John Davenport’un Kur’an’dan ve Hz. Muhammed’den Özür Dilemesi

1.202 kez görüntülendi

Resim bulunamadı

John Davenport’un Kur’an’dan ve Hz. Muhammed’den Özür Dilemesi ve Bediüzzaman

 Voltaire’in ve Martin Lluther’in devam ettirdiği Müslümanlık düşmanlığını ilk defa lord John davenport yıkmış; Müslümanlık ve peygamberleri üzerine iyi düşüncelerle dolu bir eser ortaya koymuştur. bu eser, Hıristiyan âleminde büyük akisler yapmış ve Hıristiyan din adamlarınca nüshaları toplatılıp yaktırılmıştır.

John Davenport’un Kur’ân’dan ve Hz. Muhammed’den özür dilemesi ve Bediüzzaman

1950 sonrası günümüze dek olan dönem, kanaatimizce oryantalistik çalışmalarda nisbeten farklı bir bakış açısının hakim olduğu devredir. Ne var ki bu dönemde de, “silâhsız haçlı savaşları” diye isimlendirdiğimiz oryantalizmden beslenen Batılı paradigmaların özünde bir değişim olmamıştır. Ancak önceki dönemlerdekinin aksine bilimsel kılıfı güçlendirilmiş, profesyonelleşmiş, iyi kurumsallaşmış ve branşlaşmıştır. Dolayısıyla yüzeysel bilgilerle fark edilmeyecek bir nitelik kazanmıştır.

lord John Davenport, doğu bilimleri ile uğraşan ve on dokuzuncu yüzyılın sonunda yaşamış olan bir İngiliz bilim adamıdır. 28 Nisan 1832 tarihinde İngiltere’de dünyaya gelmiş ve 1871 yılından önce de vefat eylemiştir.

1- Batı’da Silâhsız Haçlılar: Müsteşrikler[1]

Oryantalistleri[2] “modern haçlı savaşçıları” veya belki biraz provokatif bir isimlendirmeyle “silâhsız haçlılar” olarak niteleyebiliriz. Bu bir anlamda haçlı savaşlarının bir zihniyet ve ruh dünyası olarak oryantalist faaliyetlere yansımaları, yani XVIII. yüzyıl ile XX. yüzyıl sonlarına kadarki dönemdeki sonuçları konusunda ilmî bir mesai olacaktır. Batı’daki İslâm ile alâkalı bu gelişmeleri aşağıdaki şekilde merhalelere ayırmak mümkündür:

1. Haçlı Savaşları İle Başlayıp 17. Yüzyıl’a Kadar Olan Dönem: Oryantalizmin başlangıcını oldukça eskilere götürmek mümkündür. Bu meyanda oryantalizm, 1312 “Viyana Konsili” kararıyla başlayan bir süreç olarak kabul edilebilir veya daha da geriye gidilirse “Haçlı Savaşları” yıllarına hatta biraz daha öncesine İslâmın başlangıcı yıllarına gidebilir. Bu anlamda oryantalizmin, 700 yıllık—veya 1300 yıllık—bir tarihe sahip olduğunu söylemek gerekir. İslâmın zuhuru yıllarından itibaren İslâma, Kur’ân’a, Hz. Peygamber’e ve Müslümanların aleyhine olarak dile getirilmiş söylemleri ve çalışmaları aslında haçlı savaşlarının tarihî-fikrî arkaplanı veya birer “silahsız haçlı savaşları” olarak görmek mümkündür.

