Kur’an ve Bilim

Within spread beside the ouch sulky and this wonderfully and  as the well and where supply much hyena so tolerantly recast hawk darn woodpecker

Konumuzla alakalı diğer yazılara,  ‘Deizm’, ‘Bilim yanılmaz mı?’, ‘İslam Biliminin Rönesans’a Etkileri’, ‘İslam’da bilim’, ‘Müslüman bilim öncüleri’, ‘İslam felsefesinin özgünlüğü ve Batı’ya tesiri’ başlıklı yazılardan ulaşabilirsiniz.

Öncelikle ilmin, “Allah’ın evrene koyduğu genel kanunları tespit etme ve anlama çabası.” (Selçuk Kütük, Ateizm Yanılgısı, s. 12) olduğunun altını çizerek konumuza başlayalım. İslam’a göre bilim Allah’a ulaştırıyorsa ilim olur yoksa sadece ‘işleyen kuralları keşfedip, işleteni gözardı etmek’ sadece ‘bilimcilik’ olur: “Yol odur ki doğru vara. Göz odur ki, Hakk’ı göre.” Yunus Emre. Bilimcilik, bilgi ile güç elde edip insanları sömürmeye götürür! Bilimcilik, varlıklardan var edene, ilaha ulaşmak yerine; elde edilen bilgileri kullanıp insanlar üzerinde saltanat kurma ve ilahcılık rolü oynamaktır! İslam ise her şeyi yerli yerine koyar, aşırı uçlar yerine dengeyi önceler. “Dinsiz bilim topal, bilimsiz din ise kördür.” Einstein (Albert Einstein Religion and Science, appeared in the New York Times Magazine on November 9, 1930 pp 1-4. It has been reprinted in Ideas and Opinions, Crown Publishers, Inc. 1954, pp 36–40; B. Erdem, Teistik argümanlar, s. 13; Salih Güler, Tohum, Sayı: 3, c. 33, Kasım 1968, s. 17) Dolayısı ile, “Akıl vahiyle el ele vermedikçe hiçbir temel mesele çözülememiştir. Hedefi din tayin eder, hedefe varmayı da akıl başarır.”  (Ali Rıza Temel, İslam Medeniyeti Dergisi, yıl: 2, Sayı: 14, Eylül 1968, s. 37)

