Turan Dursun, İlhan Arsel, Erdoğan Aydın, Server Tanilli’ye Cevaplar

11 yıl önce
Resim bulunamadı

                                                               Giriş

1-Öncelikle şunun altını çizmek gerekir: “Pek çok Müslüman, din terimini, hayat tarzı olarak çevirmeyi tercih etmektedir.” (Gai Eaton, İslam ve İnsanlığın Kaderi, s. 83); “Din yaşam tarzının adıdır, yaşam tarzımız dinimizdir. Neyi nasıl yaşıyorsak dinimiz o dur!  “Vahyin esas maksadı, bir “hayat görüşü” sağlamaktır.” ( Selçuk Kütük, Deizm, s. 110) 
2-Din  iyiliği yaymak, kötülüğe engel olmak için gönderilmiştir. Pasifizm, nemelazımcılık, enaniyet, bencillik İslam ile barınamaz, ilişkilendirilemez.
3- İslam’da önce İman gelir: Allah’a tevhit bilincine sahip olarak iman etmek. Hz Muhammed’i resul, ahiret gününe iman – kabul etmek gerekir.
Sonra Ahlak gelir: Hayatımızı İslam’ın emrettiği şekilde “ne kendimize ne başkalarına zarar vermeden” İyi- temiz- namuslu olarak yaşamak gerekir! İbadetler ahlaklı yaşamayı sağlamak için emredilmiştir.
Tüm  bunların olması içinde gerekli olan sosyal kurallar son sıradadır. Muamelat, adalet, insan hakları, hak gibi kavramlar bu boyuttadır ( İman etmiş  bir müminin ekonomik olarak rahata ulaşmış olması gerekir ki ahlakını da muhafaza edebilsin. Faiz, karaborsa, içki vs. bu nedenle yasaklanır. )
Bu  sıralama önem sırasına göre dizilmiştir ve her üçünün toplamıdır İslam dini! Önce iman sonra ahlak ve sonra muamelat bu sıra ve üçü bir arada!

                                                     Turan Dursun

     Babası daha doğmadan onun için kitaplar satın almaya  başlar. “Basra’da ve Kufe’de bulunmayacak ölçüde büyük bir din alimi ” olacaktır. Küçük yaşta sıkıntılara maruz kalır. Çocukluğunu yaşayamaz. “Ne yapıp edip herkesi geçmeye karar.” vermiştir. Arapça ve klasik medrese eğitimi alır ama bunları sadece hedefine götürecek basamak olarak görür. Ama  yaşadığı dünyadan habersizdir. Hayal dünyasında yaşar. Çocukluğunda koşullandığı ” En önde olma” , ” Kendisinden herhangi bir şekilde söz ettirme ” tutkuları ve din  adına yaşadığı bütün negatif tecrübeleri ileride bilinç altından çıkacak büyük ölçüde şahsiyetini ve dine bakışını etkisi altına alacaktır. Tüm olumsuzlukların sebebi olarak, dinle özdeşleştirdiği  ” Zalim baba ”  olarak nitelediği babasını görür. Onun yönlendirmesi ile küçük yaşta girdiği ve yasak olduğu içinde pedagojik formasyondan uzak bir ortama sahip medresede aldığı modern bilimden ve güncel fetvalardan uzak eğitim onu hırçın ve agresif yapmıştır. Yıllarını harcayıp aldığı eğitim gerçek hayatta hiçbir işine yaramamakta, toplumca bir saygı görmemektedir. İlkokulu dışarıdan bitirir, müftü olur, farklı uygulamaları ile dikkatleri üzerine toplamak ister, ayrılır TRT’ye geçer namazı orucu bırakır. Tevrat ve İncil’de Kuran’da anlatılanların benzerini görünce Hz. Muhammed’in ” Bir sahtekar ” olduğu fikrine varır ve peygamberlik inancını yitirir. Tabii onun bu  ifadelerinde samimi olduğunu düşünmemiz için onun Kuran’ı hiç  okumadığını düşünmemiz gerekir. Çünkü bizzat Kuran’ın bir çok ayeti zaten bu benzerlikten bahsedilmektedir. Hatta tahrifleri dışında bu kitapları onayladığını belirtir. ” O an bende öyle bir hınç oluştu ki, çünkü din – peygamber benim gençliğimi çocukluğumu aldı. Onun yüzünden çocukluğumu yaşayamadım.” der.  Dursun sadece dinle kavgalı değildir. Çevresi ile de uyumsuzdur. Gerek müftülüğü gerekse TRT’deki görevi esnasında yaşadığı sürgünlerin gerçek sebebi de bu olsa gerekir. TRT’den emekli olmasına gerekçe olarak ” Bunalım içine düşmek, iş çevresi ile uyumsuzluk, psikolojik  dengesizlik ” olarak gösterilir. O bu sürgünleri ” Her yerde doğruyu söyleme kararlılığına bağlarsa da ” bu gerçekçi gözükmemektedir. O  hayatının her döneminde bulunduğu yer ve konumla uyumlu görüşleri en sivri ve uç düzeyde savunmuştur. Müftülüğünde “İlerici din adamı”, TRTde ” Katı laik “, emekliliğinde ” Kesin din karşıtı” kesilir. Onun kişiliğinde cinsel tecrübelerinin de önemli bir payı vardır. Hayatını anlattığı romanında bir koça mastürbasyon yaptırmasını anlatması da bu açıdan ilginç bir kesittir. Çocukluğunda din adına yaşadıkları kişiliğinde derin izler bırakmıştır. Dini anlatırken kullandığı  üslup ancak kendi kişiliğini tanımlaması açısından bir anlam ifade edebilir. Üslup ve ifade tarzının sahibi ile alakası direk ve tartışmasızdır. Değerlendirmeleri çoğunlukla hamasi, agresif, hatta isterik denebilecek özellikler gösterir. O  bir bilim adamı tavrından çok İslam’a duyduğu kin ve düşmanlık sebebi ile ne pahasına olursa olsun onunla mücadele eden bir savaşçı tavrı sergiler. Dünyayı tek başına değiştireceğine inanır. Adeta bir mesihtir o…!

                                                        Erdoğan Aydın
Aydın özellikle İslam’ın bütünü olarak algıladığı sosyal ve hukuki boyutu ile ilgilenir. Dini aşmak gerektiğini savunur. Dini eleştirirken tarafsız ve nesnel bir konumda değildir. O olaylara sosyalist bakış açısı ile bakar ve eleştirilerini siyasi ve ideolojik bakış  açısına sahip biri olarak  yapar. Ama son zamanlarda artık kendini sadece ” Özgürlükçü laik -seküler bir düzenden taraf” olduğunu ilan etmektedir.

                                                      Dine bakış açıları

   Dinin politeizmden – Çok tanrıcılıktan-, monoteizme – Tek tanrıcılığa –  geliştiğini savunurlar. Dinler korku ve umut kaynaklı olarak sonradan yaratılmış olup, insanda var olan ölüm, cehennem ve tanrı korkusunu sömürerek  yaşamaktadır iddiasındandırlar. Yazarlara göre din; korku çaresizlik sırrını çözemediği olağan olaylar karsısındaki cehaletini inançla telafi etme içgüdüsüdür. Dinin tarihi insanlık tarihine göre yenidir. Dinler çok tanrıcılıktan tek tanrıcılığa doğru evrimselleşmiştir. Bilimsel gelişmelerin dini ortaya çıkaran çaresizlik ve bilgisizliği yok ettikçe  gerçekte hiç bir şeyin tanrı tarafında yaratılmadığının ispatlanacağını iddia ederler.