2. 17. Yüzyıl Sonrası Dönem (Oryantalistik Çalışmaların Kurumsallaşması Dönemi): Haçlı Seferlerinin yapıldığı yıllardan itibaren 17. ve 18. yüzyıllara kadar Batı’lı insanın, İslâm hakkında doğru bilgiden yoksun olduğunu ve asırlar boyu oluşturulmuş genelde negatif bir İslâm, Hz. Peygamber ve Müslüman imajına sahip olduğu aşikardır. Bu esasen, bütün kitle iletişim imkânlarına rağmen günümüzde de süren köklü bir bilgisizliktir. Kurumsal ve profesyonel anlamda oryantalistik çalışmaların başlangıç yılları olan 1800’lü yılların başlarına gelindiğinde İslâm, Kur’an, Hz. Peygamber ve Müslümanlar hakkında bilimsel araştırmalar yapılmaya başlanmıştır. 1800’lü yıllar ile 1950’li yıllara gelinene kadar Batı’da, genelde “Doğu” hakkında kaleme alınan 60.000’den fazla çalışma bulunduğu ifade edilmektedir.[3] Bu çalışmalar daha sonra Edward Wadie Said (ö. 2003) tarafından “oryantalizm” adı verilen bir düşünce sistemini de doğurmuştur.

Çok azı hariç, oryantalist araştırmalarda yukarıda sözünü ettiğimiz tasvir ve tanımlamalarla süslü “gizli bir haçlı zihniyeti” bilimsellik/ ilmîlik kisvesi altında yer almış ve İslâm ve Müslümanlar tanımlanarak genelde “öteki” olarak vasfedilmiştir. Bu çalışmalarda İslâm, pozitivist ve antropolojik bir yoruma tabi tutularak, Batılı değerler ile bilim ve gelişmeye aykırı ilan edilmiştir. Oryantalistik araştırmalar, bir taraftan Batılıların İslâm hakkındaki bilgilerini sürekli genişletmekle birlikte diğer taraftan alttan alta Batılı insanın zihnini İslâm’a, Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara karşı bilemiştir. Dolayısıyla aslında oryantalizm, Batı ile Doğu arasında ontolojik bir ayırım üzerine bina edilmiş bir bilim ve düşünce geleneği inşa etmiştir. Diğer taraftan siyasî olarak da 18. ve 19. yüzyıllar boyunca süren uluslararası sömürgeciliğin hizmetinde, bu sömürge düzenine ideolojik bir meşruiyyet temeli de hazırlamıştır.

3. 1950 Sonrası Dönem: 1950 sonrası günümüze dek olan dönem, kanaatimizce oryantalistik çalışmalarda nisbeten farklı bir bakış açısının hakim olduğu devredir. Ne var ki bu dönemde de, yukarıda ana ekseni çizilen ve “silâhsız haçlı savaşları” diye isimlendirdiğimiz oryantalizmden beslenen Batılı paradigmaların özünde bir değişim olmamıştır. Ancak önceki dönemlerdekinin aksine bilimsel kılıfı güçlendirilmiş, profesyonelleşmiş, iyi kurumsallaşmış ve branşlaşmıştır. Dolayısıyla yüzeysel bilgilerle fark edilmeyecek bir nitelik kazanmıştır.

Oryantalist bakışın derin izlerini, İslâm ve Müslümanlarla ilgili her algılama ve değerlendirmede görmek mümkündür. Bugün Batılı medyatik unsurlar, İslâm, Hz. Peygamber ve Müslümanlar ile ilgili hem sembolik (imgeler) düzlemde, hem de İslâmî kültürel kavramlar düzleminde karışıklık yaymaya devam etmektedir. Savaş, cihat, şiddet ve fanatizm etrafında daha önce Ortaçağ boyunca alabildiğine işlenen ve 18. yüzyıl sonrası klasik oryantalistlerce de sürdürülen tasvir ve imgeler, haçlı savaşlarının modern versiyonu olarak güncelleştirilip Batılı zihinlere, İslâma, Hz. Peygamber’e ve bütün Müslümanlara yönlendirilmektedir.

Danimarka’da meydana gelen “Karikatür krizi” ve son olarak Papa XVI. Benedict’in İslâm ve Hz. Peygamber ile ilgili sözleri, esasen söylediğimizi doğrulamaktadır. Özellikle Papa’nın Bizans İmparatoru Manuel II Paleologus’un bir Müslümanla giriştiği diyaloğu konuşmasına taşıyarak İslâmın şiddet dîni Hz. Peygamber’in de şiddeti kendine yol olarak seçen biri olduğunu ileri sürmesi, İslâmın zuhuru yıllarından itibaren Ortaçağ boyunca oluşmuş negatif imajın “silâhsız haçlı savaşları” olarak etkisinin alabildiğine devam ettiğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

