Kur’an ve bilim 2 – İtirazlara cevaplar

Within spread beside the ouch sulky and this wonderfully and  as the well and where supply much hyena so tolerantly recast hawk darn woodpecker

Benzer içerikli yazılara, ‘Kuran’da çelişki yoktur’ adlı yazılardan ulaşılabilir.

-Yazılarında istifade etmemize izin veren www.bilimveyaratilisagaci.com yöneticisi Hü.Da/ K. Berzan kardeşimize teşekkür ederiz-

 

Kur’an’da bilime aykırı olduğu  iddia  edilen ayetler

“Kainatı yaratan da İslam’ı gönderen de Allah olduğu için bunlara dair bilgilerin çelişmesi düşünülemez.” (İbrahim Çoban, Ateizm ve Deizm Eleştirisi, s. 73) ‘Kur’an’da çelişki yoktur’ yazımıza ek olarak bu yazımızda da bunu bilimsel temelde okuyucuya kanıtlayacağız, bi-iznillah!

Eğer iddia edildiği gibi Kur’an’da dünyanın yuvarlak olduğu gerçeği vardıysa onu en iyi anlaması gereken Muhammed neden yüzyıllar önce bu gerçeği ifade etmemiş?

Öncelikle efendimizin görevinin iyi anlaşılması gerekmektedir. Peygamberimiz bir dinin, önceliği ahlak olan bir ilahi dinin tebliğcisi, önderi, resulüdür. Bir fen kitabının açıklayıcısı değildir. Kur’an’da tabii ki ayetleri, ayetleri meydana getiren kelimeleri, hatta kelimeleri oluşturan harfleri ile mucizevi bir ilahi kitaptır (Kur’an ve bilim adlı yazımıza bakılabilir) ama Kur’an’ın asıl amacı bu tür ayetleri araç olarak kullanarak, Kur’an’ın asıl mesajına insanların dikkatini çekmektir. Bu ayetlerden amaç, Kur’an’ın Allah tarafından gönderildiğinin okuyucularca anlaşılmasından sonra ayetler üzerinden ilahi mesajlara insanların odaklanmalarının sağlanması ve sonuçta insanların kendiler için iyi, güzel, faydalı olan emir ve yasakların pratik hayata aktarılmasının sağlamasıdır. Yani “Bilimsel ayetler vardır ama amaç değil, araçtır.” Efendimiz kendi döneminde gerek çeşitli mucizeler göstererek gerekse ilahi mesajın o döneme göre devrim sayılacak içeriği ile insanların dikkatlerini üzerine toplamış ve yeni ahlak temelli bir adalet toplumu meydana getirmiştir. Peygamberimizin en büyük mucizesi olan Kur’an, efendimiz vefat ettikten sonra insanların dikkatlerini üzerine toplamaya devam etmekte, bu özelliğini çeşitli sebeplerle tarihi süreç içinde kendiliğinden oluşturmaktadır. Bu sebeplerden ‘birisi de’ insanlık tarihindeki bilimsel gelişmeler oluşturmaktadır. Kur’an öyle bir içerikle gönderilmiştir ki, ister Müslüman ister gayrimüslim kaynaklı olsun, bilim ilerledikçe kendisini yeniden düzenleyecek, toplumun dikkatlerini üzerine toplayacak ayet, kelime, harfler ile donatılmış, ayetleri asla değişmeden ama mesajlarının yeniden ve güncel hali ile topluma yansıtılacak bir içeriği bünyesinde barındırmaktadır. Tarihi süreç içinde insanların dikkatlerini üzerine çekecek (ekonomiden sosyal hayata, iman esaslarından ahlaki erdemlerine dek) her türlü donanıma sahiptir. İlk indiği dönemde ise, Araplar şiir ve edebiyat alanında çok gelişmişlerdi. Halkın içinde şairler ve Arap dilini çok iyi kullanan fasih (iyi söz söyleme kabiliyeti olan) ve beliğ (düzgün ve sanatlı olarak mesajını anlatan) kişiler vardı. Edebiyat ve belagata verdikleri önemden dolayı “Muallakat-ı Seb’a” (Yedi Askı) adıyla, yedi şairin yedi kasidesini altın harflerle yazıp Kabe’nin duvarına asıyorlardı. (Mehmed Kileci, Risale-i Nur’da Kur’an Mucizesi, s. 60) Bir kısmı da Ukaz’daki panayır gibi büyük topluluklarda insanlara hiap edilirdi. Bedevi denen köylüler dahi, şehirdeki şairler derecesinde şiirler söyler ve hutbeler verirlerdi. Vezinli vezinsiz söyledikleri şiir ve hutbelerle insanları etki altına alırlardı. (Ahmet Cevdet Paşa, Peygamber Efendimiz, s. 55-56) Öyle bir toplumda Kur’an, “Yoksa: “Bunu kendisi yalan olarak uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Bunun benzeri olan bir sure getirin ve eğer gerçekten doğru sözlüyseniz Allah’tan başka çağırabildiklerinizi çağırın.” (Yunus, 38) diyerek o dönemdeki insanların en çok önem verdikleri ve toplumda yaygın saygınlık nedeni olan edebi yönü ile insanların dikkatini üzerine toplamıştır. Hatta bu konuda ünlü İslam düşmanlarında şair Nadr b. el-Haris bile, “Ey Kureyş topluluğu, yemin ederim ki bugüne kadar başınıza gelmeyen bir işle karşılaştınız. Muhammed (sav), aranızda küçük bir çocukken dahi en çok sevdiğiniz, en doğru konuşanınız ve emanete en çok riayet edeninizdi. Saçlarına ak düşüp de (Allah’ın) Kitabı’nı getirdiğinde kalkıp sihirbaz dediniz. Yemin ederim ki o sihirbaz değildir. Biz çok sihirbazlar gördük. Onların düğümlere nasıl üflediğini de gördük. Sonra kahin dediniz. Yemin ederim ki kahin de değildir. Nice kahinler gördük, durumlarına vakıf olup konuşmalarını dinledik. Onun için şair dediniz. Yemin ederim ki şair de değildi. Nice şiirler ezberledik, şiirin hezecini, recezini özetle her türlüsünü de gördük. Mecnun dediniz. Yemin ederim ki o mecnun da değildir. Onda hiç baygınlık, saçmalama ve cinnet alameti var mı? Ey Kureyş topluluğu, bunu iyi düşünün ve öyle karar verin.” (İmam Suyuti, Olağanüstü Yönleriyle Peygamberimiz (sav) el-Hasaisü’l-Kübra, s. 286) diyerek acizliğini itiraf etmek zorunda kalmıştır.

 

Günümüzde ise, bilimde meydana gelen gelişmelere paralel olarak ilmi yönü ön plana çıkan Kur’an, insanların ihtiyaç duydukları anda -bilimsel  gelişmelerin açığa çıkarması ile- gün yüzüne çıkan ayetleri ile yine insanların dikkatlerini kendi üzerinde toplamaktadır. Örneğin Alak suresinde geçmekte olan ‘Alak ‘ kelimesini ele alalım: “Yaratan Rabbin adıyla oku. O, insanı bir “alak”tan yarattı. (Alak, 1-2) Alak kelimesini sözlükte 4 temel anlamı (4. anlamı olan “sevgi ve aşk” anlamını da şimdilik kenara koyup konumuza devam edelim) vardır. (Cevheri, es-Sihah; İbn Faris, Mucemul-’Lüğa;  İbn Manzur, Lisanu’l-Arab; el-Firuzabadi, el-Kamusu’l-Muhit; ez-Zebidi, Tacu’l-Arus, Alak maddesi) Eskiden alak kelimesi, anlamlardan biri olan “kan pıhtısı” ile  tercüme edilirken yani ayet “Allah insanı kan pıhtısında yaratmıştır.” şeklinde tercüme edilirken; anne rahmine yapışıp sarkan ve elektronik mikroskoplarda sülük benzeri şekil alan canlıya tıpta  ‘Zigot/Embriyo’ adı verildiği tespit edilmiş,  İslam alimleri de alak kelimesinde var olan bu iki temel anlamını göz önünde bulundurup son yıllarda alak kelimesini zigot/embriyo diye tercüme etmeye başlamışlardır. “Alak” kelimesinin Arapçadaki anlamı, “Bir yere asılıp tutunan şey” demek iken ve ayrıca bu kelime asıl olarak deriye yapışarak oradan kan emen sülükler içinde Araplar tarafından kullanılırken (İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri; İbn Hacer, Fethu’l-Bari, XI/482) ve aynı kökten gelen “mil’ak”ta; sucunun, kovalarını astığı, iki ucuna ip bağlı su taşıma ağacı anlamında iken, bu tür bir çevirinin hiç te ‘zorlama’ olmadığı gayet rahatlıkla ifade edilebilir. İstese Allah (cc) ‘alak’ kelimesi yerine mesele ‘demun’ (Kan) kelimesi ile ayeti gönderebilirdi. Ayet, “Halakal insane min demin” şeklinde inse, ayetin çevirisinde embriyo anlamı asla çıkmazdı. Ama kelimenin kökeninde bu anlamlar var ve tıp ile paralellik içerirken, birileri itiraz edecek diye ayetin -dikkat ayet değil- ‘çevirisinde’ düzenleme yapılması ancak önyargılı insanları rahatsız edecek bir durumdur ki, bu da bizim sorunumuz değildir! Kanada’nın Toronto Üniversitesi’nde anatomi profesörü olan ve ‘Kur’an’ın embriyoloji üzerine söylemlerinin, bir insanın bilgisiyle 7. asırda söylenmesinin mümkün olmadığını’ söyleyen Keith Moore: “Kur’an’ın insanın gelişimi üzerine söylediklerinin 7. yüzyılda söylenmesine imkân yoktur. Hatta bundan bir asır önce bile bu bilgiler tam bilinmiyordu. Bu ayetleri ancak şu anda hakkıyla anlıyoruz, çünkü modern embriyolojinin gelişimi bu ayetleri anlamamıza olanak tanımıştır.” demektedir. (Moore, K. L; The Developing Human-Clinically Oriented Embryology, 3.rd Ed. Philadel-phia, W. B Saunders Co, 1982; Mustafa Nutku, Yeni Asya, 25-26 Mayıs 2016) Peki, peygamberimizin bunlardan haberi var mı idi? Birçok hadis ve haber bu sorunun cevabının ‘evet’ olduğunu göstermektedir. Zaten efendimizin “Benim bildiğimi bilse idiniz.” (Tirmizî, Zühd 9, (2313); İbnu Mâce, Zühd 19,4190) şeklinde başlayan hadisin bir boyutunun da bu anlamda olduğunu düşünüyoruz. Yine bir sahabenin, “Bana peygamberimizin anlattıklarını size aktarsam bana deli derdiniz.” şeklindeki rivayet, ayrıca “Cinler “ konusunda ele aldığımız cin ve mikrop arasındaki irtibat bu konudaki iddialarımızı güçlendirmektedir. Efendimiz zamanında bunlardan açıkça bahsetse idi, zaten kendisine “Cinlenmiş, büyülenmiş” diye ithamda bulunanların eline koz vermiş olmaz mı idi? “Biz peygamberler topluluğu, daima insanların seviyelerine inmek ve onların anlayabilecekleri şekilde konuşmakla emrolunduk.” (Zebidi, İthaf’u Sade, II/65) prensibini ashabına kabul ettiren efendimizin bizzat kendisi de “İnsanlara akılları seviyesine göre konuşun.” (Ebû Davud, Edeb, 20; Münâvî, Feyzü’l-Kadir, 3/75) buyurmuş iken, zamanı gelmeden bazı şeyleri açıklamadığı izlenimini edinmemiz bizce hiçte mantık dışı bir iddia olmamaktadır. Konuya dönelim; Dünyanın döndüğünü Galileo’dan altı yüz sene önce söyleyen İslam alimlerine (‘Kur’an ve bilim’, ‘Müslüman bilim öncüleri’ adlı yazımıza bakılabilir) yol gösteren Kur’an günümüzde de tüm insanlığın ilgisini üzerine çekmekte ve bu nedenle de akademisyeninden uzmanına dünyada birçok insanın Müslüman olmasına neden olmaktadır. (‘İslam’ın Dünyada Yayılışı’ adlı yazımıza bakılabilir.)

