“Ehli kitaptan bir çoğu bizi tekrar kafirliğe çevirmek” (Bakara, 109) ve “Bizi doğru yoldan sapıttırmak” (Ali İmran, 69) istemekte ve bu yönde yüzlerce yıldır misyoner ve oryantalist temelli çalışmalar yapmaktadırlar.
İslam’la ilgili eleştirilerinde belli bir kural, metot kullanmayan oryantalistler İslami kaynaklar içerisinde işlerine gelenleri cımbızla seçmekte, ortamında kopardıkları metinleri ve önceden belirdikleri amaçlarına ulaşmak için kullanmaktadırlar. En aşırı Şii kaynağı delil getirir; Kur’an’a saldırır, Kur’an’da bir ayette geçen kelime ile hadislerde geçen aynı anlamdaki bir ‘başka bir kelimeyi’ birleştirir, aralarında irtibat bulunmayan konuları birbirlerine ekler; ayet ve hadisleri istedikleri gibi yorumlar, kelimeleri istedikleri gibi anlamlandırabileceklerini zanneder; hadislerin ve İslam tarihinin sonradan uydurulduğunu ileri sürer ama sonra ‘uydurma’ kabul ettikleri bu kaynakları kullanarak da İslam’a saldırırlar. İncil ile ilgili birçok gerçeği gizler, bilmiyormuş gözükür ve bu konuda muhataplarına karşı da “saldırı en iyi savunmadır” metodunu kullanırlar. Yalan ve iftiradan asla sakınmaz ve gerçeği bile bile gizlerler. Kaynak gösterdikleri eserlere hemen hemen hiçbir okuyucusunun başvurmayacağını bildiklerinden kaynaklar arasında dolaşıp istedikleri hedefe ulaşmak için, işlerine gelenleri seçip itham ve iftiralarında kullanırlar! “İlerideki yüzyıllarda insan cinsinin düşünceleri ve inançları üzerinde barışçı bir etki yapmak üzere Haktan gönderilen en kuvvetli vasıtayı (Kur’an’ı), en inatçı taassup ve en cahil saldırılarla karşılamak kadar yanlış ve hem de gülünç bir hareket olamaz.” (Lord John Davenport, Hz Muhammed ve Kur’an’ı Kerim, s. 55)
İslam ile terörü özdeşleştirmeye çalışan Batı dünyası önce kendi tarihleri ile yüzleşmelidirler! “Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Ben barış değil, kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben oğulla babasının, kızla anasının, gelinle kaynanasının arasına ayrılık sokmaya geldim. İnsanın düşmanları, kendi av halkı olacaktır.” (Matta:10-34-36) Sadece son yüzyılda Hristiyan Batı, dünyaya iki dünya savaşı, iki atom bombası, 4 kıtaya da (Afrika, Asya, Avustralya ve Amerika) işkence, katliam, sömürü ve asimilasyon sığdırdılar! Onlar “Barış, müjde” ile geldik derken geride bıraktıkları sadece zulüm, kan, gözyaşı olmuştur. Kenya Devlet Başkanı Kenu Kenyattu: “Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda ise bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.” (Bayram Küçükoğlu, Türk dünyasında misyonerlik, s, 11; Ahmet Şerif İzgören, Süpermen Türk Olsaydı Pelerinini Annesi Bağlardı, s. 96; Mustafa Balbay, Avrupa’nın Terör sorunu, Cumhuriyet, 18.2.1999; Melih Aşık, Milliyet, 15.02.2008) “Peru fatihi” Francisco Pisarro, bu ülkenin kıyılarına ulaşıp İnkalar’ı kitleler halinde katletmeye başladığında, yüreğinde hâlâ azıcık vicdan duygusu bulunanlar duruma isyan etmiş ve ünlü komutana bu kadar çok kan dökmemesi yolunda uyarıda bulunmuşlardı. Pisarro homurdanmalar gitgide artınca bir kaç kardinalden insanlık tarihine geçecek şöyle bir fetva almıştır: “Fethedilen bu topraklarda yaşayan canlılar (İnka İmparatorluğu’nda yaşayan insanları kastediyor) her ne kadar insana benzer bir görünüme sahip olup iki ayakları üzerinde yürümekteyseler de, sonuç itibarıyla Engizisyon Mahkemesi bunların farklı bir hayvan türü oldukları kanaatine varmıştır. Bu vesileyle, düşünme ve iman etme yetisinden yoksun olan bu ‘hayvanların’ katli vacip görülmüştür.” (Ali Murat Güven, Yeni Şafak, 26.01.2003) Bu ‘Hayvanların’ teknoloji, mühendislik, astronomide ne kadar ilerledikleri ve kendilerini katledenleri katbekat aştıkları ise daha sonra anlaşılacaktı! Amerika’nın keşfinin ilk 50 yılında Katolik İspanyollar bir milyon yerlinin katliam, kölelik ve enfeksiyonal hastalıklardan dolayı ölümüne sebep olmuştur. Ve daha sonra ki 150 yıl içinde 100 milyon insan yani yerli halkın 90% haritadan silinmiştir. Amerika’nın keşfinden 19. yüzyıla kadar 13 milyon Afrikalı köleleştirilip Amerika’ya götürülmüştür. Kendi mezhepleri arasında yüzyıl savaşları yapan, iki cihan savaşına neden olup yeryüzünü cehenneme çeviren, gizli örgütlerle dünyayı yönlendirip yönetmeye çalışanlar acaba hiç iç muhasebe yapabilecek midir? “Onlara: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde: ‘Biz sadece ıslah edicileriz’ derler. İyi bilin ki, onlar fesat çıkaranların ta kendileridir, fakat anlamazlar.” (Bakara, 11-12)
Mesih’in çarmıhta kendini kurban vermesi (1. pet.2:24) kendi kanını bizim günahlarımız için dökmesi, Tanrı’nın gazabını (Yuhanna 2: 2; Yuhanna 1: 12) bizden uzaklaştırmasına neden oldu. Kişiyi Tanrı’nın gazabından kurtaracak tek şey, Mesih’in o kişinin yerine çarmıhta kurban olarak ölmesidir. (1. pet. 2: 24) Cehennem, Tanrı’nın huzurunun bulunmadığı, ateşle işkence edilen bir yerdir. (Matta 25: 46) “Hristiyan olmayanlar cehenneme ‘sonsuza dek’ atılacaklar.” (Matta 25: 46) E hani tanrınız “sevgi” idi? Kutsal kitap, ‘tanrı sevgidir.’ (Yuhanna 4:16) ‘ve o herkesi’ sever. (Matta 5:43-48; Yuhanna 3:16) diyordunuz? Bizim ilahımız zalimlere kızınca “Tanrı hiç kızar mı?” diye sorarsınız ama sizinki acı çekip, oğlunu (!) çarmıha gerdirip gazabını ancak bu şekilde söndürünce iyi oluyor öyle mi? Ya peki bizim ‘Melek’ tabir ettiğimiz bebekler için, günahkar doğum (Asli günah) iddianıza ne demeli? “Orijinal günah, günahlı doğum Adem’den kaynaklandı ve aileden çocuklarına geçmeye başladı. Bizler doğal olarak Tanrı’nın gazabının çocuklarıyız.” (Efes, 2:3) Bebekler günahkar doğar ve onlar tanrının gazabının eseridir. Bu tanrı bir de “Sevgi” tanrısı olmasa ne olurdu acaba?
Teslis; Baba, oğul ve kutsal ruh hakkındaki kendi açıklamaları şöyledir: Tanrı tek bir varlık olduğu halde üç kişide kendini gösterir. Üçlü birlik; üç tanrıdan oluşan tek tanrı veya tek kişinin üç şekilde görünmesi değildir. Üçlü birlikçilik, tek tanrıcıdır (monoteisttir). Var olmuş tek tanrı dışında hiçbir tanrı yoktur ve her şeyin hakimidir.” Çok ikna edici değil mi? ‘Başta bir hata yaptık şimdi zorlama ile anca bu kadar kıvırabiliyoruz’ demeyen bu kesim, İslam’daki tevhit, yaratıcının tek olmasını ise içselleştirememektedir! Peki, Baba ve oğul’u geçtik, sadece kutsal ruh için yapılan şu tanrı tanımı, bu monoteist tanrı teorilerini çürütmüyor mu: “Kutsal ruh; Üçlü birliğin üçüncü kişisidir. Kutsal ruh ‘tamamen’ Tanrı’dır.” Ya oğul İsa? “Üçlü birliğin ikinci kişisidir. ‘Beden almış söz’dür. (Yuhanna 1:1, 14) Hem tanrı hem insan’dır. (kol. 2:9) ‘Tanrının oğlu’ terimi İsa’nın fiziksel anlamdaki Tanrı’nın oğlu değil, ruhsal anlamda İsa’nın tanrısallığını anlatmak için kullanılır. (Yuhanna 5:18) Bakalım gerçekte öyle mi? Yuhanna 18: “Bundan dolayı Yahudiler onu öldürmeye daha ziyade çalışıyorlardı, çünkü yalnız cumartesi gününü bozmakla kalmadı, fakat ‘Tanrı’nın kendi babası olduğunu söyleyerek’ kendisini tanrı ile ‘bir’ kıldı” Nerede “Ruhsal anlamda” oğul ifadesi? Aksine tanrı ile ‘Bir’ olma ifadesi açıkça İncil’de geçmektedir. Zaten çarmıha gerilme olayı çürütmüyor mu bu iddiayı? İsa, bizim için, ‘insanlık için kendini feda eden tanrı’ değil mi idi? İsa Hristiyanlara göre tanrının sözüdür, sözün et kemiğe bürünmüş halidir: Başlangıçta söz vardı. Söz Tanrı’yla ‘birlikteydi’ ve ‘söz Tanrı’ydı.’ Ve söz ‘insan olup’ aramızda yaşadı.” (Yuhanna 1:1, 14) Söz tanrı ile birlikte idi, aramıza insan olarak geldi, tanrının oğlu idi, bir de kutsal ruh var tabii, yani böl parçala yönet taktiğini tanrıya da uyguladı anlaşılan kilise! Ya peki insan? “insan, Tanrı’nın benzerliğinde yaratıldı.” (Yar. 1:26) İnsan olan İsa tanrı olunca, diğer insanlar da tanrı benzeri oluyor doğal olarak! “Cennet, Tanrı’nın bulunduğu yerdir.” Tanrıyı üçe çıkarma yetmedi, bir de O’na yer isnat etmektedirler. Tabii “yorulan, sarhoş gibi uyanan, güreşte yenilen vd.” tanrı inancı yanında, O’na yer izafe etmek ne kadar günah olabilir ayrı konu? (Detay, ‘İncil ve Papa’ adlı yazımızda) Kurtuluş, “Mesih’e ve ‘O’nun çarmıhtaki kurban oluşuna güvenen’ herkese Tanrı’nın karşılıksız bir armağanıdır. (Efes. 2:8-9) o bizim aracımızdır. (1. tim. 2:5) Kurtuluşu kazanmak için ‘iyi işlerimiz yetersizdir’ ve Tanrı’nın huzurunda ‘kabul edilmez.’ (Yeşaya 64:6) Tüm bu alıntılar, “answering-islam” ve “hristiyanturk” adlı kendi web sitelerden alıntılanmıştır.
Kendi kutsal kitapları insan yazması olunca, Kur’an’ın ilahiliği tabii ki oryantalistlerin canını sıkmaktadır: “Kur’an’ı Muhammed kendisi yapmıştır. Esinlenmemiştir veya kutsal yazı değildir. Orijinallerinden bugüne doğru geldiği kanıtlayacak deliller yoktur.” Çekememezlik, kıskançlık böyle bir şey işte! Cevabı bir oryantalist (John Bertin) versin: “Bütün olumsuzluklarına rağmen, Müslümanların hadisleri vesikalandırma şansı, bizim Kutsal Kitabımızı vesikalandırma şansımızdan daha fazladır.” (Münih, Ocak 1998)
Misyoner ve oryantalistlerin soruları ve cevaplarımız
“Tanrı neden İsa’dan yaklaşık 600 yıl sonra, başlangıçtan beri var olan eşsiz planını değiştirip yeni bir mantıkla ortaya yeni bir din çıkartmıştır? Özellikle şeriat yani yasa, Mesih öncesine aittir. Tevrat’ta bunu rahatlıkla görebilirsiniz. Mesih’in gelişi şeriata yeni bir boyut getirmiştir. Durum bu olunca Tanrı önce şeriatı verip sonra kaldırıp tamamlayıp sonra neden yeniden İslam inancı ile yenilemiştir?”
Eşsiz planın değiştirilmesi iddiası, olaylara Hristiyan inanç merkezli bakış açısının sonucudur. Oryantalistler kendi dinlerini merkeze koyup böyle bir yorum yapabilirler ama aynı yorumu bizim kabul etmemiz veya bu çerçeve üzerinden değerlendirme yapmamızı istemeleri mantıklı değildir. Allah’ımızın eşsiz planı aksaksız devam etmektedir ve bu planda da bir değişiklik olmaz! (Fetih, 23) Yahudi şeriatı bozuldu bu doğru! Bu yanlışı İsa’nın şeriatı -kuralları- düzeltti ve eksiklik giderildi! Bu da doğru. Eksik olan, İsa şeriatının da tıpkı Musa şeriatının olduğu gibi zamanla bozulmuş olmasıdır. Tevrat’ın bozulduğunu ve İsa (as) ile vahyin yeni bir boyut kazandığını kabul eden zihniyet, aynı şeyin kendi kitabının başına gelince onu düzelten, ona yeni boyutlar kazandıran İslam’a itiraz etmesi hayli düşündürücüdür. Bu konuda, “İslam tüm dinlerin özüdür” isimli yazımızı özellikle tavsiye ederiz.
