Müşkilü’l-Kur’an ve Müşkilü’l-Kur’an ile ilgili 4 Kitap Özeti

Within spread beside the ouch sulky and this wonderfully and  as the well and where supply much hyena so tolerantly recast hawk darn woodpecker

Benzer içerikli yazılara, ‘Kur’an’da çelişki yoktur.’; ‘Teşbih, mecaz’, ‘Kur’an’daki bilimsel ayetlere itirazlara cevaplar’ adlı yazımızdan ulaşılabilir.

Ayetler arasında “ilk bakışta çelişki gibi görünen” (Sabri Demirci, Kur’an’da çelişkili ayetler meselesi, s. 17); “aralarında ihtilaf olduğu zannedilen” (Murat Dinler, Müşkilü’l-Kur’an, FSM İlmi Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 11 (2018) Bahar, s. 326) durumları inceleyen ilme ‘Müşkilu’l-Kur’an’ denir.

İbn Kuteybe’ye göre “müteşabih” ile “müşkil” terimleri eşanlamlıdır. (Kuteybe, Te’vîlü müşkili’l-Kur’an, s. 119-120) Zaten “Müteşabih konudaki ihtilaf da, özle alakalı bir ihtilaf olmayıp, ‘şekli’dir/görüntüdedir.” (Enver Apa, Müteşabih Ayetler” Kavramı Hakkında Tarihi ve Semantik Bir İnceleme, AüİFD Cilt XLIII (2002) Sayı 2, s. 166) Müteşabih konusunu hem ‘Kur’an’da çelişki yoktur’ başlıklı yazımızdaki ‘Ama yabancı  kelimeler var Kur’an’da.’ Ve hem de ‘Ateistlere cevap’ başlıklı yazımızdaki ‘Kur’an açık bir kitap”, “Anlaşılsın diye” indirilmedi mi?’ şeklinde başlayan sorularda ele alıp inceledik.

Evet, Müşkilu’l-Kur’an, Kur’an’da var olduğu ‘sanılan’ çelişkiler demektir. (M. Halil Çiçek, Müşkilu’l-Kur’an’ı Yeniden Değerlendirmek, s. 16)  Kur’an’da problem olarak ileri sürülen durumların her biri ‘görüntüsel’ ‘işkal’ olmaktan öteye geçmemektedir. (Çiçek, s. 54) Kur’an’a düşmanlık besleyenler “sanal” uyuşmazlık ve ihtilafları yüzde yüz hakikatmiş gibi gösterirler. (Çiçek, s. 26-28) Çelişki bulundu zannedilen ayetlerde, yeterli bilgiye sahip olunduğunda hakiki anlamda bir ihtilafın söz konusu olmadığı ortaya çıkmaktadır. (Flamur Kasami, Kur’an’da çelişkili gibi görünen ayetler, s. 119) Gerçekte ihtilaf olmasa bile, bir kimsenin Kur’an’ın anlatım tarzını bilmemekten ya da ayetler arasındaki bağları ortaya çıkaramamaktan, yani Allah’ın kitabındaki metoda hakim olamamasından dolayı bu tür meseleler ortaya çıkabilmektedir. Kur’an’ın baştan sonuna kadar ifade ve üslubunda tam bir tutarlılık, bütünlük, uyum ve eşitlik bir güzellik vardır. (Kasami, s. 26)  Kur’an semasının yıldızları olan ayetler, gökte düzensiz görünen yıldızların hali gibidir. Üstünkörü bakan, bilgisiz biri onların dağınık zanneder, onların aralarındaki ilişkileri bilen bir astronomi uzmanı ise, nasıl dakik bir saat gibi işleyen bir düzenle yürüyüp kainattaki ahengi ve dengeyi sağladıklarını bilir. (Sabri Demirci, Kur’an’da çelişkili ayetler meselesi,  s. 12)

“Arapça bilmeyenlerden İslam’a girenlerin çoğalması, insanların kültür ve coğrafya farklılıklarının farklı anlayışlara sebep olması, İslam’a düşman olanların ortaya attıkları şüphelerden” dolayı bu ilim dalı ortaya çıkmıştır. (Murat Dinler, s. 326) Çelişki ve tutarsızlık iddiaları, ayetlerin Kur’an’i bağlamını anlamamaktan, dilin ifade biçimlerini, hakikat, mecaz, kinayeyi anlayamamaktan, fiillerin farklı bağlantılarını düşünememekten, aynı anlamla ilgili karşılıklı ayetleri iyice incelememekten ileri gelmektedir. (M. Halil Çiçek, s. 53; Murat Dinler, s. 327-336 Demirci, s. 49) Kur’an’da ihtilaf varmış gibi sanılan ayetler bazen kelimenin mecazi ve gerçek manalarının ayrımının yapılamamasından kaynaklanır. Mesela, Hac, 2. ayette, sarhoş kelimesinin iki anlamda kullanıldığı anlaşılmaktadır. (Kasami, s. 51) Bir konunun farklı açılardan ele alınması da ihtilaf zannedilmektedir. “Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 28) “Allah anıldığı zaman yürekler ürperir.”  (Enfal, 2) Ayetlerin, her zaman korku ile ümit arasında bulunması gereken kalp halini ifade ettiği görülmektedir. (Zümer, 23) Lafzın aynı olması manaların farklı olması da diğer bir ihtilaf zannedilen konudur. Mesela Kur’an’da ‘Hüda’ kelimesinin farklı manalarda kullanıldığını görmek mümkündür. (Fussilet, 17; Rad 7; Örnekler için; Kur’an Yolu Tefsiri, III/615-616) Konu için, ‘Allah kalpleri mühürler mi?’ adlı yazımıza bakılabilir. Zahiri mana ile asıl kastedilen mana farklılığı anlamayan da çelişki var zanneder: Arap dilinde ifade, anlatım biçimleri yeterince bilinmezse bu gibi ayetlere yanlış anlamlar verilebilir. ‘Yalancılar kahrolsun’ (Zariyat, 10) Gerçekte ifade ettikleri anlamların meydana gelmesi kast edilmemiştir. Burada onların bu yaptıklarının çirkinliğini ifade etmektedir. (Kasami, s. 55) Yine fiillerin kullanım cihetleri yönünden ortaya çıkan durum da ihtilaf zannedilebilmektedir: “Savaşta onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü.” (Enfal, 17) “Öldürme işini ashaba, tesir ve yaratma yönünden Allah’a izafe edildiği görülür.” (Kasami, s. 48) Bu konu, ‘Ateistlere cevap’ başlıklı yazımızaki ‘melekler bizzat fiili olarak ta savaşlara katılmışlar mıdır?’ şeklindeki soruya verilen cevapta da ele alınmıştır.

Kur’an insan ürünü olan eserlerin tamamından farklı bir formülasyonla şekillenmiştir. Bu durum kimilerini olumlu kimilerini de olumsuz yönde etkilemektedir. Kur’an itikadi, ahlaki, sosyal alanlarda insanlığı yeniden yapılandırma amacıyla indirilmiştir. Kur’an çok çeşitli konulara birçok olaya değişik üsluplarla atıfta bulunmuştur. (Çiçek, s. 23-25) Kur’an farklı insani seviyeleri dikkate alarak bazen akla, bazen kalbe, bazen de duyguya hitap etmiştir. (Çiçek, s. 26-28)  Kur’an’ın ele aldığı konuların zengin ve enginliği, farklı alanların seçilmesi, değişik kesimlere hitap edilmesi ve değişik mesajların ulaştırılma çabası, Kur’an’ın çok kısa veciz ve muhtasar/kısa bir üslup seçmesini kaçınılmaz kılmıştır.  (M. Halil Çiçek, s. 118)  Kur’an, belagatin en can alıcı noktası olan icazdan da hiç taviz vermemiştir. İcaz, az ve öz mesaj vermektir. Bazen aynı kişilerle ilgili farklı zamanlarda meydana gelen farklı durumları, zamanla hiç kayıtlamadan anlatır. (M. Halil Çiçek, s. 63) Kur’an, Arap kelamında kullanılan tekrar, mecaz, teşbih gibi üslupları çok büyük bir maharetle kullanmıştır. (M. Halil Çiçek, s. 62) Kur’an ve sünnette, hakikat ve mecaz mevcuttur. Bunlar Arapça dilinin özelliklerinden kaynaklanmaktadır. (Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler, Müşkilü’l Kur’an, s. 42) Kur’an, bilmeyenlere açıklama ve beyan görevini başta peygamberler olmak üzere ehil kişilere vermiştir. (Candan, s. 33) Hikmet ve derin düşünme ile ilgili olan ayetleri anlayabilmek için Arapça bilgisi, akıl ve ilim yanında tefekkür de gereklidir. (Candan, s. 38) Müteşabih ayetler üzerinde düşünme yasağı konulmamıştır. Ancak bu konuda sapmalara düşülmemesi tavsiye edilmiştir. (Candan, s. 39) Kur’an’da müteşabih ayetlerin bulunması insanların ilim ve kültür seviyeleri ile ilgilidir. Kur’an’ın tefekkürü emretmesi, müteşabih ayetlerin anlaşılması için itici bir güç oluşturmuş, insanlar taklitten uzaklaşmıştır. Müteşabih ayetler sayesinde İslami düşüncenin ufukları gelişmiş ve genişlemiştir. Müteşabi ayetleri anlamaya çalışanlar, diğer ilimlere de sarılmışlardır. (Candan, s. 30-32)

Aslında, “Müşkil alanında yazılan eserler dikkatle incelendiğinde, kişinin Kur’an’ın yüceliği, güzelliği ve icazı karşısında güveni artmaktadır.” (M. Halil Çiçek, Müşkilu’l-Kur’an’ı Yeniden Değerlendirmek, s. 96) 

.

