Richard Dawkins ve Stephen Hawking’e cevaplar

Bu konuya ek olarak, ” Dinsiz ahlak olur mu?, Deizm 2, Naturalizm, Ateist akıl” adlı yazılarımızı da öneririz.
.
Muhataplarımızın kafa yapısı: “Eğer bir Meryem Ana heykelinin sizlere el salladığını görseniz dahi, bir mucize ile karşı karşıya olduğunuzu sanmayın… Çok küçük bir olasılıktır, ama belki de heykelin sağ kolundaki atomların hepsi, tesadüfen, bir anda aynı yönde hareket etme eğilimi içine girmiş olabilirler.” ( R. Dawkins, The Blind Watchmaker, s. 159) Bilimin yanılmazlığına inanan ve bu anlayışı din edinenlere cevap sitemizde – ‘Bilim yanılmaz mı, Bilim ne değildir?’ adlı yazılar-
Ateist felsefeci Michael Ruse, Dawkins’in tanrı yanılgısı adlı eserinin, ‘felsefeye ve dine giriş’ derslerinden bile geçemeyecek kadar yüzeysel ve hatalı olduğunu belirtir. ( M. Ruse, Why I am an Accommodationist and Proud of it, Zygon, 50, 2, 2015,s. 362-363)
Dawkins’e göre, insan hakları, insanın asaleti ve insan yaşamının kutsallığı gibi varsayımların gerçekte karşılığı yoktur. (Kör Saatçi, s. 335)
“Dawkins’e göre hayatın tek amacı üremektir. Ona göre insanlar, gen aktarımında bir araçtan ibarettir. Bu bakış açısına göre hayatın amacı, fayda ve zevk unsurlarına indirgenmektedir.” ( Selçuk Kütük, Deizm, s. 142)
20. yüzyılın Darwin’i olarak nitelenen evrimci biyologlardan Ernst Mayr, şöyle der: “Dawkins’in seçilimin hedefi olarak geni düşünmesi açıkça hatadır. Bireyin bütün genotipinin genlerden oluşmadığını biliyoruz.” Mayr ayrıca, Dawkins’in, seçilimin hedefi olan temel gen teorisinin bütünüyle gayri-Darwinci olduğunu iddia eder. (Kemal Batak, Naturalizm Çıkmazı, Dennett’ten Dawkins’e yeni ateizmin felsefi temelleri ve teistik eleştirisi, s. 142)
Richard Dawkins ( The Selfish Gene) “Başarılı bir genden beklenen baskın özellik, acımasız bir bencilliktir.” derken, Mary Clark (In Search of Human Natürel) “Başka insanlara yardım etmeye genetik olarak yatkın ve programlıyız.” demektedir. ( Şiddet karşısında İslam, Komisyon, DİB, s. 125)
“Kısır bir kadına aşık olmamız evrim için anlamsız, hatta saçmadır. Çünkü sevgi ve aşk da evrimsel sürece hizmet ettikleri sürece anlamlıdır, gereklidir. Oysa kısır bir kadın üreyemediği için evrimsel açıdan bir kayıp demektir. Bize verimli nesiller verme işlevi olan aşk, eğer bize nesil veremeyecek bir kadına duyuluyorsa anlamsızdır. (R. Dawkins, The God Delusion)
“Gerek Michael Ruse, gerekse T. Eagleton gibi ateist yazarlar da, Tanrı Yanılgısı kitabını Yüzeysel olarak nitelendirir ve eleştiriler.” (Modern Çağın İnanç Sorunları, Komisyon, DİB, Dr Alper Bilgili, s. 92)
Richard Dawkins; insanların içinde bulunduğu toplumun dinine iman ettiğini iddia eder. (Hacı Ali Şentürk, Ateizm sonuçsuz serüven, s. 111) Halbuki İslam tam zıttını savunur. “Allah’ın indirdiğine uyun dense, hayır biz, atalarımızı hangi yolda yolda bulmuşsak, ona uyarız, derler.” (Bakara, 170) “Atalarımız da gördüğümüz bize yeter derler.” ( Maide, 104) Kur’an’a göre insan inancını sorgulayıcı bir anlayışa sahip olmalıdır. (Hacı Ali Şentürk, Ateizm sonuçsuz serüven, s. 114)
Yaşamı tesadüf olarak görürsek, bu durum insanı bunalımların içinde bırakmak anlamına gelir.(Hacı Ali Şentürk, Ateizm sonuçsuz serüven, s. 84); Bir tıp doktoru, Dawkins’e yazdığı bir mektupta şöyle demektedir: “Neden hepimiz intihar etmiyoruz? …” ( Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 103)
.
Tanrı Yanılgısı adlı kitap içerik olarak bilimsel olmaktan çok demagojik, felsefik ve ideolojiktir. Yazar evrimsel bir psikolojiye sahiptir yani önceden verilmiş bir karara göre yazılmıştır. Mantık dışı ve duygusal hükümlerle doludur!
Bu önyargı her evrimcide bulunur: ” Evrim bir gerçek değil, bir felsefedir. Öncelikli olarak materyalizm gelir (a priori) ve delil, bu değişmez felsefi bağlılığın ışığında tercüme edilir.” (Phillip E. Johnson, Defeating Darwinism By Opening Minds, InterVarsity Press, Illionis, 1997, s. 81.)
Önyargı ve sübjektif bir içeriğe sahiptir. içinde hakaret, alay, dalga geçme, hınç ve acımasız eleştirinin oranı hayret vericidir. Ama yazar kendini farklı sunar, işte sonradan Müslüman olan bir Yahudi ile yaptığı konuşmada bakın kendisini nasıl tanımlıyor:
Kibar kişilikten hümanizm (!) esintileri:
Ateizme gerekçe olarak Dawkins’in öne sürdüğü gerekçe, Tanrı’nın muazzam biçimde karmaşık ve dolayısıyla muazzam biçimde ihtimal dışı olacağıdır. Bu iddiaya cevap sitemizde; ‘Evrim, Allah’ın varlığının deliller, Ateist akıl ve dinsiz ahlak olur mu?’ adlı yazılarımızda bulunmaktadır!
