Oryantalistlerin Kuran, İslam ile ilgili eleştirilerine cevaplar

Herkes aynaya – Tarihe – bir baksın!
Ehli kitaptan bir çoğu sizi tekrar kafirliğe çevirmek ( Bakara, 109) , sizi doğru yoldan sapıttırmak (Ali İmran, 69) isterler.
İslam’la ilgili eleştirilerinde belli bir kural, metot asla kullanmaz oryantalistler. İslami kaynaklar içerisinde işlerine gelenleri cımbızla seçer, ortamında koparır, istedikleri gibi kullanırlar. En aşırı şii kaynağı delil getirir Kuran’a saldırır, Kuran’dan bir ayette geçen kelime ile hadislerde geçen aynı anlamdaki bir başka kelimeyi birleştirir, aralarında irtibat bulunmayan konuları birbirlerine yamarlar. Ayet hadisleri istedikleri gibi eğer, kelimeleri istedikleri gibi anlamlandırabileceklerini zannederler. İncil ile ilgili birçok gerçeği gizler, bilmiyor gözükür, muhataplarına saldırı en iyi savunmadır metodunu kullanırlar. Yalan iftiradan asla utanmazlar ve gerçeği bile bile gizlemek gibi sıkça başvurdukları huyları vardır. İslam’la ilgili önce bir karar verirler anlamı, içeriği, gayesi ile zıt, kelime oyunları yaparak ayet hadisle iddialarını delillendirdiklerini zannederler.
Konuyu tamamlayan sitemizdeki “Kaynaklar” bölümündeki temel bilgilerin okunmasını hem oryantalistlerin eleştiri konusu yaptıkları konularda cevaplara ulaşmanız hem de oryantalistlerin eksik olan bilgileri gözler önüne serilmesi açısında önemle tavsiye ederiz.
“İlerideki yüzyıllarda insan cinsinin düşünceleri ve inançları üzerinde barışçı bir etki yapmak üzere Haktan gönderilen en kuvvetli vasıtayı, en inatçı taassup ve en cahil saldırılarla karşılamak kadar yanlış ve hem de gülünç bir hareket olamaz. Kuran ayetlerinin kılıçla yayıldığını sanmak korkunç bir hatadır.” (Lord John Davenport, Hz Muhammed ve Kuran’ı kerim, s. 55)
İslam ile terörü aynı kefeye koymaya çalışanlara
1- “Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Ben barış değil, kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben oğula babasının, kızla anasının, gelinle kaynanasının arasına ayrılık sokmaya geldim. İnsanın düşmanları, kendi av halkı olacaktır.” ( Matta:10-34-36 )
Sadece son yüzyılda Hıristiyan alemi dünyaya iki dünya savaşı, iki atom bombası, 3 kıtada sömürü, İşkence, katliamı sığdırdılar, yeter! Onlar ” Barış, müjde” ile geldik derken geride bıraktıkları sadece zulüm, kan, gözyaşı olmuştur.
“Peru fâtihi” Francisco Pisarro, bu ülkenin kıyılarına ulaşıp İnkalar’ı kitleler halinde kesmeye başladığında, yüreğinde hâlâ azıcık vicdan duygusu bulunanlar duruma isyan etmiş ve ünlü komutana bu kadar çok kan dökmemesi yolunda uyarıda bulunmuşlar. Pisarro bakmış ki rahiplerin homurdanmaları gitgide artıyor, bunun üzerine kendisine yakın bulduğu bir kaç kardinalden insanlık tarihine geçecek şöyle bir fetva almış: “Fethedilen bu topraklarda yaşayan canlılar (İnka İmparatorluğu’nun mensuplarını kastediyor) her ne kadar insana benzer bir görünüme sahip olup iki ayakları üzerinde yürümekteyseler de, sonuç itibarıyla Engizisyon Mahkemesi bunların farklı bir hayvan türü oldukları kanaatine varmıştır. Bu vesileyle, düşünme ve iman etme yetisinden yoksun olan bu ‘hayvanların’ katli vacip görülmüştür.”
Pisarro’nun vebanın pençesindeki Portekiz’inden gelen rahiplerin “hayvan” diye tanımladığı o İnkalar, Cusco’daki Maccu Picchu dağının4000 metreyükseklikteki zirvesine, yapılış sırları günümüzde bile hâlâ çözülemeyen modern bir kent kurmuşlardı. Ayrıca o insanlar taş bina yapımında yeryüzünün gelmiş geçmiş en müthiş mühendisleriydiler. Tarihlerinin en geniş sınırlarına ulaşan Aztekler ise matematikten astronomiye, inşaat mühendisliğinden tekstile dek birçok alanda altın çağlarını yaşamaktaydılar. Ülkenin her köşesi birer mühendislik harikası olan dev piramit tapınaklarla donatılıp pek çok yerleşim biriminde canlı bir ticarî hayat hüküm sürerken, başkent Tenochtitlan’da da (günümüzün Mexico City’si) ülkeye ilişkin bütün yıllık planlamalar bir güneş yılını tamı tamına 365 güne bölen ünlü “güneş takvimi” ile yapılmaktaydı. Onların son derece hassas astronomik hesaplamalardan sonra buldukları bu takvimi gündelik hayatlarında kullandıkları dönemde, 8 bin kilometre ötedeki Avrupa’da ise astronomi biliminin temellerinin henüz yeni yeni atılmaya başlandığını hemen hatırlatalım.
Amerika’nın keşfinin ilk 50 yılında Katolik İspanyollar bir milyon yerlinin katliam, kölelik ve enfeksiyonal hastalıklardan dolayı ölümüne sebep olmuştur. Ve daha sonra ki 150 yıl içinde 100 milyon insan yani yerli halkın 90% haritadan silinmiştir. Amerika’nın keşfinden 19. yüzyıla kadar 13 milyon Afrikalı köleleştirilip Amerika´ya götürülmüştür. Afrika’daki elmas, altın madenlerinin sömürülmesi yetmezmiş gibi, tüm Afrika halkının köle diye Avrupa ve Amerika’da satılması hatta Güney Afrika’da daha ırkçılığın yasaklanmasının daha üzerinden 20 küsur sene yeni geçmiş iken, Asya halkı işgal ve sömürü altında yüzyıllarca sömürge valileri tarafından yönetilirken, Tüm İslam alemi işgal edilip, ırk-hizip-mezhep savaşları körüklenirken, Avrupa’da ırkçı saldırılar yetmezmiş gibi islamofobi gizli destekle yayılırken bize hala insanlık dersi verebileceklerini zannedenlerin önce aynaya bir bakması gerekmez mi acaba? Kendi mezhepleri arasında yüzyıl savaşları yapan, iki cihan savaşına enden olup yeryüzünü cehenneme çeviren, gizli örgütlerle dünyayı yönlendirip yönetmeye çalışanlar acaba aynaya ne zaman bakacaklar?
“ Onlara: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde: ‘Biz sadece ıslah edicileriz’ derler. İyi bilin ki, onlar müfsitlerin ta kendileridir, fakat anlamazlar.” (Bakara, 11-12)
“Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda ise bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.” Kenya Devlet Başkanı Kenu Kenyattu
2- Mesih’in çarmıhta kendini kurban vermesi (1. pet.2:24), kendi kanını bizim günahlarımız için dökmesi, tanrı’nın gazabını (1 Yuhanna 2:2) , (Yuhanna 1:12), bizden uzaklaştırmasına neden oldu. Kişiyi tanrı’nın gazabından kurtaracak tek şey, Mesih’in o kişinin yerine çarmıhta kurban olarak ölmesidir (1. pet. 2:24) Cehennem, Tanrı’nın huzurunun bulunmadığı, ateşle işkence edilen bir yerdir. (matta25:46) “Hıristiyan olmayanlar cehenneme sonsuza dek atılacaklar.” (Matta25:46)
E hani tanrınız ” sevgi” idi ? Kutsal kitap, tanrı sevgidir (1.Yuhanna 4:16) ve o herkesi sever (Matta 5:43-48; Yuhanna 3:16) demektedir, diyordunuz? Bizim ilahımız zalimlere kızınca “Tanrı hiç kızar mı?”, sizinki acı çekip, oğlunu (!) çarmıha gerdirince, gazabı ancak sönünce iyi oluyor öyle mi?
Ya peki günahkar doğuma ne demeli, bizim ‘Melek’ tabir ettiğimiz bebekler? “Orjinal günah, günahlı doğum Adem’den kaynaklandı ve aileden çocuklarına geçmeye başladı. Bizler doğal olarak tanrı’nın gazabının çocuklarıyız.” (efes.. 2:3) Bebekler günahkar doğar ve onlar tanrının gazabının eseridir. Bu tanrı bir de “Sevgi” tanrısı olmasa ne olurdu acaba?
3- Orijinal el yazmalarında tanrı sözü esinlenmiştir ve hatasızdır (2. tim.3:16) Hatasız iddiasına cevap “ İncil, Hıristiyanlık, papa” adlı çalışmamızda.
4- Baba, oğul ve kutsal ruh. Üçlü birlik üç tanrıdan oluşan tek tanrı veya tek kişinin üç şekilde görünmesi değildir. Üçlü birlikçilik, tek tanrıcıdır (monoteisttir). Var olmuş tek tanrı dışında hiçbir tanrı yoktur ve her şeyin hâkimidir.
Siz ikna oldunuz mu? Başta bir hata yaptık şimdi ancak bu kadar kıvırabiliyoruz demiyorlar İslam’daki tevhit, yaratıcının tek olmasına kıyasla ancak bu yuvarlamalar ile üç tanrıyı teke indirmeye çalışıyorlar ama olmuyor. Peki kutsal ruh için yapılan şu tanrı tanım bu monoteist tanrı teorilerini çürütmüyor mu: Kutsal ruh; Üçlü birliğin üçüncü kişisidir. Kutsal ruh tamamen tanrı’dır.
Ya İsa (as) ? “ Üçlü birliğin ikinci kişisidir. Beden almış söz’dür (Yuhanna 1:1, 14) Hem tanrı hem insan’dır (kol. 2:9) Önce böl, parçala, sonra bir ( Mono) yapmak için uğraş!
Devam edelim.
Tanrının oğlu. Bu terim İsa’nın fiziksel anlamdaki tanrı’nın oğlu değil ruhsal anlamda İsa’nın tanrısallığını anlatmak için kullanılır (Yuhanna 5:18) Bakalım öylemi, Yuhanna 18. ayet: “Bundan dolayı Yahudiler onu öldürmeye daha ziyade çalışıyorlardı, çünkü yalnız cumartesi gününü bozmakla kalmadı, fakat tanrı’nın kendi babası olduğunu söyleyerek kendisini tanrı ile bir kıldı” Nerede “Ruhsal anlamda “ oğul ifadesi. Aksine tanrı ile ‘Bir’ olma ifadesi açıkça ayette geçiyor. Zaten çarmıha gerilme olayı çürütmüyor mu bu iddiayı, bizim için kendini feda eden tanrı değil mi O?
İsa Hıristiyanlara göre tanrının sözüdür, sözün et kemiğe bulanmış halidir: Başlangıçta söz vardı. Söz tanrı’yla birlikteydi ve söz tanrı’ydı. Ve söz insan olup aramızda yaşadı.” (Yuhanna 1:1, 14) Söz tanrı ile birlikte idi, aramıza insan olarak geldi, tanrının oğlu idi, bir de kutsal ruh var tabii, yani böl parçala yönet taktiğini tanrıya da uyguladı kilise sonunda.
Ya peki insan? “insan, tanrı’nın benzerliğinde yaratıldı.” (yar. 1:26) İnsan olan İsa tanrı olunca, diğer insanlar da tanrı benzeri oluyor tabii.
5- Cennet, tanrı’nın bulunduğu yerdir. Tanrıyı üçe çıkarma yetmedi, bir de O’na yer isnat ediyorlar. Tabii yorulan, sarhoş gibi uyanan vb. tanrı inancı yanında o’na yer izafe etmek ne olur ki?
6- Kendi kutsal kitapları kul yazması olunca Kuran’ın ilahiliği tabii oryantalistlerin canını sıkıyor: “Muhammed kendisi yapmıştır. Esinlenmemiştir veya kutsal yazı değildir. Orijinallerinden bugüne doğru geldiği kanıtlayacak deliller yoktur.”
Çekememezlik, kıskançlık böyle bir şey işte! Cevabı bir oryantalist (John Bertin) versin ” Bütün olumsuzluklarına rağmen, Müslümanların hadisleri vesikalandırma şansı , bizim kutsal kitabımızı vesikalandırma şansımızdan daha fazladır.” ( Münih, Ocak 1998 )
Ey oryantalistler! Kutsal kitap dediğiniz şeyin bizim kitabımızla değil ikinci kaynak kabul ettiğimiz hadislerle olan seviyesini ve güvenilirliğini bir ayarlayın sonra Kuran’a gelin. Tabii bu iddialara cevaplar sitemizde “Kuran” kategorisinde verilmiştir.
7- Yorumsuz: “Mesih’e ve O’nun çarmıhtaki kurban oluşuna güvenen herkese tanrı’nın karşılıksız bir armağanıdır (Efes. 2:8-9) o bizim aracımızdır (1. tim. 2:5). kurtuluşu kazanmak için iyi işlerimiz yetersizdir ve tanrı’nın huzurunda kabul edilmez. (Yeşaya 64:6) ”
Sevgi dininin temsilcilerinin dünyaya hediyeleri
Sorular cevaplar
Tanrı neden İsa’dan yaklaşık 600 yıl sonra başlangıçtan beri var olan eşsiz planını değiştirip yeni bir mantıkla ortaya yeni bir din çıkartmıştır. Özellikle şeriat yani yasa Mesih öncesine aittir Tevratta bunu rahatlıkla görebilirsiniz. Mesih’in gelişi şeriata yeni bir boyut getirmiştir. Durum bu olunca Tanrı önce şeriatı verip sonra kaldırıp tamamlayıp sonra neden yeniden İslam inancı ile yenilemiştir?
Eşsiz planın değiştirilmesi iddiası olaylara Hıristiyan kaynaklı bir bakış açısının klasik sonucudur. Onlar kendi dinlerinden hareketle böyle bir yorum yapabilirler ama aynı yorumu bizim kabul etmemiz veya bu minval üzerinden değerlendirme yapmamızı belleyemezler herhalde.
Allah’ımızın eşsiz planı aksaksız devam ediyor. Bazılarının üzülmesine gerek yok! Yahudi şeriatı bozuldu bu doğru! Bu yanlışı İsa’nın şeriatı- kuralları – tamamladı ve eksiklik giderildi! Bu da doğru. Eksik olan bu İsa şeriatının da Musa şeriatının sonu gibi bozulmaktan, tahriften kurtulamamasıdır. Tevrat’ın bozulduğunu, İsa (as) ile yeni boyut kazandığını kabul eden zihniyet, aynı şeyin kendi kitabının başına gelince onu düzelten, ona yeni boyutlar kazandıran İslam’a itiraz etmesi hayli düşündürücüdür. Bu konuda “ İslam tüm dinlerin ortak adıdır” isimli dosyamıza bakılabilir.
Kutsal Kitap mantığı ile baktığımızda bizler Mesih’i kurtarıcı ve Rab olarak, ayrıca görünmeyen Allah’ın görüntüsü ve kelamı olarak kabul ediyoruz. Bunun dışında da biyolojik bir anlam katmadan oğlu diyoruz. Biyolojik anlam katmadan diyorum çünkü Tanrı’nın bir insanla biyolojik bir ilişkiye girmesi inancımız gereği Tanrı’ya hakaret ve küfürdür. Ancak Kuran bizleri ve inancımızı aşağıdaki ayetlerde belirttiği gibi niteliyor. Sizce bizim inancımızda böyle bir bakış olmadığı halde her şeye gücü yeten Allah geçmiş tarihi ve insanların ibadetlerini bilmediği için yeni gönderdiğinde böyle bir açıklama yapma gereğini mi hissediyor? Kuran şöyle diyor; Dediler ki: “Allah çocuk edindi!” Hâşâ! O, münezzehtir! O, müstağnidir! Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur! Yunus/68 Bir de: ” Allah çocuk edindi.” diyenleri uyarmak için. Keyf/4 “Rahman çocuk edindi.” dediler. Meryem/88 Böyle iken dediler ki: “Rahman çocuk edindi.” Allah bundan münezzehtir. Doğrusu (o çocuk dedikleri) sadece şerefli bir takım kullardır; Enbiya/26
Hıristiyan dini literatüründe ” Oğul ” ifadesi var. Onu Kuran uydurmuyor, yetmedi bir de Anne var (Detay aşağıda verilmiştir. Baba ise zaten var, asıl tanrı O! İsa’yı biyolojik oğul ilan eden zaten İncil’in bizzat kendisi: İsa Yiyor, uyuyor, acı duyuyor, ölüyor. O Tanrı’nın gönderdiği melek olsa kimse O’na zaten zarar veremezdi. Onu insan – oğul- kelam karışımı hilkat garibesi yarı tanrı yarı kral – Krallık konusu ayrı bir konu – ilan eden bizzat Hıristiyanların kendisi değil mi? Eğer İsa biyolojik bir figür değilse İsa’nın fizyolojisi, onu oluşturan elementlerin yapısı ne idi? 2000 yıllık İsa figürünü İslam tevhit inancı ile muhatap olmasa idiniz böyle kıvırmaya ihtiyaç duyar mıydınız merak konusudur açıkçası! İsa’yı biyolojik tanrı ilan eden Kuran değil bizzat İncil kaynaklı Hıristiyan bakış açısıdır! Kur’an’a iftira etmeyiniz! Bu arada İsa için; “üçlü birliğin ikinci kişisi, Beden almış söz ( Yuhanna1:1), Hem tanrı hem insan (Kol.2:9), başlangıçta söz vardı, söz tanrıyla birlikteydi, ve söz insan olup aramızda yaşadı ( Yuhanna 1:, 14) ” ifadeleri bizzat sizin kitaplarınızdan alınan ayetlerdir. Ayrıca bırakın oğlu, Baba (!) insanı yaratırken kendine benzer yarattı (Yar.1:26) diyen sizin kitabınız değil mi? Bunlar Kuran’dan alıntı değil ki?
