Oryantalistlerin Kur’an, İslam ile ilgili eleştirilerine cevaplar

1.772 kez görüntülendi

Resim bulunamadı

 

Herkes aynaya -Tarihine- bir baksın!

“Ehli kitaptan bir çoğu bizi tekrar kafirliğe çevirmek” (Bakara, 109) ve “Bizi doğru yoldan sapıttırmak” (Ali İmran, 69) ister.

İslam’la ilgili eleştirilerinde belli bir kural, metot asla kullanmayan oryantalistler İslami kaynaklar içerisinde işlerine gelenleri cımbızla seçer, ortamında koparır ve önceden belirdikleri amaçlarına ulaşmak için kullanırlar. En aşırı Şii kaynağı delil getirir; Kur’an’a saldırır, Kur’an’da bir ayette geçen kelime ile hadislerde geçen aynı anlamdaki bir ‘başka bir kelimeyi’ birleştirir, aralarında irtibat bulunmayan konuları birbirlerine ekler; ayet ve hadisleri istedikleri gibi yorumlar, kelimeleri istedikleri gibi anlamlandırabileceklerini zanneder,; hadislerin ve İslam tarihinin sonradan uydurulduğunu ileri sürer ama sonra ‘uydurma’ kabul ettikleri bu kaynakları kullanarak İslam’a saldırırlar. İncil ile ilgili birçok gerçeği gizler, bilmiyormuş gözükür, ve bu konuda muhataplarına “saldırı en iyi savunmadır” metodunu kullanırlar. Yalan ve iftiradan asla sakınmaz ve gerçeği bile bile gizlerler. Kaynak gösterdikleri eserlere çoğu hatta hemen hemen hiçbir okuyucusunun başvurmayacağını bildikleri için kaynaklar arasında dolaşıp istedikleri hedefe ulaşmak için işlerine gelenleri seçip itham ve iftiralarında kullanırlar! İslam’la ilgili önce bir karar verirler; anlamı, içeriği, amacı ile zıt delilleri kelime oyunları yaparak iddialarını delillendirdiklerini zannederler. “İlerideki yüzyıllarda insan cinsinin düşünceleri ve inançları üzerinde barışçı bir etki yapmak üzere Haktan gönderilen en kuvvetli vasıtayı (Kur’an’ı) en inatçı taassup ve en cahil saldırılarla karşılamak kadar yanlış ve hem de gülünç bir hareket olamaz.” (Lord John Davenport, Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim, s. 55) 

İslam ile terörü özdeşleştirmeye çalışan batı dünyası önce kendi tarihleri ile yüzleşmelidirler!

“Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Ben barış değil, kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben oğula babasının, kızla anasının, gelinle kaynanasının arasına ayrılık sokmaya geldim. İnsanın düşmanları, kendi av halkı olacaktır.”  (Matta:10-34-36)  Sadece son bir yüzyılda Hristiyan batı, dünyaya iki dünya savaşı, iki atom bombası, 4 kıtada (Afrika, Asya, Avustralya  ve Amerika) işkence, katliam, sömürü ve asimilasyon sığdırdılar! Onlar  “Barış, müjde” ile geldik derken geride bıraktıkları sadece zulüm, kan, gözyaşı  olmuştur. Bu konuda detayları ile ele alacağız! Kenya Devlet Başkanı Kenu Kenyattu: Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda ise bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.” (Bayram Küçükoğlu, Türk dünyasında misyonerlik, s, 11; Mustafa Balbay, Avrupa’nın Terör sorunu, Cumhuriyet, 18.2.1999; Melih Aşık, Milliyet, 15.02.2008) “Peru fâtihi” Francisco Pisarro, bu ülkenin kıyılarına ulaşıp İnkalar’ı kitleler halinde  kesmeye başladığında, yüreğinde hâlâ azıcık vicdan duygusu bulunanlar duruma isyan etmiş ve ünlü komutana bu kadar çok kan dökmemesi yolunda uyarıda bulunmuşlar. Pisarro homurdanmalar gitgide artınca bir kaç kardinalden insanlık tarihine geçecek  şöyle bir fetva alır:  “Fethedilen bu topraklarda yaşayan canlılar (İnka İmparatorluğu’nda yaşayan insanları kastediyor) her ne kadar insana benzer bir görünüme sahip olup iki ayakları üzerinde yürümekteyseler de, sonuç itibarıyla Engizisyon Mahkemesi bunların farklı bir hayvan türü oldukları kanaatine varmıştır. Bu vesileyle, düşünme ve iman etme yetisinden yoksun olan bu ‘hayvanların’ katli vacip görülmüştür.” (Ali Murat Güven, Yeni Şafak, 26.01.2003) Bu ‘Hayvanların’ teknoloji, mühendislik, astronomide ne kadar ilerledikleri ise erbabınca bilinen bir husustur, konumuz dışı olduğu için detaylarına geçmiyoruz. Amerika’nın keşfinin ilk 50 yılında Katolik İspanyollar bir  milyon yerlinin katliam, kölelik ve enfeksiyonal hastalıklardan dolayı ölümüne sebep  olmuştur. Ve daha sonra ki 150 yıl içinde 100 milyon insan yani yerli halkın 90%  haritadan silinmiştir. Amerika’nın keşfinden 19. yüzyıla kadar 13 milyon Afrikalı  köleleştirilip Amerika´ya götürülmüştür. Afrika’daki elmas, altın madenlerinin sömürülmesi yetmezmiş gibi, tüm Afrika halkının köle diye Avrupa ve Amerika’da satılır ve hatta Güney Afrika’da beyazların yerli halka uyguladığı ırkçılığın yasaklanmasının daha üzerinden 20 küsur sene yeni geçmiş iken, Asy ırkçılık daha  1994 yılında ancak yasaklanmışken, 4 kıta yüzyıllarca sömürge valileri tarafından yönetilirken, Tüm İslam alemi işgal edilip, ırk-hizip-mezhep savaşları körüklenirken, Avrupa’da ırkçı saldırılar yetmezmiş gibi islamofobi gizli destekle yayılırken bize hala insanlık dersi verebileceklerini zannedenlerin önce aynaya bir bakması gerekmez mi? Kendi mezhepleri arasında yüzyıl savaşları yapan, iki cihan savaşına neden olup yeryüzünü cehenneme çeviren, gizli örgütlerle dünyayı yönlendirip yönetmeye çalışanlar acaba hiç iç muhasebe yapabilecek mi? “Onlara: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde: ‘Biz sadece ıslah edicileriz’ derler. İyi bilin ki, onlar müfsitlerin ta kendileridir, fakat anlamazlar.” (Bakara, 11-12)

Mesih’in çarmıhta kendini kurban vermesi (1. pet.2:24) kendi kanını bizim günahlarımız için dökmesi, Tanrı’nın gazabını (Yuhanna 2: 2; Yuhanna 1: 12) bizden uzaklaştırmasına neden oldu. Kişiyi Tanrı’nın gazabından kurtaracak tek şey, Mesih’in o kişinin yerine çarmıhta kurban olarak ölmesidir (1. pet. 2: 24) Cehennem,  Tanrı’nın huzurunun bulunmadığı, ateşle işkence edilen bir yerdir.  (Matta25: 46)  “Hristiyan olmayanlar cehenneme ‘sonsuza dek’ atılacaklar.” (Matta25: 46) E hani  tanrınız “sevgi” idi?  Kutsal kitap, ‘tanrı sevgidir.’ (Yuhanna 4:16) ‘ve o herkesi’ sever. (Matta 5:43-48; Yuhanna 3:16) diyordunuz? Bizim ilahımız zalimlere kızınca “Tanrı hiç kızar mı?” diye sorarsınız ama sizinki acı çekip, oğlunu (!) çarmıha gerdirince, gazabı  ancak bu şekilde sönünce iyi oluyor, öyle mi? Ya peki bizim ‘Melek’ tabir ettiğimiz bebekler için, günahkâr doğum (Asli günah) iddianıza ne demeli?: “Orijinal günah, günahlı doğum Adem’den kaynaklandı ve aileden çocuklarına geçmeye başladı. Bizler doğal olarak Tanrı’nın gazabının çocuklarıyız.” (Efes, 2:3) Bebekler günahkâr doğar ve onlar tanrının gazabının eseridir. Bu tanrı bir de “Sevgi” tanrısı olmasa ne olurdu acaba?

“Orijinal el yazmalarında tanrı sözü esinlenmiştir ve hatasızdır.” (Va.22:18-2; 2. tim. 3:16)  Hatasız iddiasına cevabımızı “ İncil, Hristiyanlık, papa” adlı çalışmamızda bulabilirsiniz.

Teslis; Baba, oğul ve kutsal ruh hakkındaki kendi açıklamaları: Tanrı tek bir varlık olduğu halde üç kişide kendini gösterir. Üçlü birlik; üç tanrıdan oluşan tek tanrı veya tek kişinin üç şekilde görünmesi değildir. Üçlü birlikçilik, tek tanrıcıdır (monoteisttir). Var olmuş tek tanrı dışında hiçbir tanrı yoktur ve her şeyin hâkimidir.” Çok ikna edici değil mi? ‘Başta bir hata yaptık şimdi zorlama ile anca bu kadar kıvırabiliyoruz’ demeyen bu kesim, İslam’daki tevhit, yaratıcının tek olmasını ise içselleştirememektedirler! Peki, Baba ve oğul’u geçtik, sadece kutsal ruh için yapılan şu tanrı tanım, bu monoteist tanrı teorilerini çürütmüyor mu: “Kutsal ruh; Üçlü birliğin üçüncü kişisidir. Kutsal ruh ‘tamamen’ Tanrı’dır.” Ya oğul İsa? “Üçlü birliğin ikinci kişisidir. Beden almış söz’dür. (Yuhanna 1:1, 14) Hem tanrı hem insan’dır. (kol. 2:9)  ‘Tanrının oğlu’ terimi İsa’nın fiziksel anlamdaki Tanrı’nın oğlu değil, ruhsal anlamda İsa’nın tanrısallığını anlatmak için kullanılır. (Yuhanna 5:18) Bakalım gerçek öyle mi? Yuhanna 18: “Bundan dolayı Yahudiler onu öldürmeye daha ziyade çalışıyorlardı, çünkü yalnız cumartesi gününü bozmakla kalmadı, fakat ‘Tanrı’nın  kendi babası   olduğunu  söyleyerek’ kendisini tanrı ile ‘bir’ kıldı” Nerede “Ruhsal anlamda” oğul ifadesi? Aksine tanrı ile ‘Bir’ olma ifadesi açıkça İncil’de yazıyor. Zaten çarmıha gerilme olayı çürütmüyor mu bu iddiayı, bizim için, ‘insanlık için kendini feda eden tanrı’ değil mi O? İsa Hristiyanlara göre tanrının sözüdür, sözün et kemiğe bulanmış halidir: Başlangıçta söz vardı. Söz Tanrı’yla ‘birlikteydi’ ve ‘söz Tanrı’ydı.’ Ve ‘söz insan olup’ aramızda yaşadı.” (Yuhanna 1:1, 14)  Söz tanrı ile birlikte idi, aramıza insan olarak geldi, tanrının oğlu idi, bir de kutsal ruh var tabii, yani böl parçala yönet taktiğini tanrıya da uyguladı kilise sonunda! Ya peki insan? “insan, Tanrı’nın benzerliğinde yaratıldı.” (Yar. 1:26) İnsan olan İsa tanrı olunca, diğer insanlar da tanrı benzeri oluyor demek ki! “Cennet, Tanrı’nın bulunduğu yerdir.” Tanrıyı üçe çıkarma yetmedi, bir de O’na yer isnat ediyorlar. Tabii “yorulan, sarhoş gibi uyanan, güreşte yenilen vd.” tanrı inancı yanında O’na yer izafe etmek ne kadar günah olabilir ki?

Kendi kutsal kitapları kul yazması olunca Kur’an’ın ilahiliği tabii oryantalistlerin canını sıkmaktadır: “Kur’an’ı Muhammed kendisi yapmıştır. Esinlenmemiştir veya kutsal yazı değildir. Orijinallerinden bugüne doğru geldiği kanıtlayacak deliller yoktur.” Çekememezlik, kıskançlık böyle bir şey işte! Cevabı bir oryantalist (John Bertin) versin “Bütün olumsuzluklarına rağmen, Müslümanların hadisleri vesikalandırma şansı, bizim kutsal kitabımızı vesikalandırma şansımızdan  daha fazladır.” (Münih, Ocak 1998) 

Ey oryantalistler! Kutsal kitap dediğiniz şeyin bizim kitabımızla değil ikinci kaynak kabul  ettiğimiz hadislerle olan  seviyesini ve güvenilirliğini bir ayarlayın, sonra Kur’an’ı eleştiremeye gelin. Detay, “Kur’an’ın kaynağı nedir?” ve ”Kur’an’ın aslı yakıldı mı?” adlı yazılarımızda.

