulduğu” için, “azıcık yanıp ‘kesin’ cennete gidileceği” inancına sahip olunmasıdır! Halbuki hesap var ve Allah merhametli (Yusuf, 92) olduğu kadar, “gerçekten cezası pek şiddetli” de olandır. (Maide, 98)

Hristiyanlar Hz İsa ve Meryem’e olan sevgimizi, Şiilerde Ehli beyt’e olan saygımızı bilmiyorlar.

İlk emir OKU, İkincisi TEMİZ ol diyen din bizim ama Okumayan da ve temizliği önemsemeyen de Müslüman olduğunu iddia edenler…!

Tıbbu’n-Nebevi kadar, Ticaretu’n-Nebevi ve Siyasetu’n- Nebevi de önemsenmeli!

Sohbet: Sonradan dönüş yapmış bir arkadaşla konuşuyoruz: “Ben içki içerken dışarıdan namaz kılanlara bakıyor, ‘birlik beraberlik kardeşlik ruhu içindeler’ diye onlara gıpta ediyordum, sonra tövbe ettim içlerine girdim. Cemaatlere bölünmüş birbirini çekmeyen, mücadele eden insanlar gördüm ve hayal kırıklığına uğradım.” Demişti. Halbuki insanın olduğu yerde her zaman eksiklik, noksanlık, hata, yanlış, aşırılık, acelecilik olacaktır. Sıffin Savaşı’nı eskiden düşünürken, “neden böyle bir savaş olmuş?” diye hep kendi kendime sorardım. Sonra anladım ki, Allah Müslümanlara daha en başta ders/ibret olacak örneği gösteriyor. Asıl sorun ders alıp almamakta ama görülen o ki alınmamakta ısrar edilmektedir! İslam tarihinde her zaman Müslümanlar arasında sorunlar olmuştur. Osmanlı kurulmadan önce beylikler kendi aralarında mücadele etmiş, Endülüs’te emirlikler haçlılara karşı bir olacakları yerde kendi aralarında iktidar savaşlarına girişmiş, Kudüs işgal altındayken Müslümanlar birlik olup Kudüs’ü kurtarmak yerine kendi aralarında bölünmüş ve savaşmışlardı. Moskova’da yaşayıp cennete gidebilen de vardır, Mekke’de yaşayıp cehenneme gidende. İnsan ve insanlık her zaman imtihan halindedir. Her zaman doğru yerde olmak insanların kendi sorumluluğundadır. İstanbul fethedildikten 50 sene sonra Endülüs Emevi Devleti ortadan kalkmıştır ama aynı dönemlerde Endonezya ve civarında İslam yayılmaya başlanmıştır. Viyana kuşatmasını kaybetmemizin nedeni, Osmanlı paşasını çekemeyen ‘Kırım Han’ıdır! Ama savaşı kaybeden Osmanlı askerleri şehit olmuş ve kazanmışlardı! Kırım Hanı ise savaşmadı ama kaybetti! Herkes, sorumluluğu oranında mesuldür. Başa dönecek olursak, “Müslüman’a düşen seferde olmaktır.” Her mümin, içinde olduğu şartlara göre kıyamet günü hesaba çekileceğini unutmamalıdır. Herkes tek tek yapması gerekeni, zamanında yapıp yapmadıklarından sorumlu tutulacaktır. Dünyanın imtihan alanı olduğunu ve herkesin içinde bulunduğu şartlara göre imtihan edildiğini unutmamak gerekir. İmtihansız, rahat bir dönemin olmayacağının bilincinde olmak ise, unutulmaması gereken en temel husustur. Her kişi tek tek ve her zaman sınavdadır!

Köyde çeşmeden su taşımayan, şehirde damacana ile su taşımaktadır. Köyde yürümek veya tarlada çalışmak istemeyen şehirde yürüyüş bandında veya fitness salonlarında Lat Pulldown, halter ile çalışmaktadır. Köyde hayvan beslemeyen şehirde köpek, kedi beslemektedir. Köyde tuvaletler dışarıda idi şimdi artık Avrupa’da sokaklarında ve açıkta tuvaletler kurulmaya başlandı! Şehirden indik köye vaziyetleri yani…

Hangi siyasi görüş, sendika, ideoloji veya dinden olursa olsun, insan bulunduğu grubun içinde belli bir makama gelmişse; içinde olduğu camiada verilen bilgilerin yanlış olduğunu idrak etse bile elindeki statüyü kaybetmemek için sesini çıkarmayabilir veya aksi düşünenlere düşman olabilir. Hak ve hakikatin yanında değil, nefsinin/egosunun peşinden koşabilir.

Huzur, para, gençlik, sağlık. Bunlar hiçbir zaman bir arada olmaz, en az biri mutlaka eksik kalır.

Alimlerimiz. Hiç bir alim hatadan münezzeh değildir. Üretken, samimi her alimden mutlaka alınacak ilim vardır! Tek alim, hoca, cemaat lideri ile yola devam edenler zamanla o alimi ilah edinmeye -emir ve yasaklarını din ile özleştirmeye- baslar ki, hem Kur’an hem hadis bunu yasaklamıştır! (Tevbe, 31) Mehmet Okuyan hocadan da, İhsan Şenocak veya Ebubekir Sifil hocadan da, nurculardan da, süleymancılardan da, milli görüşçülerden de, tarikatçılardan da alınacak çok şey vardır. Çünkü; Bizim hedefimiz Kur’an’ı anlamak, yaşamaktır! Bu da bir cemaat veya alimi aşan bir durumdur. 

İslam tebliğcisi olduğunu, islam’ı temsil ettiğini iddia edenler, yumuşak sözlü olmalı ve kaba sözden uzak durmalıdır! Hata yapan (Uhud savaşında zor anda dağılan) Müslümanlar hakkında Kur’an’da, “Allah’ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allah’a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever.” (Âli İmrân, 159) diye buyrulmuştur Efendimize. (Rab olma iddiasında olan) Firavuna:
“Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar.” (Taha, 43) şeklinde buyrulmuştur Hz Musa’ya. Rabbim o firavunun denizde boğulacağını bilmiyor muydu? Burada mesaj, usul öğretimi bize!

Doğruyu yumuşatarak insanları anlatmakla, insanların hoşuna gidecek diye bozarak anlatmak, farklı şeylerdir!