Muhammed, yıldızların mesafelerini tam olarak tayin edemediği için onların boyutlarını da bilememektedir ve muhtemelen onların aydan daha küçük olduğunu zannederek, onları birer kandile benzetmiştir. ve bu kandiller dediği yıldızlar, dünyaya en yakın olan gökte kurulmuştur.. Mülk, 5: “Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık.”; Saffat, 6: “Biz yakın göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik.”

Görünür evrenin 46 milyar ışık yıllık bir yarıçapa sahip olduğu tahmin edilmektedir. (https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/evrenin-buyuklugu-ne-kadardir) Evrendeki yıldızlardan sadece bir tanesi de güneşimizdir. Gökadaların küçük bir bölümü hariç bilgi sahibi olmadığımız gibi, bu evrenin devamlı genişlemekte olduğunu da hesaplayınca (Zariyat, 47S. Waqar Ahmed Husaini, The Quran for Astronomy and Earth Exploration from Space, s. 103-108 ) asıl sormamız gereken sorunun şu olduğu sonucuna ulaşırız: Siz kainatın ne kadarına vakıfsınız, ne kadarı hakkında bilgi sahibi oldunuz ki, tamamını kavramış gibi evren hakkındaki ayetlerini, bırakın yorumlamayı bir de eleştirmeye kalkışıyorsunuz? “Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN) Araştırma Direktörü Joachim Minch, “Evrendeki maddelerin yüzde 5’i bilinirken, yüzde 95’i hala ‘karadelik’, bilinmiyor” dedi.” (Sözcü, 09 Haziran 2023) “Evrenin sadece yüzde 5’ini biliyoruz. Dünyaca ünlü astro-fizikçi, ‘Kara Enerji’nin kaşifi Alex Flippenko ‘karanlık enerji’nin şu anda fiziğin en gizemli kavramı olduğunu söyledi.” (CNN Türk, 8.5.2013); ERN’de görev yapan Kozmolog Julien Lesgourges: “Şu anda evrenin yüzde 68’inin ‘karanlık’ maddeden oluştuğunu biliyoruz. Bu gizemlerle dolu madde, evrenin giderek büyümesine yol açıyor. Gözlemleyebildiğimiz karanlık madde oranı ise yüzde 27. Yani galaksideki yıldız ve gezegenlerin hareketlerine etki eden bölge burası. Ayrıca evrenin geri kalan yüzde beşlik kısmı da bildiğimiz elementlerden oluşuyor.” (Euro News, 30/09/2020) “Işığın Evren içerisinde ilk defa var olduğu andan, bize ulaşana kadar geçebilecek süre, en güncel analizlere göre 13.82 milyar yıldır. Dolayısıyla, gözümüz kusursuz ve sonsuz güçte bir teleskop olsaydı, Dünya’nın herhangi bir noktasından, Evren içerisinde herhangi bir yöne baktığınızda en fazla, ışığın 13.82 milyar yılda kat edebileceği mesafeden gelen ışıkları görebilirdik. Ötesi? Sonsuz ‘karanlık.’ Bu durumda Evren, yalnızca 13.82 milyar ışık yılı yarıçapında bir küreden mi ibaret? Hayır! Bu, ‘gözlenebilir’ olan Evren’in yarıçapı.” (www.bilimkurgukulubu.com/genel/bilim-teknoloji/gozlenebilir-gozlenemeyen-evrenin-toplam-buyuklugu-ne-kadar) Bu olayın bilimsel yönü. Peki bir de olayın edebi yönü var: Ayette, “dünya semasını kandillerle kaplattık, çevreledik” denmemektedir. Yani ayette sanatsal bir anlatımla gökyüzünün insana huzur ve sonsuzluk hissi veren ‘süslerle’ donatıldığına dikkat çekilmektedir. Ayette asıl altı çizilmesi gerekende,  Mesabih ve Kevakib ile donatılan dünyamızın etrafındaki bu ‘süslerin’, Arapça’da ‘gökteki yıldız’ anlamına gelen ‘Necm’ kelimesi ile ifade ‘edilmemesidir.’ Burada dikkat çekilen ‘yıldız’ değil; ‘Zinet, süs’ ile dolu olan gökyüzüdür! Çünkü gerek ‘mesabih’ ve gerekse ‘kevakib’ olarak bu kelimelerin geçtiği üç ayette de ortak olan kelime, ‘Zeyyene, zeyyenna’ yani ‘süslemek’ kelimesidir! Zaten Türkçeye de ‘zinet/süs’ kelimesi bu kökten geçmiştir. Yoksa güneşte, 149.597.870.700 metre uzakta olmasına rağmen, o da dünya semasını süslemekte olan bir yıldızdır! Bu ayetler, benzetme sanatıyla, ‘gökyüzünün kandillerle süslenmiş güzel yaratılışına’ dikkat çekmektedir. (Tahir Taşdelen, Mülk sûresi’nin edebî tahlîli ve türkçe kur’ân meâline yansıması, Yüksek Lisans Tezi, s. 101) Necm (Gökteki Yıldız) değil de; (Misbah yani Arapça, ‘Lamba’ kelimesinin çoğulu olan) Mesabih kelimesi ile, süs için kullanılan kevakib kelimelerinin bize bakan yönü, insanoğlunun gördüğü en güzel, en huzur verici manzaralardan birini oluşturmaları, dünyamızın göğünün bomboş bırakılmayıp, güneş, ay, yıldızlarla süslenmesi gerçeğinin edebi bir dille ifade edilmesidir. “Yeryüzü ziynetini takınıp süslendiği” (Yunus, 24)  ayetindeki terkipte yeryüzünün ziynet takmasından söz edilmektedir. Halbuki ziyneti/süsü insanlar, takar. Öyleyse buradaki terkipten yeryüzünün yeşermesi kasdedilmektedir. İyi ki ateistler bu ayeti gözden kaçırmışlar! Yoksa buradan hareketle ‘ağaç kültü’ iddialarına bir delil (!) bile bulmuş olabilirlerdi! (‘Kur’an’daki bilimsel hatalar iddiası’ adlı yazımıza bakılabilir ) “Bütün genişliğine rağmen yeryüzü başınıza dar gelmişti.” (Tevbe, 25) ayetinin terkibinden maksat da, yeryüzünün daralması değil, kalplerin neşesini kaybedip kederle dolmasıdır. “Onların ticareti kazanmadı.” (Bakara, 16) ayetindeki “kazanç” ve “ticaret” kelimeleri de mecazdır. “Onun anası haviyedir.” (Karia, 9) ayetteki “haviye/cehennem”in ‘ana’ olarak takdim edilmesi de ayrıca mecazdır. Ana çocuğuna sığınak olduğu gibi cehennemde kafire sığınak gibi gösterilmiştir. Örnekler çoğaltılabilir. Ateist arkadaş hem yıldız kelimesinin Arapçasını bilmeyip hem de mecaz sanatı hakkında bilgi sahibi olmayınca, efendimizi rahatlıkla Kur’an’ın yazarı (!) ilan edebilmektedir. (Bu konularda, ‘Kur’an’ın kaynağı nedir?’ ve “Kur’an ve mecaz” adlı yazılara bakılabilir.) “O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır.”  (Mülk, 3) “Dünyamıza en yakın semanın” ötesinde, altı sema daha vardır ki, onların özellikleri henüz bilinmemekte ve teknik imkanlarla tespit edilememektedir. Elmalılı Hamdi Yazır, 7 kat gökten bahseden ayet ile ve dünyanın semasının süslerle donatılmasını çok güzel meczetmiştir: “Bu ifadenin zahiri, bütün yıldızların en yakın gökte olmasıdır. Şu halde burada en yakın gök, yer kürenin etrafında yalnız ayın yörünge sahasından ibaret değil, yalnız güneş sistemi alemi de değil, genel olarak yıldızların bulunduğu cisim olan saha, yani üç boyut sahasıdır.” (Saffat suresi, 6.ayetin tefsiri)

41-fussilet 12: Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. işte bu, azîz, alîm Allah’ın takdiridir. Burada da anlatımlar oldukça karışıktır. Mülk 3 de, yedi göğün birbirleri ile belli bir uyum içinde olduğunu söylemektedir. Bir bozukluk olup olmadığının anlaşılması bu yedi göğün görülmesi ile mümkün olabileceğine göre, ayet içindeki soruda biz yedi göğün insan gözü ile görülebildiğini anlarız. Aynı şekilde Nuh 15’de, benzer ifade vardır.