Bugün yaygın olarak “anti-Islamism”, “İslamofobi” gibi kavramlarla da ifadesini bulan bu süreçte tarihin izleri aşikârdır. Alman kilise tarihçisi Heiko Oberman’ın haklı olarak vurguladığı[4] üzere, “İslâm karşıtlığı (anti-Islamism)”, “İslamofobi” veya “Türk karşıtlığı (anti-Turks)” gibi kavramlarla açıklanan günümüz Batı dünyasındaki haçlı zihniyeti esasen büyük oranda Ortaçağ boyunca oluş(turul)muş imajdan alabildiğine etkilenmektedir. Bu durum, konjonktürel birtakım hâdiselerle birlikte, son yıllarda Batı’da sistematik bir “İslâm karşıtlığı”na (anti-Islamism)” dönüşmüştür. “Batı sömürgeciliği” veya “Batı’nın ötekilere (Müslümanlara) egemen olma savaşı” diye de nitelemek mümkün olan bu durum, aslında Ortaçağ’da meydana gelen Haçlı savaşlarından daha da tehlikeli bir hal olsa gerektir. Zira Haçlı savaşları döneminde Müslümanlar, günümüzdeki durumla kıyaslanmayacak ölçüde ilmî ve askerî güce sahiptiler.

2-  John Davenport böyle bir dönemde Kur’ân ve Hz. Muhammed’den özür dileyen bir insandır

Dünyaca meşhur olan Davenport ailesindendir ve lord ünvanını taşımaktadır. John Davenport, doğu bilimleri ile uğraşan ve on dokuzuncu yüzyılın sonunda yaşamış olan bir İngiliz bilim adamıdır. 28 Nisan 1832 tarihinde İngiltere’de dünyaya gelmiş ve 1871 yılından önce de vefat eylemiştir. Hakkında Avrupa ansiklopedilerinde ve biyografi kitaplarında ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır. Zira Lord John Davenport, “Hazret-i Muhammed ve Kur’ân-ı Kerim’den Özür Diliyorum” adındaki İngilizce kitabı ile ünlüdür. Bu kitab önce Londra’da, sonra birkaç kere de Hindistan’da basılmış, 1928’de Türkçesi yayınlanmıştır. Tercümesi Ömer Rıza’ya aittir. John Davenport’un bu kitabı misyonerler tarafından piyasadan toplanıp kaybedilmek istenmiştir. Bu sebeple adı sanı da unutturulmak istenmiştir. Halbuki çok kıymetli başka eserleri de vardır:

Ayrıca hazretî Muhammed ve Kur’ân-ı kerîm ünvanıyla Ankara’da tekrar yayınlanmıştır.[5] Kitap, Kur’ân kursları müfredâtına göre ders kitabı olarak kaleme alınmıştı. Daha sonra Kur’ân kurslarında okutulacak ders kitaplarının sayfa adedi, Din İşleri Yüksek Kurulunca sınırlandırıldığından, ders kitabı olarak hacimli bulunan bu eserin, özellikle Kur’ân Kursu öğreticileri için yararlı olacağı düşünülerek, Başkanlığın diğer neşriyatı arasında yayınlanması uygun görülmüştür.

Voltaire’in ve Martin Luther’in devam ettirdiği Müslümanlık düşmanlığını ilk defa lord John Davenport yıkmış; Müslümanlık ve Peygamberleri üzerine iyi düşüncelerle dolu bir eser ortaya koymuştur. Bu eser, Hıristiyan Âleminde büyük akisler yapmış ve Hıristiyan Din Adamlarınca nüshaları toplatılıp yaktırılmıştır.