Namaz. Bir iyiliksever zengin düşününüz. Yolda gördüğü, aç-sefil birini alıyor, hasta iken bakımını yapıyor, iyileştiriyor. Gözleri kör olacaktı, elleri-ayakları kangren olmuştu kesilecekti, kurtarıyor… İyileşince de yediriyor, içiriyor onu  mükemmel bir hale getirdikten  sonra da uğurlarken ona tekrar hasta olmaması  için gerekli reçeteyi veriyor ve diyor ki, “Günde 5 kere haberleşelim, kendini bana hatırlat, yeniden hastalanmadığını bileyim.” Adam  söz veriyor ama sonra sözünü tutmuyor. O yer senin bu yer benim dolaşıyor, sağlığına aykırı işler yapıyor. İyiliksever zenginin çağrılarına cevap vermiyor. Bir gün geliyor, hastalıklarından biri nüksediyor; ayağı kangren oluyor. Hemen aklına o zengin geliyor ona ulaşıyor ve bütün suçu iyiliksever zengine yıkmaya çalışıyor, başlıyor yakınmaya, “Benim ne suçum vardı da beni unuttun, beni hiç aramadın, sağlığımla ilgilenmedin?” Siz o zengin yerinde olsanız ne yapardınız? “Başınıza her ne musibet gelirse, kendi ellerinizle yaptıklarınız yüzündendir. Allah yine de çoğunu affeder.” (Şuara, 30) “İnsan gerçekten Rabbine karşı pek nankördür.” (Adiyat, 6) “Ellahümme inneke afüvvün, tühibbu’l-afve fa’fü anni: “Allah’ım! Şüphesiz Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affet.” (Tirmizi, Da’avat, 89)   

Yaratıcıyı unutan akıl-bilim atomu parçalamakla yetinmez atom bombası yaparak onu yok etmek için kullanır!

Sorunun teşhisi kadar tedavi-çözüm önerisi de önemlidir! Sadece sorundan şikayet etmek sorumluluktan kaçmaktır. Vahiyden uzak tedavi önerileri ise sadece sorunu artırır! Herbert Marcuse, Batıda annelik şefkatinin kalkmasının zamanla sevgisiz ortamda büyüyen çocukları ırkçılığa ittiğini söyler! (Kurtuluş önerisi ise, özgür cinselliktir!) Jean-Jacques Rousseau, Batı bakış açısını, güçlünün hakim olduğu sistemi olabildiğince eleştirir ve reddeder. (Ama çözüm olarak, eski Yunan site devleti modelini önerir!)  Max Weber, ‘üret ve biriktir’ diye özetler kapitalist sistemin teorisini.  Ama İslam; Lonca teşkilatları ile, Ahilik ile “üret ve paylaş” öğretisini çevresine yayar! Tevazu, edep, ahlak, zekat, kurban, selamlaşma, hac, cemaatle namaz ile insanlar arası sıcak teması, duygu alışverişini ve manevi yükselmeyi amaçlar!

Şikayetler; ihtiyaçların karşılanamamasından değil, daha lüks yakalanamadığı için ortaya çıkar. 

Çağdaşlık. Dinlerini taklit modernlik zannediliyor! Hristiyanlık inancından kaynaklanan heykel, org ve şarap kültürü bizde sanat, piyano ve şarap şekline bürünmüş ve çağdaşlık olarak kabul edilmiştir. Org, sonradan piyano olmuş; kilise kökenli! Heykel, Avrupa’da yaygındır çünkü kökeni, İsa heykellerine (o da yunan tanrılarına) dayanır! Şarap Batıda yaygın, çünkü şarap Hristiyanlıkta İsa’nın kanı kabul edilir! Biz de ise tüm bu Hristiyan temelli adetler hep modern olmanın sembolü olarak kabul edilir!

Herkes kısa yoldan köşe dönme peşinde. Ramazandan Ramazana ibadetle cennete; Milli Piyango ile zenginliğe; bir kitap okuyarak ise hakikate ulaşmaya çalışıyor insanlarımız. Çoğumuz kolayca statü kazanma derdindeyiz. Küpe, uzun saç, mini etek vb. veya sakal, cemaatle! Öz, nitelik, ihlas, okuma, tefekkür daha zor iş… Din samimiyettir. İslam içtenlik dinidir. Ama ne yazık ki, ben de dahil çoğumuz söylemlerimizden giyimimize dıştanlığa önem veriyoruz! Ne de olsa daha kolay.

GDO’dan crıspr/gen teknolojisine, 1400 sene önceden haber verilmiş: “Hakimiyeti ele aldığında ürünleri ve nesilleri yok etmeye çalışır.” (Bakara, 205) Şeytan: “Kullarını mutlaka saptıracağım, kesinlikle onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” (Nisa,119)

Metaverse ne demek? Evrenin ötesi; reel dünyaya alternatif, yeni bir sanal dünya; sahte cennet.
Anneler-babalar dikkat! Çocuklarımızı internete en az %50 kaptırmıştık, ‘Önümüzdeki 10 yılda’ bu oran ‘Metaverse’ ile %90’a çıkacak!

Metaverse, blockchain, transhumanism, Neuralink: Eskiden GDO’lu gıdalardan şikayet ederdik, yakında her gıda sentetik olacak. Biyolojik değil yapay; sosyal değil sanal insan oluşturuluyor! Mark Zuckerberg, Metaverse ile bize sanal arazi satarken, Bill Gates, Jeff Bezos reel âlemden arazi satın alıyorlar!

Zenginlerimiz yırtık pantolon giyiyor, fakirlerimiz iPhone’un son modelini almaya çalışıyor.

Müslüman ve ahlak. İslamiyet, Allah inancı, melek inancı, ahiret inancı temelinde ahlaki sistemini oturtmayı amaçlar ama günümüzde bu inanç temelli eğitim hemen hemen hiç kavratılmadığı için bu defa, İslam’ın toplum sağlık huzurunu sağlamada ikinci kademe, aşama kuralları gündeme gelir: Kul hakkı, komşu hakkı, insan hakları temelli kurallar ve cezalar bütünü. (Muamelat ve ukubat).

Faşizm ve şirk üzerine. Ey insanlıkta kardeşim olan arkadaş. “Üstün ırk” diye bir kavram yoktur. Zaten ilerleyen gen teknolojisi, tüm ırkların birbirine karıştığını ispat etmiştir. İnsanlık özelliklerini koruyabiliyor, hele de ‘mümin bir Müslüman’ olabiliyorsan bu yeter. Irk doğuştandır, dolayısı ile hiçbir gayret göstermeden elde ettiğin bu Allah’ın verdiği ile bir insan hangi akla hizmet başkalarına üstünlük taslayabilir?! Ümmete 1400 senelik tarihinin ilk yarısında Arapların, ikinci yarısında Türklerin önderlik yaptığını kabul eden, Çeçen Şamil, Kürt Selahattin’leri minnetle anan, ümmete liderlik yapmasını Rabbimizin yine bize lütfetmesini temenni eden bir Türk kardeşiniz olarak, ümmet ruhunu ayakta tutanları her daim rahmetle anıyoruz.

Ülkemin ırkçıları yabancı değil Müslüman düşmanıdır; ülkemin ateistleri din değil İslam düşmanıdır!