    Bu iddiaya göre dinlerin insanlık tarihinin ilk çağlarında çok daha etkin olması ve günümüze gelinceye dek artık ortadan kalkması gerekirdi. Ama tam aksi bir durum söz konusu oldu. Hatta ateizmin özel eğitimi verilen nice sosyalist ülkeler çökünce din ilk sırada halkın gündemine oturdu.

    Allah peygamber aracılığı ile kitaplar göndermiş, hak dini tebliğ etmiş fakat insanlar zaman zaman putlara, tabiat varlıklarına, heva ve heveslerine tapmış ve onları tanrısallaştırmışlardır. Yani din politeizmden monoteizme değil, monoteizmden politeizme kaymıştır. O zaman Allah yeniden hak dini hatırlatacak nebi veya resuller göndermiştir. Bu konuda “ İslam tüm dinlerin ortak adıdır  “  adlı çalışmamızı okuyabilirsiniz.

    Her üç  kitabî  din dışında, sabilik, mecusilik ve Brahmanlık ta da ilk dinin Adem ile başladığı kabul edilmektedir. Bu da zamanla bozulan dinlerin içinde kalan hak kırıntıların ortak paydalarından biridir. İnsan doğasının dine, dinin de  insan doğasına yatkınlığı da dinin ilahi  olduğunun bir ispatıdır. Allah insanın mayasına  inanma güdüsünü – ihtiyacını yerleştirmiştir. Kesin olan bir şey varsa nerede insan varsa orada dinin olduğudur. Ünlü fransız düşünür Fellicien Challaye: “İnsanın sonsuz varlığa bağımlı olması, onun önünde eğilip ona tapması onu  evlatça bir sevgi ile sevmesi akla uygundur ve doğaldır. Bu bağımlılık ve sevgi dinin temelidir.” der.

                                                 Din insan ilişkileri

     Yazarlara göre din insan özgürlüğünü kısıtlar, toplumdaki sömürü ilişkilerini meşrulaştırır: Yoksullar tanrı tarafından sınandığını sansınlar, durumlarına katlansınlar. Kurandaki yaratılış inancının asıl kaynağı mitolojilerdir. Materyalist hayat görüşü; Yaratılışı evrimci görüş , tesadüf ve şansa göre işleyen tabii eleme ile  açıklamaya çalışırlar. İnsan ile hayvanı aynı köklerde birleştirirler. Ateistler İslam  dinini Hz. Muhammed ile başlatıp Hıristiyanlık ve Yahudilikten de ayrı tutmaya çalışırlar. İslamı sabilik’ten dogma bir din olarak kabul ederler. Ayrıca İslam’ın egemen sınıfın dini olarak ortaya çıkıp, ticareti kabul etmesini de eleştirirler.
Felsefe, sanat, ahlak, hukuk, politika gibi bütün ilimlerin kaynağının din olduğu birçok felsefe ve dinler tarihçisinin ortak görüşüdür. Tarih boyunca peygamberler hak dini savunup batıl din ve dini anlayışlarla mücadele etmişlerdir. İnsanların sömürülme aracı olan ve yeteneklerini körelten din değil, batıl din ve dini anlayışlardır. Hak dinde – İslam’da- varmış gibi gözüken olumsuzluklar  dinin özünden kaynaklanmaz, bu dini pratiğe geçirmeyen insanların zaaflarından ve ahlakı yapısından kaynaklanır: Din sabun gibidir. Sabun satan bile sabunu kullanmazsa kirli olarak dolaşır. Böyle bir durumda hata sabunu kullanmayan kişidedir, sabunda değil. Unutmayalım ki bilim, sanat gibi kavramlarda aynen din gibi, insani veya ahlaki olmayan amaçlar için kullanılabilmektedir. Olumsuzluklar bu kavramlarda değil, bu kavramları hayata geçirmekle mükellef olan insanların zaaflarından kaynaklanır. Ateist yazarlar akıl dışı – hayali ilan ettikleri   dini inkar yolunda ciltlerce kitap yazma  zahmetine katlanmaları, dine inanmadığını söyleyen insanların da bunları alıp okuması, zihinlerini meşgul etmesi hep – farkında olmasalar da – yukarıda bahsedilen, mayalarında- fıtratlarında olan inanma güdüsünü örtüp yatıştırma gayretinden başka bir şey değildir.

     İnsan  ile hayvan arsındaki kesin fark fiziki- biyolojik veya zekâi  değil, her şeyden evvel manevidir. İnsanda fayda ve akla dayanmayan ahlaki ve inanç davranışları vardır.  Sitemizdeki darwinizm ile alakalı çalışmaya “ Evrim teorisi” başlıklı yazımızdan ulaşabilirsiniz.

                                                               İslam

     İslam Hz. Adem’den itibaren gelen dinin ortak adıdır.

     Ali İmran, 67-68: “ İbrahim, ne yahudi idi, ne de hıristiyandı: ancak, O hanif (muvahhid) bir müslümandı, müşriklerden de değildi. Doğrusu, insanların İbrahim’e en yakın olanı, ona uyanlar ve bu peygamber ile iman edenlerdir. Allah, mü’minlerin velisidir.”  Zuhruf, 13:” O: “Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye dinden Nuh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri’ etti (bir şeriat kıldı). “

    Tüm ilahi dinleri Allah göndermiştir. Kurallar unutulup  bozuldukça yeniden hatırlatılır. Bu gelenek son nebi Hz Muhammed’e dek devam eder. Bozulan dini metin ve ritüellerde farklılıklar olması ne kadar doğalsa, bozulmayan asıllığını muhafaza eden ritüel  ve ibadetlerinde benzerlik göstermesi o  kadar doğaldır. Bir çok efsane de Nuh tufanından bahsedilmesi O’nun olduğunun ve insanların dilinde dilden dile anlatıldığının göstergesidir. Tersi Hz resulün o anlatılanları kitaba – haşa- eklediğinin delili değildir. Zaten efsanelerde gerçek olan şeylerin zamanla mitleşmesi değil midir? Aynı şey ilk insanın Hz Adem olarak kabul edilmesi, yaratılışın topraktan olduğunun kabulü …vs içinde geçerlidir. Şunu da özellikle belirtelim ki Sabiilik Hz resul döneminde isevi musevilik gibi ilahi dinlerin bozulmuş bir halinden başka bir şey değildi. İlk dönem İslam alimleri sabiileri  isevı ve musevi karışımı bır din olarak anlatırlar ( Abbas, Mucahid, Basri, Abdullah b. zeyd…gibi ) Özellikle Abbasi halifesi Me’mun zamanında tehditlerden kurtulmak için Harran halkı sabii ismine sığınmışlar ve bundan sonra sabiler yıldız, gezegenlere tapanlar olarak tanınmaya başlanmışlardır. Bu konuda Şinasi  Gündüz’ün ” Sabiiler” adlı eserine bakılabilir (Yazar bizzat sabii kusal metinleri dili lan Mandece’yi öğrenip çalışmasını orjinal sabii  metinlerinden faydalanarak yapmıştır ) Dolayısı ile;  bakara, 62 :”Şüphesiz, iman edenler(le) yahudiler, hristiyanlar ve sabiiler(den kim) Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” ayeti sabiileri kastederken ilahi dinlerin bozulmuş olan halini kasteder. Tabii ayetin bozulmamış asıl isevi- musevi- sabiiliği kastettiğinin altını çizelim. Yıldıza tapan sonraki Harran halkını değil. Yani isevilik -musevilik nasıl bozulmuş bir hak dinin hali ise ayetin indiği andaki sabiilerde aynen öyle idiler. Ama ateist yazarlar cahillikleri ile olayı ” Sabiilik İslam’ın kaynağıdır ” diyecek hale getirmişlerdir. İlginç bir olayda İ. Cerrahoğlu  Hoca’nın kendi görüşlerini desteklediğini iddia ederken yazarlar , Cerrahoğlu’nun bunun tam tersini eserinde ifade etmesidir: “Haran sabiileri bu ismi Memun zamanında almışlardır ve bunların Kuran da bahsedilen sabiilerle hiç bir ilgisi yoktur” ( İ. cerrahoğlu: Kuranda sabiiler ) Zaten Dursun’un kaynak çarpıtmasına bol örnek vardır. Yazarlar marksist ideolojının dine biçtiği şablona göre genelleme yaparak subjektif sonuçlara ulaşırlar. Hele Mekkeli liderleri diğer dinlere müsamahalı davranırken İslam’a olan saldırı ve sert  davranışlarının altında İslam’ın sömürü çarklarına karşı olması varken, ilk Müslümanların köle, yoksul, mazlum kişilerden olması göz ardı edilerek İslam’ı egemen sınıfın dini ilan etmek sadece önyargı ve sübjektivizmdir.