3- Bediüzzaman İşarat ül-İ’caz ve Nurçeşmesi adlı eserlerinde onun Kur’ân ile alâkalı sitayişkâr ifadelerini nakletmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri, Nur Çeşmesi’nde ve Risâle-i Nur’da yazılan bu nev’î feylesoflardan kırk altıncısı olarak zikrettiği bu zattan ‘Zât-ı Kibriya hakkındaki âyetlerin ulviyeti ve Kur’ân’ın kudsî nezaheti’ başlığı altında Mister John Davenport, “Hazret-i Muhammed (asm) ve Kur’ân-ı Kerim” ünvanlı eserinde “Kur’ân-ı Kerim’den bahsederken, şu sözleri söylüyor” diyerek şunları naklediyor:

Kur’ân’ın sayısız hususiyetleri içinde bilhassa ikisi fevkalâde mühimdir:

1- Zât-ı Kibriya’yı ifade eden âyâtın ahengindeki ulviyettir. Kur’ân-ı Kerim, beşerî zaaflardan herhangi birisini Zât-ı Kibriya’ya isnaddan münezzehtir.

2- Kur’ân—başından sonuna kadar—gayr-ı beliğ, gayr-ı ahlâkî, yahut terbiyeye muhalif fikirlerden, cümlelerden ve hikâyelerden tamamen münezzehtir.

Hâlbuki bütün bu nakîsalar, Hıristiyanların ellerindeki muharref kitab-ı mukaddeste mebzuliyetle vardır. 6

4 -Kitaptan önemli tesbitler:

4.1- Hiçbir peygamberin hayatı Hz. Muhammed’inki kadar güvenilir olarak bilinmemektedir.

Meşhûr peygamberler ve fâtihler arasında târih-i hayâtı; Hz. Muhammed’in târihi gibi, en ince teferruâtına kadar, en mevsuk şekilde kayd ve zapt olunan bir kimse gösterilemez. 7

4.2 – Müslümanlık tek Allah dinidir.

Hazreti Muhammed’in her türlü hırstan arınmış olduğunu hayatının bütün şartları ispat etmektedir. Bu gerçek, şununla ispatlanmıştır ki, Hazreti Muhammed dininin kökleştiğini gördüğü ve sınırsız bir kuvvet aldığı halde, kendini büyültmek için bundan faydalanmamış, asıl sadeliğini zerre kadar feda etmemiştir. Nefsinin şehvetlerini doyurmak bahsine gelince, Hazreti Muhammed’in zamanında sınırsız ve sonsuz çok kadınla evlenme geleneği yaygındı. Böylece nefsinin şehvetini doyurmak isterse çok kadınla evlenme sınırlanmaz, ama onun sınırsızlığından faydalanılırdı.

Hazreti Muhammed’in hayatından söz ederken bu nokta üzerine söylediklerimize şunu da katalım: Peygamberimiz (asm) hiçbir vakit insanüstü olduğunu iddia etmemiş, “Ben de sizin gibi bir insanım” demiştir. Hem peygamber, hem padişah olan Hazreti Davut ise, “Allah’ın ilhamına göre hareketini uyduran” ve “Diyana tapınağının üzerindeki karlar kadar temiz” insandı.

Hıristiyan yazarlar Hazreti Muhammed’e (asm) saldırırken sırçadan bir köşk içinde oturduklarını unutmasalar daha iyi olmaz mı?

Hazreti Muhammed (asm) kudret kazanmak hususunda ancak Hazreti Musa’nın hareketini takip etmiştir. Hazreti Musa, bir başkan, bir kılavuz, bir kanun koyucu sıfatını almasa Beni İsrail’i Mısır’dan çıkaramazdı. Bu yüzden bir kimse Hazreti Musa’yı bu hareketi kovaladığından dolayı hırs ile suçlamayı düşünmemiştir. Çünkü Hazreti Musa, o kudretten yoksun olsa, Yahova’nın kendisine verdiği peygamberliği yapamazdı. Arabistan’da da durum buna benzer idi. Arabistan birbirleriyle savaşmakta olan çeşitli kabilelerle kaplanmış idi. Bunları birleştirmek ve bir “topluluk” haline getirmek için Hazreti Muhammed’in (asm) bunların reisliğini üzerine alması, Müslümanlığı bunlara birer birer bildirmesi gerek idi. Bu hareket, şahıs hırsı gibi bir suçtan tamamıyla serbesttir.