Size karışan mı var? Eşcinsellere özgürlük isteyen, yabancı müzik dinlemeyi modernlik, Yunan adalarında, Paris’te tatil yapmayı çağdaşlık, yılbaşında hindi kesip çam ağacı süsleyip özgürce (!) giyinip liberalce yaşamayı Batıcılık, bale ve meditasyonu ilericilik zannedenlerden din dersi almaktan bıktık artık! “Namazı Türkçe kılın, hacca gitmeyin parasını fakirlere verin, ezanı Türkçe okuyun, tesettür İslam’da yok, kurban hayvan katliamı, oruç ayı düşman saldırabilir tutmayın, çocuğunuzu Kur’an kursuna ortaokuldan sonra gönderin”… Japonların çiğ balığına suşi adı altında yiyen, Çinlilerin çubuklarıyla canlı maymun beyni ve kızartılmış köpek eti ve canlı ahtobat yiyenler; elle yemek yeme örfünden dolayı Araplara ‘pis’ diyorlar. İspanya’ya boğa güreşlerini izlemeye giden veya Yahudilerin günahlarından kurtulmak için tavukların kafalarını duvara vura vura öldürmelerine ses edemeyenler, “Kurban bayramına hayvan katliamı”; Yunan adalarına gezmeye gidenler de “hacca gitmeyin parasını fakirlere verin” diye akıl veriyorlar! Namaz kılmayanlar ezanı Türkçe okunmasını ve namazı Türkçe kılmamızı istiyor. Siz Türkçe namaz kılın, siz tatil paranızı fakirlere verin ama bize akıl vermeyin! Biz namazımızı da kılar, fakirleri hayal edemeyeceğiniz kadar düşünür ve hac’ca da gideriz!

PKK’dan IŞİD’e. Terör olaylarının arkasında ekonomik ve siyasi güç kavgaları vardır! Tüm teröristlerin de arkasında mutlaka dış istihbarat örgütleri bulunur!

DEAŞ öyle bir mantığa sahip ki, Hz resul döneminde yaşasa idiler, Mekke’de boykotu sonlandıran anlaşmayı yaptığı için, Medine’de Hudeybiye anlaşmasını imzaladığı için Peygamber Muhammed (sav) ile bile savaşırlardı! Tabii sahabinin çoğunu da tekfir ederlerdi!

Mülteciler. Avrupa’nın kapısına dayanan mülteci çocuklar, alacağını tahsil etmeye gelmiş olabilir mi? 200 yıldır sömürülen ülkelerinin haklarını öyle veya böyle alacaklar çünkü bir gün!

Ensar olmak ayrıcalıktır! Herkes her an muhacir olabilir, ensar olmak ise bir lütuftur. Allah bu ikramı bize nasip eyledi, şükrünü eda eyleyenlerden oluruz inşallah. Sonucunu zamanla göreceğiz!

‘Türk İslam’, ‘Müslüman sol’ üzerine! Alim sıfatlı yaratıcının gönderdiği İslam eksik mi ki yanına illa başka bir fikir akımı eklenmek zorunda kalınıyor?! Eksiklik sende, anlayış kapasitende! Korkma, sadece Müslümanım demek de yeterli. (Hicr, 78; Ayrıca, Hucurat, 14)

Sezai Karakoç: “Kürt sorunu, Arap sorunu, Arnavut sorunu, Türk sorunu yoktur. İslam Milleti’nin parçalanmışlık sorunu vardır.”

“Yola çıktıklarımızı yolda bulduklarımıza değişmeyelim dedik, lakin yolda satışa getirenler oldu. Yol değişmez lakin yolcu değişir. Karakter ve şahsiyetler kolay değişen değerler değildir. Kolay değişenler kolay ve ucuza giderler. Baharın çiçeklerini sevenler kışın ayazını da sevmek zorundalar. Bir atımlık barutu olan savaşa çıkamaz. Küheylan koşmuyor ise onu doğuran kısrak utansın.”

Irkımız kader, dinimiz tercihimizdir! Kader değil tercihlerimiz ile varız. Tarihte Peygamberimiz ile İslam dinini yayan Araplar, bu dine hizmet eden, koruyan Osmanlılar ve günümüzde bu davayı önderlik edecek olan her kim ise, onu sever ve ona dua ederiz. Rabbim dinine hizmet eden bir milletten olmayı nasip eylesin.

Rahman Allah (cc) en büyüktür! Şahsen ben insanların iyilikleri için bir kere uğraşırım, umursamazlar; iki kere uğraşırım, aldırış etmezler; üçüncü kez ya çabalarım ya bırakırım. Her iyi niyetimde nankörlükle karşılaştığım da olmuştur! Ben, “sizle mi uğraşacağım, kendini düşünmeyeni ben mi düşüneceğim!” der, kızarım! Ama, yer ve gökleri ve içindekileri yoktan var eden Yüce Allah (cc) kendisini kabul etmeyen ateiste bile, bir gün değil, 3 gün değil, binlerce kez rızıkta veriyor, nefes aldırıyor… Hem de kendisine o kadar nankörlük ettiği halde her insana; Münafık, fasık dahil her kuluna. O (cc) Rahman, Rezzak, Latif, Sabur olandır.

İnsanların %10’u siyah, %10’u beyazdır! Geriye kalan %80 gri renklerden oluşur. Bu, ahlaktan ibadete; siyasetten insanlığa böyledir.

Unutmayalım! Patavatsızlığın açık sözlülük olmadığını, cahilin cesur olduğunu, hayata zevk penceresinden bakanlardan ve taassuptan uzak durmak gerektiğini, İlk emrin OKU olduğunu… unutmayalım!

Saygı, empati. Bizler oruç tutarken, azıcık terbiyeli olsa gizli yerde yiyebilecek olan, burnumuzun dibinde göstere göstere yer içen ve çıplak gezip sokak ortasında çiftleşir. Sonra be bu kesim sonra bize; “saygı göster” der! Saygı hak edilen bir meziyettir ve karşılıklıdır! Bizim kesim cidden sabır taşı imiş!

Yüzde 90’ı Müslüman olan ülkede, seküler kesim, “diyanet kapatılsın, biz kılmayız ama siz namazı Türkçe kılın, başınızı örtmeyin vd.” diye bize akıl verirken biz onlara; “İçki içmeyin, zina etmeyin, eşcinsellik yapmayın” demeyi boşverin, “Ramazan’da ulu orta yerde yemek yemeyin” bile diyemiyoruz!

Sevdiği ile evlenip kavga etmeyen, hoşlandığı yemekten bıkmayan, tatilde bile canı sıkılmaya kimse var mı?! Huzur,  inşallah ahirette.

Pasif iyiler geçmişte helak olmuşlardır! İyi olduğunu iddia eden insanlar, sadece kanunların kendine tanıdığı yetkileri kullanıp kötülük ile mücadele etse, kötülüklerin en az %50’si ortadan kalkar! Polise, zabıtaya o kadar çok şikayet etme hakkımız olan olaylar rahatça toplumda işleniyor ki, bizlerin herhangi bir konudaki pasifliği kötülüklerin sürmesine yardımcı olduğunun farkında bile değiliz! İslam’da nemelazımcılık yoktur. “Ben mi uğraşacağım, bana ne?” gibi yaklaşımlar kendinizi olmasa bile ailenizin zarar görmesine neden olacak silsileler zincirinin  ilk halkasın oluşturabilir.