“Kutsal Kitap mantığı ile baktığımızda bizler Mesih’i kurtarıcı ve Rab olarak, ayrıca görünmeyen Allah’ın görüntüsü ve kelamı olarak kabul ediyoruz. Bunun dışında da biyolojik bir anlam katmadan oğlu diyoruz. Biyolojik anlam katmadan diyorum çünkü Tanrı’nın bir insanla biyolojik bir ilişkiye girmesi inancımız gereği Tanrı’ya hakaret ve küfürdür. Ancak Kur’an bizleri ve inancımızı aşağıdaki ayetlerde belirttiği gibi niteliyor. Sizce bizim inancımızda böyle bir bakış olmadığı halde her şeye gücü yeten Allah, geçmiş tarihi ve insanların ibadetlerini bilmediği için yeni gönderdiğinde böyle bir açıklama yapma gereğini mi hissediyor? Kur’an şöyle diyor; Dediler ki: “Allah çocuk edindi!” Hâşâ! O, münezzehtir! O, müstağnidir! Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur! Yunus/68; “Bir de: “Allah çocuk edindi.” diyenleri uyarmak için.”; Keyf/4 “Rahman çocuk edindi. dediler.” Meryem/88; Böyle iken dediler ki: “Rahman çocuk edindi.” Allah bundan münezzehtir. Doğrusu (o çocuk dedikleri) sadece şerefli bir takım kullardır; Enbiya/26.”
Öncelikle bu ayetler müşrikleri kasteder. Ama bir realite var ki, zaten Hristiyanlar da bunu hissetmekte ve üzerlerine almaktadırlar ki, haklılarda! Aslında Hristiyan dini literatüründe “Oğul” ifadesi zaten vardır ve bunu Kur’an uydurmamaktadır! Yetmedi bir de Anne var (Detay aşağıda verilmiştir.) Baba ise zaten var, asıl tanrı O! İsa’yı biyolojik oğul ilan eden zaten İncil’in bizzat kendisidir: İsa Yiyor, uyuyor, acı duyuyor, ölüyor. O Tanrı’nın gönderdiği melek olsa kimse ona zaten zarar veremezdi. Onu insan/oğul/kelam karışımı hilkat garibesi yarı tanrı yarı kral ilan eden bizzat Hristiyanların kendisi değil midir? Eğer İsa biyolojik bir figür değilse, İsa’nın fizyolojisi, onu oluşturan elementlerin yapısı ne idi? 2000 yıllık İsa figürünü, ‘İslam tevhit inancına muhatap olmasa idiniz,’ böyle farklı açıklamaya ihtiyaç duyar mıydınız acaba? İsa’yı biyolojik tanrı ilan eden Kur’an değil bizzat İncil kaynaklı Hristiyan bakış açısıdır! İsa için; “üçlü birliğin ikinci kişisi, ‘Beden almış’ söz (Yuhanna1:1), Hem tanrı hem ‘insan’ (Kol.2:9), başlangıçta söz vardı, söz tanrıyla birlikteydi ve ‘söz insan olup’ aramızda yaşadı. (Yuhanna 1: 14) ifadeleri bizzat sizin kitaplarınızda bulunmakta değil midir? Ayrıca bırakın oğlu, Baba (!) insanı yaratırken kendine benzer yarattı (Yar.1:26) diyen sizin kutsal kitabınız değil midir? Bunlar Kur’an’dan mı alıntılardır?!
“Tarih boyunca bilinir ki İncil’i İsa değil esinleme yolu ile O’nun yaptıklarını görenler ve O’nun kurtarış müjdesini alanlar esinleme yoluyla yazmıştır. Ancak Kur’an bize bunun aksini iddia ediyor yine soruyorum. Her şeye gücü yeten Allah geçmişte kime ne verip vermediğini bilmemekte midir? Ayetlere bakalım; “Allah o günde şöyle buyuracak: “Ey Meryem oğlu İsa, sana ve anana olan nimetimi düşün; hani seni Cebrail ile destekledim, insanlarla hem beşikte hem de yetişkin iken konuşuyordun; sana yazı yazmayı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğrettim.” Maide/110; “Sonra onların izleri üzerinde ardarda peygamberlerimizle izledik; arkasından Meryem oğlu İsa’yı gönderdik, ona İncil’i verdik ve ona uyanların kalplerinde bir şefkat ve merhamet yarattık. Bir de rahipliği ki, onu onlar uydurdular, Biz onu üzerlerine yazmamıştık; ancak Allah’ın rızasını aramak için yaptılar, sonra da ona hakkıyla riayet etmediler. Biz de içlerinden iman etmiş olanlara mükâfatlarını verdik, çokları ise yoldan çıkmış fasıklardır.” Hadid/27.”
‘Esinleme’den kasıt, ilham/içlerine doğan ile İncil’in nasıl yazıldığını daha sonra açıklayacağız! Konumuza gelirsek; İslami bakış açısının ana kaynağı Kur’an’dır. Biz Müslümanlar İncil’i Kur’an gibi, Hz. İsa’ya indirilmiş kutsal bir kitap olarak kabul ederiz. Kur’an’da bu anlamda birçok ayet de vardır! (Al-i İmran, 3-4; Meryem, 30; Maide, 46; Hadid, 27) Ama sizler Kur’an’ın olayları bizzat sizin bakış açınıza göre, sizin inancınıza göre kabul etmesini ve yorumlamasını bekliyorsunuz. Sizler, Allah’ı sizin yaptığınız delalete şahit tutmak istiyorsunuz. Bir de bu olmayınca, Hâşâ, kınıyor, O’na iftirada bulunuyorsunuz! Ey Ehli Kitap! Tarafsız olmaya çalışın ve hangi iddianın daha tutarlı olduğuna siz karar verin: Peygamberler silsilesinde aniden bir insanın Tanrı’nın oğlu olup politeizme kayan bir inanç sistemi ile ortaya çıkması mı, yoksa Yüce Yaratıcının ilk insandan itibaren ‘sadece insan olan peygamberlerden elçiler seçip’ hep aynı mesajı insanlara bildirmesi mi?! Ki, İslam tüm peygamberleri hak kabul eden tek dindir!
“Üçlü birlikle ilgili, bizler üçlü birliği Baba Oğul ve Kutsal Ruh olarak algılarken (ki bunun açılımı kesinlikle biyolojik kavramlarla ilgili değildir) Kur’an nasıl olup ta bizlerin Baba oğul ve Anne üçlemesine inandığımızdan bahseder. Ve Allah şöyle buyurduğu zaman: “Ey Meryem oğlu İsa, sen misin o insanlara “Beni ve o anamı Allah yanında iki tanrı edinin.” diyen? Maide/116.”
1300’lü yıllarda papaz Ricoldo de Monte Croce, Hristiyanların hızla Müslüman olduğundan yakınırken, “Ben kepaze oldum. Tanrı’nın sözü kepaze oldu. Tanrı İsa ve Meryem, Muhammed’e karşı Hristiyanları desteklemiyor mu?” (Onur Bilge Kula, Alman Kültüründe Türk İmgesi II, s. 44) demektedir. ‘Tanrı İsa’ yanında neden Meryem’den de papaz ‘destek’ beklemektedir?!
“Öyle bir takım Hristiyan mezhepleri türemişti ki, Allah’a ait değer ve sıfatları Yusuf Neccar’ın karısına/Meryem’e (İnciller’e göre Yusuf en-Neccar, Meryem’in İsa’yı dünyaya getirmesinden sonra onunla evlenmiş, bu evlilikten erkek ve kız çocukları doğmuştur: Matta, 13/55; Markos, 6/3; Galatyalılar’a Mektup, 1/18-19; DİA; Yusuf en-Neccar/marangoz Yusuf maddesi) verecek kadar utanılır hareketlerde bulunmuşlardır. Meryemliler denilen mezhep sahipleri, kutsal ruh yerine Meryem Betul’u (Betul: Hz. Meryem ve Hz. Fâtıma için kullanılan “iffetli ve namuslu kadın” anlamında bir sıfat) koyan yeni bir üçlemeye inanırlardı. İsa, tek tanrıya ibadete çağırdığı halde tapınmaya layık görülen şeyler oyma ve boyalı resimler olmuştu.” (Lord John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur’an’ı Kerim; Hazreti Muhammed (sav)’den Özür Diliyorum, s. 3) Zamanla da “Rum Kilisesinde, halkın dininin yoğun coşkusu, Meryem’e, azizlere, tasvirlere ve kutsal emanetlere ‘tapınmakla’ kendine bir çıkış yolu bulmuştur.” (Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 216) Zaten, “Ey kutsal olan bakire Meryem. Bizi kutsa ve koru” türü dualar da aynı inancın tezahüründen başka bir şey değildir. Özellikle Katolik ve Ortodoks mezheplerinde Hz Meryem, ‘Tanrının annesi’ olarak ön plana çıkmaktadır. “Meryem Kültü 5. ve 6. asırda doğuda başlamış ve batıya da yerleşmiştir. Meryem’e tapınma iddiaları Katoliklerle Protestanlar arasındaki en büyük ayrışma konularından biridir.” (Mevcut kaynaklara göre Hristiyanlık, s. 223, 313) İslam geldikten çok sonra ortaya çıkan Protestan mezhebinde bu yaklaşım daha az görülmektedir. Meşhur Efes Konsili Meryem’in Theotokos/Tanrı’yı doğuran/Tanrı’nın anası olduğunu tasdik ve ilan etmiştir. (DB, IV/1, s. 793; J. de Baciocchi, Immaculée conception, Catholicisme, VIII. 570; XIV. 1128; DİA, Meryem maddesi); “431’de yapılan Efes konsilinde hazreti Meryem’e ‘Tanrı doğuran’ sıfatı verildi. 787’de yapılan ikinci İznik konsilinde ikonlara tapmanın günah olmadığı kararı verildi.” (Osman Nuri Topbaş, Aklın cinneti Deizm, s. 62) Luka İncili (1/28, 30, 35, 42, 45) Hz. Meryem’in sahip olduğu üstün nitelikleri ve onun kutsallığını nakletmektedir. 1 Kasım 1950’de Papa XII. Pie, Hz. Meryem’in öldükten sonra bedeniyle birlikte semaya kaldırıldığı dogmasını ilan etmişti. İsa, Meryem’in karnında iken, ilah taşıyan normal bir insan olamazdı zaten! Görüldüğü gibi, bir yanlış devamında birçok yanlışı getirmektedir. Peki kiliseleri/evleri süsleyen Meryem ana resim/heykelleri ne anlama geliyor? Onlar önünde ibadet maksadı ile yapılan ritüeller neyi ifade ediyor? Tarihte var olan “Berberaniyye” adlı tarikat Hz. Meryem’i tanrı ilan etmedi mi? (İbn-i Hazm, Fisal; Elmalılı, maide 116. Ayet tefsiri) Ayrıca İbni Teymiyye’de, Said bin el-Batrik’in ‘Hristiyanların haberleri’ adlı eserinde, ‘el-Merisiyye adlı bir mezhebin Hz. Meryem’i ilah gördüğünü’ bizlere haber vermektedir. Günümüzde de bu artık açıkça belgelenmiştir. Alman asıllı bilim adamı Nureddin Steinhorst: “Hristiyanlıkta İsa’nın annesi, Allah’ın annesi ilan edilmiştir. Papalıkça ortaya konulan son kurala göre Meryem, Allah’ın annesi sıfatı ile bedeni olarak miraca çıkmıştır.” (Yeni Sabah gazetesi, 23.04.1958) “Günümüzde Hristiyanlar Hz. Meryem’i bir ilah mertebesinde kabul eder, adına dua eder ve ibadet yaparlar.” (Salih Akdemir, Rahip G. Basetti-Sani, A.Ü.İ.F.D., XXVII, s. 197) Papalık 1854’te ‘immaculee conception’ (Hz Meryem’in asli günahtan uzak olarak yaratıldığını) ilan etmiştir. 1950’de ‘Assomption’ (Hz Meryem mucizevi şekilde meleklerce göğe yükseltildiği) inancı kabul edilir. “Scutari şehrinde bakire Meryam’in güzel bir heykeli vardı. Ülkenin her yerinden binlerce insan hediyelerini ‘takdim’ ederdi.” (L. M. J. Garnett,The Woman of Turkey and their Folklore, s. 268) Aynısını Mekke’li müşrikler de putlara yapardı! “Bosna’lı Bogomillere karşı ‘Papalık, birkaç kez haçlı seferi’ yapılması yönünde telkinde bulunmuştu. ‘Bogomiller, bakire Meryem’e tapınmayı hiçbir şekilde kabul etmiyorlar’ ve dini tasvirlerin önünde eğilmenin şirk olduğunu düşünüyorlardı.” (A. J. Evans, Through Bosnia and the Herzegovina, s. 30-31) Evet’ Papa, Meryem’a ‘tapmayanlara’ haçlı seferi düşünmüştü, hem de defalarca! Demek ki Meryem’e tapmamak, Papa’lığa göre İslam kadar tehlikeli bir inanç şekli idi. Kısaca, sonuç itibari ile Meryem’e tapılmaktadır!
Ey Hristiyan arkadaş! Meryem Ana’yı kutsal kabul etmiyorsanız bu resim/heykeller neden? İsa heykelleri O’nu kutsal kabul ettiğinizin göstergesi değil midir? “İsa gibi ışık saçan, İsa gibi cehennemden kurtaran, nur alan, başına İsa gibi taç konan, etrafını İsa gibi havarilerin sardığı, çocuklara gözüküp ilham veren, İsa ile beraber olan.” bir kadının kilisede ne işi var?