Olaya “Biyolojik anlam “ ( yani cinsellik ) katarak işi sulandırmaya çalışmayınız lütfen, dikkatleri biyolojiye (!) çekerek oğul- anne- kutsal ruh tanrı kavramlarınızdan uzaklaştırmaya çalışmayınız.
Tarih boyunca bilinir ki İncil’i İsa değil esinleme yolu ile O’nun yaptıklarını görenler ve O’nun kurtarış müjdesini alanlar esinleme yoluyla yazmıştır. Ancak Kuran bize bunun aksini iddia ediyor yine soruyorum. Her şeye gücü yeten Allah geçmişte kime ne verip vermediğini bilmemekte midir? Ayetlere bakalım; Allah o günde şöyle buyuracak: “Ey Meryem oğlu İsa, sana ve anana olan nimetimi düşün; hani seni Cebrail ile destekledim, insanlarla hem beşikte hem de yetişkin iken konuşuyordun; sana yazı yazmayı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğrettim. Maide/110 Sonra onların izleri üzerinde ardarda peygamberlerimizle izledik; arkasından Meryem oğlu İsa’yı gönderdik, ona İncil’i verdik ve ona uyanların kalplerinde bir şefkat ve merhamet yarattık. Bir de rahipliği ki, onu onlar uydurdular, Biz onu üzerlerine yazmamıştık; ancak Allah’ın rızasını aramak için yaptılar, sonra da ona hakkıyla riayet etmediler. Biz de içlerinden iman etmiş olanlara mükâfatlarını verdik, çokları ise yoldan çıkmış fasıklardır. Hadid/27
İslamî bakış açısı ve bunun kaynağı Kuran, İncil’i Kuran gibi Hz. İsa’ya indirilmiş kutsal bir kitap olarak kabul ederler. Kuran’da bu meyanda birçok ifadeler var! Ama sizler Kuran’ın olayları bizzat sizin bakış açınıza göre, sizin mantığınıza göre olayları yorumlamasını istiyorsunuz. Sizler Allah’ı sizin yaptığınız delalete şahit tutmak istiyorsunuz. Bir de bu olmayınca Hâşâ kınıyor, O’na iftirada bulunuyorsunuz.
Üçlü birlikle ilgili, bizler üçlü birliği Baba Oğul ve Kutsal Ruh olarak algılarken (ki bunun açılımı kesinlikle biyolojik kavramlarla ilgili değildir) Kuran nasıl olup ta bizlerin Baba oğul ve Anne üçlemesine inandığımızdan bahseder. Ve Allah şöyle buyurduğu zaman: “Ey Meryem oğlu İsa, sen misin o insanlara “Beni ve o anamı Allah yanında iki tanrı edinin.” diyen?” Maide/116
“Ey kutsal olan bakire Meryem. Bizi kutsa ve koru” türü ifadelerin anlamı ne peki? Kutsal oğul doğuranı biz mi ilah ediniyoruz. O Meryem’in karnında iken, ilah taşıyan normal bir insan mı idi? Peki kiliseleri – evleri süsleyen Meryem resim- heykelleri ne anlama geliyor? Onlar önünde ibadet durumunda yapılan ritüeller neyi ifade ediyor?
Tarihte var olan ” Berberâniyye ” adlı tarikatı Hz. Meryem’i tanrı ilan etmedi mi? ( İbn-i Hazm, Fisâl ) Siz Kuran’ı bize bırakın ve sizin pratikteki eylemlerinize bir daha bakınız lütfen.
Alman asıllı bilim adamı Nureddin Steinhorst: ” Hıristiyanlık’ta İsa’nın annesi , Allah’ın annesi ilan edilmiştir. Papalıkça ortaya konulan son kurala göre Meryem, Allah’ın annesi sıfatı ile, bedeni olarak miraca çıkmıştır. ( Yeni Sabah gazetesi, 23.04.1958)
Günümüzde Hıristiyanlar Hz. Meryem’i teslisin bir unsuru olarak görmez; ancak onu bir ilah mertebesinde kabul eder, adına dua ve ibadet yaparlar. (Salih Akdemir, Rahip G. Basetti-Sani…, A.Ü.İ.F.D., XXVII, s.197) İbn Teymiyye, Said Bin EL-Batrik’in ‘Hıristiyanların haberleri’ adlı eserinde el-Merisiyye adlı bir mezhebin Hz. Meryemi ilah gördüğünü bizlere aktarır.( İbn-i Teymiyye, /173)
Meryem Kültü 5 ve 6. asırda doğuda başlamış ve batıya da yerleşmiştir. ( Prof. Dr. Yıldırım, Mevcut kaynaklara göre Hıristiyanlık, s. 223) Papalık 1854’te immaculee conception ( Hz Meryem’in asli günahtan uzak olarak yaratıldığını) kabul eder. 1950’de Assomption ( Hz Meryem mucizevi şekilde meleklerce göğe yükseltilir.) inancını kabul edilir. ( Prof. Dr. Yıldırım, Mevcut kaynaklara göre Hıristiyanlık, s. 310) Meryem’e tapınma iddiaları Katoliklerle Protestanlar arasındaki en büyük ayrışma konularından biridir. ( Prof. Dr. Yıldırım, Mevcut kaynaklara göre Hıristiyanlık, s. 313)
Bu da bir oryantalist yazardan: “Öyle bir takım Hıristiyan mezhepleri türemişti ki Allah’a ait değer ve sıfatlar Yusuf Neccar’ın karısına verecek kadar utanılır hareketlerde bulunmuşlardır. Meryemliler denilen mezhep sahipleri kutsal ruh yerine Meryem Betul’u koyan yeni bir üçlemeye inanırlardı.” (Lord John Davenport, Hz Muhammed ve Kuran’ı kerim, s. 3)
“Rum Kilisesinde, halkın dininin yoğun coşkusu, Meryem’e, Azizlere, tasvirlere, ve kutsal emanetlere tapınmakla kendine bir çıkış yolu bulmuştur.” ( Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 216 ) “Scutari şehrinde bakire Meryam’in güzel bir heykeli vardı. ülkenin her yerinden binlerce insan hediyelerini ‘takdim’ ederdi.” ( L. M. J. Garnett,The Woman of Turkey and their Folklore, s. 268)
Ne farkı var, Mekke’li müşriklerin putlarına hediye vermesi ile… ?!
“Bosna’lı Bogomillere karşı Papalık, birkaç kez haçlı seferi yapılması yönünde telkinde bulunmuştu. Bogomiller, bakire Meryem’e tapınmaya hiçbir şekilde kabul etmiyorlar ve dini tasvirlerin önünde eğilmenin şirk olduğunu düşünüyorlardı.” ( A. J. Evans, Through Bosnia and the Herzegovina, s. 30-31) Demek ki, tapılıyor!
Meryem Ana’yı kutsal kabul etmiyorsanız bu heykeller niye? ( İsa heykelleri O’nu kutsal kabul ettiğinizin göstergesi değil mi? )
“İsa gibi ışık saçan, İsa gibi cehennemden kurtaran, Nur alan, başına İsa gibi taç konan, etrafını İsa gibi havarilerin sardığı, çocuklara gözüküp ilham veren, İsa ile beraber olan.” kilise de ne işi var kutsal olmayan kadının heykelinin.
O’ndan neden yardım istersiniz dualarınızda?
Meryem Ana Duaları
1-” Ey Meryem’in lekesiz Kalbi, sana bugünkü dualarımı, eylemlerimi ve fedakarlıklarımısunuyorum.
2-Ey Meryem, ayaklarına kapanıyorum. Tüm benliğimi, varlığımı ellerine ve kalbine teslim ediyorum. Bu yeni günde, merhametli şefkatinle bende Oğlun Mesih İsa’nın hayatını yarat. Ey göklerin Kraliçesi, Amin.
3-Lekesiz Bakire, benim annem, Meryem, Ey Kraliçem ve Kilise’nin Annesi, Mesih İsa’nın egemenliğinin dünyaya gelmesi için senin kutsal görevine sadakatle iştirak etmeme izin vermeni rica ediyorum.
4-Ey Lekesiz Bakire, Adalet aynası, tanrısal inayetin sevgisini bizde koru ki Hıristiyan eğilimimizin başarmasında alçakgönüllü ve neşeli yaşayarak, Rabbin dostluğundan ve analık tesellilerinden her zaman yararlanabilelim. Amin.
5-Her zaman bakire anne, biz günahkarlara merhamet et.
6-Allah’ın Aziz Annesi, denenmede olan bizlerin yakarışlarını hor görme ve bizi her tehlikeden kurtar.
7-Aziz Bakire Meryem, daima birlik içinde kalmaları için ailelerimizi koru ve çocuklarımızın eğitimini kutsa.
8-Ey şefkatli bakire Meryem, sana sığınan, yardımını dileyen ve aracılığını isteyen hiç bir kimsenin, senin yardımını görmeden geri çevrilmediğini hatırla. Bundan cesaret alarak sana koşuyorum. Ey Mesih İsa’nın annesi ve benim şefkatli Annem, sana geliyorum ve günahlarım yüzünden çektiğim acılarla ayaklarına kapanıyorum. Ey kurtarıcımız Mesih’in annesi, dualarımı reddetme, onları dinle ve kabul et. Amin.
9-Sağ ol Kraliçe, merhametli annemiz, hayatımız, aşkımız ve ümidimiz sensin. Bizler cennetten kovulmuş olan Havva’nın evlatları, sana yalvarıyoruz. Bu dünyada gözyaşı dökerek ve sızlanarak seni hasretle özlüyoruz. Bizim için şefaatte bulunan annemiz, merhametli gözlerini bize çevir.
10-Tanrım, bizleri, annemiz Meryem Ana aracılığıyla, bu dünyada günahtan ve ebedi ölümden kurtar. Amin.
11-Ey Mesih İsa’nın annesi ve benim şefkatli Annem, sana geliyor ve günahlarım yüzünden çektiğim acılarla ayaklarına kapanıyorum. Ey kurtarıcımız Mesih İsa’nın Annesi, dualarımı reddetme, onları dinle ve kabul et. Amin.
Tanrı Doğuran Bakire Kraliçe Meryem Anamız’a Dua:
“Kutsalların Kutsalı Tanrı-doğuran bizi kurtar. Ey iyiliklerin sebebi, imanlıların dayanağı tüm ilâhilere layık olan Bakire Tanrı-doğuran, sensin benim hayatımın yardımcısı ve koruyucusu, beni kendi limanına ulaştır.Ey ilahilerle övülen Tanrı-doğuran, vücudumun ağrılarına şefkatle dokun ve acılarıma şifa ver.Bizler seni samimi aracı, yıkılmaz sağlam bir kale, merhamet pınarı ve herkesin sığınağı bilerek, sürekli imân ile yalvarıyoruz: sürekli bizi koruyabilen sen her zaman bizlerin yardımına yetiş ve bizleri her türlü tehlikeden kurtar. Ey bâkire kız, sensin benim ömrümün yardımcısı ve koruyucusu çünkü ayartılmaları bozup dağıtarak şeytanların eziyetlerinden kurtarırsın beni. Sana daima yalvarıyorum, bozukluk getiren tutkularımdan beni kurtar. Ey bâkire kız, sen bizim sığınağımız, canlarımızın kurtarıcısı, sıkıntılarımız esnasında bizlere kutsal ışığınla esenlik ve huzur verensin. Ey Kutsal Hanımefendi, şimdi de hastalıklardan ve her türlü kötülükten bizi kurtar.” ( http://www.hristiyanforum.com/forum/showthread.php?t=350544 )
“Ey şefkatli Bakire Meryem, himayene sığınan, yardımını dileyen ve aracılığını isteyen hiç kimsenin, senin yardımını görmeden geri çevrildiğini hatırla. Bundan cesaret alarak sana koşuyorum. Ey Mesih İsa‘nın Annesi ve benim şefkatli Annem, sana geliyorum ve günahlarım yüzünden çektiğin acılarla ayaklarına kapanıyorum . Ey Kurtarıcımız Mesih‘in Annesi, dualarımı reddetme, onları dinle ve kabul et.” (Hıristiyan dininin Özü, s. 79-80).
Kuran’ın ilk suresi Fatiha suresindeki Allah’a ait tüm özellikleri Meryem Ana’ya atfeden ve Allah’ın sıfatlarından olan,” Birr, Rahman, Mecîd, Vekil, Veli, Rahim, Müheymin, Hafız, Mukit, Mani, Hamid, Şafi, Afüv, Rauf, Mümin, Fettah, Mâcid, Selam.” gibi birçok sıfatı da, sadece bir dua ile üzerinde toplayan bir insan, ki duanın yarısını bile buraya almadık, tanrı ilan edilmiş olmuyor mu?!
Ayrıca Katoliklere göre, “Meryem ana’nın analığı bitmemiştir ve ebedi esenlikler sağlayan armağanları garanti altına almaya devam etmektedir.” (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, paragraf: 969.)
“Katolik inancına göre, Meryem’in, İsa ve Tanrı ile aynı özden geldiğine, şefkati ve merhametliliğiyle de Tanrıya uzanan bu yolda ilk sırayı aldığına, hiç kuşku duyulmamaktadır.” ( Boyer M.F. The Cult of Virgin : Offerings, Ornaments and Festivals London, s. 76) “Aynı özden gelmenin ve Tanrı anası olmanın bir iman temeli olarak benimsendiği andan itibaren; Meryem, Tanrıya tapınmada ilk sırayı almış, cennet kraliçesi unvanına hak kazanmış bulunuyordu.” ( Milburn R.L.P., Early Christian Interpretations of History London, s. 93) “İsa’nın Tanrı olarak kabulü, öz birliği ilkesi nedeniyle, Tanrıyı doğuranın da Tanrılığının benimsenmesi sonucunda, Tanrı Anası (Theotokos) kavramı (Caroll M.P., The Cult of Virgin Mary : Psychological Origins Princeton, s. 62) ortaya çıkmıştır.”
Katolik kiliselerinde Meryem Ana tapınması, Tanrı gibi İsa’yı da, daha yüce fakat, daha geride kılmış, inanan ile Tanrı arasına İsa’dan önce Meryem Ana da girmiştir. ( Pelikan J.J., The Byzantine Apologia for Icons Princeton, s.20)
Collyridiens diye adlandırılan, dördüncü asırda Arabistan’da doğup sonra kaybolan bir Hıristiyan cemaati, tekerlekli bir taht üzerinde Meryem’i tazim ediyor, ona pastalar takdim ediyorlardı. Tamamen kadınlara mahsus, Meryem’e ait geniş bir ibadet merasimi vardı. (Duchesne, Historie ancienne de Eglise, II. 622’den Masson, Le Coran et la revelation Judeochreteenne 193-94 )
Wellhausen’e göre Uzzâ (Venüs yıldızı), Suriyeli Hıristiyanlara göre göğün kraliçesi idi. Müşrik iken Uzzâ’ya tapmış olanlar, Hristiyan olduktan sonra onu, tanrıça Meryem şekline soktular ve Meryem’e çörek sunarak ‘Uzzâ ibadetini Meryem ibadeti şekline dönüştürdüler.( Wellhausen, Reste Arabischen Heldentums, Leipzig, 1927’den İbn el-Kalbî, Kitab al-Asnam, Çev. Beyza Düşüngen, Ankara, 1969 Putlar Kitabı, s. 70, n. 131’de mütercimin notu.)