Ateizm bir inançtır! Evrimi savunurlar: Ne fosil kayıtlarının onları yalanlaması ne de DNA’nın şifresinin bulunması, onların evrimi savunmalarına engel olmuştur! Evren Ezeli ebedi’dir derler: Bang teorisi ve entropi yasası gerekli cevabı bilimsel bazda verdiği halde görmezden gelirler! Komünist ve dinsiz bir toplumun olacağını ileri sürerler: Ne Göbeklitepe’deki kazılar ne de yıkılan komünist Rusya’dan sonra ortaya çıkan devletlerdeki dini uyanış bunu doğrulamıştır! Ne tarih, ne bilim, ne psikoloji ateizmi doğrulamadığı halde, bir inanç olduğu için hâlâ savunulmaya devam edilmektedir.

Toplumsal değişimin şifreleri: “Nasılsınız öyle idare edilirsiniz.” (Rad, 11); “Amelleriniz amirlerinizdir.” (Acluni, I / 146, II / 127); “Hiç kuşkusuz bir toplumun bireyleri kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah da o toplumun gidişatını değiştirmez.” (Rad, 11)

“Ferdi planda vicdanlara, toplumsal planda camilere hapsedilmeye çalışılan din, ‘Allah’ın dini’ değildir.” (A. Dilipak, Yeni Akit, 12.08.2019)

İyilikte maraz doğar mı? Hayır! Sadece iyiliği hak edene yapılmalıdır. Yine de maraz doğarsa Allah rızası için yapıldığından, geriye bakmayacak, yola devam edeceğiz! 

“Yaptığın şeysin, söylediğin değil!” 

İş yapan, insanlığı gereği yaptığı işte eksiklikler olur. İş yapmayan zaten iş yapmadığı için hiç hata da yapmaz, sonra da iş yapanın eksikliklerini eleştirir! İş yapmayanların dünyada işi iş, ama ahirette hesapları çok zor!

“Gençler dünyanın kendi etraflarında döndüğünü zannediyor. Aslında dünya, kendi etrafında dönmektedir! “

“Siz nefsinizi meşgul etmezseniz, o sizi meşgul eder.”

Hz. İbni Abbas: Devamlı yapıldığında küçük günah yoktur, tövbe edip yapılması bırakıldığında büyük günah yoktur.” (Taberi, VIII/245; İbn Ebi Hatim,3/934; Suyuti, ed-Durru’l-Mensur, 2/500;  Beyhaki, Şuabu’l-İman, V/456) 

“Müslüman’ım kesin cennete gideceğim” diyenlere hatırlatma! “Cehennemde yanıp sonra nasılsa cennete gireceğim.” demek küfürdür. Allah korku ile ümit arasında olmamızı  istiyor: “Onlar korkarak ve ümit ederek Rablerine dua ederler.” (Secde, 16); “Gerçek şu ki, kafir olanlardan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” (Yûsuf, 87); “Allah’ın azâbından ancak hüsrana uğrayanlar emin olabilirler.” (A’raf, 99); “Müminler Allah`ın azap ve azabının miktarını bilselerdi hiç biri Cennet`i ümit etmezdi. Kafirler de Allah`ın rahmetinin ne kadar çok olduğunu bilselerdi hiç biri O`nun rahmetinden ümit kesmezdi.” (Müslim, Tevbe 23); “Kul sıhhat halinde korkulu ve ümitli bulunmalı, havf ve recası birbirine eşit olmalı; hastalığı halinde de reca (ümit) yönü kuvvetli olmalıdır.” (Nevevi, Riyazü`s-Salihin Tercümesi, I/479) Bu, Yahudilerin mantığıdır: Yahudiler, “Sayılı birkaç gün dışında bize ateş dokunmayacak, dediler.” (Bakara, 80) Bu bakış açısı, geleceğinden emin olmak, ölene dek imanından garantili olmak anlamına geldiği gibi, azabı hafife almak manasına da geldiği için bu küfürdür! Allah Azze ve Celle, son nefese dek imanlı yaşamayı nasip eylesin, Amin!

Cennete talip olan biz Müslümanların bu çabası-zlığı-nı okulda gösterseydik, öğretmenler bizim sınıfta bırakır, okuldan atardı.

İnsan ölümsüzlüğe, huzura, gençliğe özlem duyuyor, çünkü hepsini cennette bırakıp dünyaya geldik. Hadi, yeniden anavatanımıza dönelim!

İnsanda neden kendini beğendirme hissi vardır, neden birisini ölümüne sever, neden bir doyumsuzluk içinde kıvranır durur? Çünkü bu özellikler Yaradan tarafından, insan kendisini Allah’a beğendirsin diye verilmiştir. Allah’a has kılmamız gereken sevgiyi bazen insanlara yansıtırız. İnsan cennetten kovulduğu için de oranın sonsuz nimetleri özler ve daima bir doyumsuzluk içinde olur.

İki büyük sorunumuz. Boş vakit meselesi, kendini başkasına beğendirme çabası. İnsanlar hayatlarını, kendilerini başkalarına beğendirme için harcayarak heba ediyorlar.

Şirksiz iman+ ihlaslı amel= Cennet

İmtihan. Hz Nuh ve Lut’un hanımları cehenneme; firavunun hanımı cennete gitti. (Tahrim, 10-11)

İnsanlar, Allah’ın imtihan için yarattığı dünyada cenneti kazanmak için yeteri donanım ve ortama sahip olduğu halde, cennetteki ortamı talep edip var olan ortamı sorgulamaktadır.

İlim, amel, ihlas: Seküler kesim bilmiyor, bilmediğini de bilmiyor, bilmeye de niyeti yok ama bilgiçlik taslıyor. Biz dindarların okuyan kesimi, işin felsefesini yapıp yaşamıyor, yaşayan da hurafe’ye dayalı ve İslam’a zıt menkıbelere meyilli. Bunları aşıp bir de ihlaslı olarak yaşamak var ki, cennet boşuna 8 kademe değil.

İslam, güneş gibidir! Ama ışıktan kaçan yarasalara (Ateistinden adı Müslüman’a) güneş ne yapsın? Herkes, kendisi cenneti talep edecek!