Meryem Ana Dualarından bazılar: “Ey Meryem’in lekesiz kalbi, sana bugünkü dualarımı, eylemlerimi ve fedakarlıklarımı ‘sunuyorum.’ Amin”; “Ey Meryem, ‘ayaklarına kapanıyorum.’ Tüm benliğimi, varlığımı ellerine ve kalbine ‘teslim ediyorum.’ Bu yeni günde, merhametli şefkatinle bende Oğlun Mesih İsa’nın hayatını ‘yarat’. Ey ‘göklerin Kraliçesi’, Amin.”; “Lekesiz Bakire, benim annem, Meryem, Ey Kraliçem ve ‘Kilise’nin Annesi’, Mesih İsa’nın egemenliğinin dünyaya gelmesi için senin kutsal görevine sadakatle iştirak etmeme izin vermeni rica ediyorum.”; “Ey Lekesiz Bakire, Adalet aynası, ‘tanrısal yardımın sevgisini bizde koru.’ Amin.”; “Her zaman bakire anne, biz günahkarlara merhamet et.”; “Ey ‘Allah’ın Aziz Annesi’, denenmede olan bizlerin yakarışlarını hor görme ve bizi her tehlikeden ‘kurtar.’ Amin.”; “Aziz Bakire Meryem, daima birlik içinde kalmaları için ‘ailelerimizi koru’ ve çocuklarımızın eğitimini ‘kutsa.’ Amin.”; “Ey şefkatli bakire Meryem, ‘sana sığınan, yardımını dileyen ve aracılığını isteyen’ hiç bir kimsenin, senin ‘yardımını görmeden geri çevrilmediğini’ hatırla. Bundan cesaret alarak sana koşuyorum. Ey Mesih İsa’nın annesi ve benim şefkatli Annem, sana geliyorum ve günahlarım yüzünden çektiğim acılarla ‘ayaklarına kapanıyorum.’ Ey kurtarıcımız Mesih’in annesi, ‘dualarımı reddetme, onları dinle ve kabul et.’ Amin.”; “Sağ ol Kraliçe, merhametli annemiz, ‘hayatımız, aşkımız ve ümidimiz sensin.’ Bizler cennetten kovulmuş olan Havva’nın evlatları, ‘sana yalvarıyoruz.’ Bu dünyada gözyaşı dökerek ve sızlanarak seni hasretle özlüyoruz. Bizim için ‘şefaatte bulunan’ annemiz, merhametli gözlerini bize çevir.” Amin; “Tanrım, bizleri, annemiz Meryem Ana ‘aracılığıyla, bu dünyada günahtan ve ebedi ölümden kurtar.’ Amin.”; “Ey ‘Tanrı Doğuran’ Bakire Kraliçe Meryem Anamız’a Dua: ‘Kutsalların Kutsalı Tanrı-doğuran’ bizi ‘kurtar.’ Ey ‘iyiliklerin sebebi’, ‘imanlıların dayanağı’, tüm ilahilere layık olan Bakire Tanrı-doğuran, sensin benim ‘hayatımın yardımcısı ve koruyucusu’, beni kendi limanına ulaştır. Ey ilahilerle övülen Tanrı-doğuran, vücudumun ağrılarına şefkatle dokun ve acılarıma ‘şifa ver.’ Bizler seni samimi ‘aracı’, yıkılmaz sağlam bir kale, ‘merhamet pınarı’ ve ‘herkesin sığınağı’ bilerek, sürekli iman ile yalvarıyoruz: ‘sürekli bizi koruyabilen sen her zaman bizlerin yardımına’ yetiş ve bizleri ‘her türlü tehlikeden kurtar.’ Ey bakire kız, sensin benim ömrümün yardımcısı ve ‘koruyucusu’ çünkü ayartılmaları bozup dağıtarak ‘şeytanların eziyetlerinden kurtarırsın’ beni. Sana daima yalvarıyorum, bozukluk getiren tutkularımdan beni kurtar. Ey bakire kız, ‘sen bizim sığınağımız, canlarımızın kurtarıcısı, sıkıntılarımız esnasında bizlere kutsal ışığınla esenlik ve huzur verensin.’ Ey Kutsal Hanımefendi, şimdi de ‘hastalıklardan ve her türlü kötülükten’ bizi kurtar.” (Hristiyan dininin Özü, s. 79-80; http://www.hristiyanforum.com/forum/showthread.php?t=350544) “Katoliklerin en çok söylenilen ve en üstün duaları olan Aziz merdiven duasından: Selam sana ey lütuf ile dolu Meryem, Allah senin iledir. Aziz Meryem, ‘Allah annesi’ bize dua et.” (Ali Ömer, Hristiyanlığı terk ederek İslamiyet’i kabul edişimin sebepleri, s. 28)
İslam’a göre, “Kendisinden yardım isenen, koruyan, şifa veren, yaratan, kurtaran, şifa veren, yardıma yetişen, tehlikelerden koruyan, huzur veren, sığınak olan ve kendisine yalvarılan” sadece Allah’tır. Yoksa, aşağıdaki tüm dualar şirk doludur ve şirk de İslam’ın dünyadan silmek istediği ilk ve en büyük günahtır! Evet, yukarıdaki dualarda, ‘tırnak içinde’ verilen terim, kavramların hepsi İslam’a göre Allah’a ait özelliklerdir ve bu özelliklerin başkalarına izafe edilmesi şirktir! Kur’an’ın ilk suresi olan Fatiha suresindeki Allah’a ait tüm özellikleri Meryem Ana’ya atfeden ve ayrıca Allah’ın sıfatlarından olan,” Birr, Rahman, Mecîd, Vekil, Veli, Rahim, Müheymin, Hafız, Mukit, Mani, Hamid, Şafi, Afüv, Rauf, Mümin, Fettah, Mâcid, Selam.” gibi birçok sıfatları da üzerinde toplayan bir insan tanrı ilan edilmiş olmuyor mu? Ki, duaların çoğunu buraya almadık!
“Katoliklere göre, “Meryem Ana’nın ‘analığı bitmemiştir’ ve ‘ebedi/sonsuz’ esenlikler sağlayan armağanları ‘garanti altına almaya devam’ etmektedir.” (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, paragraf: 969); “Coredemptrice (Tanrının, insanların günahına kefaret olarak kendisini feda etmesine ortak olan), Mére de Dieu (Tanrının annesi) inanışları, diğer taraftan fiili marianisme (Meryemperestlik) ki, İslam nazarında ‘Allah’a mahsus olan tazimin ihlalini’ teşkil eder. Nihayet İslam, Arap müşriklerine çok yakın olan ve bazı şark mezheplerinde görülen ‘Meryem’e tapmaya (Mariolatrie) karşı’ vaziyet almalıydı.” (Alman asıllı İsviçreli bir metafizikçi Frithjof Schuon, De l’Unite’ transcendante des Religions, s. 38.) Günümüz Katolik inancının Meryem’e verdiği “Tanrının Annesi” (Inroduction à la Foi Catholique, s. 113) sıfatı, duaları ona yöneltme, onu ruh ve bedeniyle diri sayma, dünyada hazır ve icraat yapan bir sıfatlar verme, İslam nazarında şirktir. İlah/Tanrı, ‘ibadetin kendisine yöneltildiği varlık’ demektir. Bu şartlar altında, Hristiyanların Meryem’i bir anlamda tanrılaştırdıkları görülmektedir. Onun heykelinin bile karşısına geçip, takdimlerde bulunmak, huşu ile eğilerek ona dua etmek ve ondan ancak Allah’ın yapabileceği şeyleri istemek, onun tanrılaştırmak, ilah seviyesine çıkarmak demektir. Kur’an nazarında tevhid, her türlü şaibeden uzak, halis ve arınmış olmalıdır. Dolayısı ile İslam tevhid akidesine göre Meryem’de Hristiyanlarca ilah kabul edilmiş ve hala edilmektedir. Ama günümüzde putlara taptıklarının bile farkında olmayan Hristiyanların bu tevhid inancını anlamalarını beklemek hayal olur!”
Boşuna H. Rousseau, “Kabul etmek gerekir ki, halk dindarlığı putperest bir eğilime sahiptir.” (Reşit Rıza, Tefsiru’l-Menar, VII/262) dememektedir. “Meryem’i ilahlaştıran tarihte Collyridiens gibi akımlar bulunmuştur.” (D. Masson, Le Coran et la revelastion Jude – o – Chetienne, I/93) Şimdiki Katolikler de Hz İsa gibi Meryem’inde “Dünyada hazır ve faaliyette bulunduğuna” inanıp göğe yükseldiğini kabul eder. 431’deki Efes Konsilinden itibaren onu” Tanrının anası” tanırlar. (İntroduction a la foi catholique, s. 113599) “Katolik inancına göre, ‘Meryem’in, İsa ve Tanrı ile aynı özden’ geldiğine, ‘şefkati ve merhametliliğiyle de’ Tanrıya uzanan bu yolda ‘ilk sırayı’ aldığına, hiç kuşku duyulmamaktadır.” (Boyer M.F. The Cult of Virgin: Offerings, Ornaments and Festivals London, s. 76) “Aynı özden gelmenin ve Tanrı anası olmanın bir ‘iman temeli olarak benimsendiği andan’ itibaren; ‘Meryem, Tanrıya tapınmada ilk sırayı almış’, cennet kraliçesi unvanına hak kazanmış bulunuyordu.” (Milburn R.L.P., Early Christian Interpretations of History London, s. 93) “İsa’nın Tanrı olarak kabulü, öz birliği ilkesi nedeniyle, Tanrıyı doğuranın da Tanrılığının benimsenmesi’ sonucunda, Tanrı Anası (Theotokos) kavramı ortaya çıkmıştır.” (Caroll M.P., The Cult of Virgin Mary : Psychological Origins Princeton, s. 62) “Katolik kiliselerinde ‘Meryem Ana tapınması’, Tanrı gibi İsa’yı da, daha yüce fakat daha geride kılmış, ‘inanan ile Tanrı arasına İsa’dan önce Meryem Ana da’ girmiştir. (Pelikan J.J., The Byzantine Apologia for Icons Princeton, s.20) Collyridiens diye adlandırılan, dördüncü asırda Arabistan’da doğup sonra kaybolan bir Hristiyan cemaati, tekerlekli bir taht üzerinde Meryem’i tazim ediyor, ona pastalar takdim ediyorlardı. Tamamen kadınlara mahsus, Meryem’e ait geniş bir ibadet merasimi vardı. (Duchesne, Historie ancienne de Eglise, II. 622’den Masson, Le Coran et la revelation Judeochreteenne 193-194); Wellhausen’e göre Uzza (Venüs yıldızı), Suriyeli Hristiyanlara göre göğün kraliçesi idi. Müşrik iken Uzza’ya tapmış olanlar, Hristiyan olduktan sonra onu, tanrıça Meryem şekline soktular ve Meryem’e çörek sunarak ‘Uzza ibadetini Meryem ibadeti şekline dönüştürdüler. (Wellhausen, Reste Arabischen Heldentums, Leipzig, 1927’den İbn el-Kalbî, Kitab al-Asnam, Putlar Kitabı, s. 70, n. 131’de mütercimin notu.) Daha 2. Asırda St. İrenée, ‘Bidatlara Reddiye’ kitabında Ophites’lerin Ruhu “İlk Kadın” yahut “Yaşayanların Anası” ile karıştırarak, bunun Mesih’i doğurduğunu iddia ettiklerine dikkati çeker. Birkaç sene sonra Origéne (“Yuhanna İncilinin Şerhi” adlı eserinde), özellikle ebionites muhitlerde bilinen ve İsa’nın annesini “Ruhu’l-Kudüs” ile aynı sayan bir “İbraniler İncili’ni zikreder. Aphraates nezdinde, birkaç anlama gelebilecek, şöyle tuhaf bir formül vardır: O der ki: “(Dindar) İnsan, babası, olan Allah’ı ve anası olan Ruhu’l-kudüs’ü sever ve ibadet eder.” (Duchesne, Historie ancienne de Eglise, I, 94’den Masson, Le Coran et la revelation Judeochreteenne 193-94) İmparator Justinien kanunlarından birinde Meryem’in, imparatorluk hamiyesi olduğu kabul edilmiştir. (H. Atay, Kur’an’a Göre İman Esasları, s. 40 n. 132; Encycl. Americana, Vol, XVIII, p. 347, New York. 1957; Encyc. Britannica. Vol, XIV, p. 1000) Blachere’e göre, Kur’an’ın Meryem’in tanrılaştırılmasından bahsetmesinin sebebi, şark Hristiyanlığı tarafından Meryem’e tanınan büyük yerde aranmalıdır. (Blachere, Le Coran (Traductlon selon un essai de reclassement des Sourates), III/1133-1134, n. 77) Katolik Hristiyanlık “Meryem’e yöneltilen duaları Tanrının kabul edeceğini” ikrar eder. “Kilise, bütünüyle Meryem’i takdise inanır ve açıkça kabul eder ki Meryem, ruh ve beden olarak dirilmiştir. Halbuki öbür ölüler hakkında, sadece dirileceklerini söyleriz.” Keza ‘Hz. İsa gibi, Meryem’in de dünyada hazır ve icraatta bulunan olduğu’ ifade olunur ve onun göğe çıktığı akidesi (assomption) üzerinde durulur. (Introduction ala Foi Catholique, s. 599-600) Nitekim bugün bir bayram halinde kutlanır. “Meryem Ana tapınmasının dayandığı temel anlayış ‘Tanrısal Analıktır.’ Meryem’i en çok ‘kutsal’ kılan, Tanrıya annelik etmiş olması, merhametiyle insana şefaat hissini üstlenmiş olmasıdır. Meryem Ana ilahiyatı da, sadece, bu ‘Tanrısal Annelik’ sıfatı üzerine kurulmuştur. Katolik kiliselerinde Meryem Ana tapınması, ‘Tanrı gibi’ (İsa’yı da daha yüce fakat daha geride kılmış, inanan ile Tanrı arasına İsa’dan önce Meryem Ana da girmiştir.” (Pelikan J.J. The Byzantine Apologia for Icons Princeton-1990 s. 20; Dr. Kürsat Haldun Akalın, Orta çağın Hristiyanlık öğretisinde meryem ana yüceltmesi, Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 27, 2007)