Yorumsuz: Kurtuluş, “Mesih’e ve ‘O’nun çarmıhtaki kurban oluşuna güvenen’ herkese Tanrı’nın karşılıksız bir armağanıdır (Efes. 2:8-9) o bizim aracımızdır (1. tim. 2:5). Kurtuluşu kazanmak için ‘iyi işlerimiz yetersizdir’ ve Tanrı’nın huzurunda ‘kabul edilmez.’ (Yeşaya 64:6) Yukarıdaki tüm alıntılar, “answering-islam” ve “hristiyanturk” adlı kendi sitelerden aktarılmıştır.

Sevgi dininin ‘temsilcilerinin’ dünyaya hediyelerinden kesitler.

 

  

Misyoner ve oryantalistlerin soruları cevaplarımız

-Hristiyanların iddiaları kalın ve tırnak işareti içinde verilmiş, sonra cevaba geçilmiştir-

“Tanrı neden İsa’dan yaklaşık 600 yıl sonra, başlangıçtan beri var olan eşsiz planını değiştirip yeni bir mantıkla ortaya yeni bir din çıkartmıştır? Özellikle şeriat yani yasa, Mesih öncesine aittir. Tevrat’ta bunu rahatlıkla görebilirsiniz. Mesih’in gelişi şeriata yeni bir boyut getirmiştir. Durum bu olunca Tanrı önce şeriatı verip sonra kaldırıp tamamlayıp sonra neden yeniden İslam inancı ile yenilemiştir?”

Eşsiz planın değiştirilmesi iddiası, olaylara  Hristiyan inanç merkezli  bakış açısının doğal sonucudur. Oryantalistler kendi dinlerini merkeze koyup böyle bir yorum yapabilirler ama aynı yorumu bizim kabul etmemiz veya bu çerçeve üzerinden değerlendirme yapmamızı istemeleri mantıki değildir. Allah’ımızın eşsiz planı aksaksız devam etmektedir ve bu planda da bir değişiklik olmaz! (Fetih, 23) Yahudi şeriatı bozuldu bu doğru! Bu yanlışı İsa’nın şeriatı -kuralları-  tamamladı ve eksiklik giderildi! Bu da doğru. Eksik olan, İsa şeriatının da Musa şeriatının da bozulmuş olmasıdır. Tevrat’ın bozulduğunu ve İsa (as) ile onun yeni bir boyut kazandığını kabul eden zihniyet, aynı şeyin kendi kitabının başına gelince onu düzelten, ona yeni boyutlar kazandıran İslam’a itiraz etmesi hayli düşündürücüdür. Bu konuda “İslam tüm dinlerin ortak adıdır” isimli yazımıza bakılabilir.

“Kutsal Kitap mantığı ile baktığımızda bizler Mesih’i kurtarıcı ve Rab olarak, ayrıca görünmeyen Allah’ın görüntüsü ve kelamı olarak kabul ediyoruz. Bunun dışında da biyolojik bir anlam katmadan oğlu diyoruz. Biyolojik anlam katmadan diyorum çünkü Tanrı’nın bir insanla biyolojik bir ilişkiye girmesi inancımız gereği Tanrı’ya hakaret ve küfürdür. Ancak Kur’an bizleri ve inancımızı aşağıdaki ayetlerde belirttiği gibi niteliyor. Sizce bizim inancımızda böyle bir bakış olmadığı halde her şeye gücü yeten Allah, geçmiş tarihi ve insanların ibadetlerini bilmediği için yeni gönderdiğinde böyle bir açıklama yapma gereğini mi hissediyor? Kur’an şöyle diyor; Dediler ki: “Allah çocuk edindi!” Hâşâ! O, münezzehtir! O, müstağnidir! Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur! Yunus/68; “Bir de: “Allah çocuk edindi.” diyenleri uyarmak için.”; Keyf/4 “Rahman çocuk edindi. dediler.” Meryem/88; Böyle iken dediler ki: “Rahman çocuk edindi.” Allah bundan münezzehtir. Doğrusu (o çocuk dedikleri) sadece şerefli bir takım kullardır; Enbiya/26.”

Hristiyan dini literatüründe “Oğul” ifadesi vardır ve bunu Kur’an uydurmuyor, yetmedi bir de Anne var (Detay aşağıda verilmiştir.) Baba ise zaten var, asıl tanrı O! İsa’yı biyolojik oğul ilan eden zaten İncil’in bizzat kendisidir: İsa Yiyor, uyuyor, acı duyuyor, ölüyor. O Tanrı’nın gönderdiği melek olsa kimse ona zaten zarar veremezdi. Onu insan-oğul-kelam karışımı hilkat garibesi yarı tanrı yarı kral -Krallık konusu ayrı bir konu-  ilan eden bizzat Hristiyanların kendisi değil midir? Eğer İsa biyolojik bir figür değilse, İsa’nın fizyolojisi, onu oluşturan elementlerin yapısı ne idi?  2000 yıllık İsa figürünü, İslam tevhit inancı ile muhatap olmasa idiniz, böyle farklı açıklamaya ihtiyaç duyar mıydınız acaba? İsa’yı biyolojik tanrı ilan eden Kur’an değil bizzat İncil kaynaklı Hristiyan bakış açısıdır! Kur’an’a iftira etmeyiniz! Bu arada İsa için; “üçlü birliğin ikinci kişisi, ‘Beden almış’ söz (Yuhanna1:1), Hem tanrı hem ‘insan’ (Kol.2:9), başlangıçta söz vardı, söz tanrıyla birlikteydi ve ‘söz insan olup’ aramızda yaşadı. (Yuhanna 1: 14) ifadeleri bizzat sizin kitaplarınızda bulunmaktadır. Ayrıca bırakın oğlu, Baba (!) insanı yaratırken kendine benzer yarattı (Yar.1:26) diyen sizin kutsal kitabınız değil midir? Bunlar Kur’an’dan alıntı değil ki…!

“Tarih boyunca bilinir ki İncil’i İsa değil esinleme yolu ile O’nun yaptıklarını görenler ve O’nun kurtarış müjdesini alanlar esinleme yoluyla yazmıştır. Ancak Kur’an bize bunun aksini iddia ediyor yine soruyorum. Her şeye gücü yeten Allah geçmişte kime ne verip vermediğini bilmemekte midir? Ayetlere bakalım; “Allah o günde şöyle buyuracak: “Ey Meryem oğlu İsa, sana ve anana olan nimetimi düşün; hani seni Cebrail ile destekledim, insanlarla hem beşikte hem de yetişkin iken konuşuyordun; sana yazı yazmayı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğrettim.” Maide/110; “Sonra onların izleri üzerinde ardarda peygamberlerimizle izledik; arkasından Meryem oğlu İsa’yı gönderdik, ona İncil’i verdik ve ona uyanların kalplerinde bir şefkat ve merhamet yarattık. Bir de rahipliği ki, onu onlar uydurdular, Biz onu üzerlerine yazmamıştık; ancak Allah’ın rızasını aramak için yaptılar, sonra da ona hakkıyla riayet etmediler. Biz de içlerinden iman etmiş olanlara mükâfatlarını verdik, çokları ise yoldan çıkmış fasıklardır.” Hadid/27.”

İslamî bakış açısının ana kaynağı Kur’an’dır. Biz Müslümanlar İncil’i Kur’an gibi, Hz. İsa’ya indirilmiş kutsal bir kitap olarak kabul ederiz. Kur’an’da bu meyanda birçok ayetler de vardır! (Âl-i İmrân, 3-4; Meryem, 30; Mâide, 46; el-Hadîd, 27) Ama sizler Kur’an’ın olayları bizzat sizin bakış açınıza göre, sizin inancınıza göre yorumlamasını bekliyorsunuz. Sizler Allah’ı sizin yaptığınız delalete şahit tutmak istiyorsunuz. Bir de bu olmayınca, Hâşâ, kınıyor, O’na iftirada bulunuyorsunuz.

“Üçlü birlikle ilgili, bizler üçlü birliği Baba Oğul ve Kutsal Ruh olarak algılarken (ki bunun açılımı kesinlikle biyolojik kavramlarla ilgili değildir) Kur’an nasıl olup ta bizlerin Baba oğul ve Anne üçlemesine inandığımızdan bahseder. Ve Allah şöyle buyurduğu zaman: “Ey Meryem oğlu İsa, sen misin o insanlara “Beni ve o anamı Allah yanında iki tanrı edinin.” diyen? Maide/116.”

1300’lü yıllarda papaz Ricoldo de Monte Croce, Hıristiyanların hızla Müslüman olduğunda yakınırken “Ben kepaze oldum. Tanrı’nın sözü kepaze oldu. Tanrı İsa ve Meryem, Muhammed’e karşı Hıristiyanları desteklemiyor mu?” (Onur Bilge Kula, Alman Kültüründe Türk İmgesi II, s. 44) demektedir. ‘Tanrı İsa’ yanında neden Meryem’den papaz ‘destek’ beklemektedir?! 

“Öyle bir takım Hıristiyan mezhepleri türemişti ki Allah’a ait değer ve sıfatlar Yusuf Neccar’ın karısına verecek kadar utanılır hareketlerde bulunmuşlardır. Meryemliler denilen mezhep sahipleri kutsal ruh yerine Meryem Betul’u koyan yeni bir üçlemeye inanırlardı. İsa tek tanrıya ibadete çağırdığı halde tapınmaya layık görülen şeyler oyma ve boyalı resimler olmuştu.” (Lord John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur’an’ı Kerim; Hazreti Muhammed (sav)’den Özür Diliyorum, s. 3)  Zamanla da “Rum Kilisesinde, halkın dininin yoğun coşkusu,  Meryem’e, Azizlere, tasvirlere ve kutsal emanetlere tapınmakla kendine bir çıkış yolu bulmuştur.” (Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 216) Zaten, “Ey kutsal olan bakire Meryem. Bizi kutsa ve koru”  türü dualar da aynı inancın tezahürüdür. Özellikle Katolik ve Or­todoks mezheplerinde Hz Meryem ‘Tanrının annesi’ olarak ön plana çıkar. “Meryem Kültü 5 ve 6. asırda doğuda başlamış ve batıya da yerleşmiştir. Meryem’e tapınma iddiaları Katoliklerle Protestanlar arasındaki en büyük ayrışma konularından biridir.” (Mevcut kaynaklara göre Hristiyanlık, s. 223, 313) İslam geldikten çok sonra ortaya çıkan Protestan mezhebinde bu yaklaşım daha az görülür. Meşhur Efes Konsili Meryem’in Theotokos oldu­ğunu tasdik ve ilân etmiştir. (DB, IV/1, s. 793; Catholicisme, VIII. 570; XIV. 1128) “431’de yapılan Efes konsilinde hazreti Meryem’e ‘Tanrı doğuran’ sıfatı verildi. 787’de yapılan ikinci İznik konsilinde ikonlara tapmanın günah olmadığı kararı verildi.”  (Osman Nuri Topbaş, Aklın cinneti Deizm, s. 62) Luka İncili (1/28, 30, 35, 42, 45) Hz. Meryem’in sahip olduğu üstün nitelikleri ve onun kutsallığını nakletmektedir. 1 Kasım 1950’de Papa XII. Pie, Hz. Meryem’in öldükten sonra bedeniyle birlikte semaya kaldırıldığı dogmasını ilân etmiştir. İsa Meryem’in karnında iken, ilah taşıyan normal bir insan mı idi? Peki kiliseleri -evleri süsleyen Meryem ana resim- heykelleri ne anlama geliyor? Onlar önünde ibadet maksadı ile yapılan ritüeller neyi ifade ediyor? Tarihte  var olan  “Berberâniyye” adlı  tarikat Hz. Meryem’i tanrı ilan etmedi mi? (İbn-i Hazm, Fisâl; Elmalılı, maide 116. Ayet tefsiri) İbni Teymiyye, Said bin el-Batrik’in ‘Hristiyanların haberleri’ adlı eserinde, ‘el-Merisiyye adlı bir mezhebin Hz. Meryem’i ilah gördüğünü’ bizlere aktarır. Günümüzde de bu artık açıkça belgelenmiştir. Alman asıllı bilim adamı Nureddin Steinhorst: “Hristiyanlıkta İsa’nın annesi, Allah’ın annesi ilan edilmiştir. Papalıkça ortaya konulan son kurala göre Meryem, Allah’ın annesi sıfatı ile bedeni olarak miraca çıkmıştır.” (Yeni Sabah gazetesi, 23.04.1958); “Günümüzde Hristiyanlar Hz. Meryem’i bir ilah mertebesinde kabul eder, adına dua ve ibadet yaparlar.” (Salih Akdemir, Rahip G. Basetti-Sani, A.Ü.İ.F.D., XXVII, s. 197) Papalık 1854’te immaculee conception (Hz Meryem’in asli günahtan uzak olarak yaratıldığını) ilan eder. 1950’de Assomption (Hz Meryem mucizevi şekilde meleklerce göğe yükseltilir.) inancını kabul edilir. Vereceğimiz alıntının, Mekke’li müşriklerin putlarına hediye vermesi ile ne farkı var?: “Scutari şehrinde bakire Meryam’in güzel bir heykeli vardı. Ülkenin her yerinden binlerce insan hediyelerini ‘takdim’ ederdi.” (L. M. J. Garnett,The Woman of Turkey and their Folklore, s. 268) “Bosna’lı Bogomillere karşı ‘Papalık, birkaç kez haçlı seferi’ yapılması yönünde telkinde bulunmuştu. ‘Bogomiller, bakire Meryem’e tapınmaya hiçbir şekilde kabul etmiyorlar’ ve dini tasvirlerin önünde eğilmenin şirk olduğunu düşünüyorlardı.” (A. J. Evans, Through Bosnia and the Herzegovina, s. 30-31) Evet’ Papa, Meryem’i tapmayanlara haçlı seferi düşünmüş, hem de defalarca! Demek ki Meryem’e tapmamak Papa’lığa göre İslam kadar tehlikeli idi ve sonuç itibari ile Meryem’e tapılıyordu…!