Daha 2. asırda St. İrenée “Bid’atlara Reddiye” kitabında Ophites’lerin Rûhu “İlk Kadın” yahut “Yaşayanların Anası” ile karıştırarak, bunun Mesih’i doğurduğunu iddia ettiklerine dikkati çeker. Birkaç sene sonra Origéne (“Yuhanna İncilinin Şerhi” adlı eserinde), özellikle ébionites muhitlerde mâruf olan ve İsa’nın annesini “Ruhu’l-kudüs” ile aynı sayan bir “İbranîler İncili’ni zikreder (Aramicede rûh mânâsına gelen ruha kelimesi müennestir). Aphraates nezdinde, birkaç anlama gelebilecek, şöyle tuhaf bir formül vardır: O der ki: “(Dindar) İnsan, babası, olan Allah’ı ve anası olan Ruhu’l-kudüs’ü sever ve ibadet eder.” ( Duchesne, Historie ancienne de Eglise, I, 94’den Masson, Le Coran et la revelation Judeochreteenne 193-94.)
İmparator Justinien kanunlarından birinde Meryem’in, imparatorluk hâmiyesi olduğu kabul edilmiştir.(H. Atay, Kur’ân’a Göre İman Esasları, Ankara, 1961. s. 40 n. 132. Müellif, orada bu konuyla ilgili başka bilgiler de vermekte, kaynakları arasında Encycl. Americana, Vol, XVIII, p. 347, New York. 1957; Encyc. Britannica. Vol, XIV, p. 1000, 1953 baskısını saymaktadır.)
Blachere’e göre, Kuran’ın Meryem’in tanrılaştırılmasından bahsetmesinin sebebi, şark Hıristiyanlığı tarafından Meryem’e tanınan büyük yerde aranmalıdır.( Blachere, Le Coran (Traductlon selon un essai de reclassement des Sourates), Paris, 1949-1951. III, 1133-1134, n. 77.)
Coredemptrice (Tanrının, insanların günahına kefaret olarak kendisini fedâ etmesine ortak olan), Mére de Dieu (Tanrının annesi) telakkileri, diğer taraftan fiilî marianisme (Meryemperestlik) ki, İslâm nazarında Allah’a mahsus olan tazimin, kısmî bir ihlâlini teşkil eder. Nihayet İslâm, Arap müşriklerine çok yakın olan ve bazı şark mezheplerinde görülen Meryem’e tapmaya (Mariolâtrie) karşı vaziyet almalıydı. ( Schuon, De l’Unite’ transcendante des Religions, Paris, 1968, s. 38.)
Katolik Hıristiyanlık “Meryem’e yöneltilen duaları Tanrının kabul edeceğini” ikrar eder.( Introduction âla Foi Catholique, Paris, 1968, s. 599.) “Kilise, bütünüyle Meryem’i takdise inanır ve açıkça kabul eder ki Meryem, ruh ve beden olarak dirilmiştir. Halbuki öbür ölüler hakkında, sadece dirileceklerini söyleriz.” Keza Hz. İsa gibi, Meryem’in de dünyada hazır ve icraatta bulunan olduğu ifade olunur ve onun göğe çıktığı akidesi (assomption) üzerinde durulur (Aynı eser, s. 600. ) Nitekim bugün bir bayram halinde kutlanır.
Günümüz Katolik inancının bile Meryem’e verdiği “Tanrının Annesi” (Theotokos: Bu vasıf, 431’de toplanan Efes konsilinde kabul edilmiş olup, halen kullanılmaktadır.) (Inroduction à la Foi Catholique, s. 113.) lakabı, duaları ona yöneltme, onu ruh ve bedeniyle diri saymak, dünyada hazır ve icraat yapan bir sıfatlar vermek, İslâm nazarında Ulûhiyyet sıfatlarının kısmen tanınmış olması için, yeterli sebeb teşkil eder. İlâh (Tanrı) ibadetin kendisine yöneltildiği varlık demektir. Bu şartlar altında, Hristiyanların Meryem’i bir anlamda tanrılaştırdıkları söylenebilir. Onun heykelinin bile karşısına geçip, takdimlerde bulunmak, huşû ile eğilerek ona dua etmek ve ondan, ancak Allah’ın yapabileceği şeyleri istemek, onun tanrılaştırmaktan başka bir şey değildir. Maide sûresi 5/ 116 âyette Mesih ve Meryem’in Hıristiyanlarca tanrı sayıldığını belirtir. Meryem’in tanrılaştırılması başka, teslise dahil edilmesi çok daha başka bir şeydir. Kur’an nazarında tevhit, her türlü şaibeden uzak, halis ve arınmış olmalıdır. Dolayısı ile İslam tevhit akidesine göre Meryem’de Hıristiyanlarca ilah kabul edilmiş ve hala edilmektedir. Ama günümüzde putlara taptıklarının bile farkında olmayan Hıristiyanların bu tevhit- Tek Allah – inancını anlamalarını beklemek hayal olur! ( Kaynak: Prof. Dr. Yıldırım: Yeni Ümit, 27. Sayı )
” Meryem Ana tapınması, en tipik Hıristiyan niteliklerini etkileyici sembollerle öne çıkartılarak bir taraftan iyilikseverlik ve merhametlilik, şefkat ve acıma hislerini galeyana getirmekte; diğer taraftan da, Meryem yoluyla İsa’ya,İsa sayesinde de Tanrıya ulaşılabileceği fikri telkin edilmektedir.” ( Boyer M.F. The Cult of Virgin : Offerings, Ornaments and Festivals London-2000 syf. 62-63)
” Meryem Ana tapınmasının dayandığı temel anlayış da, Tanrısal Analıktır. Meryem’i en çok kutsal kılan, Tanrıya annelik etmiş olması, merhametiyle insana şefaat hissini üstlenmiş olmasıdır. Meryem Ana ilahiyatı da, sadece, bu Tanrısal Annelik sıfatı üzerine kurulmuştur. Katolik kiliselerinde Meryem Ana tapınması, Tanrı gibi ( İsa’yı da daha yüce fakat daha geride kılmış, inanan ile Tanrı arasına İsa’dan önce Meryem Ana da girmiştir. ( Pelikan J.J. The Byzantine Apologia for Icons Princeton-1990 syf 20 ) – Detay: orta çağın Hıristiyanlık öğretisinde meryem ana yüceltmesi, Dr. Kürsat Haldun AKALIN: Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 27, Erzurum, 2007 –
Bu da bir Hristiyan’ların kendi itirafları
Katolik kilisesi 1950 yılındaki bir konsülde, Meryem’le ilgili olarak bütün Katoliklerce kabul edilmesi gereken yeni bir dogma ortaya attı. Bu dogma Meryem ananın ‘yeryüzündeki yaşamı sona erince, bedeni ve canıyla’ aynı Mesih gibi göğe kaldırılıp, hükmetmek amacıyla ‘Rab tarafından evrenin kraliçesi olarak yüceltilmesi’ öğretisiydi (CEC. s. 254). O tarihten bu yana her sene 15 Ağustosta tüm Katolik ve Ortodokslar Meryem’in göğe alınışını kutlarlar. Hıristiyan Dininin Özü adlı kitap ‘ Aziz Meryem’in göğe alınışı bir iman maddesi midir? diye sorar ve hemen ardından da yanıtlar: ‘Aziz Meryem’in göğe alınışı bir iman maddesidir, çünkü o Kilise’nin yanılmaz yetkisiyle belirlenmiştir’ (s.32) Katolik ve Ortodokslar (Ermeni Apostolik, Süryani Kadim vs…) kiliseleri Meryem’e bağlılıklarında daha da ileri gidip, ona özel bir ibadet, tapınış ve dua sunarak yanılgılarının doruğuna varırlar. Meryem’e sunmuş oldukları birçok dua da ondan merhamet, yardım, günahlardan bağış dileyip, yaşamlarını onu eline teslim ettiklerini dile getirirler. Katoliklerce hazırlanan Hıristiyan dininin Özü adlı kitapçıkta Meryem’e şu dua yükseltilir: “Ey şefkatli Bakire Meryem, himayene sığınan, yardımını dileyen ve aracılığını isteyen hiç kimsenin, senin yardımını görmeden geri çevrildiğini hatırla. Bundan cesaret alarak sana koşuyorum. Ey Mesih İsa’nın Annesi ve benim şefkatli Annem, sans geliyorum ve günahlarım yüzünden çektiğin acılarla ayaklarına kapanıyorum. Ey Kurtarıcımız Mesih’in Annesi, dualarımı reddetme, onları dinle ve kabul et. Amin ” (s. 79-80)
1300’lü yıllarda papaz Ricoldo de Monte Croce, Hıristiyanların hızla Müslüman olduğunda yakınmakta idi: “ ben kepaze oldum. Tanrı’nın sözü kepaze oldu…. Tanrı İsa ve Meryem, Muhammed’e karşı Hıristiyanları desteklemiyor mu?” ( Onur Bilge Kula, Alman Kültüründe Türk İmgesi II, s. 44)
Kuranın diğer bir saptamasına göre haham ve rahiplere gidildiği yani ruhban sınıfı meselesidir; Oysaki bu tür düşünce veya inanç uygulamaları sadece 3. yüzyıl sonrası Mesih inancının kurumlaşması ve devlet dini oluşu ile inanca girmiştir. Çünkü bu andan itibaren insanlar kutsal kitaba değil geleneklere yönelmiştir. O zaman şunu soruyorum Allah bizlerin tam olarak neye inandığımızı bilmemekte midir? Onlar, Allah’ı bırakıp hahamlarını ve rahiplerini, bir de meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler. Oysa ki, hepsi ancak bir ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı ki, O’ndan başka hiçbir ilah yoktur; O, onların ortak koştukları herşeyden münezzehtir. Tevbe/31
Kendiniz ifade ediyorsunuz. III. yy.da inanç olmaya başladı ve hala devam ediyor diye, E Kuran’da daha sonra geldiğine göre bu inancınızı eleştirmeyecek mi? Hem sizde böyle ara ara yeni inanç esaslarının olması doğal mı? Neyse, Kuran’da pratikte olanı eleştiriyor. İslam’ın bozulmamış İncil ve Hıristiyan inancı ile sorunu yok. Sorun zaten İznik Konsülü ve III. yy ile başladı da ( 325 İznik Konsülü ve dönemin imparatoru Konstantin’in oyunları ) bu konu da yoksa sizler Kuran ile aynı seviyeye mi geldiniz? Ama ortada bir pratik var. Katolik- Ortodoks olan Hıristiyanlarda – ki Hıristiyanların büyük çoğunluğunu teşkil eder – hala ruhbanlık sınıfı devam eder. Protestanlar arasında ise zaten fikir birliği yok, onlar zaten param parça. Sizler küçük bir klik- akım olabilirsiniz – belki hiç zannetmiyorum ama – Sizler ruhbanlık sınıfına karşı olabilirsiniz ve bu konuda Kuran’a yaklaşmış iseniz ne mutlu size. O zaman Kuran ile beraber asıl çoğunluğu – hatta ezici çoğunluğu – oluşturan ruhbanlık sınıfına karşı beraber mücadele edelim. Kuran’da öyle demiyor mu zaten De ki: “Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâh edinmesin.” ( Ali İmran, 64 )
Ama sakın Hıristiyanlık dünyasında var ve tek otorite olan ” ruhbanlık sınıfı yoktur ” iddiasında bulunmayın , gülünç olur!
Son bir teklif: Buyurun bizim Hz. İsa (as) ‘a gösterdiğimiz sevgi saygıyı sizde hatta vazgeçtim yarısını da bizim peygamberimize gösteriniz. Biz İsa’yı ret etsek İslam’dan çıkarız! Sizlerde Hz. Muhammed’e hakaret edenleri – dikkat sevmeyenleri değil! -Dinden de çıkarmayın, azarlayın yeter!
Bu yazıya John Shelby Spong gibi teslis yerine tek bir tanrıya inanan Hıristiyanların görüşlerini de ekleyebilirdik ama o zaman konu dağılırdı!
Aşağıdaki resmi aslında ” Hıristiyanlıkta kadın ” adlı bölüme de ekleyebilirdik ama buraya daha uygun olur düşüncesindeyiz.
İslam dinindeki bayan vaizeler ve bayanlara özel imamları düşünüp kıyaslayalım!
Abdest, namaz sonradan mı uydurulmuştur?
Birçok oryantalist gibi Caetani’de yazdığı İslam tarihi adlı eserinde benzer iddialarda bulunur. Acaba Mekke’de abdest, namaz emredilmemiş mi idi? Bunlar sonradan mı çıkarılmıştır? Bir kere tüm farzları Kur’an ile belirlenmiş olan (Maide, 6, Nisa, 42) ve her gün Müslümanlarca yapılan ibadetlerin sayı ve şeklinin sonradan uydurulduğunu iddia etmek ne kadar mantıklı olur? Ebu Hureyre aktardı diye abdest hadislerini reddeden oryantalist Caetani, başka birçok ravinin de bu konuda hadis riayet ettiğini görmezlikten gelir. Caetani’nin çok önem verdiği İbn-i İshak, Cebrail’den abdest, namazı öğrenen efendimizin bunları ilk Hz Hatice annemize öğrettiğini bilmezden gelir. Bu konu hakkında detaylar İbn-i Hişam’ın I/261-269 ve 281-282. sayfalarında bulunabilir. Yine Hişam’ın (I/366) anlattığına göre “Ömer İslam oluncaya kadar, Kabe’nin yanında serbest namaz kılmaya kadir olamamıştı.” Müslümanlar. Yine Buhari, I/131-132, İbn-i Sad, Tabakat, II/211, Taberi, II/212’de Mekke’de namaz ile rivayetler aktarılır. Ayrıca Caetani abdest ve gusül’ün ilk kez Nisa 43. ayetle farz kılındığını aktarır. Hâlbuki bu ayet, su bulunmadığı zamanlarda gusül ve abdest yerine teyemmüm ile namaz kılınabileceğine rushat vermiştir. Yani abdest ve gusül “önceden zaten biliniyordu.” Su olmayıp, abdest- gusül lüzum olunca ne yapılacağını ayet bizlere bildirir. Caetani’ni görüşlerine delil diye getirdiği birçok şeyin araştırınca zıttına delalet ettiğini zaten çok kez gördük. Ayrıca en az 17 Mekkî (Mekke’den inen) ayet ile namazdan bahsedildiğini Asım Köksal, ayet numaraları ile eserinde verir. (VII/353-354) Mekki surelerde namaz kılmanın kesin emredilmediğini iddia eden Caetani’ye sadece, direk “Namaz kılın!” şeklinde emir içerikli üç Mekkî ayet numarası verip konuyu noktalayalım: Enam, 72, İbrahim, 31, Rum, 31. Ayrıca Caetani, Buhari’de namazın farz olduğu ve cuma namazının kılınmasını emreden hadis bulamadığını ileri sürer. Asım Köksal (VII/363-366) Buhari dahil, çeşitli kaynaklardan derlediği hadisleri kitabında sıralar. Konuyu İslam düşmanı Renan’ın bir sözü ile bitirelim:” Candan müteessir olmaksızın ve hatta -diyebilirim ki – Müslüman bulunmadığıma üzülmeksizin, bir mescide girdiğim vaki olmamıştır.” (Renan, İslamiyet ve ilim, s.19)
Günaydın !
Bilimsel ayetleri kabul etmeyen Hıristiyan sitesine reddiye
“ Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış” (Zariyat Suresi, 7)Ayete bakalım. Zariyat 7- “Yollara sahip göğe andolsun ki, (elmalılı)”Görüldüğü gibi Kuran’daki bu ayet bilimsel verilere yaklaştırmak/uydurmak uğruna “yollar” ya da benzeri anlamdaki kelime, “yörünge” diye çevrilmiştir!!! Bir de şu ayetler:“Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur; her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor” (Enbiya Suresi, 33)“14:33- Sürekli olarak yörüngelerinde hareket eden ay ve güneşi, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verdi” İlk önce çok çok önemli olan bir şey dikkatimizi çekiyor bu ifade sayesinde Kuran’ın ne demeğe çalıştığına dair önemli bir ipucunu yakalıyoruz. Günaş-ay bunlar “yörüngelerinde yüzüyor” peki ya neden dünyadan bahsedilmiyor?!? Eğer Kuran dünyadan bahsetseydi gerçekten bu ayet bir mucize olurdu! Ama tabi ki Kuran’ın hiçbir yerinde “dünya yörüngesinde hareket ediyor” diye bir bilgi yoktur.