Oryantalist ve ateistlerin iddia ettiği “Bazı yanlış inanışların aksine, Hz Muhammed ilme büyük önem veriyordu.” (Will Durant, İslam Medeniyeti, s. 85) Sonradan Müslüman olan Muhammed Esed (Leopold Weıss) “Tarih ispatlıyor ki, hiçbir din İslam kadar ilimde ilerlemeyi teşvik etmemiştir.” (Esed, Yolların ayrılış noktasında İslam, s. 76) derken, yine sonradan Müslüman olan Dr. Maurice Bucaille, ‘Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an’ adlı eserinde, Kur’an ve bilim ile ilgili şunları söylemektedir: “Ben ilkin Kur’an üzerinde durup, çağdaş ilmi buluşları ile Kur’an metninin ne derece uyumlu olduklarını araştırdım. Bunu, hiçbir peşin fikre saplanmadan, tam bir tarafsızlık ile yaptım.” (Dr. Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s. 18) “Kur’an’ı incelemeye başlarken İslamiyet’e dair hiçbir inanç beslemiyordum. İncelemeyi tam bir tarafsızlıkla yapmaktaydım. Okuldan bana Müslümanlardan değil, ‘Muhammedilerden’ söz edilirdi ki, bu tabirle ‘bir insan tarafından kurulmuş olan dine mensup insanların’ söz konusu olduğu belirtilmek istenirdi. İslami konuda kendim de çok cahildim. 8. ile 12. asırlar arasındaki büyük bir sayıda araştırma ve keşifler İslam üniversitelerinde yapılmıştır. Kurtuba’da halife kütüphanesi 400.000 cilt kitap ihtiva etmekteydi. O zamanda çeşitli Avrupa ülkelerinden ilim tahsili için Kurtuba’ya gidilirdi. İlimlerde, Arap kültürüne ne kadar çok şey borçluyuz. ‘İlim, uluslararası bir özelliğe ilk defa İslam üniversitelerinde kavuşmuştur.’ O devrin insanları, şimdiki insanlardan daha çok dindar idiler. ‘Eski müfessirler bir kaç manaya gelebilen bir kelime yahut cümlenin hakiki manasını kendi devirlerinde anlayamamış olabilirler. Bugün ancak fen bilgilerimiz sayesinde ortaya çıktığı için, onlar bu manayı o zamanda kavrayamamış olabilirler.’ Kur’an’da çok sayıda tabiat olaylarının tasvir edilişi, asrımızda sahip olunabilen ve fakat ‘Muhammed devrinde hiç bir insanın en ufak bir fikri olamayacağı olağanüstü bilimsel kavramlara uygun’ düşmekteydi. Arap Yarımadasında oturan bir insanın bazı konularda kendi asrından 110 asır ileri bir kültüre sahip olmuş bulunabileceğini düşünmek için hiçbir özel sebep yoktur. Kur’an’ın nüzulü devresinde, o devrin fen bilimlerinin asırlardır durgunluk safhasında olduğu kesinlik kazanmış bir husustur.” (Bucaille, s. 192, 196-199) Prof. Taslaman ise, “İslam’ın ilk dönemleri birçok kimse için bilimsel çaba, karın doyurmayacak boş bir uğraştı. Böylesi bir ortamda Kur’an birçok ayeti ile bilim yapmaya gereken motivasyonu sağlamıştır. ‘Kur’an yazılı kültüre geçmeyi, yazılı kültürün çok zayıf olduğu bir bölgede sağlamıştır.’ Biruni, “Benim bilimle uğraşma nedenim, Ali İmran suresi 191. Ayettir: Onlar ki, göklerin ve yerin yaratılışı konusunda derinlemesine düşünürler.” demektedir.  Raymond Farrin, Kaliforniya’da Berkeley  üniversitesinde bir akademisyendir. Kur’an’ın yapısındaki ‘halka sistemi’ üzerine bulgularından sonra, ‘Hz Muhammed’in böyle bir yapıyı oluşturmasına mümkün olmadığına’ kanaat getirerek Müslüman olmuştur.” (Caner Taslaman, Neden Müslümanım? s. 314, 325, 346) “İslam, Kaf Suresi 6. ayet; Ankebut Suresi 20. ayet; Gaşiye Suresi 20. ayet; Nahl suresi 66. ayet; Rum Suresi 9. ayetlerle astronomiye, paleontolojiye, jeomorfolojiye, zoolojiye, arkeolojiye teşvik eden bir dindir.”  (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun kalmasın, s. 78)  İslamiyet aleyhine eserleri ile tanınmış olan papaz Henry Lammens bile, “Dilbilimi açısından Kur’an’ın üslubu dikkate değer bir mükemmeliyettedir.” demektedir. (Lammens, L’Islam, s. 52) Gustave le Bone, ‘İslam medeniyetinin şanlı ve şerefli bir birikime sahip olduğunu’ ifade etmiştir. Henry Stubbe, ‘İslam dininin, insan aklı ve tabiatına uygun olduğunu’ söylemiştir. (Emine Öğük, Yeni ateistlerin yanılgıları, s. 37, 54) Yine Goldziher’de, “Kur’an dünyanın edebi eserlerinden biridir.” (Goldziher, el-Akidetu ve Şeria fil-İslam, s. 9) derken, Kur’an’ı İngilizceye tercüme eden Palmer, tercümesinin giriş bölümünde,  “En seçkin Arap yazarlarının kıymet itibariyle Kur’an’a eş olabilecek bir şey yazmamaları hayretle karşılanacak bir şey değildir.” derken, Yahudi bilgin Hirshfield ise, “Kur’an sahip olduğu ikna kuvveti ve inşası itibariyle sanatına ve şanına erişilmeyecek bir kitaptır, İslam aleminde bütün ilim ve irfan şubelerinin takdire şayan ilerlemesi Kur’an sayesinde olmuştur.” (Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 161) demektedir. ‘Kur’an’daki kelime tekrarı mucizesi’, ‘bilimsel ayetler’, Raymond Farrin’in Müslüman olmasına neden olan Kur’an’daki ‘halka sistemi’ gibi özelliklere sahip bu ilahi kitap, “Kur’an’ın bir benzerini yazamazsınız” (İsra 88) ayeti ile çağlara meydan okumaktadır. Hz Muhammed’in bulunduğu şart ve ortamda bile değil, günümüz imkanlarında buyurun ey ateist, deist, oryantalistler! Sizler de bir benzerini yazın! En son deneyen Anis Shorrosh’un sitesi bile kapanmıştır! Bu konuya, Altay Can Meriç’in yazdığı, ‘Peygamberliğin ispatı’ adlı eser çerçevesinde tekrar döneceğiz!

