Kuran ve bilim 2 – İtirazlara cevaplar

1.678 kez görüntülendi

Resim bulunamadı

Benzer içerikli yazılara, ‘Ateizmin ve deizmin sorularına karşı iddialar ve izahlar’ , ‘ Kuran’da çelişki yoktur’ adlı yazılardan ulaşılabilir.

.

.

.

            -Yazılarında istifade etmemize izin veren www.bilimveyaratilisagaci.com yöneticisi Hü.Da kardeşimize teşekkür ederiz-

 

 

Kur’an’daki bilimsel ayetlere itirazlara cevaplar

“Kainatı yaratan da İslam’ı gönderen de Allah olduğu için bunlara dair bilgilerin çelişmesi düşünülemez.” (İbrahim Çoban, Ateizm ve Deizm Eleştirisi, s. 73) ‘Kur’an’da çelişki yoktur’ yazımıza ek olarak bu yazımızda da bunu bilimsel olarak okuyucuya sunacağız, bi-iznillah!

Eğer iddia edildiği gibi Kur’an’da dünyanın yuvarlak olduğu gerçeği vardıysa onu en iyi anlaması gereken Muhammed neden yüzyıllar önce bu gerçeği ifade etmemiş?

Öncelikle efendimizin görevini iyi belirlemek gerekmektedir. Peygamberimiz bir dinin, önceliği ahlak olan bir ilahi dinin tebliğcisi, önderi, resulüdür. Bir fen kitabının açıklayıcısı değildir. Kur’an’da tabii ki ayetleri, ayetleri meydana getiren kelimeleri, hatta kelimeleri oluşturan harfleri ile mucizevî bir ilahi kitaptır ama Kur’an’ın asıl amacı bu tür ayetleri araç olarak kullanarak, Kur’an’ın asıl mesajına insanların dikkatini çekmektir. Bu ayetlerden amaç Kur’an’ın Allah tarafından gönderildiğinin muhataplarınca anlaşılması, ayetler üzerinden ilahi mesajlara insanların yönelmelerinin sağlanması ve sonuçta insanların dikkatini Kur’an üzerinde topladıktan sonra kendilerine iyi, güzeli, faydalı olan şeylerin toplamı olan ayetlerin pratik hayata aktarılmasını sağlamalarıdır. Yani “Bilimsel ayetler vardır ama amaç değil araçtır.” Efendimiz kendi döneminde gerek çeşitli mucizeler göstererek gerekse ilahi mesajın o döneme göre devrim sayılacak içeriği ile insanların dikkatlerini üzerine toplamış ve yeni ahlak temelli bir adalet toplumu meydana getirmiştir. Peygamberimizin en büyük mucizesi olan Kur’an, efendimiz vefat ettikten sonra insanların dikkatlerini üzerine toplamaya devam etmekte, bu özelliğini çeşitli sebeplerle tarihi süreç içinde kendiliğinden oluşturmaktadır. Bunlardan biri de insanlık tarihindeki bilimsel gelişmelerdir. Kur’an öyle bir içerikle gönderilmiştir ki, ister Müslüman ister gayrimüslim kaynaklı olsun bilim ilerledikçe kendisini yeniden düzenleyecek, toplumun dikkatlerini üzerine toplayacak ayet, kelime, harfler ile donanmış, ayetleri asla değişmeden mesajlarının yeniden ve güncel hali ile topluma yansıtacak içerikle Allah tarafından insanlara gönderilmiştir. Tarihi süreç içinde insanların dikkatlerini üzerine çekecek her donanıma Kur’an sahiptir. İlk indiği dönemde Araplar şiir ve edebiyat alanında çok gelişmişti. Halkın içinde şairler ve Arap dilini çok iyi kullanan fasih (iyi söz söyleme kabiliyeti olan) ve beliğ (düzgün ve sanatlı olarak mesajını anlatan) kişiler vardı. Edebiyat ve belagata (güzel söz) verdikleri önemden dolayı “Muallakat-ı Seb’a” (Yedi Askı) adıyla, yedi şairin yedi kasidesini altın harflerle yazıp Kabe’nin duvarına asıyorlardı. (Yrd. Doç. Dr. Mehmed Kileci, Risale-i Nur’da Kur’an Mucizesi, s. 60) Bir kısmı da Ukaz’daki panayır gibi büyük topluluklarda insanlara hiap edilitdi. Bedevi denen köylüler dahi şehirdeki şairler derecesinde şiirler söyler ve hutbeler verirlerdi. Vezinli vezinsiz söyledikleri şiir ve hutbelerle insanları etki altına alabilirlerdi. (Ahmet Cevdet Paşa, Muallim Mahir iz, Peygamber Efendimiz (sav), s. 55-56) Öyle bir toplumda Kur’an, “Yoksa: “Bunu kendisi yalan olarak uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Bunun benzeri olan bir sure getirin ve eğer gerçekten doğru sözlüyseniz Allah’tan başka çağırabildiklerinizi çağırın.” (Yunus, 38) diyerek o dönemdeki insanların en çok önem verdikleri ve toplumda yaygın saygınlık nedeni olan edebi yönü ile insanların dikkatlerini üzerine toplamıştır. Hatta bu konuda ünlü İslam düşmanlarında şair Nadr b. el-Haris bile: “Ey Kureyş topluluğu, yemin ederim ki bugüne kadar başınıza gelmeyen bir işle karşılaştınız. Muhammed (sav), aranızda küçük bir çocukken dahi en çok sevdiğiniz, en doğru konuşanınız ve emanete en çok riayet edeninizdi. Saçlarına ak düşüp de (Allah’ın) Kitabı’nı getirdiğinde kalkıp sihirbaz dediniz. Yemin ederim ki o sihirbaz değildir. Biz çok sihirbazlar gördük. Onların düğümlere nasıl üflediğini de gördük. Sonra kahin dediniz. Yemin ederim ki kahin de değildir. Nice kahinler gördük, durumlarına vakıf olup konuşmalarını dinledik. Onun için şair dediniz. Yemin ederim ki şair de değildi. Nice şiirler ezberledik, şiirin hezecini (aruz vezninde bir ölçü), recezini (aruz vezninde bir bölüm) hülasa (özetle) her türlüsünü de gördük. Mecnun dediniz. Yemin ederim ki o mecnun da değildir. Onda hiç baygınlık, saçmalama ve cinnet alameti var mı? Ey Kureyş topluluğu, bunu iyi düşünün ve öyle karar verin.” (İmam Suyuti, Olağanüstü Yönleriyle Peygamberimiz (sav) el-Hasaisü’l-Kübra, Çeviri: Naim Erdoğan, s. 286) diyerek acizliğini itiraf etmek zorunda kalmıştır.

Günümüzde ise, bilimde meydana gelen gelişmelere paralel ilmi yönünü ön plana çıkaran Kur’an, insanların ihtiyaç duydukları anda -bilimsel  gelişmelerin açığa çıkarması ile gün yüzüne çıkan ayetleri ile yine insanların dikkatlerini kendi üzerinde toplamaktadır. Örneğin Alak suresinde geçmekte olan ‘Alak ‘ kelimesini ele alalım: “Yaratan Rabbin adıyla oku. O, insanı bir “alak”tan yarattı. (Alak, 1-2) Alak kelimesini sözlükte 4 temel anlamı (4. anlamı olan “sevgi ve aşk” anlamını da şimdilik kenara koyup konumuza devam edelim) vardır. 

  Eskiden alak kelimesi bu anlamlardan biri olan “kan pıhtısı” ile  tercüme edilirken yani ayet “Allah insanı kan pıhtısında yaratmıştır.” şeklinde tercüme edilirken; anne rahmine yapışıp sarkan ve elektronik mikroskoplarda sülük benzeri şekil alan canlıya tıpta  ‘Zigot/Embriyo’ adı verildiği tespit edilmiş,  İslam âlimleri de alak kelimesini son iki temel anlamını göz önünde bulundurup son yıllarda alak kelimesini zigot/embriyo diye tercüme etmeye başlamışlardır. “Alak” kelimesinin Arapçadaki anlamı, “Bir yere asılıp tutunan şey” demek iken ve ayrıca bu kelime asıl olarak deriye yapışarak oradan kan emen sülükler içinde Araplar tarafından kullanılırken ve aynı kökten gelen “mil’ak”ta; sucunun, kovalarını astığı, iki ucuna ip bağlı su taşıma ağacı anlamında iken, bu tür bir çevirinin hiç te “Zorlama” olmadığı gayet rahatlıkla ifade edilebilir. İstese Allah (cc) ‘alak’ kelimesi yerine mesele ‘demun’ (Kan) kelimesi ile ayeti indirebilirdi.

Ayet, “Halakal insane min demin” şeklinde inse idi, ayetin çevirisinde embriyo anlamı asla çıkmazdı ama kelimenin kökeninde bu anlamlar var ve tıp ile paralellik içerirken, birileri itirazedecek diye ayetin -Dikkat ayet değil- çevirisinde düzenleme yapmak ancak önyargılıları rahatsız edecek bir durumdur, o da bizim sorunumuz değildir! Kanada’nın Toronto Üniversitesi’nde anatomi profesörü olan ve ‘Kur’an’ın embriyoloji üzerine söylemlerinin, bir insanın bilgisiyle 7. asırda söylenmesinin mümkün olmadığını’ söyleyen Keith Moore: “Kur’an’ın insanın gelişimi üzerine söylediklerinin 7. yüzyılda söylenmesine imkân yoktur. Hatta bundan bir asır önce bile bu bilgiler tam bilinmiyordu. Bu ayetleri ancak şu anda hakkıyla anlıyoruz, çünkü modern embriyolojinin gelişimi bu ayetleri anlamamıza olanak tanımıştır.” demektedir. (Moore, K. L; The Developing Human-Clinically Oriented Embryology, 3.rd Ed. Philadel-phia, W. B Saunders Co, 1982; Mustafa Nutku, Yeni Asya, 25-26 Mayıs 2016) Peki, peygamberimizin bunlardan haberi var mı idi? Birçok hadis ve haber bu sorunun cevabının evet olduğunu gösteriyor. Zaten efendimizin “Benim bildiğimi bilse idiniz.” (Tirmizî, Zühd 9, (2313); İbnu Mâce, Zühd 19,4190) şeklinde başlayan hadisin bir boyutunun da bu anlamda olduğunu düşünüyorum. Yine bir sahabenin “Bana peygamberimizin anlattıklarını size aktarsam ana deli derdiniz.” şeklindeki rivayet ayrıca “Cinler “ konusunda ele aldığımız cin ve mikrop arasındaki irtibat bu konudaki görüşümüzü güçlendirmektedir. Efendimiz zamanında bunlardan açıkça bahsetse idi, zaten kendisine “Cinlenmiş, büyülenmiş” denen efendimize daha neler söylenmez idi? “Biz peygamberler topluluğu, daima insanların seviyelerine inmek ve onların anlayabilecekleri şekilde konuşmakla emrolunduk.” (Zebidî, İthaf’u Sade, II/65) prensibini ashabına kabul ettiren efendimiz bizzat kendisi de “İnsanlara akılları seviyesine göre konuşun.” (Ebû Davud, Edeb, 20; Münâvî, Feyzü’l-Kadir, 3/75) buyurmuş iken, zamanı gelmeden bazı şeyleri açıklamadığı izlenimini edinmemiz bizce hiçte mantık dışı bir iddia olmamaktadır. Soruya dönelim; Dünyanın döndüğünü Galileo’dan altı yüz sene önce söyleyen İslam alimlerinden (Kur’an’da çelişki yoktur adlı yazımızdaki ‘Kur’an’a göre yeryüzü düz müdür?’ başlıklı soruya verdiğimiz cevaba bakılabilir. Cansız eşyaların ışınlanabileceğini ifade eden ayete (Neml, 38-40) dek Kur’an ilgiyi üzerine çekmeyen devam etmektedir!