Gündüz gece (Enbiya, 33) nerede gerçekleşir? Dünyamızda değil mi? İşte aradığın dünya! Yoksa gündüz gece ile ay ve günesin ne bağlantısı var ki aynı fiile bağlanmış olsunlar. Gece gündüzün yörüngesi olur mu ki, gece gündüzün vuku bulduğu dünyanın ve ay-güneşin yörüngesi vardır. Ayrıca dikkat dünyanın mı yörüngesinin olduğunun altını çizmek daha bilimsellik olur yoksa hala günümüzde güneşin bile yörüngesi olduğunu bilmeyen milyon- milyarların olduğu ay -güneşin yörüngesinin olduğunun ifadesi ayette bildirilmesi mi daha bilimsel olur?. Aslında bu bir itiraf değil midir! Bilimsellik illa oryantalistlerin istediklerini ispatlayınca mı bilimsellik olacak?!
Güneş, hakikaten de eski toplumlara göre her gün doğudan batıya “yörüngesinde yüzer” ay da aynen öyle. Kuran’ın demeğe çalıştığı da budur. Aslında Kuran da bu ayette bilimsel bir mucize olacağına bilimsel bir “hata” olduğu bile savunulabilir. Çünkü Muhammed’in gerçekten çıplak gözle, güneşin doğudan batıya “hareket ettiğini” düşünmüş olma olasılığı fazladır. Şu ayet bizi bu konuda şüpheye düşürür. “36:40- Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler.” Yani Muhammed’in gerçekten de güneşin dünya etrafında hareket ettiğinden ve aya çarpmaması/çatmamasından bahsettiği güçlü bir olasılıktır. Yani Muhammed’in “güneş, ay yörüngelerinde yüzüyor” sözüyle anlatmak istediği tabi ki Ay’ın dünyanın etrafında döndüğü ya da bilimsel anlamda “yörüngesi” olduğu değildir. Sadece, bazı hadislerde de açıkça belirttiği gibi (Taberi Volume 1 yaratılış ve Tufan ile ilgili bölüm sayfa) Güneşin ” kendisi için belirlenmiş bir alanda” periyodik olarak kendi yolunda doğudan batıya her gün hareket ettiğidir. Bu hareketin de “Allah tarafından kendisi için belirlenen yörünge/kader/yol” olduğudur. Zaten Muhammed’in çıplak gözle gördüğü de bu olaydır. Aynı şey ay için de geçerlidir.
Ayetlerde açıkça yörüngeden bahsedilirken bunları çarpıtıp, yörünge kelimesini dünyanın kendi etrafında dönmesi olarak nasıl yorumlayabiliyorsunuz anlamak mümkün değil. Altını çizdiğimiz kelimeler zaten bir çok şeyi açıklıyor ayrıca bir de demezler mi ki – 36: 20 – dönerken dünya ay’a çarpmaz. Dünya ay ve günesin yörüngeleri birbiri ile çakışmaz! Her birinin yörüngesi belirlenmiş yüzerler! Hele bir de batıdan doguya diye araya laf sokuşturmaları yok mu? Ayetin mealini, öncesi ile okuyalım durum daha net açığa çıkar. Yasin 38. Ayet: “Güneş’te yörüngesinde akıp gitmektedir. Bu, üstün ve bilen Allah’ın kanunudur.” 39: “Ay içinde bir takım yörüngeler tayin ettik. Nihayet o eğri hurma dalı gibi hilal olur da geri döner.” 40: “ Ne güneş aya erişebilir, ne de gece-gündüzün önüne geçebilir. Hepsi belli bir yörüngede (felekte: Taberi Enbiya 32. ayetin tefsirinde felek kelimesi için, ‘Dairevi ve küresel olan her şeyi’ kapsadığını (Meal-tefsir, M. İslamoğlu, s. 622/16. dipnot) ifade eder.) yüzmektedirler.”
Ay’ın yörüngesi ve eğri hurma dalı
Ay’ın yörüngesi diğer gezegenlerin uyduları gibi düzgün bir yörüngede ilerlemez. Ay, yörüngesinde seyrederken Dünya’nın bazen önüne bazen arkasına geçer. Aynı zamanda Dünya’yla birlikte Güneş’in etrafında da döndüğünden, uzayda sürekli “S” harfi benzeri bir yörünge çizer. Ay’ın uzaydaki bu yörüngesinin şekli, Kuran’da “eski bir hurma dalı gibi döndü (döner)” ifadesiyle tarif edildiği gibi, kurumuş hurma ağacı dalının eğriliğine oldukça benzemektedir. Nitekim ayette geçen “urcun” kelimesinin anlamı, kuruyup incelmiş, bükülmüş hurma dalıdır ve hurma ağacının meyveleri toplandıktan sonra, salkımdan geriye kalan kısmı ifade etmek için kullanılır. Ayrıca bu salkım dalının “eski” ifadesiyle tasvir edilmesi de son derece hikmetlidir, çünkü hurma dalının eskisi daha ince ve daha eğridir.
Oryantalistler daha sonra Kuran’daki tıpla ilgili ayetlerden hareketle peygamberimizin bunları eski Yunan, Hint, İngiliz ve Süryani kaynaklardan elde ettiğini ileri sürerler. Ümmi olan, okuma yazma bilmeyen efendimizi Hipokrat ile tıp ilminde yarıştırmada bir beis görmeyen oryantalistler, Kuran’daki bilimsel olarak reddedilemeyecek olan ve o zamanın şartlarında bilinmesine imkan olmayan şeylerin Kuran’da olmasına itiraz edemeyince efendimizin bu bilgileri yukarıda saydığımız kaynaklardan ulaşabileceğini ileri sürerler ve buna delil olarak ta yine bir oryantalistin kaynak göstermeden ileri sürdüğü kendi kişisel görüşlerini delil gösterip efendimizi Kuran’ı yazan kişi olmakla suçlarlar. Önce iftira yazan eseri yazdırtıp sonra bunu delil gösterip efendimizi Kuran’ı yazdığı iftirası ile karalama çalışan oryantalistlerin kendi kutsal kitaplarının insan yazması olduğu için ilahi olan tek hak kitaba karşı bu garaz, çekemezlik ve kıskançlıkları anlaşılsa da hem polis hem hakim hem yargıç olma haklarını kendilerinde görmeleri aynı zamanda kibirlerinin boyutunu bize göstermesi açısından ilginçtir.
Hristiyanforum sitesinin iddiası Kur’an-ı kerim’in Tevrat, Zebur ve İncil’in değişmediğine tanıklık etmesi iddiasıdır.
Yıllardır bu iddiaları gerek kitaplarda ( John Gilchrist, Kuran ile kutsal kitap arasında karşılaştırmalı bir inceleme, yalçın ofset-ist., s.53 vd. tanrı’ya gerçekten teslim olmanın vakti, Yalova’nın şahitlerinin yayını, baskı: wachtturm bibel -und traktat- gesellschaft deutscher zweıg e.v.wıesbaden-1983, s.18,19,30) gerek Internet sitelerinden ( İsamesih, müjde, hiristiyanforum) tekrarlar dururlar. Madem inanıyorlar Kuran’a, o’nu delil kabul ediyorlar Müslüman olsunlar. Hayır kabul etmiyorlarsa ondan delil getirmeleri mantık dışıdır. iddialarına daha önce cevap vermiştik. Ama özetle şöyle cevap verelim: kuran bozulmamış asıllarına imanı bize farz kılar, ama şimdikiler bozuldu, bozulmasa idi zaten yeni kitap neden gelsin ki? Ayrıca Allah’ın sözü değişmezden kasıt Allah bir namaz kıl bir kılma, bir adam öldürme bir öldür, anlamında genel çizgide bir değişim yoktur anlamındadır. Adem’den itibaren tüm kurallar aynı çizgide inmiştir. Sadece zamana uyarlamada bazı küçük – ana çizgiyi bozmayan – değişikliklerden bahsedilebilir ama öz, istikamet hep aynıdır.
Ayrıca verdikleri ayetlerden Tevrat İncil’in bozulmadığı anlamı çıkmaz, aksine bozulduğuna dair birçok ayet var ( Bakara: 75, Nisa: 46 , Ali İmran: 78) Kuran’da, onları neden atlıyorlar, o verdikleri ayetlerin yarısı iddia ettikleri konu ile hiç alakalı değil ( Mesela 16:43, 21:7, 5:44, 5:66, 5:72, 9:31 ) diğer verilen ayetler ise: ” Madem Kuran’a inanmıyorsunuz bari içlerinden hala bozulmayan yerlerin bulunduğu sizin ilahi kitaplarınız var, hiç olmazsa onlara doğru dürüst iman edin ve uyun ” anlamındaki ayetlerdir. Kuran önceki kitapların ilahi olduğunu ama asıllarının bozulduğunu kabul eder: “Sana da kitabı, hak ile, kendinden önceki kitapları doğrulayıcı ve onların üzerine şahit olarak indirdik.” Bakara 113. ayette:” Yahudiler dediler ki: “Hıristiyanlar bir şey (herhangi bir temel) üzere değillerdir”; Hıristiyanlar da: “Yahudiler bir şey üzere değillerdir” dediler. Oysa onlar, kitabı okuyorlar. bilmeyenler (bilgisizler) de, onların söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. artık Allah, kıyamet günü anlaşmazlığa düştükleri şeyde aralarında hüküm verecektir.” buyrulur. Ayette geçen “okuyorlar” kelimesinden hareketle ayetin İncil-Tevrat’ın bozulmadığını bildirdiğini iddia ederler. İbni Abbas’ın rivayetine göre; Necran’lı Hıristiyanlar Hz. peygamber’e geldiklerinde, onlarla beraber yahudi hahamları da geldiler ve resulullah’ın huzurunda hıristiyanlarla tartıştılar. Yahudilerden Rafi’ b. Hureymile ; ‘Siz hiçbir şey üzerinde değilsiniz,’ diyerek Hz. İsa’yı ve İncil ‘i inkar etti. Necran’lı Hıristiyanlardan bir adam da, Yahudilere; ‘Asıl siz hiçbir şey üzerinde değilsiniz,’ dedi ve Hz. Musa’nın peygamberliğini ve Tevrat ‘ı inkar etti. (Hadislerle kur’an-ı kerim tefsiri, c.2, s.500)
Halbuki gerçek ilahi kitaplarda bir öncekini tasdik eden ayetler olur ve sonra gelecek peygambere atıflarda bulunur. demek ki her iki kitapta bozulmuş, gerçekliğini kaybetmiştir.ellerinde okudukları mevcut kitaplarda birbirlerini tasdik eden hükümleri bulamıyorlarsa, tahrifat söz konusu demektir. Maide 43. ayet:” içinde Allah’ın hükmünün bulunduğu Tevrat yanlarında olduğu halde, seni nasıl hakem kılıyorlar ve sonra bunun peşinden yüz çeviriyorlar? işte onlar, inanmış değildir. Ayet neden inmiştir? Yahudiler zina edenlerle ilgili peygamberimize gelip, aramızda hükmet dediler. peygamberimizde Tevrat’ta olan recm hükmünü onlara açıklayınca işlerine gelmeyen bu hükmü reddedip geri dönerler (hadislerle Kur’an-ı kerim tefsiri, c.5, s.2342-2343) Bunun üzerine ayet nazil olur. ayet, gerçek Tevrat yanlarındaysa, seni nasıl hakem kılıyorlar? ellerindeki Tevrat’a gerçekse niye güvenmiyorlar? inandıkları ve ellerinde bulunan Tevrat’a göre onlar hakkında hüküm vermen de işlerine gelmiyor ve çekip gidiyorlar. yani iki yüzlülük yapıyorlar. halbuki onlar gerçek mümin de değildirler,’ anlamındır.”Allah katında tek din ;İslam’dır. ” (Ali imran: 85)
“Kim İslâm’dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir ve o, âhirette de kaybedenlerden olacaktır” (Ali imran: 85) Hıristiyanların 1400 sene sonra farkına varıp peygamberimizin fark edemediği (!) bu incilere bir son verip son sözü peygamber efendimize bırakalım: ” Ehl-i kitaba bir şey sormayınız. çünkü onlar, sapıtmış oldukları için sizi hidayete eriştiremezler. eğer siz böyle yaparsanız, ya batıl sözü doğrular, ya da doğru bir sözü yalanlamış olursunuz. Allah’a yemin olsun ki, eğer musa bile hayatta olsaydı, o’nun bile bana uymaktan başka yapacağı bir şey yoktur. ” (Müsned, .338 / tefsiru’l-kur’ani’l-azim, i.386 / ed-durru’l-mensur, .85 / ruhu’l-meani, . 210)
Kuran ile İncil’in farkları
1. Hıristiyanlıkta teslis akidesi olduğu halde İslâm’da tevhit akidesi vardır.
2. İslâm bütün semâvî dinleri ve peygamberleri içine alır; Hıristiyanlık ise, yalnız kitab-ı mukaddes’i hak bilir ve Kur’an-ı kerim’i vahye dayalı bir kitap olarak kabul etmez.
3. Hıristiyanlık, insanın doğuştan günahkâr olduğunu ve bu sebeple temizlenmesi için vaftiz edilmesi gerektiğini savunur; İslâm ise, bütün insanların günahsız doğduğunu ve hiç kimsenin bir başkasının günahını yüklenmeyeceğini belirtir.
4. Hıristiyanlıkta papaz ve rahiplerin günah çıkarmak ve affetmek yetkisi vardır; İslâmiyet’te ise, günahlar yalnız Allah tarafından bağışlanır.
5. Hıristiyanlıkta Hz. İsa’nın sözleri Allah kelâmı olarak telakki edilir; İslâmiyet’te ise, ilâhi emirler vahiy yoluyla, Cebrâil vasıtasıyla bildirilir.
6. Hıristiyanlara göre İsa (a.s) çarmıha gerilmiştir. İslam’a göre ise, Allah onu kendi katına yükseltmiştir. ( Ahmet güç, Şamil İslam ansiklopedisi)
İncil’de Hz Muhammed’in geleceğinden bahsediliyor mu?
Kendi yazdıkları cümleden cevap verelim: “Eğer tanrı böyle bir peygamberin geleceğini bildirmek isteseydi, tek bir ya da iki yerde zor anlaşılan ipuçları vermekle kalmazdı.” E bozmasa idiniz o çok ipuçları zaten gözükürdü, olanı da ( Parakletos ) siz kabul etmiyorsunuz. Ayrıca cevaplarında ilginç bir iddia da yer alıyor, diyorlar ki:” İncil’in ve önceki peygamberlerin bildirdiği gibi, tanrı İsa Mesih aracılığıyla bütün insanlar için tam bir kurtuluş sağladı.” Bu cümlelerine ispat olarak ise yine kendi elleri ile yazdıkları İncil’den ( İbraniler 1:1-8, vahiy 22:18 ) delil getiriyorlar. E ama bu ilmi bir metot olmaz ki? İncil diyor ki; tanrı İsa’dır, delil ne peki? İncil!
Ayrıca İbraniler 1. ayet ( Tanrı eski zamanlarda peygamberler aracılığıyla birçok kez çeşitli yollardan atalarımıza seslendi. ) iddialarına delil teşkil etmez çünkü orada yaratıcının bir çok peygamber gönderdiğinden bahseder, İsa’dan ve oğul olduğundan eski peygamberlerin bahsettiğini bize bildirmez. hatta 2. ayet (bu son çağda da her şeye mirasçı kıldığı ve aracılığıyla evreni yarattığı kendi oğlu’yla bize seslenmiştir.) önceden peygamber gönderen tanrıdan bahsederken birden “peygamber” yerine oğul gönderdiğinden bahseder ki aslında yukarıda tanrının sözünde değişme olmaz ayetini kabul ediyorlarsa bu “çizgiden sapmayı ” bir bakıma itiraf anlamına da gelir ki kendi ayaklarına silah sıkmış olurlar. tanrı peygamber gönderiyor sonra yine peygamber sonra yine …ve yine sonra bir anda “oğul!” gönderiyor. ama İslam ne diyor Allah hep peygamber gönderdi, adem de İsa’da Muhammed’de “peygamber!” idi.