                                                       İslam ve Bilim

      Atesit yazarlara göre insan hem dindar hem de akıl ve bilimden yana olamaz.
Kur an a göre bilginin kaynakları. “Beş duyu, akıl- sezgi ve vahiydir.” Kur an da akıl kullanmayla ilgili ayetlerde asla akıl olumsuz, sakınılması gereken anlamlarında kullanılmaz. Felsefe, tarih, sosyoloji, psikoloji… gibi sosyal bilimler pozitif bilim kabul edilmezler. Kuran tabiatla ilgili açıklamalarda bulunurken doğa sebepleri, tabiat kurallarını inkar etmez, onun inkar ettiği tabi sebepleri nihai sebepler olarak görülmesidir. İlim kelimesi ve türevleri kur an da 750 yerde geçer. Akıl ve türevleri ise yaklaşık 300 yerde geçer. İslam’da ilime büyük önem verilmiştir. İlk mescidi yanına hemen okul açılmış, bedir savaşında esirler okuma- yazma öğretmeleri karşılığı serbest bırakılmıştır. “Kuran ve bilim” adlı çalışmamız bu konuları ele almaktadır.

  Halife Me’mun Bizans’ı yendiğinde savaş tazminatı olarak eski yunan yazmalarından başka bir şey istemedi. Kurtuba’da halife El-Hakem’in 400.000 ciltlik kütüphanesi vardı. 400 yıl sonra gelen “Bilge” diye anılan fransız kralının kütüphanesindeki cilt sayısı sadece 900 idi. Fransız Rosenthal’ın deyimiyle: İslamda olduğu ölçüde hiçbir bir inanç sisteminde din-bilgi kaynaşması ayrılmaz bir şekilde gerçekleşmemiştir. Karen Armstrong: Arap Müslümanlar astronomi, simya, tıp ve matematik üstüne öyle başarılı çalışmalar yapıyorlardı ki, dokuz ve onuncu yüzyıllar boyunca Abbasi imparatorluğunda elde edilen bilimsel başaralar o zamana kadar tarihte elde edilenlerden daha fazla idi. “Müslüman bilim öncüleri” adlı çalışmamız bu konuyu ele almaktadır.

   Günümüz Müslümanlarının geri kalma nedenini İslam’a mal etmek  yanıltıcıdır. Zira Müslüman olmadığı halde aynı durumda olan toplumlarda vardır. İslam Bilime engel olmaz bizatihi ona motor görevi görür. “İslam ülkelerini geri kalma nedenlerini” incelediğimiz dosyamıza ayrıca bakmanızı öneririz.

  Marksistler ne kadar bilimseldir? Mesela Felsefe Profu  Orhan Hançerlioğlu Marxizm  için ” İçinde hiç bir hayal, kuruntu, inanç ve benzeri gibi bilim dışı öğe yoktur. Kesinlikle gerçeğe dayanır ve insanları önyargılardan arındırır” cümlesi ne kadar önyargısız bir anlayıştır? Bazıları ideolojileri din gibi algılar. Dursun’un “Aklı olanın dini veya dini olanın aklı olamayacağı ” şeklindeki ifadesini düşününce insan aklın kimde olduğu konusunda inançlı oldukları bilinen Newton ve Einstein gibi bilim adamlarına mı  ilkokul mezunu Dursun’a mı hak vereceğini şaşırıyor.

                                                     Allah  inancı

    Aydın: ” Artık bilimin yaşamın evrim sonucu oluştuğunu ispatladığını iddia etmektedir. Ayrıca İslam’ın tanrısının  eli , yüzü …sarayı:arş, evi :kabe’si vardır, iddiasındandır. Öncelikle sormak lazım bu tür düşünen yazarlara acaba kendi materyalist inançları bilimsel  olarak ne kadar kanıtlanabilirdir. Allah’ın varlığı işaretleri bakımından apaçık, fakat zatının duyu organlarımız tarafından algılanamaması bakımından gizlidir. Allah’ın varlığını akıl bulabilir ama mahiyetini, özelliklerini akıl kavrayamaz. “Allah’ın varlığının delilleri” adlı çalışmamızı ayrıca incelemenizi öneririz.  Voltaire – D. Hume gibi filozoflar mutlak ateizmin imkansız olduğunu iddia etmişlerdir. Lokman 32:  “Onları kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O’na ‘halis kılan gönülden bağlılar’ olarak Allah’a yalvarıp yakarırlar (dua ederler). Böylece onları karaya çıkarıp- kurtarınca, artık onlardan bir kısmı orta yolu tutuyor. Bizim ayetlerimizi gaddar, nankör olandan başkası inkâr etmez.”

   Allah’ın eli, yüzü gibi ifadeler mecazidir. Çünkü bir çok muhkem ayette Allah’ın eşi ve benzeri olmadığı, hiç bir şeye benzemediği açıkça ifade edilmektedir. Şura 11, Bakara 117:” O, göklerin ve yerin yaratıcısıdır. O’nun benzeri gibi olan hiç bir şey yoktur.”   İhlas 4: “ Hiç bir şey O’na benzemez.”Bu konuda“ Kuran ve mecaz” konulu yazımızı tavsiye ederiz.

  Ateist yazarlara, Muhkem- hemen anlaşılır – ayetleri değil de müteşabih – ilimde derinleşenlerin anlayabileceği – ayetler ile  insanların kafalarını karıştırmaya çalışanlara kuran seslenir: Ali İmran 7: “Sana Kitabı indiren O’dur. O’ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar.”
     Ayrıca Dursun : ” Kuran da tanrının birliğinin açık olmadığını , meleklerin ise tanrının yardımcıları-ortakları olduğunu ” iddia eder. Halbuki Allahın eşi benzeri ortağı olmadığının meleklerın de kul- yaratılan – olduğunu, mutlak güç ve iradenin de sadece  Allah’a ait oldugunu anlatan yüzlerce ayet vardır ( İhlas 1, Müzzemmil 9, Sad 65, Fatır 53, Taha 98…vs ) Tevhid akidesi ilk insandan itibaren ısrarla vurgulanan bir iman kuralıdır:  Ahzab 25: “Senden önce hiç bir elçi göndermedik ki, ona şunu vahyetmiş olmayalım: Benden başka ilah yoktur, öyleyse bana ibadet edin.” Kuran’da Allah inanan insana ilk yüzünü gösterir: Merhametli, keremi bol, bağışlayıcı, sınırsız ihsan sahibi fesat çıkaran, hafifmeşrep gafillere, hakkı örtenlere -kafirlere – , zalimlere, sömürgeci kibirlilere ise ikinci yüzünü gösterir: Sert adil, şiddetli azap ve intikam sahibi. Toshihiko İzutsu:” Dindar mümin için bu iki cephe , tek Allah’ın iki farklı yanıdır ama sırf mantıki düşünen alelade bir   zihin  için bu iki cephe birbirine zıt gözükür.” der. Ateistler amaçları bakımından  ikinci yönü ön plana çıkarıp birinci yönünü görmezden gelip  yok saymaktadırlar.