“Meryem Ana tapınması, en tipik Hristiyan niteliklerini etkileyici sembollerle öne çıkartılarak bir taraftan iyilikseverlik ve merhametlilik, şefkat ve acıma hislerini galeyana getirmekte; diğer taraftan da, Meryem yoluyla İsa’ya, İsa sayesinde de Tanrıya ulaşılabileceği fikri telkin edilmektedir.” (Boyer M.F. The Cult of Virgin: Offerings, s. 62-63) “Meryem’in Tanrıyla aynı özden geldiği inancı yerleşmeye başlamış, Bakire doğumu nedeniyle ve Tanrının Oğlunun annesi nitelemesiyle, Meryem’in de Tanrı seviyesinde ve özünde olduğu inancına ulaşılmıştır. Artık Meryem Ana, şefkatliliği ve şefaatçiliğiyle Tanrıya uzanan yolda ilk sırayı almış,İsa’ya tapınmanın da önceliğini oluşturmuştur.” (Kürsat Haldun Akalın, s. 305)
Bunlarda bir Hristiyan’ların kendi itirafları
“Katolikler ve Ortodokslar (Ermeni Apostolik Kilisesi, Süryani Kadim kilisesi vs…) Meryem anayı adeta bir tanrıçaya dönüştürmüşlerdir. Ayinleri ve öğretilerinin merkezi neredeyse Mesih değil ama Meryem anadır. O‘nun onuruna yapılan kiliseler, hac yerleri ve bayramların sayısı İsa Mesih‘inkinden daha fazladır. Kutsal Kitap ışığında Katolik ve Ortodoks‘ların Meryem ana konusunda düşmüş oldukları beş temel yanılgı kısa olarak şunlardır…” (hristiyanturk.com, Meryem Ana’nın Kimliği ve Rolü Konusundaki Farklılık? 29. Nisan 2010)
“Katolik kilisesi 1950 yılındaki bir konsülde, Meryem’le ilgili olarak bütün Katoliklerce kabul edilmesi gereken yeni bir dogma ortaya attı. Bu dogma Meryem ananın ‘yeryüzündeki yaşamı sona erince, bedeni ve canıyla’ aynı Mesih gibi göğe kaldırılıp, hükmetmek amacıyla ‘Rab tarafından evrenin kraliçesi olarak yüceltilmesi’ öğretisiydi (hristiyanturk.com, Meryem ana yalnyzca bir insan; CEC. s. 254) O tarihten bu yana her sene, 15 Ağustosta tüm Katolik ve Ortodokslar Meryem’in göğe alınışını kutlarlar. ‘Hristiyan Dininin Özü’ adlı kitap ‘Aziz Meryem’in göğe alınışı bir iman maddesi midir? diye sorar ve hemen ardından da yanıtlar: ‘Aziz Meryem’in göğe alınışı bir ‘iman maddesidir’, çünkü o ‘Kilise’nin yanılmaz yetkisiyle’ belirlenmiştir. Katolik ve Ortodokslar (Ermeni Apostolik, Süryani Kadim vd.) kiliseleri Meryem’e bağlılıklarında daha da ileri gidip, ‘ona özel bir ibadet, tapınış ve dua sunarak’ yanılgılarının doruğuna varırlar. Meryem’e sunmuş oldukları birçok dua da ‘ondan merhamet, yardım, günahlardan bağış dileyip, yaşamlarını onu eline teslim ettiklerini’ dile getirirler. Katoliklerce hazırlanan bir kitapçıkta Meryem’e şu dua yükseltilir: “Ey şefkatli Bakire Meryem, himayene sığınan, yardımını dileyen ve aracılığını isteyen hiç kimsenin, senin yardımını görmeden geri çevrildiğini hatırla. Bundan cesaret alarak sana koşuyorum. Ey Mesih İsa’nın Annesi ve benim şefkatli Annem, sana geliyorum ve günahlarım yüzünden çektiğin acılarla ayaklarına kapanıyorum. Ey Kurtarıcımız Mesih’in Annesi, dualarımı reddetme, onları dinle ve kabul et. Amin ” (Hristiyan dininin Özü, s. 32, 79-80) “1300’lü yıllarda papaz Ricoldo de Monte Croce, Hristiyanların hızla Müslüman olduğunda yakınmakta idi: “ben kepaze oldum. Tanrı’nın sözü kepaze oldu. ‘Tanrı İsa ve Meryem’, Muhammed’e karşı Hristiyanları desteklemiyor mu?” (Onur Bilge Kula, Alman Kültüründe Türk İmgesi II/44)
Özetle, Katolik-Ortodoks olan Hristiyanlarda -ki Hristiyanların büyük çoğunluğunu teşkil eder- hala ruhbanlık sınıfı devam etmektedir. Protestanlar arasında ise zaten fikir birliği yoktur ve onlar zaten param parça olmuş, birçok kliğe ayrılmışlardır. Bize bu itirazda bulunanlar küçük bir klik -akım olabilirler- belki hatta ruhbanlık sınıfına karşı da olabilirsiniz. O ruhban sınıfı ki, Hak olan İncil’i değiştirip şirk kaynağı haline getirmişlerdir. Aynı şeyi Yahudi hahamları da yapmıştır! Eğer bu şekilde düşünüyor iseniz, bu konuda Kur’an’a yaklaşmışsınız demektir ki o zaman ne mutlu sizlere! O halde buyurun gelin, Kur’an ile beraber Hristiyanlığın çoğunluğu oluşturan ruhbanlık inancına karşı beraber mücadele edelim. Kur’an’da öyle demiyor mu zaten: “De ki: “Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâh edinmesin.” (Ali İmran, 64) Ama lütfen, Hristiyanlık dünyasının ekseri çoğunluğunca kabul edilen “ruhbanlık sınıfı yoktur.” iddiasında bulunmayın, bu aklımızla alay etmek olur! Sizlere son bir teklif: Buyurun, bizim Hz. İsa (as) ‘a gösterdiğimiz sevgi ve saygıyı sizde, hatta vazgeçtim yarısını da bizim peygamberimize sizler gösteriniz. “Biz İsa’yı ret etsek İslam’dan çıkarız!” Sizlerde Hz. Muhammed’e hakaret edenleri, dikkat sevmeyenleri değil, dinden de çıkarmayın, azarlayın yeter…!
İslam dinindeki bayan vaizeler ve bayanlara özel imamları düşünüp kıyaslayalım!
Bilimsel ayetleri kabul etmeyen Hristiyan sitesine reddiye
“Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış” (Zariyat Suresi, 7) Ayete bakalım. Zariyat 7- “Yollara sahip göğe andolsun ki, (elmalılı)”Görüldüğü gibi Kur’an’daki bu ayet bilimsel verilere yaklaştırmak/uydurmak uğruna “yollar” ya da benzeri anlamdaki kelime, “yörünge” diye çevrilmiştir!!! Bir de şu ayetler: “Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur; her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor” (Enbiya Suresi, 33) “14:33- Sürekli olarak yörüngelerinde hareket eden ay ve güneşi, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verdi” İlk önce çok çok önemli olan bir şey dikkatimizi çekiyor bu ifade sayesinde Kur’an’ın ne demeğe çalıştığına dair önemli bir ipucunu yakalıyoruz. Güneş-ay bunlar “yörüngelerinde yüzüyor” peki ya neden dünyadan bahsedilmiyor?!? Eğer Kur’an dünyadan bahsetseydi gerçekten bu ayet bir mucize olurdu! Ama tabi ki Kur’an’ın hiçbir yerinde “dünya yörüngesinde hareket ediyor” diye bir bilgi yoktur.”
Gündüz gece (Enbiya, 33) nerede gerçekleşir? Dünyamızda değil mi? İşte aradığın dünya! Yoksa gündüz gece ile ay ve günesin ne bağlantısı var ki, aynı fiile (Yüzmek) bağlanmış olsunlar? Gece gündüzün yörüngesi olmaz; Gece gündüzün meydana geldiği dünyanın ve ay ile güneşin yörüngesi vardır. Ayrıca, 1400 sene önce güneş ve ayın yörüngesinin olduğunu haber veren Kur’an’ın bu ayeti, dünyanın yörüngesinin olduğunu haber vermese bile neden mucize olmasın? Ki, haber de veriyor zaten o da ayrı bir konu! Ayrıca aslında bu bir itiraf değil midir? Bilimsellik illa ki Hristiyanların istedikleri olunca mı mucize olarak kabul edilecektir? Onlara bu yetkiyi kim verdi ve bu ne kibir? Peki, yörünge nedir? Evrimci ve İslam karşıtı bir site olan ‘evrim ağacı’ adlı sitenin 25 Ağustos 2020 tarihli yazısından yörüngenin tanımını alalım: “Yörünge, uzayda bir cismin başka bir cisim etrafında düzenli olarak izlediği ‘yola’ denir.” Yani, gökcisimlerinin ‘yoluna yörünge’ denir. Artık meselenin detaylarını Hristiyanlar ile ateistler kendi aralarında halletsinler! Yasin suresi 38-40. ayetlerle ilgili diğer iddiaları ise, ‘Kur’an’da bilime aykırı olduğu iddia edilen ayetler’ adlı yazımızda ele alıp cevapladık! Oryantalistler daha sonra Kur’an’daki tıpla ilgili ayetlerden hareketle peygamberimizin bunları eski ‘Yunan, Hint, İngiliz ve Süryani’ kaynaklardan elde ettiğini ileri sürerler. Ümmi olan, okuma yazma bilmeyen (Bu konuyu ‘Ümmi peygamber’ adlı yazımızda ele aldık) efendimizi Hipokrat ile tıp ilminde yarıştırmada bir beis görmeyen oryantalistler, Kur’an’daki bilimsel olarak reddedilemeyecek olan ve o zamanın şartlarında bilinmesine imkan olmayan şeylerin Kur’an’da olmasına itiraz edemeyince, efendimizin bu bilgileri yukarıda saydığımız kaynaklardan ulaşabileceğini ileri sürerler ve buna delil olarak da yine bir oryantalist kaynakları gösterip, Efendimizi Kur’an’ı yazan kişi olduğu iddiasını yinelerler. Önce Efendimize iftira dolu eserler yazdırtıp, sonra bunları delil gösterip Efendimizin Kur’an’ı yazdığı iftirası ile O’nu karalama çalışan oryantalistlerin, kendi kutsal kitaplarının insan yazması olduğu için ilahi olan tek hak kitaba karşı bu düşmanlık, çekememezlik ve kıskançlıkları anlaşılabilir olsa da, hem polis, hem hakim, hem yargıç olma haklarını kendilerinde görmeleri hakkını onlara kimin verdiği sorusu üzerinde epey düşünülmelidir ki bu kibirli yaklaşım tarzlarını ‘oryantalizm’ ve ‘oksidentalizm’ adlı bölümlerde ele alıp değerlendirdik!
“Hristiyanforum sitesinin bir iddiası da, Kur’an-ı Kerim’in Tevrat, Zebur ve İncil’in değişmediğine tanıklık ettiği yönündedir.”