Muhammed, yıldızların mesafelerini tam olarak tayin edemediği için onların boyutlarını da bilememektedir ve muhtemelen onların aydan daha küçük olduğunu zannederek, onları birer kandile benzetmiştir. ve bu kandiller dediği yıldızlar, dünyaya en yakın olan gökte kurulmuştur.. Mülk, 5: “Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık.”; Saffat, 6: “Biz yakın göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik.”

Görünür evrenin 46 milyar ışık yıllık bir yarıçapa sahip olduğu tahmin edilmektedir. (https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/evrenin-buyuklugu-ne-kadardir) Evrendeki yıldızlardan sadece biri de güneşimizdir. Gökadaların küçük bir bölümü hariç bilgi sahibi olmadığımız gibi bu evrenin devamlı genişlemekte olduğunu da hesaplayınca (Zariyat, 47S. Waqar Ahmed Husaini, The Quran for Astronomy and Earth Exploration from Space, s. 103-108 ) asıl sormamız gereken soruya geliyoruz: Siz kainatın ne kadarına vakıf, bilgi sahibi olabildiniz ki tamamını kavramış gibi evren hakkındaki ayetleri, bırakın yorumlamayı bir de eleştirmeye kalkabiliyorsunuz? Eleştirdiniz peki hakikati mi dile getirdiniz? Ayette, “dünya semasını kandillerle kaplattık, çevreledik” denmemektedir yani bir olaydan bahsetmemekte, sanatsal bir anlatımla gökyüzünün insana huzur ve sonsuzluk hissi veren ‘süslerle’ donatıldığına dikkat çekilmektedir. Ayette asıl altı çizilmesi gerekende,  Mesabih ve Kevakib ile donatılan dünyamızın etrafındaki bu ‘süslerin’, Arapça’da ‘gökteki yıldız’ anlamına gelen ‘Necm’ kelimesi ile ifade ‘edilmemesidir.’ Burada dikkat çekilen ‘yıldız’ değil; ‘Zinet, süs’ ile dolu olan göktür! Çünkü gerek ‘mesabih’ ve gerekse ‘kevakib’ olarak bu kelimelerin geçtiği üç ayettede ortak olan kelime, ‘Zeyyene, zeyyenna’ yani ‘süslemek’ kelimesidir! Yoksa güneşte, 149.597.870.700 metre uzakta olmasına rağmen, o da dünya semasını süslemekte olan bir yıldızdır! Bu ayetler, benzetme sanatıyla, ‘gökyüzünün kandillerle süslenmiş güzel yaratılışına’ dikkat çekmektedir. (Tahir Taşdelen, Mülk sûresi’nin edebî tahlîli ve türkçe kur’ân meâline yansıması, Yüksek Lisans Tezi, s. 101) Necm (Gökteki Yıldız) değil de; (Misbah yani Arapça, ‘Lamba’ kelimesinin çoğulu olan) Mesabih kelimesi ile süs için kullanılan kevakib kelimelerinin bize bakan yönü, insanoğlunun gördüğü en güzel, en huzur verici manzaralardan birini oluşturmaları, dünyamızın göğünün bomboş bırakılmayıp, güneş, ay, yıldızlarla süslenmesi gerçeği dile getirilmektir. “(Allah) güneşi bir lamba kıldı.” (Nuh, 16) ayetinde de yine bir sanatsal anlatım söz konusudur.  Güneşin bir lamba olmadığı ortadadır. “Yeryüzü ziynetini takınıp süslendiği” (Yunus, 24)  ayetindeki terkipte yeryüzünün ziynet takmasından söz ediliyor. Halbuki ziyneti/süsü insanlar, takar. Öyleyse buradaki terkipten yeryüzünün yeşermesi kasdedilmektedir. “Bütün genişliğine rağmen yeryüzü başınıza dar gelmişti.” (Tevbe, 25) ayetinin terkibinden maksat da, yeryüzünün daralması değil, kalplerin neşesini kaybedip kederle dolmasıdır. “Onların ticareti kazanmadı.” (Bakara, 16) ayetindeki “kazanç” ve “ticaret” kelimeleri de mecâzdır. “Onun anası haviyedir.” (Karia, 9) ayetteki “haviye/cehennem”in ‘ana’ olarak takdim edilmesi de ayrıca mecazdır. Ana çocuğuna sığınak olduğu gibi cehennemde kâfire sığınak gibi gösterilmiştir. Örnekler çoğaltılabilir. Ateist arkadaş hem yıldız kelimesinin Arapçasını bilmeyip hem de mecaz sanatı hakkında bilgi sahibi olmayınca efendimizi rahatlıkla Kur’an’ı Hz Muhammed’in yazdığı sonucuna da ulaşabilmektedir. Bu konu hakkında ‘Kuran’ın kaynağı nedir?’ adlı yazımıza bakılabilir. Ayrıca Kur’an’daki birçok sanatsal anlatımlardan biri olan mecaz da, “Kur’an ve mecaz” adlı çalışmamızda ele alınmıştır. “O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır.”  (Mülk, 3) “Dünyamıza en yakın semânın” ötesinde, altı sema daha vardır ki, onların özellikleri henüz bilinmemekte ve teknik imkânlarla tespit edilememektedir. Elmalılı Hamdi Yazır, 7 kat gökten bahseden ayet ile ve dünyanın semasının süslerle donatılmasını çok güzel birleştirmiştir: “Bu ifadenin zâhiri, bütün yıldızların en yakın gökte olmasıdır. Şu hâlde burada en yakın gök, yer kürenin etrafında yalnız ayın yörünge sahasından ibaret değil, yalnız güneş sistemi âlemi de değil, genel olarak yıldızların bulunduğu cisim olan saha, yani üç boyut sahasıdır.” (Saffat suresi, 6.ayetin tefsiri)

41-fussilet 12: Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. işte bu, azîz, alîm Allah’ın takdiridir. Burada da anlatımlar oldukça karışıktır. Mülk 3 de, yedi göğün birbirleri ile belli bir uyum içinde olduğunu söylemektedir. Bir bozukluk olup olmadığının anlaşılması bu yedi göğün görülmesi ile mümkün olabileceğine göre, ayet içindeki soruda biz yedi göğün insan gözü ile görülebildiğini anlarız. Aynı şekilde Nuh 15’de, benzer ifade vardır.

Yedi gök birbiri ile ahenk içinde ama sen görebildiğinden mesulsün onlara bak ve ahengi gör. O gördüğünde ahengi bozan bir şey var mı? Zaten yedi gök birbiri ile ahenk içinde olmasa gök taslarından kuyruklu yıldızlara dek, bozulan evrenin dengesini hemen hissederiz. Yedi gök’ün görülmesi konusuna gelince, önce şunu ifade edelim; azıcık tefsir ilmi okuyan Kur’an ayetlerinde geçen “ Görmek “ fiilinin “ Bilmek “ anlamında birçok yerde kullanıldığını bilir. Mesela Fil suresinde “ Ey Muhammed sen fil ashabına olanları görmedin mi?” (Fil, 1) ayeti bu konuya açıkça delil teşkil eder. Fil olayı olduğunda efendimiz daha doğmamıştır ama daha sonra duymuş ve bilgi sahibi olmuştur. ‘Görmedin mi?’ demek yani ‘Araştır, ulaşabildiğin, görebildiğin yere kadar bak, bir bozukluk asla göremezsin’ demektir. Yoksa ayette ‘görmedin mi?’ derken o dönemde herkes biliyordu ki efendimiz o zaman doğmamıştı ama kimse “Bakın Kur’an’da hata var!” diye itiraz etmemişti. Çünkü oradaki görmedin mi fiilinin “Görmüş gibi kesin bir bilgi ile bilmedin mi?” anlamında kullanıldığını herkes anlamıştı! Aslında uzayın örnek gösterilmesi gerçekten ilginçtir, insanın değersizliği, hiçliği, evrenin muhteşem uyum- ahenk içindeki deveranı gözleri kör olanlar dışında herkesi, Allah’a ve ilmine secde etmeye yönlendirmektedir. Ayrıca ‘bakmakla görmek’ aynı şey değildir, Allah ayetlerde “Unzur: Bak” demiyor; “Tera: ‘Gör’ürsün” (Mülk, 3; Nuh, 15’te ise aynı fiil ‘terav’ şeklinde geçer.)  diyor. Ayette “Hel tera” diye sorar yüce Yaradan: “İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?“ Bu ayet gökte çatlak ara dememektedir, araştırma, incelemeye teşvik etmekte, uyum-dengeye dikkat çekmektedir. Mesela bir polis amiri emrindeki polise “Etrafa bak!” dese ne anlarsınız? Çevreyi, tabiatı, göğü seyret, anlamı kimse çıkarmaz herhalde bundan. Sadece ‘insancıl ilke’ değil, evrendeki en küçük bağlantı/ilişki bile dünyadaki uyum ve düzeni etkilemektedir.  “Son yapılan bir araştırmaya göre, bir gezegende hayat olabilmesi için yıldız sistemindeki asteroit kuşağının dahi belli bir kütlede ve belli bir konumda olması gerekiyor. Araştırmaya göre sadece asteroit kuşağının yeri ve konumu değil aynı zamanda kuşağın hemen dışında da Jüpiter büyüklüğünde bir gezegende bulunması gerekmektedir.” (Timetürk, 04.11.2012)