-Kitap Özetleri-

Kur’an’da çelişkili gibi görünen ayetler

Bazı ayetler var ki yeterli bilgiye sahip olmayanlar bu ayetleri birbiriyle çelişiyormuş gibi görebilmektedir. İslam âlimleri, ‘Müşkilül Kur’an’ ilmiyle bu durumun çözüme kavuşturulabileceğini ortaya koymuşlardır. (s. 13-14) Hakikatte ihtilaf olmasa bile, bir kimsenin Kur’an’ın anlatım tarzını bilmemekten ya da ayetler arasındaki bağları ortaya çıkaramamaktan yani kısaca, Allah’ın kitabındaki metoda hakim olamamaktan dolayı bu mesele ortaya çıkabilmektedir. Kur’an’ın baştan sonuna kadar ifade ve üslubunda tam bir tutarlılık, bütünlük, uyum ve eşitlik bir güzellik vardır. (s. 26) Gerek Peygamberimiz zamanında yaşayan toplumlar gerekse şimdiki toplumlarda Kur’an’ın hedefi aynı ve değişmezdir. (s. 28) “Onun tevilini ancak Allah bilir ve ilimde yüksek payeye erişenler bilir.(Ali İmran, 7)

“Biz müşriklerden değildik demekten başka bir özür bulamayacaklar.” (En’am, 23) “Allah’tan hiçbir sözü gizlemezler.” (Nisa, 42) Kıyamet gününde Müşrikler, Allah’ın Müslümanların günahlarının büyüklüğüne bakmaksızın mağfiret ettiğini, şirki affetmediğini görünce günahlarını büyük görmemeleri sebebiyle mağfiretlerini umarak, “Ey Rabbimiz, yemin ederiz biz müşriklerden değiliz.” derler. Bunun üzerine Allahu Teala ağızlarını mühürler, el ve ayakları yaptıklarını anlatmaya başlar. (s. 38)

Sura üflendiği zaman birbirlerini de arayıp sormazlar.” (Müminun, 101) “Birbirlerine dönüp soruşurlar.” (Tur, 25) Birinci kez Sûr’a üfürülünce göklerde ve yerde ne varsa Allah’ın dilediğinden başka her şey düşüp ölür, o gün de aralarında nesep farkı olmaz, ondan sorulmazlar. Sonra ikinci sûr üfürülünce, hemen ayağa kalkıp bekleyeceklerdir. İşte bu durumda olanlardan bir kısmı diğerlerine yönelip soru sormaya başlarlar. (s. 39)

İbni Abbas, “Allah yeri, gökten iki gün önce yarattı. Sonra göğe yöneldi, başka iki günde de onu yedi kat olarak yarattı. Sonra diğer iki günde yeryüzünü düzenledi.” (Suyuti, el -İtkân, II/725) demektedir. (s. 40) Allah haberdar ‘idi.’ Bu ayetler sanki Allah Eskiden ‘şöyle idi.’ (s. 41) manası vermektedir. ‘Kâne’ fiili ‘devamlılık’ (Suyuti, el- İtkân, II/726-728) bildirir. (s. 42)

Kur’an bazen tek bir şeyi farklı asıllara bağlar ve onu çeşitli şekillerde tanımlar. Mesela insanların yaratılışı topraktan, balçıktan, çamurdan, bir damla sudan.(s. 44) Kur’an’da ihtilafın, farklılığın görülmesi onlar sorguya çekilecekler. (s. 45 ) Rahman Suresi 39. ayet: “O gün insana da cin’e de günahı sorulmaz. Kıyamet gününde kafirlerin ağızlarının mühürlenip, diğer organlarının (elleri, ayakları) konuşacağına dair ayet bu durumu açıklamaktadır.(s. 46)

Fiillerin kullanım cihetleri yönünden ortaya çıkan ihtilaf: “Savaşta onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü.” Enfal suresi 17. ayet: “Öldürme işini ashaba, tesir ve yaratma yönünden Allah’a izafe edildiği görülür.” (s. 48) Ebu Ubeyde Mamer b. Müsemma, ‘Mecazül Kur’an’ adlı eserinin mukaddimesinde, Kur’an’da 38 çeşit mecazi kullanma durumları olduğunu belirtmiştir. İslam alimlerinin büyük bir çoğunluğu Kur’an’da mecazın varlığını kabul ederler. (s. 50 )

Kur’an’da ihtilaf varmış gibi sanılan ayetler bazen kelimenin mecazi ve hakiki manalarının ayrımının yapılamamasından kaynaklanır. Hac, 2. ayetinde, sarhoş kelimesinin iki anlamda kullanıldığı anlaşılır. (s. 51)

Bir konunun farklı açılardan ele alınması: “Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 28) “Allah anıldığı zaman yürekler ürperir.”  (Enfal, 2) Her zaman korku ile ümit arasında bulunması gereken kalp halini ifade ettiği görülmektedir. (Zümer, 23)

Lafzın aynı olması manaların farklı olması: Hüda kelimesinin farklı manalarda kullanıldığını görmek mümkündür. (Fussilet 17 , Rad 7)

Zahiri mana ile asıl kastedilen mana farklılığı: Arap dilinde ifade, anlatım biçimleri yeterince bilinmezse bu gibi ayetlere yanlış anlamlar verilebilir. ‘Yalancılar kahrolsun’ (Zariyat, 10) Gerçekte ifade ettikleri anlamların  meydana gelmesi kast edilmemiştir. Onların bu yaptıklarının çirkinliğini ifade etmektedir. (s. 55)

Kıraat farklılıkları: Müsteşrikler şüpheli olan ne ise, naklediyorlar. Çünkü bu metot onların menfaatine daha uygun görülmektedir. Kur’an-ı Kerim’in kıraatında çok az farklı tarz vardır. Bunlar da zaten anlam bakımından bir ihtilaf ve tenakuz oluşturmamakta, aksine müfessirin önüne geniş bir yorum alanı açmaktadır. Din gününün sahibi, din günün hükümdarı gibi. (İsmail Cerrahoğlu, Tefsir usulü, s. 95,102) (s. 56)

Kur’an’da ihtilaf ve çelişki bulunduğu yönündeki iddialar, Batıda ilk olarak Abdülmesih b. İshak el Kindiye nispet edilen Risale adlı eserde görülmektedir. (s. 68) İbni Kesir (1301- 1373) yılları arasında Şam beldesinde yaşamıştır.(s. 73) Eşari-Şafii mezhebine mensuptu. İbni Teymiye’nin en mühim talebelerinden olan İbni Kesir, sufilerden de saygıyla bahsetmiş, ancak tarikatları reddetmiştir. Şiilliğe karşı sert bir üslup kullanmış ve eserlerinde israiliyata yer vermemiştir. (s. 93 -94) Taberi’nin tefsirinde zayıf rivayetlere rastlanırken, İbni Kesir’in tefsirinde ise bu tür rivayetlere yer vermemiştir. (s. 111) Kur’an çoğu zaman kendi kendini tefsir eder. (s. 112 ) İbni Kesir tefsirinde nakille yetinmeyip cerh ve tadile de büyük önem vermiştir. (s. 113 ) Kimi rivayetlerin zayıf, Kimi rivayetlerin de sahih olduğuna işaret etmiştir. Allah, “Sonra onu açıklamak yine bize düşer.” (Kıyamet Suresi 19. ayet) buyurur. İmam Şafi, “Allah Resul’ünün hükmettiği her şey Kur’an’dan çıkardığı hükümlerden ibarettir.” demiştir. (Cerrahoğlu Tefsir Tarihi, s. 585) (s. 114 ) “Ey Resulüm! Sana da, insanlara gönderileni açıklayasın diye Kur’an’ı indirdik, belki düşünürler.” (Nahl Suresi 44. ayet) (s.115 )

Çelişki bulundu zannedilen ayetlerde, yeterli bilgiye sahip olunduğunda hakiki anlamda bir ihtilafın söz konusu olmadığı ortaya çıkmaktadır. (s. 119) Kalplerin mühürlenmesi meselesi; kalplerin mühürlenme hadisesi ‘kendi iradesi doğrultusunda’ gerçekleşen bir vakadır. (s. 123) Allah’ın ezelde bir şeyi bilmesi, onu yapması ve yaptırması demek değildir. (Elmalı, Hak Dini Kur’an dili, I/97) (s. 124 ) Allah dilediğini hidayete erdirir, peygamber erdiremez.  Kassas suresi 56. ayet: “Resulüm, sen sevdiğini hidayete erdiremezsin.” Şura, 52: ” Şüphesiz ki sen doğru bir yol göstermektesin.” (s. 127- 128 ) Hz. Peygamber hakkında kullanılan hidayet kelimesi doğru yola davet etmek, Allah’a izafe edilen hidayet kelimesi bizzat hak edeni doğru yola ulaştırmak anlamındadır. Kıyamet Suresi 23. ayet: ” Yüzler vardır ki, rablerine bakacaklardır.” (s. 129) “Sen beni asla göremezsin” (A’raf suresi, 143) Gözler Onu her ne kadar ahirette görecekse de, dünyada ona erişemez. (s. 132) Kainatın yaratılışı; Göklerin mi, yerlerin mi önce yaratılması konusu. (s. 134) Gün kelimesi: İbni Abbas, Mücahid, Dahhak ve Ka’bu’l-Ahbar’a göre devir anlamındadır. Eyyam sözcüğünün yer aldığı ayetler, gök ve yerlerin yaratılmasından bahsedilmektedirler. 24 saatlik bir süre anlamına gelen gün, bu aşamada henüz söz konusu edilmemelidir. (s. 137) İnsanın yaratılışı: Yüce Allah bütün canlı ve cansız varlıkları yarattıktan sonra, ilk insanı yaratmıştır. (s. 140) Ana madde topraktır.(s. 142) Tevhid ve Nübüvvet konuları: Hz. Peygamber kendisinden önce gelen Peygamberlerin getirdiği esasları yıkıp yok etmemiştir. Allah meleklerden de elçiler seçer: Hac Suresi 75. ayet.(s. 146) Meleklerin elçiliği insanlara tebliğ etmek değil, sadece seçilmiş peygamberlere bu gerçekleri bildirmektir. (s. 146-147) Kıssalar: Hz Adem’in yaratılış kıssası. İbni Kesir, “Halifeden maksat sadece Hz Adem değildir. Çünkü yalnızca Adem kastedilmiş olsaydı, meleklerin yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökecek kimse mi yaratacaksın demeleri doğru olmazdı. (s. 152) Hz Musa’nın asası: “Hemen apaçık bir ejderha oluverdi” (A’raf 107; Şuara 32) (s. 157) “Hızla sürünen bir yılan”  (Taha, 20) (s. 158) Yılan haline geldiği anda küçük ve hızlı bir yılan oldu. Sonra büyük bir yılan haline gelecek şekilde gelişti. Buna göre ”cân’ kelimesi ile onun ilk hali ‘se’bân’ kelimesi ile de onun ulaştığı son hal kastedilmiştir. (s. 159) Allah’ın Hz. Musa’ya yaptığı nidaların farklı şekillerde olması: Allahu Teala hepsini anlatmış, fakat her surede o seslenmenin bir kısmını nakletmiştir. (s. 162) İnsanların sorguya çekilip çekilmediği: A’raf 6. ayet: “Muhakkak sorguya çekeceğiz.” Kasas 78. ayet: “Günahkarlardan günahları sorulmaz.” (s. 164) İbni Abbas: Allahu Teala onlara, ‘şunu şunu yaptınız mı?’ diye sormayacaktır. Zira O bunları onlardan daha iyi bilmektedir, o yüzden Allahu Teala, “İşte o gün insanlara da cine de günahı sorulmaz” buyurmuştur. Fakat ne için şunu şunu yaptınız diye soracaktır. (İbni Kesir, Tefsir, IV/468, 469) Kâfirlerin hesaba çekileceğinin delilidir. (s. 165) “Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın. Kadınlar arasında adil davranmaya güç yetiremezsiniz…” İbni Kesir, görünüşte bir eşitlik meydana gelse bile, sevgide mutlaka bir eşitsizliğin olacağını belirtir. (s. 166) Seyit Kutup, “Kalbi duygular konusunda hiç hiçbir kimseden adil olması beklenemez, çok evliliğin bir emir olarak değil de ruhsat olarak anlaşılması gerektiğini söylemek gerekir.” der. (s. 167)

Flamur Kasami, Kur’an’da çelişkili gibi görünen ayetler

.