Yıllardır bu iddiaları gerek kitaplarında (John Gilchrist, Kur’an ile kutsal kitap arasında karşılaştırmalı bir inceleme, s. 53; Tanrı’ya gerçekten teslim olmanın vakti, Yalova’nın şahitlerinin yayını, s.18, 19, 30) gerek Internet sitelerinden (İsamesih, müjde, Hristiyanforum vb.) tekrarlayıp duran Hristiyanlar madem Kur’an’ı kaynak kabul ediyorlar, o zaman Müslüman olsunlar. Hayır, kabul etmiyorlarsa ondan delil getirmeleri mantıkla bağdaşmaz! Onlara ne, kendi kitaplarından kopyalanarak yazıldığı iddia edilen Kur’an’dan! Peki gerçek nedir? Kur’an, İncil, Tevrat ve Zebur’un ‘bozulmamış’ asıllarına inanmamızı ve onları asla reddetmememizi bizden ister. Ama şu anki kitaplar tahrif edilmiş, bozulmuştur! ‘Allah’ın sözü değişmez’ ayetini kendilerine delil olarak kullanmak ister misyonerler ki, bu konu ‘Kur’an’da çelişki yoktur.’ adlı yazımızda ‘Nesh konusu’ başlığı altında ele alınıp işlenmiştir ve ayetin kasteddiği ile onların anlattığı asla aynı değildir! Diğer iddialar ve cevaplar için, ‘İslam tüm dinlerin özüdür’ adlı yazımıza bakılabilir. Ayrıca misyoner/oryantalistlerin verdikleri ayetlerden Tevrat ve İncil’in bozulmadığı anlamı çıkmaz, çünkü iddialarının aksine bozulduklarına dair Kur’an’da birçok ayet var. (Bakara, 75, 88-89, 100, 116, 120; Nisa, 46, 171, 155; Ali İmran, 70-71, 78; Nisa, 156, 171; Maide, 15, 18, 51, 64, 72,-73, 75 82; Beyyine, 6; Tevbe, 30-31, 34; Kehf, 4-5) Kur’an’da, bu ayetleri neden görmezden geliyorlar ki aslında onların verdikleri ayetlerin yarısı da iddia ettikleri konu ile hiç alakalı yoktur. (Mesela 16:43, 21:7, 5:44, 5:66, 5:72, 9:31) Maide 43. ayet: “İçinde Allah’ın hükmünün bulunduğu Tevrat yanlarında olduğu halde, seni nasıl hakem kılıyorlar ve sonra bunun peşinden yüz çeviriyorlar? İşte onlar, inanmış değildir.” Ayet neden inmiştir? Yahudiler zina edenlerle ilgili peygamberimize gelip, ‘aramızda hükmet’ derler. Peygamberimizde Tevrat’ta olan recm hükmünü onlara açıklayınca, işlerine gelmeyen bu hükmü reddedip geri dönerler. (Hadislerle Kur’an’ı Kerim Tefsiri, V/2342-2343; Kur’an Yolu Tefsiri, II/277) Bunun üzerine bu ayet nazil olmuştur. Evet, gerçek Tevrat yanlarındaysa, efendimizi neden hakem kılıyorlar? Ellerindeki Tevrat’a gerçekse niye güvenmiyorlar? İnandıkları ve ellerinde bulunan Tevrat’a göre onlar hakkında hüküm vermesi de işlerine gelmiyor ve sonunda Yahudiler çekip gidiyorlar. “Kim İslam’dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir ve o, ahirette de kaybedenlerden olacaktır.” (Ali İmran, 85) “Ehl-i kitaba bir şey sormayınız. Çünkü onlar, sapıtmış oldukları için sizi hidayete eriştiremezler. Eğer siz böyle yaparsanız, ya batıl sözü doğrular, ya da doğru bir sözü yalanlamış olursunuz. Allah’a yemin olsun ki, eğer Musa bile hayatta olsaydı, o’nun bile bana uymaktan başka yapacağı bir şey yoktur.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, III/338; İbni Kesir Tefsirin Kur’an-il Azim, I/386; Suyuti, Dürrü’l-Mensur, II/85; Alusi, Ruhu’l Meani III/210) Kur’an ile İncil’in farkları: Hristiyanlıkta teslis akidesi olduğu halde İslam’da tevhid akidesi vardır. İslam bütün semavi dinleri ve peygamberleri içine alır; Hristiyanlık ise, yalnız Kitab-ı Mukaddes’i hak bilir ve Kur’an-ı Kerim’i vahye dayalı bir kitap olarak kabul etmez. Hristiyanlık, insanın doğuştan günahkar olduğunu ve bu sebeple temizlenmesi için vaftiz edilmesi gerektiğini savunur; İslam ise, bütün insanların günahsız doğduğunu ve hiç kimsenin bir başkasının günahını yüklenmeyeceğinin altını çizer. Hristiyanlıkta papaz ve rahiplerin günah çıkarmak ve affetmek yetkisi vardır; İslamiyet’te ise, günahlar yalnız Allah tarafından bağışlanır. Hristiyanlıkta Hz. İsa’nın sözleri Allah kelâmı olarak telakki edilir; İslamiyet’te ise, ilahi emirler vahiy yoluyla, Cebrail vasıtasıyla bildirilir. Hristiyanlara göre İsa (a.s) çarmıha gerilmiştir. İslam’a göre ise, Allah onu kendi katına yükseltmiştir. (Ahmet güç, Şamil İslam ansiklopedisi)
“İncil’de Hz Muhammed’in geleceğinden bahsediliyor mu? Eğer tanrı böyle bir peygamberin geleceğini bildirmek isteseydi, tek bir ya da iki yerde zor anlaşılan ipuçları vermekle kalmazdı.”
E bozmasa idiniz çok ipuçları zaten gözükürdü, olanı da (Parakletos) siz kabul etmiyorsunuz! Ayrıca söylemlerinde ilginç bir iddia da yer alıyor, diyorlar ki: “İncil’in ve önceki peygamberlerin bildirdiği gibi, tanrı İsa Mesih aracılığıyla bütün insanlar için tam bir kurtuluş sağladı.” Bu cümlelerine ispat olarak ise yine kendi elleri ile yazdıkları kitaptan (İbraniler 1:1-8, vahiy 22:18 ) delil getiriyorlar. Tabii ki böyle bir ilmi bir metot olmaz. İncil diyor ki; Tanrı İsa’dır, delil ne peki? İncil! Ayrıca, İbraniler 1. ayet (Tanrı eski zamanlarda peygamberler aracılığıyla birçok kez çeşitli yollardan atalarımıza seslendi.) iddialarına delil teşkil etmez çünkü orada Yaratıcının birçok peygamber gönderdiğinden bahsedilmektedir. Bu ayet, İsa’nın oğul olduğunun eski peygamberlerce bildirildiğinden bahsetmez. Hatta 2. ayet (bu son çağda da her şeye mirasçı kıldığı ve aracılığıyla evreni yarattığı kendi oğlu’yla bize seslenmiştir.) ise, önceden peygamber gönderen tanrıdan bahsederken birden “peygamber” yerine oğul gönderdiğinden bahseder ki, aslında yukarıda ‘tanrının sözünde değişme olmaz’ ayetini kabul ediyorlarsa bu misyonerler, bu ‘çizgiden sapma’ tam bir çelişkiyi ifade etmektedir. Tanrı yarattığı kullarına peygamber gönderiyor, sonra yine peygamber sonra yine … ve yine sonra bir anda “oğul!” gönderiyor. Ama İslam ne diyor, Allah hep peygamber gönderdi, Hz Adem de, İsa’da, Muhammed’de “peygamber’dir! Vahiy 18. ayet ise tamamen saptırmacadan ibarettir: “Bu kitaptaki peygamberlik sözlerini duyan herkesi uyarıyorum! Her kim bu sözlere bir şey katarsa, tanrı da bu kitapta yazılı belaları ona katacaktır.” Bir, bu ayette eski peygamberlerden ve onların İsa’nın oğul olduğundan bahsetmez. İki, “Her kim bu sözlere bir şey katarsa” diye başlayan bu ayet ve devamını, kitabı elleri ile değiştirenlerin dikkatlice tekrar tekrar okumalarını tavsiye ediyoruz! Gelelim paraklit (parakletos) kelimesinin ‘Kutsal Ruh/Cebrail’ anlamına geldiğini iddia eden misyoner sitesinin iddiasının cevabına: Eskiden Yahudi iken Müslüman olan Maurice Bucaille, “Burada öne sürülen insanlara bildirme işi hiçbir surette Kutsal Ruh’un (Cebrail’in) işlerinden olan bir ilhamdan ibaret değildir. Aksine kendisini belirleyen yunanca kelimedeki ‘yayma’ kavramı sebebiyle, onun açıkça maddi bir niteliği vardır. Şu halde, yunanca ‘Akouo’ ve ‘Laleo’ fiilleri bir takım maddi işleri ifade ederler ve bu fiiller ancak işitme ve konuşma organlarına sahip bir varlıkla ilgili olabilir. Dolayısıyla bu fiilleri Kutsal Ruh’a (Cebrail’e) uygulamak mümkün değildir. Öyleyse Yuhanna’nın ‘paraklit’inde Hz. İsa gibi işitme ve konuşma melekesi olan bir insan görmek, mantığın götürdüğü bir sonuç sayılmalıdır. Yunanca metin bu melekeleri kesin olarak gerektirmektedir. Demek ki; Hz. İsa, kendisinden sonra Allah’ın yeryüzüne bir başka insan göndereceğini ve onun rolünün, bir cümleyle söylemek gerekirse Allah’ın kelamını işiten ve onun mesajını insanlara tebliğ eden bir peygamberin rolü olacağını haber vermektedir. Şimdi elimizde mevcut metinde bulunan Kutsal Ruh kelimeleri tamamen kasıtlı olarak sonradan yazılmış bir ilaveden ileri gelmektedir. İlavenin gayesi Hz. İsa’dan sonra bir peygamberin geleceğini haber veren bir parçanın ilk anlamını değiştirmektir. Çünkü buna inanmak, Hz. İsa’nın son peygamber olmasını isteyen gelişme halindeki Hristiyan cemaatleriyle çelişkiler ortaya çıkarıyordu.” (M. Bucaille, la Bible le Coran et la Science, s. 108-109) Prof. Abdulahad Davud, paraklit kelimesinin anlamını etimolojik olarak şöyle açıklamaktadır: “Paraklit kelimesi ‘periqlytos’ kelimesinin bozulmuş şeklidir. ‘Periqlytos’ gerek etimolojik, gerekse lügat anlamı itibariyle ‘şanı yüce, övülmeye layık olan ‘ demektir. Bu hususla ilgili şahidim Alexandre’nin ‘Dictionnaire Grec Français’ isimli eseri olup kelimeyi şöyle açıklar: ‘Bu birleşik isim ‘peri’ ön eki ile ‘övmek ‘ kökünden türeyen ‘ kleotis’ kelimesinden mürekkeptir. Bu kelime Arapça’da en meşhur, en çok öven, şanı en yüce olan ‘Ahmet’ kelimesinin tam karşılığıdır. Burada halledilmesi gereken tek mesele, Hz. İsa tarafından kullanılan bu ismin Arami dilindeki aslını bulmaktır.” (Abdülahad Davud, Muhammad in the Bible, s. 198-223, 287-288)
“Kur’an Maide suresi 110. Ayette, Allah’ın Hz. İsa’ya Tevrat’ı öğrettiği yazar. Hz. İsa’ya öğretilen bu Tevrat, o dönemdeki Yahudilerin elinde bulunan Tevrat’tan farklı mıydı? Eğer Hz. İsa’nın öğrendiği Tevrat ve Yahudilerin elindeki Tevrat farklı olsaydı bu durum bir tarihsel belgeye yansımaz mıydı veya Hristiyanlar ve Yahudiler arasında bu farklılıktan kaynaklanan bir ihtilaf meydana gelmez miydi? Oysa Hristiyanlar Yahudiler ile aynı Tevrat’ı kullandıklarını ısrarla belirtiyorlar.”
Tevrat farklı olmasa yani bozulmuş olmasa neden Allah yeniden ilahi kitap (İncil) indirsin? Tarihsel belge isteyenler, her ikisi de değiştirildiği halde hangisi bunu kabul etmektedir? Ayrıca aynı Tevrat inandıklarını söyleseler de, aslında İncil’in -Ahdi Cedid’in- Tevrat’ı -Ahdi Atik’i- kaldırdığını da söylerler. Yani aralarında farklılık günümüzde dahi var ve bu farklılığı ‘Tevrat’ın hükmünü İncil kaldırmıştır’ diyerek ortadan kaldırmaya çalışırlar. Gerçekte İsa’ya öğretilen Tevrat ise, bozulmayan asıl Tevrat hükümleridir. Zaten İncil, bozulan Tevrat’ın eksiğini tamamlamak için gönderilmiştir. Aslını öğrenen İsa (as) gerçek Tevrat (İman, ibadet, toplumsal kurallar hakkında ayetleri içerirdi) ile İncil’i (Ahlak ile ilgili ayetleri içerirdi) birleştirip insanlara anlatmakla görevli idi. Zaten Maide 110. ayet, İsa peygambere Tevrat ve İncil’le beraber ‘Hikmetin’ de öğretildiğini ifade etmektedir. Aynı hikmet Davud’a (Bakara, 251; Sad, 20); İbrahim’e (Nisa, 54); Muhammed’e (Cuma, 2; Bakara, 151; Ali İmran, 164)… Tüm peygamberlere (Ali İmran, 81) de öğretilmişti! İsa Peygamber tam anlamı ile bir manevi eğitimden geçmiş bir peygamberdir. O, hikmeti de kapsayan ve Tevrat ve İncil’i de içine alan geniş bir eğitimden geçmiştir. “Rabbimiz İsa (a.s)’a verdiği İncil ile daha önce gönderdiği ve İsrail oğullarının bozup tahrif ettikleri Tevrat’ın aslını da ortaya koyuyordu. Çünkü kitaplar ve peygamberler birbirlerini ‘tasdik ederek’ geliyorlardı.” (Ali Küçük, Besairu’l-Kur’an, Maide 110. ayet tefsiri) Detay, ‘Hristiyanlık, Papa ve İncil’ adlı yazımızdadır.
“Hz Musa kendi kavminden olanla diğerinin kavgasına mülaki oluyor ve adamı bir tokatta istemeden de olsa öldürüyor. Sonra esas edepsizin kendi adamı olduğunu öğreniyor ve af diliyor. Bu olay sonrasında müritleri ona haber gönderiyor ve hemen kaçmasını, arandığını söylüyorlar. Ve Musa şöyle diyor Allah’ım bana yardım et, bu zalimler beni bulamasın. Aslında olayın aslına bakarsak kim zalim! İstemeden de olsa bir ölü var ortada. Bu durumda onu yakalamak isteyenler mi zalim?”