Bakara 258: İbrahim nemruta “Allah güneşi doğudan getirtir. Hadi sen de batıdan getir bakalım” deyince kâfir olan nemrut tutulup kalmıştı. Yorum 1- bi kere güneş doğudan gelmez. Dünya doğudan batıya döner. İkisi de aynı şey diyeceksiniz, o zaman daha düzgün bir şekilde neden “Allah dünyayı doğudan batıya döndürür” dememiş.  Cevap: Çünkü o zamanlarda ve daha öncelerde dünya sabit, güneş ve diğer yıldızlar onun çevresinde dönüyor sanılıyordu. Muhammed de böyle biliyordu tabiki

Ayetten asıl verilmek istenen mesaj başka ama ateist arkadaş hata arama dürtüsü ile ayetten başka sonuçlar çıkarmak gayretinde. Önce sorusuna cevap verelim ve Kur’an’ın büyüklüğünü bir kez daha müşahede edelim: “Allah yeryüzünü döşedik” (Naziat, 30) derken döşemek anlamında kullanılan “deha” kelimesi, “dahv” kökünden türemiştir. Dahv kelimesinden türeyen ‘çocukların topu yerdeki bir çukura düşürmeleri, taş atıp çukura düşürme yarışları, cevizle oynanan oyun, devekuşunun yuva yapması, yatacağı yerdeki taşları temizlemesi, yumurtladığı yer ve yumurtası’ için hep dahv fiili kullanılır. Yani bir kelime bile bize ‘döşenen yerin nasıl olduğunu’ çok güzel bir şekilde ifade edebilmektedir. Yani ayet, döşenen yerin şeklini bize ayrıca nlatmaktadır! Gelelim ayete, ayette açıkça Nemrut’un mesajı aldığı ve onun ilahlığının geçersizliğinin ispat edildiği açıkça belirtilmektedir. Ateist arkadaş aslında tıpkı oryantalistler gibi, ‘Kur’an’ı Muhammed yazdı’ demeye getirmektedir ki, bu iddialara cevap için, ‘Kur’an ve bilim’ ve ‘Kur’an’ın kaynağı’ adlı yazılarımıza bakılabilir.

Yorum 2- nemrut da salakmış yani, şöyle diyememiş mi “Hayır canım, onu doğudan getiren benim, hadi senin tanrın batıdan getirsin” bakalım kim tutulup kalıyordu o zaman.

Tutulup kalan bu iddiayı sallayan olur tabii ki. Nemrut: ‘Ben tek ilahım’ demiyor. ‘Bir ilahta, en büyük ilah benim’ (Naziat, 24) diyor,  ‘O şunu yapıyorsa ben bunu yapıyorum’ diyor. Hem Nemrut o bazıları kadar da salak değilmiş demek ki öyle bir iddiada bulunsa, “Sen doğmadan önce de yine doğudan doğuyordu, demek seninle ilgisi yok!” cevabını alacağını tahmin edebilmiş!

Enam 60: Geceleyin sizi uyutan Allah’tır.  Cevap: Yooo, ben uykum gelince uyurum valla. hiç unutmam, bi ara gece çalışıyordum, gündüzleri uyurdum. Çünkü uykum gelirdi. Bu arada, kutuplarda yaşayanlar ise 6 ay boyunca gündüzleri uyurlar.

Kur’an genel kuralları verir. İnsanın uyuma ihtiyacı duyması, geceleri genellikle tüm insanların uyuması, uyuyamayan insanların durumunun bir hastalık (Insomnia) olarak kabul edilmesi tüm bu söylediklerimizin delilidir. Uyku Allah’ın insanlara bahşettiği nimetlerden biridir. O sayede vücut dinlenir, şarj olur, uyku biyolojik kadar psikolojikte bir ihtiyaçtır. Ama uyku sorunu çeken insanların mantık dışı sorma ihtimalleri her zaman görülen doğal bir rahatsızlıktır! Kutuplar örneği komik kaçtı. Kutuptakilerde normal insanlar gibi günlük uykularını alırlar! Allah uyku nimetine örnek verirken istisnai olan ve o dönemde onları örnek verse, çölün ortasındaki insanların katıla katıla gülüp alay etmez mi idiler veya bu defa bu örnekle alay etmeyecek mi idi günümüz ateistleri? Gündüzleri uyuyan ateistlere hatırlatma: “En verimli uyku saatleri bilimsel araştırmalar ile 23:00 ve 03:00 arası olarak tespit edilmiştir.” (Hürriyet, 28.07.2022)  Bu zaman aralığı galiba geceye tekabül ediyor! Ateist arkadaş ‘Kaylûle’ konusuna ise hiç girmesin, o zaten sünnet. (İbn Mâce, Savm, 22; Buhârî, Hacc, 129; Şîrûye b. Şehredâr ed-Deylemî, el-Firdevs bi-meʾs̱ûri’l-ḫiṭâb, IV/266; İbn Mâce, “Ṣıyâm”, 22)

Hud 7: Gökleri ve yeri 6 günde yarattı. Bundan evvel arş (gök) su üstünde idi. cevap: bu Kur’andan bilim fışkırıyor bilim. Su üzerinde olan bir gök.

Ayette gök değil ‘arş’ın su üzerinde durduğu ifade edilmektedir. Arş kelimesi ise “izzet, sultan, memleket ve mülk” anlamlarına gelir. (İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, VI/313-314; Fimzabadî, Kamus, II/1096; el-Isfehânî, Ragıb, Müfredâtü Elfazi’l-Kur’ân, 558; en-Nesefî, Ebul Muîn, Tabsıratü’l-EdiIIe fî Usûlu’d-Dîn, I/241) Kur’an’daki aynı konudaki ayetleri bir arada değerlendirme genel kuralından habersiz, ayetleri ortamından koparıp bilgiçlik taslayan zihniyet Kur’an’da değilse de kendi içlerinde çelişkilerle daima karşılaşacaklardır ve bu eserde bol miktarda örnekleri bulunmaktadır. Enbiya Suresi 30. Ayette yüce Yaradan, “İnkâr edenler, gökler ve yer bitişik iken onları ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmezler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?” buyurmaktadır. Bu iki ayeti bir arada değerlendirince Yaradan, “arşını yani yönetimini su üstüne kurduğu yani su merkezli bir hayat kurup yönettiğini” bizlere bildirmektedir. Suyun ve bileşenlerinin evrenin yaratılışından hayatın devamındaki önemine dek yerini ayrıca açıklamaya gerek yok zannederiz. Evrenin 6 günde yaratılış konusu ‘Kur’an’da çelişki yoktur’ başlıklı yazımızın ‘Yer ve gök kaç günde yaratılmıştır?’ sorusuna verilen cevapta ele alınmıştır. Gelelim Kur’an’dan ‘fışkıran’ bilime: “Sonra Allah duman halindeki göğe yöneldi” (Füssılat, 11); “O inkar edenler görmüyorlar mı ki, başlangıçta göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, Biz onları ayırdık.” (Enbiya,  30) “Bilim adamları başlangıçta sıcak bir gaz kütlesinin yoğunlaştığını, daha sonra bu kütlenin parçalara ayrılarak galaktik maddeleri, daha sonra yıldızları ve gezegenleri oluşturduklarını ifade etmektedirler.”  (Dr. Mazhar U. Kazi, 130 Evident Miracles in the Qur’an, Crescent Publishing House, s. 53)

Rad 2: Gökleri gördüğünüz şekilde direksiz kaldıran Allah’tır. Yorum: günlük hayatta hiçbir şeyin havada duramayacağını biliriz. Akıllarında bir soru işareti var. Muhammed de bu soru işaretini “onları öyle tutan Allahtır ” diyerek yanıtlıyor. e tabi biz bugün biliyoruz ki, bunların orada durması için altlarında bir direk olmasına gerek yok, çünkü bulundukları yerde dünyanın onlara uyguladığı çekim düşük, dolayısıyla onlar dünyaya düşmüyorlar. ki zaten dünyaya düşebilecek bir tek ay var. düşse düşse dünya güneşin veya diğer yıldızların üstüne düşer (düşemeden erir gider ya o ayrı konu). göğün dünyaya düşmesi diye bir şey zaten söz konusu değil.

Ateist arkadaş Allah’ın evrene koyduğu kuralları sıralıyor, denge ve ince ayarlardan bahsediyor ve bunu yapan Allah’tır noktasına geliyor ama itirafa sıra gelince orada işi yapan olarak kuralları koyanı değil, kuralları gösteriyor. İradesiz ve akılsız olan yaratılanlara yaratan özelliği izafe ediyor ki ateizm başlığı altındaki yazılarımızda bu bakış açısını da ele alacağız. Konumuza dönersek, ayette şu bunun üstüne düşer diye bir şey yok. Aksine düşmeden koruyan evrendeki yasalara (Hac, 65) işaret vardır. Ayrıca ateist kendi ağzı ile yakalanıyor: “Düşse düşse dünya güneşin veya diğer yıldızların üstüne düşer, düşemeden erir gider.” diyor. Zaten Kur’an’da da kıyamet günü dağların erimesinden açıkca bahsedilir. Müzzemmil, 14: “O kıyamet günü yeryüzü ve dağlar sarsılacak, bütün dağlar erimiş bir kum yığını olacaktır.”  Kıyamet anı ile ilgili bilim ne diyor?: “Muhakkak ki, nükleer denge belli bir süre sonra değişecek, Güneş’in çekirdeği helyumu kullanmaya başlayacak, sıcaklık artacak, Merkür ve Venüs eriyip boşluğa akacaklar. Yeryüzündeki okyanuslar, buharlaşacak ve okyanuslarla birlikte kayalarda gidecektir. Bir gün bu olaylar gerçekleşecektir. Birkaç saat içinde Dünya’mızın bugünkü hacmi kadar küçülecek ve en son helyum yakılınca da bir yanmış kömür artığı halini alacaktır. Bu son, hiç bir şekilde, en gelişmiş bilgilerle bile değiştirilemeyecektir.” (Bilim ve Teknik dergisi, Ocak 77, sayı 110, s. 45) Şimdi de ayetlere bakalım: “Denizler kaynadığı zaman.” (İnfitar, 3); “Gök yarılıp da, gül gibi kızardığı, yağ gibi eridiği zaman.” (Rahman, 37); “O gün, gök, erimiş maden gibi olur. Dağlar da atılmış pamuğa döner.” (Mearic, 9) Bu kadar bilimsel ayet ateistlerde bir etki yapar mı? Kısmet, niyet, istek, dolayısı ile hidayet meselesi….