.

Kur’an’da çelişkili ayetler meselesi

Kur’an semasının yıldızları olan ayetler, gökte intizamsız görünen yıldızların hali gibidir. Üstünkörü bakan, bilgisiz biri onların dağınık zanneder, onların aralarındaki münasebetleri bilen bir astronomi uzmanı ise, nasıl dakik bir saat gibi işleyen bir nizamla yürüyüp kainattaki ahengi ve dengeyi sağladıklarını bilir. (s. 12) Ayetler arasında “ilk bakışta çelişki gibi görünen” durumları inceleyen ilme Müşkilu’l-Kur’an denir. Kur’an ayetleri tek bir kaynaktan aynı gaye ve metodu gerçekleştirmek için gelmiştir. (s. 17) Ragıp el-İsfahani, Müteşabih ayetlerin üç kısımda ifade eder, Bilinmesi mümkün olmayan, kıyametin kopma, cennet, cehennem zamanı vb. ayetler. İkincisi, İnsanoğlu sebeplere yapışarak onun manasını bilebilir. Üçüncüsü, ilimden rüsuh sahibi kimseler bilebilir. (s. 22)

Fussilet, 9-12; Naziat, 28-30; Hud, 7 ayetlerinin arasındaki işğal. (s. 27): Yaratmanın başlangıçta gökler ve yer beraberken, yerküre diğer cisimler arasında hepsinden önce yoğunlaşıp katılmamış, derken Allah’ın iradesi göğe yönelerek, orayı yedi sema haline düzenlemiş, daha sonra yerkürenin düzenlenmesini gerçekleştirmiştir. ‘Kane’ yani o hep böyle olmuştur ve böyle olacaktır. Tam tersine burada ezeliyet murattır. (s. 28) Kur’an-ı Kerim hem mana bakımından hem ifade ve hem de hüküm bakımından bir bütünlük arz etmektedir. (s. 33) Nisa, 82; Fussilet, 41- 42; Zümer, 28. (s. 34 ) “Kur’an ilminin en büyük değeri ve zevki uyumlu çeşitlilik içinde müteşabih ayetleri muhkem olanlarla kıyaslayarak Kur’an ayetlerinden Allah’ın hükümlerini okuyup bulmaktır.” (Zemahşeri, el-Keşşaf, I/563) Kur’an bir ümmetin dilinden yazıldı. Üstelik kitapları olmayan, ümmi bir toplum içinde ortaya çıktı. (s. 48) Zerkeşi, ‘el Burhan fi Ulumi’lKur’an’ isimli kitabında zahiri ihtilaf sebeplerini 5 maddede toplamıştır. (s. 49)

Konunun çeşitli safhalarının olması: İnsanın yaratılışından, topraktan, balçıktan, nutfeden… yaratılma gibi. Konu ve yer Saffat, 24; Kasas, 78; Rahman, 39: Ahirette birçok duraklar ve mevkiler vardır. Daha önce sorgu yapılmıştır, sonra topluluğun ağzı mühürlenerek ellerin ve ayakların, onların yaptıklarını söylemesine sıra gelir. ‘Şunu yaptınız mı?’ diye sorulmaz, Neden yaptınız? denir. (s.51 ) Nisa, 3; Nisa, 129: Birinci ayet hukukun uygulanması, ikinci ayet ise insan gücünü aşan kalbi meyille ilgilidir.

İşin iki ayrı yönünün bulunması:  Enfal 17. (s.52) Fiilleri Allah yaratır, Kullar kesbeder, yapar.

Hakikat veya mecaz: İslam alimlerinin çoğunluğu Kur’an’da mecazın varlığını kabul etmişlerdir. (s. 53) Maide Suresi 33. ayet: ‘Allah ve resulüne Savaş açanlar’ ayetinden amaç Allah’ın dostlarıyla savaşmak manasındadır. (s. 54) Ayetlerin iki çeşit tefsirinin olması demektir. (s.55 )

Rad suresi, 28; Enfal, 2: Kalplerin ürpermesi, hidayetten sapma korkusundandır. (s. 56 )

Zahiri anlamın kastedilmemesi. (s. 63): Haçlı Seferlerinin yorgunluğunu üzerinden atamayan İslam alemi, bir de barbar Moğolların istilasına uğramasıyla büyük bir darbe yemiştir. İlim ve maneviyat ilerlemeleri duracak hale gelmiştir. (s. 68) Mefatihul Gayb bir dirayet tefsiridir. (s. 81)

Fahrettin Razi, kader anlayışından dolayı mutezilenin kafir olduğunun söylenemeyeceğini, Çünkü onların Allah’ı tenzih etmeye çalıştıklarını ifade eder. Yine ehli sünnetinde zaten küfre nispet edilmeyeceğini, Çünkü onlar da Allahu Teâla’ya tazim etmeye esas almışlardır. der. (s. 91-92)

Kur’an ve sünnete göre dalalet, İslamiyet’ten sapmak, ondan mahrum kalmak şeklinde tarif edilebilir. (s. 93) Razi, Allah’ın ezeli ilmiyle kulların yapacağı fiilleri önceden bildiğini söyler. “Kalplerinin üstüne perdeler koyduk.” (Enam, 25). (s. 104) Allah yarattığı şeyleri zahiri sebeplere bağlamıştır, ayet inatları yüzünden haset ve cehaletlerinin anlayış kabiliyetlerini dumura uğrattığını belirtmektedir. Bu sonucun sebebi, kafirlerin kendi davranışlarıdır. (s. 106-107) Doğru yolu bulmak veya doğru yoldan sapmak, insanların kendi iradede ve tercihlerine bağlıdır. Allah bütün insanlara doğru ile yanlışı birbirinden ayıracak temyiz gücü vermiştir. (s. 110 ) Kur’an-ı Kerim’de yer alan hidayet kavramının bütünü fert ve cemiyet olarak insanların dünya ve ahiret mutluluğunun Allah’a ait olduğunu, Seküler çözümlerin yaygın sürekli ve kapsamlı bir hidayet rotası çizemeyeceğini göstermektedir. Fertlerin kendi irade ve tercihleri ile hidayet veya delalet yoluna yönelebilecekleri, yönelişlerine uygun olarak ilahi yardım veya yardımsızlığa konu teşkil edecekleri anlaşılmaktadır. (s. 115 )

“Göklerde de yerde de, gerçek ilah ancak Allah’tır.” (Enam, 3) Enam, 12: “De ki, göklerde ve yerde olan her şey kimin? De ki Allah’ındır.” buyurmuştur. Eğer Allah’ın kendisi de göklerde olan şeylerden birisi olmuş olsaydı, kendi kendisinin mülkü olması gerekir ki bu imkansızdır. Şayet Cenabı Allah göklerde olsaydı sınırlı ve sonlu olurdu. (s. 120) “Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf, 16) Cenabı Hakk’ın bir mekanı ve bir cihetinin bulunmadığını gösterir. Bütün bunlar ayetin zahiri manaya hamletmenin mümkün olmadığını kesin olarak gösterir. Bu  ifade, Allah gökleri ve yeri idare etmektedir manasındadır. (s. 121) Bu gibi ayetler Allah’ın mutlak yüceliğini ifade eder. (s. 123) “Ölüm geldi mi, elçilerimiz canını alırlar.” (Enam, 61) “Allah canları alır.” (Zümer, 42) Ölüm zahiren ölüm meleği Azrail’e bırakılmıştır ve onun yardımcıları başka melekler vardır. Kulun eceli gelince Allah, ölüm meleğini onun ruhunu almasını emreder. (s.124-125) “Kim Allah’a ve peygamberini İsyan eder ve sınırlarını aşarsa, Allah onu devamlı kalacağı bir ateşe sokar.” (Nisa, 14) (s. 126) Nisa, 48: “Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bunun dışındaki şeyleri dilediği kimseler için affeder.” (s. 127 ) Harici ve mutezile, büyük günah işleyen ebedi cehennemliktir tezini ileri sürer. (s. 128) Ehli sünnetin görüşü, cehennemde ebedi kalış Müşrikler ve kafirler içindir. (s. 129) Gökler mi önce yer mi önce yaratıldı?: Cenabı Hak, göğü yaratmadan önce yeri yaratmış, üçüncü olarak da yeryüzünü dayayıp döşemiştir. (s. 132) Gökler ve yer beraber iken, yerküre diğer gök cisimlerinin arasında ilk önce soğuyup yoğunlaşıp katılaşmış derken, Allah’ın iradesi göğe yönelerek orayı yedi sema halinde düzenlemiş, daha sonra yerkürenin düzenlenmesini gerçekleştirmiştir. İnsanın yaratılışıyla ilgili ayetler: Topraktan yaratılmasından bahseden ayetlerde, sudan yaratıldığından bahseden ayetler de vardır. (s. 136-137) Amaç, ‘sizin aslınızı topraktan yarattı’ manasıdır. Hz Adem’in yaratılışı bellidir, bize gelince biz lütfeden meniden, nütfe ise, organların bir parçası demek olan gıdalardan yaratılmıştır. Hayvanların gıdası da bitkilerdir, bitkiler de topraktandır. (s. 138) İnsanın belli iki aslı vardır: Birisi su, diğeri topraktır. Toprak da ancak su sayesinde bitirir, oluşturur. (s. 139) Babası salsalden yaratılması sebebiyle, insan topraktan yaratılmıştır. (s. 140) Nutfe’nin aslı topraktan yani, çamurdandır. (s. 141) En basit element, bir tek elektronla bir protondan meydana gelen hidrojendir. Bilindiği gibi hidrojen suyun asli elementlerdendir. O halde bu kainatın aslı’nın su olmasında hayret edilecek bir taraf yoktur. (s. 142) Esasları olarak, Nuh’a emrettiğini, hem sana vahiy ettiğimizi, keza İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya emrettiğimizi sizin için de din kıldı. Sizin her biriniz için bir şeriat, bir yol tayin ettik.” (Maide, 48) (s.143) Birinci durumla ilgili olan ayetler, dinin ibadet, ahlak, itikat ile ilgili olan konularıdır. İkinci durumla ilgili olan dinin fürû’u (detayı) ile ilgili olan hükümlere hamledilmiştir. Hepsinin tebliğ ettiği dinde ‘Tevhid, Haşir, nübüvvet ve ibadet’ konusu bulunmaktadır. (s.144)