İddiada doğru olannerede ise bir tane gerçek bilgi yok! Öncelikle, olay esnasında Hz Musa’nın peygamber olmadığını hatırlatalım. (Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, Mefatihu’l-Gayb, XVII/490-492; DV, Kur’an Yolu Tefsiri, IV/219) O’na haber veren de müridi veya ona inanan biri değil kendi soyundan olan bir İsrailoğlu idi. Bahsedilen ayetin meali ise şöyledir: “Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim; beni bağışla!” (Kasas, 16) Yani iddia edildiği gibi Hz Musa karşı tarafı değil, bizzat kendi nefsini kötülemekte, hata yaptığını kabul etmektedir. Gelelim olaya: Yahudilere birçok zülüm yapan firavunun emrindeki bir memuru olan bu adam, Beni İsrail’den birisiyle kavga ediyor. Onun canına kıymak niyetindeydi. Musa mazlum görünümündeki o kişiye sahip çıkmak niyeti ile kavgaya karışır. Ayette “feveqzehû” kelimesi geçmektedir. “vekz”, parmak uçları ile itmek demektir. Bu itmenin bütün avuçla olduğu da söylenmiştir. İbn Mes’ud bunu şeklinde okumuştur. Bazıları “vekz”in, önden, döşten itmek, “lekz”in de sırttan itmek olduğunu söylemişlerdir. Yani Hz. Musa, kaza ile bu şekilde o adamın ölümüne neden olmuştur. (Fahruddin er-Râzi, XVII/490)
“Firavun Ahenaton Hz İbrahim mi?”
Yahudi kökenli iki Fransız bilim adamı Roger ve Messod Sabbah sadece Yahudi kaynaklarından hareketle İslami kaynaklara bakmadan ileri sürdükleri bu görüş ise sadece kendilerini bağlar. Çalışmalarında ulaştıkları sonuçlarda la, firavun Ahenaton’un hayatı hakkında farklı kaynaklardaki bilgiler arasında tutarsızlıklar bulunmaktadır. Mesela, firavunun yaşı, çocuklarının sayısı, bedensel özürlü olup olmaması, eşi Nefertiti’nin kız/erkek çocuk sayısı veya çocuğu olup olmaması gibi birçok çelişki örnek olarak verilebilir. İslami kaynaklarla taban tabana zıt olan ve tek taraflı yapılan çalışmalar, yanlı ve sübjektif ilan edilmeye mahkumdur. İslami kaynaklar Hz İbrahim’in yaşlılığında çocuk sahibi olduğunu bildirir, Fransız bilim adamlarına göre ise, 17 yıl krallıktan sonra firavun ölüyor. Yaşlı iken Kabe’yi yapan İbrahim rivayetlerine zıt olan bu iddiada, İbrahim olduğu ileri sürülen firavun Ahenaton genç yaşta ölmüş/öldürülmüştür! Ayrıca, ‘Yahudiler yukarı Nil nehrine de göz koydukları için, kendi ülke sınırlarını genişletmek amacı bu çalışmaları ortaya atmışlardır’ şeklinde yorumlarda bulunmaktadır ki, tarihi geçmişten hareketle bugün Filistin’de hak iddia eden İsrail’in böyle planlarının olmaması ve amacın siyasi hedefleri gözettiği gerçeği göz ardı edilmemelidir! Zaten Hz İbrahim’in Urfa’da ikamet ettiği de ispatlanmıştır! “Hz. İbrahim Harran’a Ur kentinden gelmiştir. Buna dair yer alan bilgilerde doğu ve batı kaynakları adeta ittifak içindedir.” (Ahmet Gündüz, İbrahim (a.s) ve Ailesinin Urfa ile Olan Bağlantısı, 2022, 6 (1): s. 265-293)
“En’am/6: 104: “(doğrusu) size rabbiniz tarafından basiretler (idrak kabiliyeti) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim.” bu ifadede de, “rab” ve “bekçi” olarak iki özne bulunmaktadır. “ben bekçiniz değilim” diyen herhalde Muhammed’dir, Allah değil.”
“Ve ben tutup da sizin elinizden yok buraya gideceksiniz diye zorlayıcı değilim diyor Allah (c.c) ” (Mahmut Toptaş, Kur’an-ı kerim Şifa tefsiri, III/111); ” Müşrikler Allah’ın koruma ve himaye için verdiği ve gösterdiği basiretlere körlük etmiş, Allah’ın muhafaza ve korumasına tenezzül etmemiş ve çekinmişlerdir. Bu hususta sorumluluk kendilerine aittir. Basiret körlüğü eden kimselere kendi “ene”si, yani benliği/egosu, bizzat muhafız olmadığı gibi, yüce yaratıcı da onlara Hafîz (koruyucu) şerefli ismiyle muamele etmez. İşte bizim anladığımıza göre Allah Teala’nın gönderdiği basiretlere körlük ve hakkına nankörlük eden kafirlere, müşriklere karşı “kim körlük ederse ben size bekçi değilim.” buyurması bu mana iledir. Ayette “sizin Rabbiniz” (Üçüncü şahıstan) mütekellimine (birinci şahsa) iltifat (dönüş) vardır. ” (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak dini Kur’an dili) ‘İltifat sanatı’ için, ‘Kur’an’da hitap tarzları, “Ben- Biz, Sen, O” ifadeleri’ adlı yazımıza ve ‘Ateistlere cevaplar’ adlı yazımızdaki ‘Hud, 2. ayet’ hakkındaki soruya verilen cevaba bakılabilir. Türkçeye bekçi olarak aktarılan “hafîz” kelimesinin aslı “h-f-z” kökünden türemiştir. Hfz, “korumak” anlamına gelir. Yani ‘Hafîz’ kelimesinin asıl anlamı “koruyan” demektir. Zaten Elmalılı Hamdi Yazır, Ömer Nasuhi Bilmen, Ali Bulaç gibi İslam alimleri de meallerinde bu kelimeyi “gözetleyici ve muhafız “ olarak çevirmişlerdir. Allah (cc) bu ayette, “Size kitap gönderdim, açıklayıcı ve yol gösterici peygamber gönderdim, iyiyi kötüden ayıran akıl ve vicdan verdim, cennetteki nimetleri açıkladım, cehennem azabı ile uyardım, bundan sonra sizi iyilik yaparken alıkoymadığım gibi kötülük yaparken de engellemeyeceğim, iyi olup cennete, kötü olup cehenneme gidecek olan sizsiniz” buyurmaktadır. Zaten 3 ayet sonra, 107. ayette de bizzat Hz Muhammed’e ben onların muhafızı olmadığım gibi ey Muhammed sende ”onlara hafız-koruyucu ve vekil değilsin” buyurulmaktadır. Yani -haşa- Muhammed Kur’an’ı yazdı iftirasını atmak isteyenlere cevap 3 ayet sonra gelir ve Allah bizzat Muhammed’e “Sen de muhafız değilsin “ buyurur. Hidayet gönül işidir. İsteyen, talep eden ve o yola kendi arzusu ile girene verilen bir lütuftur. Bu konuyu tamamlayan konular için ‘Kaza kader’ ve ‘Allah kalpleri mühürler mi?’ başlıklı yazılara bakılabilir. Bu soru ile aslında verilmek istenen, ‘Kur’an’ı peygamberimizin yazdığı’ iddiasının cevabına ise, ‘Kur’an’ın kaynağı nedir?’ adlı yazımızdan ulaşabilirsiniz.
“Hz. İsa Allah katına yükseldikten ve vazettiği din bozulduktan tam 600 sene sonra Kur’an indirildiyse, Allah (haşa) insanların 600 sene boyunca kendisinden uzak ve karanlıkta kalmasına izin vermiş olmaz mı?”
Vahiy ulaşıp da unutulduğu yerlerde yaşayanlar, ‘tek ve bir olan yaratıcıya, ahirete inanmak ve ahlak üzere yaşamakla’ (Bakara, 62) sorumludurlar. (Bu konuda, ‘Kur’an’daki bilimsel hatalar, çelişkiler iddiasına cevap’ adlı yazımızdaki ‘Hristiyanlar cennete girebilecek mi?’ başlıklı soruya verdiğimiz cevaba da bakılabilir.) “Sonra da sana, ‘Tevhid önderi olan ve putperestler arasında yer almamış bulunan İbrahim’in dinine uy’ diye vahyettik.” (Nahl, 123) Bu sebeple haniflik, İslam dini hakkında da kullanılmış ve samimi, ihlaslı her Müslüman’a ‘hanif’ vasfı verilmiştir. Nitekim peygamber efendimiz, “Ben, müsamahakar hanif dini ile gönderildim.” buyurmuştur. (Ahmed, V/266)Özelde Arabistan yarımadası için örnek verecek olursak; Hak dinin özü, Hz Muhammed dönemine dek devam etmiştir. Efendimiz dönemde İbrahim din üzere yaşayan insanlar hala vardı ve onlara ‘hanif’ deniyordu. Cahiliye döneminde, her türlü sapıklıktan ve putperestlikten yüz çevirip Hakk’a yönelen, Hz İbrahim’in dinine bağlı kalarak yalnız bir olan Allah’a inanan bu kişiler ahlak üzere yaşarlardı. Haniflik nedir? İbrahim’in dinine “haniflik” denilmektedir. Hanif kelimesi lügatte, ‘eğriliği bırakıp doğruya giden, istikamet üzere bulunan, başka dinlerden, batıl inançlardan kaçıp yalnız bir olan Allah’a iman eden’, ‘muvahhid’ demektir. Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: Onlar, “Yahudi veya hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız” dediler. Sen de şöyle de: “Hayır! Biz, Hanif olan İbrahim’in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi.” (Bakara, 135) “İbrahim ne bir Yahudi ne de bir Hristiyandı. Fakat o, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru (hanif) bir Müslüman idi ve müşriklerden de değildi.” (Al-i İmran, 67) Görüldüğü gibi Efendimiz de bu öz üzerinden, Hz Adem’den gelen İslam dinini (‘İslam tüm dinlerin özüdür’ adlı yazımıza bakılabilir.) insanlığa tebliğ etmiştir. Varaka bin Nevfel, Abdullah bin Cahş, Osman bin Huveyris, Zeyd bin Amr, Kuss bin Saide gibi zatlar, haniflerden bazılarıdır. Hanifler; cansız, dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmeyen putların önünde eğilmeyi, onlara yalvarmayı çirkin sayarlardı: “Peygamber efendimiz nübüvvetten önce, Beldah’ın aşağı kısmında bulunduğu bir sırada, oradakiler tarafından bir sofraya davet edildi. Sofrada Zeyd bin Amr bin Nüfeyl’de bulunuyordu. Alemlerin efendisi’ne et ikram edildi. Fahr-i kainat efendimiz bu yemekten yemediği gibi Zeyd de yemekten kaçındı. Zeyd, etten yememesinin sebebini şöyle izah etti: Ben sizin putlarınız adına kestiğiniz etten yemem. Ben sadece Allah’ın ismi zikredilerek kesilenden yerim. Zeyd, Kureyş kabilesinin, hayvanlarını putlar adına kesmelerini ayıplar ve şöyle derdi: “Koyunu Allah yarattı. Onun için gökten yağmur indirdi, yerden de nebat bitirdi. Ama siz onu Allah’ın ismini zikretmeden kesiyorsunuz!” (Buhari, Menakıbu’l-Ensar, 24; Zebaih, 16) “Zeyd bin Amr, Varaka bin Nevfel’i de yanına alarak, hakiki dini sorup ona uymak olmak üzere Şam’a gitti. Orada bir Yahudi alime rastladı. Onda aradığını bulamadı. Zeyd onun yanından çıkınca Hristiyan alimlerinden biriyle karşılaştı, onunla da anlaşamadı. Dışarı çıkınca ellerini kaldırıp: Allah’ım, seni şahit kılıyorum, ben İbrahim’in dini üzereyim! dedi.” (Buhari, Menakıbu’l-Ensar, 24) Esma bint-i ebi Bekir der ki: “Zeyd bin Amr’ın ayakta dikilip sırtını Kabe’ye dayayarak şöyle dediğini işittim: Ey Kureyş cemaati! Vallahi ben hariç hiçbiriniz İbrahim’in dini üzere değilsiniz! Zeyd, diri diri toprağa gömülecek kızları (kurtarıp) hayatını bağışlardı. Kızını öldürmek isteyen adama: ‘Onu öldürme, onun külfetini ben üzerime alıyorum’ der ve kızı alırdı. Kız büyüyüp serpilince babasına: ‘Dilersen onu sana teslim edeyim, dilersen ihtiyaçlarını görmeye devam edeyim.’ derdi.” (Buhari, Menakıbu’l-Ensar, 24)
“İsa neden babasız yaratıldı, İbrahim değil, Musa değil, Davut değil ya da inandığınız Hz. Muhammed değil de neden İsa. Allah insanları yanıltıp, milyonlarca insanın cehenneme gitmesi için mi, onu babasız yaratıp, zavallıların kafasını karıştırdı. Sorunun cevabını bil derken mantıklı bir açıklama yapmanı bekliyorum sadece.”