Ayet ve hadislerle İslam’ın ilme verdiği değer

“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan (asılıp tutunan zigottan) yaratmıştır. Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir.” (Alak,1-5); “(Ey Muhammed) de ki; Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyle düşünür.” (Zümer, 9); “Alimler, Peygamberlerin varisleridir.” (Buhari, İlm, 10; Ebû Davut, İlm, 1; Tirmizi, İlm,19; İbn Mace, Mukaddime,17, Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, I/228); “Ne de az düşünürsünüz.” (Mümin 58); “Aklınızı kullanmaz mısınız?” (Bakara, 44); “İlim öğrenmek kadın erkeğe farzdır.” (İbn Mace, Mukaddime, 17; Tac, I/63; Feyfü’l Kadir, IV/267); “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz.” (A. Akseki, İslam, Fıtri Tabii ve Umfuni Bir Dindir, s. 332); “Alimler yıldızlar gibidir; Yeryüzündekilerin rehberidir.” (Ahmed b. Hanbel, III/157); “İlim öğrenin ve öğretin.” (Darimi, Sünen, Mukaddime, 20); “Kim ilim öğrenmeye yönelirse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır.” (Tirmizi, İlim, 19); “İki günü eşit olan ziyandadır, zarardadır.” (Temyizu’t Tayyip min’el Hadis, s. 162); “Hem dünyayı hem ahireti isteyen ilme sarılsın.” (Tirmizi, Ebu İsa Muhammed b. İsa, es-Sünen, Daavat 68; İ. Hacer, et-Terğib, I/728, M.A. Nasif, Tac, III/22); “Ya Öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen, ya da ilmi seven ol. Fakat sakın beşincisi olma (yani bunların dışında kalma) helak olursun” (Mecmeu’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevaid, I/122; Taberani, M. Evsat, II/406 ); “Öldükten sonra sevap defteri kapanır. Üç şey müstesna, bunlardan biri de Mümin, ölümünden sonra hayatta iken öğrettiği ve yayınladığı eserlerdir.” (İbn Mace, Mukaddime, 20); “(Ey Muhammed) de ki: Rabbim, benim ilmimi artır.” (Taha, 114); “İki şeyin gıpta edilmeye değerdir. Bunlardan biri de, kendisine hikmet (ilim) verip de o ilim gereğince hükmetmesini ve başkasına da o ilmi öğretmesini nasip ettiği kimsedir” (Buhari, İlim, 15); “İlim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar Allah yolundadır.” (Ebu Davud, İlim, I/3641; Tirmizi, İlim 2, (2649); İbnu Mace, Mukaddime 17, 227, Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, I/228); “Kim ilim taleb ederse, bu işi, geçmişteki günahlarına kefaret olur.” (Tirmizi, İlim 2, 2650); “Hikmet ve ilim müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa alır.” (Tirmizî, İlim, 19, IV/425, Hadis: 2827; Keşfül Hafa, I/363); “İlim Çin’de bile olsa alınız.” (Keşf’ü-l Hafa, I/138, Beyhaki, Şuabu’l- iman, II/254;  Rabi bin Habib, el-Basarî, Bab fil ilim ve talebihî; Bezzar, Müsnedü’l-Bezzar, I/175; Abdurra’iuf Münavi, Feyzu’l-Kadir, I/443; Mehmed Arif, Binbir Hadis, s. 58, Hadis: 126); “Alimler peygamberlerin varisleridir” (A. Münavi, Feyzu’l-Kadir, lV/384, Hadis: 5705); “Alimin Abide üstünlüğü, benim sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir.” (Tirmizi, İlim 19, 2686)  Resulüllah  bir gün mescide girince halka halinde oturmuş iki grupla karşılaştı. Gruplardan biri Kur’an-ı Kerim okuyor ve Allah Teâlâ’ya dua ediyordu. Diğeri ise ilim öğreniyor ve öğretiyordu. Bunu gören Nebiyy-i Muhterem -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz: “Bunların hepsi hayır üzeredirler. Şunlar Kur’an-ı Kerim okuyor ve Allah Teala’ya dua ediyorlar. Allah dilerse onlara (istediklerini) verir, dilerse vermez. Şunlar da ilim öğrenip öğretiyorlar. Ben de ancak bir muallimIöğretmen olarak gönderildim.” buyurdu ve hemen ilimle meşgul olanların yanına oturdu. (İbn-i Mace, Mukaddime, 17) Peygamber Efendimiz, Medine’ye teşriflerinde ilk iş olarak mescit ile birlikte medresesini tesis etti. O medresede okuyan o günün talebelerine “ Ehl-i suffa” deniliyordu. Bunlar bütün hayatlarını ilim ve irfana vakfetmişlerdi. (Buhari, Ṣalât, 58; Nesai, Mesâcid, 29; Müslim, İmâre, 147; Müsned, III/270) Müslümanların ilk savaşı olan Bedir savaşında da esir edilenlerden okuma yazma bilenler okuma bilmeyenlere okuma öğretilince serbest bırakılmışlardır. (Şiblîi, İslam Tarihi, Asrı Saadet, I/346; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam fî tarihi’l-mülûk ve’l-ümem, III/110; Ahmet Önkal, Muhtasar Siyer-i Nebi, 128)

Kur’an’daki bilimsel ayetlerden bazıları

Kur’an bir fen kitabı değildir. Ama her çağda insanların ulaştıkları bilgi seviyesine hitap eden içeriklere de sahiptir. Bu ilgi çekildikten sonra ise okuyucuya ana mesaj olan ‘tevhid, adalet, emanet’ bilinci kazandırılır. Kur’an’da var olan bilimsel mücizelerden ‘bazılarını’ kısaca açıklayalım.

“Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık” (Enbiya, 32) Gökyüzünü koruyan ozon tabakası sayesinde göktaşları ve zararlı ışınlar dünyamıza ulaşamaz. Van Allen Kuşakları, dünyamız güneşin zararlı ışınlarından, radyasyondan  korur. (Caner Taslaman, Neden Müslüman’ım? Deizme Cevap, s. 74)  “Dönüşlü olan göğe and olsun.” (Tarık, 11) Troposfer tabakası, okyanuslardan yükselen su buharlarını yoğunlaştırarak, yeryüzüne yağmur olarak geri döndürür. Ozon tabakasının Kur’an’da ‘tavan’ kelimesi ile tanımlanması bazı ateistlerin ileri geri konuşmalarına neden olmaktadır. Halbuki bilimsel makalelerde de gökyüzü için ‘tavan’ kelimesi kullanılmaktadır. (Because of the cold ‘ceiling’ of the tropopause, H20 is not distributed exponentially: Tropopozun soğuk ‘tavanı’ nedeniyle, H20 katlanarak dağıtılmaz: https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC219811/pdf/pnas00158-0049.pdf, s. 1218; The lower D region (∼50–75 km) forms the rather stable upper boundary, or ‘ceiling’: Alt D bölgesi (∼50-75 km) oldukça kararlı üst sınırı veya ‘tavanı’ oluşturur. (https://agupubs.onlinelibrary.wiley.com/doi/full/10.1029/2010JA015355)

“Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış göğe yemin olsun” (Zariyat, 7) Evrenin görebildiğimiz kısmında 100 milyardan fazla galaksi mevcuttur ve küçük galaksilerde yaklaşık bir milyar, büyük galaksilerde ise bir trilyondan fazla yıldız bulunur. (World Book Encyclopedia, 2003) Bu sayıyı, büyük galaksilerden 225 milyar, cüce galaksi olarak tanımlanan daha ufak galaksilerden ise, 7 trilyona çıkaranlar da vardır. Bunların sahip olduğu yıldız, gezegen, kuyruklu yıldız, uydular gibi detayları da düşünürsek inanılmaz sayılara ulaşırız. Dünyamızı temel alırsak, dünyamızın da bir yörüngesi vardır ve bu yörüngeden 3 mm’lik bir sapma bile büyük felaketler doğurur. “Sapma 2,8 yerine 2,5 mm olsaydı, yörünge çok geniş olurdu ve hepimiz donardık; sapma 3,1 mm olsaydı, hepimiz kavrularak ölürdük.” (Bilim ve Teknik, Temmuz 1983)

“Yeryüzünü bir döşek yapmadık mı? Dağları da birer kazık?” (Nebe, 6-7) Kur’an’da yeryüzü için kullanılan ‘döşek’ kelimesini ‘Kur’an’da çelişki yoktur.’ adlı yazımızda ele alıp açıkladık. Dağların işlevi konusunda iki farklı yorum vardır ve her iki de bilimsel açıklamalardır.

Birinci yorum: “Dağların bir de gözükmeyen yeraltına doğru inen bölümleri vardır. “The Earth” (Yeryüzü Kitabının yazarı Frank Press: “Dağları, kökünün çoğu toprağın derinliklerinde olan çiviye (wedge like shape) benzetir.” (Cüneyt Avcıkaya, Kolaycılığa kaçmanın adıdır deizm, s. 34) “Kıtaların daha kalın olduğu dağlık bölgelerde yer kabuğu mantoya derinlemesine saplanır.” (Carolyn Sheets, Robert Gardner, Samuel F. Howe, General Science, Allyn & Bacon Inc. Newton, Massachusetts, 1985, s. 305) Prof. Siaveda: “Kıtalardaki dağlarda, hafif ve yoğunluğu az madde yerin içine doğru kök olarak uzanır. Okyanuslardaki dağlarda da, dağı kök gibi destekleyen hafif madde vardır.” (http://www.beconvinced.com/science/QURANMOUNTAIN.htm).

“Onları sarsmasın diye yeryüzüne dağları yerleştirdik.” (Enbiya, 31) Dağların yerkabuğunun genel dengesini sağlamadaki etkisi izoztesi (isostasi) diye tanımlanır. Webster’s New Twentieth Century Dictionary’de (Webster’ın Yeni 20. yüzyıl sözlüğü) bu terim şöyle açıklanır: “Jeoloji’de dağların Dünya yüzeyinin altında oluşturdukları yerçekimsel kuvvet sayesinde yerkabuğunun genel dengesinin sağlanması.” (M. J. Selby, Earth’s Changing Surface, Clarendon Press, s. 32) Yine dağlık, kayalık bölgelerde kurulmuş evlerde deprem hasarlarının daha az olduğu ve dağların depremin şiddetini emdiği bilinen bir gerçektir. (Prof. Dr. İlyas Yılmazer; Doç Dr. Ali Özvan,  Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Jeoloji Mühendisliği Bölümü, “Van Toplu Konut Modeli Anadolu’da Nasıl Yaygınlaştırılabilir?” Bildirisinden) Dünyamızın merkezindeki dinamik hareketlilik (iç kuvvetler) dünyamızın dönmesi, kıtaların hareket halinde olması gibi nedenlerle yeryüzünde bulunan 15 büyük tektonik birbiri ile çarpışır ve bu dağların oluşumuna ve depreme neden olur. Yerkabuğunun zayıf noktalarının dağlar ile kalınlaşarak dengelenmesi sayesinde tektonik plakalar üzerine binen stres dengelemektedir. Dağlar yeryüzünde büyük bir denge unsuru olarak görev yapmakta ve sarsıntıları azaltmaktadırlar. Yerçekimi dengesizliği olan bölgelerde daha fazla bulunurlar, böylece oralarda meydana gelebilecek büyük sarsıntılar dengelenmiş olurlar. ‘Dağlar sarsıntıyı engelliyorsa, neden Japonya gibi dağlık bölgelerde depremler çok oluyor da, Arabistan gibi düz bölgelerde depremler daha az görülüyor?’ sorusu akla geleblir. Çünkü dağlar, izostatik dengeyi sağlamak için, depremlerin olduğu bölgelerde daha fazla yükselir ve görevleri de, denge sağlayıp depremi azaltmaktır. Bu yüzden Japonya gibi yer kabuğunun dengede olmayıp çok sayıda fay kırığı oluşturduğu bölgelerde daha fazla yükselirler, buna karşın yer kabuğunun daha fazla dengede olduğu ve depremlerin daha az görüldüğü bölgelerde daha az yükselirler. 