           

Ey Hristiyan arkadaş! Meryem Ana’yı kutsal kabul etmiyorsanız bu heykeller neden? İsa heykelleri O’nu kutsal kabul ettiğinizin göstergesi değil mi? “İsa gibi ışık saçan, İsa gibi cehennemden kurtaran, Nur alan, başına İsa gibi taç konan, etrafını İsa gibi havarilerin sardığı, çocuklara gözüküp ilham veren, İsa ile beraber olan.” bir kadının kilise de ne işi var? O’ndan neden yardım istersiniz dualarınızda?

Meryem Ana Dualarından bazılar: “Ey Meryem’in lekesiz kalbi, sana bugünkü dualarımı, eylemlerimi ve fedakarlıklarımı ‘sunuyorum.’ Amin”; “Ey Meryem, ‘ayaklarına kapanıyorum.’ Tüm benliğimi, varlığımı ellerine ve kalbine ‘teslim ediyorum.’ Bu yeni günde, merhametli şefkatinle bende Oğlun Mesih İsa’nın hayatını ‘yarat’. Ey ‘göklerin Kraliçesi’, Amin.”; “Lekesiz Bakire, benim annem, Meryem, Ey Kraliçem ve ‘Kilise’nin Annesi’, Mesih İsa’nın egemenliğinin dünyaya gelmesi için senin kutsal görevine sadakatle iştirak etmeme izin vermeni rica ediyorum.”; “Ey Lekesiz Bakire, Adalet aynası, ‘tanrısal inayetin sevgisini bizde koru.’ ki Hristiyan eğilimimizin başarmasında alçakgönüllü ve neşeli yaşayarak, Rabbin dostluğundan ve analık tesellilerinden her zaman yararlanabilelim. Amin.”; “Her zaman bakire anne, biz günahkarlara merhamet et.”; “Ey ‘Allah’ın Aziz Annesi’, denenmede olan bizlerin yakarışlarını hor görme ve bizi her tehlikeden ‘kurtar.’ Amin.”; “Aziz Bakire Meryem, daima birlik içinde kalmaları için ‘ailelerimizi koru’ ve çocuklarımı­zın eğitimini ‘kutsa.’ Amin.”; “Ey şefkatli bakire Meryem, ‘sana sığınan, yardımını dileyen ve aracılığını isteyen’ hiç bir kimse­nin, senin ‘yardımını görmeden geri çevrilmediğini’ hatırla. Bundan cesaret alarak sana koşuyorum. Ey Mesih İsa’nın annesi ve benim şefkatli Annem, sana geliyorum ve günahlarım yüzünden çektiğim acılarla ‘ayaklarına kapanıyorum.’ Ey kurtarıcımız Mesih’in annesi, ‘dualarımı reddetme, onları dinle ve kabul et.’ Amin.”; “Sağ ol Kraliçe, merhametli annemiz, ‘hayatımız, aşkımız ve ümidimiz sensin.’ Bizler cennetten kovulmuş olan Havva’nın evlatları, ‘sana yalvarıyoruz.’ Bu dünyada gözyaşı dökerek ve sızlanarak seni hasretle özlüyoruz. Bizim için ‘şefaatte bulunan’ annemiz, merhametli gözlerini bize çevir.”; “Tanrım, bizleri, annemiz Meryem Ana ‘aracılığıyla, bu dünyada günahtan ve ebedi ölümden kurtar.’ Amin.”; “Ey ‘Tanrı Doğuran’ Bakire ‘Kraliçe’ Meryem Anamız’a Dua: ‘Kutsalların Kutsalı Tanrı-doğuran’ bizi kurtar. Ey ‘iyiliklerin sebebi’, imanlıların dayanağı ‘tüm ilâhilere layık olan’ Bakire Tanrı-doğuran, sensin benim ‘hayatımın yardımcısı ve koruyucusu’, beni kendi limanına ulaştır. Ey ilahilerle övülen Tanrı-doğuran, vücudumun ağrılarına şefkatle dokun ve acılarıma ‘şifa ver.’ Bizler seni samimi ‘aracı’, yıkılmaz sağlam bir kale, ‘merhamet pınarı’ ve ‘herkesin sığınağı’ bilerek, sürekli imân ile yalvarıyoruz: ‘sürekli bizi koruyabilen sen her zaman bizlerin yardımına’ yetiş ve bizleri ‘her türlü tehlikeden kurtar.’ Ey bâkire kız, sensin benim ömrümün yardımcısı ve ‘koruyucusu’ çünkü ayartılmaları bozup dağıtarak ‘şeytanların eziyetlerinden kurtarırsın’ beni. Sana daima yalvarıyorum, bozukluk getiren tutkularımdan beni kurtar. Ey bâkire kız, ‘sen bizim sığınağımız, canlarımızın kurtarıcısı, sıkıntılarımız esnasında bizlere kutsal ışığınla esenlik ve huzur verensin.’ Ey Kutsal Hanımefendi, şimdi de ‘hastalıklardan ve her türlü kötülükten’ bizi kurtar.” (Hristiyan dininin Özü, s. 79-80; http://www.hristiyanforum.com/forum/showthread.php?t=350544) “Katoliklerin en çok söylenilen ve en üstün duaları olan Aziz merdiven duasından: Selam sana ey lütuf ile dolu Meryem, Allah senin iledir. Aziz Meryem, ‘Allah annesi’ bize dua et.” (Ali Ömer, Hristiyanlığı terk ederek İslamiyet’i kabul edişimin sebepleri, s. 28) Dualarda, ‘tırnak içinde’ verilen terim, kavramların hepsi İslam’a göre Allah’a ait özelliklerdir! Başka dinler için normal kabul edilebilir ama İslam nazarında bunlar Allah’a ait sıfatlardır ve başkalarına izafe edilmesi şirktir! Kur’an’ın ilk suresi Fatiha suresindeki Allah’a ait tüm özellikleri Meryem Ana’ya atfeden ve ayrıca Allah’ın sıfatlarından olan,” Birr, Rahman, Mecîd, Vekil, Veli, Rahim, Müheymin, Hafız, Mukit, Mani, Hamid, Şafi, Afüv, Rauf, Mümin, Fettah, Mâcid, Selam.” gibi birçok sıfatı da, sadece bir dua ile üzerinde toplayan bir insan ki duaların yarısını bile buraya almadık, tanrı ilan edilmiş olmuyor mu? Yine “Katoliklere göre, “Meryem Ana’nın ‘analığı bitmemiştir’ ve ebedi esenlikler sağlayan armağanları ‘garanti altına almaya devam’ etmektedir.” (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, paragraf: 969); “Coredemptrice (Tanrının, insanların günahına kefaret olarak kendisini fedâ etmesine ortak olan), Mére de Dieu (Tanrının annesi) telakkileri, diğer taraftan fiilî marianisme (Meryemperestlik) ki, İslâm nazarında ‘Allah’a mahsus olan ta’zimin, kısmî bir ihlâlini’ teşkil eder. Nihayet İslâm, Arap müşriklerine çok yakın olan ve bazı şark mezheplerinde görülen Meryem’e tapmaya (Mariolâtrie) karşı vaziyet almalıydı.” (Schuon, De l’Unite’ transcendante des Religions, Paris, 1968, s. 38.) “Günümüz Katolik inancının Meryem’e verdiği “Tanrının Annesi” (Inroduction à la Foi Catholique, s. 113)  lakabı, duaları ona yöneltme, onu ruh ve bedeniyle diri saymak, dünyada hazır ve icraat yapan bir sıfatlar vermek, İslâm nazarında Ulûhiyyet sıfatlarının kısmen tanınmış olması için, yeterli sebep teşkil eder. İlâh (Tanrı) ibadetin kendisine yöneltildiği varlık demektir. Bu şartlar altında, Hristiyanların Meryem’i bir anlamda tanrılaştırdıkları söylenebilir. Onun heykelinin bile karşısına geçip, takdimlerde bulunmak, huşû ile eğilerek ona dua etmek ve ondan, ancak Allah’ın yapabileceği şeyleri istemek, onun tanrılaştırmaktan başka bir şey değildir. Kur’an nazarında tevhit, her türlü şaibeden uzak, halis ve arınmış olmalıdır. Dolayısı ile İslam tevhit akidesine göre Meryem’de Hristiyanlarca ilah kabul edilmiş ve hala edilmektedir. Ama günümüzde putlara taptıklarının bile farkında olmayan Hristiyanların bu tevhit inancını anlamalarını beklemek hayal olur!” 