Dawkins, Kör saatçi adlı kitabında, canlıların evrimini, Stuart Kaufmann’ın yazmış olduğu bir bilgisayar programı aracılığıyla “kanıtladığını” iddia eder. Bu, çubuklar, dikdörtgenler ve üçgenler gibi şekillerin rastgele değişimlerle daha karmaşık hale gelmelerini sağlayan bir programıdır. Program tarafından rastgele düzenlenen bu çubuklar, birçok ara formdan sonra zamanla hayvan, bitki ve insan figürlerini andırır hale gelmeye başlamaktadır. Dawkins, bu basit şekillerin bilgisayar programıyla zaman içinde insan veya hayvan figürlerine benzer hale gelmesinin, canlıların sözde evrimleşme sürecine benzediği iddiasını ortaya atar. Bu örnekten yola çıkan Dawkins, canlıların da uzun bir süre boyunca meydana gelen mutasyonlarla bugünkü karmaşık hallerine dönüştüklerini savunur.
Stuart Kaufmann’ın kullandığı programın, bizzat kodlayıcısı vardır. o çizgileri bir yapan, bir araya gelmeleri için yönlendiren ve bir bilgisayar daha önemlisi bunları yapan bir zeka vardır! AyrıcaDawkins’in bu iddiası komiktir tabii! Kodlardan oluşan bir bilgisayar oyunu sadece çizgilerden meydana gelir? Kodlamayı azıcık bilen ‘tek bir eksik veya fazla harf-rakamın’ oyunu çalışamaz hale getirdiğini bilir. Dawkins hala Darwin’in eski mikroskopları ile yaptığı araştırmalar seviyesinde kalmıştır. Artık DNA ve şifreler dönemindeyiz ve asla hayat basit çizgilerle ifade edilememektedir. Bu konuda ‘Evrim ve Allah’ın varlığı’ sayfalarına bakılabilir.
1870 ve 1880’lerde bilim adamları hayatın kökeni için bir açıklama bulmanın oldukça kolay olduğunu düşünüyorlardı. Hayatın karbondioksit, oksijen ve nitrojen gibi basit kimyasalların bileşimiyle kolaylıkla oluşturulan protoplazma denilen bir maddeden meydana geldiğini zannediyorlardı.” (William A. Dembski, James M. Kushiner, Signs of Intelligence, Brazoss Press, ABD, 2001, ss. 103-104; [Bölüm 8: Stephen C. Meyer, Word Games: DNA, Design and Intelligence )
Bilim yazarı Howard Peth: “Eskiden hücrenin bir çekirdek ve sitoplazma ‘denizi’ içindeki diğer parçalardan meydana geldiği düşünülmekteydi. Fakat hücre içinde büyük alanlar boştu. Şimdi ise bir hücrenin gerçekten ‘kovan gibi olduğu’ yani hücrenin ve onu barındıran bedenin hayatı için gerekli olan önemli işlevsel birimlerle dolu olduğu bilinmektedir. Evrim teorisi hayatın ‘basit’ bir hücreden geliştiğini varsayar, fakat günümüzde bilim basit hücre diye bir şey olmadığını göstermektedir.” (Howard Peth, Blind Faith: Evolution Exposed, Amazing Facts Inc., ABD, 1990, s. 77)
Darwin’nin mikroskobu ve gördüğü hücre ve günümüz elektronik mikroskobu ve hücre
DNA: 1950’lerde elektron mikroskobunun icadıyla keşfedilen, hücrenin bilgi bankası DNA, her hücrede bulunan dev bir molekül zinciridir. Onda hücrenin -ve hücrenin ait olduğu canlının- tüm fiziksel ve kimyasal yapısına ait bilgiler şifrelenmiştir. Ancak hücrenin içinde böyle bir bilgi bankası bulunması tek başına bir şey ifade etmemektedir. Bu bilgi bankasının içindeki bilgilerin yazılması dışında, gerektiği şekilde okunması ve elde edilen bilgiye göre üretim yapılması zorunludur. Cansız maddelerin şifre yazması, şifre çözmesi, aşamalı tedbirler alması, elindeki bilgiye zarar gelmemesi için sistem kurması mümkün değildir. Bunları, topraktaki elementlerden meydana gelen moleküllerin kendi kendilerine yapması beklenemez.
İnsanın tek bir hücresinin DNA’sında tam 1 milyon ansiklopedi sayfasını doldurabilecek miktarda bilgi bulunur. İnsan kendi bilgisini okumaya kalkışsa buna ömrü yetmez. Bu dev ansiklopedi yaklaşık 3 milyar farklı şifreye sahiptir. Eğer DNA’daki bilgileri kağıt üzerine yazılı hale getirseydik, kağıtların uzunluğu Kuzey Kutbu’ndan Ekvator’a kadar uzanacaktır. Ve bu sadece tek bir hücre! 100 trilyon hücreden oluşan bir insanda ise bu, 100 trilyon kere 1000 kitap anlamına gelir. Bu günümüz bilgisayar teknolojisi ile bile mümkün olmayan bir gelişmiş sistemi ifade eder. İnsan Genomu Projesini yürüten Celera Genomics şirketinin konu hakkındaki en önemli uzmanlarından biri olan Gene Myers: “Beni asıl şaşırtan şey hayatın mimarisidir. Sistem olağanüstü derecede komplekstir. Sanki tasarlanmış gibidir. Burada (DNA’da) büyük bir akıl yer almaktadır.” (Article by Tom Abate, San Francisco Chronicle, Şubat 19, 2001 )
Eğer materyalistlerin iddia ettikleri gibi maddenin doğada kendi kendine canlılığı oluşturma gibi bir özelliği olsaydı, bunun laboratuarların kontrollü ortamında çok daha kolay gerçekleştirilebilmesi gerekirdi. Oysa bugün değil canlı hücresi, onun herhangi bir organeli bile laboratuarlarda suni olarak üretilememiştir. bu konuda ‘evrim’ adlı yazımıza bakılabilir!