Yedi gök birbiri ile ‘ahenk içindedir’ ama sen ey insanoğlu, ‘sen görebildiğinden mesulsün’ onlara bak ve ahengi gör. O gördüğünde ahengi bozan, düzensiz bir şey var mı? Zaten yedi gök birbiri ile ahenk içinde olmasa, bize yansıyan birinci semadaki bizler gök taslarından kuyruklu yıldızlara dek, bozulan dengeyi hemen hissetmez miydik?! ‘Yedi gök’ün görülmesi konusuna gelince, önce şunu ifade edelim; azıcık tefsir ilmi okuyan herkes, Kur’an ayetlerinde geçen “Görmek fiilinin; Bilmek anlamında” olduğunu ve bunu bu anlamda Kur’an’da birçok yerde kullanıldığını bilirdi. Mesela Fil suresinde, “Ey Muhammed! Sen fil ashabına olanları görmedin mi?” (Fil, 1) buyrulmaktadır. Oysa ‘Fil Olayı’ olduğunda efendimiz daha doğmamıştır bile! Ama, daha sonra duymuş ve bilgi sahibi olmuştur! O dönemde de Mekke’li müşrikler bile biliyordu ki, efendimiz o zaman doğmamıştı ama kimse “Bakın! Kur’an’da hata var!” diye itiraz etmemişti. Çünkü oradaki ‘görmedin mi?’ fiilinin “Görmüş gibi kesin bir bilgi ile bilmedin mi?” anlamında kullanıldığını herkes anlamıştı! Ayetteki, ‘Görmedin mi?’den maksatta ‘Araştırıp öğrenmek, bilgi sahibi olmaktır!’ Yani, ‘Ey insanoğlu! Araştır, ulaşabildiğin, görebildiğin yere kadar bak, bir bozukluk asla göremezsin’ demektedir ayet. Aslında uzayın örnek gösterilmesi gerçekten ilginçtir; insanın değersizliği, hiçliği, evrenin muhteşem uyum/ahenk içindeki deveranı, gözleri kör olanlar dışında herkesi, Allah’a ve Onun yüce ilmine/kudretine/gücüne secde etmeye yöneltmektedir. “Kulları içinden ancak bilenler, Allah’ın büyüklüğü karşısında heyecan duyarlar.” (Fatır, 28) Ayrıca ‘bakmakla görmek’ aynı şey değildir. Allah ayetlerde ‘Nzr’ fiilinden türeyen; “Unzur: Bak” demiyor; ‘rea’ fiilinden türeyen, “Tera: ‘Görür müsün?” (Mülk, 3; Nuh, 15’te ise aynı fiil, ‘terav’ şeklinde geçer.)  buyruluyor. Ayette “Hel tera” diye sorar yüce Yaradanımız: “İşte gözünü çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?” Bu ayet insanları araştırma ve incelemeye teşvik etmekte, uyum/dengeye dikkat çekmektedir. Mesela bir polis amiri emrindeki polise “Etrafa bak!” dese ne anlarsınız? Çevreyi, tabiatı, göğü ‘seyret’ anlamı kimse çıkarmaz herhalde bu emirden. Sadece ‘insancıl ilke’ değil, evrendeki en küçük bağlantı/ilişki bile dünyadaki uyum ve düzeni etkilemektedir.  “Son yapılan bir araştırmaya göre, bir gezegende hayat olabilmesi için yıldız sistemindeki asteroit kuşağının dahi belli bir kütlede ve belli bir konumda olması gerekiyor. Araştırmaya göre sadece asteroit kuşağının yeri ve konumu değil, aynı zamanda kuşağın hemen dışında da Jüpiter büyüklüğünde bir gezegenin bulunması gerekmektedir.” (Timetürk, 04.11.2012)

Bakara 258: İbrahim nemruta “Allah güneşi doğudan getirtir. Hadi sen de batıdan getir bakalım” deyince kâfir olan nemrut tutulup kalmıştı. Yorum 1- bi kere güneş doğudan gelmez. Dünya doğudan batıya döner. İkisi de aynı şey diyeceksiniz, o zaman daha düzgün bir şekilde neden “Allah dünyayı doğudan batıya döndürür” dememiş.  Cevap: Çünkü o zamanlarda ve daha öncelerde dünya sabit, güneş ve diğer yıldızlar onun çevresinde dönüyor sanılıyordu. Muhammed de böyle biliyordu tabiki

Allah (cc) “yeryüzünü döşedik” (Naziat, 30) buyurmaktadır. Döşemek anlamında kullanılan ‘deha’ kelimesi, “dahv” kökünden türemiştir. Dahv kelimesinden türeyen ‘çocukların topu yerdeki bir çukura düşürmeleri, taş atıp çukura düşürme yarışları, cevizle oynanan oyun, devekuşunun yuva yapması, yatacağı yerdeki taşları temizlemesi, yumurtladığı yer ve yumurtası’ için hep dahv fiili kullanılır. Yani bir kelime ile bize, ‘döşenen yerin nasıl bir yer olduğunu da’ çok güzel bir şekilde ifade edilmektedir. Yani ayet, döşenen yerin şeklini bize ayrıca vermektedir! Gelelim ayete. Ayette açıkça Nemrut’un mesajı aldığı ve onun ilahlığının geçersizliğinin ispat edildiği bizlere bildirilmektedir. Ayrıca sorsanız sanki ateist arkadaş doğu-batı kavramlarını sanki hiç kullanmamaktadır?! Bir de sormaktadır, ‘neden “Allah dünyayı doğudan batıya döndürür” dememiş.’ diye. Halbuki Yüce yaradan zaten evrendeki işleyişe işaret eden birçok ayet ile bunu hedeflemekte değil midir? Astronomiden doğa olaylarına dek bir çok ayetten amaç, yaratılandan yaratana ulaşılması değil midir? Yine bu ayette de, ‘tera’ fiili kullanılarak, “Allah’ın kendisine verdiği iktidara dayanarak rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya giren kimseyi görmedin mi?” buyrulurken yine araştırmaya teşvik ile, ‘görmüş gibi bil’memiz istendiğini bu ateist arkadaş neden anlamak istememekte ısrarcıdır?! Ayette zaten, ‘Allah getirir’ denirken, o güneşin bağlı olduğu tabiat kurallarına (sünnetullaha) işaret edildiği ve Nemrut’tan da, bu kurallara aykırı hareket edemeyeceği anlatılmakta değil midir?! Peki, Kur’an’a göre dünyanın şekli ve gezegenlerin ne durumdadır? Bu konularda, ‘Kur’an’da çelişki yoktur’ adlı yazımızdaki, ‘Kur’an’a göre yeryüzü düz müdür?’ ve ‘Gök mü yer mi önce yaratıldı?’sorularına ve aşağıda, ‘Yasin 40’ diye başlayan soruya verdiğimiz cevaplar  ile, “İslami bilim, felsefe ve Batıya etkisi”, “Müslüman bilim öncüleri” ve “Kur’an ve Bilim” adlı yazıların yeterli olur kanaatindeyiz.

Yorum 2- nemrut da salakmış yani, şöyle diyememiş mi “Hayır canım, onu doğudan getiren benim, hadi senin tanrın batıdan getirsin” bakalım kim tutulup kalıyordu o zaman.

Tutulup kalan, bu müthiş (!) fikri oratay atan olurdu tabii ki. Nemrut: ‘Ben tek ilahım’ demiyor ki! ‘Bir ilahta benim, en büyük ilah benim’ (Naziat, 24) diyor.  ‘Tanrınız şunu yapıyorsa ben bunu yapıyorum’ diyor. Hem Nemrut, ‘bazıları’nın iddia ettiği kadar da ‘salak’ değilmiş ki, öyle bir iddiada bulunsa, “Sen doğmadan önce de yine doğudan doğuyordu, demek seninle ilgisi yok!” cevabını alacağını tahmin edebilmiş…!

En’am 60: Geceleyin sizi uyutan Allah’tır.  Cevap: Yooo, ben uykum gelince uyurum valla. hiç unutmam, bi ara gece çalışıyordum, gündüzleri uyurdum. Çünkü uykum gelirdi. Bu arada, kutuplarda yaşayanlar ise 6 ay boyunca gündüzleri uyurlar.

Ateist arkadaş sanki tüm ömrünü gündüzleri uyuyarak geçirir gibi, istisna yaptığı bir olayı genelleştirmektedir. Halbuki Kur’an genel kuralları verir. İnsanın uyuma ihtiyacı hissetmesi, geceleri genellikle tüm insanların uyuması, uyuyamayan insanların durumunun bir hastalık (Insomnia) olarak kabul edilmesi iddiamızı zaten ispatlamaktadır. Allah (cc) insan metabolizmasını uykuya ihtiyaç duyacak şekilde yaratmıştır. “İşte 133 bin kişi ile yapılan araştırmanın sonuçları. Yeterli uyumanın, kan basıncı, yüksek kan şekeri, bel çevresinde aşırı yağlanma ve yüksek kolesterol gibi belirtileri gösteren “metabolik sendrom” riskini artırdığı tespit edildi.” (Sözcü, 13 Haziran 2018) Uyku, Allah’ın insanlara bahşettiği nimetlerden biridir. O sayede vücut dinlenir, şarj olur. Uyku, biyolojik kadar psikolojik de bir ihtiyaçtır. Ama uyku sorunu çeken insanların mantık dışı sorma ihtimalleri her zaman görülen doğal bir rahatsızlıktır! Gündüzleri uyuyan ateistlere ise bir hatırlatma. Uykununda ideal zamanı vardır: “En verimli uyku saatleri bilimsel araştırmalar ile 23:00 ve 03:00 arası olarak tespit edilmiştir.” (Hürriyet, 28.07.2022; Detay için ‘İslami emirler ve hümanizm’ adlı yazımıza bakabilirler.)  Bu zaman aralığı galiba ‘geceye’ tekabül ediyor! Kutuplar örneği de epey komik kaçtı. Kutuptakilerde, normal insanlar gibi günlük uykularını alırlar! Allah uyku nimetine örnek verirken istisnai olan ve o dönemde onları örnek verilse, çölün ortasındaki insanların katıla katıla gülüp alay edeceği ve amaca hizmet etmeyen örnekler üzerinde durmaz! Ateist arkadaşlar ayrıca ‘Kaylule’ konusuna hiç girmesin, o zaten sünnettir. (İbn Mâce, Savm, 22; Buhari, Hacc, 129; Şîrûye b. Şehredâr ed-Deylemî, el-Firdevs bi-meʾs̱ûri’l-ḫiṭâb, IV/266; İbn Mâce, “Ṣıyâm”, 22)

Hud 7: Gökleri ve yeri 6 günde yarattı. Bundan evvel arş (gök) su üstünde idi. cevap: bu Kur’andan bilim fışkırıyor bilim. Su üzerinde olan bir gök.