Bidat. Dini anlamda sonradan çıkan (Bidati seyyie) şeylerdir. İşin aslı, her şeye nasıl bakıldığı ile alakalıdır konu. Mevlid: Mevlidin kendisi değil, vasıta oldukları sevaptır düşüncesi, bidat olmaz. Yasin’i cuma akşamı okumak: Cuma gecesine özel ibadet zannetmek bidat, ama Kur’an’ı okumadan dolayı, vasıta olduğunu düşünmek, Kur’an’dan dolayı sevap ummak bidat olmaz, caizdir. Ölünün ardından 40. günü Kur’an okutmak: Dinde yoktur ama içeriği düşünülünce, olabilir diye kabul edilmeli, yapılmayınca günah olmadığı da bilinmelidir. Dinin aslından olmadığı bilinecek, “dinin aslı ile çelişmeyen ve iyiye vesile olan”, kendinden sevap umulmayacak, yapılmayınca günah kazanıldığını düşünülmeyecek, dinin aslından olmadığı bilinecek ama vasıta olduğu şeylerden (Kur’an okuma, muhabbete vesile) sevap umulacak, işte bunlar caizdir. Kandil geceleri üzerine: Kadir gecesi hariç diğer geceler veya onlara özel ibadet yoktur ama bu cümlenin devamı şu olmalıdır: O geceden değil de, ‘o gecede yapılan ibadetlerden dolayı sevap beklemek’ İslam’a aykırı değildir! Yanlışı bilin ama doğruyu terk etmeyin. Rabıta: Ne dindir ne şirktir. Rabıtanın dini dayanağı yoktur, rabıta yapılan şeyh, yüceltilirse şirke de kayılabilir. Şeyhteki feyzin kalbe akmasını düşünmek şirk değildir, sadece gönül eğitiminde bir metottur. Ama bu dinselleştirilmemelidir. Dini değil, dini bir hedefe aracıdır rabıta. İbadete vesile olması ön plana çıkarılmalıdır, vasıta olanın dini olmadığı da bilinmelidir. Şeyhe bakmaktan sevap beklemek: Bundan sevap beklemek bidattir! “tefekkürü saatin…”  hadisi ise uydurmadır. (Suyuti, el-Leali’l-Masnûa II/276; Şevkani, el-Fevâidü’l-Mecmûa, s: 251) ama “kunu maa’s-sadıkin” ayeti gereği yapılıyorsa ve ibadet maksadı ile yapılmazsa, sorun teşkil etmez.

Allah rızası için bir iş yaptığımızı iddia ediyoruz ama dünyalık karşılığını para, makam, tatlı söz olarak görmeyince kırılganlaşıyoruz. Demek ki niyette sorun var… Dön başa!

“İslam zafer değil, sefer dinidir” diyoruz ama ufukta zafer gözükmeyince ne yazık ki seferi de terk edebiliyoruz. Aman ha! Devam!

İdeali gözden kaçırmadan realitenin sınırları içinde hareket etmek; Umut ve umutsuzluk arasında bir dengede, mücadeleye devam etmek! Çizgimiz bu olmalı, bi-iznillah.

Dünyaya, Prens/prenses ‘gibi’ yaşamak için gelmedik, ‘Kul’ olmak için geldik! Biri imkansız diğeri tercihe bağlı.

Müslümanlığımız; Adaletten parasal mevzuya, menfaatimize aykırı durumda gösterdiğimiz tavırlara göre ortaya çıkar! Yoksa slogan, her kesimde bol miktarda var.

Evlenmeye niyeti olan kız ve erkeklerin, halk eğitim’den “evliliğe hazırlık, anne baba ve karı koca” eğitim sertifikası alması zorunlu kılınmalı! Yoksa 30 yaşına gelmiş, hâlâ anne baba veya karı koca olamamış evli insanlarla dolu ortalık. Sonra uğraşsın emniyet, uğraşsın öğretmenler!

İslami bilinçte kırılma: Modern hayatın nimetlerinden liberalce faydalanıp, ferdi olarak seküler bir ortamda yaşamayı Müslümanlık zanneden yeni bir nesil ortaya çıktı. Hemen; tekfirci, şirk kokan İslam anlayışından uzaklaşıp sağlam bir iman, ahlaki bir duruş ve istikamet üzere olan Müslüman moduna geçmemiz zorunlu! Yoksa zemin kayıyor…

Eksik bilgiden kaynaklanan bazı galat-ı meşhurlar: Allah’ın 99 sıfatı yoktur, daha fazla vardır. Mesela ‘Şafi’ sıfatı Kur’an’da vardır ama 99 sıfat içinde yok. Kur’an’da 6666 ayet değil, 6236 ayet vardır. Resul ile Nebi tanımı Kur’an’a göre aynı anlamda da kullanılmıştır…

Tesettürü savunan Müslümanları “kadınları cinsel obje” olarak görmekle itham edenler, araba lastiği satarken bile çıplak kadın bedenini kullanırlar! Halbuki pirleri olan Freud her şeyin kökenini “cinselliğe” bağladığı için en sadık öğrencisi Carl Jung tarafından bile eleştirilmişti ama yine suçlanan Müslüman kesim oluyor! Kışın ortasında mini etek giymek, topuklu ayakkabılar ile zar zor yürümek zorunda kendini hissedenlerin İslam’ın emir ve yasaklarının zorluğundan şikayet etmesi de ayrı ironi!

Dünyada ekonomi çökerken kozmetik sanayii neden yükseliştedir, erkeklerin giyinip evden çıkması 1-2 dakika alırken kadınlarınki neden daha uzun sürer, kuaför güzellik salonları neden bu kadar pahalı olduğu halde hâlâ dolup taşar, erkekler normal giyinip çıkarken neden kadınlar dekolte giyinme yarışı içindedirler? 

İçimizdeki ajanlar bizi yönlendiriyormuş! O ajanların davalarına sadakatleri kadar biz dinimize sahip çıksak, ümmet kurtulurdu!

Mekke’nin fethinin yılbaşı ile çakışması: Tepkisellik gibi görülse de, dünyadaki kurulu sisteme muhaliflik olmazsa, fikirlerde zamanla yozlaşma başlar! Reaksiyon zamanla aksiyona da dönüşebilir ama tepkisizlik, dejenerasyona kesinlikle dönüşür!

Hayatta en önemli şey imandır! İmanda ise en önemli şey imanın ‘şirk’e bulaşmamış olmasıdır. İmandan sonra, ibadet ve ibadetin de tezahürü, göstergesi olan ahlak gelir! Buradaysa en önemli şey ihlastır!

Müslümanlar aralarında çok kırıcı ve ötekileştirici hatta tekfirci oldular: Yapıcı eleştiri ile, günahkarı değil günahı hedefe alan yaklaşım esas olmalıdır. “Ey Musa, firavuna git ve ona yumuşak söz söyle!” (Taha, 44); “Kaba ve katı yürekli olsan yanından dağılıp giderler.” (Ali İmran, 159); “Aralarında yumuşaktırlar.”( Fetih, 29)

Kapitalist sistemin arz talep putu. 3 sene önce tanesini 1 TL’ye bulamadığımız maskelerin, 3 sene sonra 50 tanesi 20 TL’ye satılıyor. Aynı marka, aynı kalitedeki iki elbisenin birinin rengi daha fazla tutulunca diğerinden neredeyse %50 daha fazla fiyata satılıyor.