Rad 2: Gökleri gördüğünüz şekilde direksiz kaldıran Allah’tır.  Hac 65: Yerin üstüne düşmemesi için göğü o (Allah) tutar. Meğerki kıyamette onun izniyle düşmüş olsun.

Kur’an’ın indiği dönemde gök dağların üzerinde duruyor düşüncesi hâkimdi. Kur’an  bu  düşünceyi yıkmıştır. Dolayısı ile bilime aykırı değil, bilimsel ifadelerdir bu ayetler. Allah azze ve celle bu ayetlerle bizlerin evrensel yasalara dikkatini çekmekte ve buradan hareketle de yasaları koyan ve uygulatana ulaşmamızı istemektedir: Yerçekimi kuvveti sayesinde atmosfer uzaya yayılmaz ve bu sayede atmosfer tabakası üstümüzde asılı olarak durur. Ancak kıyamet günü denge bozulacak ve düzen son bulacaktır. Fizikçi Dr. Karl Giberson: “Son 40 yıldır, fizik ve kozmolojideki gelişmeler bilim sözlüğüne “tasarım” kelimesini geri getirdi. 1960’ların başında fizikçiler, insan hayatı için açıkça “ince ayar” yapılmış bir evrenin örtüsünü açtılar. Evrende hayatın var olmasının, kesinlikle olanaksız ve kusursuz bir dengedeki fiziksel faktörlere bağlı olduğunu keşfettiler.” (K. Giberson, “The Anthropic Principle”, Journal of Interdisciplinary Studies, IX/63-90, Steven Yates’den cevap, ss. 91-104) İngiliz astrofizikçi Prof. George F. Ellis: “Evrendeki kompleksliği mümkün kılan kanunlarda hayret verici bir ince ayar görünüyor. Evrende var olan bu kompleksliğin gerçekleşmesi, “mucize” kelimesini kullanmamayı çok güçleştiriyor.” (F. Bertola, U. Curi, The Anthropic Principle: Laws and Environments, s. 30) “Big Bang’in ardından gerçekleşen genişleme hızı eğer milyar kere milyarda bir oranda (1/1018) bile farklı olsaydı, evren ortaya çıkamazdı.” (Paul Davies, Superforce: The Search for a Grand Unified Theory of Nature, 1984, s. 184.  Stephen Hawking, A Brief History Of Time, s. 121-125) Moleküler biyolog Michael Denton: “Eğer yerçekimi kuvveti bir trilyon kat daha güçlü olsaydı, o zaman evren çok daha küçük bir yer olurdu ve ömrü de çok daha kısa sürerdi. Öte yandan, eğer yerçekimi kuvveti birazcık bile daha güçsüz olsaydı, hiçbir yıldız ya da galaksi asla oluşamazdı.” (Michael Denton, Nature’s Destiny, The Free Press, s. 12-13) Michael Denton, Nature’s Destiny: “Galaksimizde yıldızların birbirlerine ortalama uzaklıkları 30 milyon mildir. Eğer bu mesafe biraz daha az olsaydı, gezegenlerin yörüngeleri istikrarsız hale gelirdi. Eğer biraz daha fazla olsaydı, bir süpernova tarafından dağıtılan madde o kadar dağınık hale gelecekti ki, bizimkine benzer gezegen sistemleri büyük olasılıkla asla oluşamayacaktı.” (Michael J. Denton, Nature’s Destiny, The Free Press, s. 11) “Bunlarda aklını çalıştıran bir topluluk için elbette deliller vardır. “ (Rad, 4)

Hicr 14-15: biz onlara gökten bir kapı açsak, onlar da o kapıdan yukarı çıksalar yine inanmazlar. 

Kur’an’da ‘Kapı’ kelimesi toplumun refahı  için gerekli olanların geliş  yolu anlamında kullanılır, örneğin A’raf suresi 96. ayette “Onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık.” buyrulur. En’am suresi 44. ayette de yine kapı kelimesi aynı anlamda kullanılmıştır. Kısaca kapı kelimesi mecazi bir ifadedir. Zaten Kur’an’da mecaz kullanımı çok yaygındır ve bu konu “Kur’an ve mecaz” başlıklı yazımızda ele alınmıştır.

Neml, 88:  “Dağları yerinde duru görürsün.” derken, Enbiya, 31. Ayette, “ Yeryüzünde onları sarsmasın diye sabit dağlar yarattık.” denmektedir. Bu bir çelişkidir. 

Neml, 87 ayet bize bu dağların hareket zamanını bildirmektedir: “Sur’a üfürüldüğü gün” Yani ayetin öncesi ve sonrası (Neml, 87-90) kıyamet/ahiret zamanından bahsetmektedir! Bazı yorumcular da 88. ayetin ‘tektonik levhaların magma üzerinde yüzmesi ile dağların hareket etmesine’ veya ‘Kıtaların kayması nedeni ile dağların hareketli olmasına’ işaret ettiğini ileri sürmektedirler. Her iki yorumda bilimsel olmakla beraber bizim şahsi kanaatimiz ayetin kıyamet zamanından bahsettiği yönündedir. Dağların görevi konusunu ise, ‘Kur’anda çelişki yoktur’ başlıklı yazımızda ‘Hicr 19: Biz yeri yaydık, üzerinde sabit dağlar bıraktık’ başlıklı yazıda açıkladık.

Bakara, 117. Ayet, “ Allah ol deyince olur.” Derken, Kaf, 38. Ayette de gök ve yerin 6 günde yaratıldığı belirtilir. Evrenin oluşumu milyonlarca yıl sürmüştür.

 Bakara, 117. ayette, “kun fe kâne” yani; ‘ol dedi ve o da oldu.’ Şeklinde, mazi ( Geçmiş zaman sıgası ile) geçmez. Arapçası, “kun fe yekûn” şeklinde, muzari (Geniş, şimdiki ve gelecek zaman) sıgası ile geçer. Muzari fiil, aşamalar içeren bir süreci ifade eder. Yani ayetin meali, “Allah ol deyince oluş sürecine girer.” şeklindedir. Ayrıca zamanı yaratan Allah için ‘oluş süreci’ insan gibi işlemez. Allah zamanla sınırlı değildir. O (cc) ‘Ol!’ der, o işin oluşumu insanlar için milyonlarca sene sürsede O’nun katında o iş olmuş ve bitmiştir! Çünkü Big Bang kuramı göstermitir ki, zaman da, insan da, mekan da sonradan var olan yani yaratılandır, Allah ise, zaman ve mekandan müstağnidir; yarattıkları ile sınırlandırılamaz! Bu konu, Kuran’da çelişki yoktur adlı yazımızda, ‘Allah, insanı “alak” [kan pıhtısı] dan mı’ başlıklı soruda da ele alınmıştır.

Nahl 13: yeryüzünde muhtelif renkte yarattığı şeyleri de müsahhar kıldı. yorum: bir kere renk diye bir şey yoktur.  renk, beynin farklı dalga boyundaki ışıkları farklı olarak yorumlamasından oluşur.

Kur’an’a zıt olacağım diye düşülen duruma bakın hele; Renk yoktur! Bu mantıkla dünya da hatta bu yazılarda yoktur, onlar da beyinde oluşan görüntülerdir. Sonuçta bu ateist yazar da yok aslında! İlk televizyonlar çıktığında siyah beyaz idiler zamanla renkli televizyonlara geçilmiştir. Hâlbuki bebekler zamanla renkli görmeye başlamazlar. Taklitçi teknoloji bile bu teknolojiye zamanla ulaşırken Allah’ın renk, koku, tat, şekil, işlev, çeşit olarak farklı yaratıp birbiri ile uyumlu bir şekilde devam eden düzene işaret etmesi (Hac, 63-66) neden tuhaf karşılanır ki? Sadece siyah beyaz bir dünyanın insana vereceği kasveti düşünmek bile şükür için yeterli değil midir? Renklerin oluşması için gerekli olan ‘Güneş ışığı, ozon tabakası, ışığın yansıma özelliği, göz, retina ve son aşama olarak elektrik sinyallerinin sinir hücreleri tarafından renk olarak algılanabilmesi’ şartlarının hepsini yaratıp uyum içinde yaratıp işleten Allah secde edilmeye layık değil midir? “Güneş’ten yayılan ışınların, Dünya üzerindeki yaşamı desteklemek için gereken çok dar aralığa sıkıştırılmış olması gerçekten çok olağanüstü bir durumdur.” (Ian M.Camplell, Energy and Atmosphere, London: Wiley, 1977, s. 2) “Atmosferin, elektromanyetik yelpazenin çok geniş alternatifleri içinde, geçişine izin verdiği yegâne ışınlar görülebilir ışık ve yakın kızıl ötesini kapsayan daracık alandır.” (Michael Denton, Nature’s Destiny, s. 55) “Elektrik sinyallerinin görme sinirleri yoluyla beyne nasıl iletildiği ve beyinde ne gibi fizyolojik etkiler yarattığı sorularına renk bilimciler henüz cevap verememektedirler. Bildikleri sadece renklerin bir gerçeklik biçiminde algılanmasının içimizde yani beynimizdeki görme merkezinde olduğudur.” (Bilim Teknik Dergisi, Ekim 1986, s. 6-9) Konuyu uzatmıyoruz: Ateist arkadaş ayetin devamını yazmamıştı, biz ekleyelim: “Bunda düşünüp taşınan bir topluluk için büyük ibret vardır.” Hac suresi 66. ayet meali ile bitirelim: “Size hayat veren, sonra sizi öldürecek ve sonra sizi diriltecek olan da O’dur. İnsan gerçekten pek nankördür.”

Nahl 68-69:  Burada tanrının bal arılarına emrettiği ve onların da insanlar için şifalı içecekler, ballar yaptığı anlatılıyor. yorum: bal arıları, ballarını insan yesin diye değil, kış geldiğinde yeni oluşan larvaların (yavru arıların) beslenmesi için yaparlar. Ama insanoğlu her zamanki gibi bir vahşet örneği gösterir ve bu yavru arıların besinini onların elinden alır.

Ayetin meali:  “Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır” bu mealden yukarıdaki yoruma nasıl ulaşılır? Ayrıca ayette balı arı insan için yapar anlamı çıkarılsa bile balın tamamı alınsa idi ateistin iddiası doğru olabilirdi ama yavrular için “ Birinci kat arıya bırakılır ikinci kattaki -8*8 formülü,  arı üreticileri bilir- bal alınır. Zaten hepsini alsalar arı nesli biterdi. “Yani arı görevini yerine getirir ve insanlara da hizmet eder. Balın özellik ve faydaları malumdur. Firavun’un mezarındaki bal bile hala “Kahvaltıda yenilebilecek” özelliktedir. Peki, ateistler ayete muhalif olacağım diye bal yemezler mi ondan çok emin değilim! ‘Ateist akıl’ adlı yazımızda ‘kurban ve et’ konusunda da benzer ikileme düştüklerinin örnekleri verilmektedir. 