Fransız doğa bilimci Jean Baptiste Lamarck, evrimin mekanizmasını “kazanılan özelliklerin nesilden nesile aktarılması” şeklinde açıklar: Canlıların yaşamları sırasında uğradıkları değişiklikler kalıcıydı ve yeni nesillere kalıtsal olarak aktarılabiliyordu. Ona göre zürafalar bir zamanlar ceylan benzeri birer hayvandılar; ama yüksek dallara erişmek için harcadıkları çaba yavaş yavaş boyunlarını uzatmıştı. Lamarck, oldukça iddialı konuşmaktan çekinmiyordu: Bir sülalenin sağ kollarının nesiller boyunca kesilmesi sonucunda yeni doğan bireylerin tek kollu doğar.
Önce günümüz keçilerinin hala yüksek dallara uzanmaya çalıştıklarını ama boyunlarının uzamadığını ve ayrıca bilinenin tersine zürafaların küçük boylu ağaçları tercih ettiklerini belirtelim. Uppsala Üniversitesi zoologlarından Robert Simmon, 1996 yılında yayınladığı bir makalesinde ( American Naturalist): “Besin için rekabetin en fazla olması gereken kurak mevsimde, zürafalar genellikle yüksek dallarda değil, fazla büyümeyen çalılarda otlanır.” diye yazmışlardır.
Bunların suçu ne ey evrim/ kozmik enerji… !?
Çin’de tahmini olarak onuncu yüzyıldaki Beş Hanedan On Krallık döneminde başlayan, yirminci yüzyıla kadar süre gelen bir gelenek vardı: Ayak bağlama ya da lotus ayak geleneği küçük yaşta kız çocuklarının ayak kemiklerini kırarak çok ufak boyutta ayakkabılara sokmak ve ayak büyümesini engellemek amacıyla yapılan bir uygulamaya dayanıyordu. Yüzlerce yıl sonunda hala bu geleneği devam ettiren insanların çocuklarının ayakları ‘normal’ doğmaktadır!
Benzer mantığı Dawkinks’te ileri sürer: “Başlangıçta günümüz sincabına benzer, ağaçlarda yaşayan ve herhangi bir şekilde uçmak için özel bir perdeli organı olmayan bir canlı, kısa mesafeleri sıçramaya başladı. (Eğer düşmesini yavaşlatacak birşey olsaydı daha uzağa sıçrayabilirdi.) Böylece doğal seleksiyon, kollar veya bacak eklemlerine yakın bir bölgede daha keseli bir yapıya sahip olan bireyleri seçti. Şimdi gittikçe daha geniş deri alanına sahip bireyler daha uzağa sıçrayabiliyorlardı. Sonraki nesillerde derinin genişlemesi bir kural oldu ve bu durum böylece devam etti… Gerçek kanat çırparak yapılan kuş uçuşunun bu basit süzülüş hareketinden evrimleşmesini hayal etmek artık çok daha kolay; böylece bu canlılar uçmaya başladılar.” (Phillip E. Johnson Climbing Mount Improbable & Darwin’s Black Box;http://www.origins.org/articles/johnson_climbingmount.html )
Dawkins, uçuş, kanatların simetriği, bu olayın biyokimyasını veya genetik gelişimini anlatan bilimsel kanıt sunmak yerine masal anlatır, çünkü olaya bilimsel değil evrimsel/ideolojik bakar. Dawkins, kuş akciğerleri ve sürüngen akciğerleri arasındaki derin anatomik farka hiç değinmez. Sürüngenlerin akciğerleri memelilerinki gibi havanın içeri girip aynı yolu izleyerek geri çıktığı bir yapıya sahiptir. Kuşlarınki ise jet motorlarına hava sağlayan mekanizmaya benzer şekilde dizayn edilmiştir, yani hava hareketi tek yönde gerçekleşmektedir. Hava akciğere bir kanaldan girer, bir başka kanaldan çıkar. Başka hiçbir canlı grubunda rastlanmayan bu mükemmel mekanizma sayesinde, kuşun uçması için gerekli olan yüksek oksijen ihtiyacı karşılanır. Kanatlar özel yapıları sayesinde Su ve havayı geçirmeyecek şekilde, Kanat hareketi ve özellikle uzun mesafe uçuşları oldukça büyük miktarda enerji ve kas gücü gerektirdiği için göğüs kemikleri geniş yaratılmıştır. “Aeorodinamik bir harika olan kuşla kıyaslandığı zaman en gelişmiş hava aracı bile sadece kabataslak bir kopyadan öteye geçmez.” ( “Kusursuz Uçuş Makineleri”, Reader’s Digeest’tan çev: Ruhsar Kansu, Bilim ve Teknik, Sayı:136, Mart 1979, s. 21 ) Kuşlardaki kusursuz tasarımların havacılığın gelişmesinde çok büyük etkileri vardır. Nitekim uçağın mucidi olarak kabul edilen Wright kardeşler, Kittyhawk adındaki uçaklarının kanatlarını yaparken akbaba kanatlarının tasarımını örnek almışlardır. ( http://www.yourplanetearth.org/terms/details.php3?term=Biomimicry ) Askeri tasarımcılar baykuş kanatlarını taklit ederek hayalet uçakları olduklarından daha da gizli hale getirebilmeyi umuyorlar. Baykuşlardaki tasarım sayesinde radarlar tarafından görülmeyen uçakların hiç duyulamayacak kadar sessiz olması hedefleniyor. ( http://www. fonz. org/zoogoer/zg1999/28(4)biomimetics. htm : “Designs from Life”, Robin Meadows, Zooger, July/August 1999 ) Airbus da uçağın kanatlarına, tıpkı kuşlarınki gibi uçuş koşullarına göre şekil alabilme özelliği kazandıracak uyarlanabilen kanatlar (adaptive wings) yapmaya çalışmaktadır. Amaçları ise yakıt sarfiyatını en aza indirmektir. ( http://www.biltek.tubitak.gov.tr/dergi/98/ocak/yakitsiz.html ) İlk çalışmalar Amerikan avcı uçağı olan F-111 ile başlamıştır. (Biyonik, Doğayı Kopya Etmektir, Science et Vie’den Çev. : Dr.Hanaslı Gür, Bilim ve Teknik Temmuz 1985, s. 1) Kuş kemiklerinin içleri boştur, bu nedenle de son derece hafiftir. Modern uçakların kanatları da kuş kemiklerinden ilham alınarak içleri boş olarak tasarlanmaktadır. Kuşun karnındaki tüylerle kanatlarındaki tüyler birbirinden farklı özelliklere sahiptirler.Büyük tüylerden oluşan kuyruk tüyleri dümen ve fren görevi görürler. Kanat tüyleri ise, kanat çırpma esnasında açılarak yüzeyi genişletip kaldırma kuvvetini arttırma yapısına sahiptirler. Konuyu uzatmadan Dawkins’in iddiasına dönelim ve bilimsel değil mantıksal olarak son cevapları verelim: Ön ayağını kaybedip, onun yerine yarım kanat sahibi olan bir canlı nasıl bir avantaj sağlamaktadır? Dört ayağa sahip bir sürüngen hızlı hareketi sayesinde hem düşmanlarından kaçabilecek, hem de avlanabilecektir. Yarım kanata sahip bir sürüngen ağaçtan düşüp, zarar görmesi engellenirken bir fayda sağlasa da, ön ayaklarını kaybettiği için hızlı hareket edemeyecektir. Böylece ne düşmanlarından eskiye göre kaçabilir, ne de avlarını eskisi gibi yakalayabilir. Bu onun için yarım kanatın getirdiği avantaja göre çok büyük bir dezavantajdır. Zaman içinde büyüyen kanatlar düşerken onu yavaşlatacak, fakat düşmanlarından kaçarken yada avını kovalarken engel olacaktır….