Ayette gök değil ‘arş’ın su üzerinde durduğu ifade edilmektedir. Ayette hem arş hem gök (semavat) kelimeleri ayrı ayrı geçer! Arş kelimesi, “izzet, sultan, memleket ve mülk” anlamlarına gelir. (İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, VI/313-314; Fimzabadî, Kamus, II/1096; el-Isfehânî, Ragıb, Müfredâtü Elfazi’l-Kur’ân, 558; en-Nesefî, Ebul Muîn, Tabsıratü’l-EdiIIe fî Usûlu’d-Dîn, I/241) Kur’an’daki aynı konudaki ayetleri bir arada değerlendirme genel kuralından habersiz, ayetleri ortamından koparıp bilgiçlik taslayan zihniyet, Kur’an’da değilse de kendi içlerinde çelişkilerle daima karşılaşacaklardır ve bu eserde bol miktarda da bunu örnekleri bulunmaktadır. Enbiya Suresi 30. ayette yüce Yaradan, “İnkar edenler, gökler ve yer bitişik iken onları ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmezler mi? Hala inanmayacaklar mı?” buyurmaktadır. Bu iki ayeti bir arada değerlendirdiğimizde Yüce Yaradan, “arşını yani yönetimini su üstüne kurduğu yani su merkezli bir hayat kurup yönettiğini” bizlere bildirmektedir. Suyun ve bileşenlerinin evrenin yaratılışından hayatın devamındaki önemine dek yerini ayrıca açıklamaya gerek yok zannederiz. Evrenin 6 günde yaratılışı, ‘Kur’an’da çelişki yoktur’ başlıklı yazımızın ‘Yer ve gök kaç günde yaratılmıştır?’ sorusuna verilen cevapta ele alınmıştır. Gelelim Kur’an’dan ‘fışkıran’ bilime: “Sonra Allah ‘duman halindeki’ göğe yöneldi” (Füssılat, 11); “O inkar edenler görmüyorlar mı ki, başlangıçta göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, Biz onları ayırdık.” (Enbiya, 30) “Bilim adamları başlangıçta sıcak bir ‘gaz kütlesinin’ yoğunlaştığını, daha sonra bu kütlenin parçalara ‘ayrılarak’ galaktik maddeleri, daha sonra yıldızları ve gezegenleri oluşturduklarını ifade etmektedirler.”  (Dr. Mazhar U. Kazi, 130 Evident Miracles in the Qur’an, Crescent Publishing House, s. 53)

Rad 2: Gökleri gördüğünüz şekilde direksiz kaldıran Allah’tır. Yorum: günlük hayatta hiçbir şeyin havada duramayacağını biliriz. Akıllarında bir soru işareti var. Muhammed de bu soru işaretini “onları öyle tutan Allahtır ” diyerek yanıtlıyor. e tabi biz bugün biliyoruz ki, bunların orada durması için altlarında bir direk olmasına gerek yok, çünkü bulundukları yerde dünyanın onlara uyguladığı çekim düşük, dolayısıyla onlar dünyaya düşmüyorlar. ki zaten dünyaya düşebilecek bir tek ay var. düşse düşse dünya güneşin veya diğer yıldızların üstüne düşer (düşemeden erir gider ya o ayrı konu). göğün dünyaya düşmesi diye bir şey zaten söz konusu değil.

Ateist arkadaş Allah’ın evrene koyduğu kuralları sıralıyor, denge ve ince ayarlardan bahsediyor ve ‘bunları yapan Allah’tır’ noktasına geliyor ama itirafa sıra gelince orada işi yapan olarak kuralları koyanı değil, kuralları gösteriyor; aracı amaç ediniyor. Trafiğin düzgün akmasını kurallara bağlayıp o kuralları yazan ve uygulayanları inkar eden bir zihniyetle karşı karşıyayız. İradesiz ve akılsız olan yaratılanlara yaratan özelliği izafe ediyor ki, ateist bakış açısından bunu çok sık görmekteyiz. Bu konudaki örnekleri ve cevaplarımızı “ateizm, deizm” başlıklı yazılarımızda sık sık müşahede edeceksiniz! Konumuza dönersek, ayette şu bunun üstüne düşer diye bir şey yok. Aksine düşmeden koruyan evrendeki yasalara (Hac, 65) işaret vardır. Ayrıca ateist kendi ağzı ile yakalanıyor: “Düşse düşse dünya güneşin veya diğer yıldızların üstüne düşer, düşemeden erir gider.” diyor. Zaten Kur’an’da da kıyamet günü dağların erimesinden açıkca bahsedilir. Müzzemmil, 14: “O kıyamet günü yeryüzü ve dağlar sarsılacak, bütün dağlar erimiş bir kum yığını olacaktır.”  Kıyamet anı ile ilgili bilim ne diyor?: “Muhakkak ki, nükleer denge belli bir süre sonra değişecek, Güneş’in çekirdeği helyumu kullanmaya başlayacak, sıcaklık artacak, Merkür ve Venüs eriyip boşluğa akacaklar. Yeryüzündeki okyanuslar, buharlaşacak ve okyanuslarla birlikte kayalarda gidecektir. Bir gün bu olaylar gerçekleşecektir. Birkaç saat içinde Dünya’mızın bugünkü hacmi kadar küçülecek ve en son helyum yakılınca da bir yanmış kömür artığı halini alacaktır. Bu son, hiç bir şekilde, en gelişmiş bilgilerle bile değiştirilemeyecektir.” (Bilim ve Teknik dergisi, Ocak 77, sayı 110, s. 45) Şimdi de Kıyametten bahseden ayetlere bakalım: “Denizler kaynadığı zaman.” (İnfitar, 3); “Gök yarılıp da, gül gibi kızardığı, yağ gibi eridiği zaman.” (Rahman, 37); “O gün, gök, erimiş maden gibi olur. Dağlar da atılmış pamuğa döner.” (Mearic, 9) Bu kadar bilimsel ayet ateistlerde bir etki yapar mı? Niyet, istek, irade, dolayısı ile hidayeti istemek istememekle alakalı bir konu.

Rad 2: Gökleri gördüğünüz şekilde direksiz kaldıran Allah’tır.  Hac 65: Yerin üstüne düşmemesi için göğü o (Allah) tutar. Meğerki kıyamette onun izniyle düşmüş olsun.

Kur’an’ın indiği dönemde, göğün dağların üzerinde durduğu düşüncesi hakim olan görüş idi. Kur’an  bu  düşünceyi bu ayetle yıkmıştır. Dolayısı ile bilime aykırı değil, bilimsel bir ifadedir bu ayet. Allah azze ve celle bu ayetlerle bizlerin ‘evrensel yasalara’ dikkatini çekmekte ve buradan hareketle de yasaları koyan ve uygulatana ulaşmamızı istemektedir: Yerçekimi kuvveti sayesinde atmosfer uzaya yayılmaz ve bu sayede atmosfer tabakası konumunu korur. Ancak kıyamet günü bu denge bozulacak ve düzen sona erecektir. Fizikçi Dr. Karl Giberson: “Son 40 yıldır, fizik ve kozmolojideki gelişmeler bilim sözlüğüne “tasarım” kelimesini geri getirdi. 1960’ların başında fizikçiler, insan hayatı için açıkça “ince ayar” yapılmış bir evrenin örtüsünü açtılar. Evrende hayatın var olmasının, kesinlikle olanaksız ve kusursuz bir ‘dengedeki fiziksel faktörlere bağlı’ olduğunu keşfettiler.” (K. Giberson, “The Anthropic Principle”, Journal of Interdisciplinary Studies, IX/63-90, Steven Yates’den cevap, ss. 91-104) İngiliz astrofizikçi Prof. George F. Ellis: “Evrendeki kompleksliği mümkün kılan kanunlarda hayret verici bir ince ayar görünüyor. Evrende var olan bu kompleksliğin gerçekleşmesi, “mucize” kelimesini kullanmamayı çok güçleştiriyor.” (F. Bertola, U. Curi, The Anthropic Principle: Laws and Environments, s. 30) “Big Bang’in ardından gerçekleşen genişleme hızı eğer milyar kere milyarda bir oranda (1/1018) bile farklı olsaydı, evren ortaya çıkamazdı.” (Paul Davies, Superforce: The Search for a Grand Unified Theory of Nature, 1984, s. 184.  Stephen Hawking, A Brief History Of Time, s. 121-125) Moleküler biyolog Michael Denton: “Eğer yerçekimi kuvveti bir trilyon kat daha güçlü olsaydı, o zaman evren çok daha küçük bir yer olurdu ve ömrü de çok daha kısa sürerdi. Öte yandan, eğer yerçekimi kuvveti birazcık bile daha güçsüz olsaydı, hiçbir yıldız ya da galaksi asla oluşamazdı.” (Michael Denton, Nature’s Destiny, The Free Press, s. 12-13) Michael Denton, Nature’s Destiny: “Galaksimizde yıldızların birbirlerine ortalama uzaklıkları 30 milyon mildir. Eğer bu mesafe biraz daha az olsaydı, gezegenlerin yörüngeleri istikrarsız hale gelirdi. Eğer biraz daha fazla olsaydı, bir süpernova tarafından dağıtılan madde o kadar dağınık hale gelecekti ki, bizimkine benzer gezegen sistemleri büyük olasılıkla asla oluşamayacaktı.” (Michael J. Denton, Nature’s Destiny, The Free Press, s. 11) Evet, tüm “Bunlarda ‘aklını çalıştıran’ bir topluluk için elbette deliller vardır. “ (Rad, 4)

Hacc 65 ayeti:Gök nasıl yere düşer?