Furkan 25: O gün beyaz bulutla gök yarılacak melekler yere inecekler. Yorum: demek ki, melekler göğün üstündeler. Yine gök küre inancı. Bakın şimdiye kadar bu olgu karşımıza çok çıktı. bu dediğim gibi Aristo zamanından gelen bir düşündedir. en dış kürenin dışında her şeyi harekete geçiren bir tanrı vardır. ki buna benzer örnekleri Kur’anda da görüyoruz.

“O gün ama hangi gün?” Ateist bunu açıklamadan, surenin ortasından bir ayeti alarak direk saldırmaya yeltenmektedir. Ayetin öncesi ve sonrasına bakınca bu ayetin yaşanan bu dünyadan değil, kıyamet gününden bahsettiği rahatlıkla görülür. “ O gün gök parçalanarak beyaz bulut kümelerine dönüşür ve melekler bölük bölük inerler.“ ayetin meali bildiğimiz kıyamet sahnesini anlatmaktadır. Kıyamet olayının gerçekleşmesini anlatan âyetlerde göğün yarılıp, açılacağından ve orada kapılar oluşacağından söz edilmektedir (Nebe, 19; İnşikak, 1) Bu âyetlerin zâhirî ifadelerinden anlaşıldığına göre kıyamet sırasında evrenin kozmik düzeni bozulacak; “O gün yer başka bir yere, gökler başka göklere dönüştürülecektir” (İbrâhim, 48)

Neml 18: Bir dişi karınca: “Karıncalar! Yuvalarınıza girin ki Süleyman ve ordusu farkında olmadan sizi ezmesin” dedi. yorum: karıncaların ve diğer böcüklerin algılamasal sınırlamaları nedeniyle insanları algılaması söz konusu değildir. Hele hele kendi aralarında konuşması, hatta insanların adlarını söyleyerek konuşması mümkün değildir. Matematik ve kuantum mekaniği de bilemezler.

Hayvanlardaki 6. his insanlardan çok daha gelişmiş düzeydedir: “Deprem ve tusunaminin vurduğu ülkelerde 120.000’in üzerinde insanın yaşamını yitirmesine karşın, hayvan ölülerine çok az rastlanması; hele Sri Lanka ulusal parkındaki fil ve leoparların hepsinin afetten kurtulması, eski bir tartışmayı yeniden gündeme getirdi: Hayvanlar afetleri gerçekten önceden seziyorlar mı? Sumatra’da kaplanların korunmasıyla ilgili bir projede çalışan Debbie Marter, BBC’ye yaptığı açıklamada,”Vahşi hayvanlar depremle ilgili sezgiler konusunda özellikle çok hassastır” diyor.” (http://www.prakdeniz.com/hayvanlarin-6-hissi; https://bianet.org/biamag/hayvanlar/104435-kopeklerin-6-ve-diger-hisleri) Karıncalar arasında “Ses ile iletişim de sık kullanılan bir yöntemdir” (Özcan Cabbar, Bülent Doruker, Karıncalar depremi haber verebilir mi? s. 10) “Bazı karınca türlerinde ise feromon algılama özelliklerine ek olarak ses duyma özellikleri de yaratılmıştır. Haberleşme için bazı karıncaların sesten de faydalanmaları, bilim adamlarının son yıllarda ortaya çıkardıkları bir gerçektir.” (Prof. dr. Volkan Tuzcu, Zafer Dergisi, Eylül 2013, Sayı: 441) Peki, hayvanlar matematik bilemezler mi? Ateist arkadaş üzülecek ama cevap, Evet! “Hayvanlar da Temel Matematik Yeteneğine Sahip, Matematik Yeteneği Sadece Biz İnsanlara Özgü Değil!” (https://www.matematiksel.org/hayvanlar-matematik-yapabiliyor-mu); “Civciv, arı, kuş, kunduz, örümcek, vatoz, kaplan matematik biliyor.” (https://www.bilimsenligi.com/hayvanlarda-matematik-biliyor.html; https://www.bilimsenligi.com/hayvanlarin-matematik-becerileri.html; https://www.hurriyet.com.tr/egitim/hayvanlar-aleminin-matematikcisi-vatozlar-42036626; https://matematikheryerde1.weebly.com/hayvanlarda-g304zlenm304350-matemat304k) Kuantum -şimdilik bilmediklerini kabul ediyoruz- okumadan depremi önceden hisseden köpek-fare-kuşlar vd. hayvanlar bulunduğu gibi, karıncaların da güçlü bir ordunun toprakta oluşturacağı sarsıntıyı hissetmemesi mantık dışı bir iddia olur. Burada sadece tek soru akla gelebilir: Bir karıncanın Hz Süleyman’ın adını bilmesi konusu. Bu da bir balığın uçmasına inanmaktan -Evrim teorisi yani-  daha mantıklıdır. Günümüzde balinadan yunus balıklarına, fillerden maymunlara birçok hayvanın iletişim metodu yavaş yavaş çözülmeye başlanmıştır. Yaratıcının dünyadaki elçisi peygamberlerin adlarının karıncalarca bilinmesi veya bazı peygamberlerin hayvanlarla iletişim yolunu çok önceden bulmuş olması hiçte yabana atılacak bir görüş değildir. Dünyayı pilotsuz, motorsuz, benzinsiz binlerce yıldır aynı yolda -Yörüngede- uçuran Allah (cc) için bu çok basittir. Konumuza dönersek, ayette ‘dişi’ bir karıncanın uyarı yaptığı ifade edilmektedir. Günümüzde bilim de bize uyarıcı fenomen (Alarm pheromone) salgılamanın dişi karıncaların işi olduğunu haber vermektedir. (Mizunami, M., Yamagata, N., & Nishino, H. (2010). Alarm pheromone processing in the ant brain: an evolutionary perspective. Frontiers in behavioral neuroscience, 4, 28) Karıncaların hareketlerindeki matematiksel düzen artık keşfedilmiştir. (Jackson DE, Ratnieks FLJCb. Communication in ants. 2006;16; R570-R4; Watmough J, Edelstein-Keshet LJJoTB. Modelling the formation of trail networks by foraging ants. 1995;176; Edelstein-Keshet LJJoMB. Simple models for trail-following behaviour; trunk trails versus individual foragers. 1994;32; Couzin ID, Franks NRJPotRSoLBBS. Self-organized lane formation and optimized traffic flow in army ants. 2003;270(1511):139-46)

Müminun 80: Geceyle gündüzün birbiri ardına gidip gelmesi onun emriyledir. cevap: neden dünyanın dönmesi onun emriyledir demiyor da böyle diyor. Çünkü dünyanın döndüğünü bilmiyor.

Ateist kendi istediği kelimelerle ayetin neden indirilmediğini soruyor, sanki o şekilde ayet inse ona itiraz etmeyecekmiş gibi! Gelelim ayete, eğer o dönemdeki insanların anlayamayacağı şeyler ile efendimiz dini tebliğ etse idi acaba İslam daha baştan yayılamadan bitmez mi idi? Düşünelim lütfen, Efendimizin hadisleri ve Kur’an ayetleri ‘Açıkça’ dünyanın dönmesinden, mikroptan, ozon tabakasından, yüzey geriliminden vs bahsediyor. O’na Ebu Bekir bile inanmazdı belki de o zaman. Kur’an’da her döneme ait özel, ilahi kaynaklı olduğuna dair işaretler vardır. Ama zamanı ve insanların seviyesine göre ayarlanmış mesajlardır bunlar, zaman, bilgi şartlar olgunlaşmadan bu mucizeler çözülemez, detay “Kur’an ve bilim” adlı çalışmamızda. Ayrıca Zümer 5. ayetteki ‘Tekvir’ kelimesinden türemiş “yukevviru” kelimesini ‘Kur’an’da çelişki yoktur’ başlıklı yazımızda, ‘Zülkarneyn ayeti, Yer düz müdür, Güneş suda mı batmaktadır?’ sorsuna verdiğimiz cevapta ele aldık, orada dünyanın yuvarlaklığından bahsedildiği görecektir.  Gelelim ayete: Anlamında bir tuhaflık var mı, hayır! Ayetlerde (Mü’minûn, 78-80) düzene işaret edilmekte ve düzenden düzenleyene ulaşmamız istenmektedir.

Lokman 10: O, gökleri gördüğünüz veçhile direksiz yaratmış, yere de sizi sarsmamak için sabit ve ulu dağlar koymuş, orada her çeşit yürüyen hayvan dağıtmıştır. biz gökten yağmur indirdik, her çeşit işe yarar ot bitirdik. yorum: göklerin direksiz oluşuna ve dağlara değinmiştik. Burada soracağım soru şu: işe yarar otların dışında işe yarmayan da bisürü ot var, bunlar ne için.

Biz de cevaba yukarıda değinmiştir. Günümüzde zehirden ilaç yapılırken ateistin bakış açısına bakar mısınız? Bir ot direk insanın işine yaramıyorsa, o zaman insanın işine yarayan diğer canlının işine yarıyordur ki dolayısı ile yine insanın da işine yarıyor demektir. Gübre böceğini görse ne işe yaradığını sorgulayacak ki, toprağı kazarak havalandırıp karıştırıp, gübre gömerek toprağın organik madde içeriğini arttırırlar, bu ateist arkadaş ne ‘Kelebek etkisi’nden haberdardır olmadığı gibi sanki ekosistemin şifresini çözüp her canlının sistemdeki yerini keşfetmiş gibi bilgiçlik taslamaktadır.

Yasin 40: ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir, her biri feleklerinde yüzerler. yorum: işte bu da güneş ve ayın ikisinin de dünya etrafında döndüğü anlamına gelen bir ayettir.