Önce şunu belirtelim, eğer İbrahim olsa idi neden İbrahim, Musa olsa neden Musa diyeceğiniz için Rabbimiz en doğrusunu bilir, İsa ‘peygamberimizi’ babasız yaratmıştır. Gelelim sorunuza. Her peygamberin mucizesi vardır. O mucizeler onların peygamber olduklarının delilidir. Yoksa mucizelere bakıp peygambere ilahi vasıflar yüklersek, kuşu gösteren parmağı görünce kuşa değil parmağa takılmak gibi mantıksız sonuçlara ulaşabiliriz. Araçları amaç edinmek sadece hedeften saptırır. İşte örnek Hristiyanlık! Aynı mantığı Hz Adem için kullanırsak, O sadece babasız değil hem anne hem babasız yaratılmıştır ve sizler de buna iman edersiniz! Onu ne yapacaksınız? Babasıza ‘tanrının oğlu’ diyen sizler, anne babasız yaratılanı direk ilah ilan etmez misiniz veya hala neden etmediniz? Sahi Hz Adem’in suçu ne idi? O neden ilahi vasıfla nitelendirilmedi de bir de aksine, ilk günah gibi Hristiyanlıktaki vaftizsiz silinmez suçun ilk temsilcisi ilan edildi? Başa dönersek, Mucizenin amacı, vasıtanın ilahi mesajı ile geldiğini işaret etmektir, yoksa bizzat mucizeyi gösterenin ilahi olduğunu işaret etmek değildir. “Bu olayı insanlara gücümüzü kanıtlayan bir mucize olarak sunmak istiyoruz.” (Meryem, 21) Ayet açık değil mi? Allah bu mucize ile kendisine ulaşılmasını istiyor, siz ise vasıtaya takılıp kalıyor hatta onu ilah seviyesine çıkarıyorsunuz! Şunu da unutmayalım ki, 325 yılındaki İznik konsülüne dek İsa’yı tanrının oğlu kabul etmeyen mezhep ve İnciller de vardı ve hala günümüzde de bulunmaktadır. (Başta Üniteryen kilisesi, Amerika’daki “Üçleme karşıtları” adlı birlik ve The worldwide Church of God. Bu kilisenin kurucusu Herbert W. Armstrong, üçleme inancının putperest kültürlerin etkisiyle ortaya çıkan bir batıl inanç olduğunu savunmaktadır! Ayrıca Kuzey Amerika’da 19. yüzyılda doğan ve Hz. İsa’nın dönüşünün çok yakın oluşuna dikkat çeken “Seventh Day Adventist” hareketi de üçlemeyi reddeder! Gelelim Kitabı Mukaddes’ten delillere: Bizzat İncil’de, İsa’nın tanrıya dua örnekleri bulunmaktadır: “Biraz ileriye giderek yüzüstü yere kapandı, duaya koyuldu.” (Matta, 26/39) “Halka çimenlerin üzerine oturmalarını buyurduktan sonra, beş ekmekle iki balığı aldı, gözlerini göğe dikerek şükran duasını yaptı.” (Matta, 14/19) “Halkı salıverdikten sonra dua etmek için tek başına dağa çıktı. Akşam olurken orada yalnızdı.” (Matta, 14/23) “Sabah çok erkenden, ortalık henüz ağarmadan İsa kalktı, evden çıkıp ıssız bir yere gitti, orada dua etmeye başladı.” (Markos, 1/35) “Onları uğurladıktan sonra, dua etmek için dağa çıktı.” (Markos, 6/46) “İsa öğrencilerine, “ben dua ederken siz burada oturun” dedi.” (Markos, 14/32) “O günlerde İsa, dua etmek için dağa çıktı ve bütün geceyi Allah’a dua ederek geçirdi.” (Luka, 6/12) “İsa bir yerde dua ediyordu. Duasını bitirince öğrencilerinden biri ona, “öğretmen” dedi, “Yahya’nın kendi öğrencilerine öğrettiği gibi sen de bize dua etmesini öğret.” (Luka, 11/1) “Ben, imanını yitirmeyesin diye senin için dua ettim. Geri döndüğün zaman kardeşlerini güçlendir.” (Luka, 22/32) Ayrıca Kitab-ı Mukaddes’te tek tanrıya işaret eden ayetler de hala vardır: Tesniye (4-39): “Yukarıda göklerde ve aşağıda yerde rab, o Allah’tır, başka yoktur.”; Tesniye (6-4): “Dinle ey İsrail: Allah’ınız rab, bir olan rabdir.”; Tesniye (32-39): “Şimdi görün ki, ben O’yum, katımda ilah yoktur”; I. Samuel (2-2): ” Senden başka ilah yoktur.”; I. Krallar (8-60): “Rab, Allah olan odur, Ondan başka yoktur.”; İsafa (45-5,6): “Rab benim ve başkası yoktur, benden başka Allah yoktur”; Markos: (29-30): “En önemlisi şudur: ‘Dinle, ey İsrail! Allah’ımız olan rab tek rab’dir. Allah’ın olan rab’bi bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün aklınla ve bütün gücünle sev.”; Markos (17-18): “İyi olan tek biri var, o da Allah’tır.”; Markos (9-32): “İsa ona dedi. “Allah’ımız bir olan rab’dir”. Yazıcı ona dedi: “Çok iyi öğretmen, hakikat üzere dedin ki, o birdir; o’ndan başkası yoktur.”; Galatyalılara mektup ( 3/20): “Allah birdir.”; Korintoslulara 1. Mektup (8/6): “ Bizim için tek Allah vardır: Her şeyin kendisi’nden oluştuğu Allah. Bizler de O’nun için yaşamaktayız.”; Timoteos’a 1. mektup (1/17): “Sonsuz çağların hükümranı, ölümsüz, göze görünmez tek tanrı’ya çağlar çağı onur ve yücelik olsun.”; Timoteos’a 1. mektup (2/5): “Tek bir Allah vardır.”; Yakup’un mektubu (2/19): “Sen Allah’ın bir olduğuna inanıyorsun, iyi ediyorsun.”; Yahuda’nın mektubu (24): “Kurtarıcımız tek Allah’a yücelik olsun.” İsa (a.s) Yine Kitab-ı Mukaddes’te Hz İsa Allah’ın kulu ve resulü olarak da geçer: Matta (12-18): “İşte benim seçtiğim kulum”; Luka (24-19): “Kudretli bir peygamber olan nasıralı İsa.” Hz. İsa’nın tebliğ ettiği İncil, günümüzde, elimizde bulunan İncil değildir. Bunun en büyük delili yine İncil’de bulunmaktadır. Markos: 1/14: “İsa tanrının İncil’ini tebliğ ederek Galile’ye gelir.” Daha Matta, Markos, Luka, Yuhanna yazmamıştı ki İncil’lerini, Hz. İsa hangi İncil’i tebliğ etmişti? Tabii ki hak, bozulmamış asıl İncil’i! Baba, oğul mecazi anlamda kullanılmış olabilir mi? Bu mecaz, zamanla asıl anlam gibi algılanmış olabilir mi? Matta (5-9): “Ne mutlu sulh edicilere, çünkü onlar Allah oğulları çağrılacaklar”; Matta (6-14): “İnsanların suçlarını bağışlarsanız, semavi babanız da size bağışlar.” Bu konuda detay için, ‘Müjde ve sevgi dini olarak lanse edilen Hristiyanlık, Papa ve İncil’ adlı yazımıza bakılabilir!
“Meryem’in babasının adı İmran, ama Musa’nın babasının adı da İmran. Musa’nın babasının adı İmran olanın kızı var Meryem adı, birileri “Ey Harun’un kız kardeşi” ayetini hatalı olduğunu çünkü karıştırılmış diyorlar, yukarıdaki isimlerin aynı olmasından ötürü Hz Muhammed kişileri karıştırmış ve zamanı da. Hakikaten Harun’un babası İmran mıdır? Ve kızının ismi Meryem?”
Önce temel kuralı hatırlatalım: Kur’an’ı Hz Muhammed yazmamıştır! O, vahiy ürünüdür. Bu konu detaylı olarak ‘Kur’an’ın kaynağı nedir?’ adlı yazımızda ele alınmıştır. Sorunuza gelirsek: Bir dilde kullanılan cümleler, kendi dil ailesi içindeki kurallar ile değerlendirilmelidir. Türkçe’yi bilse bile bir yabancının, Yozgat yöresinin “Eğle” diye kullandığı fiilin, ‘Dur’ anlamında kullanıldığını bilmesine imkan yoktur! Yabancı biri o kelimeyi duyunca, ‘Eğilmek, eğlenmek’den ahreketle kökenini arar dururdu! Türkçe ’de bir işe girmek için “Dayın var mı?” diye bir deyim kullanılır. Ama hiçbir Türk bunu, annenin kardeşi olarak anlamaz! “İbn” Arapça’da ‘oğul’ anlamına gelir ama Türkçe’de hakaret olarak kabul edilir. ‘İhtiyar’ Arapça asıllı bir kelimedir, ‘Seçilmiş’ anlamına gelir ama Türkçe’de ‘yaşlı’ anlamında kullanılır. Kısaca Arap dilinin kendine özel kuralları, özellikleri vardır. Onları anlamak için özelde o kelimenin kullanıldığı dönemin Arapçasına veya genelde ise Arapça’nın edebi sanatına hakim olmak gereklidir. Gelelim sorunun cevabına: Sahabeden Müğire b. Şube anlatıyor: Hz. peygamber beni, Necran halkına gönderdi. Onlar bana; gerçekten siz Kur’an’da “Ey Harun’un kız kardeşi!” diye bir ayet okuyorsunuz değil mi?” diye sordular. Ben de “Evet” dedim. Onlar, “Herhalde, Hz. İsa ile Hz Musa arasında ne kadar zaman geçtiğini de biliyorsunuz.” dediler. Ben resulullah’ın yanına döndüğümde bunu kendisine anlattım. Efendimiz; ‘Deseydin; onlar daha önceki peygamberlerin ve salih kimselerin ismini kullanıyorlardı.’ diye buyurdu. (Taberi, İbn aşur, Meryem, 27-28. ayetlerin tefsiri) Arapça’da eb (baba), eh (kardeş) ve uht (kızkardeş) kelimeleri birçok durumda geniş manada kullanılır. Gerçek bir kardeşlik değil, akrabalık ve mensubiyet de bildirirler. Çünkü Hz. Meryem validemiz Beni İsrail’den olup Yahudi idi. Hz. Peygambere bu bir soru olarak sorulmuş, O da: “Meryem zamanındaki insanlar, kendilerinden önce geçen peygamberlerinin ve iyi kimselerin isimlerini çocuklarına isim yaparlardı, yani onlara nispet edilirlerdi.” buyurmuştur. Nitekim: Hz. Safiyye, bazı kadınların kendisine “Yahudi kızı Yahudi!” dediklerini şikayet edince Hz. peygamber şöyle buyurmuştu: “Sen niçin onlara: “Oh ya! Harun babam, Musa amcam, Muhammed eşim oluyor, daha ne isterim!” deseydin ya!” (Tirmizi, Menakıb 63; Hakim, el-Müstedrek, IV/31) Ayrıca Kureyş’te Haşimoğulları kolu vardı. Bu kabileden birisi yanlış bir şey yaptığında “Ey Haşimoğlu bu yanlışı sen nasıl yaparsın” gibi bir söz söylenir, bu, o kişinin gerçek anlamda Haşim ismindeki soy büyüğünün oğlu olduğunu göstermeyip, o soyun bir ferdi olduğuna kinaye olarak söylenirdi. (Razi, Meryem, 27-28. ayetlerin tefsiri) Bu tür isimler soyu hatırlatan ve soyun büyüklerine hürmeten koyulan isimlerdir. Nitekim günümüzde de bazı yörelerde büyüklere hürmeten bazı isimler, son derece fazla sayıda isim olarak kullanılmaktadır. Efendimizin açıklamasından da anlaşıldığı gibi, Meryem’in babası olan İmran ile Musa ve Harun’un babası olan İmran birbirinden tamamen farklı ayrı kişilerdir. İsim benzerliğinden başka, zaman ve mekan bakımından bir yakınlıkları söz konusu değildir. Tıpkı, kendi toplumunda Hz. Meryem’e “ey Harun’un kız kardeşi!” diye hitap edilmesi ve bu kelimenin “Onun din kardeşi ve onun soyundan gelen” anlamını kullanılması gibi. Genellikle Hristiyan çevreler ve bize özel bir tarza sahip (!) ateistlerimizden gelen bu eleştirilerin objektif olmadığı, Hristiyanların kendi kutsal kitaplarında da aynı şekilde kullanım tarzlarına rastlanmasından anlaşılmaktadır. Nitekim Luka İncil’inde Hz. Zekeriyya’nın eşi Elizabeth için “Harun kızlarındandı” (Luka, 1/5) denmektedir. (Ömer Faruk Harman, Hz. İsa, İfav, IV/424) Zaten günümüze dek hiç bir İslam alimi, bu ayetten Hz. Meryem’in gerçekten Hz. Harun’un kız kardeşi olduğunu anlamamış ve böyle bir şeyi düşünmemiş ve eserlerinden böyle bir şeyi dile getirmemiştir. Dolayısı ile Arap dili ve Kur’an mantığı çerçevesinde ayetler arasında bir sorun yoktur. Hud suresi 50. ayet: “Ad halkına da kardeşleri Hud’u gönderdik” buyrulmuştur. Buradaki eh (kardeş) kelimesi kullanılmıştır. Ama ayetteki kardeş kelimesi, “kabile üyelerinden biri, onlardan biri” anlamında kullanılmıştır. Hz. Ali, N. Belağa adlı eserde, Hevazin kabilesinden olan ibn-i Simmah’ı kastederek, “Kema kale ehu hevazin” yani ‘Hevazinin kardeşinin dediği gibi’ tabirini kullanmıştır. Sakif kabilesinden olan Haccac için ‘Ehu sakif’ denilmektedir. Tüm bu örnekler “Ya uhte Harun” ayetinin “ey Harun’un soyundan gelen” anlamında kullanıldığını göstermektedir. Zaten Medine’de Yahudi ve Hristiyanlarından hiç kimse de bu söze hiçbir zaman itiraz etmemişlerdir. D. Herbelot, ‘Bibliothéque Orientale’ adlı eserinde, bu ayetin manasını “Ey Harun’un kutsal sülalesinden gelen” diye açıklamaktadır. Hz. Harun’un görevini İmran döneminde devam ettirenlerden olan Hanne, oğlu olması halinde onu tapınağa hizmete adayacağını vaad eder. Meryem erkek ismidir, erkek beklenirken bir kızları olur, ismini ve adağını değiştirmez bu aile ve görevlerine devam ederler. İşte bu tapınak görevinde olanlar, Hz Harun’un erkek ise ‘oğlu/soyu’ olarak isimlendirilirler. Ayette de soya atıfta bulunulmaktadır. Bu kutsal görevi Meryem’in soyu devam ettirecektir, bu nedenle, “Ey Harun’un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de iffetsiz değildi.” (Meryem, 28) denilmiştir. Kısaca üstlenilen göreve atıfla, Hz Harun’un ismi zikredilmiştir. (H. Kemal Gürger, Ateizmin ve deizmin sorularına karşı İddialar ve izahlar, s. 139) Zaten Hz Muhammed’de, Hz İbrahim’in ‘milletindir’ (Bakara, 135; Ali İmran, 95) Halbuki arada, kimi rivayetlere göre üç bin yıl vardır. İşte bu evrensel İslam kardeşliğini anlayamayanlar, aradaki zaman veya mekanların birer sınır olduğunu zannederek insan ve mesajlar arasında set koymaya çalışmakta veya zihinlerde sorular oluşturmak istemektedirler!