Allah’ın her peygambere vahyettiği kitabın temel konuları da birdir. “Senden önce gönderdiğimiz her peygambere, benden başka ilah yoktur. Öyleyse bana ibadet edin diye vahyettik.” (Enbiya Suresi, 25. ayet) Bir peygamber kendisinden sonra gelen diğer peygamberin getirdiği esasları yıkıp ortadan kaldırmamıştır, o günün şartlarına uygun açıklamalar getirmişlerdir. (s. 145) İbrahim Suresi 13. ayet: ‘O kâfirler, bizim dinimize dönersiniz.’ Bu ifade kafirlerin söylediği bir sözdür. Aslında bununla peygambere tabi olanlar kastedilmiştir. (s. 146 ) “Ölümünden evvel, andolsun ona mutlaka iman edecek.” (Nisa, 159) (s.150) Ayetteki  ‘kable mevtihi’ ifadesi, İsa’nın ölümünden önce manasındadır. (s.151 ) Ahir zamanda İsa’nın (a.s.) gökten inmesinden sonra kitap ehlinden iman etmemiş hiçbir kimse kalmayacak. Onun Allah’ın kulu ve Peygamberi olduğuna şehadet ederler. Bunlar da ahir zamanda Hz İsa’nın inmesi esnasındaki ehli kitaptır.(s.152 ) Kıssalar birçok yerde farklı bölümler, değişik sahneler, hatta aynı sahnenin değişip pozları şeklinde, sıbak-siyakla uyum halinde arz edilmektedir. (s. 153 ) Bakara suresi 30. ayet:  Sad, 71. ayet: Kıssanın detaylarının tamamlanması ve her yönünden ortaya çıkarılmasına yardımcıdır. (s. 154) Bakara, 30: Adem ve Havva’nın dünyaya gönderilmesi ile her iki netice de hasıl olmuştur. (s. 155 ) A’raf 189-190: Bu çocuk hakkında ‘ona şirk koşmaya başladılar’ ifadesi, hoş karşılamama ve uzak görme üslubunda olmak üzere istifham manasında bir ifadedir. (s. 157) Burada Adem Havva’dan bahsedildiğini kabul etmediğimiz takdirde ise zaten bu şekilde izaha ihtiyaç yoktur.(s. 158) Meryem Suresi, 47: İbrahim’in (a.s.) babasına iman ederse onun için istiğfar edeceği vaadinde bulunduğuna, ama o iman etmeyince, onun için mağfiret talebinde bulunmayıp aksine babasından uzaklaştığına delalet etmektedir.(s. 161) Enbiya Suresi, 81. ayet; Sad suresi, 36 ayet: “O rüzgarın şiddetli esen rüzgar kuvvetinde olduğu ancak, Süleyman’ın emriyle hareket ettiği için hoş ve tatlı olduğu, bu sebeple de yumuşacık olduğu anlatılır.(s.162 -163) A’raf, 107: Asasını bir ejderha; Taha Suresi, 20: bir yılan. (s. 164) anlatılır. Cann kelimesi ile onun ilk hali, suban kelimesiyle de onun ulaştığı son hal kastedilmiştir. Kur’an kıssalarının bazı manzaralarında yapılan tekrarlar, manzaranın yepyeni başka bir müşahhas parçasını ortaya koymaktadır. Bu, Kur’an’ın kıssaları anlatmadaki önemli bir üslubudur. (s. 165)

Neml suresi, 7. ayet; Kasas suresi, 29. ayet hariçte meydana gelen (objektif) bir tespitte değişik olmadığı halde, onun benliğinde (subjektif) olan hissiyatı ve özlemleri çeşitlidir. Kur’an’ı Kerim aynı kıssayı değişik üsluplarla tekrarlamak sayesinde bu boyutlara yer vermektedir. (s. 169) Kur’an çeşitli görüntüleri vermiş ancak muhatabı usandırmamak amacıyla onları bir araya toplamamış, değişik yerlere dağıtmıştır. (s. 170) Neml suresi, 8; Taha Suresi, 11-12: Allah bunların hepsini söylemiştir. Ama her surede bunlardan birini nakletmiştir. Bunların her birinde uluhiyetin ayrı ayrı üç tavsifi vardır. (s. 171) Dağların un ufak, (Hakka, 14); Toz zerrecikleri halinde (Vakıa, 4- 6); Atılmış renkli yünler gibi (Karia, 4-5) (s. 173 ) Mearic, 8-9: dağların saçılmaları, Taha, 105: Rüzgârların o dağları yeryüzünden kaldırıp havadaki tozlar gibi uçurmasıdır. (Kehf, 47) Dağlar kıyamet kopması esnasında bahsedilen bütün bu hallerde bulunacaklardır. (s. 174) Maide, 109; Nisa, 41: Senin onlar hakkında bildiğin, bizim onlar hakkında ilmimizden daha geçerli ve tamdır demek istemişlerdir. (s.178-179 ) A’raf Suresi, 6; Kasas suresi, 78; Rahman Suresi, 39: Onlara soru sorulmayacaktır. Çünkü Cenab-ı Hak onların bütün amellerini bilir. Hiç kimse fiilinden sorulmaz. Allah o kimseye, onu niçin yaptığını sorar. Bu soru, bilgi edinmek için sorulmuş bir soru olmaz, bu tevbih (Azarlama) içindir. (s.180-181) Müminun Suresi, 101; Tur Suresi, 25; Yunus Suresi, 45: Sura ilk üfürüldüğünde başlarının derdine düştükleri için birbirini soruşturmaya fırsat bulamazlar. (s. 182) Tur, 25. ayeti ise, cennete girdiklerinde cennetliklerin halini anlatır. Onların birbirlerini azarlayıp ‘Sen beni şu vakit saptırdın’ diyerek birbirlerinden uzaklaşma ve alakalarını kesme tanışması anlatılır. Sevgi tanışması değildir. (s. 183) Mürselat, 35-36; Enam, 23; Mürselat, 36: Bu kendisinden ücret ve delil ile kavuşamadıkları ve kendilerine mazeret beyan etme izni verilmediği bir gündür geçerli bir mazeretleri olmadığı gibi verebilecekleri doğru bir cevapları da yoktur. (s. 184) Hud Suresi, 105; Mürselat, 35-36: Ağızlarına mühür vurulur, elleri ayakları konuşur. (s. 186) Allah onlarla güzel bir söz konuşmaz. (s. 187) Cennettekilerin bilezikleri altın mı, gümüş mü? Cennetliklerin her birinin üzerinde üç çeşit bilezik bulunduğunu söylemişlerdir. Altın ( Kehf, 31), gümüşten (İnsan, 21), İnci’den (Hac, 23) (s. 188)

Kur’an-ı Kerim’deki kıraatlerin farklı oluşu, Müslümanlara bazı kolaylıklar sağladığı gibi, bir kısım ayetlerin manalarının anlaşılmasını ve bazılarından da farklı hükümler çıkarılmasını sağlamıştır. Farklı kıraatler, birbirini tutan ve kuvvetlendiren bir bütünlük göstermektedir. Değişen manalar birbirini desteklemektedir. (s. 196 )

Maide Suresi, 33: Muharebe, Allah’ın Nispet edildiği zaman mecaz olur. Murad, Allah’ın dostları ile muharebe etmektir. Allah’ın hükümlerine muhalefet eden, yeryüzünü bozmak için koşuşturanların cezası şeklinde anlaşılmalıdır. (s. 203 ) Maide Suresi, 64; Sad, 75; Yasin, 71: Arapça’da el kelimesi birçok manaya gelir. Organ, nimet, kuvvet, itina gösterme. (s. 205) Âlimlerin çoğu, yed kelimesinin kudret veya nimet manasına geldiğini söylemişlerdir. Yahudiler ayette nakledilen ‘Allah’ın eli bağlı’ sözlerini Allah’ın cimri oluşundan kinaya yapmışlardır. (s. 206) A’raf suresi, 26; Zümer Suresi, 6; Hadid Suresi, 25: Bu ayeti kerimelerde geçen indirmek ifadesi yaratmak, meydana getirmek manasındadır. (s. 207) Fahruddin Razi, ayeti diğer ayetlerle izah etmeye çalışır yani ayeti ayet ve tefsir metoduna başvurur. Bilhassa mutezileye cevap verip onların görüşlerini çürütmeye önem verir. Kur’an-ı Kerim, Allah katında mana ve lafız bütünlüğü içerisinde vahyedilen bir kitap olduğundan ondan mana bütünlüğü şüphesizdir. (s. 212) Bazı ayet manalarının müteşabih göstermesi, insanların tekamülüne imkan vermek, diğer tA’raftan alimlerin derin kavrayış ve keskin nazarlarını çalıştırmak hedefine yöneliktir. Kur’an’ın her ayeti, kesin hatlarıyla herkes tarafından aynı şekilde anlaşılsaydı akli delilere ihtiyaç duyulmaz ve insan aklı dondurulmuş olurdu. Halbuki oradaki bazı kapalı veya çelişkili gibi görünen ayetler sebebiyle akli delillerden yardım isteyerek, insan aklı çalıştırılmış oluyor. (s. 213)

Bu çalışmayla hedefim, din muhaliflerinin en fazla itiraz ettikleri, varlığını ispat için çok uğraştıkları bir problemi, F. Razi’nin nasıl yaklaştığını, nasıl çözüm getirdiğini göstermektir. (s. 213) Kur’an’ın Allah kelamı olduğunun ispatında, Müşkillü’l-Kur’an’ın önemi büyüktür. Çünkü bu suretle, onun ilmi her şeyi kuşatan zatın kelamı olduğu ortaya çıkar. Gelecek zamanlara da ters düşmemesi, harikulade bir özelliktir. (s. 214)

Dr. Sabri Demirci, Kur’an’da çelişkili ayetler meselesi 

..