Emperyalist Avrupa, demokrasi ve uygarlık. Avrupa devletleri dünyayı sömürmek için koloniler (civilization) kurdular. İşin ironi tarafı bu kelime, ‘gelişme, uygarlık’ anlamlarına geliyordu. Zaten İngiltere, Fransa ve Almanya kendi aralarında dünyayı uygarlaştırmak için savaşlar yapıp durdular. Şimdi de ABD dünyaya demokrasi ihraç için uğraşıyor!

Toplum neden bozuldu? “Siz kendinizi değiştirmedikçe Allah sizin hakkınızdaki hükmü değiştirmez” (Rad, 11) Biz, başkaları bizi düzeltsin diye bekliyoruz, halbuki bizi düzelecek olan kendimiziz! Toplum yukardan aşağı değil, aşağıdan yukarı değişir!

  1. Yüksel, H. Baş, Y. N. Öztürk, D. Cündioğlu, M. İslamoğlu, A. Oktar.. Ne olduysa bize hep azar azar oldu!

Davaya bağlılık seviyemiz. İslami dava içinde olduğunu iddia eden kişilerin önüne Allah bazı engeller koyar, kişinin bizzat kendisine davaya aslında ne kadar sadık olduğunu göstermek, kaç karatlık olduğunu ‘bizzat kendisi’ bilsin görsün ister! Artık her birimiz hangi aşamada pes ettiğimizi, mazeretlerimizin ne kadar geçerli olduğunu düşünerek ahiret hesabına ön hazırlık yapabiliriz…

Halk İslam’ı? İlk emri ‘okuma!’ olan; ritüelleri arasında içki içmek, zina etmek, kumar oynamak, türbelere çaput bağlayıp dilekte bulunmak olan, senede bir ay diyet, bir kaç gün kavurma bayramı yapılan, senede 2 gün sabah erkenden kalkılıp spor niyetine ritüeller yapılan, yalanı ve emanete hıyaneti normal kabul eden… Ama kimi 30 kimi 40 yaşına geldiğinde mürted olunup İslam dinine avdet edilen bu dine ne ad verilir?

Namaz kılmakla, puan toplamak arasında fark vardır. İbadetler de amacı çoğunlukla ıskalıyoruz.

Cemevi ibadethane olur mu? Alevilik eğer kendi kaynakları ile beraber tanımlanacak bir fikir akımı ise, İslam’ın içinde olup tarikat olarak farklı bir çizgisi olan bir ekoldür! Yok siyasi olarak tanımlanacak ve ateizm ile Avrupa istihbaratının bir aparatı olarak kullanılacak bir argüman gibi düşünülecek ve tarihi geçmişi ile bilimsel kaynaklar reddedilecekse, Ali’siz Alevilik başta, kendilerini ‘ibadethane, tarikat’ gibi içinde dini kavramların olmadığı bir terim ile tanımlamalarını rica ediyoruz!

İngiltere’de Kraliyeti destekleme oranı % 78’dir! Demokrasi, sendika, sosyalizmin merkezi bu ülke de avam kamarası 625, Lordlar (efendiler) kamarası 850 kişiden  (70’i papazdır; pastör) oluşur. Lordları kraliçe seçer, avamı (ayak takımını) halk seçer. İngiltere, Müslüman toplumların şeceresini en iyi bilen ülkedir! 12 Avrupa ülkesinde de hala krallık vardır!

İnsanların yaptığı kötülüklerden tanrıyı sorumlu tutana ateist, o kötülükleri ortadan kaldırmaya çalışana halife denir.

Hepimiz kendimizi olduğumuzun dışında gösterip, başkalarına beğendirmeye çalışıyoruz. Bilmiyoruz ki, “hedefe varınca hedef ölür.” NFK

Ayağımızın altı Ateş (magma); Başımızın üstü ateş (Güneş) ve hâlâ ibadet etmeyi erteliyorsak, o zaman olur sonumuzda ateş. (malum!)

Gençlerin yeni dini; “Haz, egoizm ve hız” dini! Onun uğruna okulu, işi, aileyi, dini feda edebiliyorlar. Araç ise ‘özgürlük!’

Büyük oranda, “Casusların yerini uydular; Savaş pilotlarının yerini dronlar; Zekanın yerini algoritma” alıyor.

Ülkemizin temel sorunu; “Plansızlık” ile Fırsatçılara, spekülatörlere karşı “denetim ve yaptırım” eksikliği!

Tüm kitaplar, tek bir kitabın daha iyi anlaşılması için okunur.

“Fakirin ihtiyacı, zenginin israfı kadardır.” Hz Ali

Allah’a götüren bilime ilim denir, seküler ilime de bilim!

Kur’an’ı herkes ilmi ölçüsünde anlar. ‘Hadis’siz anladığını zannedenler ise, kendi yorumlarını hadisleştirenlerdir.

Şeytan önce günaha mazeret buldurur, sonra günahı işlettirir! İsteyen nefistir, mazeret ise şeytandan…!

Ezanı Arapça okuyunca Arapçı oluyorsun ama, şarkıları İngilizce dinleyince gavurcu olmuyorsun, öyle mi?!

Din değil; şirk ve nifak (münafıklık) toplumun afyonudur!

Bazıları İslam’a saldırırken bunun adına özgürlük diyecekler. Biz İslam’a saldırmalarına itiraz edince, özgürlük düşmanı olacağız! Yok öyle!

Irkçılık, tekfircilik gibidir! Başladın mı, kendin dışında herkesi dışlarsın, ötekileştirir, düşman ilan edersin! ‘İnananlar kardeştir.’

Çocuğunuzun her istediğini yerine getirmeyin, yoksa elindekilerin kıymetini bilmez, doyumsuz olur ve bir de baktınız onları da kaybetmişler: İş, eş, ömür heba olmuş…

“Kadını savunurken erkeği, çocuğu savunurken anne-babayı, hayvanı savunurken insanı kurban ediyoruz.”

Yapıcı eleştiriye kapalı grup, cemaat, hizipler, partiler, zamanla karşı olduklarına dönüşürler.

İslam’da cemaat rahmet, tefrika felakettir!

Faiz, sosyal riba; Riba, ferdi faizdir!

Çok okuyan, bilir (ilim); çok gezen, kavrar (irfan)

Vicdanın her daim canlı kalmasını sağlayan sisteme İslam denir.

Saracen, Türk: Batılı zalim sömürgeciler önce “Saracen” kavramı ile Arapları kendilerine düşman ilan ettiler. Bunu daha sonra, Selçuklu ve Osmanlı ile “Türk” kavramı takip etmiştir. Günümüzde sömürgecilerin çekindiği yeni bir kavram bekliyoruz! Arap Müslümanlar, Hristiyanlığın doğduğu yerleri bir kaç senede, o zamanın ABD ve Rusya’sı olan Bizans ve İran’ı bir kaç on senede ve sonra da yüz yıl olmadan Endülüs’ten Hindistan’a uzanan fetihleri gerçekleştirince Avrupalılar, aynı zamanda İsa’yı öldürttükleri için düşman oldukları Yahudileri kastederek kullandıkları Saracen kavramı, ‘çöl bedevisi, barbar” anlamında Müslüman Araplar için kullanmaya başlarlar. Zamanla bu kavramın yerini “Türk” kelimesi alır! Zamanımızda Avrupa’nın kim için yeni bir kavram uyduracağını merakla bekliyoruz! Henüz ne Arap ne Türkler onları “tasalandıramıyor”; sömürülerine engel olamıyor!  