Hazreti Muhammed’e (asm) ve onun inançlarına bol bol yüklenen sahtelik suçuna gelince İslâm peygamberinin, Hazreti İsa gibi, “Allah Birliği” inancını öğretmesi, bu suçlamanın haksızlığına en kuvvetli tanıktır. Bununla beraber sahtelik, onun peygamberlik iddiasına karşı ileri sürülüyorsa buna da imkân yoktur. Putperestliği yok ederek Allah’ın Birliğini öğretmek, Allah’ın peygamberliği ile yapılabilecek bir iş olduğunu herkes doğrular. Hazreti Muhammed (asm) ise, Arabistan’da Allah Birliği inancını o kadar sağlam bir surette kurmuş ve oradan putperestliği o kadar etkili bir şekilde kaldırmıştır ki, bir daha put perestlik herhangi şekilde orada ortaya çıkmamıştır.

Hazreti Muhammed’in (asm) yeni bir din getirmediğini, Allah’ın İbrahim ve İsmail’e vahy ettiği dini yeniden diriltmeye geldiğini söylediği halde, gerçekte yeni ve uydurma bir din öğrettiği de söylenmektedir. Fakat eğer bu din eskilerden, ibadet amaçları ve öğrettiği ahlâk ödevleri ile ayrılıyorsa, o halde Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın ve Hz. Muhammed’in (asm) dinleri de yeni bir din değildi. Hazreti Musa’nın dini. Hz. Âdem, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. İshak, Hz. Yakub ve Hz. İsmail’in dinini diriltiyor, Allah’ın birliğini bildiriyor. Allah’a sevgiyi ve itaati söylüyor, Allah’ın iradesi ve insan toplumunun yüklediği ahlâk ödevlerinin yapılmasını öğretiyordu. Hazreti İsa her şeyin üstünde Allah’ı sevmemizi, kendimizi sevdiğimiz kadar komşularımıza da sevgi göstermemizi öğretiyordu ki bu bütün peygamberlerin bildirdiği hükümlerin aynıdır. Bu yüzden Hz. İsa’nın inancı da yeni bir şey değil, Hazreti Musa tarafından bildirilen inancının aynı idi: Şu ayrılık ile birbirimize karşı yapacağımız ahlâk ödevleri eskisinden daha kuvvetli bir surette emr olunmuştu. “Kendine nasıl iş yapılmasını istiyorsan başkalarına da öylece yap” Allah kuralı insanların en bilgisizi ne kadar herkesin uyacağı ahlâk temellerini bildiriyordu.

Hazreti İsa ortaya çıktığı zaman Yahudiler korkunç bir ahlâk bozukluğuna uğramıştı. Bencillik, çoktan beri caniyane bir varlık almıştı. Rahipler sınıfı ile halk içinde yaygın olan ahlâk, cimrilik, gasb u garet, zulüm ve baskı idi. Din adına yalnızca birtakım seremoni ve törenlere uymak, sadece doğruluk sayıldığından kısa bir zamanda bunlar gerçek anlamlarını kaybetmişlerdi. Hazreti İsa’nın peygamberliği bu kötülüklerin önüne geçmeyi amaç edinmişti. Bu da Hazreti İsa’nın esas bakımından Yahudiliği, yani Musa dinini, diriltmeyi amaç ettiğini gösterir. Hazreti Muhammed’in görevi, yalnız ahlâk inançlarım öğretmek değil, bundan başka Allah’a ibadeti (kulluk etmek, tapınmak) kurmaktı. Çünkü içinden çıktığı halk, din inançları ve ahlâk ödevleri bakımından doğru yoldan sapmıştı. Böylece Hazreti Muhammed (asm), Hazreti İbrahim’in dinini diriltmiş. İbrahim dinini dirilmeyi amaç ettiğini söylediği zaman ancak gerçeği söylemişti.