.

Kur’an okurken zihne takılan ayetler, Müşkilü’l Kur’an

Ashab, birçok ayet ve lafzın anlamını Hz peygamberden sormuşlardır. (s. 18 ) “Ey Rabb’imiz, unutur yahut hata edersek bizi hesaba çekme.” (Bakara, 286) Müteşabihin anlamını ilimde derinleşenlerden başka kimse bilmez. (s. 26) Kur’an’da müteşabih ayetlerin bulunması insanların ilim ve kültür seviyeleri ile ilgilidir. (s. 30) Kur’an’ın tefekkürü emretmesi, müteşabih ayetlerin anlaşılması için itici bir güç oluşturmuştur, insanlar taklitten uzaklaşmış. (s. 31) Müteşabi ayetler sayesinde İslami düşüncenin ufukları gelişmiş ve genişlemiştir. Müteşabi ayetleri anlamaya çalışanlar diğer ilimlere sarılmışlardır. (s. 32 ) Kur’an, bilmeyenlere açıklama ve beyan görevini başta peygamberler olmak üzere ehil kişilere vermiştir. (s. 33) Hikmet ile ve derin düşünme ile ilgili olan ayetleri anlayabilmek için Arapça bilgisi, akıl ve ilim yanında tefekkür de gereklidir. (s. 38 ) Müteşabi ayetler üzerinde düşünme yasağı konulmamıştır. Ancak bu konuda sapmalara düşülmemesi tavsiye edilmiştir. (s. 39)

İşkâlî problemi giderme yöntemleri: Arapçayı kullanmak, Ashab, Kur’an’ı anlamada ilk adım olarak Arapça ve cahiliye dönemi şiirinden yararlanırdı. (s. 41 ) Kur’an ve sünnette, hakikat ve mecaz mevcuttur. Bunlar Arapça dilinin özelliklerinden kaynaklanmaktadır. (s. 42)

Nahl suresi, 64. Ayet: “İnsanların ihtilaf ettikleri konuları kendilerini açıklamak için sana kitabı indirdik.” Hamd kavramı, övgü, medh ve şükür kavramlarından daha kapsamlıdır. (s. 93) Cehennem günahkarların kapatılacakları bir zindan değildir. Aksine orası bir şifahanedir. Şirk hariç, cehennemde her türlü günah silinir. (s. 94 )

Rububiyet ve vahdaniyetini ifade eden lafız, çoğul değil tekil olarak gelmiştir. Allah varlıkları şereflendirmek ve onurlandırmak için ‘ben yerine biz’ kullanır. (s. 100) “Kur’an’ı Biz indirdik” (Hicr, 9) Kur’an’ın nüzulünde Cibril görevlendirilmiştir. (s. 101)

Kur’an’ı bir bütünlük içinde ele aldığımızda, kalplerin neden mühürlendiğini görmemiz mümkün olacaktır. (s. 102) Bakara, 9. Ayet: “Onlar, güya Allah’ı aldatırlar” Münafıkların peygamber aldatmaya çalışmaları, Allah’ı aldatmaya çalışmalarına eşit tutulmuştur. (s. 103)
Fetih Suresi, 10. Ayet: “Nitekim peygambere biat Allah’a biat kabul edilmiştir.” (s. 104)

Bakara Suresi, 28. Ayet: “Siz nasıl inkar ediyorsunuz. Siz ölüler idiniz, o sizi diriltti, sonra öldürülecek ve yine diriltecektir. Sonra da Ona döndürüleceksiniz.” (s. 106 )

Hz. Adem ve Hz. Havva’nın çıkarıldıkları yer, her türlü dünya nimetlerinin bulunduğu bir mevki olabilir. (M. Şa’râvî, Fetava,3/436)

Harut ile Marut, o iki melek herkese “biz ancak imtihan için gönderildik.”(s.122 ) Sihir, şer için değil, insanları ondan korumak ve zararını bildirmek için öğretilmişti. (s. 123 )

Kur’an’ın en önemli yöntemlerinden bir tanesi, ayet hangi konuyu işliyorsa, mezkur ayetin Allahu Teala’nın o konuya taalluk eden ismiyle bitmesidir. (s. 128)

Ali İmran Suresi, 83. Ayet: “Göklerde ve yerdekiler ister istemez O’na teslim oldukları halde inkarcılar, Allah’ın indirdiğinden başkasına mı arıyorlar?” (s. 162 ) İnkarcı istemediği halde kevni yasalara göre hayatını devam ettirmektedir. (s. 163)

Ali İmran, 90. Ayet: “İnandıktan sonra kafirliğe sapıp sonra ‘inkarcılıkta daha ileri gidenlerin’ tövbeleri asla kabul edilmeyecektir.” Kötü çığır açan, yaymış olduğu bir bidatin kötü etkisi sürdüğü müddetçe günah kazanmaya devam eder. (s. 164)

Kadın, evlilik akdi esnasında kocasına başka bir kadınla evlenmemeyi şart koşma hakkına sahiptir. Bu durumda erkek ikinci bir kadın alamaz. (Yusuf  Kardavi, Melamihu’l Muctemei’l-İslamî, s. 356)

Allah’ın İlim ve hikmet sahibi olduğunun geçmiş zaman fiili ile ifade edilmesi: Kur’an’da kâne (كاَنَ) fiili 5 anlamda (Öncesiz ve sonsuzluk, geçmiş zaman (Neml, 48), şu an (Ali İmran, 110), gelecek ve ‘Sâre’ fiili (Sâd, 74)anlamında.) kullanılmıştır. Bunlardan biri de, ezel ve ebed (Öncesiz ve sonsuz)  bildirme anlamındadır.  Nisan Suresi, 103. Ayet: “Namaz müminlere, belirli vakitlerde yazılı bir farzdır.” (s. 183) İnsan suresi, 7. Ayet: “Adaklarını yerine getirirler ve şerri yaygın olacak bir günden korkarlar.” Burada ‘Kâne’ fiili, İstikbali (Geleceği) ifade eder. (s. 184) Allah için kullanılan ‘Kâne’ fiili, Belirli bir zaman için değil, Ezel ve ebedi ifade anlamında kullanılmıştır. (Razi, Ebubekir, Enmuzec fi Esile ve Ecvibe min Geraibi Ayi’t-Tenzil, s.96-97)

 “Ben sizin kurbanınızı o. Aleyhisselam ömründe kadın, çocuk hatta hayvan bile dövmemiştir. (Müslim, Fedail ,79)

Nisa, 34: Serkeşlik; ahlaksızlık etmek anlamına gelir. (Firüzâbâdî, Besâir, 5/56; İbn-i Manzur, Lisan, 14/43)

Nisa suresi, 79. Ayet: “Size gelen her iyilik Allah’tandır, başınıza gelen her kötülük de kendinizden.” El ve diğer organlarımızın yaratıcısı Allah’tır, ancak onlara hayır ve şerde kullanmak insanın iradesine bırakılmıştır. Aklı yaratan Allah’tır, onu yönlendiren hayır ve şerde kullanan ise insandır. Tüm kainatı, insanın hepsini hareket ve fiillerini yaratan O’dur. (s. 190)

Nisa Suresi, 41. Ayet: “ Ve hiçbir zaman kafirler için, Müminler aleyhine bir yol ve imkan verecek değildir.” Birçok yer ve zamanda kafirlerin Müslümanlara üstünlük ve galebe çalmaları söz konusu, halbuki: Müslümanların mağlubiyeti onların yaptıklarından dolayıdır. Müslümanlar, hal ve tavırlarıyla kafirlere imkan tanımışlar ve Allah’ın hoşlanmadığı amellerde bulunmuşlardır. (s. 195)

Enam Suresi, 1. Ayet: “Hamd, gökleri ve yeri yaratan karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur. Yine de Hakkı tanımayanlar, bunları rablerine denk tutuyorlar.

Kur’an’ın yöntemlerinden biri de, tanınıp sakınılması için kötülükleri önce zikretmesidir. İlk olarak kalp, kötü düşünce, vesveselerden arındırılacak  ve güzel amellerle bezenecektir. Tevhid kelimesi içinde aynısını söylememiz mümkündür. (s. 215 )

Enam Suresi, 38. Ayet: “Biz bu kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” Ayette geçen kitap Kur’an değil, levh-i Mahfuz’dur. (s. 216 ) 

Cennet denilen yer ve yaşadığımız şartlardan ayrı bir yerdedir. Elbiseler, yiyecekler, giyecekler hep farklıdır. (s. 223)

A’raf suresi, 72. ayet: “Kıyamet gününde ‘biz bundan habersizdik’ demeyiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı. Onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki; ‘ben sizin rabbiniz değil miyim?’ Onlar da ‘Evet, buna şahit olduk’ dediler. İnsan iyi ve kötü ayırt edebilecek fıtratta yaratılmıştır. (s. 228) Allah kullarını tevhidi algılayacak ve O’na iman edecek kabiliyette yaratmıştır.