Avrupa’da en çok Strasburg cafe niçin Türkiye’de var? Avrupalılar hâlâ tuşlu telefon kullanırken biz en son model neden iPhone’u borçla satın alıp kullanıyoruz? Mealizm/modernizm Türkiye’de neden artıyor? Hepsinin tek bir nedeni var; eziklik! İslam’ı kavrayamadık, Batılı bir materyalist olamadık, arada ezilip duruyoruz…!

Mutluluk geçici, huzur kalıcıdır!

Huzur. Olumluları öncele, olumsuzları genelleme! Sadece duygularınla akıl yürütme; Kendi düşüncelerini, olaya bakışını değiştir. Süreç odaklı ol! Sonsuz beğeni, mutluluk yoktur. Eziklerin duygusal ithamlarına aldırma! Ve en önemlisi; Tek ilahın olsun!

“Namaz camiden çıkınca, Hac Mekke’den dönünce, Ramazan Oruç bitince başlar.” NFK.

Futbol toplumların afyonudur.

“Çocuğum dindar, ahlaklı, ailesi ve vatanına faydalı, hafız biri olsun yeter.” dedi dün bi arkadaşım. İyi güzel de sen bunun için ne yapıyorsun? Çocuğu Kur’an kursuna ver o hafız yapsın, İmam Hatib’e ver dindar olsun! E sen ne yapıcan?! Kimse kusura bakmasın; Sorumluluktan kaçıyor bazı muhafazakar babalar, elini taşın altına koymuyor! “Dindar bir doktor” olsun istese, kendisi de uğraşacak, az ama uğraştırmayacak kadarla yetiniyor ama sonra da ömür boyu uğraşıyor…

ABD Hindistan’ı derin dünya devleti sermayesinin yeni merkezi Çin’e karşı koz olarak kullanmak istiyor! Hindistan’da Müslümanlara karşı saldırılar arttı, Çin’de de Doğu Türkistan zülmü zirvede. Müslüman kitle yine maşa olarak kullanılacak ve bu şiddet daha da artacak…!

Hangi partiye, hangi tarikata, hangi cemaate, hangi sendikaya, hangi gazeteye gönül bağlamışsak hep elimizde kaldı! Tek yârimiz Allah olsun!

Biz Müslümanlar artık şunu kabullenmemiz gerekiyor! Herhangi bir cemaat, parti, tarikat, grupla olunca cennete gidilmiyor! Herkes tek tek, kendi ameli, gayreti, niyeti ile (Yusuf, 53; Buharî, Vesâyâ 11; Tefsir, 26, 2; Müslim, İman 348-352) cennete gidebilecek, bi-iznillah!

Batı, ilim ve emperyalizm! Önce bilimi sahiplerinden isim değiştirerek aldılar. (İbni Sina; Avicenna, İbni Rüşt; Averroes, el-Kindi; Alkindus… diye adlandırıldı Batıda.) Sonra bu bilimi insanlığa hizmet için değil sömürü için kullandılar; GDO’dan, yapay ürünlerden atom bombasına dek! Ülkeleri işgal ettiler ve yeraltı-üstü zenginlikleri sömürdüler, insanları köleleştirdiler, sonra da rahatça yönetebilmek için önceden -Oryantalist çalışmalar, misyonerlik faaliyetleri raporları, azınlık okulları vasıtası- topladıkları verileri kullanarak ırk veya mezhep savaşları çıkardılar. ‘Milleti Sadıka’yı ermeni terörü ASALA’ya çevirdiler, Çanakkale de beraber savaştığımız Arap, Kürt dindaşlar ile aramıza suni ayrılıklar – milliyetçilikten yalan haber ile düşman etmeye- koyup bizi böldüler. Eğitim, kültür emperyalizmi ile sadece topraklar değil beyinler de işgal ettiler. Artık ülkelerin özgürleşme vakti geldiğinde, nasılsa eğittikleri yerel (!) kişileri iktidara taşınıp onların kuralları/talepleri ile ülke yönetilir oldu. Ve bir gün ‘yeter!’ diyenler de, “Batı düşmanı, demokrasi-özgürlük karşıtı, radikal” ilan edildiler. Zaten, kapitalizm de komünizm de ‘karın’daştırlar! İkisi de materyalisttir ve tek farklılıkları, sermayenin nasıl bölüşüleceği konusunda düğümlenir, gerisi ruh ikizliğidir! Unutmayalım ki, dünyadaki her pis işi; İngiliz planlar, Yahudi finanse eder, Amerika uygular.

ilim-somuru1

 