Memleketinde büyük ve sürekli yenilikler meydana getirerek Allah’ın birliğini kurmak, bozuk ve korkunç putperestliği yok etmek, çocukları diri diri gömmek geleneğini kaldırmak, içki ve kumar gibi ahlâk bozukluklarının kaynağı olan kötülükleri yasaklamak, sınırsız ve ölçüsüz surette bir çok kadınla evlenmeyi en küçük dereceye indirmek gibi işleri yapan büyük bir yenilikçinin sahteci sayılmasına imkân var mıdır? Bu Allah peygamberliğinin yapma olduğuna inanılabilir mi? Asla! Hazreti Muhammed (asm) ancak gerçekten samimî bir bilinç ile bu kadar dayanıklı ve girişken hareket edebilir ve zerre kadar sarsılmadan, Hz. Hatice’ye sırlarını açıkladığı günden Hz. Aişe’nin kollarında öldüğü güne kadar çalışabilirdi.

İnsanların vicdanlarında ve hareketlerinde büyük bir devrim yapabilen bir insan, gerçekten yaradanına karşı bütün bir inanç ile duygulanmış samimî ve doğru bir insandır. Bu insan kendisi doğrudan doğruya Ulu Allah’ın kudret eli altında bulunduğu gibi Allah’ın peygamberliğini de taşır.

Hazreti Muhammed (asm), peygamberliğine en kesin olarak inanmış idi. Bu imanı temelsiz değildi. Her türlü alaylar ve aşağı görmeler ile karşılanan İslâm peygamberi yolundan kıl kadar ayrılmadı. Korkutmalar, işkenceler onu Allah Birliği inancını her yana-yaymaktan, zamanında yaygın olan ahlâktan çok yüksek bir ahlâkı öğretmekten alıkoymamıştır. Hazreti Muhammed (asm), krallık arkasından koşmadı, din başkanı olmaya uğraşmadı, tolerans istedi, insanları inandırarak hak yoluna çağırmak için hürriyet istedi. İnsanların adalete uymalarına çalıştı, merhameti sevdirmeye uğraştı.

Allah önünde kendimizi küçük görmeyi öğretti. Bütün bunların sağlayıcısı olarak insanların haşir ve neşir (toplanıp yayılma) olunacağını ve kıyamet gününde muhakeme olunacaklarını söyledi. Hz. Muhammed (asm), “Hak geldi, batıl zail oldu” âyetlerini okuyarak Kâbe’nin 360 putunu darmadağın etti. Bu görevini de tamamladıktan sonra başkaları gibi Mekke’de tahtını kurmadı. Putperestlikten kurtardığı Kâbe’nin yanında bir saray yaptırmadı. Babalarının ve dedelerinin şehrini, milletinin merkezini, dininin en öz yerini bırakarak dertleri ve sıkıntıları zamanında kendisine dost olanlar arasındaki sade evine geri döndü. 8

4.3- Müslümanlık kılıçla yayılmamıştır.

Müslümanlığın kılıçla yayıldığının bir dereceye kadar doğru olduğunu kabul ederek putperestlerden bir kaçının Allah’ın birliğini tanımamak uğrunda öldürüldüklerini ileri sürelim. Fakat buna karşılık olarak deriz ki: Cenâb-ı Hak tarafından emrolunan bir şey, hiçbir vakit zulüm sayılamaz. Hıristiyanlar Cenâb-ı Hakk’ın putperest Kenanlıların, putperest olduklarından dolayı Beni İsrail tarafından yok edilmesini emrettiğine, hatta Yahova’nın bu emri yerine getirmek için bir mu’cize işlediğine, Yuşa’nın bütün düşmanları yok etmesini sağlamak için güneş ile ayı yerli yerinde durdurduğuna inanılır. Madem ki Hıristiyanlar bu inancı besliyorlar, Muhammed’in (asm) aynı araçları kullanmasına karşı koymamalıdır. Yoksa Muhammed’in (asm) zamanındaki putperestlik, Hz. Musa’nın zamanında yok edilen putperestlikten daha çok Allah katında saygılı olduğunu iddia etmek gibi birbirini tutmazlığa düşerler.

Hazreti Muhammed’in (asm) savaşlara giriştiği gerçektir. Fakat onun savaşları Hz. Musa’nın savaşları gibi yok etme savaşları değildi. Hazreti Muhammed’in (asm) övülmeye değer amacı Arabistan’ı birleştirmek, bir devlet meydana getirmek, onlara her şeyin yaradanı olan bir Allah’a ibadeti öğretmek idi.