İkinci yorum: “O, sizi sarsmaması için yere sağlam ‘dağlar’ yerleştirdi.” (Nahl, 15) Arapça dağ, ‘cebel’ demektir. ‘Cibal’ ise, çoğul yani dağlar anlamına belir. Ayette cibal kelimesi değil, “Revaiî” kelimesi geçmektedir. Ayetin Arapçasında ‘fi’ harfi ceri kullanılmaktadır. Anlamı ‘içinde’ demektir. Ayeti kelime kelime çevirecek olursak: Fi; ‘içinde bulunur’, neyin içinde? Erzi: ‘Yer’in’. Ne bulunur? Revasiye: Revasi kelimesi, ‘Rasi’ kelimesinin çoğuludur ve “bir yerde sabit olmak, bir baskı unsuru olmak, bir yere yerleşmek” anlamlarına gelir. Ayetin kelime kelime toplu meali: “Allah yerin ‘içine baskı yapan unsurlar’ koymuştur.” şeklindedir. Bu ‘ağırlıklar’ yerin içinde; magma tabakasında bulunur. Allah (cc) yerin ‘üzerine’ değil ‘içine’ ve  ‘cibal’ yani dağ değil ‘revas’ koymuştur. Enbiya suresi 31. ayette de, Nahl suresi 15. Ayette de dağ/cibal değil de, ‘revasiye’ kelimesinin geçmesi bu yorumu desteklemektedir.

“O, gökten belli bir miktarda su indirmiştir.” (Zuhruf,  11) Gökyüzünden saniyede 16 milyon ton su inmektedir. (http://en.wikipedia.org/wiki/Water_cycle)

“İnsan, kemiklerini kesin olarak bir araya toplamayacağımızı mı sanıyor? Evet, parmak uçlarını dahi düzenlemeye gücümüz yeter.” (Kıyamet, 4) Parmak ucu öyle bir kimlik kartıdır ki aynı yumurta ikizlerinde bile farklıdır. Parmak ucumuzdaki bu kimlik kartımız, cenin henüz üç aylıkken anne karnında çizilir ve mezara kadar bizle gelir. 1856 yılında Genn Ginsen adında bir İngiliz, parmak uçlarındaki çizgilerin her insanda farklı olduğunu keşfedilmiştir.

“Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlıkta bir yaratılıştan diğer yaratılışa geçirerek yaratmaktadır.” (Zümer, 6) Bu üç karanlık: Fallop borusu; Spermle yumurta birleşir fallop borusunda bölünerek çoğalır. Rahim duvarındaki bölge: Bu aşamada artık cenin rahim duvarına yapışıp sarkar (Kur’ani kavram ile ‘alak’ aşaması) Amniyon kesesi: Ceninin etrafındaki içi özel bir sıvı ile dolu keseye verilen isim. Cenin burada gelişir. Ayrıca, anne rahminde yolculuğuna başlayan hücre; birinci karanlık mekânda, dev karanlık bir tünele girmiş gibidir.  İkinci karanlık mekân ise minik  tüycüklerden oluşan karanlık bir ormanı andırır. Üçüncü karanlık mekan ise yine karanlık bir denizin altını hatırlatır. Ayrıca  ayetlerde, anne karnında önce kemiklerin oluştuğu, daha sonra ise kasların ortaya çıkarak bu kemikleri sardığı haber vermektedir! “Ardından o alak’ı bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir.” (Müminun, 14)

“Biz göğü ‘büyük bir kudretle’ bina ettik ve şüphesiz Biz onu genişleticiyiz.” (Zariyat, 47) Astronom Edwin Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların ve galaksilerin sürekli olarak birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfetmiş ve evrenin genişlediğini ispatlamıştır. Kur’an ise bunu 1400 sene önce bildirmiştir. (S. Waqar Ahmed Husaini, The Quran for Astronomy and Earth Exploration from Space, Goodword Press, s. 103-108).

“Görmedin mi ki, Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün. Gökten içinde dolu bulunan dağlar (gibi bulutlar) indiriverir.” (Nur, 43) Yağmurun oluşumu tam da ayetlerde belirtilen şekilde gerçekleşmektedir. (Richard A. Anthes, John J. Cahir, Alistair B. Fraser, Hans A. Panofsky, The Atmosphere, 1981, s. 269; Albert Millers, Jack C. Thompson, s. 141-142)

“Rüzgarları aşılayıcılar olarak gönderdik” (Hicr, 22) Rüzgar hem bitkilerin hem yağmur bulutlarının aşılanmasında önemli bir işleve sahiptir.

“Rabbin dişi bal arısına vahyetti: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları kovanlardan evler edin.” (Nahl, 68) Arapça’da arının erkeği ve dişisi aynı şekilde “Nahl” olarak yazılır, bu kelimenin ayrıca dişisi yoktur. Ancak Kur’an, arıya yapılan vahyi ve arının yaptıklarını anlatırken, fiilin dişi formunu (İttehazi, Feluki, Zamir, müennes; Butuniha) kullanmaktadır. Arapça’da fiiller dişiye ve erkeğe göre farklı yazılırlar. Arının yaptıkları anlatılırken fiilin dişi sigası/kipi kullanılmıştır. Kur’an’ın indiği dönemde insanların kovan içindeki iş bölümünün detaylarından, işçi arıların dişi olduğundan, kovanı inşa etmenin, bal yapmanın, bal yapmak için meyvelerin özünü toplamanın dişi işçi arıların görevi olduğundan haberleri yoktu. İşin ironik tarafı bunun farkına ABD’deki gayri müslimler varırken ülkemdeki ateistlerin bundan haberdar olamamasıdır: “ABD’li arıcı McKay Orton, Kur’an-ı Kerim’de keşfettiği bal arılarıyla ilgili ayetlere hayran kaldığını, “Kur’an’da bal arıları dişil fiillerle anlatılıyor. Kur’an yazıldığında işçi arıların dişi olduğuna dair hiçbir bilgi yoktu” sözleriyle ifade etti.” (Yeni Akit, 20.09.2023)