                                              İlahi kitap ve peygamberlik

    Dursun Kuran’ın kaynağı olarak özellikle Yahudiliği gösterir. Ayrıca sorar: Kuran tahrif edilmiş tevrat ve incili nasıl doğrulayıcı olabilir? İmanın kaynağının Yemen olduğunu iddia eden Dursun, Hz Muhammed’in peygamberliği maddi çıkar ve şehevi arzuları için araç olarak kullanmıştır, Kuran’ın  aslı yakılmış ve Kuran’da da çelişkiler olduğunu iddia eder.

    Allah peygamberler göndererek insanları kula kulluktan kurtarmayı, sömürülmelerine engel olmayı amaçlar. Peygamberler aracı değil, yol göstericidirler. Vahiy  vasıtası ile Allah kulları ile irtibat kurar ve onlara istediği mesajı iletir. Dursun   yine belgelerde tahrifat yaparak İbni Haldun’un da  kendisi ile aynı görüşte olduğunu ” Peygamberin  gereksizliğini ileri sürdüğünü ”  iddia eder. Halbuki Haldun’un asla böyle bir iddiası olmamıştır. O sadece “ Bazı medeniyetlerin peygambersiz de tarihte kurulabildiğini” ifade etmiştir. O Nübüvveti inkar etmemiş, nübüvvetsizde kurulan medeniyetlerden bahsetmiştir. Ama bu asla nübüvvetin
“Gereksizliğini ” kabul  ettiği  anlamına gelmemektedir. O  hiç bir şekilde genel olarak insanlığın ilahi rehberliğe, peygamberliğe ihtiyacı olmadığını veya kendisinin böyle bir inancı olduğunu ifade etmemiştir. Yoksa  O  İslam’a inanan mümin bir sosyal bilimcidir. Dursun anla-ya-madığından – bir çok konuda olduğu gibi -bir şahsiyetten seçerek aldığı bir görüşü bütünlüğünden kopararak ” İşine geldiği gibi ”  yorumlayarak kendi görüşüne dayanak sağlamaya çalışır.

    Aydın ise İbni Sina gibi filozofların peygamberliği, felsefenin gücü olarak görüp reddettiği şeklindeki görüşte gerçeği yansıtmamaktadır. Sina’ya göre ” İnsan için mucizelerle desteklenmiş bir peygamber gereklidir.” Hatta peygamberliği savunduğu ” İsbatu’n-nübuvvat ” adlı bir eser bile vardır. Yine Filozof  Farabi’de nübüvveti inkar eden  İ. Ravendi ve Razi’ye reddiyeler yazdığı bilinmektedir.

     İmanın Yemenli olduğuna dair hadis: Yemen halkının İmanı noktadaki tereddütsüz kabullerine karşı bir iltifat olarak söylenmiş sözdür. Ama ne yazık ki bu övgü ifadesi nerelere çekilmiştir ateist yazarca! Biz de kullanmaz mıyız, mesela ” Var mı senim gibi cesur biri ” diye. Ne yani başka cesur kişi yok mudur? Sadece iltifatta bir mübalağadır bu, o hadis te aynısıdır işte, o kadar.

     Çağdaşları Hz Resul’de asla ahlaki bir kusur görememişlerdir! ( W.M.Watt ; Hz. Muhammed , 246 ) Sabırla katlandığı eziyet ve imtihanlara göğüs gerişi sadece onun kendine ve Allah tarafından verilmiş olan ödevine derin imanıyla açıklanabilir( Watt: 244 )
K. Armstrong: Hz Ömer’in Arap  şiirine olan kusursuz  vukufiyetinin altını çizdikten ve ” Şairler dilin kusursuz kullanımı konusunda ona danışırlardı ” dedikten sonra ” O  öyle bir metne daha önce hiç rastlamadığından onun olağanüstülüğü karşısında adeta çarpılarak teslim olduğunu” söyleyerek Müslüman olmasını ve nedenini anlatır. Kuran geleneksel  geçmişlerinden  zorlu bir ayrılmayı olanaklı  kılan güçlü bir duygu darbesi ile insanların uyanmasına neden olmaktadır. Dursun ve bazıları siyasi taktik olarak müşriklerin kullandığı yöntem ve iddialara sahip çıkmaktadır: Bazı kişiler görünüşte Müslüman oluyor bir müddet sonra İslam’dan döndüklerini açıklıyorlar ve şöyle diyorlar: “Ben ne öğretip kendisi için yazdımsa Muhammed yalnızca onu bilir, başka bir şey bilmez.” Amaçları Müslümanları dinlerinden döndürmek ve onların şevklerini kırmaktı. Ali İmran 72: “Kitap Ehlinden bir bölümü, dedi ki: İman edenlere inene  gündüzün başlangıcında inanın, bitiminde ise inkar edin. Belki onlar da dönerler.”  İslam tüm dinlere inen kuralların genel adıdır: Ali İmran 84:  “ De ki: Biz Allah’a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarına indirilene, Musa’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere iman ettik. Onlardan hiç biri arasında ayrılık gözetmeyiz. Ve biz O’na teslim olmuşlarız.” Bu konuda “ İslam tüm dinlerin ortak adıdır  “  adlı çalışmamız bakabilirsiniz.

   Hz. Muhammed’in – haşa- şehvet düşkünü biri olduğu iddiaları haçlı seferleri sırasında batılılarca ortaya atılan  kasıtlı  ve amaçlı iddialardı ( Watt: İslam ve hristiyanlık :21) Bunun böyle olmadığını önyargısız batılı oryantalistler bile görürken yerli dinsizlerin bu iddiaya sarılmaları onların son tahlilde aslında kime hizmet ettiğini göstermesi açısından da dikkate değerdir. Efendimizin “Özel hayatı ve evlilikleri “ çalışmamızı sitemizde bulabilirsiniz.

   Şehvet için evlense idi Hz resul pekala zengin, soyu ve güzelliği ile öne çıkmış Mekke ve Medine’li kızlarla evlenebilirdi. O asla peygamberliği şahsi çıkarı için kullanmamıştır. Mütevazi yaşamı bu iddiaları yalanlar. Hz resulun ev hayatı dar gelirli ve sıkıntılarla iç içe olan bir yaşamdır. Onun hanımları ağırlarına gitse, zor da olsa bu yaşam biçimine katlanıyorlardı. Ahzab 28-29: “ Ey peygamber, eşlerine söyle: “Eğer siz dünya hayatını ve onun süslü-çekiciliğini istiyorsanız, gelin sizi yararlandırayım ve güzel bir salma tarzıyla sizi salıvereyim. Eğer siz Allah’ı, Resûlü’nü ve ahiret yurdunu istiyorsanız artık hiç şüphesiz Allah, içinizden güzellikte bulunanlar için büyük bir ecir hazırlamıştır.”