Hristiyanlardan itiraflarla devam edelim: “Meryem’i ilahlaştıran tarihte Collyridiens gibi akımlar bulunmuştur.” (D. Masson, Le Coran et la revelastion Jude – o – Chetienne, I/93) Şimdiki Katolikler de Hz İsa gibi Meryem’inde “Dünyada hazır ve faaliyette bulunduğuna” inanıp göğe yükseldiğini kabul eder. 431’deki Efes Konsilinden itibaren onu” Tanrının anası” tanırlar. (İntroduction a la foi catholique, s. 113599) “Katolik inancına göre, ‘Meryem’in, İsa ve Tanrı ile aynı özden’ geldiğine, ‘şefkati ve merhametliliğiyle de’ Tanrıya uzanan bu yolda ‘ilk sırayı’ aldığına, hiç kuşku duyulmamaktadır.” (Boyer M.F. The Cult of Virgin : Offerings, Ornaments and Festivals London, s.  76) “Aynı özden gelmenin ve Tanrı anası olmanın bir ‘iman temeli olarak benimsendiği andan’ itibaren; ‘Meryem, Tanrıya tapınmada ilk sırayı almış’, cennet kraliçesi unvanına hak kazanmış bulunuyordu.” (Milburn R.L.P., Early Christian Interpretations of History London, s.  93) “İsa’nın Tanrı olarak kabulü, 2öz birliği ilkesi nedeniyle, Tanrıyı doğuranın da Tanrılığının benimsenmesi’ sonucunda, Tanrı Anası (Theotokos) kavramı  ortaya çıkmıştır.” (Caroll M.P., The Cult of Virgin Mary : Psychological Origins Princeton,  s. 62) “Katolik kiliselerinde ‘Meryem Ana tapınması’, Tanrı gibi İsa’yı da, daha yüce fakat daha geride kılmış, ‘inanan ile Tanrı arasına İsa’dan önce Meryem Ana da’ girmiştir. (Pelikan J.J., The Byzantine Apologia for Icons Princeton, s.20) Collyridiens diye adlandırılan, dördüncü asırda Arabistan’da doğup sonra kaybolan bir Hristiyan cemaati, tekerlekli bir taht üzerinde Meryem’i ta’zim ediyor, ona pastalar takdim ediyorlardı. Tamamen kadınlara mahsus, Meryem’e ait geniş bir ibadet merasimi vardı. (Duchesne, Historie ancienne de Eglise, II. 622’den Masson, Le Coran et la revelation Judeochreteenne 193-194); Wellhausen’e göre Uzzâ (Venüs yıldızı), Suriyeli Hristiyanlara göre göğün kraliçesi idi. Müşrik iken Uzzâ’ya tapmış olanlar, Hristiyan olduktan sonra onu, tanrıça Meryem şekline soktular ve Meryem’e çörek sunarak ‘Uzzâ ibadetini Meryem ibadeti şekline dönüştürdüler. (Wellhausen, Reste Arabischen Heldentums, Leipzig, 1927’den İbn el-Kalbî, Kitab al-Asnam, Putlar Kitabı, s. 70, n. 131’de mütercimin notu.); Daha 2. Asırda St. İrenée “Bid’atlara Reddiye” kitabında Ophites’lerin Rûhu “İlk Kadın” yahut “Yaşayanların Anası” ile karıştırarak, bunun Mesih’i doğurduğunu iddia ettiklerine dikkati çeker. Birkaç sene sonra Origéne (“Yuhanna İncilinin Şerhi” adlı eserinde), özellikle ébionites muhitlerde mâruf olan ve İsa’nın annesini “Ruhu’l-Kudüs” ile aynı sayan bir “İbranîler İncili’ni zikreder. (Aramicede rûh mânâsına gelen ruha kelimesi müennestir). Aphraates nezdinde, birkaç anlama gelebilecek, şöyle tuhaf bir formül vardır: O der ki: “(Dindar) İnsan, babası, olan Allah’ı ve anası olan Ruhu’l-kudüs’ü sever ve ibadet eder.”  (Duchesne, Historie ancienne de Eglise, I, 94’den Masson, Le Coran et la revelation Judeochreteenne 193-94) İmparator Justinien kanunlarından birinde Meryem’in, imparatorluk hâmiyesi olduğu kabul edilmiştir. (H. Atay, Kur’ân’a Göre İman Esasları, s. 40 n. 132; Encycl. Americana, Vol, XVIII, p. 347, New York. 1957; Encyc. Britannica. Vol, XIV, p. 1000) Blachere’e göre, Kur’an’ın Meryem’in tanrılaştırılmasından bahsetmesinin sebebi, şark Hristiyanlığı tarafından Meryem’e tanınan büyük yerde aranmalıdır. (Blachere, Le Coran (Traductlon selon un essai de reclassement des Sourates), III/1133-1134, n. 77) Katolik Hristiyanlık “Meryem’e yöneltilen duaları Tanrının kabul edeceğini” ikrar eder. “Kilise, bütünüyle Meryem’i takdise inanır ve açıkça kabul eder ki Meryem, ruh ve beden olarak dirilmiştir. Halbuki öbür ölüler hakkında, sadece dirileceklerini söyleriz.” Keza ‘Hz. İsa gibi, Meryem’in de dünyada hazır ve icraatta bulunan olduğu’ ifade olunur ve onun göğe çıktığı akidesi (assomption) üzerinde durulur (Introduction âla Foi Catholique, Paris, 1968, s. 599-600) Nitekim bugün bir bayram halinde kutlanır. “Meryem Ana tapınması, en tipik Hristiyan niteliklerini etkileyici sembollerle öne çıkartılarak bir taraftan iyilikseverlik ve merhametlilik, şefkat ve acıma hislerini galeyana getirmekte; diğer taraftan da, Meryem yoluyla İsa’ya, İsa sayesinde de Tanrıya ulaşılabileceği fikri telkin edilmektedir.”  (Boyer M.F. The Cult of Virgin : Offerings, Ornaments and Festivals London-2000 syf. 62-63) “Meryem Ana tapınmasının dayandığı temel anlayış da, ‘Tanrısal Analıktır.’ Meryem’i en çok ‘kutsal’ kılan, Tanrıya annelik etmiş olması, merhametiyle insana şefaat hissini üstlenmiş olmasıdır. Meryem Ana ilahiyatı da, sadece, bu ‘Tanrısal Annelik’ sıfatı üzerine kurulmuştur. Katolik kiliselerinde Meryem Ana tapınması, ‘Tanrı gibi’ (İsa’yı da daha yüce fakat daha geride kılmış, inanan ile Tanrı arasına İsa’dan önce Meryem Ana da girmiştir.” (Pelikan J.J. The Byzantine Apologia for Icons Princeton-1990 s. 20; Orta çağın Hristiyanlık öğretisinde meryem ana yüceltmesi, Dr. Kürsat Haldun AKALIN: Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 27, Erzurum, 2007)

                           

                                          Bu da bir  Hristiyan’ların kendi itirafları

 

 

“Katolik kilisesi 1950 yılındaki bir konsülde, Meryem’le ilgili olarak bütün Katoliklerce kabul edilmesi gereken yeni bir dogma ortaya attı. Bu dogma Meryem ananın ‘yeryüzündeki yaşamı sona erince, bedeni ve canıyla’ aynı Mesih gibi göğe kaldırılıp, hükmetmek amacıyla ‘Rab tarafından evrenin kraliçesi olarak yüceltilmesi’ öğretisiydi (https://www.hristiyanturk.com/forums/topic/meryem-ana-yalnyzca-bir-insan; CEC. s. 254) O tarihten bu yana her sene 15 Ağustosta tüm Katolik ve Ortodokslar Meryem’in göğe alınışını kutlarlar. Hristiyan Dininin Özü adlı kitap ‘Aziz Meryem’in göğe alınışı bir iman maddesi midir? diye sorar ve hemen ardından da yanıtlar: ‘Aziz Meryem’in göğe alınışı bir ‘iman maddesidir’, çünkü o Kilise’nin yanılmaz yetkisiyle belirlenmiştir.’ Katolik ve Ortodokslar (Ermeni Apostolik, Süryani Kadim vd.) kiliseleri Meryem’e bağlılıklarında daha da ileri gidip, ‘ona özel bir ibadet, tapınış ve dua sunarak’ yanılgılarının doruğuna varırlar. Meryem’e sunmuş oldukları birçok dua da ‘ondan merhamet, yardım, günahlardan bağış dileyip, yaşamlarını onu eline teslim ettiklerini’ dile getirirler. Katoliklerce hazırlanan Hristiyan dininin Özü adlı kitapçıkta Meryem’e şu dua yükseltilir: “Ey şefkatli Bakire Meryem, himayene sığınan, yardımını dileyen ve aracılığını isteyen hiç kimsenin, senin yardımını görmeden geri çevrildiğini hatırla. Bundan cesaret alarak sana koşuyorum. Ey Mesih İsa’nın Annesi ve benim şefkatli Annem, sana geliyorum ve günahlarım yüzünden çektiğin acılarla ayaklarına kapanıyorum. Ey Kurtarıcımız Mesih’in Annesi, dualarımı reddetme, onları dinle ve kabul et. Amin ” (s. 32, 79-80) “1300’lü yıllarda papaz Ricoldo de Monte Croce, Hristiyanların hızla Müslüman olduğunda yakınmakta idi: “ ben kepaze oldum. Tanrı’nın sözü kepaze oldu. ‘Tanrı İsa ve Meryem’, Muhammed’e karşı Hristiyanları desteklemiyor mu?” (Onur Bilge Kula, Alman Kültüründe Türk İmgesi II/44) 

Özetle, Katolik-Ortodoks olan Hristiyanlarda -ki Hristiyanların büyük çoğunluğunu teşkil eder- hala ruhbanlık sınıfı devam etmektedir. Protestanlar arasında ise zaten fikir birliği yoktur ve onlar zaten param parça olmuş, birçok kliğe ayrılmışlardır. Bize bu itirazda bulunanlar küçük bir klik -akım olabilirler- belki hatta ruhbanlık sınıfına karşı da olabilirsiniz. O ruhban sınıfı ki, Hak olan İncil’i değiştirip şirk kaynağı haline getirmişlerdir. Aynı şeyi Yahudi hahamları da yapmıştır! Eğer bu şekilde düşünüyor iseniz, bu konuda Kur’an’a yaklaşmışsınız demektir ki o zaman ne mutlu sizlere! O halde buyurun gelin, Kur’an ile beraber Hristiyanlığın çoğunluğu oluşturan  ruhbanlık inancına karşı  beraber  mücadele edelim. Kur’an’da öyle demiyor mu zaten: “De ki: “Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâh edinmesin.” (Ali İmran, 64) Ama lütfen, Hristiyanlık dünyasının ekseri çoğunluğunca kabul edilen “ruhbanlık sınıfı yoktur.” iddiasında bulunmayın, bu aklımızla alay etmek olur! Sizlere son bir teklif: Buyurun, bizim Hz. İsa (as) ‘a gösterdiğimiz sevgi ve saygıyı sizde, hatta vazgeçtim yarısını da bizim peygamberimize sizler gösteriniz. “Biz İsa’yı ret etsek İslam’dan çıkarız!” Sizlerde Hz. Muhammed’e hakaret edenleri, dikkat  sevmeyenleri değil, dinden de çıkarmayın, azarlayın yeter…! 

“Abdest, namaz sonradan mı uydurulmuştur?”

Bu iddiaya cevap, ‘Oryantalist Leon Caetani’ye cevap’ adlı yazımızda verilmiştir!

İslam dinindeki bayan vaizeler ve bayanlara özel imamları düşünüp kıyaslayalım! 

Günaydın !

 

Bilimsel ayetleri kabul etmeyen Hıristiyan sitesine reddiye

“Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış” (Zariyat Suresi, 7) Ayete bakalım. Zariyat 7- “Yollara sahip göğe andolsun ki, (elmalılı)”Görüldüğü gibi Kur’an’daki bu ayet bilimsel verilere yaklaştırmak/uydurmak uğruna “yollar” ya da benzeri anlamdaki kelime, “yörünge” diye çevrilmiştir!!! Bir de şu ayetler: “Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur; her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor” (Enbiya Suresi, 33) “14:33- Sürekli olarak yörüngelerinde hareket eden ay ve güneşi, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verdi” İlk önce çok çok önemli olan bir şey dikkatimizi çekiyor bu ifade sayesinde Kur’an’ın ne demeğe çalıştığına dair önemli bir ipucunu yakalıyoruz. Güneş-ay bunlar “yörüngelerinde yüzüyor” peki ya neden dünyadan bahsedilmiyor?!?  Eğer Kur’an dünyadan bahsetseydi gerçekten bu ayet bir mucize olurdu! Ama tabi ki Kur’an’ın hiçbir yerinde “dünya yörüngesinde hareket ediyor” diye bir bilgi yoktur.”

Gündüz gece  (Enbiya, 33) nerede gerçekleşir? Dünyamızda değil mi? İşte aradığın dünya! Yoksa gündüz gece ile ay ve günesin ne bağlantısı var ki, aynı  fiile (Yüzmek) bağlanmış  olsunlar. Gece gündüzün  yörüngesi  olmaz; Gece gündüzün meydana geldiği dünyanın ve ay-güneşin yörüngesi vardır. Ayrıca, 1400 sene önce güneş ve ayın yörüngesinin olduğunu haber veren Kur’an’ın bu ayeti, dünyanın yörüngesinin olduğunu haber vermese bile neden mucize olmasın ki, haber de veriyor zaten o da ayrı bir konu! Ayrıca aslında bu bir itiraf değil midir?! Bilimsellik  illa oryantalistlerin  istediklerini olunca mı mucize olarak kabul edilecektir? Size bu yetkiyi kim verdi, bu ne kibir? Peki, yörünge nedir? Evrimci ve İslam karşıtı bir site olan ‘evrim ağacı’ adlı sitenin 25 Ağustos 2020 tarihli yazısından yörüngenin tanımını alalım: “Yörünge, uzayda bir cismin başka bir cisim etrafında düzenli olarak izlediği ‘yola’ denir.” Yani, gökcisimlerinin yoluna yörünge nedir. Artık meselenin detaylarını oryantalistler ile ateistler kendi aralarında halletsinler… Yasin suresi38-40. Ayetlerle ilgili diğer iddiaları, ‘Kur’an’da bilime aykırı olduğu  iddia  edilen ayetler’ adlı yazımızda ele alıp cevapladık! Oryantalistler daha sonra Kur’an’daki tıpla ilgili ayetlerden hareketle peygamberimizin bunları eski ‘Yunan, Hint, İngiliz ve Süryani’ kaynaklardan  elde ettiğini ileri sürerler. Ümmi olan, okuma yazma bilmeyen ( Bu konuyu ‘Ümmi peygamber’ adlı yazımızda ele aldık) efendimizi Hipokrat ile tıp ilminde yarıştırmada bir beis görmeyen oryantalistler, Kur’an’daki bilimsel olarak reddedilemeyecek olan ve o zamanın şartlarında bilinmesine imkân olmayan şeylerin Kur’an’da olmasına itiraz edemeyince, efendimizin bu bilgileri yukarıda saydığımız kaynaklardan ulaşabileceğini ileri sürerler ve  buna delil olarak ta yine bir oryantalisti kaynak gösterip efendimizi Kur’an’ı yazan kişi olduğu iddiasını yinelerler. Önce efendimize iftira dolu eserler yazdırtıp, sonra bunları delil gösterip efendimizin Kur’an’ı yazdığı iftirası ile O’nu karalama çalışan oryantalistlerin, kendi kutsal kitaplarının insan  yazması olduğu için ilahi olan tek hak kitaba karşı bu düşmanlık çekememezlik ve kıskançlıkları anlaşılsa da, hem polis hem hakim hem yargıç olma haklarını kendilerinde görmeleri hakkını onlara kimin verdiği üzerinde epey tartışma gerektiren bir konudur ki bu kibirli yaklaşım tarzlarını ‘oryantalizm ve oksidentalizm’ adlı bölümlerde ele alıp değerlendirdik! 