A’raf Suresi, 188:  ‘Eğer ben gaybı bilseydim.’ Hz Peygamberin gelecek ile ilgili konularda haber vermiyor. Verdikleri de Allah’ın bildirmesi ile gerçekleşiyordu. Cin suresi, 26 ve 27. ayetler: O razı olduğu elçiye gaybı gösterir.(s. 229 )

A’raf suresi, 190. ayet: “Allah o ikisine güzel çocuk verince, Allah’a ortak koşmaya başladılar.” Kıssanın Hz Adem ve Havva’ya ait olduğunu söyleyen hadis israliyyattandır. İnsanların genel durumları ile ilgilidir ayet. Ayetin öncesinde bunu doğrulamaktadır. (s. 230)

Enfal Suresi, 44. ayet: “Allah olacak, bir işi yerine getirmek için savaş alanında karşılaştığınız zaman onları sizin gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözünde azaltıyordu.” Düşmanların az gösterilmesi, Müslümanlara  moral vermek amacıyla idi. Müslümanların az gösterilmesi ise, düşman hazırlık yapmasın amacına matuftur. Eğer Allah onları çok gösterseydi,  Müslümanlara karşı daha fazla hazırlık yaparak çıkacaklardı. (s. 234)

Kur’an peygamberimizin kınanması, Kur’an’ın Allah kelamı olduğunun delilidir. Hz Peygamberin uydurması olsaydı, kendi kendini kınaması düşünülemezdi. (s. 236)

Tevbe Suresi, 5. ayet: “Haram aylar çıkınca artık müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve bütün Geçit başlarını tutun.” (s. 239) Antlaşma ile belirlenen yükümlülüklerini yerine getirmeyen saldırgan bir toplulukla ilgilidir. (Esed, Kur’an Mesajı, I/346)

Tevbe Suresi, 8. ayet: “Onların (inkarcıların) çoğu fasıktır. (s. 241) Onlardan azınlığın hidayete erişebileceğini göstermektedir. (s. 242 )

Tevbe Suresi, 114. ayet: İbrahim’in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden dolayı idi. Babası Azer, iman edeceği sözünü vermişti, ancak sözünü yerine getirmedi. (s. 244)

Yunus Suresi, 94. ayet: “Ey Resulüm, eğer sana indirdiğimizden kuşkuda isen senden önce kitabı Tevrat’ı okuyanlara sor. “Kur’an’ın yöntemlerinden birisi, insanlara yapacağı hitabı Resulullah’ın şahsına yöneltmesidir. (s. 250)

Hud Suresi, 6. ayet: “Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı Allah’a aittir.” Rızk yaratma, gönderme ve verme Allah’a aittir. Ancak rızkın adil bir biçimde dağıtılmasına insanlara bırakmıştır. Mutlu biri yaşam, ilahi prensiplerin uygulanmasına bağlanmıştır. (s. 252 )

Hud suresi, 78. ayet: “Lut, ‘Ey kavmim! İşte kızlarım, onlar sizin için temiz; Allah’tan başkasını da beni konuklarım arasında.” İçinde bulunduğu toplumun kızlarını kastetmiştir. Çünkü peygamberler bulundukları topluluğa manevi baba konumundadırlar. (s. 255)

Nahl suresi, 1. ayet: “Allah’ın emri geldi. Artık onun acele gelmesini istemeyin.” Kıyamet kopmadı ama geldi deniyor. Allah için zaman söz konusu değildir. Kur’an’da istikbal (gelecek) anlamında mazi (geçmiş) sıgasının (kipinin) kullanılması, manayı pekiştirmek içindir. (s. 280)

Kölelik: Savaş esirleri konusu, dünyada süregelen savaş politikası ile ilgilidir. Günümüzde savaş esirlerini değişimine razı olmayan düşman bir ülkeyle savaşıyor olsak, bizim tek taraflı olarak esirleri serbest bırakmamız uygun olur mu? (s. 285) Bir kişiyi çalışma kamplarına kapatmak, kölelikten daha iyi midir? (Mevdudi, Resâil Mesâil, II/225-226) Bedir eserlerinden Ebu Aziz esaret durumunu şöyle anlatır: “Beni teslim ettikleri Ensârînin ailesi sabah akşam sadece hurma ile yetinirken, bana yemek ikram ediyorlardı.” (Mevdudi, Resâil Mesâil, I/373) Peygamberimizin etrafında ilk etapta köle, Mazlum ve fakir insanlar çoğunluktaydı. (s. 286) “Kölelik, bütün tutsaklık ve sömürü -sosyal, ekonomik ve politik esaret- biçimlerini kapsar.” (Esed, Mesaj, III/1274) İnsanın, nefsini dünyaya aşırı bağlamaktan, arzulardan kurtarması da hürriyete kavuşma ve kavuşmama kapsamındadır. (s. 512) İnsanı cehennem azabından kurtarmaya yönelik her amel, esaretten kurtulma kapsamındadır. (Yazır, Hak Dini, 8/5843)

İsra suresi, 44. ayet: “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunan herkes O’nu tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ancak siz onların tespihlerini anlamıyorsunuz.” Her varlığın tesbihi, kendi yaratılış biçimine göredir. (s. 295)

Kehf suresi, 55. ayet, İsra suresi 94. Ayet: Her iki ayet, inkar nedenlerini ayrı açılardan ele almıştır. (s. 307 )

Taha suresi, 20. ayet: “O’nu hemen yere attı. Bir de ne görsün, hızla sürünen bir yılan oldu.” Yılanın sergilediği değişik durumları belirtmek içindir. (s. 317)

Taha suresi, 27. ayet: “Dilimden şu bağı, zorluğu çöz.” (s. 318 ) Allah’ın, Hz Musa’nın dilinde bir kekemelik, sürçme ve pepeleme yaratmasının hiçbir nedeni yoktur. ‘Ukde’den kasıt, şive farklılığından doğan zorluktur.(s. 319 )

Taha suresi, 124. ayet: “Kim zikrim (kitabımdan) yüz çevirirse, ona sıkıntılı bir hayat olacak.” Sıkıntı ve ıstırapların yeri kalp ve ruhtur.(s. 322)

Müminun suresi, 58-59. ayetler: “Rablerinin ayetlerine inanırlar, Rablerine ortak koşmazlar.” İlk ayette iman etmekle, ikinci ayette ortak koşmamakla nitelenmişlerdir. Şirk için önce mümin olmak gerekir.

Müminun suresi, 101. ayet: “Su’ra üfürüldüğü zaman artık aralarında akrabalık bağları yoktur, birbirlerini arayıp da sormazlar.”; Saffat suresi, 50. ayet: “İşte o zaman birbirlerine dönerek soracaklar.” İlk ayet sure üfürüleceği zamandan, ikinci ayette ise, cennetliklerden bahsetmektedir. (s. 334 )

Nur suresi, 33. ayet: “Dünya hayatının geçici varlığını kazanacaksınız diye sakın namuslu kalmayı dileyen genç kızları fuhşa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa bilinmelidir ki, zorlamalarından sonra Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.” (s. 340 ) Ayet devam etmekte olan çirkin bir eylemi ortadan kaldırıp yasaklamayı hedeflemiştir. Siz onları zorluyorsunuz, vazgeçin.(s. 341 )

Şura suresi, 12. ayet: “Musa şöyle dedi, Rabbim, doğrusu beni yalancılıkla suçlamalarından korkuyorum.” (s. 343) Korku, Hz Musa’nın şahsına gelecek bir zarardan dolayı değildir. Peygamberler davalar için endişe duyarlar.

Şura suresi, 23. ayet: “Firavun şöyle dedi, alemlerin rabbi dediğin de nedir?” Ayet, firavunun ifadesini aktarmaktadır. O, Allah’a karşı saygısız ve duyarsızdı.(s. 344)

Kasas suresi, 7. ayet: “Musa’nın annesine, onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize (Nil’e) bırakıver, hiç korkup kaygılanma. Çünkü biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız diye bildirdik.” Allah bildirmeseydi de, Hz Musa’nın annesi kendisini emzirecekti. Bu emir, Hz Musa’nın annesinin süt ve göğsünü tanıması içindi. Bu sayede, başka kadınların sütünü emmesin, annesini istesin, annesine dönmesine sebep olsun. (s. 353)

Lokman suresi, 34. ayet: “Kıyamet vakti hakkındaki bilgi ancak Allah’ın katındadır. Yağmuru o indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Yine kimse nerede öleceğini bilmez.(s. 363) Ayet, yağmurun Allah tarafından indirildiğini belirtmiştir. Allah dışında bu olayı gerçekleştirmek, kimsenin gücü dahilinde değildir. (s. 364) Ayet, rahimdekinin cinsiyetine değinmemiştir. Ancak, ‘orada meydana gelen harika ve acayip durumlara’ dikkat çekmektedir. Ayette, ‘kim’ anlamına gelen ‘men’ edatı yerine ‘şey’ anlamına gelen ‘mâ/مَا ‘ edatının gelmesi de çok önemlidir. ‘Mâ’ akılsız olan şeyler, ‘Men’ akıllı olan (insan) için kullanılır. Dolayısı ile ‘Men’ yani ceninin ‘kim’ olduğu değil; ‘mâ’ yani, ceninin nasıl geliştiği, nasıl büyüyeceği, ne kadar yaşayacağı, iyi mi kötü mü olacağı vs. konularla ilgilidir. Cinsiyeti ise bu konular dışındadır. (s. 365)

Secde, 7: İnsan, organlarının biçimi veya teninin rengi ile değil, ruh, ilim ve ahlakıyla insandır. (s. 367)

Kadınların, saadet asrında hac, umre, bayram, Cuma, eğitim, çalışma, hasta ziyareti için dışarı çıktıkları bilinen bir husustur. (s. 373)

Ahzab suresi, 72. ayet: “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, korktular; onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (s. 377) Emanet, insanı cennet veya cehenneme götürecek olan ‘seçme hürriyeti’dir. (Tantâvî, Fetâvâ,58-59)

Yasin suresi, 38. ayet: “Güneş, kendisi için belirlenen yere akar.” Son astronomi çalışmalar, Güneş’in saniyede 12 mil döndüğünü ortaya koymuştur. (s. 385 )

Yasin suresi, 65. ayet: “O gün onların ağızlarını mühürleriz.” Ahirette hesap için muhtelif yerler bulunmaktadır. (s. 386)

Sad suresi, 34. ayet: “And olsur ki Süleyman’ı fitneye düşürdük ve tahtanın üzerine bir ceset bıraktık. Sonra tövbe ile önceki haline döndü.” Hz Süleyman’ın imtihanının hastalık olma ihtimali vardır. Cansız cesed denilecek kadar zayıflamıştı. Şükür ve dua etti, imtihanı başarıyla verdi. (s. 393)

“Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin kabul edeyim.” (Mü’min,60) Dua bir ibadettir. Her ibadetini kabul olma şartı bulunduğu gibi, duanın da kabul şartları vardır. (s. 400)

Kur’an’da gün: Belirli devir, dönem veya süreler olabilir. (s. 402)

Zuhruf suresi, 32. ayet: “Rabb’inin Rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Onların dünya hayatındaki geçimlerini aralarında biz taksim ettik. Bir kısmını diğerinin üstüne çıkardık ki, derecelerle bazısı bazısını tutsun, çalıştırsın.” Geçinmede bazı insanların diğerlerine üstün kılınmasını hikmeti nedir? Dünya hayatında insanların birbirlerine muhtaç olduklarını görmekteyiz. (s. 407) İslam, bireyleri beceri ve yeteneklere göre değerlendirir. Allah katındaki üstünlük, kulluk görevinin şuuruna bağlılık derecesi ile orantılıdır. (s. 409)

İncil, Tevrat’ın bir tamamlayıcısıdır. (s. 415 )

Selamualeyküm, ‘Eman verme’ anlamındadır. Selam, ‘barış, güven vermektir.’ (s. 423 )

Tur suresi, 20. ayet: “Biz onları ceylan gözlü hurilerle evlendirmişizdir.” Henüz gerçekleşmedi halde, neden geçmiş zaman ifadesi kullanılmıştır? Gerçekleşmesi kesin olan bir konu için geçmiş zaman kullanılır. (s. 425 )