Hazreti Muhammed (asm), Müslümanlığa girenleri cömertçe yanına almış, onlara kucaklarını açmış, ama saldıranları bastırmış ise de günahsız kadınların, kızların ve çocukların kanını korumuştu.

Kur’ân-ı Kerim’in hiçbir yerinde, bütün insanlığın kabul ettiği adalet ve merhamet ideallerine aykırı bir tek emir görülmez. 9

4.4- Hazreti Muhammed tarafından Sina Rahipleri ile bütün Hıristiyanlara verilen Berat
Hazreti Muhammed (asm) tarafından verilen berat’ın maddeleri şunlardır:

1- Her kim bu antlaşma hükümlerine karşı gelirse Allah’ın andına karşı gelmiş olur ve kim olursa olsun lânete hak kazanır.

2- Rahiplerden herhangisi gezerek bir dağ, tepe, köy, deniz veya çölde, veya bir manastır, kilise veya tapınakta yerleşirse korunacak, kendisine her türlü kolaylıklar gösterilecek, malı ve canı saklanılacaktır.

3- Bunlardan asla vergi veya cizye alınmayacak, böyle bir şey vermesine zorlanılmayacaklardır.

4- Bunların hâkimleri, valileri değiştirilmeyecek, bu memurlar memurluklarından azil edilmeyeceklerdir.

5- Seyahat sırasında bunlar asla saldırıya uğramayacaklardır.

6- Bunlar kendilerine ait kiliselerden çıkarılmayacaklardır.

7- Bunların hâkimleri, valileri, zahidleri, müridleri, hizmetçileri, herhangi vergiye bağlanmayacaklardır.

8- Bu antlaşmaya uymayanlar Allah’ın emrine saldırmış olurlar.

9- Dağ başlarında tek başlarına bir hayat geçirenler vergi ve aşara bağlı değildirler.

10- Ürünlerin bereketli zamanlarında halk bunlara bir pay vermelidir.

11- Savaş zamanlarında bunlar oturdukları yerlerden çıkarılmayacaklar, savaşa katılmaya zorlanmayacaklar ve kendilerinden bir şey istenmeyecektir.(Bu maddeler Rahiplere dokunan her şeyi içine aldığı gibi aşağıdaki maddelerde bütün Hıristiyanlara özgü işlemleri anlatmaktadır).

12- Oturmaklı yerleşmiş olan Hıristiyanlar, ticaret ve zenginlik sahipleri vergi verirler.

13- Hıristiyanlardan başka bir şey alınmaz.

14- Eğer bir Hıristiyan kadın bir Müslüman’la evlenecek olursa kocası onun kiliseye gidip inancına göre ibadet (tapınmak) yapmasına engel olmayacaktır.

15- Hıristiyanlar kiliselerini onarmaktan alıkonmayacaklardır.

16- Bu şartları tutmayanlar Allah’ın emirlerine karşı gelmiş sayılırlar.

17- Bunlara karşı bir kimse silâh taşımayacak, Müslümanlar onları savunacaklardır.

18- Müslümanlar bu antlaşmanın hükümlerine süresince uyacaklardır. Bu antlaşmaya sahabelerin en seçmeleri şahit olarak imzalarını koymuşlardır. 10

4.5- Çok kadınla evlenmek sorusu

Çok kadınla evlenme, Doğuda yayılmış olan bir gelenektir. Hazreti İbrahim zamanında bile bu gelenek hüküm sürüyordu. Kitab-ı Mukaddes’in beyanları ve sahifeleri çok kadınla evlenmenin o zamanki daha temiz, insanlıkça bir günah sayılmadığını gösteriyor.

Çok kadınla evlenme eski Yunanlılarca hoş karşılanırdı. Plutark, bunu anıyor. Oripidis ile Eflatun çok kadınla evlenmeyi savunmuşlardı. Eski Romalılar çok kadınla evlenmeden faydalanmadılarsa da onu yasaklamamışlardır. Mark Antuvan, ilk defa iki kadın alan zat olarak tanımlanıyor. Ondan sonra bu gelenek Theodosius ve Arcadius zamanına kadar yayılmış, Arcadius 393’de onu yasaklamış idi. Daha sonra imparator Valentiyen, yayınladığı bir ferman ile bütün tebasının istedikleri zaman bir çok eş alabileceklerini bildirmiş idi.