“Hristiyanforum sitesinin bir iddiası da, Kur’an-ı Kerim’in Tevrat, Zebur ve İncil’in değişmediğine tanıklık ettiği yönündedir.”

Yıllardır bu iddiaları gerek kitaplarında (John Gilchrist, Kur’an ile kutsal kitap arasında karşılaştırmalı bir inceleme, yalçın ofset-ist., s. 53; Tanrı’ya gerçekten teslim olmanın vakti, Yalova’nın şahitlerinin yayını, baskı: Wachtturm bibel -und traktat- Gesellschaft Deutscher Zweıg e.v.wıesbaden-1983, s.18, 19, 30) gerek Internet sitelerinden (İsamesih, müjde, Hristiyanforum vb.) tekrarlar dururlar. Madem Hristiyanlar Kur’an’ı kaynak kabul ediyorlar o zaman Müslüman olsunlar. Hayır, kabul etmiyorlarsa ondan delil getirmeleri mantık dışıdır! Cevaba geçersek; Kur’an ‘bozulmamış’ asıllarına imanı bize farz kılar, ama şimdikiler bozulmuştur. Ayrıca ‘Allah’ın sözü değişmez’ ayetini kendilerine delil olarak kullanmak isterler ki, bu konu ‘Kur’an’da çelişki yoktur.’ adlı yazımızda ‘Nesh konusu’ başlığı altında ele alınıp işlenmiştir. Diğer detaylar için, ‘İslam tüm dinlerin özüdür’ adlı yazımıza bakılabilir. Ayrıca misyoner/oryantalistlerin verdikleri ayetlerden Tevrat ve İncil’in bozulmadığı anlamı çıkmaz, aksine bozulduğuna dair birçok ayet var. (Mesela, Bakara, 75, 88-89, 100, 116, 120; Nisa, 46, 171, 155;  Ali İmran, 70-71, 78; Nisa, 156, 171; Maide, 15, 18, 51, 64, 72,-73, 75 82; Beyyine, 6; Tevbe, 30-31, 34; Kehf, 4-5) Kur’an’da, bu ayetleri neden görmezden geliyorlar ki aslında onların verdikleri ayetlerin yarısı iddia  ettikleri konu ile hiç alakalı değildir. (Mesela 16:43, 21:7, 5:44, 5:66, 5:72, 9:31)  Maide 43. ayet: “İçinde Allah’ın hükmünün bulunduğu Tevrat yanlarında olduğu halde, seni nasıl hakem kılıyorlar ve sonra bunun peşinden yüz çeviriyorlar? İşte onlar, inanmış değildir.” Ayet neden inmiştir? Yahudiler zina edenlerle ilgili peygamberimize gelip, aramızda hükmet dediler. Peygamberimizde Tevrat’ta olan recm hükmünü onlara açıklayınca işlerine gelmeyen bu hükmü reddedip geri dönerler. (Hadislerle Kur’an-ı kerim tefsiri, V/2342-2343; Kur’an Yolu Tefsiri, II/277) Bunun üzerine ayet nazil olur. Evet, gerçek Tevrat yanlarındaysa, efendimizi neden hakem kılıyorlar? Ellerindeki Tevrat’a gerçekse niye güvenmiyorlar? İnandıkları ve ellerinde bulunan Tevrat’a göre onlar hakkında hüküm vermesi de işlerine gelmiyor ve sonunda Yahudiler çekip gidiyorlar. “Kim İslâm’dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir ve o, ahirette de kaybedenlerden olacaktır.” (Ali İmran, 85) “Ehl-i kitaba bir şey sormayınız. Çünkü onlar, sapıtmış oldukları için sizi hidayete eriştiremezler. Eğer siz böyle yaparsanız, ya batıl sözü doğrular, ya da doğru bir sözü yalanlamış olursunuz. Allah’a yemin olsun ki, eğer Musa bile hayatta olsaydı, o’nun bile bana uymaktan başka yapacağı bir şey yoktur.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, III/338; İbni Kesir Tefsirin Kuran-il Azim, I/386; Dürrül Mansur, II/85; Alûsî, Ruhu’l Meanî III/210) Kur’an ile İncil’in farkları: Hristiyanlıkta teslis akidesi olduğu halde İslâm’da tevhit akidesi vardır. İslâm bütün semâvî dinleri ve peygamberleri içine alır; Hristiyanlık ise, yalnız Kitab-ı Mukaddes’i hak bilir ve Kur’an-ı Kerim’i vahye dayalı bir kitap olarak kabul etmez. Hristiyanlık, insanın doğuştan günahkâr olduğunu ve bu sebeple temizlenmesi için vaftiz edilmesi gerektiğini savunur; İslâm ise, bütün insanların günahsız doğduğunu ve hiç kimsenin bir başkasının günahını yüklenmeyeceğini belirtir. Hristiyanlıkta papaz ve rahiplerin günah çıkarmak ve affetmek yetkisi vardır; İslâmiyet’te ise, günahlar yalnız Allah tarafından bağışlanır. Hristiyanlıkta Hz. İsa’nın sözleri Allah kelâmı olarak telakki edilir; İslâmiyet’te ise, ilâhi emirler vahiy yoluyla, Cebrâil vasıtasıyla bildirilir. Hristiyanlara göre İsa (a.s) çarmıha gerilmiştir. İslam’a göre ise, Allah onu kendi katına yükseltmiştir. (Ahmet güç, Şamil İslam ansiklopedisi)

“İncil’de Hz Muhammed’in geleceğinden bahsediliyor mu? Eğer tanrı böyle bir peygamberin geleceğini bildirmek isteseydi, tek bir ya da iki yerde zor anlaşılan ipuçları vermekle kalmazdı.”

E bozmasa idiniz o çok ipuçları zaten gözükürdü, olanı da (Parakletos) siz kabul etmiyorsunuz. Ayrıca cevaplarında ilginç bir iddia da yer alıyor, diyorlar ki: “İncil’in ve önceki peygamberlerin bildirdiği gibi, tanrı İsa Mesih aracılığıyla bütün insanlar için tam bir kurtuluş sağladı.” Bu  cümlelerine ispat olarak ise yine kendi elleri ile yazdıkları İncil’den (İbraniler 1:1-8, vahiy 22:18 ) delil getiriyorlar. E ama bu ilmi  bir metot olmaz ki? İncil diyor ki; Tanrı İsa’dır, delil  ne peki? İncil! Ayrıca, İbraniler 1. ayet (Tanrı eski zamanlarda peygamberler aracılığıyla birçok kez çeşitli yollardan atalarımıza seslendi.)  iddialarına delil teşkil etmez çünkü orada yaratıcının birçok peygamber gönderdiğinden bahseder. İsa’nın oğul olduğundan eski peygamberlerin bahsettiğini bize bildirmez. Hatta 2. ayet (bu son çağda da her şeye mirasçı kıldığı ve aracılığıyla evreni yarattığı kendi oğlu’yla bize seslenmiştir.) önceden peygamber gönderen tanrıdan bahsederken birden “peygamber” yerine oğul gönderdiğinden bahseder ki, aslında yukarıda ‘tanrının sözünde değişme olmaz’ ayetini kabul ediyorlarsa misyonerler, bu “çizgiden sapma” bir bakıma itiraf anlamına da gelmektedir. Tanrı yarattığı kullarına peygamber gönderiyor, sonra yine peygamber sonra yine … ve yine sonra bir anda “oğul!” gönderiyor. Ama İslam ne diyor, Allah hep peygamber gönderdi, Hz Adem de İsa’da Muhammed’de “peygamber!” idi. Vahiy 18. ayet ise tamamen saptırmacadan ibarettir: “Bu kitaptaki peygamberlik sözlerini duyan herkesi uyarıyorum! Her kim bu sözlere bir şey katarsa, tanrı da bu kitapta yazılı belaları ona katacaktır.” Bir, bu ayette eski peygamberlerden ve onların İsa’nın oğul olduğundan bahsetmez. İki, “Her kim bu sözlere bir şey katarsa” diye başlayan ve devam eden cümleyi, kitabı elleri ile değiştirenlerin dikkatlice tekrar tekrar okumalarını tavsiye ediyorum! Gelelim paraklit (parakletos) kelimesinin ‘Kutsal Ruh/Cebrail’ anlamına geldiğini iddia eden misyoner sitesinin iddiasına cevaba: Eskiden Yahudi iken Müslüman olan Maurice Bucaille  bakın ne diyor:  “Burada öne sürülen insanlara bildirme işi hiçbir surette kutsal ruh’un (Cebrail’in) işlerinden olan bir ilhamdan ibaret değildir. Aksine kendisini belirleyen yunanca ke­li­medeki yayma kavramı sebebiyle, onun açıkça maddi bir niteliği vardır. Şu halde yunanca ‘Akouo’ ve ‘Laleo’ fiilleri bir takım maddi işleri ifade ederler ve bu fiiller ancak işitme ve konuşma organlarına sahip bir varlıkla ilgili olabilirler. Dolayısıyla bu fiilleri kutsal ruh’a (Cebrail’e) uygulamak mümkün değildir. Öyleyse Yuhanna’nın paraklit’inde, Hz. İsa gibi işitme ve konuşma melekesi olan bir insan gör­mek, mantığın götürdüğü bir sonuç sayılmalıdır. Yunanca metin bu melekeleri kesin olarak gerektirmektedir. Demek ki; Hz. İsa, ken­disinden sonra Allah’ın yeryüzüne bir başka insan göndereceğini ve onun rolünün, bir cümleyle söylemek gerekirse Allah’ın kelamını işiten ve onun mesajını insanlara tebliğ eden bir peygamberin rolü olacağını haber vermektedir. Şimdi elimizde mevcut me­tinde bulunan kutsal ruh kelimeleri tamamen kasıtlı olarak sonradan yazılmış bir ilaveden ileri gelmektedir. İlavenin gayesi Hz. İsa’dan sonra bir peygamberin geleceğini haber veren bir parçanın ilk anlamını değiştirmektir. Çünkü buna inanmak, Hz. İsa’nın son peygamber olmasını isteyen gelişme halindeki Hristiyan cemaatleriyle çelişki ortaya çıkarıyordu.” (M. Bucaille, la Bible le Coran et la Science, s. 108-109) Prof. Abdulahad Davud, paraklit kelimesinin anlamını etimolojik olarak şöyle anlatır:  “Paraklit kelimesi ‘periqlytos’ kelimesinin bozulmuş şeklidir. ‘Periqlytos’ gerek etimolojik, gerekse lügat anlamı itibariyle ‘şanı yüce, övülmeye layık olan ‘ demektir. Bu hususla ilgili şahidim Alexandre’nin ‘Dictionnaire Grec Français’ isimli eseri olup kelimeyi şöyle açıklar: ‘Bu birleşik isim ‘peri’ ön eki ile ‘övmek ‘ kökünden türeyen ‘ kleotis’ kelimesinden mürekkeptir. Bu kelime Arapça’da en meşhur, en çok öven, şanı en yüce olan ‘Ahmet’ kelimesinin tam karşılığıdır. Burada halledilmesi gereken tek mesele Hz. İsa tarafından kullanılan bu ismin Arami dilindeki aslını bulmaktır.” (Abdülahad Dâvûd, Muhammad in the Bible, s. 198-223, 287-288)

“Kur’an Maide suresi 110. Ayette, Allah’ın Hz. İsa’ya Tevrat’ı öğrettiği yazar. Hz. İsa’ya öğretilen bu Tevrat, o dönemdeki Yahudilerin elinde bulunan Tevrat’tan farklı mıydı? Eğer Hz. İsa’nın öğrendiği Tevrat ve Yahudilerin elindeki Tevrat farklı olsaydı bu durum bir tarihsel belgeye yansımaz mıydı veya Hristiyanlar ve Yahudiler arasında bu farklılıktan kaynaklanan bir ihtilaf meydana gelmez miydi? Oysa Hristiyanlar Yahudiler ile aynı Tevrat’ı kullandıklarını ısrarla belirtiyorlar.”