    Hz peygamber ve ailesi özellikle Medine döneminde devlet başkanı olarak krallar gibi saraylarda ve lüks içinde yaşayabilirdi. Fakat o  inancı gereği Medine’de mescidin bir bölümünde ümmeti ile iç içe ve mütevazı bir yaşamı tercih etmiştir. Dikkati çeken bir diğer hususta batı, bir yandan kendi toplumunda eşcinseller arası evliliği ve onların çocuk edinmesini meşru sayarken, binlerce yıllık geçmişi olan farklı evlilik  biçimlerini insanlık dışı, modernliğe ve gelişmeye karşı oldukları gerekçesiyle yok etmeye çalışarak tutarsızlıklar içinde bocalamaktadırlar. “ İslam’da kadın hakları” yazımızı inceleyebilirsiniz

    Suyuti’nin El-Itkan eseri başta olmak üzere bazı rivayetlerinden hareketle Kuran’a yapılan saldılar vardır. Ama Ö. R. Doğrul ‘un da dediği gibi: Suyuti hadis konusunda şayanı itimat olmadığında ittifak vardır. Buhari gibi muhaddisler Suyuti’yi tekzip ederler. Bazı Ehad rivayetleri -Mutevatir olmayan yani kesinlik seviyesine ulaşmamış rivayetleri esas alıp – Kuran da ne olup olmadığını ispata çalışanlara itibar edilmemektedir.Unutmamak gerekir ki bu rivayetler İslam alimlerince ” Zayıf, uydurma ve şa’z ” olarak adlandırılmış ve reddedilmişlerdir. Tarih boyunca olduğu gibi bu günde dünyanın her yerinde – Mezhebi farklılıklara rağmen- bütün mushafların aynı olması kuranın korunmuşluğunun göstergesidir.  Mervan B. Hakem’in  Hafsa’nın yanında olan Kuran nüshasını o ölünce yaktırmasının sebebine gelince : Hz Osman’ın çoğalttığı mushaf tek lehçede – Kureyş  lehçesine göre yazılmıştı. Halbuki Hafsa da korunan mushaf yedi lehçe ile okunabilecek tarzda idi. İlk mushaf Kuranı koruma amacıyla yazılmışken, çoğaltma işlemi artık bu aşamayı geçmiş ve lehçede birliği amaçlamakta idi. İşte çoğaltma işlemi ile korunmadan sonraki aşama lehçe de de birlik sağlanmış oldu. Zaten hafızlar varken kuran nasıl değiştirilebilirdi ki? Çoğaltılan Kuran’lar zaten bu Hafsa’nın mushafından çoğaltılmıştı. O daha yıllarca bu kuranı yanında bulundurmuştu. Bir tek kelime bile değişse – hafızlardan başka- Hz Hafsa buna itiraz etmez mi idi. Hafsa’nın yanındaki kuran ile çoğaltılan kuranlar uzun yıllar bir arada oldular ve asla da itilaf, eksik- fazlalık ortaya çıkmadı. Bu konuda “ Kuran’ın cemi” konusuna müracaat edilebilir.

   18. yüzyılın sonlarında Münih ün. 42.000 kuran nüshası üzerinde 60 yıl süren bir çalışma yapar. Tüm  mushafların aynı oldukları sonucuna varırlar ( M. Hamidullah : Kuran-ı Kerim. tarihi dersi, 9 ) Kuranın değiştirildiğini iddia eden Dursun diğer taraftan tevratın tahrif edilmediğini savunması hangi tarih ve bilimsel gerçeklerle açıklanabilir? Kuran’ın  iç düzeni kitapların değil hayatın iç düzenine benzer. İnsan hayatında olduğu gibi Kuran’da da iman-ibadet ve ahlakî  yaşantılar  bütün oluşturacak şekilde baştan sona serpilmiştir. Kuran edebiyat değil hayattır. Hayat tarzıdır. Kuran insanı hayatın içinde eğitmeyi amaçlar. Kuranda çelişki olduğuna dair iddialara cevaplar ise sitemizde “ Kuran’da çelişki iddialarına cevap” adlı çalışmamızda bulabilirsiniz.

                                                       Melek inancı

      Ateistlere göre melekler tanrının ortaklarıdır. Rabbin ise kürsüsü-tahtı vardır.
Nahl 49-50: “ Göklerde ve yerde olan ne varsa, canlılar ve melekler Allah’a secde ederler ve onlar büyüklük taslamazlar. Üstlerinden (her an bir azab göndermeye kadir olan) Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyi yaparlar. “

     Melekler ortak değil memurdurlar. Ama asla rabbimizin kainatı idare etmesi için bir varlığa ihtiyacı yoktur. Bu sadece rabbimizin kendi seçtiği idare tarzıdır. Yoksa “Her şey O’na muhtac, o kimseye muhtac değildir!” ( İhlas 2. ayet ) Kuran’daki arş kelimesi mecazidir. Yaratılanlar üzerindeki hüküm ve idaresini temsil eder. Bu konuda tüm müfessirler ortak görüştedir. Melek iyiliğin , şeytan kötülüğün simgesidir. Kuran’da teşbih konusu da sitemizde “ Kuran ve mecaz “ adı ile işlenmiştir.

                                                                Ahiret

     Aydın: Ahiret inancının emekçi, dar gelirli ve ezilen kesimin avutulmasına ve uyuşturulmasına hizmet ettiği görüşündedir.

    Ahiret inancının temel fonksiyonu ahlak imtihanında, sorumluluk duygusunun kazanılmasında bir basamak teşkil etmesidir. İnsan davranışlarını seçerken olumlu, iyi olanı tercih eder bu sayede. Kaybolmuş cüzdanın sahibini aramak bilimsel ve rasyonalist (!) olmayabilir ama ahlakî ve ahiret inancının pratiğe yansıması olması acısından ilginçtir. Yurdumuzda hangi şehire gidilirse gidilsin ” Kayıp cüzdan bulunmuştur ” anonsu duyulabilir. Bunu hangi medeni batı ülkesinde görebiliriz ki? Ahiret direk dünya ile alakalıdır. Yoksa dünyevi sorumlulukların ertelenme nedeni değildir: İsra 72: “Kim bunda (dünyada) – Haksızlık karşısında veya hakkı savunma karşısında – kör ise, O, ahirette de kördür ve yol bakımından daha ‘şaşkın bir sapıktır.” Şura 39: “ Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.” Kurandaki cennet cehennem tasvirleri müteşabih ayetler grubuna girer. Cennet veya cehennemden daha üst bir makam vardır o da Rızaullah:
Tevbe 72: “ Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah’tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.”

    Allah insan ilişkisinde temel etken sevgiye dayanır. Esma’u-l Hüsna’da – 99 isimde – iki üç  tane isim ( Zalim, kötü, kişilere karşı ) Kahhar- gazap  ifade eder. Geri kalanı  rıza ve muhabbet  anlamı içerir. İslam’da asıl olan ibadet ve karşılığında dünya ve ahirette mükafatlandırılmaktır. Ceza sadece kötülüklerin önlenmesinde bir tedbirdir! Unutmayalım ki ceza ve ödüllendirme evrensel bir kabul gören eğitim ilkesidir. Ama bilinç altı,  cezalandırılma duygusu ile hareket edip sadece gazap ayetlerini görüyorsa bu , o bakış açısına sahip insanların kendi iç dünyalarından da bizlere haber verir: Bu aslında Allah’ın insanların içine koyduğu vicdanlarının, yaptıkları kötü işlere, ileri sürdükleri haksız isnatlara  karşı sesini bastıramayınca yaptıkları kötülükleri açıkça ifadelendiremeseler de, yanlışlıklarının sonucunu tahmin etmelerinden ileri gelmektedir. Neden mükafat -cennet -rızaullah ayetleri gözükmez gözlerine acaba. Suçluluk psikolojisi mi, yoksa  kalplerini katılaşması mı ? Belki de her ikisi, kim bilir? “ Beden –ruh, ahiret “ adlı çalışmamızı incelemenizi tavsiye ederiz.