Vahiy 18. ayet ise tamamen saptırmacadan ibarettir: “Bu kitaptaki peygamberlik sözlerini duyan herkesi uyarıyorum! Her kim bu sözlere bir şey katarsa, tanrı da bu kitapta yazılı belaları ona katacaktır.” Bir, bu ayette eski peygamberlerden ve onların İsa’nın oğul olduğundan bahsetmez. İki, ” Her kim bu sözlere bir şey katarsa” diye başlayan ve devam eden cümleyi kitabı elleri ile değiştirenlere ithaf ediyorum, kitaplarını bari doğru okusunlar!
gelelim paraklit (parakletos) kelimesinin kutsal ruh- Cebrail anlamına geldiğini iddia eden misyoner sitesinin iddiasına cevaba: Eskiden Yahudi iken Müslüman olan Maurice Bucaille bakın ne diyor: “Burada öne sürülen insanlara bildirme işi hiçbir surette kutsal ruh’un (Cebrail’in) işlerinden olan bir ilhamdan ibaret değildir. aksine kendisini belirleyen yunanca kelimedeki yayma kavramı sebebiyle, onun açıkça maddi bir niteliği vardır. şu halde yunanca ‘ Akouo ‘ ve ‘ Laleo ‘ fiilleri bir takım maddi işleri ifade ederler ve bu fiiller ancak işitme ve konuşma organlarına sahip bir varlıkla ilgili olabilirler. dolayısıyla bu fiilleri kutsal ruh’a (Cebrail’e) uygulamak mümkün değildir. öyleyse Yuhanna’nın paraklit’inde, Hz. İsa gibi işitme ve konuşma melekesi olan bir insan görmek, mantığın götürdüğü bir sonuç sayılmalıdır. yunanca metin bu melekeleri kesin olarak gerektirmektedir. demek ki; Hz. İsa, kendisinden sonra Allah’ın yeryüzüne bir başka insan göndereceğini ve onun rolünün, bir cümleyle söylemek gerekirse Allah’ın kelamını işiten ve onun mesajını insanlara tebliğ eden bir peygamberin rolü olacağını haber vermektedir. şimdi elimizde mevcut metinde bulunan kutsal ruh kelimeleri tamamen kasıtlı olarak sonradan yazılmış bir ilaveden ileri gelmektedir. ilavenin gayesi Hz. İsa’dan sonra bir peygamberin geleceğini haber veren bir parçanın ilk anlamını değiştirmektir. çünkü buna inanmak, Hz. İsa’nın son peygamber olmasını isteyen gelişme halindeki Hıristiyan cemaatleriyle çelişki ortaya çıkarıyordu.”
Prof. Abdulahad Davud , paraklit kelimesinin anlamını etimolojik olarak şöyle anlatır: “paraklit kelimesi ‘ periqlytos ‘ kelimesinin bozulmuş şeklidir. ‘periqlytos’ gerek etimolojik, gerekse lügat anlamı itibariyle ‘ şanı yüce, övülmeye layık olan ‘ demektir. bu hususla ilgili şahidim Alexandre’nin ‘Dictionnaire grec français’ isimli eseri olup kelimeyi şöyle açıklar: ‘Bu birleşik isim ‘ peri ‘ ön eki ile ‘ övmek ‘ kökünden türeyen ‘ kleotis ‘ kelimesinden mürekkeptir. bu kelime Arapça’da en meşhur, en çok öven, şanı en yüce olan ‘ Ahmet ‘ kelimesinin tam karşılığıdır. burada halledilmesi gereken tek mesele Hz. İsa tarafından kullanılan bu ismin Arami dilindeki aslını bulmaktır.”
Bakara suresi 34 ayet , Kehf suresi 50 ayet lanetlenmeden önce cin ise şeytan meleklerin içinde nasıl bulunabilmiştir .Onlara komutanlık,hocalık nasıl yapabilmiştir. nasıl meleklerde beraber hatta Allah eğilme emrini verirken o günahsız varlıklar
(melekler) içinde bulunabiliyordu. Bunu bildiren ayet var mı? Allah ona meleklere hocalık yapma görevi veya lütfu mu vermiştir.?
İnsan ve cinlerin iki yönü vardır, Allah’ın emrine uyar ve bu yolda sebat ederlerse meleklerden de daha ileri seviyeye ulaşabilirler, Allah’ın yasaklarından uzak kalmaz, haramlara yönelirse hayvanlardan daha da aşağı ( Kuran’ın terimleri ile ” ezal, esfele safilin ) seviyesine inebilirler. İşte şeytan her iki yönünü de en son haddesine dek kullanan “cinlerden” bir varlık idi. Allah’a itaatte en ileri idi, meleklerden üstün seviyeye gelmişti, ama ilmi ve makamı onu gururlandırmıştı, kibirlendi, yetmedi, Allah’tan af dileyeceğine kibrinde ısrar etti ve sonunda ezazil (meleklerın hocası iken ki adı) iken iblis ( kovulan, lanetlenmiş) oldu. Tabii ki şeytan cindir, melekler her daim itaat ile kodlanmışlardır, insan ve cinler hür bırakılmıştır ve şeytan’ın cin olduğu da Kehf 50. ayette açıkça belirtiliyor.
Bir kişi bir tartışmada bana misyonerleri para ile adam kazanma konusunda suçlayan Müslümanların müellefe-i kulüb konusunda düşünmesi gerektiğini söyledi.zekat verilerek kalbin dine ısındırılması uygulamasının misyonerlerin para verip Hıristiyanlığı sevdirme uygulamasından farkı olmadığını düşündüğünü söyledi.bu durum gerçekten böyle midir?
Bizde “açıkça” bu konu ilan edilir, gizlice yapılmaz. Ayrıca bizde misyonerler gibi bazı gizli niyetleri perdeleme, yalan, iki yüzlülük, emperyalizmin öncü kolu gibi çalışma yoktur. Yine biz parayı verir, sonucu kişilerin niyetlerine bırakırız, depremden, fakirlikten, yetim kalmaktan doğan fırsatları değerlendirme gibi özel durumları beklemeyiz. Konuyu İslam hukukçusu Ebu Ye’la el Farra (el Ahkamus-sultaniyye s. 116) : Müellefe-i kulub konusunu açıklar bundan amaç insanların İslam’ın sosyal adaletini, barışını, sevgisini tanımalarını sağlamaktır, der.Şimdi soralım: peygamber insanlara mal ve para vererek hangi çıkarı sağlamıştır? savaş sırasında elde edilen mal, gümüş ve altın, insanlara dağıtılınca bunu rüşvet olarak kabul ediyor. Dağıtılmayınca; savaşların ganimet elde etmek için yapıldığını söylüyor. Peygamberimiz elde edilen mal ve parayı yakıp yok mu etseydi? (O zaman İslam yok edicidir. her şeyi yakıp yok ediyor, derlerdi.)
Kuran Maide suresi 110. ayette Allah’ın Hz. İsa’ya Tevrat’ı öğrettiği yazar. Hz.İsa’ya öğretilen bu Tevrat,o dönemdeki Yahudilerin elinde bulunan Tevrat’tan farklı mıydı?Eğer Hz.İsa’nın öğrendiği Tevrat ve Yahudilerin elindeki Tevrat farklı olsaydı bu durum bir tarihsel belgeye yansımaz mıydı veya Hıristiyanlar ve Yahudiler arasında bu farklılıktan kaynaklanan bir ihtilaf meydana gelmez miydi?oysa Hıristiyanlar Yahudiler ile aynı Tevrat’ı kullandıklarını ısrarla belirtiyorlar.
Tevrat farklı olmasa yanı bozulmuş olmasa neden Allah yeniden ilahi kitap indirsin? Tarihsel belge istiyorsunuz da ikisi de değiştirildiği halde hangisi bunu kabul ediyor ki? Ayrıca aynı Tevrat inandıklarını söyleseler de bir bakıma incilin- ahtı cedid’in – Tevrat’ı – ahdı atik’ı- kaldırdığını söylerler. Yani aralarında farklılık günümüzde dahi var ve bu farklılığı Tevrat’ın hükmünü İncil kaldırmıştır diyerek ortadan kaldırmaya çalışırlar. İsa’ya öğretilen Tevrat bozulmayan asıl Tevrat hükümleridir. Zaten İncil bozulan Tevrat’ın eksiğini tamamlamak için gönderilmiştir. Aslını öğrenen İsa (as) gerçek Tevrat ( İman, ibadet, toplumsal kurallar hakkında ayetleri içerirdi ) ile İncil’i ( Ahlak ile ilgili ayetleri içerirdi ) birleştirip insanlara anlatmakla görevli idi. Zaten Bakara 110. ayet İsa peygambere Tevrat ve İncil’le beraber ‘Hikmetin’ öğretildiğini ifade eder. Yani İsa peygamber tam anlamı ile bir manevi eğitimden geçmiş bir peygamberdir. Hikmeti de kapsayan okuma yazma, Tevrat ve İncil’i de içine alan geniş bir eğitimden geçmiştir. Besairul Kuran adlı tefsirde : “Rabbimiz Îsâ (a.s)’a verdiği İncil ile daha önce gönderdiği ve İsrâil oğullarının bozup tahrif ettikleri Tevrat’ın aslını da ortaya koyuyordu. Çünkü kitaplar ve peygamberler birbirlerini tasdik ederek geliyorlardı.” Temel Tevrat idi, İncil O’nu tasdikleyip Yahudilerde eksik olan ‘Ahlak’ kurallarını İncil İle Allah Yahudilere göndermişti. Çünkü Tevrat’ı bozmuşlar, ırkçılık yoluna sapmışlar ve ahlaki bozulmaya uğramışlardı. İsa peygamber her ikisinin de – Bozulmayan Tevrat’da dahil – eğitiminden geçmişti ki iki kaynağı özümsemiş bir insan, bozulmamış asıllarının üstüne ahlak yapısını ( İncil’i ) bina edebilsin.
Hz Musa kendi kavminden olanla diğerinin kavgasına mülaki oluyor ve adamı bir tokatta istemeden de olsa öldürüyor. sonra esas edepsizin kendi adamı olduğunu öğreniyor ve af diliyor. bu olay sonrasında müritleri ona haber gönderiyor ve hemen kaçmasını, arandığını söylüyorlar. ve Musa şöyle diyor Allah’im bana yardım et bu zalimler beni bulamasin. aslında olayın aslına bakarsak kim zalim! istemeden de olsa bir ölü var ortada. bu durumda onu yakalamak isteyenler mi zalim?
Öncelikle şunu belirtelim: olay esnasında Hz Musa peygamber değildi ( Fahruddin er-râzi, tefsir-i kebir mefâtihu’l-gayb, 17/490-492 ) O’na haber veren de müridi veya ona inanan biri değil kendi soyundan olan bir İsrailoğlu idi. Bahsettiğiniz ayetin meali ise şöyledir: ‘Ey rabbim kendime zulmettim, o halde beni mağfiret eyle. Allah da onu mağfiret etti. şüphesiz o ğafur ve rahim’dir.” (Kasas :16) Yani bizzat Musa aleyhisselam kendi nefsini kötülemekte, hata yaptığını kabul etmektedir. Gelelim olaya: Yahudilere bir çok zülüm yapan firavun’un emrindeki bir memuru olan bu adam beni İsrail’den birisiyle kavga ediyordu ve onun canına kıymak niyetindeydi ve. Musa mazlum görünümündeki o kişiye sahip çıkmak niyeti ile kavgaya karışmıştır. Ayette ” feveqzehû” kelimesi geçmektedir. “vekz”, parmak uçları ile itmek demektir. Bu itmenin bütün avuçla olduğu da söylenmiştir. İbn Mes’ud bunu şeklinde okumuştur. Bazıları “vekz”in, önden, döşten itmek, “lekz”in de sırttan itmek olduğunu söylemişlerdir. Musa (a.s) güçlü- kuvvetli idi. Bazı müfessirler Hz. Musa (a.s)’ın onu, asası ile ittiğini söylemişlerdir. Fakat Mufaddal adlı müfessir bunun yanlış olduğunu, çünkü Arapça’da “Onu âsâ ile “vekz” etti” şeklinde bir kullanış bulunmadığını söyler. Yani Hz. Musa (a.s) kaza ile bu şekilde o adamı öldürdü ( Fahruddin er-râzi, tefsir-i kebir mefâtihu’l-gayb,17/490 ) ayet bize açıkça ve kasten değil hataen öldürmeyi haber verir. Hz. Musa gerçi mazluma sahip çıkmak ve ona yardımcı olmak niyetindeydi, ama ona yakışan, acele etmeyip bu işi daha tedbirli yollarla halletmek ve kendisini daha sonra uğrayacağı zahmetlere düşürmemekti.
Firavun Ahenaton Hz İbrahim mi ?
Yahudi kökenli iki Fransız bilim adamı,Roger ve Messod Sabbah sadece Yahudi kaynaklarından hareketle İslami kaynaklara bakmadan ileri sürdükleri bu görüş sadece kendilerini bağlar. Çalışmalarında ulaştıkları sonuçlarda da , firavun Ahenaton’un hayatı hakkında farklı kaynaklarda tutarsızlıklar bulunmaktadır. Yaşı, çocuklarının sayısı, bedensel özürlü olup olmaması, eşi Nefertiti’nin kız erkek çocuk sayısı veya çocuğu olup olmaması gibi bir çok çelişki örnek olarak verilebilir. İslami kaynaklarla taban tabana zıt , tek taraflı yapılan çalışmalar – ne kadar uzun süre araştırılırsa araştırılsın – yanlı ve sübjektif ilan edilmeye mahkumdur. İslami kaynaklar Hz İbrahim’in yaşlılığında çocuk sahibi olduğunu bildirir, Fransız bilim adamlarına göre 17 yıl krallıktan sonra firavun ölüyor o halde Kabe’yi İbrahim peygamber ne zaman , yaşlı iken Kabe’yi yapan İbrahim rivayetlerine zıt olarak , İbrahim olduğu ileri sürülen firavun Ahenatongenç yaşta ölmüş- öldürülmüştür!- Ayrıca Yahudiler yukarı Nil nehrine de göz koydukları için, kendi ülke sınırlarını genişletmek için bu çalışmaları ortaya atmışlardır şeklinde yorumlarda vardır.
En’am/6: 104: ” (doğrusu) size rabbiniz tarafından basiretler (idrak kabiliyeti) verilmiştir. artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. ben üzerinize bekçi değilim.” bu ifadede de, “rab” ve “bekçi” olarak iki özne bulunmaktadır. “ben bekçiniz değilim” diyen herhalde Muhammed’dir, Allah değil.
İki tefsirden konuya alıntı yaparak cevaba başlayalım: Tefsirler ayeti açıklar ve son cümle olarak şunları belirtirler: ” Ve ben tutup ta sizin elinizden yok buraya gideceksiniz diye zorlayıcı değilim diyor Allah (c.c) ” ( Mahmut Toptaş, Kur’an-ı kerim Şifa tefsiri, 3/111) ” Müşrikler Allah’ın koruma ve himaye için verdiği ve gösterdiği basiretlere körlük etmiş, Allah’ın muhafaza ve korumasına tenezzül etmemiş ve çekinmişlerdir. Bu hususta sorumluluk kendilerine aittir. Basiret körlüğü eden kimselere kendi “ene”si, yani benliği, bizzat muhafız olmadığı gibi, yüce yaratıcı da onlara Hafîz (koruyucu) şerefli ismiyle muamele etmez. İşte bizim anladığımıza göre Allah teâlâ’nın gönderdiği basiretlere körlük ve hakkına nankörlük eden kâfirlere, müşriklere karşı “kim körlük ederse ben size bekçi değilim.” buyurması bu mânâ iledir. Ayette “sizin rabbiniz” (Üçüncü şahıstan) mütekellimine (birinci şahsa) iltifat (dönüş) vardır. ” ( Hak dini kuran dili: Elmalılı Hamdi Yazır)
Türkçeye bekçi olarak aktarılan “ hafîz” kelimesinin aslı “ h-f-z “ kökünden türemiştir. “ korumak” anlamına gelir. Yani hafîz kelimesinin asıl anlamı “ koruyan “ demektir. Zaten Elmalılı Hamdi Yazır, Ömer Nasuhi Bilmen, Ali Bulaç … gibi İslam alimleri de meallerinde bu kelimeyi “gözetleyici ve muhafız “ olarak çevirmişlerdir. Allah bu ayette size kitap gönderdim, açıklayıcı – yol gösterici peygamber gönderdim, iyiyi kötüden ayıran akılda verdim, cennetteki nimetleri açıkladım, cehennem azabı ile uyardım, bundan sonra sizi iyilik yaparken alıkoymadığım gibi kötülük yaparken de engellemeyeceğim, iyi olup cennete, kötü olup cehenneme gidecek olan sizsiniz buyurmaktadır bu ayette. Zaten 3 ayet sonra 107. ayette de bizzat Hz Muhammed’e ben onların muhafızı olmadığım gibi ey Muhammed sende ” onlara muhafız- koruyucu ve onların vekili değilsin” buyrulmaktadır. Yani – haşa- Muhammed Kuran’ı yazdı iftirasını atmak isteyenlere cevap 3 ayet sonra gelir ve Allah bizzat Muhammed ( as)’a “ Sen de muhafız değilsin “ buyurur. Hidayet gönül işidir, isteyen, talep eden, o yola kendi arzusu ile girene verilen bir lütuftur. Bu konuyu tamamlayan konular için “ Kaza kader” ve “ Allah kalpleri mühürler mi?” başlıklı yazılara bakılabilir. Kuran’ı peygamberimizin yazmadığının delilleri Kuran’da gelecekle ilgili bilgi veren ayetler ve bilimsel mucizeler de delil değil midir zaten? Bu konuda” Kuran ve bilim” başlıklı yazılara bakılabilir. Kuran’ı bizzat kendi yazsa idi bazı ayetlerde kendini İslam literatüründe “ zelle” denen uyarıcı ayetler bulunur muydu? Kuran’da ifk hadisesinde uzun süre ayet inmemiş, Hz Muhammed çok sıkıntı çekmişti, bunlara katlanır mıydı? Ayrıca bu ayeti S. Yıldırım mealinde parantez kullanarak: “ (Sen de ki:) Ben sizin üzerinizde bekçi değilim.” şeklinde ve Yahudi iken sonradan Müslüman olan ünlü düşünür Muhammed Esed ise : “(kalbi katılaşmış olanlara de ki): Ben sizin bekçiniz değilim!” şeklinde tercüme etmişlerdir. Kısaca zorlama ve önyargı dışında bu ayetten bir şeyler çıkarmaya çalışmak sadece oryantalist zihniyet ile açıklanabilir.