“Görmüyor musun ki, Allah yeryüzündekileri ve O’nun emriyle denizde akıp giden gemileri sizin hizmetinize verdi! Kendi izni olmadıkça yerkürenin üzerine düşmemesi için göğü tutan da O’dur. Şüphesiz Allah insanlara çok şefkatli, çok merhametlidir.” Allah azze ve celle, verdiği nimetleri sayarak, bunların oluşumuna neden olan kurallar zincirine dikkatimizi çekmekte; bu nimetleri vereni bulmamızı ve O’nu asla unutmamamızı istemektedir. Çünkü Allah’ı unutan insanlar bu defa tabiatı (Naturalist ateistler), insanları (Marxist ideolojinin kurucularını), hayvanları (Hinduizm) gibi yaratılanları ilah seviyesine çıkarmaktadırlar. Çünkü inanmak bir ihtiyaçtır ve bu doğru şekilde yapılmalıdır. Bu konuları detaylı şekilde, ‘ateizm, deizm’ başlıklı yazılarda ele alacağız. Hac, 63. ayette; yağmur nimetinin oluşumunu araştırmaya Rabbimiz bizi yönlendirir. 65. Ayette, suyun kaldırma kuvvetine ve gökteki hassan dengeler zincirine dikkat çekilir. Nedir bunlar? ‘Kütle çekim kuvveti, elektromanyetik kuvvet, güçlü nükleer kuvvet ve zayıf nükleer kuvvet.’ Hassas dengeye işaret eden bir kaç örneği yukarıda vermiştik, birkaç örnek daha ekleyelim: “Şu anki evren bütün muhtemel olasılıklar arasında çok ufak bir olasılıkla sahip olunabilecek özelliklere sahiptir.” (John Barrow, FRank Tipler, the anthropic cosmological principle, s. 250); “Evren, biraz daha yavaş genişleseydi çekim gücü nedeniyle içine çökecekti; biraz daha hızlı genişleseydi evrenin maddesi tamamen dağılıp gidecekti.” (Paul Davies, Superforce: The search for a grand unified theory of nature, a touchstone book published by simon&schuster, s. 184); “Big bang’ten bir saniye sonraki genişleme hızı, yalnızca yüz bin milyarda bir oranında az olsaydı bile, evren daha bugünkü büyüklüğüne erişmeden çökmüş olurdu” (Stephen Hawking, A brief history of time from the big bang to black holes, s. 121-122); “Yere sonsuz mesafede büyük bir tahterevalli düşünün. Her iki tarafa koyacak trilyonlarca ağırlığınız olsun. Bir yana koyulacak en ufak bir fazlalık, dengeyi bozacak ve evreni yaşama olanak tanımayan bir konuma getirecektir. Burada dikkat çekmesi gereken nokta, her bir ağırlığın konabileceği sonsuz yer ve sonsuz sayıda ağırlık olmasıdır.” (Michael Corey, The anthropic principle, s. 138) Rabbimiz, 64. ayet ile ‘Tüm bu dengeyi kuranın kendisi olduğunu’ ilan etmekte, böylelikle, yerdeki ve gökteki muhteşem yaratılış ayet/örneklerinden hareketle kendisindeki ‘güç, irade, kudret, ilim ve hikmeti hissetmemizi’ istemektedir. Sorunuza dönelim, gök(lerin) çökmesine engel olan kuralı koyan, uygulatan ve bunun devamını -kıyamete; yani hassas dengenin bozulacağı zamana dek- sağlayan kimdir? “Kendi izni olmadıkça” (Hac, 64) bu denge bozulmayacak ve gök ile yer küre birleşmeyecek, yani içe çökme -kıyamet- olmayacaktır. Kıyamet sahnelerine zaten yukarıda kısaca değinmiştik.

Hicr 14-15: biz onlara gökten bir kapı açsak, onlar da o kapıdan yukarı çıksalar yine inanmazlar. 

Müşrikler, güya Hz. Muhammed’in peygamberliğini tasdik etmek için gökten kendilerine okuyacakları bir kitap (İsra, 93) veya “açılmış sayfalar” (Müddessir, 52) indirilmesini istemişlerdir. İşte burada “Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar yine de ‘Herhalde gözlerimiz perdelendi, hatta bize büyü yapılmıştır’ derler” (Hicr, 15) buyrularak, müşriklerin asıl amaçlarının gerçeği öğrenip ona inanmak olmadığına işaret edilmektedir. (Kur’an Yolu Tefsiri, III/339-340) Yine Kur’an’da ‘Kapı’ kelimesi, ‘toplumun maddi anlamda refahı  için gerekli olanların geliş  yolu’ anlamında da kullanılmıştır. Örneğin A’raf suresi 96. ayette, “Onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık.” ve En’am suresi 44. ayette, “Onlar, kendilerine yapılan uyarıları unutunca her şeyin kapılarını onlara açtık.” kapı kelimesi bu anlamda kullanılmıştır.

Neml, 88:  “Dağları yerinde duru görürsün.” derken, Enbiya, 31. Ayette, “ Yeryüzünde onları sarsmasın diye sabit dağlar yarattık.” denmektedir. Bu bir çelişkidir. 

Neml, 87. ayet bize bu dağların hareket zamanını bildirmektedir: “Sur’a üfürüldüğü gün” Yani ayetin öncesi ve sonrası (Neml, 87-90) kıyamet/ahiret zamanından bahsetmektedir! Bazı yorumcular 88. ayetin ‘tektonik levhaların magma üzerinde yüzmesi ile dağların hareket etmesine’ veya ‘Kıtaların kayması nedeni ile dağların hareketli olmasına’ işaret ettiğini ileri sürmektedir. Her iki yorumda bilimsel olmakla beraber ayetin öncesi ve sonrası bize bu  ayetin kıyamet sahnesinden bahsettiğini göstermektedir. Dağların görevi konusunu ise, ‘Kur’anda çelişki yoktur’ başlıklı yazımızda ‘Hicr 19: Biz yeri yaydık, üzerinde sabit dağlar bıraktık’ başlıklı yazımızda açıkladık.

Bakara, 117. Ayet, “ Allah ol deyince olur.” Derken, Kaf, 38. Ayette de gök ve yerin 6 günde yaratıldığı belirtilir. Evrenin oluşumu milyonlarca yıl sürmüştür.

 Bakara, 117. ayette, “kun fe kâne” yani; ‘ol dedi ve o da oldu.’ şeklinde, mazi (Geçmiş zaman) sığası/kipi ile geçmez. Arapçası, “kun fe yekûn” şeklinde, muzari (Geniş, şimdiki ve yakın gelecek zaman) sıgası ile geçer. Muzari fiil, aşamalar içeren bir süreci ifade eder. Yani ayetin meali, “Allah ol deyince oluş süreci başlar.” şeklindedir. Ayrıca zamanı yaratan Allah olduğu için bu ‘oluş süreci’ biz insan gibi işlemez. Allah zamanla sınırlı değildir. O (cc) ‘Ol!’ der, o işin oluşumu insanlar için milyonlarca sene sürsede, O’nun katında o iş olmuş ve bitmiştir! Çünkü Big Bang kuramı göstermiştir ki, zaman da, insan da, mekan da sonradan var olan yani yaratılandır, Allah ise, zaman ve mekandan müstağnidir; yarattıkları ile sınırlandırılamaz! Bu konular ayrıca, “Kur’an’da çelişki yoktur” adlı yazımızda, ‘Allah, insanı “alak” [kan pıhtısı] dan mı’ ve ‘Yer ve gök kaç günde yaratılmıştır?’ başlıklı yazılarda ele alınmıştır.

Nahl 13: yeryüzünde muhtelif renkte yarattığı şeyleri de müsahhar kıldı. yorum: bir kere renk diye bir şey yoktur.  renk, beynin farklı dalga boyundaki ışıkları farklı olarak yorumlamasından oluşur.

Kur’an’a zıt olacağım diye düşülen duruma bakın hele; Renk yoktur! Bu mantıkla dünya da hatta bu yazılarda yoktur, onlar da beyinde oluşan görüntülerdir. Aslında bu bakış açısı klasik materyalist zihniyetin bir uzantısıdır. Öyle ya, insan da, acı ve sevinç gibi duygularda sonuçta şuursuzca bir araya gelen atom yığınlarından başka bir şey değildir! Bu konuları ‘ateizm yanılgısı’ve ‘dinsiz ahlak olur mu?’ adlı başlıklı yazılarda derinlemesine ele alacağız! Renklere dönersek; İlk televizyonlar çıktığında (1926) siyah beyaz renkte idiler, zamanla renkli televizyonlara (en erken 1940) geçilmiştir. Halbuki bebekler zamanla renkli görmeye başlamazlar. Allah’ın renk, koku, tat, şekil, işlev, çeşit olarak birbirinden çok farklı yaratıp herbirinin birbiri ile uyumlu bir şekilde devam eden düzenine işaret etmesi (Hac, 63-66) neden tuhaf karşılanır ki? Sadece siyah beyaz bir dünyanın insana vereceği kasveti düşünmek bile şükür için yeterli değil midir? Renklerin oluşması için gerekli olan ‘Güneş ışığı, ozon tabakası, ışığın yansıma özelliği, göz, retina ve son aşama olarak elektrik sinyallerinin sinir hücreleri tarafından renk olarak algılanabilmesi’ şartlarının hepsini yaratıp uyum içinde işleten Allah secde edilmeye layık değil midir? “Güneş’ten yayılan ışınların, Dünya üzerindeki yaşamı desteklemek için gereken çok dar aralığa sıkıştırılmış olması gerçekten çok olağanüstü bir durumdur.” (Ian M.Camplell, Energy and Atmosphere, London: Wiley, 1977, s. 2) “Atmosferin, elektromanyetik yelpazenin çok geniş alternatifleri içinde, geçişine izin verdiği yegane ışınlar görülebilir ışık ve yakın kızıl ötesini kapsayan daracık alandır.” (Michael Denton, Nature’s Destiny, s. 55) “Elektrik sinyallerinin görme sinirleri yoluyla beyne ‘nasıl iletildiği ve beyinde ne gibi fizyolojik etkiler yarattığı’ sorularına ‘renk bilimciler henüz cevap verememektedirler.” (Bilim Teknik Dergisi, Ekim 1986, s. 6-9) Ateist arkadaş ayetin devamını yazmamıştı, biz ekleyelim: “Bunda düşünüp taşınan bir topluluk için büyük ibret vardır.” Hac suresi 66. ayet meali ile bitirelim: “Size hayat veren, sonra sizi öldürecek ve sonra sizi diriltecek olan da O’dur. İnsan gerçekten pek nankördür.”

Furkan 25: O gün beyaz bulutla gök yarılacak melekler yere inecekler. Yorum: demek ki, melekler göğün üstündeler. Yine gök küre inancı. Bakın şimdiye kadar bu olgu karşımıza çok çıktı. bu dediğim gibi Aristo zamanından gelen bir düşündedir. en dış kürenin dışında her şeyi harekete geçiren bir tanrı vardır. ki buna benzer örnekleri Kur’anda da görüyoruz.

“O gün ama hangi gün?” Ateist bunu açıklamadan, surenin ortasından bir ayeti alarak direk saldırmaya yeltenmektedir. Ayetin öncesi ve sonrasına bakınca, bu ayetin yaşanan bu dünyadan değil, kıyamet gününden bahsettiği rahatlıkla anlaşılacaktır. “O gün gök parçalanarak beyaz bulut kümelerine dönüşür ve melekler bölük bölük inerler.” Ayetin meali bildiğimiz kıyamet sahnesini anlatmaktadır. Kıyamet olayının gerçekleşmesini anlatan ayetlerde göğün yarılıp, açılacağından ve orada kapılar oluşacağından söz edilmektedir. (Nebe, 19; İnşikak, 1) Bu ayetlerin görünen ifadelerinden anlaşıldığına göre kıyamet sırasında evrenin kozmik düzeni zaten bozulacaktır. “O gün yer başka bir yere, gökler başka göklere dönüştürülecektir.” (İbrahim, 48)

Neml 18: Bir dişi karınca: “Karıncalar! Yuvalarınıza girin ki Süleyman ve ordusu farkında olmadan sizi ezmesin” dedi. yorum: karıncaların ve diğer böcüklerin algılamasal sınırlamaları nedeniyle insanları algılaması söz konusu değildir. Hele hele kendi aralarında konuşması, hatta insanların adlarını söyleyerek konuşması mümkün değildir. Matematik ve kuantum mekaniği de bilemezler.

Hayvanlardaki 6. his insanlardan çok daha gelişmiş düzeydedir: “Deprem ve tusunaminin vurduğu ülkelerde 120.000’in üzerinde insanın yaşamını yitirmesine karşın, hayvan ölülerine çok az rastlanması; hele Sri Lanka ulusal parkındaki fil ve leoparların hepsinin afetten kurtulması, eski bir tartışmayı yeniden gündeme getirdi: Hayvanlar afetleri gerçekten önceden seziyorlar mı? Sumatra’da kaplanların korunmasıyla ilgili bir projede çalışan Debbie Marter, BBC’ye yaptığı açıklamada,”Vahşi hayvanlar depremle ilgili sezgiler konusunda özellikle çok hassastır.” diyor.” (http://www.prakdeniz.com/hayvanlarin-6-hissi; https://bianet.org/biamag/hayvanlar/104435-kopeklerin-6-ve-diger-hisleri) Karıncalar arasında “Ses ile iletişim de sık kullanılan bir yöntemdir” (Özcan Cabbar, Bülent Doruker, Karıncalar depremi haber verebilir mi? s. 10) “Bazı karınca türlerinde ise feromon algılama özelliklerine ek olarak ses duyma özellikleri de yaratılmıştır. Haberleşme için bazı karıncaların sesten de faydalanmaları, bilim adamlarının son yıllarda ortaya çıkardıkları bir gerçektir.” (Prof. dr. Volkan Tuzcu, Zafer Dergisi, Eylül 2013, Sayı: 441) Peki, hayvanlar matematik bilebilirler mi? Ateist arkadaş üzülecek ama cevap, Evet! “Hayvanlar da temel matematik yeteneğine sahip, matematik yeteneği sadece biz insanlara özgü değil!” (https://www.matematiksel.org/hayvanlar-matematik-yapabiliyor-mu); “Civciv, arı, kuş, kunduz, örümcek, vatoz, kaplan matematik biliyor.” (www.bilimsenligi.com/hayvanlarda-matematik-biliyor.html; www.bilimsenligi.com/hayvanlarin-matematik-becerileri.html; www.hurriyet.com.tr/egitim/hayvanlar-aleminin-matematikcisi-vatozlar-42036626; matematikheryerde1.weebly.com/hayvanlarda-g304zlenm304350-matemat304k) Karıncaların hareketlerindeki matematiksel düzen de artık keşfedilmiştir. (Jackson DE, Ratnieks FLJCb. Communication in ants. 2006;16; R570-R4; Watmough J, Edelstein-Keshet LJJoTB. Modelling the formation of trail networks by foraging ants. 1995;176; Edelstein-Keshet LJJoMB. Simple models for trail-following behaviour; trunk trails versus individual foragers. 1994;32; Couzin ID, Franks NRJPotRSoLBBS. Self-organized lane formation and optimized traffic flow in army ants. 2003;270(1511):139-46) Kuantum -şimdilik bilmediklerini kabul edelim- okumadan depremi önceden hisseden köpek/fare/kuşlar vb. hayvanlar bulunduğu gibi, karıncaların da güçlü bir ordunun toprakta oluşturacağı sarsıntıyı hissedebilir. Burada sadece tek soru akla gelebilir: Bir karıncanın Hz Süleyman’ın adını bilmesi meselesi. Bu da bir balığın uçmasına inanmaktan -Evrim teorisi-  daha mantıklıdır. Günümüzde balinadan yunus balıklarına, fillerden maymunlara birçok hayvanın iletişim metodu yavaş yavaş çözülmeye başlanmıştır. Yaratıcının dünyadaki elçisi peygamberlerin adlarının karıncalarca bilinmesi veya bazı peygamberlerin hayvanlarla iletişim yolunu çok önceden bulmuş olması hiçte yabana atılacak bir görüş değildir. Dünyayı pilotsuz, motorsuz, benzinsiz binlerce yıldır aynı yolda -Yörüngede- uçuran Allah (cc) için bu çok basittir. Konumuza dönersek; ayette ‘dişi’ bir karıncanın uyarı yaptığı ifade edilmektedir. Günümüzde bilim de bize uyarıcı fenomen (Alarm pheromone) salgılamanın dişi karıncaların işi olduğunu haber vermektedir. (Mizunami, M., Yamagata, N., & Nishino, H. (2010). Alarm pheromone processing in the ant brain: an evolutionary perspective. Frontiers in behavioral neuroscience, 4, 28)

Müminun 80: Geceyle gündüzün birbiri ardına gidip gelmesi onun emriyledir. cevap: neden dünyanın dönmesi onun emriyledir demiyor da böyle diyor. Çünkü dünyanın döndüğünü bilmiyor.

Ateist kendi istediği kelimelerle ayetin neden indirilmediğini soruyor, sanki o şekilde ayet inse ona itiraz etmeyecekmiş gibi! Gelelim ayete, eğer o dönemdeki insanların anlayamayacağı şeyler ile efendimiz dini tebliğ etse idi, acaba İslam daha baştan yayılamadan önü kesilmez mi idi? Düşünelim lütfen, Efendimizin hadisleri ve Kur’an ayetleri ‘Açıkça’ dünyanın dönmesinden, mikroptan, ozon tabakasından, yüzey geriliminden vs bahsediyor. O’na Ebu Bekir bile inanmazdı belki de! Kur’an’da her döneme ait özel, ilahi kaynaklı olduğuna dair işaretler vardır. Ama zamana ve insanların seviyesine göre ayarlanmış mesajlardır bunlar. Zaman, bilgi, şartlar olgunlaşmadan bu mucizeler çözülemez, detay “Kur’an ve bilim” adlı çalışmamızda bulunmaktadır. Ayrıca Zümer 5. ayetteki ‘Tekvir’ kelimesinden türemiş “yukevviru” kelimesini ‘Kur’an’da çelişki yoktur’ başlıklı yazımızda, ‘Zülkarneyn ayeti, Yer düz müdür, Güneş suda mı batmaktadır?’ sorsuna verdiğimiz cevapta ele aldık, orada dünyanın yuvarlaklığından bahsedildiği zaten görecektir.  Gelelim ayete: Anlamında bir tuhaflık var mı, hayır! Ayetlerde (Mü’minûn, 78-80) bilgiye, insanın biyolojik ve antropolojik gelişmesine ve  kozmolojiye işaretler vardır. 78. ayette zaten tüm bu nimetlere rağmen, ‘Ne de az şükrediyorsunuz!’ buyrulmaktadır ki, ateistinde içine düştüğü durum tam da budur! “Sizi kulaklar, gözler ve akıllarla donatan O’dur.” (Mü’minûn, 78) Ateistlerin “Kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. İşte asıl gafiller onlardır.” (A’raf, 179)

Lokman 10: O, gökleri gördüğünüz veçhile direksiz yaratmış, yere de sizi sarsmamak için sabit ve ulu dağlar koymuş, orada her çeşit yürüyen hayvan dağıtmıştır. biz gökten yağmur indirdik, her çeşit işe yarar ot bitirdik. yorum: göklerin direksiz oluşuna ve dağlara değinmiştik. Burada soracağım soru şu: işe yarar otların dışında işe yarmayan da bisürü ot var, bunlar ne için.

Biz de cevaba yukarıda değinmiştir. Ayette geçen kelime, ‘feenbetna’ fiilidir ki, Türkçede bile “nebadat, nebati yağ” kelimeleri aynen kullanılmaktadır. Nebat, ‘bitki’ demektir. Bitkilerin faydaları konusuna girip konuyu uzatacak değiliz. Ama bu kelimeyi ‘ot’ olarak çevirsek bile -ki, 51 meale göz gezdirdim sadece üç tanesinde bu kelime ot olarak çevrilmiş! Onlarında ikisi Osmanlı alimi, diğer meal kıpçak kökenli!- yine de günümüzde zehirden ilaç bile yapılırken ateistin bakış açısındaki ufuksuzluk, sığlık oratya çıkmakta değil midir? Bir ot direk insanın işine yaramıyorsa, o insanın işine yarayan diğer canlının işine yarıyordur ki, bu da yine insanın da işine yarıyor demektir. Gübre böceğini görse ne işe yaradığını sorgulayacak ki, toprağı kazarak havalandırıp karıştırmakta, gübre gömerek de toprağın organik madde içeriğini arttırmaktadır. Bu ateist arkadaş ne ‘Kelebek etkisi’nden haberdardır olmadığı gibi, sanki ekosistemin şifresini çözüp her canlının sistemdeki yerini keşfetmiş gibi bir de bilgiçlik taslamaktadır.