Ateist bakış açısı, ay ve güneşin aynı yörüngede olduğunu iddia eder bu ayetten hareketle, bakalım öyle mi? Yasin, 38. ayet güneşin kendine ait, Yasin, 39. ayet ay’ın kendine ait yörüngesi olduğunu ve 40. ayet ise ‘herbirinin/Küllün’ yörüngesinde aktığından bahsederken ateist arkadaş bu bilimsel mucizeden bile dinsizlik mesajı çıkarmaya çalışır! Detaya bakalım: Öncelikle ay ve güneş kelimelerinden sonra geçen felek (Arapça’da astronom; Felekiyyun kelimesi ile ifade edilir) kelimesi ‘marife’ değildir yani elif-lam takısı almamıştır. Arapçada marife; ‘bilinen, meşhur, tanınan’ şeyler için kullanılır. İngilizcedeki ‘the’ kelimesi de aynı görevi görür. Ama ayette geçen felek kelimesi marife değil ‘nekre’ bir kelimedir, yani elif lam takısı almamıştır. Yani ayette ‘bilinen bir yörüngeden’ bahsedilmemektedir. Eğer ayet her iki gök cismi -Ay ve güneş- için tek yörüngeden bahsetse idi, yani bilinen bir yörüngeden, felek kelimesinin marife -elif lam takılı – olacaktı ve o zaman ateistler haklı olabilirdi ama ayetteki felek kelimesi marife değil nekre bir kelimedir. Ayette ay güneş dedikten sonra “küllün: Hepsi” kelimesi de geçer, yani bir daha iki gökcismini saymaz ve sonra yörüngelerinden bahseden (Felek)  kelimeye sıra gelince nekre; bilinmeyen, ayrı bir yol/yörüngeden bahseder. Ama Arapça gramer bilmeyen ve tercümeye aktarılamayan bu incelik, sadece Türkçe meal üzerinden hata aramaya çalışan ateistleri böyle gülünç durumlara sokabilmektedir. Ayetteki tek nekre olan felek; bilinmeyen, ayrı, farklı yörüngeye işaret eder. Yörüngeleri aynı olsa idi ayetteki felek marife olurdu ve o zaman yörünge tek ve bilinen anlamına gelirdi ama ‘Küllün; Hepsi, fî felekin; Kendi farklı yörüngelerinde’ yüzdüğünü ayet bizlere bildirilir. Ayet günümüzde yeni bulunan hem güneş hem ay’ın  yörüngelerine işaret ederek (Yasin, 38-40) aslında Kur’an’ın ilahi kaynaklı olduğunu da dünyaya ilan eder.

“Biz Aya da menziller takdir ettik. Nihayet hurma salkımının eski kurumuş eğri dalı gibi bir hale dönmüş olur.” (Yasin, 39) 

                                                                   Ay’ın yörüngesi ve kurumuş hurma dalı   

                                                                  

 

Kaf 6: üzerindeki göğe bakmıyorlar mı ki? Onu nasıl bir kudretle bina ettik, nasıl donattık? On da hiç bir yarık göremiyorlar mı? yorum 1: şimdiye kadarki ayetlerin bazılarında belirttiğim çoğunda belirtmediğim bir husus da “Bunda bir kudret, bir nişan görmüyorlar mı?” şeklinde ifadeler var. ya cahil bir adam, göğe bakar, neyin nasıl olduğunu bilmez, biri çıkar der ki, işte bunlar Allahın nişanıdır, daha neden inanmıyorsun. burada adamın vereceği iki cevap vardır. a) ne malum, onun yaptığı. ki nedense birçok insan, şu andaki Müslümanların hepsi dahil bu soruyu soramıyorlar. b) vay beee, doğru. işte bu da tipik bir cahil davranışı hemen kanıyor. Muhammed döneminde inananların çoğu b şıkkını uygulamışlar, çünkü adamlar bu sorularına cevap arıyorlar ve cevabı veren tek kişi var, Muhammed.

İyide ne malum Allah’ın yaratmadığı. Evet, buyur sen “ Allah’ın kâinatı yaratmadığını, daha doğrusu kâinatın yüce ve ilim sahibi bir yaratıcı tarafından yaratılmadığını ispat et.” Evet, binlerce yıldır tanrısız birçok fikir ileri sürüldü, ama hiç biri bilimsel bir temele oturulamadı. Ama Big- bang, akıllı tasarım, Quantum, İzafiyet vs birçok teori hep bir akıllı ve amaçlı bir yaratılışa ulaşmaktadır. “Allah’ın varlığının delilleri” dosyamız konuyu ele almaktadır. Ortada bir düzen varsa düzeni koyan vardır, bu sonuca ulaşmak için fazla âlim olmaya gerek yok, azıcık akıl ve mantık bilgisi yeterli. Bu arada yüce Allah’ın Kur’an’da buyurduğu gibi “Kulları içinde ise Allah’tan ancak âlim olanlar ‘içleri titreyerek-korkar’. (Fatır, 28); “Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır.” (Rum, 22); “Ancak onlardan ilimde derinleşenler ile mü’minler, sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar. Namazı dosdoğru kılanlar, zekatı verenler, Allah’a ve ahiret gününe inananlar; işte bunlar, Biz bunlara büyük bir ecir vereceğiz.” (Nisa, 162) Bilimle uğraşan bilim adamları da Yaradana ulaşmaktadırlar. Ateistleri ikna için özellikle Müslüman olmayan bilim adamlarından örnek vereceğiz: Isaac Newton: “Güneş sisteminin, gezegenlerin ve kuyruklu yıldızların harika sistemleri yalnızca akıllı ve güçlü bir varlığın kudretiyle sürebilir.” (Principia, Newton, 2nd edition; J. De Vries, Essentials of Physical Science, B. Eerdmans Pub. Co, Grand Rapids, SD, 1958, s.15); Francis Bacon: “Dünya Allah’ın yarattığı bir varlıktır.” (http://www.ldolphin.org/bumbulis); Samuel Morse: “Bilgim arttıkça dinin ilahi kaynağının kanıtları daha da netleşiyor, Allah’ın büyüklüğü anlaşılıyor, gelecek ümit ve zevkle aydınlanıyor.” (Henry M. Morris, Men of Science Men of God, s. 47); William Dembski: “Bilim adamları yaratıcı değil, kaşiftirler.” (http://www.discovery.org/erse/erseviews/theac.html) ; Louis Pasteur: “Doğayı ne kadar çok incelersem, Yaratıcı’nın eserleri karşısında inancım o kadar çok artıyor. Bilim insanı Allah’a götürür.” (Henry M. Morris, Men of Science Men of God, s. 60; Jean Guitton, Tanrı ve Bilim); Prof. Cecil Hamar: “Bilim dünyasında gözümü nereye çevirsem yücelerin yücesi bir Yaratıcı’nın varlığını gösteren eşi bulunmaz kanun ve düzenler gördüm.” (John Clover Monsma, The Evidence Of God In Expanding Universe, s. 267); Prof. Albert Macomp Winsthis: “Bilimsel çalışmalar benim Allah’a imanımı daha da kuvvetlendirdi. Ve eskisinden çok daha sağlam ve metin bir hale getirdi.” (John Clover Monsma, The Evidence Of God In Expanding Universe, s. 205); Prof. Owen Gingerich: “Evrenin yaratılışını planlayan ve yöneten, üstün bir akıl sahibi olan Allah’a inanıyorum.” (John Marks Templeton, Kenneth Seeman Giniger, Spiritual Evolution – Scientists Discuss Their Beliefs, s.50-51); Prof. William Lane Craig: “Hem felsefi alanda hem de bilimsel alanda evrenin başlangıcı olduğu anlaşılıyor. Var olan bir şey, varlığının sebebine sahiptir. Bu sebep, sebepsiz, sonsuz, değişmeyen, zamansız ve maddesizdir.” (http://www.leaderu.com/truth/3truth11.html); Albert Einstein: “Bilimle uğraşmak, insanı dine götürür.” (Letter to a child who asked if scientists pray, January 24, 1936; Einstein Archive 42-601); Alman fizikçi Max Planck: “Hangi sahada olursa olsun, bilimle ciddi şekilde ilgilenen herkes, bilim mabedinin kapısında, ‘İman et. İman, bilim adamlarının vazgeçemeyeceği bir vasıftır.’ Yazısını okuyacaktır.” (J.De Vries, Essential of Physical Science, Wm B.Eerdsman Pub. Co, Grand Rapids SD1958 s. 15); Prof. Malcolm Daneken Wintis: “Evrene hükmeden bir zeka bulunmaktadır.” (John Clover Monsma, The Evidence Of God In Expanding Universe, s. 220); Dr. Henry Fritz Schaefer: “Bilimin bir anlam kazandığı ve bana zevk verdiği anlar; kendi kendime ‘İşte bu Allah’ın yaratması” dediğim anlardır.” (Jeffrey L. Sheler and Joannie M. Schrof, The Creation, US News & World Report, Vol.111, No. 26, s.62); Paul Davies: “Öyle görünüyor ki biri doğanın rakamlarını, evreni yaratmak için hassas bir ayara oturtmuş.Fizik kanunları son derece saf bir tasarım ürünü görünüyor. Evrenin bir amacı olmalı.” (Paul Davies, Superforce, s. 243); Nobel ödüllü William Phillips: “Allah, bize içinde yaşayabileceğimiz ve keşfedebileceğimiz muhteşem bir dünya verdi.” (John Marks Templeton, Kenneth Seeman Giniger, Spiritual Evolution – Scientists Discuss Their Beliefs, s.14) Evet, bu kâinatı ‘O’nun yaptığının malum olduğu’ işin uzmanlarınca ilan edilmektedir. Uzayın nasıl olduğunu uzmanlarından aldık, peki sizce bu ateist arkadaş fikir değiştirir mi? Newsweek dergisinin 27 Temmuz 1998 tarihli ‘kapağı’ ile konuyu tamamlayalım: “Bilim Tanrıyı Buluyor”

Gökte yarık yok, diyor. yarık, ancak katı bir cisimde olur. bu ise göğün katı,sınırlı bir şey olduğunu gösteren en bariz ayet bence.

Gökte yarık yok ama galiba anlayışta biraz ‘kıtlık’ var galiba! Allah yarık derken, ‘Hata, eksik, noksan ara, bulamazsın!’ buyuruyor. Kelimeni mecaz ifade ettiğini anlamamak için illa yarığı belli kafalarda mı aramalıyız? Birisine “Çatlak kafalı” dense, bu ateist mantaliteye sahip kişi emimin kafada çatlak aramaya çalışacaktır! ‘Ateist akıl’ adlı yazımızdaki ‘Evrenin başlangıcı ve sonu var: Big-bang, Entropi ve Big Crunch’ adlı bölümü ateist arkadaş okursa eminim Kur’an ve Uzay hakkında ufku açılacaktır!

Mülk 19: O kuşları havada tutan yanlız esirgeyendir. yorum: yooo, kanatlarındaki hava kesecikleri sayesinde kuşlar havada kalır.