O zamanın kilise tarihini incelediğimiz zaman piskoposların çok kadınla evlenmeye karşı çıktıklarını görmüyoruz. Büyük Konstantin’in oğlu Valenintanus Konstantius’un bir çok karısı vardı. Frank Kralı Clother’in ve oğulları Heribartus ile Hiberikus de çok kadınla evlenmeden faydalanmışlardı. Bunlara Pepin ile Şarlmayn’ı Luter ile oğlunu, 888’de Almanya imparatoru olan yedinci Arnolfus, Fredrik, Barbaros ve Fransa Kralı Filip Theodatus’u katabiliriz. Frank krallarının ilkleri arasında Günteran, Karibert, Siçbert ve Çilberik’in bir çok eşi bulunduğunu görüyoruz. Günteran’ın Veniranda, Merkatrpd, Ostericild adında üç karısı vardı. Karibert adındaki kralın da Merfılda, Markoneza, Theodoçilda adında üç eşi bulunuyordu.

Daniel, Frank krallarının çok kadınla evlendiklerini açıkça söylüyor. Birinci Dagobert’in üç karısı bulunduğunu yalanlamadıktan başka Theodobert’in kocalı bir kadın olan Dentari’yi, evli olduğu ve Wizicild adında bir karısı bulunduğu halde aldığını anlatıyor. Doğobert’in, bu hareketle amcası Clother’i taklit ettiğini, Clother’in üç karısı bulunduğu halde Kribudomir’in dul kalan karısını aldığını ekliyor..

Sıcak memleketlerde ise güzellik ve çekicilik hayatın başlangıcında görülür, ondan sonra söner.

Bundan dolayıdır ki ancak bir kadınla evlenmeyi gerektiren kanun Avrupa için uygun olduğu halde Asya’nın iklimine uygun değildir. Yine bundan dolayıdır ki Müslümanlık Asya’da kolaylıkla yayıldığı halde Avrupa’da güçlükle yayılmıştır. Hıristiyanlık kurulup yerleştirildiği halde Asya’da tutunamamıştır. Müslümanlığın Çin’de yayıldığı halde Hıristiyanlığın yayılmamasının da sebebi budur.

                                                                                   Ahmet Akgündüz, 10/28/2011

 

Dipnotlar:
1- Bu konuyu değerli bilim adamı Doç. Dr. Özcan Hıdır’ın akademik bir makalesinden özetledik.
2- Burada bütün oryantalistleri aynı potaya yerleştirmek asla amaç değildir. Şarkiyatçılar, özellikle de günümüz şarkiyatçıları arasında bu tanımlamanın dışında mütalâa edilecek kimseler bulunmaktadır.
3- Mustafa el-A‘zamî, “Müslümanlar oryantalistleri niçin reddetmelidir? I”, 08.12.06 tarihli Zaman Gazetesi.
4- Bk. J. Slomp, “Luther en de Wortels van het anti-Islamisme”, Begrip, s. 5.
5- Lord John Davenport, Çeviren M.S.S.P. Arar Yayınları: l, S.89-108 Ankara Üniversitesi Basımevi-1967-Ankara.
6- John Davenport, An Apology for Mohammed and the Koran, (London: Orgden Press, 1882), sh. 62 vd. 72 vd.
7- Davenport, An Apology for Mohammed and the Koran, sh. 1.
8- Davenport, An Apology for Mohammed and the Koran, sh. 1-55.
9- Davenport, An Apology for Mohammed and the Koran, sh. 135 vd..
10- Davenport, An Apology for Mohammed and the Koran, sh. 142 vd.

 

 

 

John Davenport’un Kur’an’dan ve Hz. Muhammed’den Özür Dilemesi Konusuna Ait Etiketler

Bu Konuyu Sosyal Medyada Paylaş

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz


Yukarı Çık