                                                         Kader

   Kader insanı pasifleştirir mi? Böyle bir şey olsa ilk Müslümanlar üzerinde bu etki neden gözükmedi? Ayrıca “Allah’ın kalpleri mühürler mi?” konusuna müracaat edilebilir. Başka bir konu: bilimin gelişmesi ile insanın sınırsız güç ve iradeye erişebileceği iddiasının artık tamamen bir hayal olduğu da ortaya çıkmıştır. Necm 39: “ Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur.”, Tur 21:” İman edenler ve soyları kendilerini imanda izleyenler; Biz onların soylarını da kendilerine katıp-ekledik. Onların amellerinden hiç bir şeyi eksiltmedik. Her kişi kendi kazandığına karşılık bir rehindir.”, Fussilat 46: “Kim salih bir amelde bulunursa, kendi lehinedir, kim de kötülük ederse, o da kendi aleyhinedir. Senin Rabbin, kullara zulmedici değildir.” Ayrıca 65/3, 18/29, 6/49, 13/11, 8/53, 30/41. ayetlere bakılabilir.“Kader “ konusundaki çalışmamızı tavsiye ederiz.  Suç işleyen biri Hz. Ömer’in  huzuruna getirilince adam, Bu işi Allah’ın takdiri ile yaptığını söyler. Hz Ömer’de adama cezasına ek olarak bir de Allah’a iftira ettiğinden dolayı para cezası verir. Şura 30: “Size isabet eden her musibet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah,) Çoğunu da affeder.”
Ankebut 41: ” İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır.” Nisa 79: “Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahit olarak Allah yeter.” Son tahlilde her şey Allah’tandır. Bir iyilik başımıza gelirse bu zaten rabbimizin izni ve onun nimetlerinden olan bir olaydır. Ama kötülük olunca onu biz – Kendi ellerimizle işlediklerimizle biz çağırırız – Allah’ta gönderir. Allah istemez, uyarır, cehennem var der.

    Dünyadaki haksızlıklardan dolayı dini sorumlu tutmak sadece ” Hedef saptırmaktır!” Kuran’a göre bütün adaletsizliklerin sebebi : Mal biriktirip ihtirasla çoğaltmaya çalışan değersiz insanlardır. Hümeze 1-3: “O kişinin vay haline; ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanıyor.” Tekasür 1-2:”Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi ‘tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi. Öyle ki (bu,) mezarı ziyaretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü.”

                                                            Ahlak- hukuk

    Ateist yazarlarca kadının cinsel meta görüldüğü iddia edilir. Öbür dünya korkusu ile insanlar sindirilmiştir. İslam’ın köle kavramına bakışı eleştirilir Kuran sadece Arap toplumuna seslenir iddiasındadırlar. Erkeğin kadından üstün kabul edildiği ileri sürer, şeriatın kuralları değişmezdir derler. İslam’da hoşgörü ve özgürlük yoktur der, cihadı reddederler. Özel mülkiyeti kabul etmesinden dolayı İslam’ı eleştirirler ve dinsiz de ahlakın olabileceğini iddia ederler. Kısaca onlara göre din karanlık, kötülük ve işkencedir.

    İslam bir bütündür: İnanç, ibadet, hukuk ve ibadeti ile. Önce inanç, sonra ahlak sonra ibadet, hukuk gelir. Mesela İslam’ın ilk şartı  kelime-i şehadet, tevhitle alakalıdır. Oruç nefse hâkimiyet, zekat yardımlaşma-sosyal adaleti amaçlamaktadır. Hiç bir emir-yasak diğerinden ayrı veya alakasız değildir. İslam bir bütündür ve tüm emir, yasaklar bir biri ile irtibatlı, bağlantılıdır. Ahiret inancı olmazsa dünyada ahlak, adalet gibi soyut kavramlar  adına hürriyetini, hayatını feda edenlerin davranışlarını hangi akli ve bilimsel ölçü ile kazanım hanesine yazılabilir ki. Emek verip aldığım hayvandan bir parçayı fakire verirken, yerde bulduğum cüzdanı cebime atmazken, ahlaksızlık yapma imkanım varken bundan uzak dururken, acize yardım, fakire destek, mazlumu destek, …tüm bunları hangi rasyonel ve bilimsel kılıflara vurup  mantıki bir sonuca ulaşabiliriz ki.? Tam tersi  başkasına faiz ile para vermek rasyonel ve bilimseldir ama ahlaki değildir. Dinsiz ahlak nasıl olabilir? Böyle bir ahlakın normları nasıl oluşacaktır. Nasıl genelleştirilip insanlıkça kabulü onaylanacaktır? Mesela günümüzde homoseksüellik artık normal hale getirilmeye çalışılan bir cinsel hastalık türüdür. Bunu kabul eden ahlaklı mı olacaktır? Bu yaygınlaşırsa aile ve toplum, nesil nasıl ayakta kalacak ve gelecek nasıl korunacak? Bu sadece bir örnektir Ama istisna yok mudur, tabi ki vardır, Begoviç’in dediği gibi ” Ahlaklı ateist olabilir ama ahlaklı ateizm olamaz !” Bazı ateistlerin ahlakı şuur, vicdan, insanlık gibi  soyut kavramlara dayandırmaları da dünyada fazla bir karşılık bulmaz. Sonuçta bunlar gözle görülebilir dünyanın bir parçası, bilimin konusu değillerdir ve asıl önemlisi tanrılık makamına getirilen bu kavramlar inanç, dinin de daha alçak bir biçimi olma konumuna getirilmektedir. Asıl sorunda materyalizmin sınırları içinde insanın ahlaklı kalıp kalamayacağıdır. Maide 8: “Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”  Nisa 135: ”Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. Leyl 19-20: “Onun yanında hiç kimsenin karşılığı verilecek bir nimeti (borcu) yoktur.  Ancak yüce Rabbinin rızasını aramak için (verir)”  Ali İmran 92: “Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.”