Gerçekten hayvanlarda da sizin için bir ders (ibret) vardır. (Müminun, 21)
Tanrı Yanılgısı ( The God Delusion) adlı kitabın girişinde yazar “Hümanist” düşüncenin “milli marşı” olarak kabul edilen İmagine (Hayal edin) isimli şarkıdan esinlenerek, bir hayal Kurar. Bu hayalini Dawkins şöyle ifade eder:” Dinin olmadığı bir dünya hayal edin.” Savaşların nedenini dine bağlayan ve dinler olmaz ise savaş ve yıkımların olmayacağını ileri süren Dawkins’e cevap olarak, İslam barış dinidir ve savaş esnasında uyulması gereken kurallar adlı yazılarımız önerebiliriz.
Ateist olan Stalin’in 30 yıl süren iktidarı boyunca 20 milyon insan hayatını kaybeder. Evrimci ideolojiyi savunan nazi lideri Hitler ile Avrupa’yı paylaşır, Hitler daha sonra anlaşmayı bozarda bu sayede ayrılırlar! Ateist Mao zamanında da Çin’de milyonlar ölür ve şu an komünist partinin yönetimindeki Çin’de tüm işçiler az ücret ile sendikasız olarak batılı sermaye grupları için acımasızca çalıştırılırlar.Kızıl Kmerlerin lideri Pol Pot’un ( Saloth Sar) Kamboçya’da sadece 3 yıl 8 ay içinde, 7 milyonluk ülke nüfusunun nerde ise yarısı-3 milyon kişiyi – katletmesi, Terörü sistemli olarak kullanılmasının gerekliliği konusunda Lenin’in ifadeleri ( V. İ. Lenin, Collected Works, Moscow, Cilt 9 s. 346; V. İ. Lenin, Collected Works, Moscow, cilt 35, s. 238; Pravda Gazetesi, 26 Ekim 1918; V.İ. Lenin, Polnoye sobraniye soçineniy, Moskova, 1958-1966, cilt XXXV,s.311 (Stéphane Courtois, Nicolas Werth, Jean-Louis Panné, Andrzej Paczkowski, Karel Bartosek, Jean-Louis Margolin, Komünizmin Kara Kitabı, Doğan Kitapçılık A.Ş., s. 82)
Komünizmin Kara Kitabı adlı kitaba göre Komünizmin bu kanlı bilançosu: SSCB, 20 milyon ölü,Çin, 65 milyon ölü,Kuzey Kore, 2 milyon ölü,Kamboçya, 2 milyon ölü,Doğu Avrupa, 1 milyon ölü,Latin Amerika, 150 bin ölü,Afrika, 1,7 milyon ölü,Afganistan, 1,5 milyon ölü,Uluslararası komünist hareket ve iktidarda olmayan komünist partiler, 10.000 civarında ölü. ( Komünizmin Kara Kitabı, s. 17 )
Evrimci P. J. Darlington, (Natüralistler İçin Evrim) isimli kitabında evrim ve vahşet ilişkisini şöyle tarif eder: “Birinci nokta bencillik ve vahşet içimizdeki doğal bir şeydir, en uzak atamızdan bize miras kalmıştı. O zaman vahşilik insanlar için normaldir; evrimin bir ürünüdür. ” (P.J. Darlington, Evolution for Naturalists, 1980, s. 243-244 )
1970 Nobel Edebiyat ödülünü kazanan Rus yazar Alexander I. Solzhenitsyn, 1983’de Londra’da yaptığı bir konuşmada, Rus halkının başına gelenleri şöyle özetler: “Yarım yüzyıl önce henüz bir çocukken, yaşlıların Rusya’nın başına gelen felaketlerin nedeni için şöyle dediklerini hatırlıyorum: “İnsanlar Allah’ı unuttular, tüm bu felaketlerin nedeni bu.” O zamandan beri, 50 yıldır devrimimizin tarihi üzerinde çalıştım, yüzlerce kitap okudum, yüzlerce şahit dinledim, sekiz cilt kitap yazdım. Ama 60 miyon insanı yok eden devrimin ana sebebini formüle etmemi isterseniz şunu tekrarlamaktan başka bir şey yapamam: İnsanlar Allah’ı unuttular; tüm bu felaketlerin nedeni bu.” ( Edward E. Ericson, Jr., “Solzhenitsyn – Voice from the Gulag”, Eternity, October 1985, s. 23, 24. )
American Association for the Advancement of Atheism (Amerikan Ateizmi Geliştirme Birliği) başkanı Charles Smith: “Evrim, ateizmdir.” (H.Epoch, Evolution or Creation, (1988), s. 148-149 )
Cansız ve Şuursuz Atomların Kendi Kararlarıyla Biraraya Gelip, Canlı ve Şuurlu İnsanı Oluşturduğunu Sanan, Pagan (Putperest) Kabilelerde Olduğu Gibi “Doğa”yı İlahlaştıran, DNA Üzerindeki Bozulma ve Oynamaların –Mutasyonların- Yeni TürlerOluşturabileceğini iddia eden, Hayatın Yapıtaşı Olan Proteinlerin Kör Tesadüfler Sonucunda Oluştuklarına inanan, Birbiri Ardına Gelen Başıboş Tesadüflerin, DNA Gibi Kompleks Bir Bilgi Bankasını Oluşturabileceğini kabul eden, Hücre Gibi Kompleks Bir Organizmanın Tesadüfen Oluşabildiğini zanneden, Fosiller Evrim Sürecini durmadan yalanlarken hala evrimi savunan, Darwinizm’in “doğanın bir mücadele ve çatışma yeri olduğu” yalanı toplumlara uygulandığında, Hitler’in üstün ırkı oluşturma saplantısı, Marx’ın “İnsanlık tarihi sınıf çatışmalarının