Tüm ateistler gibi bu arkadaş ta araç, vasıta, kanun ile bunları yapanı karıştırmaktadır! Uçaklar  şans eseri mi bulundu? O kuşu bu özellikte  yaratan kimdir? Yıllarca süren denemeler, örnek alınan kuşlar sayesinde başarıya ulaşmadı mı? Kuş beyinli bir yaratık nasıl uçtu acaba? Kuşların doğuştan zahmetsizce bu yetenekle ve biz de onları örnek alalım diye yaratılmaları ancak Allah’ın rahmetinin delilidir. Zaten ayetin sonunda Allah’ın rahmet sıfatına işaret edilmesi de boşuna değildir! Ateist bakış açısı ile uçaklarda kanatları sayesinde havada kalmakta ve uçmaktadırlar! Uçak mühendisleri duymasın! Bu konuda “Allah’ın varlığının delilleri” ve “Evrim” başlıklı yazılara da bakılabilir.

Kıyamet 9: Güneş ve ay birleştiği zaman. yorum: böyle bir şeyin olması dünyanın da güneşle birleşmesini gerektirir, çünkü ay dünyanın bir uydusudur, ancak dünya güneşle birleşirse ay da birleşir. Ama Muhammed bunu bilmiyordu, ikisinin de dünya etrafında dönen birer cisim oluğunu sanıyordu. Her neyse, güneş ile dünya birleşirse bundan daha büyük kıyamet mi olur daha, ama Allah daha saymaya devam ediyo, yıldızlar düştüğü zaman, dağlar yürüdüğü zaman.

Peygamberimizin evrenle ilgili bildirdiklerine yukarıdaki uzantıdan ve ‘Kur’an ve bilim’ adlı yazımızdan ulaşabilirsiniz. Ateist arkadaş okuduğunu da anlayamıyor ne yazkı ki. Kıyamet 8. Ayet “Ay karardığı zaman” diyor. Yani Ayın güneşten aldığı ışığı artık yansıtmayacak. Çünkü surenin adından da anlaşılabileceği gibi mevzu bahis olan konu ‘kıyamet’ anıdır. Artık kıyamet kopmuş, dengeler bozulmuştur, Ay-güneş-dünya için yörünge/denge kavramları son bulmuştur. Nasıl ki denizden bir damla deniz hakkında bilgi verirse, sadece ay’ın görevini yapamaması aslında tüm denge-ayarların bittiğinin de göstergesidir. Ayet devam ediyor, ateistin olması gereken ama ayette geçmiyor dediklerine, “sığınacak herhangi bir yer yok” (Kıyamet, 11) diyor ayet, çünkü dünya da bitmiş! Zaten Kur’an’daki diğer kıyamet alametlerine de bakınca kıyametin evrendeki dengeler zincirinin bozulması ile vuku bulacağı rahatlıkla görülebilir: “Yer o yaman sarsıntı ile sarsıldığı, Yer, içindeki ağırlıkları çıkarıp dışarı attığı ve insan: “Ona ne oluyor?” dediği zaman.  O gün yer, Rabbinin ona vahyetmesiyle haberlerini anlatacaktır.” (Zilzal, 1-5); “Sûr’a bir tek üfleme üflendiği, Arz ve dağlar yerlerinden kaldırılıp şiddetle birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, İşte o gün olacak olur. O gün gök yarılmış, sarkmıştır.” (Hakka, 13-16); “O gün Sûr’a üflenir, bölük bölük gelirsiniz. Gök de açılmış, kapı kapı olmuştur. Dağlar yürütülmüş, serap olmuştur.” (Nebe, 18-20); “Dağlar serpildikçe serpildiği Dağılıp toz duman haline geldiği.” (Vaki’a, 5-6);  “O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da erimiş renkli yün gibi olur.” (Mearic, 8-9); “Göğü, kitab dürer gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi, katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu biz bunları yaparız.” (Enbiya, 104); “(Ey Muhammed!) Sana dağlar(ın kıyametteki durumunu) sorarlar, de ki: “Rabbim onları ufalayıp savuracak.” “Böylece yerlerini dümdüz boş bir halde bırakacak.” “Orada ne bir çukur, ne de bir tümsek göreceksin.” (Taha, 105-107)

Şems 3-4: Güneşe parlaklık veren gündüz hakkı için, güneşi örten gece hakkı için. Yorum: bir kere gündüz de gece de güneşin sayesinde olur. Güneşten bağımsız şeyler değillerdir.

Bunu herkes bilir ama edebi-sanatsal mesajı anlamak herkesin harcı değildir. O halde ayet neden gece ile karanlık ve gündüz ile aydınlık üzerinde duruyor ve güneşi arka plana atıyor? Gündüz ve geceye dikkat çekiyor ayet! Ayetler (Şems, 1-8) çok çeşitli konuları sıralayıp okuyucunun dikkatini çektikten sonra asıl mesajı verir: Şems, 9: “Kendini arındıran kurtuluşa ermiştir!”  Gece kötülük ve karanlık; gündüz iyilik ve aydınlık arasında kalan ey insan, ancak arınır/temizlenir isen  kurtulursun! Ayetler ‘Arınmak’ odaklıdır. Zaten 8. ayette “Sonra da insana iyilik ve kötülük kabiliyeti verene andolsun ki”  buyrularak insanda var olan iki yönlü iradeye dikkat çekilip iyiliğe vurgu yapılmaltadır. Ateist arkadaş edebi anlatımı anlamayınca, ayetin asıl mesajı olan insanın sorumluluğu; nefsini arındıranın kurtuluşa ereceği, onu kötülüklerin akışına bırakanın ise büyük kayıba uğrayacağı vurgusunu da ıskalamış olmaktadır. 

Demir’in inmesi : “Demiri indirdik ki onda büyük bir güç ve insanlar için yararlar vardır.” (Hadid, 25)

Yaşlı yıldızlar süpernova halini alıp, merkezinde oluşan fazla miktarda demirin etkisi ile patlayarak demiri galaksiye saçarler. Çöl tozlarında bulunan demir Fe+3 formundadır ve bitkiler için kullanışlı değildir. Fakat bu demir bulutlar içerisinde bilinmeyen bir mekanizma ile Fe+2 formuna dönüşmekte ve bu şekilde yağmur ile yeryüzüne dönerek bitkilerin demir ihtiyacını önemli oranda karşılamaktadır. (Saydam A.C. , İklim Kontrolü, Bilim-Teknik Dergisi, Ekim 2002, s. 39-48; Havadan Tozdan, s. 38) Demir katastrofu adı verilen ve erimiş demirin dünyamızın çekirdeğini ‘inmesi’ ve bu şekilde dünyanın manyetik alanının oluşması sonucu oluşan ‘güç’ün dünyamızı güneşin zararlı ışınlarından koruması da ayrı bir nimettir.

Şems, 2. ayet: Ay güneşi mi takip eder?

“And olsun, güneşe ve onun aydınlığına. Ona tâbi olduğu zaman aya.” Ayette önce güneş, sonra o güneşin ışığı sonra ay kelimesi gelir ve tâbi olmak/uymak kavramı kullanılır. Yani Ay’ın, kendinden önce gelen güneş ‘ışığını’ takip ettiğini görüyoruz ki bu da o zamanda bilinmeyen bilimsel bir mucizedir: Ay ışığını güneşten alır, ışığında ay güneşe tâbidir! Zaten Yunus 5. ayette de, güneşten ‘ziya’ (ışık kaynağı) olarak bahsedilirken, aydan nur (aydınlık) olarak bahseder. Ziya ışık kaynağı, Nur ışığın yansımasıdır.

Ay yarıldı mı?

Ay’ın sadece dünyadan gözüken yüzünde büyük bir parçanın kopup sonra birleştiği hakkında dünyada ünlü “Nature” dergisi ile “space” gibi sitelerden makaleler yayınlanmıştır:  (https://www.nature.com/news/moon-s-largest-plain-isnot-an-impact-crater-1.16041; https://www.space.com/30795-earth-gravitational-pull-cracks-moon.html; https://www.livescience.com/65298-impacts-cracked-the-moon.html; https://science.time.com/2012/12/06/all-cracked-up-a-surprising-look-inside-the-moon) Ayrıca yarılmanın gerçekleşmediğini, ayetin kıyamette olacak bir sahneden bahsettiğini savunan alimler de vardır. “Ayın yarıldığını haber veren rivayetler, Ahad derecesinde olup, tevatür seviyesine ulaşmamaktadırlar. Ayet, kıyamet ve imanın işlendiği bir surede geçer.” (Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler, s. 432) Elmalılı merhum ayetin, ayın hem Resûlullah döneminde yarıldığına hem de kıyamet yaklaştığında büsbütün yarılıp kıyametin kopacağına delâlet ettiğini ileri sürerek iki görüşü de birleştirir. En doğrusunu Allah bilir.

Hacc 65 ayeti:Gök nasıl yere düşer?Açıklarmısınız lütfen.

“Görmüyor musun ki, Allah yeryüzündekileri ve O’nun emriyle denizde akıp giden gemileri sizin hizmetinize verdi! Kendi izni olmadıkça yerkürenin üzerine düşmemesi için göğü tutan da O’dur. Şüphesiz Allah insanlara çok şefkatli, çok merhametlidir.” Allah azze ve celle, verdiği nimetleri sayarak, bunların oluşumuna neden olan kurallar zincirine dikkatimizi çekmekte; bu nimetleri vereni unutmamızı istemektedir. 63. ayette; yağmur nimetinin oluşumunu araştırmaya rabbim izi yöneltir. 65. ayette suyun kaldırma kuvvetine ve gökteki hassan dengeler zincirine dikkat çekilmektedir. Nedir bunlar? Kütle çekim kuvveti, elektromanyetik kuvvet, güçlü nükleer kuvvet ve zayıf nükleer kuvvet. Hassas dengeye işaret eden bir kaç alıntı verelim: “Şu anki evren bütün muhtemel olasılıklar arasında çok ufak bir olasılıkla sahip olunabilecek özelliklere sahiptir.” ( John Barrow, FRank Tipler, the anthropic cosmological principle, s. 250); “Evren, biraz daha yavaş genişleseydi çekim gücü nedeniyle içine çökecekti; biraz daha hızlı genişleseydi evrenin maddesi tamamen dağılıp gidecekti.” (Paul Davies, Superforce: The search for a grand unified theory of nature, a touchstone book published by simon&schuster, s. 184); “Big bang’ten bir saniye sonraki genişleme hızı, yalnızca yüz bin milyarda bir oranında az olsaydı bile, evren daha bugünkü büyüklüğüne erişmeden çökmüş olurdu” (Stephen Hawking, A brief history of time from the big bang to black holes, s. 121-122); “Yere sonsuz mesafede büyük bir tahterevalli düşünün. Her iki tarafa koyacak trilyonlarca ağırlığınız olsun. Bir yana koyulacak en ufak bir fazlalık, dengeyi bozacak ve evreni yaşama olanak tanımayan bir konuma getirecektir. Burada dikkat çekmesi gereken nokta her bir ağırlığın konabileceği sonsuz yer ve sonsuz sayıda ağırlık olmasıdır.” ( Michael Corey, The anthropic principle, s. 138) Rabbimiz, 64. ayet ile ‘Tüm bu dengeyi kuranın kendisi olduğunu’ ilan etmekte, Kur’an’ın çeşitli ayetlerinde bizim incelememizi istediği yerdeki ve gökteki muhteşem yaratılış ayet/örneklerinden hareketle kendisindeki güç, irade, kudret, ilim ve hikmeti hissetmemizi istemektedir. Sorunuza dönelim, gök(lerin) çökmesine engel olan kuralı koyan, uygulatan ve bunun devamını -kıyamete; yani hassas dengenin sonuna dek- sağlayan kimdir? “Kendi izni olmadıkça” (Hac, 64) bu denge bozulmayacak ve gök ile yer küre birleşmeyecek yani içe çökme -kıyamet- olmayacaktır. 