    İbadetler ilahi bir terbiye metodudur. Ahlakı destekler! Ramazan da topluma hakim olan o  maddi manevi havayı hangi materyalist sistem gerçekleştirebilir. Sadaka maddiyata olan eğilimi köreltir, hac birlik, evrensel kardeşlik bilincini aşılar. Allah gruplaşmayı, parçalanmayı sürekli olumsuzlar, kardeşlik seviyesine varan birlikteliği över Veda hutbesi başta numarasını verdiğimiz ayetlerde bunları hedefler: 3/103, 49/13, 6/159, 42/13,3/105, 9/71…

                                                 İslam hukuku

     İslam hukukunun en büyük özelliği esnekliğidir.  Konuya “ İslam fıkhı “ adlı yazımızdan ulaşabilirsiniz.
Nisa 58:” Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir.”
Ali İmran 108: “ Bunlar sana hak olarak okumakta olduğumuz Allah’ın ayetleridir. Allah, alemlere zulüm isteyen değildir.”
Bakara 185: “Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. “
Maide 6: “Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.”
Lokman 20: “ Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip-tamamlamıştır.”
Ali İmran  159: “ İş konusunda onlarla istişare  et.”
Şura 38: “ Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler,
Şura 15:” Emrolunduğun gibi doğru bir istikamet tuttur. Onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Ve de ki: Allah’ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adaletli davranmakla emrolundum.”
En’am 152: “Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiç bir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah’ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.”
Bakara 188: “Birbirinizin mallarını haksızlıkla yemeyin ve bile bile günahla insanların mallarından bir bölümünü yemeniz için onları hakimlere aktarmayın.”
Ali İmran 130: “ Ey iman edenler, faizi kat kat arttırılmış olarak yemeyin. “
Nisa 2: ”Yetimlere mallarını verin ve murdar olanla temiz olanı değiştirmeyin. Onların mallarını mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu, büyük bir suçtur.”
Şura 40: “Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür.Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah’a aittir. Gerçekten O, zalimleri sevmez.”
Maide 1-2: “Ey iman edenler, sözleşmelerinizi yerine getirin  Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoyduklarından dolayı bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah’tan korkup-sakının.”
Fetih 17: “Kör olana güçlük (sorumluluk) yoktur, topal olana güçlük yoktur, hasta olana da güçlük yoktur.”
Bakara 173: “ O, size ölüyü (leşi)- kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı kesin olarak haram kıldı. Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtaç kalırsa, taşkınlık yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla (ölmeyecek oranda yiyebilir), ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.”
Maide 3:”Kim ‘şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla  karşı karşıya kalırsa’ -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”
Kuranda 228 ayet hukuki talimatlara ayrılmıştır. 70’i  aile, 70’i  medeni hukuk, 13’ü yargılama, 10’u anayasa, 10’u ekonomi, 25’i uluslararası ilişki, 30’u ceza hukuku. Tüm bunların amacı ise  ahlaka dayalı bir toplum düzeni inşa etmektir.
İslam’da kadın hakları”  konusu dışında son yüzyılda gerçekleşen cinsel derimle birlikte batıda genellikle çıplaklığı, özelde kadınların bedenlerini cinsel cazibe uyandıracak şekilde fütursuzca sergilemeleri , bir marifet gibi medeni (!) olmanın ölçüsü haline getirilmiştir. Çıplaklık bir özgürlük  kullanımı mı yoksa  kadının kişiliğini , insanlık onurunu ve kadınlığını tahrip eden , onu sadece erkeğin cinsel arzularına hitap eden bir metaa dönüştüren bir tutum mu olduğu , ciddi  şekilde tartışılması gereken bir sorundur.       

                                            

                                                      İslam iktisadı

     İslam iktisadı denince öncelikle akla İslami metafizik ve ahlaki değerlerin hakim olduğu bir iktisadi yapı akla gelmelidir!

1-Her şeyin asıl sahibi Allah’tır

2-İnsanın mülkiyeti sadece ” Emanet sahipliğinden “ibarettir.
3-Mala ihtiras aldanıştır.
Maide 17: “Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah’ındır; dilediğini yaratır. Allah her şeye güç yetirendir. “ , Hümeze 2-4: “ Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır.Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanıyor.Hayır; andolsun o, ‘hutame’ye atılacaktır.” , Haşr 7: “ Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet olmasın.” , Bakara: 3”  Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. “

Kuranda mülkün kazanılması ile sabır, şükür, çömertlik, iyilikseverlik, dostluk, dayanışma , huzur  gibi ahlakı değer ile zekat, sadaka, infak, helal kazanç hatta namaz gibi ibadetler arasında  yakın alaka kurulur. Asıl amaç ise ‘Erdemli insan’ yetiştirmektir.
İslam zorlama ile yapılan imanı geçerli kabul etmez.Allah yoluna güzel öğüt ve hikmet ile çağırma emredilir: Nahl 125: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.” , İsra 29:”Ve de ki: “Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Yunus 99: “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü’min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın?”
Ğaşiye 21:”Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın.”
Bakara 256: “Dinde zorlama (ve baskı) yoktur.  Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.”
İşin ilginç yönlerinden biri de Aydın – yerine göre – İslam’ı zekatları toplama konusunda ,hem ” Ceberrut devlet tavrında olmakla” suçlar, hem de İslam’ı , ” Zekat vermeyenlere karşı yaptırım uygulamadığından ” dolayı eleştirir.”

                                                              Cihad
Bakara 190:” Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez.”
Enfal 61:”Eğer onlar barışa eğilim gösterirlerse, sen de ona eğilim göster ve Allah’a tevekkül et. Çünkü O, işitendir, bilendir.”
Hac 39-40: “Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla, onlara karşı savaş açılana (mü’minlere, savaşma) izni verildi. Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye güç yetirendir. Onlar, yalnızca; “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır.”
Tevbe 36: “Gerçek şu ki, Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah’ın kitabında on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte dosdoğru olan hesab (din) budur. Öyleyse bunlarda kendinize zulmetmeyin ve onların sizlerle topluca savaşması gibi siz de müşriklerle topluca savaşmayın. Ve bilin ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir.”
Nisa 75-76 : “Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz . İman edenler Allah yolunda savaşırlar; inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır.”
Bakara 192: “ Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir.”
Ankebut 46:” İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, Kitap Ehliyle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: “Bize ve size indirilene iman ettik; bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuz.”
Mümtehine 8-9:” Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için arka çıkanları dost edinmenizden sakındırır. Kim onları dost edinirse, artık onlar zalimlerin ta kendileridir.

      Batının reformları ve aydınlanma çağı adını verdikleri süreç devamlı olarak ateist yazarlarca övülür ve örnek gösterilir:
1-Hıristiyanlık tecrübesinin İslam ile özdeşleştirilmesi yanlıştır.
2-Çevre kirliliği, ırkçılık ,silahlanma, tüketim çılgınlığı, açlık, iki dünya savaşı, gelir dağılımındaki adaletsizlik …gibi hususlarda hep bu sürecin sonucudur.
İnsanlar tanrısızlık adına da bir çok kötülükler yapmışlardır. Sadece din adına mı savaşalar yapılmıştır konusuna cevap , sitemizde “ İslam savaş hukuku”  ve “ İslam barış, hoşgörü dinidir.”

    “İslam inancında mitlere yer verilmez. İslamî  doktrin basit , açık ve dolaysızdır. Batı mantalitesinde insan hakları tanrıya ve kutsala karşı bir bağlamda ancak gelişmiştir. İslam’da ise tersi geçerlidir.
Muhammet Altaytaş: Hangi Din, Eylül yayınları.