İlhan Arsel ve Turan Dursun yanlıları, Romalıların Kuran’da bahsedildiği gibi 3 ila 9 senede değil, 14 sene de yendiğini söylüyorlar,bunu hangi tarihi kaynağa dayalı olarak yazmışlar?
Öncelikle bu sorunun muhatabı onlar. Olmayan bir şeyi varmış gibi ortaya atanlar iddialarını ispatlamalılar. Ayrıca bilindiği gibi bu konuda Übeyy b. Halef ıle iddiaya giren Hz ebu bekır iddiayı kazanınca -Übeyy o tarihte öldüğü için -varislerinde 10 deve almaya gidince varisler neden itiraz etmediler? Ayrıca ayet ortada iken neden hiç bir müşrik – T. Dursun veya İ. Arsel kadar akıllı davranıp – devamlı hata aradıkları İslam aleyhine bu konuyu gündeme getirmediler?
Çok çok iyi kalpli ve hakkaten hayır yardım işi yapıp ölmüş atesit insanlar var. Biz Müslümanlardan (yazıklar olsun) çok kaba, durmadan günah işleyen, adam-kadın-çocuk öldüren ama namaz kılan tipler var. bunu bilen bazı atesit ya da agnostik vatandaşlar hep aynı soruyu soruyor. neden Allah bu kadar iyi iş yaptıkları halde sırf Allah’ın hakkında şüphe ettikleri için olanları da cehennemde çok çetin(ebedi ya da çok çok uzun bir süre olduğu kesin) bir azaba uğratacak? öte yandan Allahu ekber deyip deyip masumları öldüren ama kalbinde iman olanlar eninde sonunda cennete mi gidecek? bir keresinde bu tartışma iş yerinde açılmıştı ama sağlam cevaplar veremeyeceğimi bildiğim için çok üzülüp susmuştum. kendime göre cevaplarım var, onlar hazır ama ben sizden duymak istiyorum.
İman amelin motorudur, amelde sorun varsa imanda sorunludur! “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ” ( Maun suresi 4. ayet ) veya ” İman ettim deme Müslüman oldum deyin” ( Hucurat, 14 ) ayeti burada belki bize yol gösterir. İman etmeden Müslüman olanlar vardır – kalpleri en iyi Allah bilir – kalıplaşmış ritüelleri yapar; spor gibi namaz, turistik seyahat gibi hac, perhiz gibi oruç vs. İman en temel meseledir ama seninde bahsettiğin gibi taklidi değil tahkiki imandır asıl olan! Bu ayet dıştan Müslüman olan ama iç aleminde iman sahibi olmayanlara karşı bizi uyarır. İmansız Müslüman ne kadar ibadet ederse etsin cennete gidemez çünkü asıl olan iman sonra da iman üzere yasamdır. Tıpkı bunun gibi, imansız Müslüman gibi, iyi amel eden ateistlerde cehenneme giderler. Ayrıca ateist Allah hakkında şüpheye düşen değil inkar edendir, şüpheye düşene agnostik denir. Yine merak ettim kim bu böyle ateist olup iyilik meleği kesilen kişi-ler- ? İç aleminde riyakarlık, hava basmak, vergiden düşmek, kibir… için iyilik (!) yapmadığını kim iddia edebilir ki.!? Ego, reklam , kişisel çıkar için yapılan iyilikler (!) acaba gerçekten iyilik midir? İyilik kim için yapılınca cenneti hak eden bir amel olur? Allah cennetine yarattığı kulu sokarken de mı başka bir yarattığı kuluna danışacaktır?
Hem başka ateistlerin sonu yerine herkes kendi sonunu düşünse daha iyi olmaz mı?
” İmân, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazîfe-i asliyesi (asıl vazîfesi) îmân ve duâdır. Küfür, insanı gāyet âciz bir canavar hayvan eder. İmân hem nûrdur, hem kuvvettir. Evet, hakîkî îmânı elde eden adam, kâinâta meydan okuyabilir ve îmânın kuvvetine göre hâdisâtın tazyîkātından (hâdiselerin sıkıntılarından) kurtulabilir.” ( B. Zaman, İşârâtü’l-i‘câz )
Hz. İsa Allah katına yükseldikten ve vaazettiği din bozulduktan tam 600 sene sonra kuran indirildiyse Allah (haşa) insanların 600 sene boyunca kendisinden uzak ve karanlıkta kalmasına izin vermiş olmaz mı?
Hak dinin özü Hz Muhammed dönemine dek devam etmiştir. O dönemde ibrihimî din üzere yaşayan insanlar hala vardı ve onlara hanif deniyordu. Ahlak üzere yaşayıp hanif dini benimseyenler sorumluluktan kurtulmuş olurlar. Kısaca son hak din geldiğinde bile hala insanları cehennemden kurtaracak öz bilgiler halk arasında vardı ve isteyen onlara ulaşabilirdi. Hiç vahiy ulaşamayan yer varsa orada olanlar da tek ve bir olan yaratıcıya inanmak ve ahlak üzere yaşamakla sorumludurlar. Hanif din nedir? Hazret-i İbrâhîm’in ismi Kuran-ı kerîm’de yirmi beş sûrede altmış dokuz defâ geçmekte, evvâh (çok âh eden), halîm (hilim sâhibi, yumuşak huylu), münîb (Allâh’a sığınan), kânit (Allâh’a kulluk eden), şâkir (Allâh’a çok şükreden) ve hanîf gibi muhtelif isim ve sıfatlarla zikredilerek kendisinden medh ü senâ ile bahsedilmektedir. İbrâhîm -aleyhisselâm-’ın dînine “hanîflik” denilmiştir. Hanîf kelimesi lügatte, eğriliği bırakıp doğruya giden, istikâmet üzere bulunan, başka dinlerden, bâtıl inançlardan kaçıp yalnız bir olan Allâh’a îmân eden “muvahhid” demektir. Cenâb-ı hak, Kurân-ı kerîm’de şöyle buyurmaktadır: Yahûdî ve Hıristiyanlar, Müslümanlara, «Yahûdî veya Hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız.» dediler. (ey habîbim!) «bilâkis biz doğruya yönelmiş (hanîf) olan ve Allâh’a şirk koşmayan ibrâhîm’in dînine tâbîyiz.» de!” ( Bakara, 135) “İbrâhîm ne bir Yahûdî ne de bir Hıristiyandı. Fakat o, Allâh’ı bir tanıyan dosdoğru (hanîf) bir Müslüman idi ve müşriklerden de değildi.” ( Al-i imrân, 67) Câhiliye döneminde, her türlü sapıklıktan ve putperestlikten yüz çevirip hakk’a yönelen, hazret-i İbrâhîm’in dînine bağlı kalarak yalnız bir olan Allâh’a inanan kimselere de hanîf denirdi. Varaka bin nevfel, Abdullâh bin cahş, Osman bin huveyris, Zeyd bin amr, Kuss bin sâide gibi zâtlar, hanîflerden bâzılarıdır. Hanîfler; cansız, dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmeyen putların önünde eğilmeyi, onlara yalvarmayı çirkin sayarlardı. İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ- şöyle anlatır: “Peygamber efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- nübüvvetten önce, beldah’ın aşağı kısmında bulunduğu bir sırada oradakiler tarafından bir sofraya dâvet edildi. Sofrada Zeyd bin amr bin nüfeyl de bulunuyordu. Alemlerin efendisi’ne et ikrâm edildi. Fahr-i kâinât efendimiz bu yemekten yemediği gibi Zeyd de yemekten imtinâ etti. Zeyd, etten yememesinin sebebini şöyle îzah etti:Ben sizin putlarınız adına kestiğiniz etten yemem. Ben sâdece Allâh’ın ismi zikredilerek kesilenden yerim.Zeyd, Kureyş kabîlesinin, hayvanlarını putlar adına kesmelerini ayıplar ve şöyle derdi: “Koyunu Allâh yarattı. Onun için gökten yağmur indirdi, yerden de nebat bitirdi. Ama siz onu Allâh’ın ismini zikretmeden kesiyorsunuz!” (Buhârî, menâkıbu’l-ensâr, 24; Zebâih, 16) Bir başka rivâyet de şöyledir: “Zeyd bin Amr, Varaka bin nevfel’i de yanına alarak, hakîkî dîni sorup ona tâbî olmak üzere Şam’a gitti. Orada bir Yahûdî âlime rastladı. Ona dinleri hakkında suâl sordu ve: Belki dîninize girerim, bana onun hakkında bilgi ver. dedi. Yahûdî: –sen, Allâh’ın gazabından nasîbini almadıkça bizim dînimize giremezsin! cevâbını verdi. Zeyd: Ben Allâh’ın gazabından kaçarak buralara geldim, (gazap değil, rızâ ve rahmet arıyorum). Allâh’ın gazabından herhangi bir pay almaya aslâ niyetim yok! Sen bana başka bir dîn göster (de ona gireyim)! dedi. Yahûdî âlim: Ben hanîflikten başka bir dîn bilmiyorum! cevâbını verdi. Zeyd: hanîflik nedir? diye sordu. Yahûdî âlim: Hazret-i İbrâhîm’in dînidir. O, ne Yahûdî ne de Hıristiyandı, Allâh’tan başka bir şeye de tapmıyordu. cevâbını verdi. Zeyd onun yanından çıkınca Hıristiyan âlimlerinden biriyle karşılaştı, onunla da benzer şeyler yaşadı. Dışarı çıkınca ellerini kaldırıp: Allâh’ım, sen’i şâhit kılıyorum, ben İbrâhîm’in dîni üzereyim! dedi.” (Buhârî, menâkıbu’l-ensâr, 24) Esmâ bint-i ebî bekir -radıyallâhu anhümâ- der ki:“Zeyd bin amr’ın ayakta dikilip sırtını Kâbe’ye dayayarak şöyle dediğini işittim: Ey Kureyş cemaati! vallâhi ben hâriç hiçbiriniz İbrâhîm -aleyhisselâm-’ın dîni üzere değilsiniz! Zeyd diri diri toprağa gömülecek kızları (kurtarıp) hayâtını bağışlardı. Kızını öldürmek isteyen adama: Onu öldürme, onun külfetini ben üzerime alıyorum der ve kızı alırdı. Kız büyüyüp serpilince babasına: Dilersen onu sana teslîm edeyim, dilersen ihtiyaçlarını görmeye devâm edeyim. derdi.” (Buhârî, menâkıbu’l-ensâr, 24) “Sonra da (ey habîbim) sana: «Doğru yola yönelerek İbrâhîm’in dînine tâbî ol! O, müşriklerden değildi.» diye vahyettik.” (Nahl, 123) Bu sebeple hanîflik, İslâm dîni hakkında da kullanılmış ve samîmî, ihlâslı her Müslüman’a “hanîf” vasfı verilmiştir. nitekim peygamber efendimiz:“Ben, müsamahakâr hanîf dîni ile gönderildim.” buyurmuştur. (Ahmed, v, 266)
İsa neden babasız yaratıldı, İbrahim değil, Musa değil, Davut değil ya da inandığınız Hz. Muhammed değil de neden İsa. Allah insanları yanıltıp, milyonlarca insanın cehenneme gitmesi için mi ,onu babasız yaratıp ,zavallıların kafasını karıştırdı. Sorunun cevabını bil derken mantıklı bir açıklama yapmanı bekliyorum sadece.
Önce şunu belirtelim, eğer İbrahim olsa idi neden İbrahim, Musa olsa neden Musa diyeceğiniz için rabbimiz en güzelini bilir, İsa peygamberimizi babasız dünyaya göndermiştir. Gelelim cevaba; Her peygamberin mucizesi vardır. O mucizeler peygamber olduğunun delilidir. Yoksa mucizelere bakıp peygambere ilahi vasıflar yüklersek, kuşu gösteren parmağı görünce kuşa değil parmağa takılmak gibi mantıksız sonuçlara ulaşabiliriz. Araçları vasıta edinmek sadece hedeften saptırır, örnek Hıristiyanların yaptığı. Aynı mantığınızı Hz Adem için kullanırsak, O sadece babasız değil hem anne hem babasız yaratılmıştır. Onu ne yapacaksınız? Babasıza tanrının oğlu diyen siz, anne babasız yaratılanı direk ilah ilan etmez misiniz veya hala neden etmediniz? Sahi Adem’in suçu ne? O neden ilahi vasıfla nitelendirilmedi de bir de aksine ilk günah gibi Hıristiyanlıktaki vaftizsiz silinmez suçun ilk temsilcisi ilan edildi. Hani mantık hani adalet? Başa dönelim, mucizenin hedefi vasıtanın ilahi mesajı ile geldiğini işaret etmektir, yoksa bizzat mucizeyi göstereni ilahi olduğunu işaret etmek değil.”Bu olayı insanlara gücümüzü kanıtlayan bir mucize olarak sunmak istiyoruz.” (Meryem suresi, 21) Ayet açık değil mi, Allah bu mucize ile kendine bakılmasını istiyor, siz ise vasıtaya takılıp kalmışsınız! Şunu da unutmayalım ki 325 yılındaki İznik konsülüne dek İsa’yı tanrının oğlu kabul etmeyen mezhep ve İnciller de vardı ve hala günümüzde de bulunmaktadır ( Başta Üniteryen kilisesi , Amerika’daki “Üçleme karşıtları” adlı birlik ayrıca bunlar arasında “The worldwide church of god” özellikle dikkat çekicidir. Bu kilisenin kurucusu Herbert W. Armstrong, üçleme inancının putperest kültürlerin etkisiyle ortaya çıkan bir batıl inanç olduğunu savunmaktadır! Kuzey Amerika’da 19. yüzyılda doğan ve Hz. İsa’nın dönüşünün çok yakın oluşuna dikkat çeken “Seventh Day Adventist” hareketi de üçlemeyi reddeder! Gelelim kitabı mukaddes’ten örneklere. Bizzat İncil’de İsa’nın tanrıya dua örnekleri bulunmaktadır: “Biraz ileriye giderek yüzüstü yere kapandı, duaya koyuldu.” (Matta, 26/39) , “Halka çimenlerin üzerine oturmalarını buyurduktan sonra, beş ekmekle iki balığı aldı, gözlerini göğe dikerek şükran duasını yaptı.” (Matta, 14/19) , “Halkı salıverdikten sonra dua etmek için tek başına dağa çıktı. Akşam olurken orada yalnızdı.” (Matta, 14/23) , “Sabah çok erkenden, ortalık henüz ağarmadan İsa kalktı, evden çıkıp ıssız bir yere gitti, orada dua etmeye başladı.” (Markos, 1/35) , “Onları uğurladıktan sonra, dua etmek için dağa çıktı.” (Markos, 6/46) , “İsa öğrencilerine, “ben dua ederken siz burada oturun” dedi.” (Markos, 14/32) , “O günlerde İsa, dua etmek için dağa çıktı ve bütün geceyi Allah’a dua ederek geçirdi.” (Luka, 6/12) , “İsa bir yerde dua ediyordu. duasını bitirince öğrencilerinden biri ona, “öğretmen” dedi, “Yahya’nın kendi öğrencilerine öğrettiği gibi sen de bize dua etmesini öğret.”” (Luka, 11/1) , “ Ben, imanını yitirmeyesin diye senin için dua ettim. geri döndüğün zaman kardeşlerini güçlendir.”” (Luka, 22/32) İncil’de tek tanrıya işaret eden ayetler: Tesniye (4-39) : “Yukarıda göklerde ve aşağıda yerde rab, o Allah’tır başka yoktur”
Tesniye (6-4) : ” Dinle ey İsrail : Allah’ınız rab, bir olan rabdir.” , Tesniye (32-39) :” şimdi görün ki , ben o’yum, katımda ilah yoktur” , I. Samuel (2-2) :” Senden başka ilah yoktur.” , I. Krallar (8-60) : ” Rab, Allah olan odur, ondan başka yoktur.” , isafa (45-5,6) : ” Rab benim ve başkası yoktur, benden başka Allah yoktur” , Markos: (29-30):“En önemlisi şudur: ‘Dinle, ey İsrail! Allah’ımız olan rab tek rab’dir. Allah’ın olan rab’bi bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün aklınla ve bütün gücünle sev ” , Markos (17-18): “iyi olan tek biri var, o da Allah’tır.” , Markos (9-32): “İsa ona dedi. “Allah’ımız bir olan rab’dir”. Yazıcı ona dedi: “Çok iyi öğretmen, hakikat üzere dedin ki, o birdir; o’ndan başkası yoktur.” , Galatyalılara mektup ( 3/20) :“ Allah birdir.”, Korintoslulara 1. mektup(8/6): “ Bizim için tek Allah vardır: Her şeyin kendisi’nden oluştuğu Allah. Bizler de o’nun için yaşamaktayız.” , Timoteos’a 1. mektup (1/17): “Sonsuz çağların hükümranı, ölümsüz, göze görünmez tek tanrı’ya çağlar çağı onur ve yücelik olsun.”, Timoteos’a 1. mektup ( 2/5): “Tek bir Allah vardır.” , Yakup’un mektubu (2/19): “Sen Allah’ın bir olduğuna inanıyorsun, iyi ediyorsun.” , Yahuda’nın mektubu (24): “Kurtarıcımız tek Allah’a yücelik olsun.” İsa (a.s) Allah’ın kulu ve resulüdür: Matta (12-18) : ” İşte benim seçtiğim kulum” , Luka (24-19) : “Kudretli bir peygamber olan nasıralı İsa.”