 .
.
.
Bu Konuyu Sosyal Medyada Paylaş

Yorumlar

  1. metin dedi ki:

    tarık suresi 7. ayet için de çok tartışma var açıklar mısınız

    CEVABIMIZ: Metin bey bu konu ; http://islamicevaplar.com/kurandaki-celiskili-ayetler-ithamina-cevaplar.html adresimizde ” Tarık Suresinde bahsedilen meni mi ? İnsan mı? ” başlığı altında ele alınıp cevaplanmıştır. selam ile.

    1. araştırmacı ba dedi ki:

      TARIK-7.ayetin siyak ve sibakına göre,bu ayette meniye değil,insana vurgu yapılıyor. Doğru meali şöyledir.

      فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ مِمَّ خُلِقَ ﴿٥

      5: Artık insan bir baksın (düşünsün): Neden yaratılmıştır?

      خُلِقَ مِن مَّاء دَافِقٍ ﴿٦

      6: O (insan), atılan (spermalı) bir sıvıdan yaratılmıştır,

      يَخْرُجُ مِن بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَائِبِ ﴿٧

      7: O (insan,cenin,kadının) bel ile göğüs arasından (anarahminden) çıkar.*

      (*) Buradaki (يخرج) ‘’yahrucu’’daki zamir, 6. ayette geçen meniye değil,5.ayette geçen ‘’İnsana’’gider. Çünkü; 1. Bu ayetlerin ana konusu insandır. 2. (يخرج) ‘’yahrucu’’daki zamiri müstetir olan (هو)’’ huve’’ yani ‘’O’’zamiri, yakın olana, yani ’’meniye’’değil, uzak olan nesneye, yani ‘’insana’’ gidiyor. Arapça dili gramer ve kural gereği de budur. 3.Hemen bundan sonra gelen 8.ayette geçen (إِنَّهُ عَلَى رَجْعِهِ لَقَادِرٌ )’’ Şüphesiz O (Allah), onu (öldükten sonra insanı), yeniden diriltmeye de gücü yetendir’’şeklindeki ayetin siyakından da anlaşıldığı gibi 7.ayetteki zamir insana gidiyor,meniye değil. Ayrıca konuyla ilgili aşağıya alınan bazı tefsir metinlerine de bakılabilir.* Selam ve dua ile.

      (*) وَاللّهُ أَخْرَجَكُم مّن بُطُونِ أُمّهَاتِكُمْ لاَ تَعْلَمُونَ شَيْئاً﴾ النحل 78, وقوله تعالى: ﴿وَنُقِر فِي الأرْحَامِ مَا نَشَآءُ إِلَىَ أَجَلٍ مّسَمّى ثُمّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلاً﴾ الحج 5, وقوله تعالى: ﴿هُوَ الّذِي خَلَقَكُمْ مّن تُرَابٍ ثُمّ مِن نّطْفَةٍ ثُمّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمّ يُخْرِجُكُمْ طِفْلاً﴾ غافر 67, وكما ترى يرد فعل (الإخراج) متعلقاً بالإنسان في مواضع كثيرة بينما لم يرد ولا مرة واحدة متعلقاً بالمني, وهكذا تتآزر الشواهد العديدة مؤكدةً على تعلق فعل (الإخراج) في القرآن بالإنسان لا المني — ومن جعله من بين صلب الرجل وترائب المرأة ، فالضمير للإنسان (تفسير القرطوبي) ذكر بعضهم مؤخرًا أن لفظ {{يخرج من بين الصلب والترائب} يعود على الوليد عندما يولد، فكانت الآية بعدها إنه على رجعه لقادر}. يرجع الضمير في كل واحدة من الايات للانسان – خُلِقَ مِنْ مَاءٍ دَافِقٍ (6) – خلق من ماء ( الانسان ) فهي اشارة للاب – يَخْرُجُ مِنْ بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَائِبِ (7) – يخرج ( الانسان ) – اشارة للام والولاده – إِنَّهُ عَلَى رَجْعِهِ لَقَادِرٌ (8) – قدرة الله علي ارجاعه ( الانسان ) بغير ام ولا اب – من عظمة العجب – يَوْمَ تُبْلَى السَّرَائِرُ (9) – تظهر خبايا الانفس (الانسان ) كقوله تعالى ( وحصل ما في الصدور) – فَمَا لَهُ مِنْ قُوَّةٍ وَلَا نَاصِرٍ (10) – (الانسان ) لاقوه ولاناصر له في ذلك اليوم – الضمير يعود في هذه الايات الخمسة على ( الانسان) (الصلب والترائب … بين التفسير الأثري والعلمي – ملتقى أهل التفسير)

      CEVABEN
      Bilgi paylaşımı için teşekkürler. Biz de zaten bu görüşteyiz ama diğer görüş te bilim ile çatışmıyor. Bu konuyu ‘Kuran’da çelişki yoktur’ adlı yazıda, “Tarık Suresinde bahsedilen meni mi ? İnsan mı?” başlığı altında işledik. Selam ile

  2. Furkan dedi ki:

    Gaşiye suresi 20 . Ayette dunyanin duz oldugunu iddia edenler var , siz bu ayet hakkinda ne duşünüyosunuz?

    SELAM İLE,
    “YAYMAK, DÖŞEMEK” KELİMESİ İLE ANLATILMAK İSTENEN BELLİDİR. BATIDA DÜNYA DÜZ DİYE ALGILANIRKEN, İSLAM ALİMLERİ DÜNYANIN YUVARLAKLIĞINI KABUL EDİYORLARDI. HERHALDE BU, KURAN’A RAĞMEN OLAN BİR İNANÇ OLAMAZ!
    BU SAYFADA, BU KELİMELERİN GEÇTİĞİ DİĞER AYETLERDE (HİCR, 19, BAKARA, 22, ZARİYAT, 48) ANLATILMAK İSTENEN AÇIKLANMIŞTIR. BU AYET İÇİN DE AYNI MANA YANİ, “YAŞANMAYA UYGUN HALE GETİRİLME” ANLAMI VARDIR.
    SELAM İLE.

  3. Sorgulayan Müslüman dedi ki:

    Hacc 65 ayeti:Gök nasıl yere düşer?Açıklarmısınız lütfen.

    Allah azze ve celle, verdiği nimetleri sayarak, bunların oluşumuna neden olan kurallar zincirine dikkat çekerek; şu şartlar gerçekleşince bu nimet size ulaşır. sonuçta da; bunları ayarlayan yaratıcıyı hayatınızdan soyutlamayın, mesajını bizlere verir.
    63. ayette; yağmur nimetinin oluşumunu araştırmaya rabbim izi yöneltir. 65. ayette suyun kaldırma kuvvetine dikkat çeker. Aynı ayette uzay bilimi ile alakalı – ve günümüzde Big Bang Teorisi ile iyice kendini bize hissettiren – hassan dengeler zincirine yoğunlaşmamızı istemektedir. Nedir bunlar: Kütle çekim kuvveti, elektromanyetik kuvvet, güçlü nükleer kuvvet ve zayıf nükleer kuvvet. Hassas dengeye işaret eden bir kaç alıntı ile devam edelim: “Şu anki evren bütün muhtemel olasılıklar arasında çok ufak bir olasılıkla sahip olunabilecek özelliklere sahiptir.” ( John Barrow, FRank Tipler , the anthropic cosmological principle, s. 250); “Evren, biraz daha yavaş genişleseydi çekim gücü nedeniyle içine çökecekti; biraz daha hızlı genişleseydi evrenin maddesi tamamen dağılıp gidecekti.” (Paul Davies, Superforce: The search for a grand unified theory of nature, a touchstone book published by simon&schuster, s. 184); ” Big bang’ten bir saniye sonraki genişleme hızı, yalnızca yüz bin milyarda bir oranında az olsaydı bile, evren daha bugünkü büyüklüğüne erişmeden çökmüş olurdu” (Stephen Hawking, A brief history of time from the big bang to black holes, s. 121-122); “Yere sonsuz mesafede büyük bir tahterevalli düşünün. her iki tarafa koyacak trilyonlarca ağırlığınız olsun. bir yana koyulacak en ufak bir fazlalık, dengeyi bozacak ve evreni yaşama olanak tanımayan bir konuma getirecektir. burada dikkat çekmesi gereken nokta her bir ağırlığın konabileceği sonsuz yer ve sonsuz sayıda ağırlık olmasıdır.” ( Michael Corey, The anthropic principle, s. 138)
    Rabbimiz, 64. ayet ile, ‘Tüm bu dengeyi kuranın kendisi olduğunu’ ilan etmekte, Kuran’ın çeşitli ayetlerinde bizi yönlendirdiği yerdeki ve gökteki muhteşem yaratılış ayet/örneklerinden hareketli, güç ve kuvvet, ilim ve hikmet sahibi ulu yaratıcının gücünü hissetmemizi istemektedir.
    Sorunuza dönelim, gök(lerin) çökmesine engel olan kuralı koyan, uygulatan ve bunun devamını – kıyamete; yani hassas dengenin sonuna dek – sağlayan kimdir? “Kendi izni olmadıkça” bu denge bozulmayacak ve gök ile yer küre birleşmeyecek yani içe çökme – kıyamet- olmayacaktır.
    Umarım faydalı olmuşuzdur, selamlar.

Yorum Yaz


Yukarı Çık