tarihidir.” yanılgısı, Mao’nun milyonlarca insanı, sözde bir tür hayvan gibi görüp akıl almaz vahşetler uygulaması, Mussolini’nin “Savaşın tüm insan enerjisini en yüksek noktaya taşıdığı” iddiası, Kapitalizmin “güçlülerin zayıfların üzerine basarak daha da güçlenmelerini” öngörmesi, Stalin’in zalim çalışma kampları,- Üçüncü dünya ülkelerinin emperyalist ülkeler tarafından acımasızca sömürülmeleri, insanlık dışı muamelelere maruz kalmaları, PKK gibi evrimci ateist sol örgütlerin katliamları, sözde bilimsel bir kılıf kazanmıştır. Unutmayalım ki birinci ve ikinci dünya savaşını dinler çıkarmamıştır! Bu konuda, ‘İslam barış dinidir’ adlı yazımıza bakılabilir.
Richard Dawkins “Bazı ateistler kötü eylemler sergileyebilir ancak bu kötülükleri ateizm adına yapmazlar” ( s. 262) diyerek konuyu kapatmaya çalışsa da, aynı hoşgörüyü neden din için göstermediği anlaşılamamaktadır.
Dawkins itiraf tadındaki bu cümlelerinde, Evrim Teorisinin içinde bulunduğu önemli bir açmazı ifade etmektedir: “Yaşamın başlangıcı, şüphe duyanlar için söylemek isterim ki araştırma konusu olarak gelişmekte olan bir konudur. Bu araştırmanın ilgili uzmanlık alanı kimyadır ve bu benim alanım değildir. Gelişmeleri çok büyük bir merakla kenardan izlerim ve önümüzdeki birkaç yıl içinde eğer kimyacılar laboratuarlarında yeni bir yaşam başlangıcını başarılı bir şekilde yeniden gerçekleştirdiklerini bildirirlerse hiç şaşırmam. Ancak yine de bu henüz gerçekleşmedi ve bu gelişmenin olasılığı oldukça düşük olduğunu söylemek mümkündür ve bu her zaman böyledir; gerçi bu bir kez gerçekleşti.” ( s.133) Bilim ve Ütopya dergisinin Kasım 1998 tarihli nüshasında, “Uçtu Uçtu Dinozor Uçtu” adlı makalesinde Ümit Sayın: “Diyelim ki tüm fosiller fos çıktı! Bu bile evrim kuramını çökertmez… Değişimin nedenlerinin ve mekanizmalarının belirlenmesi bugünkü bilgilerle mümkün değildir, ama 100 yıla kadar bu konuda dev adımlar atılacağına kesin gözüyle bakılmaktadır! diyerek benzer gayba inanma, hatta iman kelimesi ile açıklanabilecek bir şekilde evrimi savunabilmektedirler. Gelelim cevaba:
“Doğabilimciler unutmamalıdırlar ki, evrim süreci sadece fosil kayıtları aracılığıyla açığa çıkar… Sadece paleontoloji (fosil bilimi) evrim konusunda delil oluşturabilir ve evrimin gelişimini ve mekanizmalarını gösterebilir.” (Pierre Grassé. Evolution of Living Organisms. New York, Academic Press, 1977, s. 82) Ünlü İngiliz paleontolog Derek W. Ager, bir evrimci olmasına karşın bu gerçeği şöyle itiraf etmektedir: “Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılaşırız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz.” (Derek A. Ager, The Nature of the Fossil Record, Proceedings of the British Geological Association, cilt 87, s. 133)
Dawkins duanın bir anlamı olmadığı dolayısıyla bir Tanrı’nın olmadığı sonucuna varır ki bu iddiaya, İslamın emirleri ve hümanizm adlı yazımızda cevap verilmiştir!
Kuran ve İslam üzerine ise Dawkins çok sınırlı ve yüzeyler bilgileri olduğu yorumlarında anlaşılıyor. Kitabında Kuran hakkında şöyle bir yorum yapmaktadır: “Ne yazık ki Kuran’daki barış yanlısı pasajlar, genelde sadece ilk bölümdedir, yani Muhammed’in Mekke’de olduğu zamanlar. Daha kavgacı satırlar kitabın sonraki bölümlerindedir. Medine’ye kaçması ile başlar. ” ( s. 291) Bu konuyu da İslam ve barış ve savaş esnasında uyulması gereken kurallar adlı yazılarımızda bulunmaktadır!
“Hindistan’da bölünme zamanında, bir milyondan fazla kişi Hindu ve Müslümanlar arasındaki dinsel çatışmalar sırasında katledildi. Öldürülecek toplulukların etiketlenmesinde yalnızca dinsel göstergeler etkendir. Bir bakıma Hindistan halkını dinden başka bir şey bölemezdi.” (s. 245) Bu da Dawkins’in son derece yanlış bir yorumudur. İlk önce kendisine şunu sorması gerekir. Neden bu insanlar yüzlerce yıl farklı dinden olmalarına rağmen bir arada yaşamışlardır? Neden 20. yüzyıla gelindiğinde böyle bir bölünme yaşamak zorunda kalmışlardır. Bu konuda acaba asıl sebep o bölgeyi işgal etmiş olan sömürgeci güçler olabilir mi? Acaba Dawkins pasaportunu taşıdığı İngiliz devletinin bu bölünmedeki katkıları hiç mi yoktur…?!