Hz. İsa’nın tebliğ ettiği İncil, günümüzde, elimizde bulunan İncil değildir. Bunun en büyük delili yine İncil’de bulunmaktadır.” İsa tanrının İncil’ini tebliğ ederek Galile’ye gelir.” (Markos : 1/14) Daha Matta, Markos, Luka, Yuhanna yazmadı ki günümüz İncil’lerini, İsa hangi İncil’i tebliğ etti – Tabii ki hak, bozulmamış asıl İncil’i! – Baba, oğul mecazi anlamda kullanılmış olabilir mi ? bu mecaz, zamanla asıl anlam gibi algılanmış olabilir mi, bakalım; Matta (5-9) : ” Ne mutlu sulh edicilere, çünkü onlar Allah oğulları çağrılacaklar” , Matta (6-14): ” İnsanların suçlarını bağışlarsanız , semavi babanız da size bağışlar.”
Dikkat lütfen, Meryem suresi 21. ayet hariç Kuran’dan hiç alıntı yapmadık, tamamen mantık ve kitabı mukaddes kaynaktı bu yazımız.
Meryem’in babasının adı İmran , ama Musa’nın babasının adı da İmran. Musa’nın babasının adı İmran olanın kızı var Meryem adı, birileri “Ey Harun’un kız kardeşi” ayetini hatalı olduğunu çünkü (güya) karıştırılmış diyorlar, yukarıdaki isimlerin aynı olmasından ötürü haşa resulullah kişileri karıştırmış ve zamanı da. Hakikaten Harun’un babası İmran mıdır? ve kızının ismi Meryem?
Önce temel kuralı verelim, Kuran’ı Hz Muhammed yazmamıştır. O vahiy ürünüdür. Hıristiyanlar bu konuda çok atıp tutmuşlar ama asla delillendirememiş sadece ” Çamur at izi kalsın ” türünden çıkışlarda bulunmuşlardır. Bu iddiaya cevap sitemizde mevcut zaten. Gelelim sorunuza, bir dilde kullanılan cümleler, kendi dil ailesi içindeki kurallar ile değerlendirilmelidir. Türk olmayan birine Yozgat yöresindekilerin ” Eğle” kelimesinin ‘Dur’ anlamında kullanıldığını bilmesine imkan yoktur! Yabancı biri o kelimeyi duyunca ‘Eğilmek, eğlenmek’ kökenini arar dururdu. Türkçe’de bir işe girmek için ” Dayın var mı?” diye bir deyim kullanılır. Ama kimse onu annenin kardeşi olarak anlamaz! Şarap Türkçe’de içki, Arapça aslında ise helal içecek anlamındadır. İbn Arapça’da oğul anlamındadır ama Türkçe’de hakaret kabul edilir. İhtiyar Arapça asıllı bir kelimedir, ‘Seçilmiş’ anlamına gelir ama Türkçe’de yaşlı anlamında kullanılır. Kısaca Arapça dilinin kendine has, başka dillerde olmayan ve anlaşılmayacak kuralları, özellikleri vardır. Onları anlamak için o donem Arapça’sına veya Arapça’nın tarihi derinliklerine inmek gerekir.Gelelim sorunuzun cevabına:
Sahabeden Müğîre b. Şube anlatıyor: Hz. peygamber beni Necran halkına gönderdi. Onlar bana; gerçekten siz Kuran’da “Ey Harun’un kız kardeşi!” diye bir ayet okuyorsunuz değil mi?” (bir diğer rivayette “peygamberiniz Meryem Harun’un kız kardeşidir, diyormuş, doğru mu?” diye sordular. ben de “Evet” dedim. Onlar, “Herhalde, Hz. İsa ile Hz Musa arasında ne kadar zaman geçtiğini de biliyorsunuz..” dediler. Ben resulullah’ın yanına döndüğümde bunu kendisine anlattım. “ Efendimiz, deseydin; onlar daha önceki peygamberlerin ve salih kimselerin ismini kullanıyorlardı..” diye buyurdu. ( Taberî, İbn aşur, Meryem, 27-28. ayetlerin tefsiri) Arapça’da eb (baba), eh (kardeş) ve uht (kızkardeş) kelimeleri birçok durumda geniş mânada kullanılır. Gerçek bir kardeşlik değil, akrabalık ve mensubiyet bildirir. Çünkü, Hz. Meryem validemiz Beni İsrail’den olup Yahudi idi. Hz. peygambere (a.s.) bu, bir soru olarak sorulmuş, O da: “Meryem zamanındaki insanlar, kendilerinden önce geçen peygamberlerinin ve iyi kimselerin isimlerini çocuklarına isim yaparlardı, yani onlara nispet edilirlerdi.” buyurmuştur. Nitekim: Hz. Safiyye, bazı kadınların kendisine “Yahudi kızı Yahudi!” dediklerini şikâyet edince Hz. peygamber şöyle buyurmuştu: “Sen niçin onlara: “oh ya, Harun babam, Mûsâ amcam, Muhammed eşim oluyor, daha ne isterim!” deseydin ya!” ( Tirmizî, Menâkıb 63; Hâkim, el-Müstedrek, 4/31) Ayrıca Kureyş’te Haşimoğulları kolu vardır. Bu kabileden birisi yanlış bir şey yaptığında “Ey Haşimoğlu bu yanlışı sen nasıl yaparsın” gibi bir söz söylense bu o kişinin gerçek anlamda Haşim ismindeki soy büyüğünün oğlu olduğunu göstermeyip o soyun bir ferdi olduğuna kinaye olarak söylenmiş olur. ( Razî, Meryem, 27-28. ayetlerin tefsiri) Bu isimler o zamanda soyu hatırlatan ve soyun büyüklerine hürmeten çok koyulan isimlerdir. Nitekim günümüzde de bazı yörelerde büyüklere hürmeten bazı isimler son derece çok koyulmaktadır. Bu açıklamadan da anlaşıldığı gibi, Meryem’in babası olan İmran ile Musa ve Harun’un babası olan İmran birbirinden tamamen farklı ayrı kişilerdir. İsim benzerliğinden başka, zaman ve mekân bakımından bir yakınlıkları söz konusu değildir. İyi incelendiğinde görülür ki, kendi toplumunda Hz. Meryem’e “ey Harun’un kız kardeşi!” diye hitap edilmesi, “Onun din kardeşi ve onun soyundan gelen” anlamını taşımaktadır. Genellikle Hıristiyan muhitinden gelen bu eleştirilerin objektif olmadığı, kendi kutsal kitaplarında aynı yönde yer alan bilgilere itiraz etmemelerinden kolayca anlaşıl maktadır. Nitekim Luka İncil’inde Hz. Zekeriyyâ’nın eşi Elizabeth için “Hârûn kızlarındandı” (Luka, 1/5) denmektedir. (Ömer Faruk Harman, “Hz. İsa”, İfavans., IV, 424) Zaten günümüze dek hiç bir İslam alimi, bu ayetten Hz. Meryem’in gerçekten Hz. Harun’un kız kardeşi olduğunu anlamamış ve böyle bir şeyi düşünmemiştir, eserlerinden böyle bir şeyi dile getirmemiştir. Dolayısı ile Arap dili ve Kuran mantığı içerisinde ayetler arasında bir sorun yoktur.
Hud suresi 50.ayet: ”Ad halkına da kardeşleri Hud’u gönderdik” buyrulmuştur. Buradaki eh (kardeş) kelimesi kullanılmıştır. Yani ayet’teki kardeş kelimesi” kabile üyelerin den biri, onlardan biri” anlamında kullanılmıştır. Hz. Ali N. Belağa adlı eserinde Hevazin kabilesinden olan D. ibn-i Simmah’ı kastederek, ”Kema kale ehu hevazin” yani Hevazinin kardeşinin dediği gibi, tabirini kullanmıştır. Sakif kabilesinden olan Haccac için “Ehu sakif” denilmektedir. Tüm bu örnekler “Ya uhte Harun” ayetinin “ey Harun’un soyundan gelen anlamında kullanıldığını gösterir. Zaten Medine Yahudi ve Hıristiyanlarından hiç kimse de bu söze hiçbir zaman itiraz etmemişlerdir. D. Herbelot, Bibliothéque Orientale adlı eserinde bu ayetin manasının “Ey Harun’un kutsal sülalesinden gelen” diye açıklamaları rivayet ettiği bilinmektedir.
Hz. Harun’un görevini İmran döneminde devam ettirenlerden olan Hanne, oğlu olması halinde onu tapınağa hizmete adayacağına vaad eder. Meryem erkek ismidir, erkek beklenirken bir kızları olur, ismini ve adağını değişmez bu aile ve görevlerine devam ederler. İşte bu tapınak görevinde olanlar Hz Harun’un erkek ise oğlu/soyu olarak isimlendirilir. Ayette bu temiz soya atıfta bulunulmuştur. Bu kutsal görevi Meryem’in soyu devam ettirecektir, bu nedenle, “ Ey Harun’un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de iffetsiz değildi.” ( Meryem, 28) denilir. Kısaca üstlenilen göreve atıfla Hz Harun’un ismi zikredilmiştir. ( H. Kemal Gürger, Ateizmin ve deizmin sorularına karşı İddialar ve izahlar, s. 139) Zaten Hz Muhammed’de, Hz İbrahim’in ‘milletindir’ ( Bakara, 135; Ali İmran, 95) Hâlbuki arada, kimi rivayetlere göre üç bin yıl vardır. İşte, evrensel İslam kardeşliğini anlayamayanlar, aradaki zaman veya mekanların birer sınır olduğunu zannetmektedir.
Hz ısa için Kuran’da Mesih sözcüğü kullanılıyor, Mesih ne demektir, Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta kullanılan Mesih kavramıyla aynı anlamda mı kullanılır?
Mesih kelime olarak, bir şey üzerinde el yürütmek, bir şeydeki eseri gidermek, el ile temas etmek mânâlarında “Mesh” kökünden gelen bir mefhumdur.”Mesih” kelimesi hem Hz. İsa’ya, hem de deccala unvan olmuştur. Hz. İsa’ya bu unvanın verilmesinin sebebi ve hikmeti şöyledir: Kuran-ı kerimin 11 âyetinde geçtiği üzere “Mesih” unvanı İsa aleyhisselâma Allah tarafından verilmiştir. Al-i imran sûresinin 45. âyetinde meâlen şöyle buyurulur:”Hani melekler Meryem’e şöyle demişlerdi: ‘Ey Meryem! Allah seni, bir ol emriyle yaratacağı bir oğul ile müjdeliyor. Onun adı Meryem oğlu Mesih İsa’dır.” Bu âyetin tefsirinde Kurtûbî şu izahı verir: Mesih, “sıddîk, üzerinde turası olmayan para” mânâlarına gelir. Hz. İsa’ya mesih denmesi ve nedenleri: İbn Abbas’a göre Hz. İsa (as), değişik hastalara el sürüp, onları Allah’ın izniyle sağlıklarına kavuşturduğu için bu lakabı almıştır. ( el-Kurtubî, IV/89) Al-i İmran 49 ve Maide 110. ayetlerde de bu özelliği belirtilir. Bazı dilcilere göre, bu kelime İbrânicede “meşîha” olup, güzel bir yaratılışı ve mübarek bir sima ve bir kişiliği ifade etmektedir.( Kurtubî, IV/89) Bazı alimler ise, “mesih” kelimesinin, tertemiz anlamında olup Hz. İsa (as)’ın günâhlardan arındırılmış bir insan olduğunu ifade ettiğini söylemişlerdir.( Taberî, IV/35, bkz Meryem 19. ayet)
Diyanetin tefsirinde ( Ali İmran 45. ayet) : Kelimenin Ârâmîce aslı olan meşîhâ ve İbrânîce aslı olan mâşiah, “sıvazlanmış” anlamına gelmekte olup, İsrâiloğulları’nda hükümdarlık görevine başlarken kâhin (üst düzey din adamı) tarafından kutsal yağ sürülmesi geleneğine bağlı olarak krala mesih unvanı verilir olmuştur ( Zemahşerî, I, 189; Reşîd Rızâ, III, 305; Ömer Faruk Harman, “Hz. Îsâ”, İFAV Ans., II, 423; a.mlf., “Mesih”, III, 224) denmektedir. Muhammed Abduh ayetin tefsirinde, Hükümdar, adaleti gerçekleştirmesi ve halkın uğradığı haksızlıkları gidermesi için başa geçirilir. Îsâ Mesîh de bunu yapmıştır. Mesîh onların dinin gerçek amaçlarına dönmelerini ve haksızlıkları ortadan kaldıran kardeşliğe yönelmelerini sağlamıştır demektedir ki gerek İbni Abbas gerek Abduh’un görüşleri akla en yakın açıklamalar olmaktadır. Burada üzerinde asıl durulması gereken konu ise, bizzat misyonerlerce de dile getirilen, ” İsa’nın mesih olduğunun Kuran’da da dile getirilmesi” iddiasıdır ki Kuran’daki İsa aleyhisselam ile ilgili ayetlerin tümüne bakıldığında bu iddianın tamamen Hıristiyan misyonerlerin amaçlarının dışında bir kullanımı ifade ettiği açıkça görülmektedir. İsa peygamberin bizzat bir kul olduğu; Meryem’in oğlu olduğu ( Ali İmran, 45) ve tıpkı Adem peygamber gibi yaratıldığı ( Ali İmran, 59 Ayrıca Meryem, 19; Nisa, 157-160,171) şeklindeki ayetler misyonerlerin iddialarına Kuran’dan kaynak bulma çabalarını tamamen yok etmektedir. Bu konuda “İsa, incil” adlı yazımıza da bakılabilir.
İslam’a göre, İsa peygamber diğer peygamberlerden de birçok konuda değişik özelliklere sahiptir; babasız doğumu, doğduğunda bebekken konuşması özelliği, kendisine öğretilen “kitap, hikmet, Tevrat, İncil”, ölüleri diriltmesi vb ( Maide, 110) Kurana göre İsa Yaradan tarafından bu özelliklerinin vurgulanması için Mesih denmiş, Yaratıcı İsa’ya verdiği nimetlerin toplamını Mesih kelimesi ile özetlemiştir. Ama sonuçta O (as) Meryem oğlu Mesih, sadece bir peygamberdir: Maide 75: “Meryem oğlu Mesih (İsâ) bir peygamberden başka (bir şey) değildir. Ondan evvel de peygamberler gelip geçmiştir. Anası çok sadık bir kadındı. İkisi de (birer kul ve beşer olarak) yemek yerlerdi. Bak, biz âyetleri onlara nasıl apaçık bildiriyoruz. Sonra da bak onlar nasıl (hakikatten) çevriliyorlar. “
Bakara, 136: “ Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve Yakup oğullarına indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.” Biz Müslümanlara göre tüm peygamberler gibi İsa peygamberde Allah katında hepsi peygamberdir ve diğerlerinden bize göre bir farkı yoktur. “Andolsun, “ Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler küfre düşmüştür. Oysa Mesih’in dediği (şudur:) “Ey israiloğulları, benim de rabbim, sizin de rabbiniz olan Allah’a ibadet edin. Çünkü o, kendisine ortak koşana şüphesiz cenneti haram kılmıştır, onun barınma yeri ateştir. Zulmedenlere yardımcı yoktur.” ( Maide suresi, 72) İsevilikteki Mesih aslında direk rab olan İsa’dır ve asla İslam’la bir – kelime benzerliği dışında – içerik olarak bir benzerlik yoktur!