Ahirette kadınlara ne verilecektir? (s.425 ) “Allah, cennette en hayırlı kadınlar için en hayırlı erkekler hazırlanmıştır.” ( Ahmed Cemal, Yeselüneke, s. 354. Ahmed b. Hanbel’in Musnedinden naklen)

Kamer suresi, 1. ayet: “Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.” (s. 431) Ayın yarıldığını haber veren rivayetler, Ahad derecesinde olup, tevatür seviyesine ulaşmamaktadırlar. Ayet, kıyamet ve imanın işlendiği bir surede geçer. (s. 432)

Rahman suresi, 6. ayet: “Bitkiler ve ağaçlar secde ederler.” Secde etmeleri, yaratılış gayelerine uygun olarak Allah’a boyun eğmeleridir. (s. 433) Tesbih Hücre, atom ve galaksilerin hepsi Allah’ın yarattığı minval üzere hareket etmektedirler.(s. 444 )

Tekrar etmek, önemli konuları pekiştirmek için Arap dilinin özelliklerindendir. (s. 434) Günümüzde siyasi ve ticari şirketler, tekrarı propaganda ve reklamlarda çok kullanırlar. (s. 436)

Mücadele suresi, 12. ayet: “Ey iman edenler, peygambere gizli bir şey danışacağınız zaman, konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu sizin için hem bir hayır hem de daha ziyade bir temizliktir. Fakat gücünüz yetmezse, şüphe yok ki Allah bağışlayıcıdır esirgeyicidir.” (s. 449 ) Devlet erkanı ile yapılacak bazı özel görüşmeler, geliri devlete vermek kaydıyla, makbuza bağlanabilir. (s. 450)

Mikrop dediğimiz tek hücreliler eğer sadece 5 gün ölmeden üremelerini devam ettirseler, bütün dünya mikroplarla dolardı. (s. 466 )

Hakka suresi, 17. ayet: “O gün Rabb’inin arşını sekiz Melek taşır.” Kabe için kullanılan ‘Allah’ın evi’ tabiri de bu anlamdadır. Bu, Allah’ın mekan içinde bulunduğunu göstermez. (s. 469)

Suyuti’nin, birçok konuyu incelemeden nakletmekle yetindiği bilinen bir özelliğidir. (s. 470)

Hakka, 40: “Kur’an elbette değerli bir elçinin sözüdür.” Ayette geçen  ‘Resul’ sözü, Kur’an’ın elçi sözü olmayıp, onun sadece Allah tarafından görevlendirilen bir haberci, vasıta olduğunu gösterir. Aynı surenin takip eden 43. ayetinde Kur’an, “O, âlemlerin rabbi tarafından indirilmiştir.” denmekte ve sonraki, Hakka suresi, 44 ve 45. ayetler: “O, bizim adımıza bazı laflar uydurmaya kalkışsaydı, elbette biz onu o yüzden yemini ile yakalardık (Kuvvetle hıncını alırdık).” buyrularak, asırlar öncesinden ayetlerden yanlış anlam çıkartmaya çalışan İslam düşmanlarına cevap üzerine cevap verilmektedir. Kur’an’ın 300 küsur yerinde, ‘de’ emrinin kullanılır. Bu da, Kur’an’ın hem söz hem mana olarak Allah sözü olduğunu kanıtlar. Kur’an sadece mana olarak peygamberimize bildirilse, söz ile ifadesi peygamberimize bırakılsa, ‘de’ emirlerine gerek kalmazdı. (s. 471) ‘De’ emirleri, inen ayetlerin peygambere ait olmayıp Allah’tan geldiğini gösteriyordu.” (s. 546 ) Ayrıca ateistler, Kur’an’da bazı tekrarları dillerine dolayıp gereksiz olduğunu ileri sürüp Kur’an’da hata ararken bu kadar tekrarı görmeyip, ‘de’ sözüne gerek bırakmayan bu ayetten Kur’an’da hata arama gayretleri de paradokslarını, samimiyetsizliklerini gün yüzüne çıkarmaktadır.

Mearic suresi, 4. ayet: “Melekler ve ruh (Cebrail) süresi 50.000 yıl tutan bir günde ona yükselip çıkarlar.”; Hac suresi, 47. ayet: “Rabb’inin katında bir gün, sizin saydıklarınızdan 1000 sene gibidir.” Birinci ayet ahiret bağlamında zikredilmiştir. İkinci, ayet dünya günleri ile ilgilidir. (s. 473 )

Müzzemmil suresi, 4. ayet: “Biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz.”; Kamer suresi, 17. ayet: “Andolsun ki Kur’an’ı düşünmek için kolaylaştırdık fakat düşünen var mı?” (s. 482 ) Kur’an’ı okumak, ezberlemek, anlamak kolay; Ancak bu kolaylığı insanlara anlatmak ağır ve zordur. (s. 483)

Mürselat suresi, 19. ayet: “O gün hakikati yalanlayanların vay haline.” Kur’an’ın önemli eğitim yöntemlerinden birisi, korkutma yoluyla kötülüklerden vazgeçirmektir. Müjde verme, teşvik etme ve yöntemlerini istediği gibi korkutma yöntemini de kullanmaktadır. (s. 490)

Fecr suresi, 6. ayet: “Görmedin mi Rabb’in ne yaptı Ad kavmine?” Ad kavmi Peygamberimizden çok uzun süre önce yaşadığı halde Peygamberimize görmedin mi denilmesi? Kur’an’ın yöntemlerinden birisi, uzağı göz önüne getirmek ve olayları müşahede edercesine canlandırmaktır. Zira sana vahiyle gelen yakın ilmi, bizzat müşahede gibidir.(s. 508 )

Fecr suresi, 22. ayet: “Rabbim gelip melek(ler) saf saf dizildiği zaman her şey ortaya çıkacaktır.” Arapçada çoğul yerine tekilin kullanılması geçerli bir kuraldır. “Sizler kitap(lar)ın tümüne inanırsınız.” (Ali İmran suresi, 119. ayet) Kur’an, Arapça nazil olduğundan Arapça kurallarını uygulamaktadır. (s. 509 )

Allah Teala, inkarcıların iyi faaliyetlerinin karşılığını bu dünyada, rızık, sağlık ve uzun ömür vs olarak verir. Münkerlerin bazı iyi amellerinden dolayı cezalarının hafifletilmesi söz konusudur. (s. 529)

Tebbet suresi, 1. ayet: “Ebu Leheb’in iki eli kurusun kurudu da.” Allahu Teala’nın, Ebu Leheb ve karısının iman etmeyeceklerini önceden haber vermesi, Kur’an’ın mucizelerindendir. Zira insanın son nefesteki durumunu Allah’tan başka kimse bilmez. (s. 550)

Abdullah bin Mesud’un Felek ve Nas surelerini mushafına yazmadığı rivayet edilmiştir. (Buhari, Tefsir, 114) Bir sure veya ayetin bir sahabenin mushafında kaydedilmemesi ayrı, onların Kur’an’dan oluşlarının inkar edilmesi ayrıdır. İbni Mesud’un da bulunduğu cemaat namazlarda söz konusu iki sure okurmuş ve bu konuda herhangi bir itiraz vaki olmamıştır. (Keşmirî, Faydu’l-Bâri alâ Sahihu’l-Buhâri 4/261) daha da önemlisi bu iki sureyi, İbni Mesut tarafından yazılmadığını söyleyen rivayetin “ehad hadis” olması yani kesinlik bildirmeyen bir rivayet olmasıdır. Tabii, bu bilginin ateist veya oryantalistlerce bir önemi yoktur, ne manaya geldiğini bildikleri konusu da ayrı bir mevzudur!

Kur’an’ın hedefi, insana rehberliktir. Gayesi, insanı inkar ve yaratıklara boyun eğmekten kurtarmaktır. (s. 561) Müteşabih ayetler, üzerinde düşünme ve etüt yapmanın gerekliliğini gösterir. Her haberin gerçekleşeceği bir zaman ve ortam vardır. İnsanlar bunu er geç öğreneceklerdir. Kur’an’ı anlamanın önündeki engellerin, takva ve ilim azığıyla aşılabileceğini öğrendik. (s. 562) Her dönemin müşkilatı değişik olacaktır. Allah sözün en doğrusunu söyler. (s. 563) 

Yardımcı Doçent Doktor Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler, Müşkilü’l Kur’an

.

 