1 Comment
  • Dostum,
    Klasik müslüman kafasıyla müslüman toplumunun nereye geldiği aşikârdır: ilerleyen medeniyetler karşısında şamar oğlanına dönmüş durumdayız.
    Yazılarında lütfen şu temayı işlemeye çalış: MÜSLÜMANLARIN DİN PRATİĞİ ALLAH’ın NE KADAR UMURUMDA? ALLAH İNSANLARA İBADETİ Mİ EMRETTİ, YOKSA İNSANI MUAZZAM BİR AKIL VE AHLAKİ KODLARLA DONATARAK YARATTIKİ İNSAN MÜREFFEH MEDENİYETLER OLUŞTURABİLSİN? ALLAH’ın ŞİŞECEK EGOLARI MI VARKİ MÜSLÜMAN ONA DUA VE İBADET EDİNCE HAVALARA UÇSUN? ALLAH’ın İNSANIN YALAKALIĞINA İHTİYACI MI VAR? HAYIR. ALLAH İNSANA BAHŞETTİĞİ MUAZZAM AKIL VE AHLAKİ KODLARIN İNSANI ŞEREFLİ KILABİLDİĞİNİ GÖRMEK İSTİYOR, BUNU İSTEMESE ALLAH İNSANI KOYUN GİBİ YARATIR İBADET BİLE ETTİRMEZDİ…DEĞİL Mİ? PEKİ 1000 YILDIR KAÇ TANE MÜSLÜMAN ALLAH’ın BU EMRİNE (akıl ve ahlaki kodları keşfedip kullanma) UYDU SENCE? OYSA MÜSLÜMANLAR AHLAK ve AKLI LUGATLARINDAN VE HAYATLARINDAN TAMAMEN ÇIKARIP SEFİL BİR HAYATA MAHKÜM OLDULAR VE SEFİLLEŞTİKÇE ALLAH’a DİN ADI ALTINDA YALAKALIK YAPMAYI KURNAZCA BİR ŞEKİLDE ALLAH’ın DİNİYMİŞ GİBİ LANSE ETMEYE ODAKLANDILAR…HADİ ORDAN…ALLAH’ı ALDATABİLECEĞİNİ Mİ ZANNETTİLER…ONLAR SEFİLLEŞTİKÇE BATILISI, UZAK DOĞULUSU, AMERİKALISI SERMAYEDAR OLDU, BİLİMİN TEKNOLOJİNİN YAPAY ZEKANIN GIDANIN VE SAĞLIĞIN TÜM DÜNYADAKİ PATRONU OLDULAR…MÜSLÜMANLAR KENDİ ÇÖPLÜKLERİNDE İKİYÜZLÜ ALLAHU EKBER NİDALARIYLA ALLAHI ALDATMAYA ODAKLANDI, BİR BALTAYA SAP OLAMADIĞINI GÖRDÜKÇE…HALÜSİNASYONLAR ÜRETEGELDİLER, YOK MEHDİ, YOK İSA, YOK DECCAL, YOK EBABİL KUŞLARI, YOK ALLAH NURUNU TAMAMLAYACAK VS …. 10’larca HİKAYE…YAHUDİSİ SERMAYE TOPLARKEN MÜSLÜMAN DA PARASIZLIKTAN YAHUDİNİN SICAK PARASINA KUDUSÜN TOPRAĞINI SATADURDU…NEDEN BUGÜN TÜM DÜNYANIN TEK MUHACİRİ MÜSLÜMANLARDIR? ÇÜNKÜ MÜSLUMAN BİR BALTAYA SAP OLAMADI KARDEŞİM. BU ASLA BİR SINAV DEĞİLDİR… VAHŞİ DOĞADA DA BU BÖYLEDİR, GÜÇLÜ ZAYIFI YER. ALLAH MI MÜSLÜMANA AKLINI KULLANMA, BİLİM ÜRETME, GERİ KAL, SERMAYE YAPMA DİYOR? ALLAH MI MÜSLÜMANA BİNANI ÇÜRÜK YAP DEPREMDE 200.000 İNSANIN ÖLSÜN DİYOR? ALLAH JAPONA AHLAK VERDİ DE MÜSLÜMANA VERMEDİ Mİ? BÖYLE SINAV MI OLUR, HAYIR, MÜSLÜMANLAR “BAŞARAMADI”. MÜSLÜMANLAR AHLAKLI OLMAYI VE AKLINI (BİLİMİ) KULLANMAYI BAŞARAMADI. BU BAŞARISIZLIK SONUCUNDA KENDİ ÇÖPLÜKLERİNDE DEBELEYİP DURMAYI DİN ADI ALTINDA KUTSALLAŞTIRDILAR, ALLAH BUNU BİLMEZ Mİ? BU DA YAHUDİLERİN ALLAH’a KARŞI GİRİŞTİKLERİ KURNAZLIKLARIN BENZERİ BİR DURUM DEĞİL MİDİR? “BİZ SİZİN KADERİNİZİ (hayatınızı) SİZİN ÇABANIZA BAĞLADIK” DİYEN ALLAH APACIK BİR ŞEKİLDE “ne ekerseniz onu biçersiniz” DEMİYOR MU? BAŞINA GELEN HERŞEYİ ALLAH’a FATURA EDEN BİR MÜSLÜMAN TOPLUMUNU ALLAH HELAK ETMEZ Mİ? BUGÜN MARUZ KALDIKLARI HAYAT PAHALILIĞINI BİLE ALLAH’a BAĞLAYAN BİR MÜSLÜMAN KAFASI VAR. İŞÇİDEN MEMURA, MEMURSAN YÖNETİCİYE HER MÜSLÜMAN GÖREVİNİ KÖTÜYE KULLANIR, ALMANI JAPONU İSE ALLAH’a İNANMADIĞI HALDE İŞİNİ 4/4’LÜK YAPAR, NEDEN, ALLAH MI İSTEDİ BÖYLE, YOKSA SINAV MI BU…İHMALİN, SAHTEKARLIĞIN, TEMBELLİĞİN ADI DİN OLDU…
    BUGÜNLER DAHA İYİ GÜNLERİDİR MÜSLÜMANLARIN… GÜN GELECEK ELLERİNDEKİ KIT KANAAT NAKİT PARALARIYLA BİLE SATINALABİLECEKLERİ GIDAYI BULAMAYACAKLARDIR, ÇÜNKÜ MÜSLÜMAN HAKETMEDİKÇE HAYATTAN PARÇA PARÇA KOPUYOR…GIDASINI BİLE DİĞER TOPLUMLARA KAPTIRIYOR.

    CEVABEN
    Acı gerçekler… Bu konuda da çalışmamız var ama önce saldırılara cevaplara odaklandık. İç meselelerle ilgili kısa birkaç yazı dışında çalışmalarımızı ileriye erteledik, nasipse listemizdeki konular bunlar.
    teşekkürler.
    “Ey iman edenler… İman edin!” ( Nisa, 136)

    “Bugün biz sadece isim Müslümanları olduk.” ( Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti s. 11)

    ” Hedefimiz: Müslümanların İslamlaşması.” ( Aliya Izzetbegovic, İslam Deklarasyonu )

    Dini anlamak istiyorsan onu takip edenlere bakma, metinlere bak. (Zakir Naik, Gençlerin inanç sorunları, s. 92)

    Malik bin Nebi: “”Müslümanların İslamiyet’e sarıldıkları için değil, ondan uzaklaştıkları için İslamiyet tarafından kendilerine verilen bir cezadır.” ( Müşkiletül Efkar fil Alemi’l-İslami, s. 76)

    Charles Mismer: “ Müslümanlar dinden uzaklaştıkça, Hıristiyanlar ise yaklaştıkça dinlerinden uzaklaşırlar.“ (Eylül 1987, sayı: 104 )

    Mehmet Akif Ersoy: “Eğer İslam’dan maksat Kuran’sa, ortada İslam diye bir şey olmadığını söylemek durumundayız. Çünkü Kuran bugün göklere çekilmiş ve yeryüzündeki İslam’ın onunla ilgisi kalmamıştır.”

    Profesör İsmail Faruki: “İslam, ne bugünkü Müslümanların tavır ve yaşayışları, ne İslam tarihinin şu veya bu dönemi, ne de İslam adına kaleme alınan şu veya bu kitabın anlattıklarıdır. İslam Kuran’dır.”

    Muhammed İkbal: “Eğer biz İslam’ın bir üstün değerler sistemi olduğunu Müslüman olmayanlara anlatmak istiyorsak, onlara her şeyden önce bizim İslam’ı temsil etmediğimizi söylemek borcundayız.”

    Prof Caner Taslaman: ” Dünyaya en önemli borçlarımızdan birisi İslam ile Müslümanların farkını anlatmaktır.”

    Hiç bir inanç sistemi, mensuplarının zaafları üzerinden sorgulanamaz. Bilim adına yalan söylenen bilim adamlarının sahtekarlığını bilime mal edebilir miyiz? (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun kalmasın, s. 80)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir