Kuran’da teşbih ve mecaz

Within spread beside the ouch sulky and this wonderfully and  as the well and where supply much hyena so tolerantly recast hawk darn woodpecker

Benzer içeriklere, ‘Kur’an’da çelişki yoktur’, ‘Kur’an ve bilime zıt ayetler iddiasına cevaplar’ adlı yazılardan ulaşılabilir. 

 

Ateist/oryantalist kesim, Kur’an’da bulunan müteşabih ayetler (Ali İmran, 7) üzerinden hareketle İslam’a saldırmaktadırlar. Halbuki bu ayetler adı üzerinde ‘teşbih/benzetme sanatı’ kullanılan ayetlerdir.

Bir halkın tüm hayatı, düşünce yapıları, dünya görüşleri, estetik ve ahlaki değerleri yani bütün kültürel unsurları konuşulan dilde saklıdır. (W. M. Watt, Modern Dünyada İslam Vahyi, s. 47) Dil toplumun kültürel, sosyal ve düşünce yapılarını yansıtan bir araçtır. Bu anlamda Kur’an’ın indiği toplumda kullanılan dili olduğu gibi kullanmasından söz edebiliriz. (Turan Koç, “Çeviri ve Kur’an’ın Türkçe Çevirileri”, 2. Kur’an Sempozyumu, Bilgi Vakfı, 1995, s. 247) Kur’an, indiği dönemde kullanılan sözlü dil ve gelenek (Kur’an’ın üslubunun, yazılı metin uslubu olmayıp, bir hitabet biçimi olduğu (Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, s. 9-10); Kur’an’da kullanılan yemin, nida/seslenme edat, hitap tarz) yapısını gerek içeriğine gerekse üslubuna yansımaktadır. Yani Kur’an, indiği dönemin özelliği olan edebi ve şiirsel konuşma, sanatsal anlatım tarzlarına uygun olarak, içeriğinde birçok sanatsal anlatım tarzına sahip ayetleri bünyesinde barındırmaktadır. Yeri geldiğinde değinilecek olan “Tefennün, İltifat” sanatları gibi, Kur’an’da “Teşbih ve mecaz” sanatları da bol miktarda kullanılmaktadır. “Kur’an’ın indiği ortam, dil üstatlarının nitelik ve nicelik açısından zirvede olduğu bir ortamdır. Kur’an tüm edebiyat büyüklerine meydan okumuştur.” (M. Halil Çiçek, Müşkilu’l-Kur’an’ı Yeniden Değerlendirmek, s. 29, 31); Profesör Neal, ‘Kur’an’da bulunan sanatların, oldukça tesirli belagat ve hitabet araçları olduklarını’  (Neal Robinson, Discovery the Quran, s. 254) belirtir. “İslam alimlerinin büyük bir çoğunluğu Kur’an’da mecazın varlığını kabul eder. Arap dilinde ifade, anlatım biçimleri yeterince bilinmezse, bu gibi ayetlere yanlış anlamlar verilebilir.” (Flamur Kasami, Kur’an’da çelişkili gibi görünen ayetler, s. 50, 55); “Kur’an ve sünnette, hakikat ve mecaz mevcuttur. Bunlar Arapçanın özelliğinden kaynaklanmaktadır. İslam alimlerinin çoğunluğu Kur’an’da mecazın varlığını kabul etmişlerdir.” (Sabri Demirci, Kur’an’da çelişkili ayetler meselesi, s. 53); “İslam alimlerinin büyük bir çoğunluğu Kur’an’da mecazın varlığını kabul ederler.” (Flamur Kasami, Kur’an’da çelişkili gibi görünen ayetler, s. 50); “Kur’an ve sünnette, hakikat ve mecaz mevcuttur. Bunlar Arapçanın özelliğinden kaynaklanmaktadır.” (Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler, Müşkilü’l Kur’an, s. 42); “Kur’an’da teşbih önemli bir yer tutar.” (Tayyip Okiç, Tefsir ve hadis usulünün bazı meseleleri, s. 124) Birçok oryantalistin bu konudaki iddialara cevap niteliğinde Lord Davenport sormaktadır: “Hz İsa kendinden bahsederken üzüm, yol ve kapı kelimelerini kullanıyor. Bütün Hristiyan teolojicileri uğraştıkları soruları çözmek için mecaz ve istiareye güveniyorken, Müslümanları niçin bu haktan yoksun etmek istiyorlar?” (Lord John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur’an’ı Kerim; Hazreti Muhammed (sav)’den Özür Diliyorum, s. 92) “Kur’an’ın üstünlüğünü anlamamıza yarayan diğer bir şey şudur. Peygamber zamanında söz sanatı ve dil düzgünlüğü pek ileri seviyede idi. O zaman şiir ve hitabet son derece saygı kazanmıştı. Kur’an bu ortamda kendini kabul ettirmiştir.” (Davenport, Özür Diliyorum, s. 41)

Kur’an, kendi iç bütünlüğü içinde değerlendirmeli ve kullandığı üslup ve sanatsal içerik dikkate alınmalıdır. Aksi takdirde Kur’an’ın vermek istediği mesajın içeriğine tam manası ile vakıf olunamayabilir. Mesela “Kur’an birçok yerde evrende doğal görülen birçok olayın asıl fail ve yaratıcısının Allah olduğuna dikkat çekmektedir.” (Prof. Dr. M. Halil Çiçek, Müşkilu’l-Kur’an’ı Yeniden Değerlendirmek, s. 77) Kur’an’ın bu tarzı önceden bilinirse, ateistler başta birçok okuyucunun yanlış yorumladığı konular kendiliğinden anlaşılır hale gelir. İsra suresi, 44. ayette: “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunan herkes O’nu tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ancak siz onların tesbihlerini anlamıyorsunuz.” buyrulmaktadır. Aslında “Her varlığın tesbihi, kendi yaratılış biçimine göredir.” (Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler, Müşkilü’l Kur’an, s. 295) Rahman suresi, 6. ayet: “Bitkiler ve ağaçlar secde ederler.” demektedir. Secde etmeleri, ‘yaratılış gayelerine uygun olarak’ Allah’a boyun eğmeleridir. Hücre, atom ve galaksilerin hepsi Allah’ın yarattığı minval/tarz/yöntem üzere hareket etmektedirler. (Candan, s. 433, 444)  Kur’an’ın hedefi, insanı ‘yaratılanlara boyun eğmekten’ kurtarmaktır. (Candan, s. 561) Bunun için de, Kur’an’da Sünnetullah diye isimlendirilen tabiat kuralları vasıtasıyla, Allah’a itaat (secde, tesbih) eden evrene, insan (ve cinlerin de) katılmasını amaçlanmakta, kula kulluktan kurtarmak için Allah vahiy göndermekte ve bu sayede de insanın hem dünya hem ahiret huzuru sağlamayı amaçlamaktadır! Bu konularla alakalı, ‘Kul olmak gerçek anlamı ile özgür bir birey ve vatandaş olmak demektir’ ve ‘Allah bana sormadan beni niçin yarattı?’ adlı yazılara bakılabilir

Kur’an’da teşbih, mecaz, kinaye

Kur’an indiği dönem ve şartlarına göre bir üslup kullanış, muhataplarına göre bir dil seçmiştir. Kur’an’ın indiği dönemdeki Arap toplumunda yazmaktan daha çok sözlü rivayet/aktarım yaygın idi. Sözlü edebiyatla beraber şiir de gelişmiş, bunun sonunda da toplumda mecaz, teşbih çok ileri safhada kullanılır olmuştu. Ama gerek iman gerek sosyal hayatta olduğu gibi Kur’an, edebi sahada da müşrikleri alt etmiş, üstün gelmiş ve müşrikler “Kur’an’ın edebi çekiciliği ve güzelliğine boyun eğmişlerdir.” (M. Halil Çiçek, Müşkilu’l-Kur’an’ı Yeniden Değerlendirmek, s. 36)

Kur’an açıkça muhkem (Okuyunca hemen anlamı anlaşılan) ayetler kadar Müteşabih (araştırma ile sonucuna ulaşılabilecek) ayetleri de bünyesinde barındırmıştır. Ali İmran, 7. Ayette açıkça ifade edildiği gibi, ‘kötü niyetli, kalplerinde eğirilik olan’ oryantalist, ateist ve misyonerler “sırf fitne çıkarmak ve bir de kendi keyiflerine göre te’vil yapmak için” Kur’an’ın müteşabih ayetlerine odaklanırlar.  Evet, kalpleri kararmış artniyetli kişilerin Kur’an’da çelişki, hata aramak adına müteşabih ayetlere yöneleceğini 1400 sene önce Kur’an bizlere haber vermektedir. Peki, Kur’an’da var olan teşbih/şibh/benzetme ayetleri nasıl anlaşılmalıdır?Örnekler üzerinden gidelim: Mesela, Arap toplumunda bir adamın ‘evinde çok kül var’ demek, evine çok misafir geliyor anlamına gelmektedir. Misafire ikram için yakılan ateşin külünün miktarına göre, misafirperverliği ortaya çıkmaktadır. Buna kinaye olarak bu deyim oluşmuştur. Kur’an’da Arap toplumunun ‘sözlü edebiyat geleneğine uygun ama yazılı metin olarak’ bizlere kadar ulaşmış ilahi kitaptır. Kur’an’da kullanılan mecaz konusuna örneklerle devam edelim: “Biz insana şah damarından daha yakınız.” (Kaf, 16) ayeti, okuyan herkesin hemen anlayabileceği gibi, Kur’an’da mecaz kullanıma klasik bir örnektir. Yine Kur’an’da ‘eli açık’ deyimi geçer ki “Alimlerin çoğu, yed/el kelimesinin kudret veya nimet manasına geldiğini söylemişlerdir.” (Sabri Demirci, Kur’an’da çelişkili ayetler meselesi, s. 206) ‘Allah’ın eli açık’ (Maide, 64) mealindeki ayetten kasıt -haşa- ‘avucu var ve açık’ anlamı kastedilmemiş olup, Yahudilerin “Allah’ın eli bağlı” sözüne atfen verilen bir cevaptır. Kur’an’da anne baba kastedilerek, “Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir.” (İsra, 24) buyrulur. Ayette ‘koruma altına almak’ anlamındaki kanat germe deyimi başka nasıl anlaşılabilir? Ateist mantıkla ayete yaklaşacak olursak, “İşte Kur’an’da insanın kanatı olduğu iddia ediliyor, bakın bu aslında ayetlerin antik Mısır’dan alıntılandığına delildir” mi diyeceğiz? Ya Kabe’ye ‘Beytullah: Allah’ın evi’ denmesini nasıl yorumlayacağız? “Kabe için kullanılan ‘Allah’ın evi’ tabiri de bir benzetmedir. Bu, Allah’ın mekan içinde bulunduğunu göstermez.” (Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler, s. 469) Eğer bu yaklaşım tarzı size komik geliyorsa emin olun aynı perspektife sahip olan ve Kur’an’daki teşbih/benzetme sanatını anlamayanların iddiaları da bu kadar komiktir. “Çoğu zaman eleştirilerin sahipleri gülünç duruma düşmektedirler.” (Halil Çiçek, Müşkilu’l-Kur’an’ı Yeniden Değerlendirmek, s. 12)

İslam alimlerinin “Mevzu hadis, Tabakat kitapları, Rical ilmi, Müşkilu’l-Kur’an, Muhtelifu’l-Hadis, metodoloji, terminoloji” gibi çalışma alanlarından habersiz olan ateistlerin yazdığı hadis, Kur’an üzerine kitaplar emin olun bu tür trajikomik örneklerle doludur.

Mecaz, kelimenin gerçek anlamının dışında kullanılmasıdır. Belagat/edebi konuşma üstatlarının ittifaken kabul ettiğine göre mecaz, gerçekliğin sanatsal anlatımıdır. Teşbihten de maksat, amacın kısa yoldan açıklanmasıdır. Mecaz ile kelimenin anlatımı renklendirilir ve anlam kuvvetlendirilir.

“Arapçada mecaz, teşbih, kinaye bol miktarda yer alır.” (Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Dr. Ekrem Keleş’in, İlhan Arsel’in ‘Şeriat ve kadın’ adlı kitap hakkında hazırladığı eleştirel rapor, s. 75); “Arapların günlük hayatında çokça kullandığı benzetme, Kur’an’da da çok çeşitli şekillerde kullanılmıştır.” (Mehmet Özcan, Arap dilinde kinaye, Yüksek lisans tezi, s. 78) “Arap dili ve edebiyatının en önemli kaynakları arasında yer alan ve en yüce edebi şaheser olan Kur’an-ı Kerim’de ve Hz. Peygamberin (sav) hadislerinde edebi sanatların çokça kullanılmış olmasından dolayı, Kur’an’ın ve Hadis-i şeriflerin hakkıyla anlaşılması ve değerlendirilmesi, edebi vasıflarının idrak edilebilmesi, belagat ilminin inceliklerine vakıf olmakla mümkündür.” (Yakup Eroğlu, Arap belağatında kinaye ve istiare, Yüksek lisans tezi, s. 49) “Kur’an’ın doğru ve sağlıklı biçimde yorumlanmasında Arap dilindeki darb-ı meseller ile teşbih, temsil, mecaz, istiare, kinaye, ta’riz gibi söz sanatlarıyla ilgili inceliklere de vakıf olmak gerekir.” (M. Öztürk, Arap dilinde kinaye, islami ilimler Dergisi, Yıl 8, Cilt 8, Sayı 1, Bahar 2013, s. 115)

Müberred, ‘el-Kamil’ adlı eserinde (I/40-117, II/948) “Şayet bir kimse; Araplar sözlerinde ekseriyetle teşbih  kullanır derse, bu söz doğrudur. İbn- i  Abbas: “Kur’an’ın herhangi  bir yeri size kapalı gelirse, şiire (Şiirde kullanılan sanat türlerine) müracaat ediniz. Zira şiir, Arapların divanıdır.” demektedir. Zaten “Mecaz gibi, kinayenin varlığı da alimlerin çoğunluğu tarafından kabul görmüş (Suyuti, İtkan, II/789) ve usulcüler, Kur’an’da kinayenin kullanılmasının sebeplerini tek tek saymışlardır.” (Suyuti, II/789-791; Zerkeşi, II/301-308) “Müteşabihat denilen Kur’an–ı Kerim’in üslupları, gerçeklere ulaşmak ve en derin incelikleri görmek için halkın gözüne bir dürbün veya numaralı birer gözlüktür.”  (said-i Nursi, İşaratu`l–İcaz, s. 170) Zemahşeri, “Kur’an’daki üslup ve mana ‘inceliklerini’, ‘meani ve beyan’ ilimlerini bilen kimselerin anlayabileceğini ifade eder.” (Keşşaf, I/16, 190, 214) İbni Kuteybe, “Araplarda kinaye çeşitlerinin çok sık kullanıldığını, Arapların her şeyi açıkça dile getirenleri ayıpladığını” (Tevilül Müşkilu’l-Kur’an, s. 263); Sekkai, Abdülkahir el-Cürcani, ‘Arapların nazarında kinayeli anlatımın, maksadı açıkça anlatmaktan daha sanatsal ve hünerli kabul edildiğini’ (Sekkai, Miftahu’l-ulum, s. 523; Cürcani, Delailü’l-İcaz, s. 285); Ebu Bekr et-Turtuşi, ‘Arapların örneklemede kinayeyi çok kullandıklarını’ (Zerkeşi, el-Burhan fî ulumu’l-Kur’an, II/300) ifade ederler.

Ayetlerden örnekler

“Çocukları ihtiyarlatan o gün ” (Müzzemmil, 17): Kıyamet günü; “Yer ağırlığını çıkardığı zaman.” (Enfal, 2): Kıyamet anı, yerden fışkıran lav, gaz, erimiş madenler; “Onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık.” (A’raf,  96): Kapı: Nimetler, yağmur, rızk vasıtası; “Yüzünüzü mescid-i Haram’a çevirin.” (Bakara, 149): Sadece yüz değil, tüm vücut;
“Nefes almaya başlayan sabaha” (Tekvir, 18): Yani ufuktan güneşin doğuşu sırasında yaydığı ışık. Ayeti bilimsel anlamda alsak da, sonuçta anlatım teşbihi de içermektedir: “Güneş ışıklarının dünyaya ulaşmasıyla fotosentez başlar, fotosentez karbondioksidin alınıp oksijenin verildiği bir solunum sürecidir ve bizim solunum yapabilmemiz için varlığı şarttır.” (Caner Taslaman, Neden Müslüman’ım? Deizme Cevap, s. 90-91); “Onlara elim bir azap müjdele” (İnşikak, 24): Aslında müjde burada zıt anlamı ile kullanılmıştır. “Şehre sor.”  (Yusuf, 82): Şehir halkına sor; “Dünya hayatı, tıpkı gökten indirdiğimiz bir suya benzer” (Kehf, 45): Yani dünya hayatı su gibi süratle geçer; “O, katımızda bulunan ana kitaptır.” (Zuhruf, 4): Yani asıl kitaptır; “Onlara şefkat  kanatlarını ger”  (Hicr, 88): Merhamet göster; “Ölü  iken kendisini dirilttiğimiz” (En’am, 122): Yani delalette iken hidayet verdiğimiz; “Topluca Allah’ın  ipine yapışın” (Ali İmran, 103): Allah’a güven, teslimiyet, Kur’an’a  uymak; “Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler” (Bakara, 18): Günümüzün deyimi ile üç maymunu oynayanlar bilerek Hak’kı  inkar edenler duymaz, akletmezler; “Beyaz iplik, siyah  iplikten ayırt edilene dek.” (Bakara, 187): Gündüzün beyazlığı, Tan vakti; “Onlar sizin elbiseleriniz, sizde onların elbiseleridir”: Yani Kadın erkek arasındaki ilişki, yakınlık; “Elini boynuna bağlama ve hepsini açıp saçma” (İsra, 29): Cimrilik yapma, israf da etme; “Allah’ın  iki eli de açıktır.” (Maide, 64): Allah cömerttir. (Aynı anlamda hadis: “Allah’ın sağ eli doludur.” Buhari: 9/150) vd.

Bazen kesin olacağı bildirilen hükümler “mazi/geçmiş zaman” kipi yerine “istikbal/gelecek” kipi ile gelir: “Sura üflendi.” (Yasin, 51); “İki eli kurudu da” (Tebbet, 1)

“Gölge Allah’a secde eder.” (Nahl, 48): Ayet, Allah’ın koyduğu kural gereği ışık ile dansı sonucu gölgelerin hareketlerine dikkat çeker; Nur suresi 21. ayet: “Ey iman edenler, şeytanın adımlarını takip etmeyin.” Ateist zihniyet bu ayeti herhalde, ‘Bakın Kur’an’da şeytan aslında maddi bir varlık olarak tasvir ediliyor. Allah da insanlara  o şeytanın ayaklarının izine basarak yürümeyin.” diyor.’ derler herhalde. Ama her ‘normal’ akla sahip insan bu ayeti okunca bir benzetme yapıldığını ve aslında bu ayetten, “şeytanın kötü vesveselerinin peşinden gitmeyin” dendiğini hemen anlar.

Allah’ın ‘yüzü, eli, unutması’ tabirleri: “Allah ile beraber başka bir ilaha tapma. O’ndan başka ilah yoktur. O’nun yüzünden başka herşey helak olucudur. Hüküm O’nundur ve siz O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas, 88) Yüzden kasıt Allah’ın zatı/kendisi kastedilir. İnsan için de yüz kelimesi, yine insanın kendisini kastetmek için Kur’an’da kullanılmıştır: “Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir ki, insanları bunun üzerine yaratmıştır.” (Rum, 30); “Görmediler mi ellerimizin yaptıklarından kendilerine nice hayvanlar yarattık da kendileri onlara malik olmaktadırlar.” (Yasin, 71) El; kuvvet anlamında da mecazen birçok dilde aynen kullanılmaktadır. Tıpkı, “Ülkeyi ele geçirmek” cümlesinde olduğu gibi. Güç kullanarak bir yeri fethetmek demektir. “Sana biat edenler gerçekte Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli (yedullah) onların ellerinin üzerindedir.” (Fetih, 10) Bu ayetteki ‘el’ tabiri ile de, ‘Allah’ın rahmeti ve kudreti ile müminlere destek ve yardımcı olduğu’ ifade edilmektedir. El kelimesi mecaz anlamda insanlar için de kullanılmıştır: “Bir mehir kestiğiniz takdirde, henüz dokunmadan onları boşamışsanız, kestiğinizin yarısını verin. Ancak kadınlar vazgeçer yahut nikah bağı elinde bulunan erkek vazgeçerse başka.” (Bakara, 237); “Öyleyse bu gününüzle karşılaşmayı unutmanıza karşılık olarak azabı tadın. Biz de sizi gerçekten unuttuk.” (Secde, 14) Günlük konuşmalarımızda nasıl ki, ‘ben seni unuttum’ derken amaç karşımızdaki kişiye artık değer verilmediğini ifade etmekse, bu ayette de aynı anlamda unutmak fiili kullanılmıştır. “Allah’ın ‘arşa istiva etmesi’ (A’raf,  54)hüküm/iktidar/yönetmesi anlamlarındadır. ‘Taht/koltuk kavgası’ derken nasıl ki oturulan yer için kavga kastedilmez, bundan iktidar mücadelesi kastedilirse, Allah için kullanılan ‘Kürsi/taht’ kavramından da, ‘evrenin yaratıp yöneticisi olduğu’ kastedilmektedir. Aynı şekilde, “Allah’ın boyası.” (Bakara, 138) ayetinden de maksat boya değil; ‘İslam, Allah’ın kanunları’dır. Konunun anlaşıldığını ümit edip, başka örnekler vermeden hadislere geçelim.

Hadislerden örnekler

“Rabbimizin Cehenneme iki nefes almasına izin vermesi; Biri soğuk, diğeri sıcak (Buhari, Kitabu Bed’i’1-Halk, B.10, Hds.69, Kitabu Mevakiti’s-Salat, B.9, Hds.14; Muslim, Kitabul-Mesadd, B:32, Hds.185-187; Sunen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu’l-Cehennem, B.8, Hds. 2719; Sunen-i İbn Mace, Kitebu’z-Zuhd, B.38, Hds. 17, 4319; Sunen-i Dârimî, Kitabu’r-Rikak, B.119, Hds.2848): Yani Cehennemde sıcak ve soğuk iki çeşit azap bulunacaktır. Ayrıca Sıcak/soğuğa kinaye vardır burada, günümüzde çok sıcak havalar için bile ‘cehennem   sıcağı’  benzetmesini yapılmaktadır; “Cennet annelerin ayağı  altındadır.” (Nesai, Cihad, 6): Annenin  değeri vurgulanır; “Humma/sıtma hastalığı, cehennem ateşindendir” (Buhari, Bed’ü’l-halk 10, Tıb, 28; Müslim, Selâm 78-84): Cehennemden gelmiş gibi korkunç ve korunulması gereklidir; “Nil, Ceyhan, Fırat  Cennet nehirlerindendir.” (Müslim, Cennet: 26): Yani, verimli, bereketlidir ve Cennetin olumlu  imajı onlara da  atfedilmiştir. “Kim ağaç keserse, Allah da onun başını Cehennemden aşağı sarkıtır.” (Ebu Davud, Edeb, Bab 158 – 159, Hadis no: 5239): Sakındırmak için teşbih yapılmıştır; “İsrail oğulları olmasaydı, et bozulmazdı.” (Buhari, Enbiya 1, 25; Müslim, Radâ 63): Eskiden yaptıklarına kinaye vardır hadiste. Etlerinin zekatını vermeyip, kenara yığıp kokuşmalarına izin vermeleri kast edilmiştir; “Güneş batınca Allah’a secde eder.” (Tirmizi, Fiten, 22): Secde; Boyun eğmek anlamındadır. Yani Güneşin Allah’ın  kendine verdiği kurallara uyması, görevini ifa eder; “İşler ehline verilmediği zaman kıyameti bekle” (Buhari, İlim 2): Ümmetin  kıyameti, helakı; sosyal bozulmaya işaret edilmektedir; “Hz. Resul’un göğsünün yarılması” (Müsned, III/121; Müslim, “İmaân”, 261, 265): Effendimizin manevi kirlerden temizlenmesi, manevi ameliyat; “Bana en çabuk kavuşacak olanınız kolu en uzun olanınızdır.” (Müslim, Fezâilü’s-sahabe, 101): Eli uzun olan yani cömert olan. “Peygamber, eşleri arasında önce kimin öleceği sorusuna, ‘Kolu en uzun  olanınız’ diye cevap vermiştir. Çok geçmeden, iyilik yolunda kolunu en çok uzatan hanımının kastedildiği anlaşılır.” (Gai Eaton, İslam Ve İnsanlığın Kaderi, s. 144); “Cennet ve cehennemlikler yerini alınca ölüm getirilir aralarına ve sonra kesilir.  Artık ölüm yok denir.” (Buhari, Rikak, 50.51; Müslim, K.Cennet, 43. XI/263): Yani sonsuza dek kalınacak cennet ve cehennemde. Ölmek, son, bitiş artık yoktur; “Cennet kılıçların gölgesi altındadır” (Buhari, Cihâd 112; Müslim, Cihâd 20; Ebu Davud, Cihâd 89): Şehitliğin  önemi vurgulanmaktadır. Yoksa  kocaman bir kılıc ve altında cennet kast edilmemiştir; “Üç kişiden kalem kaldırılmıştır: Çocuk, deli ve uyuyan.” (Tirmizi, Hudud, 1): Kalemin kalkması, yani sorumluluk olmaması, yaptıklarından sorumlu olmamaları; “Allah, gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamette, yedi sınıf insanı kendi gölgesinde gölgelendirir.” (Buhari, Ezan 36, Zekat 16, Rikak 24, Hudüd 19; Müslim, Zekat 91. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 53; Nesaî, Kudat 2): Burada gölgeden maksat, himaye/koruma demektir; “Üç sınıf kimseye Allah güler.” (Heysemi, Mecma’uz-Zevaid ve Menbau’l-fevaid, IV/154 no:3536): Gülmek, razı olmak anlamındadır. (Bu çalışma; Muhammed Ebu  Şehbe, Difaun ani’s-sunne; Yusuf el- Kardavi, Keyfe neteammel maa’s-Sunneh; Muhammed bin Muslim b.  Kuteybe, Tevilu muhtelifu’l-Hadis;  Celaleddin Es-Suyuti,  El İtkan fi ulumil Kur’an adlı eserlerden derlenmiştir.)

Hz. Aişe validemiz anlatıyor. Bir gün Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem odama gelmişti. Yere düşmüş bir ekmek parçası görünce onu aldı ve “Ey Aişe, nimetin kıymetini bil. Çünkü şu ekmek bir toplumdan nefret edip kaçtı mı bir daha ona dönmez buyurur. (İbn Mace, Etime 52, no: 3353)  Ateist bu hadisi okuyunca, “İşte bakın, Muhammed ekmeği canlı zannediyor” diye hemen ithamda bulunur mu acaba? Halbuki o dönemde toplumda yazmak yerine konuşma geleneği hakim idi. Bu da sanat, edebiyat dolayısı ile teşbih/benzetme da dahil, konuşma diline yansımıştır. Hz Muhammed’in  (sav)  o toplum içinden biri olarak konuşma diline bu metodun yansımasından daha doğal ne olabilir? Ne yazık ki, oryantalistlerden daha çok, yerli ateist yazarların eserlerinde, yukarıdaki sanatsal içeriklerin anlaşılmamasından doğan çok sayıda yorumlarla karşılaştığımızın altını çizelim.  

Gelen bir soru üzerine ‘Secde, tesbih’  ne demektir?

Soru: “Bir hadis-i şerifte şöyle buyruluyor:  ‘(Güneş) Secde yapmak için müsaade almaya gidiyor ve kendisine müsaade ediliyor. Sanki bir gün ona ‘Buradan Doğ!’ denilecek, o da battığı yerden doğacaktır.’ Burada sanki dünya dönmüyor da güneş doğup batıyormuş gibi bir anlam çıkıyor, nasıl anlamalıyız bu hadisi?”

Cevap: “Kur’an’da çelişki yoktur” ve Kur’an’da bilime aykırı olduğu  iddia  edilen ayetler” adlı yazılarımızda, güneş, dünya ve yörüngeler hakkında bilgiler verilmiştir. Peki, secde kavramını nasıl anlamalıyız? “Evrendeki her şey Müslim yani, İlahi emirlere teslim olmuştur. Ondan aldıkları görevi yerine getirirler.”  (Seyyid Hüseyin Nasr, İslam’da bilim ve Medeniyet, s. 19)  Nahl suresi 79. ayette  (Ayrıca, Mülk, 19) Yüce Yaradan ‘kuşu havada tutanın kendisi’ olduğunu bize haber verir. Aslında bu ayet, o kuşun ‘uçması için gerekli tüm özelliklere’ dikkatleri çekip (havanın kaldırma kuvveti, sürtünme kuvveti, tüylerinin yapısı, ön gagasının yapısı gibi) buradan o düzeni kurana, uygulatana yani, eserden müessire/eseri yapana ulaşmamızı istemektedir.

“Secde etmek, tesbih etmek” gibi kavramlar, “iteat etmek, verilen görevi yapmak” (İbnu Manzur, III/204- 206) manalarına gelir. Yani güneş, kendine verilen emri yerine getirir; ısı ve ışık yayar. Taki, kıyamet gününe, her şeyin ters yüz olacağı, “güneşinde batıdan doğacağı” (Sünen-i İbni Mace, IX/4362) güne dek. Söz konusu yukarıdaki hadisin devamında efendimiz: “Güneş, kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider. (Yasin, 38) ayetini okur. (Tirmizi, Fiten, 22) Bu ise bilimsel bir mucizeye işaret etmektedir. Yani, ancak yakın gelecekte keşfedilen, “güneşin de bir yörüngesinin olduğu” gerçeğine! Tabii, ateistler hadisin devamını yazmazlar! Ayetin devamı olan 39. Ayette, Ay’ın da yörüngesi olduğu ifade edilir ki, bu da ayrı bir bilimsel mucizedir. Yasin. 40. ayette de, gece gündüz dengesine işaret edilir ve her birinin yörüngesi olduğu ifade edilir! Kısaca ortada bir sorundan değil, bilimsel bir mucizeden ancak bahsedilebilir! Gelelim ‘secde ve tesbih’ kavramlarının anlamlarına: Secde Arapça sözlüklerde, ‘boyun eğmek’ anlamına gelir. Kur’an’da bu anlamda 80 yerde secde kelimesi ve türevleri geçer. (M. F. Abdülbaki, el-Mu’cem, “scd” md.) Ünlü sözlük sahibi Ragıb el-İsfahani, ‘Kur’an’daki secdeyi isteğe bağlı ve zorunlu secde’ olarak ikiye ayırır; ilki (sücud bi’htiyar) insana özel olup karşılığında mükafat vardır. İkincisi (sücudü teshir) insan dahil olmak üzere canlı ve cansız bütün varlıkların ‘Allah’ın koyduğu kanunlara boyun eğmesidir.’ (İsfahani, el-Müfredat, “scd” md.) Zaten biyolojik, fiziksel ve toplumsal yasalara aykırı yaşanamayacağı, yani bu yasalara boyun eğildiği/secde edildiği, tersini düşünmenin imkansızlığı ortadadır! “Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların çoğunun Allah’a secde ettiklerini görmüyor musun?” (Hacc, 18) ayeti buna örnek verilebilir. “Yaratılanların tesbihleri, Allah’a olan teslimiyetleridir.” (Muhammed Ali es-Sabûnı, Safvetü’t-Tefasir, III/319) “Müslüman, Allah’ın iradesine (emir ve yasaklarına) teslim olan demektir.” (Jack Goody, Avrupa’da İslam Damgası, s. 37) İnsan ve cin dışındaki varlıklar, Allah’ın emir ve yasaklarına secde edip tesbih eder; uyarlar. İnsan ve cin ise bu secde ve tesbih konularında özgür bırakılmış, özgür iradeleri ile secde ve tesbih edip O’na boyun eğenler cennet ile müksfatlandırılmıştır. “Hiç bir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” (İsra, 44); “Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih etmiştir. O, Aziz’dir, Hakim’dir.” (Hadîd, 1); “Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allah’a secde ederler.” (Ra’d, 15); “Allah’ın yarattığı nesneleri görmüyorlar mı? Onların gölgeleri sağa ve sola dönmekte, Allah’a secde edip yere kapanmaktadır.” (Nahl, 48) “Yeryüzünde gezip dolaşın ve Allah’ın ilk yaratılışı nasıl başlatıp devam ettirdiğini görün.” (Ankebut, 19-20); “Gerçekten de yerlerin ve göklerin yaradılışında, gün ve gecenin uzayıp kısalmasında akıl sahipleri için muhakkak birçok işaretler vardır.” (Ali İmran, 190); “O yedi göğü kat kat yaratandır. Rahman’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, hiçbir çatlaklık görüyor musun?” (Mülk, 3) ayetler aslında, yaratılandan Yaradan’a ulaşmamız için bizleri motive etmekte, yönlendirmektedir. Ayetler, sünnetullah olan tabiat kurallarına işaret ederek, secde kavramı üzerinden kurallara ve bu kurallardan da kuralı koyana ulaşmamızı amaçlamaktadır. Zaten İslam tarihinde de birçok bilim adamı da, bu ayetlerin yönlendirmesi ile astronomi çalışmalarına yönelmiş ve birçok buluşlara imza atmışlardır. Bu konu ‘İslam Biliminin Rönesans’a Etkileri’, ‘Kur’an ve bilim’,  ‘İslam’da bilim’, ‘Müslüman bilim öncüleri’, ‘İslam felsefesinin özgünlüğü ve Batı’ya tesiri’ adlı yazılarımızda ele alınmıştır. 

 

kuran-mecaz-1-3

3 Comments