Tevrat  farklı olmasa yani bozulmuş olmasa neden Allah yeniden ilahi kitap indirsin? Tarihsel belge istiyorsunuz da, her ikisi de değiştirildiği halde  hangisi  bunu kabul ediyor ki? Ayrıca  aynı Tevrat inandıklarını söyleseler de bir bakıma incilin -Ahdi Cedid’in-  Tevrat’ı -Ahdi Atik’i- kaldırdığını  söylerler. Yani aralarında farklılık günümüzde dahi var ve bu farklılığı ‘Tevrat’ın hükmünü İncil kaldırmıştır’ diyerek ortadan kaldırmaya çalışırlar. İsa’ya öğretilen Tevrat, bozulmayan asıl Tevrat hükümleridir. Zaten İncil bozulan Tevrat’ın eksiğini tamamlamak için gönderilmiştir. Aslını öğrenen İsa (as) gerçek Tevrat (İman, ibadet, toplumsal kurallar hakkında ayetleri içerirdi) ile İncil’i  (Ahlak ile ilgili ayetleri içerirdi) birleştirip insanlara anlatmakla görevli idi. Zaten Bakara 110. Ayet, İsa peygambere Tevrat ve İncil’le beraber ‘Hikmetin’ öğretildiğini ifade eder. Yani İsa peygamber tam anlamı ile bir manevi eğitimden geçmiş bir peygamberdir. O, hikmeti de kapsayan ve Tevrat ve İncil’i de içine alan geniş bir eğitimden geçmiştir. Besairu’l-Kur’an adlı tefsirde : “Rabbimiz Îsâ (a.s)’a verdiği İncil ile daha önce gönderdiği ve İsrâil oğullarının bozup tahrif ettikleri Tevrat’ın aslını da ortaya koyu­yordu. Çünkü kitaplar ve peygamberler birbirlerini ‘tasdik ederek’ geli­yorlardı.” Temel Tevrat idi, İncil O’nu tasdikleyip Yahudilerde eksik olan ‘Ahlak’ kurallarını İncil İle Allah Yahudilere göndermişti. Çünkü Tevrat’ı bozmuşlar, ırkçılık yoluna sapmışlar ve ahlaki bozulmaya uğramışlardı. İsa peygamber her ikisinin de -Bozulmayan Tevrat’da dahil- eğitiminden geçmişti ki iki kaynağı özümsemiş bir insan, bozulmamış asıllarının üstüne ahlak yapısını (İncil’i) bina edebilsin. Detay, ‘İncil, papa’ adlı yazımızdadır.

“Hz Musa kendi kavminden olanla diğerinin kavgasına mülaki oluyor ve adamı bir tokatta istemeden de olsa öldürüyor. Sonra esas edepsizin kendi adamı olduğunu öğreniyor ve af diliyor. Bu olay sonrasında müritleri ona haber gönderiyor ve hemen kaçmasını, arandığını söylüyorlar. Ve Musa şöyle diyor Allah’ım bana yardım et, bu zalimler beni bulamasın. Aslında olayın aslına bakarsak kim zalim! İstemeden de olsa bir ölü var ortada. Bu durumda onu yakalamak isteyenler mi zalim?”

Öncelikle  şunu belirtelim: Olay esnasında Hz Musa  peygamber değildi. (Fahruddin er-Râzi, Tefsir-i Kebir, Mefâtihu’l-Gayb, XVII/490-492) O’na haber veren de müridi veya ona inanan biri değil kendi soyundan olan bir İsrailoğlu idi. Bahsettiğiniz ayetin meali ise şöyledir:  ‘Ey rabbim! Kendime zulmettim, o halde beni mağfiret eyle. Allah da onu mağfiret etti. Şüphesiz o ğafur ve rahim’dir.” (Kasas, 16) Yani bizzat Musa aleyhisselam kendi nefsini kötülemekte, hata yaptığını kabul etmektedir. Gelelim olaya: Yahudilere birçok zülüm yapan firavunun emrindeki bir  memuru olan bu adam, Beni İsrail’den birisiyle kavga ediyor. Onun canına kıymak niyetindeydi. Musa mazlum görünümündeki o kişiye sahip çıkmak niyeti ile  kavgaya karışır.  Ayette  “feveqzehû”  kelimesi geçmektedir. “vekz”, parmak uçları ile itmek demektir. Bu itmenin bütün avuçla olduğu da söylenmiştir. İbn Mes’ud bunu şeklinde okumuştur. Bazıları “vekz”in, önden, döşten itmek, “lekz”in de sırttan itmek olduğunu söylemişlerdir. Musa (a.s) güçlü- kuvvetli idi. Bazı müfessirler Hz. Musa (a.s)’ın onu, asası ile ittiğini söylemişlerdir. Yani Hz. Musa kaza ile bu şekilde o adamın ölümüne neden olur.  (Fahruddin er-Râzi, XVII/490) 

“Firavun Ahenaton Hz İbrahim mi?”

Yahudi kökenli iki Fransız bilim adamı Roger ve Messod Sabbah sadece Yahudi kaynaklarından hareketle İslami kaynaklara bakmadan ileri sürdükleri bu görüş sadece kendilerini bağlar. Çalışmalarında ulaştıkları sonuçlarda da, firavun Ahenaton’un hayatı hakkında farklı kaynaklarda tutarsızlıklar bulunmaktadır. Yaşı, çocuklarının  sayısı, bedensel özürlü olup olmaması, eşi Nefertiti’nin  kız-erkek çocuk sayısı veya çocuğu olup olmaması gibi birçok çelişki, örnek olarak verilebilir. İslami kaynaklarla taban tabana zıt olan ve tek taraflı yapılan çalışmalar -ne kadar uzun süre araştırılırsa araştırılsın-  yanlı ve sübjektif  ilan edilmeye  mahkûmdur. İslami kaynaklar Hz İbrahim’in yaşlılığında çocuk sahibi olduğunu bildirir, Fransız bilim adamlarına göre 17 yıl krallıktan sonra firavun ölüyor. O halde Kabe’yi İbrahim peygamber ne zaman yapmıştır? Yaşlı iken Kâbe’yi yapan İbrahim rivayetlerine zıt olarak, İbrahim olduğu ileri sürülen firavun Ahenaton genç yaşta ölmüş-öldürülmüştür!  Ayrıca, ‘Yahudiler yukarı Nil nehrine de göz koydukları için, kendi ülke sınırlarını genişletmek amacı bu çalışmaları ortaya atmışlardır’ şeklinde yorumlarda bulunmaktadır ki, tarihi geçmişten hareketle bugün Filistin’de hak iddia eden İsrail’in böyle planlarının olması imkânsız değildir.

“En’am/6: 104: “(doğrusu) size rabbiniz tarafından basiretler (idrak kabiliyeti) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim.”  bu ifadede de, “rab” ve “bekçi” olarak iki özne bulunmaktadır. “ben bekçiniz değilim” diyen herhalde Muhammed’dir, Allah değil.”

İki tefsirden konuya alıntı yaparak cevaba başlayalım: Tefsirler ayeti açıklar ve son cümle olarak şunları belirtirler: ” Ve ben tutup ta sizin elinizden yok buraya gideceksiniz diye zorlayıcı değilim diyor Allah (c.c) ” (Mahmut Toptaş, Kur’an-ı kerim Şifa tefsiri, III/111); ” Müşrikler Allah’ın koruma ve himaye için verdiği ve gösterdiği basiretlere körlük etmiş, Allah’ın muhafaza ve korumasına tenezzül etmemiş ve çekinmişlerdir. Bu hususta sorumluluk kendilerine aittir. Basiret körlüğü eden kimselere kendi “ene”si, yani benliği, bizzat muhafız olmadığı gibi, yüce yaratıcı da onlara Hafîz (koruyucu) şerefli ismiyle muamele etmez. İşte bizim anladığımıza göre Allah teâlâ’nın gönderdiği basiretlere körlük ve hakkına nankörlük eden kâfirlere, müşriklere karşı “kim körlük ederse ben size bekçi değilim.” buyurması bu mânâ iledir. Ayette “sizin rabbiniz” (Üçüncü şahıstan) mütekellimine (birinci şahsa) iltifat (dönüş) vardır. ” (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak dini Kur’an dili) Türkçeye bekçi olarak aktarılan “hafîz” kelimesinin  aslı  “h-f-z” kökünden türemiştir. Hfz, “korumak” anlamına gelir. Yani hafîz kelimesinin asıl anlamı “koruyan” demektir.  Zaten Elmalılı Hamdi Yazır, Ömer Nasuhi Bilmen, Ali Bulaç gibi İslam alimi de meallerinde bu kelimeyi  “gözetleyici ve muhafız “ olarak çevirmişlerdir. Allah (cc) bu ayette, “Size kitap gönderdim, açıklayıcı ve yol gösterici peygamber gönderdim, iyiyi kötüden ayıran akıl ve vicdan verdim, cennetteki nimetleri açıkladım, cehennem azabı ile uyardım, bundan sonra sizi iyilik yaparken alıkoymadığım gibi kötülük yaparken de engellemeyeceğim, iyi olup cennete, kötü olup cehenneme gidecek olan sizsiniz” buyurmaktadır bu ayette.  Zaten 3 ayet sonra, 107. ayette de bizzat Hz Muhammed’e  ben onların muhafızı olmadığım gibi ey Muhammed sende ”onlara hafız-koruyucu ve vekil değilsin” buyrulmaktadır.  Yani – haşa-  Muhammed  Kur’an’ı yazdı  iftirasını atmak isteyenlere cevap 3 ayet sonra gelir ve Allah bizzat Muhammed  (as)’a  “Sen de muhafız değilsin “ buyurur. Hidayet gönül işidir. İsteyen, talep eden ve o yola kendi arzusu ile girene verilen bir lütuftur. Bu konuyu tamamlayan konular için “Kaza kader” ve “Allah kalpleri mühürler mi?” başlıklı yazılara bakılabilir. Kur’an’ı peygamberimizin yazmadığının delillerine “Kur’an’ın kaynağı nedir?” adlı yazımızdan ulaşabilirsiniz.

“Hz. İsa Allah katına yükseldikten ve vazettiği din bozulduktan tam 600 sene sonra Kur’an indirildiyse, Allah (haşa) insanların 600 sene boyunca kendisinden uzak ve karanlıkta kalmasına izin vermiş olmaz mı?”