“Güneş de bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu, aziz ve âlim olan Allah’ın takdiridir.” (Yasin, 38); “Ne güneş aya yetişip çarpar ne de gece gündüzü geçebilir, onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler.” (Yasin, 40);  “Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzüp giderler.” (Enbiya, 33); “Görmedin mi ki Allah geceyi gündüze sokuyor, gündüzü geceye sokuyor. Güneş ile Ay’ı da emrine boyun eğdirmiştir. Her biri belirli bir süreye kadar akıp gidiyorlar.” (Lokman, 29) Kur’an tam 1400 sene önce Güneş’in ve diğer yıldızların hareket ettiğinden haber vermekte, gezegenler sabit olmayıp, hepsinin belirli yörüngeleri ve menzilleri olduğunu bildirmektedir.

“Allah’tan başka dostlar edinenlerin misali, kendisine ev edinen dişi örümceğin misaline benzer. Gerçek şu ki evlerin en çürüğü örümceğin evidir. Keşke bilselerdi!” (Ankebut, 41) Ayette geçen “ankebut” kelimesi ile dişi örümcek kastedilmektedir. Ayetteki “edindi” manasına gelen ‘İttehazet’ fiili, dişi sigasında/kalıbında gelmiştir. Allah-u Teala dişi sigasını kullanarak örümceğin evini dişi örümceğin yaptığını bildirmektedir. Dişi örümcek hem evi yapar hem de birleşmeden sonra erkek örümceği öldürür. Bir ayet ile iki mesaj; biri mecaz diğeri bilimsel bir keşif bizlere haber verilir.

Bebeğin anne karnındaki evrelerden bahseden ayetten (Mü’minûn, 14) Demir dış uzaydan dünyamıza geldiğine işaret eden ayete (Hadîd, 25); Yükseğe çıkıldıkça oksijenin azaldığından haber veren ayetten (En’am, 125) Canlıların sudan yaratılmasından bahseden ayete (Enbiya, 30) dek Kur’an’da daha birçok bilimsel mucizevi ayetler bulunmaktadır.

Bilgisayar sayesinde Kur’an’da bulunan mucizelerden bazıları

“Yedi gök” tabiri Kur’an’da toplam7 kere geçer. Göklerin yaratılışı ifadesi de, katları gibi 7 kere tekrarlanır. “Gün (yevm)” tekil olarak 365 kere geçerken, çoğul yani “günler” kelimeleri 30 defa tekrarlanır. “Ay” kelimesinin tekrar sayısı ise 12’dir. “Bitki” ve “ağaç” kelimelerinin tekrar sayısı aynıdır; 26. “De” kelimelerini saydığımızda çıkan sonuç 332’dir. “Dediler” kelimesini saydığımızda da aynı rakamı elde ederiz. “Dünya” kelimesi ve “ahiret” kelimesinin tekrarlanış sayıları da aynıdır; 115. “Şeytan” kelimesi Kur’an’da 88 kere geçer. “Melek” kelimesinin tekrar sayısı da 88’dir. “İman” ve “küfür” kelimeleri Kur’an boyunca 25’er kez tekrarlanır. “Cennet” kelimesi ve “cehennem” kelimesi de aynı sayıda tekrarlanır; 77. “Zekat” kelimesi Kur’an’da 32 kere tekrarlanırken, “bereket” kelimesinin tekrarlanış sayısı da 32’dir. “Yaz-sıcak” kelimeleri ile “kış-soğuk” kelimelerinin geçiş sayıları da aynıdır; 5. “Şarap (hımr)” ve “sarhoşluk (sekere)” kelimeleri de Kur’an’da aynı sayıda tekrarlanır; 6. “Akletmek” ve “nur” kelimelerinin tekrar sayısı da aynıdır; 49. “Dil” ve “vaaz” kelimeleri eşit sayıda, 25 kere tekrar edilir. “Yarar” kelimesi 50, “bozma” kelimesi de 50 kere tekrarlanır. “Ecir” ve “fail” kelimelerinin tekrar sayısı da aynıdır; 108. “Sevgi” ve “itaat” kelimelerinin tekrar sayısı aynıdır; 83. “Dönüş” ve “sonsuz” kelimeleri, eşit sayıda yer almaktadır; 28. “Musibet” kelimesi ve “şükür” kelimesi, Kur’an’da aynı sayıda geçmektedir; 75 kere. “Güneş (şems)” ve “ışık (nur)” kelimeleri Kur’an’da 33’er kez geçmektedir. Doğru yola ileten (Elhuda)” ve “rahmet” kelimelerinin tekrar sayısı eşittir; 79. Kur’an’da “sıkıntı” kelimesi 13 kere yer alırken, “huzur” kelimesi de 13 kere tekrarlanmaktadır. Kur’an’da insanın yaratılış safhaları toplam 65 kez geçer. İnsan kelimesi de Kur’an’da 65 kere geçer. “Kadın” ve “erkek” kelimelerinin tekrar sayısı da aynıdır; 23  Kadın ve erkek kelimelerinin Kur’an’da tekrar sayısı olan 23, aynı zamanda insan embriyosunun oluşumunda yumurta ve spermden gelen kromozom sayısına da eşittir. İnsanın kromozom sayısı da anne ve babadan gelen 23’er kromozomun toplamı olarak 46’dır! “Hıyanet” kelimesi 16 kere geçerken, “habis” -Kötülük – kelimesinin tekrar sayısı da 16’dır. “İyiler (ebrar)” 6 kere tekrarlanırken, “kötüler (fuccar)” kelimesi ise tam yarısı kadar yani 3 kere geçer. “Ceza” kelimesi 117 kere yer alırken, Kur’an’ın temel ahlak özelliklerinden olan “mağfiret (bağışlama)” ifadesi, bu sayının ‘tam 2 katı’ yani 234 kere tekrarlanır. (Bu kadar tekrar Kur’an’da neden var? sorusuna başka bir cevapta bu ilmi mucizeler olmaktadır aynı zamanda. Bu tekrarlar konusunu da ayrıca cevapladık!) “Kara” kelimesi Kur’an’da 13 kere geçerken, “deniz” kelimesi 32 kere geçmektedir. Bu sayıların toplamı bize 45 sayısını verir. Eğer karaların Kur’an’da bahsediliş sayısı olan 13’ü 45’e bölersek, %28,888888888889 sayısını buluruz. Denizlerin Kur’an’da bahsediliş sayısı olan 32’yi 45’e böldüğümüz zaman ise, %71,111111111111 sayısına ulaşırız. Bu oranlar ise, gezegenimizdeki su ve kara parçalarının gerçek oranıdır. (Posta, 03 Eylül 2019; http://monak2.tripod.com/Peaceonline/id1.html; https://www.nkfu.com/yeryuzunde-karalarin-dagilimi) “İman etmek fiili” Kur’an’da 811 kez geçer. “Kafir olmak fiili” 697 kez geçer. Kur’an’da iman edenleri sayısı ile kafir olanların sayısı arasındaki fark (811-697) 114’tür. Yani kafirler ile Müslümanlar arasındaki fark, Kur’an’daki surelerin sayısı kadardır. Kafir olanlar (697), 114 sureye iman/kabul edince, iman edenlerin geçiş sayısına (811) ulaşılmaktadır. Liste bu şekilde uzayıp gitmektedir. Bu konuda detay için, Abdürrezzak Nevfel’in “Kur’an’da Ölçü ve Ahenk” adlı kitabını da ayrıca ederiz.