“Hz İsa için Kur’an’da Mesih sözcüğü kullanılıyor, Mesih ne demektir, Yahudilikte ve Hristiyanlıkta kullanılan Mesih kavramıyla aynı anlamda mı kullanılır?”
Mesih kelime olarak, ‘bir şey üzerinde el yürütmek, bir şeydeki eseri gidermek, el ile temas etmek’ manalarında olan “Mesh” kökünden gelen bir kelimedir. “Mesih” kelimesi hem Hz. İsa’ya, hem de Deccala unvan olmuştur. Hz. İsa’ya bu unvanın verilmesinin sebebi ve hikmeti şöyledir: Kur’an-ı kerimin 11 ayetinde geçtiği üzere, “Mesih” unvanı İsa aleyhisselama Allah tarafından verilmiştir. Ali İmran süresinin 45. ayetinde mealen şöyle buyurmaktadır: “Hani melekler Meryem’e şöyle demişlerdi: ‘Ey Meryem! Allah seni, bir ol emriyle yaratacağı bir oğul ile müjdeliyor. Onun adı Meryem oğlu Mesih İsa’dır.” Bu ayetin tefsirinde Kurtubi şu izahı vermektedir: “Hz. İsa’ya mesih denmesi ve nedenleri: İbni Abbas’a göre Hz. İsa (as), değişik hastalara el sürüp, onları Allah’ın izniyle sağlıklarına kavuşturduğu için bu lakabı almıştır. Ali İmran 49. ve Maide 110. ayetlerde de bu özelliği belirtilir. Bazı dilcilere göre, bu kelime İbranicede “meşiha” olup, ‘güzel bir yaratılışı ve mübarek bir sima ve bir kişiliği’ ifade etmektedir.” (Kurtubi, IV/89) Bazı alimler ise, ‘mesih kelimesinin, ‘tertemiz’ anlamında olup Hz. İsa’nın günahlardan arındırılmış bir insan olduğunu ifade ettiğini’ söylemişlerdir. (Taberi, IV/35) Diyanetin Ali İmran 45. ayet tefsirinde, “Kelimenin Aramice aslı olan meşiha ve İbranice aslı olan maşiah, “sıvazlanmış” anlamına gelmekte olup, İsrailoğulları’nda hükümdarlık görevine başlarken kahin (üst düzey din adamı) tarafından kutsal yağ sürülmesi geleneğine bağlı olarak krala mesih unvanı verilir olmuştur.” (Zemahşeri, I/189; Reşid Rıza, III/305; Ömer Faruk Harman, Hz. İsa, İFAV Ans., II/423; Mesih, III/224) denmektedir. Muhammed Abduh ayetin tefsirinde, “Hükümdar, adaleti gerçekleştirmesi ve halkın uğradığı haksızlıkları gidermesi için başa geçirilir. İsa Mesih de bunu yapmıştır. Mesih, onların dinin gerçek amaçlarına dönmelerini ve haksızlıkları ortadan kaldıran kardeşliğe yönelmelerini sağlamıştır.” Şeklinde yorum yapmaktadır. Burada üzerinde asıl durulması gereken konu, bizzat misyonerlerce de dile getirilen, “İsa’nın mesih olduğunun Kur’an’da da dile getirilmesi” iddiasıdır ki, Kur’an’daki İsa aleyhisselam ile ilgili ayetlerin tümüne bakıldığında, bu iddianın tamamen Hristiyan misyonerlerin amaçlarının dışında bir kullanımı ifade ettiği açıkça görülmektedir. İsa peygamberin bizzat bir kul olduğu; Meryem’in oğlu olduğu (Ali İmran, 45) ve tıpkı Adem peygamber gibi yaratıldığı (Ali İmran, 59; Meryem, 19; Nisa, 157-160, 171) şeklindeki ayetler, misyonerlerin iddialarına Kur’an’dan kaynak bulma çabalarını tamamen geçersiz kılmaktadır. Bu konuda ‘Hristiyanlık, Papa ve İncil’ adlı yazımıza da bakılabilir. İsa peygambere; babasız doğumu, doğduğunda bebekken konuşma, kendisine öğretilen “kitap, hikmet, Tevrat, İncil”, ölüleri diriltme (Maide, 110) gibi mucizeler verilmiş ve bu özelliklerin vurgulanması için de, tefsirlerde farklı özellikleri ayrı ayrı ifade edilen ‘Mesih’ terimi kendisi için kullanılmıştır. Ama sonuçta O (as) “Meryem ‘oğlu’ Mesih” yani sadece bir peygamberdir: Maide 75: “Meryem oğlu Mesih (İsa) bir peygamberden başka (bir şey) değildir. Ondan evvel de peygamberler gelip geçmiştir. Anası çok sadık bir kadındı. İkisi de (birer kul ve beşer olarak) yemek yerlerdi. Bak, biz ayetleri onlara nasıl apaçık bildiriyoruz. Sonra da bak onlar nasıl hakikatten çevriliyorlar.”; Bakara, 136: “Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve Yakup oğullarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.” Biz Müslümanlara göre tüm peygamberler gibi İsa peygamberde bir kul ve resuldur ve diğerlerinden bize göre bir farkı yoktur. Her birinin ayrı mucizeleri olsa da hepsi Allah’ın kulu ve peygamberidir! Hepsi bizim peygamberimizdir! “Andolsun, “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler küfre düşmüştür. Oysa Mesih’in dediği (şudur:) “Ey israiloğulları, benim de rabbim, sizin de rabbiniz olan Allah’a ibadet edin. Çünkü o, kendisine ortak koşana şüphesiz cenneti haram kılmıştır, onun barınma yeri ateştir. Zulmedenlere yardımcı yoktur.” (Maide, 72) İsevilikteki Mesih, direk rab olan İsa’dır ve asla İslam’la ‘içerik olarak’ bir benzerliğe sahip değildir! Yine Kur’an’da Hz İsa için geçen “kelimetullah” sıfatı da asla başka anlamlara çekilmemelidir. Kur’an’da üç yerde Hz. İsa’nın “Allah’tan bir kelime” olduğu ifade edilir. (Al-i İmran, 39, 45; Nisa,171) Nasıl ki, Hz Musa’ya ‘Kelimullah’, Hz İbrahim’e ‘Halilullah’ isimleri verilmişse, Hz İsa’ya da bu sıfat Allah tarafından verilmiştir. Hz. İsa’yı Cenab-ı Allah, babasız olarak “ol” emriyle yani ‘kelimesiyle’ yarattığı için, ‘Allah’ın kelimesi’ adını kendisine vermiştir. (Râğıb el-İslahani, el-Mufredât fî Garibi’l-Kur’an, s. 439-440) Ama Hristiyanlar İsa’yı, Allah’ın kelam/konuşma sıfatının et-kemiğe bürünmüş hali gibi bu kelimeyi anlamaktadırlar! Tıpkı, ‘oğul’ kelimesini farklı anladıkları gibi! Nitekim Allah Teala, Adem’i de anasız babasız topraktan yaratmıştır. “Allah nezdinde İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona “Ol” dedi o da oluverdi” (Ali İmran, 59) Bu konudaki uyarı ayetleri ile konumuzu bitirelim: Meryem, 30, 36, 88-92; Maide, 73, Nisa, 171: “Cevabı çocuk verdi: “Ben Allah’ın kuluyum; O bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. İsa şunu da söyledi: “Muhakkak ki Allah, benim de rabbim, sizin de rabbinizdir. O halde O’na kulluk edin, doğru yol budur.” Rahman çocuk edindi” dediler. Hakikaten çok çirkin bir iddia ortaya attınız. Öyle ki bundan dolayı neredeyse gökler çatlayacak, yer ortasından yarılacak, dağlar yıkılıp çökecek! Çünkü Rahman’a çocuk yakıştırıyorlar. Halbuki çocuk edinmek Rahman’ın şanına yakışmaz. Şüphesiz “Allah üçün üçüncüsüdür” diyenler kafir olmuşlardır. Oysa bir tek ilahtan başka ilah yoktur. Eğer söylemekte olduklarından vazgeçmezlerse onlardan inkar edenlere acıklı bir azap dokunacaktır. Ey Ehl-i kitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesih ancak Allah’ın elçisidir, Allah’ın Meryem’e ulaştırdığı kelimesidir ve O’ndan bir ruhtur. Şu halde Allah’a ve peygamberlerine iman edin, “(Tanrı) üçtür” demeyin, bundan vazgeçin; hakkınızda hayırlı olan budur. Allah ancak bir tek ilâhtır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Güvenmek ve dayanmak için Allah yeter.”
“Kur’an da adı gecen peygamberlerin hepsi orta doğuya gelmiş peygamberler. Oysa Kur’an’da 250 bin peygamber gönderildiği söyleniyor, dolayısıyla neden sadece orta doğudaki peygamberlerin ismi zikrediliyor?”; “Allah neden hep Yahudilere peygamber göndermiştir?”
Kur’an’da 250 bin peygamberden bahsedilmez, böyle bir ayet yoktur! Kur’an’da Yahudiler bir prototip olarak, onların düştüğü yanlışlığa düşülmemesi, tarihten bir ders alınması, ibret alınmaları için özellikle üzerlerinde durulan bir kavimdir. Günümüzde Yahudi sermayesinin ve siyonizmin dünyayı ne hale getirdiğini canlı olarak da yaşamaktayız! Günümüzde ‘Yahudileşme Temayülü’ şeklinde tarif edilebilecek olan, İlahi vahyi dünyevi menfaatler için değiştirmeye, kullanma ve dünyevileşmeye karşı İslam toplumunu uyarmak için Kur’an, bir numune/örnek olarak Yahudilerden bahsetmiştir. Yoksa sadece peygamber Yahudilere gönderilmiş değildir. Konu, ‘Kur’an’da çelişki yoktur’ başlıklı yazımızın “Kur’an sadece Araplara mı indirilmiştir?” adlı soruya cevapta ele alınıp cevaplanmıştır.
Bilim Musa mucizesini de aydınlattı
Binlerce yıllık Hz. Musa peygamber esrarı çözülmüş olabilir mi? Musa Peygamber’in Mısır’da firavundan kaçan israiloğullarını kutsal topraklara ulaştırmasını sağlayan ‘denizin yarılması’ mucizesinin arkasında fizik kanunları olduğunu öne süren bir araştırmanın iddiası bu şekilde. ABD’li araştırmacıların bilgisayar simülasyonlarına dayanan çalışmasına göre, kutsal kitaplarda tarif edilen ‘mucizenin’ gerçekleştiği gece esen sert rüzgarlar ve deniz yatağının coğrafi yapısı, suyun geriye doğru çekilmesine neden oldu. Rüzgarların suyu nasıl etkilediği üzerine Colorado Üniversitesi’ndeki ulusal atmosfer araştırmaları merkezi’nde yürütülen daha geniş bir çalışmanın parçası olan bilgisayar simülasyonlarında, nehrin bir lagüne ya da göle döküldüğü durumlarda, rüzgarın suyu geriye itebildiği görüldü. Araştırmayı yürüten ekipten Carl Drew, simülasyonların kutsal kitaplarda anlatılan göçteki durumla uyuştuğunu söylüyor. Buna göre, “suyun ikiye yarılması, akışkanlar dinamiğiyle anlaşılabilir. Rüzgar, suyu fizik kanunlarına uyumlu bir şekilde hareket ettiriyor ve iki tarafından su geçen, güvenli bir pasaj açıyor. Daha sonra da su tekrar yerini alıyor.” simülasyon eski haritalar, uydu verileri ve bölgenin arkeolojik yapısı incelenerek uygulanmış. Sonucunda da doğudan saatte100 km. hızla ve 12 saat süreyle esen rüzgarların, suların iki yana açılmasını sağladığı görülmüş. Bu da yaklaşık 3 km. uzunluğunda, 5 km. genişliğinde kara geçişi yaratıyor. (Reuters, 23/09/2010)
Mucizenin aynen böyle olduğunu iddia etmemiz mümkün değildir! Bu sadece, ateist itirazlara cevap vermede bir aşama olabilir. Yoksa zaten mucize, tabiat kurallarına aykırı, normal dışı ilahi kaynaklı olaylardır! (DİA, mucize maddesi)