Müşkilu’l-Kur’an’ı Yeniden Değerlendirmek

Kur’an’a yönelik eleştiriler objektiflikle makyajlanarak ve ilmîlikle ambalajlanarak okuyucuya sunulmaktadır. Çoğu zaman eleştirilerin sahipleri gülünç duruma düşmektedirler. Oryantalistler, Batı hayranı olan elitlerden azımsanamayacak bir kitleyi peşlerine sürüklemişlerdir. (s. 12) İbni Kuteybe hicri üçüncü asırda İslam düşmanlarının “ayetleri yerinden/bağlamından saptırıp onu asli mecrasından ayırarak” Kur’an’da çelişki bulmaya çalıştıklarını ifade etmektedir. (Kuteybe, T. Müşkilu’l-Kur’an, s. 22) Müşkilu’l-Kur’an, Kur’an’da var olduğu ‘sanılan’ çelişkiler demektir. (s. 16) Eskiden işkallar Kur’an’ın lafız, mana ve delaleti ile ilgili iken yeni işkallar teşri ve Kur’an’ın cem’i alanına kaydırılmıştır. (s. 20) Kutsalı tanımayan ve çağdaş profan zihniyet, kendi seküler tasavvur evrenine girmeyen olguları ve değerlendirmeleri kabullenmek istememektedir. Elitler pozitivist zihniyetlerine uymayan hiçbir şeyi kabul etmezler. (s. 21) Kur’an insan ürünü olan eserlerin tamamından farklı bir formülasyonla şekillenmiştir. Bu durum kimilerini olumlu kimilerini de olumsuz yönde etkilemektedir. Kur’an itikadi, ahlaki, sosyal alanlarda insanlığı yeniden yapılandırma amacıyla indirilmiştir. Kur’an çok çeşitli konulara birçok olaya değişik üsluplarla atıfta bulunmuştur. (s. 23-25) Kur’an’a düşmanlık besleyenler “sanal” uyuşmazlık ve ihtilafları yüzde yüz hakikatmiş gibi gösterirler. Kur’an farklı insani seviyeleri dikkate alarak bazen akla, bazen kalbe, bazen de duyguya hitap etmiştir. (s. 26-28)  Kur’an, Gai Eaton’un ifade ettiği gibi “Bizim sınırlandırıcı tanımlamalarımızın ve referans çerçevelerimizin dışında kalan niteliklerle mavsuf olan Arapça ile nazil olmuştur.” Kur’an’ın indiği ortam, dil üstatlarının nitelik ve nicelik açısından zirvede olduğu bir ortamdır. (s. 29) Kur’an tüm edebiyat müstekbirlerine meydan okumuştur. Onlar Kur’an’a karşı düşmanlık dürtüleri içinde son derece bilinmiş bir durumdaydılar. (s. 31) Tarihi hiçbir kayıtta onlardan tek bir kişinin, ‘Kur’an dilinin bozuk olduğunu’ söylediğine rastlanılmamaktadır. (s. 32) Adamın biri ibni Sureyc’e eğer şunu sordu: “Allah, Beled suresinde kasem fiilinin başına olumsuzluk ifade eden ‘lâ’ bağlacını getirmek suretiyle yemin etmeyeceğini beyan buyurmuş, sonra Tin suresinin 3. ayetinde ise ‘Bu güvenli olan şehre and olsun’ şeklinde de yemin etmiştir. Bu çelişki değil midir?” Alim şu şekilde cevap verir: “Araplar bazen kelamlarının arasına ‘la’ harfini sokarlar ancak manasını iptal ederler” Daha sonra buna Arap şiirinden de örnekler verir. (s. 33) Müşriklerin teslim bayrağını çekerek Müslümanların safına katılmalarını sağlayan Kur’an’ın edebi çekiciliği ve güzelliği değil midir? (s. 36) Utbe bin Rebia, ‘ey Muhammed! Eğer sen başkanlık peşinde isen seni başkanımız olursun, eğer evlenmek istiyorsan beğendiğin Kureyş’li kadınlardan 10 tanesiyle seni evlendiririz, eğer mal istiyorsan sana zürriyetine yetecek kadar mal toplarız, eğer cin çarpmasından ileri geliyorsa bu gördüğün seni tedavi etmek için mal toplarız.’ teklifinde bulunur. (s. 37) Hz peygamber, Fussilat suresi 12. ayeti okuyarak ona cevap verir: “Eğer yüz çevirirlerse onlara de ki, Ad ve Semud’u helak eden bağırtıya benzer bir bağırtı ile sizi uyarıyorum.” (s. 38) Utbe, ‘Vallahi ben Muhammed’den, benzerini asla duymadığım bir kelam duydum.’ diyecektir. (s. 39) Onlar Müslüman olmakla keyifli, zevkli bir şey yapmıyorlardı. Emniyetli bir sürece de girmiş olmuyorlardı. Tersine mal ve can güvenliği açısından sıkıntılı, zahmetli, korkulu bir süreci tercih etmiş oluyorlardı. (s. 41) Günümüzde oryantalistlerin Kur’an’ın yüceliğini dile getiren itirafları hayli kabarıktır. R.L.Blachere, ‘peygamberin surelerde tekrarladığı ayetlerin bir dinamizmi, parlaklığı ve yüceliği vardır. Kur’an her şeyden önce insanların yücelttiği bütün metinlerin üstünde muhteşem edebi ve zarif bir metindir.’ (s. 46) L.E.Cobold, ‘Gerçek şu ki, Kur’an’ın cümleleri ve güzel üslubu kalemin anlatamayacağı ve tarif edemeyeceği bir şeydir. Kur’an şiir, tarih değildir. Budistlerin kitabına benzemez. Felsefi hutbeler de değildir. Belki o yüce kalplerde yankılanan nübüvvet sesidir. Kur’an kıssalarının uyumu, temsillerinin ilginçliği en üst mertebesine çıkmıştır. Okuyucusu asla bıkmıyor ve o da tekrarla yıpranmıyor.’ (s. 47) H. de Castries, ‘İnsan aklı, bu ayetlerin ümmi bir adamdan nasıl meydana geldiği hususunda hayrete düşmektedir. Bütün Doğu, insanoğlu düşüncesinin lafız ve anlamda Kur’an’ın bir benzerini getirmekten aciz olduğu hususunu itiraf etmektedir. Ancak biz batılılar düşüncelerimize aykırı olduğu için Kur’an’ı anlayamıyoruz. Jan Jak Russo, şu sözlerinde isabet etmiştir: Bazı insanlar Muhammed’den Kur’an’ı işitseler hemen secdeye kapanır ve şöyle derlerdi: Ey Allah’ın elçisi peygamber. Bizi de yanına al. Çünkü biz senin için ölmeyi veya sana yardım etmeyi severiz.’ (s. 48)

Hem metodik hem de epistemolojik bakış açısıyla bakıldığında Kur’an’ın mesajlarında, hükümlerinde, haberlerinde hiçbir çelişkinin olmasını mümkün olmadığı görülür. (s. 51) Çelişki ve tutarsızlık iddiaları Kur’an’î bağlamını anlamamaktan, dilin ifade biçimlerini, hakikat, mecaz, kinayeyi anlayamamaktan, fiillerin farklı bağlantılarını düşünememekten, aynı anlamla ilgili karşılıklı ayetleri iyice incelememekten ileri gelmektedir. (s. 53) Kur’an’da problem olarak ileri sürülen durumların her biri ‘görüntüsel’ işkal olmaktan öteye geçmemektedir. (s. 54)

İşkalin sebeplerini ikiye ayıracağız. (s. 55)

Dilsel sebepler: Arabi ilimler de, cümle içerisinde var olması düşünülen kelami kayıtların, harf ve kelimelerin kaldırılmasına hazf denir. (s. 56) Belagatın/söz sanatının en yüksek zirvesi olan Kur’an-ı Kerim’de kuşkusuz çok yaygın ve çok çeşitli olarak hazf kullanılmıştır. (s. 57) Kur’an, Arap kelamında kullanılan tekrar, mecaz, teşbih gibi üslupları çok büyük bir maharetle kullanmıştır. Kur’an, Arap dilinde birer te’kid/pekiştirme edatı olan kasem/yemin, tekrar türlerini sıkça kullanmıştır. Tekrar Arapların mesaj vermek veya bildikleri mesajı iyi pekiştirmek için öteden beri kullandıkları belagatli kelami bir üsluptur. Razi: “Tekrar pekiştirmeyi ifade eder.” der. Modern zamanlarda yazılı ve görsel medyada günlük reklamların tekrarı bu metodun çağlar boyunca kullanıldığını göstermektedir. (s. 59) Aynı anlamı değişik bir üsluplarla dile getiren ayetlerin çeliştiğini sananlar, asıl işkal onların hazfi yeteri kadar zihnen sindiremeyişlerinde ve Arap kelamının esprili üsluplarını olgun bir şekilde kavrayamamış olmalarından kaynaklanmaktadır. (s. 62)

Anlamsal sebepler: Kur’an çok çeşitli olaylara ve değişik olgulara değinmektedir. Dünya ahiret, gelmiş gelecek gibi. Kur’an belagatin en can alıcı noktası olan icazdan da hiç taviz vermemiştir. İcaz az ve öz mesaj vermektir. Bazen aynı kişilerle ilgili farklı zamanlarda meydana gelen farklı durumları, zamanla hiç kayıtlamadan anlatır. (s. 63) Mesela, Mü’minun suresi 101. ve Saffat 27. İle Tur 25. ayetler buna örnek verilebilir. Buralardaki soramama durumu Sur’a 2. üfürülüşün başlama zamanına tekabül eder, sorma durumu ise, ikinci Sur’a üfürülüşünden sonraki zamana tekabül eder. (s. 64) Adem’in yaratılış evrelerini bildiren ayetler değişik evrelere işaret eder. (s. 67) Mecazı, tafralı ve sanatlı bir biçimde kullanma hususunda Arapça ön sıralarda yer almaktadır. (s. 74) Kur’an birçok yerde evrende doğal görülen birçok olayın asıl fail ve yaratıcısının Allah olduğuna dikkat çekmektedir. Kur’an, görünüşte insanların yaptığı fiilleri de zaman zaman Allah’a isnat etmektedir, çünkü gerçek yaratan O’dur.  (s. 77) Şura Suresi 45. ayette kafirlerin kıyamet günündeki durumları anlatılırken, Kaf suresi 22. ayette Hz peygamberin nübüvvet öncesi ve sonrası durumu anlatılmaktadır. (s. 81)

Kıraatler: Kureyş lehçesi Hicazlıların ve diğer Araplarının lehçelerinin en fasihi; Açık ve düzgünü idi. Kur’an Kureyş lehçesiyle nazil olmuştur. (s. 86) Hz peygamber Kur’an-ı Kerim’in ilk nüzul yıllarında bir telaffuz kolaylığı sağlamak üzere Arapların Kur’an’ı farklı lehçelerle okumasına izin vermiştir. Bu farklı okuyuşlar Hz Osman’ın dönemine kadar devam etmiştir. Kur’an’ı farklı lehçelerle okumaları ciddi ihtilafların ortaya çıkmasına neden olunca Hz Osman, Kur’an lehçesi üzerinde birleşme kararı alıp bunu resmi musafta uygulamaya sokmuştur. Kur’an’ın sadece bazı kelimelerin farklı okuyuş biçimleri ile kıraatler ortaya çıkmıştır. (s. 87) Farklı kıraatlerde, ana manayı ve kök anlamı etkileyecek bir değişiklik söz konusu değildir. Kur’an o kadar asla uygun, dikkatlice, titiz bir şekilde korunmuştur ki, bırakın bir cümle veya bir ayetin değişmesini, bir kelimesinin bir harfi bile farklı biçimlerde okunmuş ise, o bile mutlaka kayıt altına alınmıştır. (s. 88)  İslami ilimlerin hepsinin ilk kuruluş materyalinin tamamı Kur’an’dan alınmıştır. (s. 92)  Müşkil alanında yazılan eserler dikkatle incelendiğinde, kişinin Kur’an’ın yüceliği, güzelliği ve icazı karşısında güveni artar. (s. 96)  Kur’an’ın ele aldığı konuların zengin ve enginliği, farklı alanların seçilmesi, değişik kesimlere hitap edilmesi ve değişik mesajların ulaştırılma çabası, Kur’an’ın çok kısa veciz ve muhtasar/kısa bir üslup seçmesini kaçınılmaz kılmıştır.  (s. 118)  

Prof. Dr. M. Halil Çiçek, Müşkilu’l-Kur’an’ı Yeniden Değerlendirmek 

 

Leave a comment