 

ilhanarsel-turandursun-eaydin-stan-1

Bu Konuyu Sosyal Medyada Paylaş

Yorumlar

  1. Halit Akyel dedi ki:

    Aynı köşeyi Arif Tekin için de ayırabilir misiniz özellikle şu iddialara. Yazarın kafasında hayal kurduğuna şüphem yok peki alıntıladığı kaynaklardaki olayların aslı astarı nedir cevaplarsanız sevinirim

    CEVABEN
    Halit kardeşim,
    Arif Tekin’in iddiaları Turan Dursun’unkilerin yanında çok hafif kalıyor. Yazdıklarında (Kuran’ın kökeni, efendimiz ve hanımları, Sümerler vs.) klasik materyalist felsefeye oryantalist iddiaları ekleyip hayal dünyası ile süslemiş, o kadar. Ama onları da aşmış bu arada:
    Zamanında yaşayan müşrikler ve yüzyıllardır İslam’da hata arayan oryantalistler, Kuran’a ‘kaynak’ iddiasında o kadar çok farklı ve çelişkili iddialarda bulundular ama gelin görün ki, hepsinin atladığı (!) bir ( başka ve asıl ) kaynağı Arif abimiz, 1400 sene sonra fark edip gün yüzüne çıkarıyor. Önce karar verip sonra delil bulma gayretlerini oryantalistler çok yapar ama Tekin hepsini sollamış gözükmektedir- Kuran’ı Hz Muhammed mi yazmıştır? sorusuna cevabı, ” Kuran’ın kaynağı nedir” adlı yazımızda ele alıp işlenmiştir. –
    Gelelim yazının kaynakları sorunuza: Sadece Zeyd’in Süryanice öğrenmesi konusunu sana açıklayacağım, yazarın hayal gücünün sınırsızlığının buradan anlaşılacağını düşünüyorum: 35 yaşında ümmi olan ( Delilleri ile sitemizde bu başlıkta konu işlendi) peygamber Kabe’de Süryanice kitap buluyor ve bu Kuran’ın kaynağını oluşturuyor?! Müşriklerden gizlice (!) elde ettiği bu kitabı Arapça okuma bilmeyen peygamber, Süryanice olarak okuyup, Kuran’ın temellerini atıyor. Öyle gizli ki efendimizin vefatında uzun yıllar sonra bu kitaptan, hem de islam tarihi yazan Müslüman yazarlarca bahsedilebiliyor?! Peki o zaman Zeyd’den neden Süryanice öğrenmesini istiyor? İfşa olmamak için tersi olması gerekmez mi? Peygamberimiz Zeyd’den Süryanice öğrenmesini istemiştir, bu doğru ama Kuran’ın kaynağının Süryani eser olduğu iddiası nasıl gerçek olsun, efendimiz Zeyd’e Süryanice öğrenmesini Zeyd’den ‘Medine’de’ istemiştir! (Tirmizî, İstizan: 22; Ebû Dâvud, İlim: 2; Müsned, V/136) Peki Zeyd ne zaman okuma yazma öğrenmiştir? Meşhur Bedir savaşında ( 624) esir alınanlardan (Tabakât, 2/22; DİA, XXIX/5) öğrenmiş daha sonra vahiy katibi olmuştur. Ne yani, Mekke’de 13 sene kime ne anlatmış, Medine’ye hicrette uydurduğu (!) dinin kurallarını, tercüme ettirerek peygamberliğinin son birkaç senesinde, sonradan mı ortaya koymuştur? O zaman süryaniler neden bu dine koşarak gelmediler, neden onlar, ‘ Ama bu inanç bizimki ile aynı’ demediler…Sorular çok!
    Not: ‘Kuran’ın kaynağı nedir?’ adlı yazımızda bize gelen bir soruya, “Sayın Çelen” diye başlayan cevabımızın soru kısmı yine Arif Tekin’in bir iddiasına cevabı içerir. İsterseniz bu yazarın hayal dünyasına bir örneği de orada bulabilirsiniz.
    Selam ile.

  2. Mu dedi ki:

    Arkadaşlar kesin bilgi yayalım. Eğer bu siteyi kuran ve yöneten arkadaşlarımızobjektif olsalar idi yazarların karakterlerini değil; kitaplarında İslam dini ile ilgili bilgileri ve kaynakları kontrol edip bu kaynakların doğru olup olmadıklarını araştırırlardı. Ayrıca eğer ellerindeki bilginin, şnandıkları şeyin doğru olduğundan emin olsalardı (yani korkmasalardı) arkadaşlar o kitapları da okuyun Kuranı da okuyun, karşılaştırın derlerdi. Eğer gerçekten korkmuyor iseler, bu mesajı yayınlarlar.
    Ve o kitaplarda geçen; İslam ile ilgili tek bir örnek vereyim bununla ilgili objektif ve lafı eveleyip gevelemeden bir cevap verebilirler mi görmek isterim.
    Kuran’da geçen (Nisa 34) Erkekler, kadınlardan üstündür, çünkü Allah onları bir çok şeylerde kadınlardan üstün etmiştir, çünkü onlar, kadınları, mallarıyla geçindirirler, doyururlar; iyi kadınlar da itaatli olurlar ve Allah, onların hakkını nasıl korumuşsa onlar da, kocaları yanlarında olmasa bile, iffetlerini korurlar. Kadınlarınızın serkeşliğinden korkunca onlara öğüt verin, onları yatakta yalnız bırakın, dövün onları. Fakat itaat ettikleri takdirde de aleyhlerine bir sebep araştırmayın, şüphe yok ki Allah çok yüce ve büyüktür.
    Şimdi bunda ne var diyeceksiniz. O zaman şunu soruyorum: Hatice’nin sahip olduğu mal varlığı ile Muhammed Peygamberi geçindiriyor olması onu Muhammed veya erkeklere göre üstün kılmaz mı? Muhammed Peygamberi doyuran Hatice değil midir?
    Net bir cevap lütfen!!!!!

    CEVABEN
    1- Karakteri üzerinden efendimize saldıran eserlerin yazarlarını bu sav ile mi korumayı düşünüyorsun mustafa arkadaş. Sence paradoksa düşmedin mi? Sitemiz zaten ateistlerin fikirlerini çürütmektedir. Ayrıca bu ateist yazarlar efendimizin şahsına o kadar hakaret ederken aklınıza gelmeyen bu hümanist yaklaşım, ateist yazarlara çamur atınca değil, gerçeği ortaya koyunca mı birden aklınıza düştü? Ayrıca savunduğunuz ateist yazarlar gibi biz kendilerine hakaret etmedik, iftira atmadık ama onlar efendimize, hem de en olmadık isnatlarla iftira attılar!
    2- Ayetler geçmiş gelecek tüm insanlığa hitap eder ve ona göre hüküm bildirir. Efendimize hitap eden ayetlerin bile amacı ümmete hitaptır. Bu konu, ateistlere cevap adlı yazımızda ele alındı! Bu ayetin amacı da genele hüküm vermektir. O hüküm de 1400 senedir uygulanmaktadır! “-Ayette “Allah’ın, (iki cinse) birbirinden farklı özellik ve lütuflar bahşetmesi ve mallarından harcama yapmaları sebebiyle” erkekler kadınlardan sorumlu tutulmuştur. Erkeklerin bazı özellikleri ‘ve’ ekonomik sebepler (…بَعْضٍ “وَ” بِمَٓا…) sıralanır. Meali yanlış verdiniz kısaca. Yani sadece mal sahibi olmak söz konusu değildir ayette, bu bir. İki: Verdiğin örnek üzerinden konuşursak; Sermaye Hatice annemizden emek efendimizdendir. Çalışan da efendimiz idi evlenirken mihir verende! Hatice annemizden önce de efendimiz ticaretle uğraşırdı evlendikten sonrada! Yani evi geçindiren ve sermayeyi artıran efendimiz idi!
    3- Aslında sizin sorunuz bile, Kur’an’ı Hz Muhammed’in yazmadığının delili değil midir? Kendi yazdığı (!) bir kitaba kendi geçmişi ile çelişen bir hükmü kural olarak neden koysun ki? Demek ki tüm ithamınız mesnetsiz!
    Kısaca, o kadar da korkutmadı bizi yazdıkların. Zaten korksa idik, 33 senemizi bu yola verip bir de üstüne “önce iddiaları sonra cevapları” yayınlamaz idik!
    Korkusuz ve tarafsız kalmanın formülü ile bitirelim: Lâ ilahe illâ ALLAH!

Yorum Yaz


Yukarı Çık