Yine Kuran’da Hz İsa için geçen “kelimetullah” sıfatı da asla başka anlamlara çekilmemelidir. Kur’an’da üç yerde Hz. İsâ’nın “Allah’tan bir kelime” olduğu ifade edilir: (Âl-i İmrân ,39, 45 ve Nisâ,171) Nasıl Hz Musa’ya Kelimullah, Hz İbrahim’e Halilullah isimleri verilmişse, Hz İsa’ya da bu sıfat Allah tarafından verilmiştir. Hz. İsa’yı Cenâb-ı Allah, babasız olarak “ol” emriyle yâni kelimesiyle yarattığı için, Allah’ın kelimesi adını vermiştir ( Râğıb el-İslahânî, s.439-440) Nitekim Allah Teâlâ, Âdem’i de anasız babasız topraktan yaratmıştır. “Allah nezdinde İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona “Ol” dedi o da oluverdi” (Âl-i İmran, 59) Dolayısı ile Hıristiyanlıktaki gibi bir anlama asla çekilemeyeceğinin altını çizerek konuyu bu konudaki uyarı ayetleri ile bitirelim: Meryem, 30, 36, 88-92, Mâide, 73, Nisa, 171.
Kıble’nin değiştirilmesi
İslam’a yeni girenlerin putlardan uzak tutulması gerekirdi dolayısıyla mevcut şekliyle Mekke’de bulunan Kabe’nin kıble olması münasip olmazdı ancak hicret’ten sonra Medine’deki Müslümanların putlara secde etmediğini anlayacakları bir zaman ve mekanda kıble’nin yönü Kabe yapılmıştır. Direk Mekke’de kıble Kabe olsa idi Müslümanlar “Putlara secde etmekle “ rahatlıkla itham edilebilirlerdi.
Ayrıca Kudüs’e secde aynı zamanda Müslümanlar içinde bir imtihandı. Zaten Mekke kökenli efendimiz ve Müslümanlar Kabe’den haberdar idiler. Ama 10 sene Müslümanlar sınandır ve sonunda kazandılar, Yahudi iken Müslüman olan Kudüs’e secde edilirken memnun idiler, bu 10. sene sonunda bu yeni Müslüman olanlar sınanmaya başladılar. Gel anlamda ise tüm Yahudiler imtihanı kaybettiler. Kuran Müslümanları “Orta Ümmet” ( Bakara 143) kavramı ile nitelendirir. Asla aşırı gitmeyen, dengeli ve hayırlı topluluk demektir. Kıble tayininde de anısı olmuş, Kıblenin yönü, ümmet için hayatlarında bir denge unsuru ve aynı zamanda imtihan vesilesi olmuştur. Ayrıca amaç kalpleri çelme olsa idi, içinde yaşadığı Arapların birleştirici gücü olan Kabe’yi kullanırdı. Hem Mekke’de kaç Yahudi vardı ki?! Biz söyleyelim, ‘Mekke’de Yahudi cemaati yoktu’ ( TDV İslam Ansiklopedisi, cilt: 43; sayfa: 221)
Bu konuda, ‘Kuran ve peygamber aleyhine iddialara cevaplar‘ adlı yazıya da bakılabilir.
Kuran da adı gecen peygamberlerin hepsi orta doğuya gelmiş peygamberler. Oysa Kuranda 250 bin peygamber gönderildiği söyleniyor, dolaysıyla neden sadece orta doğudaki peygamberlerin ismi zikrediliyor?
Peygamberler sadece Ortadoğu’ya gönderilmemiştir. “Hiçbir ümmet yoktur ki bir uyarıcı gelip geçmemiş olsun.” (Fatır, 24); “Andolsun ki biz her ümmete, “Allah’a kulluk edin, sahte tanrılardan uzak durun” diyen bir elçi gönderdik.” ( Nahl, 36); “Elçiler de var ki, kendilerini sana anlatmadık.” (Nisa, 164)
Kuran’da 250 bin peygamberden bahsedilmez. Sadece rivayetlerde 120.000 peygamberden bahsedilir. Peki, neden – özellikle kitap olan peygamberler orta doğuya gönderilmiştir?- çünkü medeniyetin beşiği orta doğudur. Oradan dünyaya yenilikler – iyi ve kotu anlamda – yayılmıştır. İlahî mesaj baştan kaynağa gönderilmiştir! tabii bu demek değil ki başka topluluklara peygamber gönderilmemiştir. Bu konuda “ İslam tüm dinlerin ortak adıdır” adlı çalışmamıza bakılabilir. Mümin, 78: ” Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana kıssalarını anlattığımız kimseler de var, durumlarını sana bildirmediğimiz kimseler de var.”
.
.
Allah neden hep Yahudilere peygamber göndermiştir?
Allah insan olan her topluma mutlaka peygamber göndermiştir. Mümin, 78: “Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana anlattıklarımız da var, anlatmadıklarımız da var.” Fatır, 24: “‘Şüphesiz seni bir müjdeci ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Her toplum içinde mutlaka bir uyarıcı gelmiştir.” ( Detay: http://islamicevaplar.com/islam-tum-dinlerin-ozudur.html ) Yahudiler ise bir prototip olarak insanlığa, onların düştüğü yanlışlığa düşülmemesi için , tarihten bir ders alınması için, örnek alınmaları için Kuran’da özellikle Yahudiler üzerinde durulur, onların örnekleri Kuran’da daha çok geçer. Özellikle günümüzde Yahudileşme temayülü adı ile adlandırılan, İlahi vahyi dünyevi menfaatler için değiştirme, dünyevileşme temayülüne karşı İslam toplumunu uyarmak için Kuran devamlı bir tarihi ibret olarak Yahudilerden bahseder yoksa sadece peygamber Yahudilere gönderilmiş değildir: Kasas: 59: “Peygamber göndermedikçe, yaptıkları kötülüklerden dolayı o memleketleri helak edici değiliz.”
.
Hıristiyanlar cennete girebilecek mi?
Bakara 62, Ali İmran, 113, 115, 199. ayetlerde Yahudi ve Hıristiyanların cennete girebileceğinden bahsedilirken, Bakara, 136, Maide,44, 68-69 gibi ayetlerde Tevrat ve İncil’e inanmaktan bahseder. Bu ayetlerin öncesi ve sonrası ile okuduğumuzda, Yahudi ve Hıristiyanların cennete gidecek olanlardan bahseden ayetlerin ilk zamanlardaki bozulmayan İncil-Tevrat inananlar Yahudi ve Hıristiyanlardan bahsedildiğini rahatlıkla anlarız. Tabiî ki biz o Salih kişilerin tıpkı Müslümanlar gibi bir olan Allah’a iman edip Salih amel işlediklerine inanıyor ve onların cennete gideceklerine iman ediyoruz. Ve aynı zamanda biz bozulmayan Tevrat ve İncil’e de iman ederiz, çünkü onları da bizim rabbimiz olan Allah göndermiştir.
Bakara süresinin 285. Ayet zaten tüm peygamber ve kitaplara iman etmemizi bize emreder, çünkü bozulmamış tüm asıllarını gönderen bizim Allah’ımızdır. “Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır dediler.”
Ama şimdiki İncil ve Tevrat bozulmuştur, dolayısı ile onlara iman eden günümüz Yahudi ve Hıristiyanları da, inancımıza göre cennete gidemeyeceklerdir.
“Kendileri kafir olmuş olan o Ehli kitap ve müşrikler ; gerçekten içerisinde ebedi kalıcılar olarak cehennem ateşindedirler! İşte onlar, yaratıkların en kötüsü ancak onlardır.” ( Beyyine, 6) ; “Şüphesiz o ( Yahudi ve Hristiyanlara mensup ) kimseler ki; Allah’ı ve Peygamberlerini inkar etmektedir. Allah ile Peygamberleri arasında ayırım yapmak isterler ve (Peygamberlerle kitaplardan ) bir kısmına inanırız, bir kısmını inkar ederiz!” derler ve işte sana ! Böylece bu anlatılan küfürle iman yolları arasında orta bir yol edinmek isterler! İşte onlar ! hakikaten kafirlerin ta kendileridir ! Bizde o kafirler için çok alçaltıcı pek büyük bir azap hazırlamışızdır.” ( Nisa, 150-151); “Andolsun ki “ gerçekten Allah, Meryem oğlu İsa’nın ta kendisidir!” demiş olan şüphesiz kafir olmuştur.(Habibim! Bu iddada olanlara) deki : “Peki O (Allah-u Teala), Meryem oğlu Mesih’i, annesini ve yerde bulunanları topluca helak etmek isterse, Allah’tan ( zuhur edecek bu yöndeki bir irade ve kudreti çevirme hususunda ) en ufak bir şeye kim malik olabilir. Göklerin, yer(ler)in ve ikisi arasındakilerin mülkü (; saltanat ve hükümranlığı ) ancak Allah’a aittir. O dilediğini yaratır. Allah ( Adem (as) ı erkeksiz ve dişisiz, eşini dişisiz, İsa (as)ı erkeksiz yaratmak dahil ) herşeye ( hakkıyla gücü yeten bir ) Kadir’dir. (Maide, 17 ) “Yahudiler, “Üzeyr, Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar ise, “İsa Mesih, Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah, onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar! Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de.. Oysa onlar, tek olan bir ilah’a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.” (Tevbe, 30-31) “Dediler ki: ‘Allah oğul edindi.’ O, (bu yakıştırmadan) yücedir. Hayır, göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur, tümü O’na gönülden boyun eğmişlerdir..” (Bakara, 116) “Kitap Ehlinden olan kafirler ve müşrikler, Rabbinizden üzerinize bir hayrın indirilmesini arzu etmezler. Allah ise, dilediğine rahmetini tahsis eder. Allah büyük fazl sahibidir..” (Bakara, 105) “Allah katından ellerinde olan (Tevrat)ı doğrulayan bir Kitap geldiği zaman, -ki bundan önce inkâr edenlere karşı fetih istiyorlardı. işte bilip-tanıdıkları gelince, onu inkâr ettiler. Artık Allah’ın laneti kafirlerin üzerinedir..” ( Bakara, 89) Bu konuda ‘İncil, isa, papa’ adlı yazımıza bakılabilir.
Günümüzde hak din sadece İslam’dır ki bu aynı zamanda diğer dinlerinde bozulmayan aslını, özünü oluşturan dindir: “Şüphesiz, Allah katında tek din, İslâm’dır.”(Ali İmran, 19);”Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki; kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.”(Ali İmran, 85); “Bugün size dininizi olgunlaştırdım ve size nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı beğendim.”(Mâide, 3)
Bozulmamış, asli unsurlarını muhafaza eden her din mensubu cennete girecektir. Fakat günümüzde bozulmamış tek din İslam’dır; tahrif edilen, bozulan, İsa figürlü heykellerle puthaneye dönen günümüz kiliselerine giden Hıristiyanlar artık cennete gidemeyeceklerdir. Çünkü asli saf halini kaybetmişlerdir. Bu konuda ‘Tüm dinlerin özü İslam’dır’ adlı yazımıza bakılabilir.
“Kuran’ın Bizans ve Roma medeniyetlerinin tamamen göçmüş olduğu, Musevilik ve Hıristiyanlığın bozulmuş inançlara sahip göründükleri bir devirde vahyedilmiştir. O Kuran daima gerçek olan, çökmeyecek bir altın çağ açacaktır.” ( A. J. Arberry, The Holly Koran, S 30, London, 1953 )
İstisnai bir ayet var gibi gözükür ama asıl hakikat değişmez. Maide, 82 : “ (Ey Muhammed!) İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin kesinlikle Yahudiler ile Allah’a ortak koşanlar olduğunu görürsün. Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da “Biz Hıristiyanlarız” diyenler olduğunu mutlaka görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar.” Bu ayetlerde keşişlerden bahsedilir. Keşişler dünyadan irtibatını kesen, manastıra kapananlar insanlardır. Onlardan temiz kalmış olanlar vardır – ki bir çoğunda cinsel sapkınlık, tecavüz olmuştur, bunlar artık bilinmektedir! – işte o azınlıktaki keşişlerden pak azı gerçek ayetleri duyunca İMAN eder. Çünkü saflıklarını korumuşlardır :“EY RABBİMİZ, İMAN ETTİK. ARTIK BİZİ DE GERÇEĞİN TANIKLARIYLA BİRLİKTE KAYDET.” ( Maide, 83) Derler yani onlarda Müslüman olurlar.
Kuran’da İncil ve Tevrat’ta bahsedilmeyen bir peygamber kıssası var mı?
Soruyu şöyle düzeltelim, ‘Benzeyen veya bahsedilenlerin hangisi birbiri ile uyuşuyor, içerik olarak aynı şeyleri anlatıyor?’ Sorudan kasıt belli, ‘Muhammed, İncil- Tevrat’tan kopya çekti.’ Demeye getirecekler sonunun. Bahsedilende var, bahsedilmeyen ama asıl önemli olan ” Bahsedilenler arasındaki farklar!” Bahsedilmeyenler zaten farklı ya bahsedilenler! Asıl onlar arasındaki farklar zaten ” Aşırma- intihal olmadığının delili değil mi?. İşte Davud, işte Nuh, işte İsa ile ilgili ayetlerin kıyaslanması . Sitemizde “ Hıristiyanlık, İncil, papa” isimli çalışmamıza bakmanız tavsiye edilir. Yahudiler: “Üzeyir Allah’ın oğludur” dediler; Hıristiyanlar da: “Mesih Allah’ın oğludur” dediler.” ( Tevbe suresi, 30) Sadece bu ayet bile aslında temelde bir çok farkın varlığını anlatmaya yetmez mi? Arada o kadar az benzerlik var ki! Hatta benzer şeylerden bahseden rivayetler bile aslında birbirinin tam zıttı değil mi! – Josef Şizman isimli bir oryantalist Arabistan Yarımadası’nda yaşamış olan bazı Yahudilerin Üzeriy’i Allah’ın oğlu olduğu şeklinde bir inanca sahip olduklarını zikreder. (Profesör doktor Tayyip Okiç, Tefsir ve hadis usulünün bazı meseleleri, s. 20) –
“Kuran’ın Bizans ve Roma medeniyetlerinin tamamen göçmüş olduğu, Musevilik ve Hıristiyanlığın bozulmuş inançlara sahip göründükleri bir devirde vahyedilmiştir. O Kuran daima gerçek olan, çökmeyecek bir altın çağ açacaktır.” ( A. J. Arberry, The Holly Koran, S 30, London, 1953 )
Bilim Musa mucizesini de aydınlattı
Binlerce yıllık Hz. Musa peygamber esrarı çözülmüş olabilir mi? Musa peygamber’in mısır’da firavundan kaçan israiloğullarını kutsal topraklara ulaştırmasını sağlayan ‘denizin yarılması’ mucizesinin arkasında fizik kanunları olduğunu öne süren araştırmanın iddiası bu. ABD’li araştırmacıların bilgisayar simülasyonlarına dayanan çalışmasına göre, kutsal kitaplarda tarif edilen ‘mucizenin’ gerçekleştiği gece esen sert rüzgârlar ve deniz yatağının coğrafi yapısı, suyun geriye doğru çekilmesine neden oldu.
Fizik kanunlarına uygun
Rüzgârların suyu nasıl etkilediği üzerine Colorado Üniversitesi’ndeki ulusal atmosfer araştırmaları merkezi’nde yürütülen daha geniş bir çalışmanın parçası olan bilgisayar simülasyonlarında, nehrin bir lagüne ya da göle döküldüğü durumlarda, rüzgârın suyu geriye itebildiği görüldü. araştırmayı yürüten ekipten Carl Drew, simülasyonların kutsal kitaplarda anlatılan göçteki durumla uyuştuğunu söylüyor. buna göre, “suyun ikiye yarılması, akışkanlar dinamiğiyle anlaşılabilir. rüzgâr, suyu fizik kanunlarına uyumlu bir şekilde hareket ettiriyor ve iki tarafından su geçen, güvenli bir pasaj açıyor. daha sonra da su tekrar yerini alıyor.” simülasyon eski haritalar, uydu verileri ve bölgenin arkeolojik yapısı incelenerek uygulanmış. sonucunda da doğudan saatte100 km. hızla ve 12 saat süreyle esen rüzgârların, suların iki yana açılmasını sağladığı görülmüş. bu da yaklaşık3 km. uzunluğunda,5 km. genişliğinde kara geçişi yaratıyor. ( Reuters-23/09/2010)
Not: Mucizenin aynen böyle olması gerekmez, mümkün olması en azından ateist itirazlara cevap vermesi açısından önemlidir. Yoksa zaten mucize, tabiat kurallarına aykırı, normal dışı ilahi kaynaklı olaylardır!
Musa mucizesinin Kore versiyonu 🙂
Yunus adayı 🙂
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.