Hak dinin özü Hz Muhammed dönemine dek devam etmiştir. Arabistan yarımadası için örnek verecek olursak; Efendimiz dönemde İbrahim din üzere yaşayan insanlar hala vardı ve onlara ‘hanif’ deniyordu. Ahlak üzere yaşayıp hanif dini benimseyenler sorumluluktan kurtulmuş olurlar. Kısaca son hak din geldiğinde bile hala insanları cehennemden  kurtaracak öz bilgiler halk arasında vardı. Tam değildi ama yeterli idi. Hiç vahiy ulaşamayan yer varsa orada olanlar da tek ve bir olan yaratıcıya, ahirete inanmak ve ahlak üzere yaşamakla sorumludurlar. Hanif din nedir? İb­rahim’in dinine “ha­nîf­lik” de­nilmektedir. Ha­nîf ke­li­me­si lü­gat­te, eğ­ri­li­ği bı­ra­kıp doğ­ru­ya gi­den, is­ti­kâ­met üze­re bu­lu­nan, baş­ka din­ler­den, bâ­tıl inanç­lar­dan ka­çıp yal­nız bir olan Allah’a iman eden, “mu­vah­hid” de­mek­tir. Ce­nâb-ı hak, Kur’an-ı Kerim’de şöy­le bu­yur­mak­ta­dır:  Yahudi ve Hristiyanlar, Müslümanlara, «Yahudi ve­ya Hristiyan olun ki doğ­ru yo­lu bu­la­sı­nız.» de­di­ler. (ey ha­bî­bim!) «bi­lâ­kis biz doğ­ru­ya yö­nel­miş (ha­nîf) olan ve Allah’a şirk koş­ma­yan ib­râ­hîm’in dî­ni­ne tâ­bî­yiz.» de!” (Ba­ka­ra, 135) “İbrâhîm ne bir Yahûdî ne de bir Hristiyandı. Fa­kat o, Allâh’ı bir ta­nı­yan dos­doğ­ru (ha­nîf) bir Müslüman idi ve müş­rik­ler­den de de­ğil­di.” (Al-i im­rân, 67)  Câ­hi­li­ye dö­ne­min­de, her tür­lü sa­pık­lık­tan ve put­pe­rest­lik­ten yüz çe­vi­rip Hakk’a yö­ne­len, haz­ret-i İbrahim’in dî­ni­ne bağ­lı ka­la­rak yal­nız bir olan Allâh’a ina­nan kim­se­le­re de ha­nîf de­nir­. Va­ra­ka bin nev­fel, Ab­dul­lâh bin cahş, Os­man bin hu­vey­ris, Zeyd bin amr, Kuss bin sâ­ide gi­bi zât­lar, ha­nîf­ler­den bâ­zı­la­rı­dır. Hanifler; can­sız, dil­siz, hiç­bir şe­ye gü­cü yet­me­yen put­la­rın önün­de eğil­me­yi, on­la­ra yal­var­ma­yı çir­kin sa­yar­lar­dı. İbn-i Ömer -ra­dı­yal­lâ­hu an­hü­mâ- şöy­le an­la­tır:  “Pey­gam­ber efen­di­miz -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem- nü­büv­vet­ten ön­ce, bel­dah’ın aşa­ğı kıs­mın­da bu­lun­du­ğu bir sı­ra­da ora­da­ki­ler ta­ra­fın­dan bir sof­ra­ya dâ­vet edil­di. Sof­ra­da Zeyd bin amr bin nü­feyl de bu­lu­nu­yor­du. Alem­le­rin efen­di­si’ne et ik­râm edil­di. Fahr-i kâinat efen­di­miz bu ye­mek­ten ye­me­di­ği gi­bi Zeyd de ye­mek­ten imtina et­ti. Zeyd, et­ten ye­me­me­si­nin se­be­bi­ni şöy­le îzah et­ti: Ben si­zin put­la­rı­nız adı­na kes­ti­ği­niz et­ten ye­mem. Ben sâ­de­ce Allah’ın is­mi zik­re­di­le­rek ke­si­len­den yerim. Zeyd, Ku­reyş ka­bî­le­si­nin, hay­van­la­rı­nı put­lar adı­na kes­me­le­ri­ni ayıp­lar ve şöy­le der­di: “Ko­yu­nu Allâh ya­rat­tı. Onun için gök­ten yağ­mur in­dir­di, yer­den de ne­bat bi­tir­di. Ama siz onu Allah’ın is­mi­ni zik­ret­me­den ke­si­yor­su­nuz!” (Bu­hâ­rî, me­nâ­kı­bu’l-en­sâr, 24; Ze­bâ­ih, 16) Bir baş­ka ri­vâ­yet de şöy­le­dir: “Zeyd bin Amr, Va­ra­ka bin nev­fel’i de ya­nı­na ala­rak, hakiki dini so­rup ona tâ­bî ol­mak üze­re Şam’a git­ti. Ora­da bir Yahudi âli­me rast­la­dı. Ona din­le­ri hak­kın­da su­âl sor­du ve: Bel­ki dî­ni­ni­ze gi­re­rim, ba­na onun hak­kın­da bil­gi ver. de­di. Yahudi: –sen, Allah’ın ga­za­bın­dan na­sî­bi­ni al­ma­dık­ça bi­zim dinimize gi­re­mez­sin! ce­vâ­bı­nı ver­di. Zeyd: Ben Allah’ın ga­za­bın­dan ka­ça­rak bu­ra­la­ra gel­dim, (ga­zap de­ğil, rı­zâ ve rah­met arı­yo­rum). Allah’ın ga­za­bın­dan her­han­gi bir pay al­ma­ya as­lâ ni­ye­tim yok! Sen ba­na baş­ka bir dîn gös­ter (de ona gi­re­yim)! de­di. Yahûdî âlim: Ben ha­nîf­lik­ten baş­ka bir dîn bil­mi­yo­rum! ce­vâ­bı­nı ver­di. Zeyd: ha­nîf­lik ne­dir? di­ye sor­du. Yahudi âlim: Haz­ret-i İbrahim’in dî­ni­dir. O, ne Yahûdî ne de Hristiyan’dı, Allah’tan baş­ka bir şe­ye de tap­mı­yor­du. ce­vâ­bı­nı ver­di. Zeyd onun ya­nın­dan çı­kın­ca Hristiyan âlim­le­rin­den bi­riy­le kar­şı­laş­tı, onunla da benzer şeyler yaşadı. Dı­şa­rı çı­kın­ca el­le­ri­ni kal­dı­rıp: Allâh’ım, sen’i şâ­hit kı­lı­yo­rum, ben İbrâhîm’in dî­ni üze­re­yim! de­di.” (Bu­hârî, me­nâ­kı­bu’l-en­sâr, 24) Es­mâ bint-i ebî Be­kir -ra­dı­yal­lâ­hu an­hü­mâ- der ki:“Zeyd bin amr’ın ayak­ta di­ki­lip sır­tı­nı Kâ­be’ye da­ya­ya­rak şöy­le de­di­ği­ni işit­tim: Ey Ku­reyş ce­ma­ati! vallahi ben hâ­riç hiç­bi­ri­niz İbrahim -aleyhi selam-’ın dî­ni üze­re de­ğil­si­niz! Zeyd di­ri di­ri top­ra­ğa gö­mü­le­cek kız­la­rı (kur­ta­rıp) hayatını ba­ğış­lar­dı. Kı­zı­nı öl­dür­mek is­te­yen ada­ma: Onu öl­dür­me, onun kül­fe­ti­ni ben üze­ri­me alı­yo­rum der ve kı­zı alır­dı. Kız bü­yü­yüp ser­pi­lin­ce ba­ba­sı­na: Di­ler­sen onu sa­na tes­lîm ede­yim, di­ler­sen ih­ti­yaç­la­rı­nı gör­me­ye de­vâm ede­yim. der­di.” (Bu­hâ­rî, me­nâ­kı­bu’l-en­sâr, 24) “Son­ra da (ey habibim) sa­na: «Doğ­ru yo­la yö­ne­le­rek İb­râ­hîm’in dî­ni­ne tâ­bî ol! O, müş­rik­ler­den de­ğil­di.» di­ye vah­yet­tik.” (Nahl, 123) Bu se­bep­le ha­nîf­lik, İslâm dî­ni hak­kın­da da kul­la­nıl­mış ve samimi, ihlaslı her Müs­lü­ma­n’a “ha­nîf” vas­fı ve­ril­miş­tir. ni­te­kim pey­gam­ber efen­di­miz: “Ben, müsamahakâr ha­nîf dî­ni ile gön­de­ril­dim.” bu­yur­muş­tur. (Ah­med, V/266) Bu konuda ayrıca, ‘Hristiyanlar cennete girecek mi?’ adlı yazımızı da tavsiye ederiz.

“İsa neden babasız yaratıldı, İbrahim değil, Musa değil, Davut değil ya da inandığınız Hz. Muhammed değil de neden İsa. Allah insanları yanıltıp, milyonlarca insanın cehenneme gitmesi için mi, onu babasız yaratıp, zavallıların kafasını karıştırdı. Sorunun cevabını bil derken mantıklı bir açıklama yapmanı bekliyorum sadece.”

Önce şunu belirtelim, eğer İbrahim olsa idi neden İbrahim, Musa olsa neden Musa diyeceğiniz için rabbimiz en doğrusunu bilir, İsa ‘peygamberimizi’ babasız yaratmıştır. Gelelim cevabımıza: Her peygamberin  mucizesi vardır. O mucizeler peygamber olduklarının delilidir. Yoksa mucizelere bakıp peygambere  ilahi vasıflar yüklersek, kuşu gösteren parmağı görünce kuşa değil parmağa takılmak gibi mantıksız sonuçlara ulaşabiliriz. Araçları amaç edinmek sadece hedeften saptırır, örnek Hristiyanlık. Aynı mantığı Hz  Adem için kullanırsak, O sadece babasız değil hem anne hem babasız yaratılmıştır. Onu ne yapacaksınız? Babasıza tanrının oğlu diyen siz, anne babasız yaratılanı direk ilah ilan etmez misiniz veya hala neden etmediniz? Sahi Hz Adem’in suçu ne?  O neden ilahi vasıfla nitelendirilmedi de, bir de aksine ilk günah gibi Hristiyanlıktaki  vaftizsiz  silinmez suçun ilk temsilcisi  ilan edildi. Hani mantık, hani adalet? Başa dönelim; Mucizenin amacı, vasıtanın ilahi mesajı ile geldiğini işaret etmektir, yoksa bizzat mucizeyi göstereni ilahi olduğunu işaret etmek değil. “Bu olayı insanlara gücümüzü kanıtlayan bir mucize olarak sunmak istiyoruz.” (Meryem, 21) Ayet açık değil mi, Allah bu mucize ile kendisine ulaşılmasını istiyor, siz ise vasıtaya takılıp kalıyor hatta onu ilah seviyesine çıkarıyorsunuz! Şunu da unutmayalım ki 325 yılındaki İznik konsülüne dek İsa’yı tanrının oğlu kabul etmeyen mezhep ve İnciller de vardı ve hala günümüzde de bulunmaktadır (Başta Üniteryen kilisesi, Amerika’daki “Üçleme karşıtları” adlı birlik ve ayrıca The worldwide Church of God. Bu kilisenin kurucusu Herbert W. Armstrong, üçleme inancının putperest kültürlerin etkisiyle ortaya çıkan bir batıl inanç olduğunu savunmaktadır! Kuzey Amerika’da 19. yüzyılda doğan ve Hz. İsa’nın dönüşünün çok yakın oluşuna dikkat çeken “Seventh Day Adventist” hareketi de üçlemeyi reddeder! Gelelim Kitabı Mukaddes’ten örneklere. Bizzat İncil’de İsa’nın tanrıya dua örnekleri bulunmaktadır: “Biraz ileriye giderek yüzüstü yere kapandı, duaya koyuldu.” (Matta, 26/39); “Halka çimenlerin üzerine oturmalarını buyurduktan sonra, beş ekmekle iki balığı aldı, gözlerini göğe dikerek şükran duasını yaptı.” (Matta, 14/19);  “Halkı salıverdikten sonra dua etmek için tek başına dağa çıktı. Akşam olurken orada yalnızdı.” (Matta, 14/23); “Sabah çok erkenden, ortalık henüz ağarmadan İsa kalktı, evden çıkıp ıssız bir yere gitti, orada dua etmeye başladı.” (Markos, 1/35); “Onları uğurladıktan sonra, dua etmek için dağa çıktı.” (Markos, 6/46); “İsa öğrencilerine, “ben dua ederken siz burada oturun” dedi.” (Markos, 14/32); “O günlerde İsa, dua etmek için dağa çıktı ve bütün geceyi Allah’a dua ederek geçirdi.” (Luka, 6/12); “İsa bir yerde dua ediyordu. Duasını bitirince öğrencilerinden biri ona, “öğretmen” dedi, “Yahya’nın kendi öğrencilerine öğrettiği gibi sen de bize dua etmesini öğret.” (Luka, 11/1);  “Ben, imanını yitirmeyesin diye senin için dua ettim. Geri döndüğün zaman kardeşlerini güçlendir.” (Luka, 22/32) İncil’de tek tanrıya işaret eden ayetler: Tesniye (4-39): “Yukarıda göklerde ve aşağıda yerde rab, o Allah’tır, başka yoktur.” Tesniye (6-4): “Dinle ey İsrail: Allah’ınız rab, bir olan rabdir.”; Tesniye (32-39): “Şimdi görün ki, ben o’yum, katımda ilah yoktur”; I. Samuel (2-2): ” Senden başka ilah yoktur.”; I. Krallar (8-60): “Rab, Allah olan odur, ondan başka yoktur.”; İsafa (45-5,6): “Rab benim ve başkası yoktur, benden başka Allah yoktur”; Markos: (29-30): “En önemlisi şudur: ‘Dinle, ey İsrail! Allah’ımız olan rab tek rab’dir. Allah’ın olan rab’bi bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün aklınla ve bütün gücünle sev.”; Markos (17-18): “İyi olan tek biri var, o da Allah’tır.”; Markos (9-32): “İsa ona dedi. “Allah’ımız bir olan rab’dir”. Yazıcı ona dedi: “Çok iyi öğretmen, hakikat üzere dedin ki, o birdir; o’ndan başkası yoktur.”; Galatyalılara mektup ( 3/20): “Allah birdir.”;   Korintoslulara 1. Mektup (8/6): “ Bizim için tek Allah vardır: Her şeyin kendisi’nden oluştuğu Allah. Bizler de o’nun için yaşamaktayız.”; Timoteos’a 1. mektup (1/17): “Sonsuz çağların hükümranı, ölümsüz, göze görünmez tek tanrı’ya çağlar çağı onur ve yücelik olsun.”; Timoteos’a 1. mektup (2/5): “Tek bir Allah vardır.”; Yakup’un mektubu (2/19): “Sen Allah’ın bir olduğuna inanıyorsun, iyi ediyorsun.”; Yahuda’nın mektubu (24): “Kurtarıcımız tek Allah’a yücelik olsun.” İsa (a.s) Allah’ın kulu ve resulüdür: Matta (12-18): ” İşte benim seçtiğim kulum”; Luka (24-19): “Kudretli bir peygamber olan nasıralı İsa.” Hz. İsa’nın tebliğ ettiği İncil, günümüzde, elimizde bulunan İncil değildir. Bunun en büyük delili yine İncil’de bulunmaktadır.” İsa tanrının İncil’ini tebliğ ederek Galile’ye gelir.” (Markos: 1/14)  Daha Matta, Markos, Luka, Yuhanna  yazmadı ki günümüz İncil’lerini, İsa hangi İncil’i tebliğ etti? Tabii ki hak, bozulmamış asıl İncil’i! Baba, oğul mecazi anlamda kullanılmış olabilir mi? Bu mecaz, zamanla asıl anlam gibi algılanmış olabilir mi, bakalım;   Matta (5-9): “Ne mutlu sulh edicilere, çünkü onlar Allah oğulları çağrılacaklar”; Matta (6-14): “İnsanların suçlarını bağışlarsanız, semavi babanız da size bağışlar.”