Dawkins, dinlere ihtiyaç olamadan bir ahlakın nasıl açıklanabileceği üzerinde uzun uzun açıklamalarda bulunur: ” İyi ya da kötü birisi olmak için Tanrıya ihtiyaç yoktur. ” ( s. 214) Bu konuya ise Dinsiz ahlak olur mu adlı yazımızda cevap verdik!
Richard Dawkins’in temel argümanlarından birisi tanrıyı kim yarattı? sorusudur. Halbuki böyle bir iddia kendi içinde mantıksızdır. Eğer yaratılan bir şey varsa ona tanrı denmez ki?! Yaratan ve yaratılmayana biz tanrı diyoruz. Dolayısı ile kitabının adına tanrı yanılgısı koymasında Richard Dawkins aslında haklı çünkü böyle bir tanrıyı hiç kimse kabul etmiyor. Dawkins tarafından reddedilen tanrı anlayışı zaten bir yanılgıdır! Ayrıca eğer tanrı kavramını kabul etmek bilimin çökmesi demektir diye bir ön kabulden hareketle tanrı fikrine karşıdır Dawkins ki ön kabul ile bilimsel bir alanda açıklama yapmak ne kadar bilimseldir bu da ayrı bir konudur!
Büyük tasarım adlı eserinde Dawkins ‘Felsefe öldü’ derken, eserinin tamamı bilim yerine felfesi içeriklerle doludur. Bilim adına felsefe yapar ve yaptığının ölü olduğunu bata itiraf eder. Kitabındaki şu cümle de çok ilginçtir: ‘ Yerçekimi kanunu olduğu için kainat kendisini yoktan var edebilir.’ Önce ‘yoktan’ kelimesi ile neyi kastettiğini ele almak gerekiyor ‘in. Eğer yerçekimi varsa, ortada yok diye bir kavramı kullanmamıza imkan yoktur. Yani yerçekimi vardır sonra bundan kainat oluşmuştur, yani yoktan değil; yerçekiminden kainat oluşmuştur. Demek ki yoktan değil, var olandan oluşmuştur kainat! Yani Dawkins’in aslında yok dediği vardır! Var’ı yok etmektedir Dawkins ki bunu tanrı kavramında da aynen yapmaktadır! Evet Dawkins yok olan bir şey hakkında bir kitap dolusu yazı yazmıştır, kutlarız!
Tamam kendinden yaratıldığı iddia edilen ve sadece yaratılma süreçlerden biri olan bir kanun – yerçekimi – ile neden bu yaratılma sürecini başlatıyor Dawkins, acaba daha öncesini neden görmek istemiyor bu bilim (!) adamı?! O yerçekiminin yaratılmasını neden ele almıyor bu bilim (!) adamı? Neden aradan dalış yapıyor direk ‘yaratılışa!’
‘Kainat kendisini yoktan var edebilir.’, bu da aynı kitaptan başka bir inci! ‘Yoktan var olmak’ ve bu iddia bilimsel (!) Yoktan var olmaz, o halde kainattan önce ne vardı? Ayrıca yok olan kainat var olan yerçekimi kanunu ile oluşmuştur ki, yaratılan diğer bir yaratılanı yaratıyor şeklinde bir mantık yürütüyor olmaktadır sayın Dawkins, bilim adına! Halbuki bilim, kanun adını alan şeyin, deney ve tecrübe ile kendisini kanıtlatabilecek kadar kesin olan bir düzeye gelen şeylere verdiği addır ki bu da belli bir kurallar zinciri ve uyumu gerektirir. Yine aynı konuya geliriz dolayısı ile; Bu kanunları koyan, uygulatan ve düzenleyen ( Bedi’, Halık ve Rab ) Vahid’l-Ehad olan Allah’a!
Stephen Hawking ve Dawkins, ikisi de aynı şeyi yapmaktadırlar aslında: Yaratıcı ile bilim arasında tercih yapmak zorunda bırakmaktadırlar okuyucularını. Hawking, tabiat kurallarının yaratıcı bir güce sahip olduğunu ileri sürmektedir. Yani gözümüz önünde işlevsel görevi olan, kendilerine kodlanan görevleri yapanları yaratıcı kabul edip, asıl yaratıcıyı reddetmemizi istemektedir iki yazarda! Yani hatalı alternatifler seçenek olarak okuyuculara sunulmaktadır. Bir şeyi kodlayıp yoktan yaratarak uygulama safhasına sokmak ayrı bir şeydir, uygulama safhasındaki bu yaratılanın kendi kendine yaratıldığını hatta asıl yaratıcı olduğunu ileri sürmek ayrı bir şey. Allah önce yoktan yaratır, kodlar; görevine göre düzenler, yaratılan da işlevini yerine getirir görevi bitene dek. Bu tıpkı otomatik pilota bağlı uçağa bakarak, ‘Kendi kendine gidiyor; yapanı, pilotunu aramaya gerek yok’ demek kadar bilimseldir! Ayrıca uçaktan bahsederken, onun bilimsel içeriğinden konuşurken o uçağı yapandan belki bahsetmeye gerek yoktur sonuçta konuşulan konu teknik/bilimsel bir konudur ama o uçağı yapan da mutlaka vardır ve yaptığı uçak onun ilmi ve gücü hakkında oldukça bilgi verir insanlara… Kısaca yaratıcı ve bilimsel kurallar birbiri ile çelişmez, aksine birbirini tamamlayan ifadelerdir. Bir yaratan vardır, yaratan sonra düzenler: görevini yükler. Bu birinci aşamadır. Sonrada işini/görevini yerine getiren ve yüklendiği kodlamaya göre hareket eden ( Tabiat kuralları başta ) kurallar vardır. Bunlar zıt değil, çelişki hiç değildir! Hawking, yaratıcı fikrinin eski bir fikir olduğunu ileri sürer. Ama şunu unutur her eski fikir illa yanlış olmak zorunda değildir!