Kur’an’da ‘gelecekle ilgili’ haberlerden birkaçı: “Romalılar yenilgiye uğradılar. Dünyanın en alçak yerinde. Ama onlar yenilgilerinin ardından yeneceklerdir. Üç ile dokuz yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah’ındır. O gün inananlar sevineceklerdir.” (Rum, 1-4) Kur’an’ın haber verdiği ve “ Dünyanın en alçak yeri” diye belirttiği yer “Lut havzası” diye adlandırılan yer dünyanın en alçak yeridir. (http://www.deadsea.co.il/ENA/Index.html) Bu konu, ‘Kur’an’da çelişki yoktur.’ adlı yazımızda da ele alınmıştır. Ayrıca tam 9 yıl sonra Kur’an’ın haber verdiği yenilgi yaşanır ve İran yenilir. (Warren Treadgold, A History of the Byzantine State and Society, Stanford University Press, sayfa 287-299); “Andolsun Allah, elçisinin gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah dilerse, mutlaka siz Mescid-i Haram’a güven içinde, saçlarınızı tıraş etmiş, (kiminiz de) kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğinizi bildi, böylece bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı.” (Fetih, 27) Ayette, Mekke fethedilmeden önce gerçekleşecek bir başka fetihten daha söz edildiği görülmektedir. Her iki fetihte aynen gerçekleşir. Önce Hayber sonra Mekke fethedilir. (İmam Taberi, Taberi Tefsiri, V/2276); “Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: “Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim.” Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: “Bu Rabbimin fazlındandır, O’na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti)” (Neml,  40) Ayet ‘İlim ehlinin” sadece ‘cansız maddelerin bir yerden başka yere nakledilebileceğine’ işaret etmektedir. Kur’an’da geçen bilimsel mucizeler, gelecekle ilgili haberler konusuna örneklerine virgül koyup bu konuda yazılan bazı eserleri tavsiye ederek (Zakir Naik, Kur’an ve Modern Bilim; Mustafa Armağan, İslam ve Bilim Tartışmaları; Haluk Nurbaki, Kur’an Mucizeleri; FeyyazTV, Kur’an’ın Bilimsel Mucizeleri; U ğurböceği yayınları, Kur’an Mucizeleri Kur’an Ayetleri ve Bilimin Keşifleri; M. Sinan Adalı, Kur’an Mucizeleri; Kur’an Araştırmaları Grubu, Kur’an Hiç Tükenmeyen Mucize; Murat Arabacı, Kur’an’ın Terkedilen Emri Bilim) asıl konumuza devam edelim.