Yasin 40: ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir, her biri feleklerinde yüzerler. yorum: işte bu da güneş ve ayın ikisinin de dünya etrafında döndüğü anlamına gelen bir ayettir.

Ateist bakış açısı, ay ve güneşin aynı yörüngede olduğunu iddia eder bu ayetten hareketle, bakalım öyle mi? Yasin, 38. Ayet, güneşin kendine ait, Yasin, 39. ayet ay’ın kendine ait yörüngesi olduğunu ve Yasin, 40. ayet ise ‘herbirinin/Küllün’ yörüngesinde aktığından bahsederken ateist arkadaş bu bilimsel mucizeden bile dinsizlik mesajı çıkarmaya çalışmaktadır! Detaya bakalım: Öncelikle ay ve güneş kelimelerinden sonra geçen felek (Arapça’da astronomi ilmi; Felekiyyun kelimesi ile ifade edilir) kelimesi ‘marife’ değildir yani elif-lam takısı almamıştır. Arapçada marife; ‘bilinen, meşhur, tanınan’ şeyler için kullanılır. İngilizcedeki ‘the’ kelimesi de aynı görevi görür. Ama ayette geçen felek kelimesi marife değil ‘nekre’ bir kelimedir, yani elif lam takısı almamıştır. Yani ayette ‘bilinen bir yörüngeden’ bahsedilmemektedir. Eğer ayet her iki gök cismi -Ay ve güneş- için tek yörüngeden bahsetse idi, felek kelimesinin marife -elif lam takılı – olacaktı ve o zaman ateistler haklı olabilirdi. Ama ayetteki felek kelimesi marife değil nekre geçmektedir. Ama Arapça gramer bilmeyen ve tercümeye aktarılamayan (Çünkü Türkçede elif lam takısı veya the takısının karşılığı bulunmamaktadır) bu incelikten habersiz ve sadece Türkçe meal üzerinden hata aramaya çalışan ateistleri sadece gülünç durumlara sokmaya yarar. Ayette, ‘Küllün; Hepsi, fi felekin; Kendi farklı yörüngelerinde’ yüzdüğünü bizlere bildirilir. Ayet günümüzde yeni bulunan hem güneş hem ay’ın  yörüngelerine işaret ederek (Yasin, 38-40) aslında, Kur’an’ın ilahi kaynaklı olduğunu da tüm dünyaya ilan eder.

                                   

                               Ay’ın yörüngesi ve kurumuş hurma dalı  

“Biz Aya da menziller takdir ettik. Nihayet hurma salkımının eski kurumuş eğri dalı gibi bir hale dönmüş olur.” (Yasin, 39) İşin ilginci ayette Ay’ın menzillerinden;yollarından bahsedilmesidir. Artık biliniyor ki, Ay’ın hem kendi, hem dünya, hem güneş sistemi hem de galaksi çevresinde izlediği birden çok yolu, yörüngesi vardır!

Kaf 6: üzerindeki göğe bakmıyorlar mı ki? Onu nasıl bir kudretle bina ettik, nasıl donattık? On da hiç bir yarık göremiyorlar mı? yorum 1: şimdiye kadarki ayetlerin bazılarında belirttiğim çoğunda belirtmediğim bir husus da “Bunda bir kudret, bir nişan görmüyorlar mı?” şeklinde ifadeler var. ya cahil bir adam, göğe bakar, neyin nasıl olduğunu bilmez, biri çıkar der ki, işte bunlar Allahın nişanıdır, daha neden inanmıyorsun. burada adamın vereceği iki cevap vardır. a) ne malum, onun yaptığı. ki nedense birçok insan, şu andaki Müslümanların hepsi dahil bu soruyu soramıyorlar. b) vay beee, doğru. işte bu da tipik bir cahil davranışı hemen kanıyor. Muhammed döneminde inananların çoğu b şıkkını uygulamışlar, çünkü adamlar bu sorularına cevap arıyorlar ve cevabı veren tek kişi var, Muhammed.

İyide ne malum Allah’ın yaratmadığı?! Bir şeyin ‘nasıl’ çalıştığını bulmak, o şeyin ‘kim’ tarafından yapıldığını ilan etmeye engel midir? Bu konua ileriki yazılarımızda bol bol döneceğiz! Evet, ey ateist arkadaş! Buyur sen “ Allah’ın kainatı yaratmadığını, daha doğrusu kainatın yüce ve ilim sahibi bir yaratıcı tarafından yaratılmadığını ispat et!” Evet, binlerce yıldır tanrısız birçok fikir ileri sürüldü, ama hiç biri bilimsel bir temele oturulamadı. Ama Big- bang, Akıllı Tasarım, Quantum, İzafiyet gibi birçok teori bizi hep bir akıllı ve amaçlı bir yaratılışa götürmektedir. Zaten ‘Allah’ın varlığının ispatı’ ve ‘Evrim’ başlıklı yazılarımız bu konuyu ele almaktadır. Ortada bir düzen varsa düzeni koyan da vardır, bu sonuca ulaşmak için fazla alim olmaya gerek yoktur; azıcık akıl ve mantık bilgisi yeterlidir. Bu arada yüce Allah’ın Kur’an’da buyurduğu gibi “Kulları içinden ancak bilenler, Allah’ın büyüklüğü karşısında heyecan duyarlar.” (Fatır, 28); “Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun ayetlerindendir/delillerindendir. Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır.” (Rum, 22); “Ancak onlardan ilimde derinleşenler ile mü’minler, sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar.” (Nisa, 162) Bilimle uğraşan bilim adamları da Yaradana ulaşmaktadırlar. Ateistleri ikna için özellikle Müslüman olmayan bilim adamlarından sadece birkaç örnek vereceğiz: Isaac Newton: “Güneş sisteminin, gezegenlerin ve kuyruklu yıldızların harika sistemleri yalnızca akıllı ve güçlü bir varlığın kudretiyle sürebilir.” (Principia, Newton, 2nd edition; J. De Vries, Essentials of Physical Science, B. Eerdmans Pub. Co, Grand Rapids, SD, 1958, s.15); Francis Bacon: “Dünya Allah’ın yarattığı bir varlıktır.” (http://www.ldolphin.org/bumbulis); Samuel Morse: “Bilgim arttıkça dinin ilahi kaynağının kanıtları daha da netleşiyor, Allah’ın büyüklüğü anlaşılıyor, gelecek ümit ve zevkle aydınlanıyor.” (Henry M. Morris, Men of Science Men of God, s. 47); William Dembski: “Bilim adamları yaratıcı değil, kaşiftirler.” (http://www.discovery.org/erse/erseviews/theac.html) ; Louis Pasteur: “Doğayı ne kadar çok incelersem, Yaratıcı’nın eserleri karşısında inancım o kadar çok artıyor. Bilim insanı Allah’a götürür.” (Henry M. Morris, Men of Science Men of God, s. 60; Jean Guitton, Tanrı ve Bilim); Prof. Cecil Hamar: “Bilim dünyasında gözümü nereye çevirsem yücelerin yücesi bir Yaratıcı’nın varlığını gösteren eşi bulunmaz kanun ve düzenler gördüm.” (John Clover Monsma, The Evidence Of God In Expanding Universe, s. 267); Prof. Albert Macomp Winsthis: “Bilimsel çalışmalar benim Allah’a imanımı daha da kuvvetlendirdi. Ve eskisinden çok daha sağlam ve metin bir hale getirdi.” (John Clover Monsma, The Evidence Of God In Expanding Universe, s. 205); Prof. Owen Gingerich: “Evrenin yaratılışını planlayan ve yöneten, üstün bir akıl sahibi olan Allah’a inanıyorum.” (John Marks Templeton, Kenneth Seeman Giniger, Spiritual Evolution – Scientists Discuss Their Beliefs, s.50-51); Prof. William Lane Craig: “Hem felsefi alanda hem de bilimsel alanda evrenin başlangıcı olduğu anlaşılıyor. Var olan bir şey, varlığının sebebine sahiptir. Bu sebep, sebepsiz, sonsuz, değişmeyen, zamansız ve maddesizdir.” (http://www.leaderu.com/truth/3truth11.html); Albert Einstein: “Bilimle uğraşmak, insanı dine götürür.” (Letter to a child who asked if scientists pray, January 24, 1936; Einstein Archive 42-601); Alman fizikçi Max Planck: “Hangi sahada olursa olsun, bilimle ciddi şekilde ilgilenen herkes, bilim mabedinin kapısında, ‘İman et. İman, bilim adamlarının vazgeçemeyeceği bir vasıftır.’ yazısını okuyacaktır.” (J.De Vries, Essential of Physical Science, Wm B.Eerdsman Pub. Co, Grand Rapids SD1958 s. 15); Prof. Malcolm Daneken Wintis: “Evrene hükmeden bir zeka bulunmaktadır.” (John Clover Monsma, The Evidence Of God In Expanding Universe, s. 220); Dr. Henry Fritz Schaefer: “Bilimin bir anlam kazandığı ve bana zevk verdiği anlar; kendi kendime ‘İşte bu Allah’ın yaratması” dediğim anlardır.” (Jeffrey L. Sheler and Joannie M. Schrof, The Creation, US News & World Report, Vol.111, No. 26, s.62); Paul Davies: “Öyle görünüyor ki biri doğanın rakamlarını, evreni yaratmak için hassas bir ayara oturtmuş.Fizik kanunları son derece saf bir tasarım ürünü görünüyor. Evrenin bir amacı olmalı.” (Paul Davies, Superforce, s. 243); Nobel ödüllü William Phillips: “Allah, bize içinde yaşayabileceğimiz ve keşfedebileceğimiz muhteşem bir dünya verdi.” (John Marks Templeton, Kenneth Seeman Giniger, Spiritual Evolution – Scientists Discuss Their Beliefs, s.14) Evet, bu kainatı ‘O’nun yaptığını’ işin uzmanları ilan etmektedir. Newsweek dergisinin 27 Temmuz 1998 tarihli ‘kapağı’ ile konuyu tamamlayalım: “Bilim Tanrıyı Buluyor”

Gökte yarık yok, diyor. yarık, ancak katı bir cisimde olur. bu ise göğün katı,sınırlı bir şey olduğunu gösteren en bariz ayet bence.