Mesela Newton yerçekimi kanununu – yaratınca değil- işlevini bulunca, ‘kâinatı, her şeye gücü yeten bir Yaratıcının vücut verdiği bir kriptogram ( Şifreli yazı ) olarak görmüştür.’ (John Maynard Keynes, Newton, the Man, London, 1946. ) ‘ Güneş ve gezegenler, aralarında hiçbir şey yokken birbirlerini nasıl ve neye göre çekiyorlar? Nasıl oluyor da tabiatta hiçbir şey abes olmuyor ve dünyada şahit olduğumuz düzen ve güzellik vücut buluyor? Bütün bu olan bitenden, bilinen mânâda hâricî bir vücudu bulunmayan, canlı, akıl sahibi, muktedir bir Zat’ın var olduğu, sonsuzluk içinde kendine has nitelikte her şeyi çok yakînen bildiği ve idrak ettiği açık bir şekilde ortaya çıkmaz mı?’ ( Newton, Opticks, 2nd edition (1718), Book 3, Query 28, 343-5. ) Newton, ‘Kainattali her şeyin son derece kolay bir şekilde, akarcasına olup bitiyor olmasını Yaratıcı’nın mükemmelliğiyle’ irtibatlandırıyor, ‘Yaratıcı’nın hikmetle iş yaptığını ve asla hiçbir şeyi başka bir şeye karıştırmadan işleri yürüttüğünü’ söylüyordu. ( Newton, Yahuda MS 1.1a, fo. 14r.) Ayrıca onun, “God is known from his works: Tanrı yaptıkları ile bilinir.” (Isaac Newton, Cambridge University Library, MS Add. 3965, section 13, cited in J .E. McGuire, ‘Newton on Place, Time, and God: An Unpublished Source’, The British Journal for the History of Science, 11 (1978), 118-9 ) görüşü ve teslisi reddedip, İsa’nın tanrı olmadığı fikrine sahip olduğunu da ifade edelim.
Kuasarları keşfeden, modern astronominin babası olarak anılan ve astronomide Nobel ödülüne eşdeğer olan Crafoord Ödülü’nü kazanan Allan Sandage: ‘Böylesine bir düzenin kaostan meydana gelmesi olanaksızdır. Bunu düzenleyen bir unsur var olmalıdır. Yaratıcı benim için bir gizemdir, ancak var oluş mucizesinin açıklaması O’dur.’
Ateizm, evrim teorisinin yeterli olmadığını görünce yeni bir teori ortaya atmışlardır: ‘M teorisi.’ Mantığını yukarıda açıkladık: Kainatı tabiat kuralları yaratmıştır! Yani, yerçekimi ‘kanununu’ bile bir teoriye bağlarlar ve buna bilim adını verirler. Halbuki teori ve kanunlar belli şartlar altında gerçekleşen şeylerin matematiksel açıklamalarıdır. Mesela güneşin doğudan doğması bilimsel bir kanundur ama ne güneşi ne dünyayı ne de yönleri yaratan bu kanun değildir. Bu kanun sadece ‘ var olanı, yaratılanı tanımlar, açıklar!’ Unutmayalım ki kainatı ne bilim adamları ne teoriler ne de tabiat kuralları yaratmıştır. Hawking’in kitabında, tabiat kanunları, aynen ilahî kitaplardaki mucizeler gibi anlatılır. M teorisi ‘farklı bir şeyden’, hem her yerde olan, hem görünmeyen bir ana kuvvetten, vücuda getirenden, yaratıcı bir kuvvetten bahseder. Bu kuvvet cihazlar ile algılanamıyor ve anlaşılabilir matematiksel tahminlerle incelenemiyor, ancak tüm olasılıkları içeriyor. Her yerde bulunma, her şeyi yapabilme özelliği var ve aynı zamanda da çok gizemlidir: Bu size birini hatırlatıyor mu? Unutulmamalıdır ki yaratıcı, bilimin önündeki engel değil, bilimin var oluşunun sebebidir. o yaratmasa, kodlayıp uygulama alanına sokmasa bilim adamları neyi – yaratmak değil – keşfedebilecekti?
Ateistler insanların sadece doğanın temel parçacıklarının bir araya toplanmasından oluşmuş şeyler olduğuna inanmamızı istiyorlar. Bu, indirgemeciliktir. Bu ateist görüş biyolojiyi, fizik ve kimyaya indirger ve şöyle der: ‘Eğer davranışlarımız bilim kanunları tarafından belirleniyorsa, o zaman özgür iradenin nasıl kullanıldığını anlamak zordur.Demek ki bizler biyolojik makinelerden başka bir şey değiliz ve özgür irade ise sadece bir hayaldir.’ Hâlbuki böyle bir şey gerçek olsaydı, konuştuklarımız ve yazdıklarımız bir robotun otomatik eylemlerinden ibaret olmaz mıydı? Görüldüğü gibi ateist bakış açısı insanı sonuçta ehli sünnetin reddettiği ve ateistlerin de biz ehli sünneti suçladığı ‘ kaderci’ anlayışa götürmektedir.
Bu bilim (!) adamlarının yaratıcıyı inkar etmeleri bilimsel çalışmaları sonucu vardıkları sonuçlar değil, başta kabul ettikleri ateist dünya görüşü ve ideolojileridir. Buna bir çok örnek verilebilir ama ateist Paul Davis adlı ateistin şu sözleri pek çok şeyi açıklar mahiyettedir: ” Kainatı bir takım matematiksel kanunların var edebilecek kadar zeki olduğuna inanmak bana çok daha ilham verici gözüküyor.” Evet ortada bilim değil, ‘İnanmak’ var bu bir, yaratıcı fikri yerine yaratılana zeka ve yaratma fikri var ve bu çok daha fazla ‘ilham verici’ imiş! Bu da bilimsel bir görüştür tabii! 1+1=2’dir. peki bu matematiksel gerçek hiç birimizin cebindeki bir parayı iki para yapmış mıdır ki bırakın bir veya iki para yaratmayı…! Kanunların bir şey yaratabileceğini düşünmek, sabahtan akşama toplama işlemi yaparak para kazanabileceğini düşünmek kadar mantıklı ve bilimseldir. Ek bilgi için, Allah’ın varlığının delilleri adlı yazımıza bakılabilir.