Kur’an ve zaman

Kur’an-ı Kerim, evrenin yaratılışından kıyamete, dünyadan ahirete, cennetten cehenneme birçok konular hakkında bizlere hak olan bilgileri verir. “Kur’an’ı göklerde ve yerdeki sırları bilen Allah indirdi.” (Furkan, 6) “O Allah gökleri ve yeri yoktan var edendir.” (En’am, 101); “Sonra Allah duman (gaz) halindeki göğe yöneldi” (Füssılat, 11); “Yer ve gökler bitişik iken onları biz ayırdık” (Enbiya, 30); “Üzerinizde yedi kat gök yarattık” (Müminun, 17); “Gökleri yedi kat üzerinde yaratan O’dur. Rahman olan Allah’ın yarattığında düzensizlik göremezsiniz.” (Mülk, 3); “Göğü gücümüzle biz kurduk ve şüphesiz biz onu genişleticiyiz” (Zariyat, 47); “Güneş ve ayın hareketleri bir hesaba göredir “ (Rahman, 5); “Yeryüzünü yaratıkların oturmasına, yaşamasına elverişli kılan Allah’tır.” (Taha, 53); “Yeryüzünü, size boyun eğdiren O’dur” (Mülk, 15); “Allah her şeyi yaratandır” (Zümer, 62); “Biz her canlıyı sudan yarattık” (Enbiya, 30) Tarih bilimi için önemli olan yer ve zaman Kur’an için önemli değildir. Kur’an için önemli olan olayların oluşum neden ve sonuçlarıdır: “Bu sevinçli ve kederli günleri insanlar arasında döndürüp duruyoruz.” (Ali İmran, 140); “Yeryüzünde gezin, öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakın. Onların çoğu müşriklerdir.” (Rum, 42) İnsan öncesi canlılar: İnsandan önce yer ve uzayda ateş kökenli cinler, nur kökenli melekler vardı. Daha sonraları, toprak (çamur) kökenli insan yaratılmıştır: “Can’ı (cinlerin atasını) dumansız ateşten yarattı.” (Rahman, 15); “Cinleri ve insanları bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56); “O (Allah) her şeyi güzel yarattı, insanı yaratmaya çamur başladı.” (Secde, 7); “Andolsun insanı kuru balçıktan, işlenebilir topraktan yarattık.” (Hicr, 26); “O (Allah) sizi merhalelerden geçirerek yarattı.” (Nuh, 14); “İnsanı nutfeden yarattı.” (Nahl, 4); “(Sizi) nutfeden yarattı, şekil verdi.” (Abese, 19); “Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra o nutfeyi kan pıhtısı haline getirdik. Kan pıhtısını bir çiğdemlik et yaptık. Bir çiğdemlik etten kemikler yarattık. Kemiklere et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratık yaptık.” (Mü’minun, 13-14); “Sonra onu şekillendirdi. Ona ruh üfledi. Size kulaklar, gözler, kalpler verdi.” (Secde, 9); “Sonra ona, yolunu kolaylaştırdı.” (Abese, 20); “Ondan erkek- dişi (iki cins) yarattı.” (Kıyame, 39); “Sonra zayıflığın ardından kuvvet (gençlik) verdi. Sonra kuvvetin ardından zayıflık (ihtiyarlık) verdi.” (Rum, 54); “Sonra bunun ardından şüphesiz ölürsünüz. Sonra siz kıyamet gününde mutlaka dirilttirilirsiniz.” (Mü’minun, 15- 16)

Din, akıl ve bilim  

İnsan dışında  her  canlı  dünyaya    kendi  ihtiyaçlarını  karşılayacak hazır  bilgilerle ve   içgüdü (Uçmak, yüzmek, avlanmak vs.)  ile  donanmış  olarak  gelir. Tüm  bunlar onlara Allah   tarafından  programlanmış, kodlanmıştır. İnsan ise,  başta tertemiz bir kağıt gibi olsa da (Buhari, cenâiz 92; Ebu Davut, sünne 17; Tirmizi, kader 5) bir çok yeteneği gibi, iyiliği  ve  kötülüğü de zamanla  öğrenir. İyilik  yapan   cennete, kötülük  yapan  ise cehenneme  gider. Allah insanları  programlamamıştır  ama  programına  uygun;tabiatla   uyum  içinde  olmasını  sağlayacak bir de klavuz   göndermiştir: Kur’an-ı  Kerim. Bu  programa  uyan, programlanmış  kainatla  beraber  uyum  içinde  yaşayan insan,  bu  program  sayesinde  dünyada mutlu/huzurlu olurken  ahirette de cenneti kazanır. İnsan; melekte  olabilme  kabiliyetine (İsra, 70), fakat  aynı  zamanda kendi yaptıkları ile hayvanlardan  daha  aşağı (Tin, 8; A’raf, 179) inip, şeytanlaşabilme  özelliğine de  sahip   bir  varlıktır. İnsan diğer  canlılardan   akıl, düşünme, irade  gibi  özelliklerle   ayrılır. İnsanlar yaptıkları  icatlarla  beraber  hayatlarını kolaylaştırırlar. Fakat  İslam yapılan  bu  icatların  insanların  zararında  kullanılmasına izin  vermez. Atomdaki enerjinin keşfi  insanların  yararınadır, fakat  İslam, atom  bombasına karşıdır. Çünkü  İslam,  insanlara  zararlı  olan  şeyleri  yasaklamıştır. Bizce  bilim, islam  dininin   emir  ve  yasaklarını   hızla  doğrulamakta, tasdik  etmektedir. (‘İslami emirler ve hümanizm’ adlı yazımıza bakılabilir.) İnsanlık İslam’a bilim vasıtası ile kavuşacaktır. Kur’an, bilimin ulaşacağı ‘son noktada’ insanların dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamak için beklemektedir. .

kuran-ve-bilim-1-2-1                                                        

Leave a comment