Gökte yarık yok ama galiba anlayışta biraz ‘kıtlık’ var! Allah yarık derken, ‘Hata, eksik, noksan ara, bulamazsın!’ buyuruyor. Ayetin başlangıcı zaten uyuma işaret etmekte değil midir? Mülk, 3: “Yedi göğü birbiriyle tam bir ‘uygunluk’ içinde yaratan O’dur. Rahmanın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin.” Kelimeni mecaz ifade ettiğini anlamamak için illa yarığı belli kafalarda mı aramalıyız? Birisine “Çatlak kafalı” desek, bu ateist mantaliteye sahip kişi emimin kafada çatlak aramaya çalışacaktır! ‘Ateist akıl’ adlı yazımızdaki ‘Evrenin başlangıcı ve sonu var: Big-bang, Entropi ve Big Crunch’ adlı bölümü ateist arkadaş okursa eminim ‘Kur’an ve astronomi hakkında ufku açılacaktır!’ diyerek konuyu uzatmadan kapatalım!

Mülk 19: O kuşları havada tutan yanlız esirgeyendir. yorum: yooo, kanatlarındaki hava kesecikleri sayesinde kuşlar havada kalır.

Tüm ateistler gibi bu arkadaş da ‘araç, vasıta, kanun’ ile bunları yapanı karıştırmaktadır! Bu klasik ateist bakış açısı ile, ‘Richard Dawkins ve Stephen Hawking’e cevaplar’; ‘Kur’an’da çelişki yoktur’ adlı yazımızdaki ‘Bir hadis: ‘(Güneş) Secde yapmak için müsaade almaya gidiyor’ şeklindeki soruda ve ‘naturalizm’ başlıklı yazılarımızda tekrar tekrar karşılaşacağımızı hatırlatıp, konumuza geçelim: Uçaklar  şans eseri mi bulundu? O kuşu bu özellikte  yaratan kimdir? Yıllarca süren denemeler, örnek alınan kuşlar sayesinde başarıya ulaşmadı mı? ‘Kuş beyinli’ bir yaratık nasıl uçtu acaba? Kuşların doğuştan zahmetsizce bu yetenekle ve biz de onları örnek alalım diye yaratılmaları, ancak Allah’ın rahmetinin delilidir. Zaten ayetin sonunda Allah’ın rahmet sıfatına işaret edilmesi de boşuna değildir! Ateist bakış açısı ile uçaklarda kanatları sayesinde havada kalmakta ve uçmaktadırlar! Uçak mühendisleri alınmasın, ateist zeka bu sonuçta! Yaradan’ın yüce ilmi için, “Allah’ın varlığının ispatı” ve “Evrim” başlıklı yazılara da bakılabilir.

Kıyamet 9: Güneş ve ay birleştiği zaman. yorum: böyle bir şeyin olması dünyanın da güneşle birleşmesini gerektirir, çünkü ay dünyanın bir uydusudur, ancak dünya güneşle birleşirse ay da birleşir. Ama Muhammed bunu bilmiyordu, ikisinin de dünya etrafında dönen birer cisim oluğunu sanıyordu. Her neyse, güneş ile dünya birleşirse bundan daha büyük kıyamet mi olur daha, ama Allah daha saymaya devam ediyo, yıldızlar düştüğü zaman, dağlar yürüdüğü zaman.

Peygamberimizin evrenle ilgili bildirdiklerine yukarıdaki yazılardan, ‘Kur’an’da çelişki yoktur’ ve ‘Kur’an ve bilim’ adlı yazılarımızdan ulaşabilirsiniz. Ateist arkadaş okuduğunu da anlayamıyor ne yazıkı ki! Ayet normal bir zamandan bahsetmemektedir! Kıyamet 8. Ayette, “Ay karardığı zaman” buyruluyor. Yani Ayın güneşten aldığı ışığı artık yansıtmayacağı (Razi, XXX/220; Zemahşeri, IV/191) ayette açıkça ifade ediliyor! Çünkü surenin adından da anlaşılabileceği gibi, mevzu bahis olan konu ‘kıyamet’ sahnesidir. Artık kıyamet kopmaya başlamış ve dengeler bozulmuştur, Ay-güneş-dünya için yörünge/denge kavramları son bulmuştur. Ayet devam ediyor, ateistin olması gereken ama ayette geçmiyor dediklerine, “sığınacak herhangi bir yer yok” (Kıyamet, 11) diyor ayet, çünkü dünya da bitmiştir artık! Zaten Kur’an’daki diğer kıyamet alametlerine de bakınca kıyametin evrendeki dengeler zincirinin bozulması ile vuku bulacağı rahatlıkla görülmektedir: “Yer o yaman sarsıntı ile sarsıldığı, Yer, içindeki ağırlıkları çıkarıp dışarı attığı ve insan: “Ona ne oluyor?” dediği zaman.  O gün yer, Rabbinin ona vahyetmesiyle haberlerini anlatacaktır.” (Zilzal, 1-5); “Sur’a bir tek üfleme üflendiği, Arz ve dağlar yerlerinden kaldırılıp şiddetle birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, İşte o gün olacak olur. O gün gök yarılmış, sarkmıştır.” (Hakka, 13-16); “O gün Sur’a üflenir, bölük bölük gelirsiniz. Gök de açılmış, kapı kapı olmuştur. Dağlar yürütülmüş, serap olmuştur.” (Nebe, 18-20); “Dağlar serpildikçe serpildiği Dağılıp toz duman haline geldiği.” (Vaki’a, 5-6);  “O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da erimiş renkli yün gibi olur.” (Mearic, 8-9); “Göğü, kitab dürer gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi, katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz.” (Enbiya, 104); “(Ey Muhammed!) Sana dağlar(ın kıyametteki durumunu) sorarlar, de ki: “Rabbim onları ufalayıp savuracak.” “Böylece yerlerini dümdüz boş bir halde bırakacak.” “Orada ne bir çukur, ne de bir tümsek göreceksin.” (Taha, 105-107)

Şems 3-4: Güneşe parlaklık veren gündüz hakkı için, güneşi örten gece hakkı için. Yorum: bir kere gündüz de gece de güneşin sayesinde olur. Güneşten bağımsız şeyler değillerdir.

Sayın ateist arkadaşım, surenin adı zaten Şems yani güneş suresi. Bunları herkes zaten bilir ama  ayetlerde gündüz ve geceye özellikle dikkat çekilmektedir! Ayetler (Şems, 1-8) çok çeşitli konuları sıralayıp okuyucunun dikkatini çektikten sonra asıl mesajı vermektedir: Şems, 9: “Kendini arındıran kurtuluşa ermiştir!”  Gece, kötülük ve karanlık; gündüz iyilik ve aydınlık arasında kalan ey insan, ancak arınır/temizlenirsen  kurtulursun! Ayetler ‘Arınmak’ odaklıdır. Zaten 8. ayette “Sonra da insana iyilik ve kötülük kabiliyeti verene andolsun ki”  buyrularak insanda var olan iki yönlü iradeye dikkat çekilip iyilik vurgusu önplana çıkarılmaktadır. Ateist arkadaş edebi anlatımı anlamayınca, ayetin asıl mesajı olan insanın sorumluluğu; nefsini arındıranın kurtuluşa ereceği, onu kötülüklerin akışına bırakanın ise büyük kayıba uğrayacağı mesajını da ıskalamış olmaktadır. Ey ateist zihniyet! “Arınmağa niyetin var mı? Seni Rabbinin yoluna ileteyim mi? ” (Naziat, 18-19)

Demir’in inmesi : “Demiri indirdik ki onda büyük bir güç ve insanlar için yararlar vardır.” (Hadid, 25)

Yaşlı yıldızlar süpernova halini alıp, merkezinde oluşan fazla miktarda demirin etkisi ile patlayarak demiri galaksiye saçarler. Çöl tozlarında bulunan demir Fe+3 formundadır ve bitkiler için kullanışlı değildir. Fakat bu demir bulutlar içerisinde bilinmeyen bir mekanizma ile Fe+2 formuna dönüşmekte ve bu şekilde yağmur ile yeryüzüne dönerek bitkilerin demir ihtiyacını önemli oranda karşılamaktadır. (Saydam A.C. , İklim Kontrolü, Bilim-Teknik Dergisi, Ekim 2002, s. 39-48; Havadan Tozdan, s. 38) Demir katastrofu adı verilen ve erimiş demirin dünyamızın çekirdeğini ‘inmesi’ ve bu şekilde dünyanın manyetik alanının oluşması sonucu oluşan ‘güç’ün dünyamızı güneşin zararlı ışınlarından koruması da ayrı bir nimettir.

Şems, 2. ayet: Ay güneşi mi takip eder?

“And olsun, güneşe ve onun aydınlığına. Ona tabi olduğu zaman aya.” Ayette önce güneş, sonra o güneşin ışığı sonra ay kelimesi gelmekte ve tabi olmak/uymak kavramı kullanılmaktadır. Yani Ay’ın, kendinden önce gelen güneş ‘ışığını’ takip ettiğini görüyoruz. Ay ışığını güneşten alır, ışığında ay güneşe tabidir! Zaten Yunus 5. ayette de, güneşten ‘ziya’ (ışık kaynağı) olarak bahsedilirken, Ay’dan ise nur (aydınlık) olarak bahsedilmektedir. Ziya ışık kaynağı, nur ışığın yansımasıdır.

Ay yarıldı mı?

 

Ay’ın sadece dünyadan gözüken yüzünde büyük bir parçanın kopup sonra birleştiği hakkında dünyada ünlü “Nature” dergisi ile “space” gibi sitelerden makaleler yayınlanmıştır:  (https://www.nature.com/news/moon-s-largest-plain-isnot-an-impact-crater-1.16041; https://www.space.com/30795-earth-gravitational-pull-cracks-moon.html; https://www.livescience.com/65298-impacts-cracked-the-moon.html; https://science.time.com/2012/12/06/all-cracked-up-a-surprising-look-inside-the-moon) Ayrıca yarılmanın gerçekleşmediğini, ayetin kıyamette olacak bir sahneden bahsettiğini savunan alimler de vardır. “Ayın yarıldığını haber veren rivayetler, Ahad derecesinde olup, tevatür seviyesine ulaşmamaktadırlar. Ayet, kıyamet ve imanın işlendiği bir surede geçer.” (Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler, s. 432) Elmalılı merhum ayetin, ayın hem Resulullah döneminde yarıldığına hem de kıyamet yaklaştığında büsbütün yarılıp kıyametin kopacağına işaret ettiğini ileri sürerek iki görüşü de birleştirir. 

 

 

4 Comments