Ateist Dawkins, evrenin kendiliğinden oluştuğunu ispatlamak için bir bilgisayar programı kullanılmasını tavsiye eder ve der ki: “Eğer doğanın kor güçleri tarafından kurulmuş olabilecek kümülatif bir seçilim için gerekli koşullar oluşturulmuş olsaydı, tuhaf ve mükemmel sonuçlar alınabilirdi.” (Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, Norton, 1987, s.49)
Eyi de ateist emice, “cümledeki karakterlerin sayısı, geçiş orantıları, bilgisayar programcısı, karakterleri seçen program, işi gerçekleştiren enerji, enerjinin üretimi ve dağıtımı, karakterlerin varlığı, zaman ve mekan, varoluşun ve yasaların sürekliliği vd. KİM ayarlayacak? Devamı da ilginç:
Evrimin uzun dönemli amacı yoktur. Her ne kadar insanlar, amaçlı olan bir evrimin urunu olduğumuz biçimindeki saçma sanı ile avunuyorlarsa da, uzun vadeli bir hedef, bir seçilim için kriter olarak hizmet edecek mükemmel bir model yoktur. ( s. 50)
Yani, amaçsız, hedefsiz, şans eseri var oldun, dünyada bir süre yaşayacak ve sonra yok olacaksın…! İyi de, ateist bi insana kafa yedirme için daha neye gerek kalıyor ki? İradesiz olarak ve şans eseri varsın ( Ateistler “bizi tanrı neden sormadan yarattı” diye bi daha sormasınlar, bizim cevabımız var da, evrimci materyalist görüşün buna hiç cevabı yok!!!) yaşayacağın acı-sevinç türü her şey sadece atomların tesadüfen bir araya gelmesi ile meydana gelen şeyler, zaten ölüm sonrası da yok! E, peki ne yapıcam, neye göre yaşıyacağım, iyilik neden yapayım, kötülük dene şey gerçek te var mı? …
Evet, ateist olmak demek karamsarlık, bunalım, idealsizlik ve intihar demektir! Acıyın onlara… 🙁
.
Uzaylıları kabul, Yaradanı inkar et! Peki o uzaylıları kim yarattı?!!
.
Not; Dawkins’in, zürafalarda bulunan (Vagus) Recurrent Laryngeal siniri hakkındaki iddiası; cehalet itirafı ve cevabı, ‘ Körelmiş organlar’ adlı yazımızda!
.
.
Soru cevap:
Hocam Richard dawkins ile ilgili yazınızın sonlarına doğru söyle bir ifade geçiyor. “”Eğer davranışlarımız bilim kanunları tarafından belirleniyorsa, o zaman özgür iradenin nasıl kullanıldığını anlamak zordur.Demek ki bizler biyolojik makinelerden başka bir şey değiliz ve özgür irade ise sadece bir hayaldir.’ Hâlbuki böyle bir şey gerçek olsaydı, konuştuklarımız ve yazdıklarımız bir robotun otomatik eylemlerindenibaret olmaz mıydı? Görüldüğü gibi ateist bakış açısı insanı sonuçta ehli sünnetin reddettiği ve ateistlerin de biz ehli sünneti suçladığı ‘ kaderci’ anlayışa götürmektedir. ”
Ehli sünnetin red ettiği kaderci anlayış ifadesinden ne anlamaliyiz. Biz muslumanlar kadere iman ediyoruz imanin şartı diyoruz hatta peki sizin bahsettiğiniz kaderci zihniyet nedir?
Atilla kardeşim,
Ehli sünnetin kader anlayışında insan iradesi odaklı bir bakış açısı vardır, insan yaptıklarından sorumludur, bu anlayışta. Bu konu Kader ( islamicevaplar.com/kaza-kader.html ) adlı yazımızda ele alındı.
Ehli sünnetin reddettiği kader anlayışı İslam tarihinde kadercilik/ kaderiye hatta cebriye mezhebi adları ile tanınır ve insanın iradesini, istek ve seçimlerini göz ardı eden bir kader anlayışını savunurlar. İnsan rüzgarın önündeki yaprak gibidir, anlayışı etrafında, tedbiri reddeden veya önemsemeyen bir anlayıştır bu!
İnsan melek veya doğa kanunları gibi ‘kodlanmış, programlanmış’ kabul edilir ki bu anlayışı asla kabul edemeyiz!
Tabii ki ‘külli irade’ yani Allah’ın iradesi vardır ve bu her şeyi kapsar, O’nun istek ve onayı olmadan hiç bir şey olmaz ( Allah kötülüğü ister mi; islamicevaplar.com/kotuluk-allah-tan-midir.htm ) adlı yazımıza da bakılabilir.
Not: Ehli sünnet akaidini savunurum ve önemine inanırım ama detay bir alt başlık olarak bir eklemeyi de burada belirtmek isterim:
‘Kader’i her ne kadar ehli sünnet gibi anlasam da, ”Kadere iman iman esaslarından değildir!’ diyen insanları ehli sünnet dışı ama Müslüman kabul ederim:
Bakara, 177 ve 285. ayetlerde; Nisa, 136. ayetlerde iman esasları sayılır ama Kader bunlar arasında yoktur. Ehli sünnet akaidinin baş yapıtlarından olan Nesefi’nin Tabsıratü’l edille adlı eserde de imanın şartları 5 olarak belirtilir kader bunların arasında değildir!
Kuran’da kader kelimesi; ‘Denge, uyum, ahenk, düzen’ anlamlarında kullanılır, yani Kader kelimesinin kelime anlamı bunlardır. Terim anlamı yani İslam akaidinde ise bildiğimiz özel anlamı ile ‘Allah’ın olacak olan şeyleri önceden bilip yazması’ anlamına gelir!
Ben ehli sünnet’im ve kaderi bu anlayış çerçevesinde kabul ederim ama iman şartları içinde saymayanları asla tekfir etmem ve Müslüman görürüm!
TEKFİRCİ OLMAYAN VE YORUMLARA AÇIK EHLİ SÜNNET’İN ÖNEMİ DE BURADAN İLERİ GELİR.
Selam ile.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.