“Çok çok iyi kalpli ve hakkaten hayır yardım işi yapıp ölmüş atesit insanlar var. Biz Müslümanlardan (yazıklar olsun) çok kaba, durmadan günah işleyen, adam-kadın-çocuk öldüren ama namaz kılan tipler var.  Bunu bilen bazı atesit ya da agnostik vatandaşlar hep aynı soruyu soruyor. Neden Allah bu kadar iyi iş yaptıkları halde sırf Allah’ın hakkında şüphe ettikleri için olanları da cehennemde çok çetin (ebedi ya da çok çok uzun bir süre olduğu kesin) bir azaba uğratacak? Öte yandan Allahu ekber deyip deyip masumları öldüren ama kalbinde iman olanlar eninde sonunda cennete mi gidecek? Bir keresinde bu tartışma iş yerinde açılmıştı ama sağlam cevaplar veremeyeceğimi bildiğim için çok üzülüp susmuştum. Kendime göre cevaplarım var, onlar hazır ama ben sizden duymak istiyorum.”

İman amelin motorudur, amelde sorun varsa imanda sorunludur! “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ”  (Maun, 4) veya “İman ettim deme, Müslüman oldum de.” (Hucurat, 14 ) ayetleri burada belki bize yol gösterir. İmanları olgunlaşmadan Müslüman olanlar vardır, kalıplaşmış ritüelleri yapar;  spor gibi namaz,  turistik seyahat gibi hac, perhiz gibi oruç ibadetleri yaparlar. İman en temel meseledir ama senin de bahsettiğin gibi, taklidi değil tahkiki imandır asıl olan! Bu ayet dıştan Müslüman olan ama iç âleminde iman sahibi olmayanlara karşı bizi uyarır. İmansız Müslüman ne kadar ibadet ederse etsin cennete gidemez çünkü asıl olan iman sonra da iman üzere yasamdır.  Tıpkı bunun gibi,  imansız Müslüman gibi,  iyi amel eden ateistlerde cehenneme giderler.  Ayrıca ateist Allah hakkında şüpheye düşen değil inkâr edendir. Yine merak ettim kim bu ateist olup iyilik meleği kesilen kişiler? İç âleminde riyakârlık, hava basmak, vergiden düşmek, kibir, reklam vb. nedenlerle   iyilik (!) yapmadığını  kim  iddia edebilir ki.!? Ego, reklam, kişisel çıkar için yapılan iyilikler (!)  acaba gerçekten iyilik midir? İyilik kim için yapılınca cenneti hak eden bir amel olur? Allah cennetine yarattığı kulu sokarken başka bir yarattığı kuluna danışacaktır? Hem  başka ateistlerin  sonu  yerine herkes kendi  sonunu  düşünse daha iyi olmaz mı? Hem ateist olup hem cennetten bahsetmek ne kadar mantıklı ve rasyonel olur? Bu konuda, ‘Dinsiz ahlak olur mu?’ adlı yazımıza da bakılabilir.

“Meryem’in  babasının adı İmran, ama Musa’nın babasının adı da İmran. Musa’nın babasının adı İmran olanın kızı var Meryem adı, birileri “Ey Harun’un kız kardeşi” ayetini hatalı olduğunu çünkü karıştırılmış diyorlar, yukarıdaki isimlerin aynı olmasından ötürü Hz Muhammed kişileri karıştırmış ve zamanı da. Hakikaten Harun’un babası İmran mıdır? Ve kızının ismi Meryem?”

Önce temel kuralı hatırlatalım: Kur’an’ı Hz Muhammed yazmamıştır! O, vahiy ürünüdür. Bu konu detaylı olarak ‘Kur’an’ın kaynağı nedir?’ adlı yazımızda ele alınmıştır. Sorunuza gelirsek: Bir dilde kullanılan cümleler, kendi dil ailesi içindeki kurallar ile değerlendirilmelidir. Türk olmayan birine Yozgat yöresindekilerin “Eğle” fiilinin  ‘Dur’ anlamında kullanıldığını bilmesine imkân yoktur! Yabancı biri o kelimeyi duyunca ‘Eğilmek, eğlenmek’ kökenini arar dururdu. Türkçe ’de bir işe girmek için “Dayın var mı?” diye bir deyim kullanılır. Ama kimse bunun annenin kardeşi olarak anlamaz! “İbn”  Arapça’da oğul anlamındadır ama  Türkçe’de hakaret kabul edilir. ‘İhtiyar’ Arapça asıllı bir kelimedir, ‘Seçilmiş’ anlamına gelir ama Türkçe’de yaşlı anlamında kullanılır. Kısaca Arapça dilinin kendine özel, başka dillerde olmayan ve anlaşılmayacak kuralları, özellikleri vardır. Onları anlamak için o dönem Arapça’sına veya Arapça’nın edebi derinliklerine hakim olmak gerekir. Gelelim sorunuzun cevabına: Sahabeden Müğîre b. Şube anlatıyor: Hz. peygamber beni, Necran halkına gönderdi. Onlar bana; gerçekten siz Kur’an’da “Ey Harun’un kız kardeşi!” diye bir ayet okuyorsunuz değil mi?” (bir diğer rivayette “peygamberiniz Meryem Harun’un kız kardeşidir, diyormuş, doğru mu?” diye sordular. Ben de “Evet” dedim. Onlar, “Herhalde, Hz. İsa ile Hz Musa arasında ne kadar zaman geçtiğini de biliyorsunuz.” dediler. Ben resulullah’ın yanına döndüğümde bunu kendisine anlattım. “Efendimiz; Deseydin; onlar daha önceki peygamberlerin ve salih kimselerin ismini kullanıyorlardı.” diye buyurdu. (Taberî, İbn aşur, Meryem, 27-28. ayetlerin tefsiri) Arapça’da eb (baba), eh (kardeş) ve uht (kızkardeş) kelimeleri birçok durumda geniş manada kullanılır. Gerçek bir kardeşlik değil, akrabalık ve mensubiyet bildirir. Çünkü Hz. Meryem validemiz Beni İsrail’den olup Yahudi idi. Hz. peygambere (a.s.) bu, bir soru  olarak sorulmuş, O da: “Meryem zamanındaki insanlar, kendilerinden önce geçen peygamberlerinin ve iyi kimselerin isimlerini çocuklarına isim yaparlardı, yani onlara nispet edilirlerdi.” buyurmuştur. Nitekim: Hz. Safiyye, bazı kadınların kendisine “Yahudi kızı Yahudi!” dediklerini şikâyet edince Hz. peygamber şöyle buyurmuştu: “Sen niçin onlara: “Oh ya’ Harun babam, Mûsâ amcam, Muhammed eşim oluyor, daha ne isterim!” deseydin ya!” (Tirmizî, Menâkıb 63; Hâkim, el-Müstedrek, IV/31) Ayrıca  Kureyş’te Haşimoğulları kolu vardır. Bu kabileden birisi yanlış bir şey yaptığında “Ey Haşimoğlu bu yanlışı sen nasıl yaparsın” gibi bir söz söylense, bu o kişinin gerçek anlamda Haşim ismindeki soy büyüğünün oğlu olduğunu göstermeyip o soyun bir ferdi olduğuna kinaye olarak söylenmiş olur. (Razî, Meryem, 27-28. ayetlerin tefsiri) Bu isimler o zamanda soyu hatırlatan ve soyun büyüklerine hürmeten çok koyulan isimlerdir. Nitekim günümüzde de bazı yörelerde büyüklere hürmeten bazı isimler son derece çok koyulmaktadır. Bu açıklamadan da anlaşıldığı gibi, Meryem’in babası olan İmran ile Musa ve Harun’un babası olan İmran birbirinden tamamen farklı ayrı kişilerdir. İsim benzerliğinden başka,  zaman ve mekân bakımından bir yakınlıkları söz konusu değildir. İyi incelendiğinde görülür ki, kendi toplumunda Hz. Meryem’e “ey Harun’un kız kardeşi!” diye hitap edilmesi, “Onun din kardeşi ve onun soyundan gelen” anlamını ifade etmek için kullanılmaktadır. Genellikle Hristiyan muhitinden gelen bu eleştirilerin objektif olmadığı, kendi kutsal kitaplarında aynı yönde yer alan bilgilere itiraz etmemelerinden kolayca anlaşılmaktadır. Nitekim Luka İncil’inde Hz. Zekeriyyâ’nın eşi Elizabeth için “Hârûn kızlarındandı” (Luka, 1/5) denmektedir. (Ömer Faruk Harman, “Hz. İsa”, İfavans., IV/424)  Zaten günümüze dek hiç bir İslam alimi, bu ayetten Hz. Meryem’in gerçekten Hz. Harun’un kız kardeşi olduğunu anlamamış ve böyle bir şeyi düşünmemiş ve eserlerinden böyle bir şeyi dile getirmemiştir. Dolayısı ile Arap dili ve Kur’an mantığı içerisinde ayetler arasında bir sorun yoktur. Hud suresi 50. ayet: ”Ad halkına da kardeşleri Hud’u gönderdik” buyrulmuştur. Buradaki eh (kardeş) kelimesi kullanılmıştır. Yani ayetteki kardeş kelimesi “kabile üyelerinden biri, onlardan biri” anlamında kullanılmıştır. Hz. Ali, N. Belağa adlı eserde Hevazin kabilesinden olan ibn-i Simmah’ı kastederek, “Kema kale ehu hevazin” yani “Hevazinin kardeşinin dediği gibi” tabirini kullanmıştır. Sakif kabilesinden olan Haccac için “Ehu sakif” denilmektedir. Tüm bu örnekler “Ya uhte Harun” ayetinin “ey Harun’un soyundan gelen” anlamında kullanıldığını göstermektedir. Zaten Medine Yahudi ve Hristiyanlarından hiç kimse de bu söze hiçbir zaman itiraz etmemişlerdir. D. Herbelot, ‘Bibliothéque Orientale’ adlı eserinde bu ayetin manasının “Ey Harun’un kutsal sülalesinden gelen” diye açıklamaktadır. Hz. Harun’un görevini İmran döneminde devam ettirenlerden olan Hanne, oğlu olması halinde onu tapınağa hizmete adayacağına vaad eder. Meryem erkek ismidir, erkek beklenirken bir kızları olur, ismini ve adağını değişmez bu aile ve görevlerine devam ederler. İşte bu tapınak görevinde olanlar Hz Harun’un erkek ise oğlu/soyu olarak isimlendirilir. Ayette bu temiz soya atıfta bulunulmuştur. Bu kutsal görevi Meryem’in soyu devam ettirecektir, bu nedenle, “Ey Harun’un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de iffetsiz değildi.” (Meryem, 28) denilmiştir. Kısaca üstlenilen göreve atıfla Hz Harun’un ismi zikredilmiştir. (H. Kemal Gürger, Ateizmin ve deizmin sorularına karşı İddialar ve izahlar, s. 139) Zaten Hz Muhammed’de, Hz İbrahim’in ‘milletindir’ (Bakara, 135; Ali İmran, 95)  Hâlbuki arada, kimi rivayetlere göre üç bin yıl vardır. İşte bu evrensel İslam kardeşliğini anlayamayanlar, aradaki zaman veya mekanların birer sınır olduğunu zannederek insan ve mesajlar arasında set koymaktadır!

“Hz İsa için Kur’an’da Mesih sözcüğü kullanılıyor, Mesih ne demektir, Yahudilikte ve Hristiyanlıkta kullanılan Mesih kavramıyla aynı anlamda mı kullanılır?”

Mesih kelime olarak, bir şey üzerinde el yürütmek, bir şeydeki eseri gidermek, el ile temas etmek manalarında olan “Mesh” kökünden gelen bir kelimedir. “Mesih” kelimesi hem Hz. İsa’ya, hem de deccala unvan olmuştur. Hz. İsa’ya bu unvanın verilmesinin sebebi ve hikmeti şöyledir: Kur’an-ı kerimin 11 ayetinde geçtiği üzere, “Mesih” unvanı İsa aleyhisselâma Allah tarafından verilmiştir. Al-i İmran süresinin 45. ayetinde mealen şöyle buyurulur: “Hani melekler Meryem’e şöyle demişlerdi: ‘Ey Meryem! Allah seni, bir ol emriyle yaratacağı bir oğul ile müjdeliyor. Onun adı Meryem oğlu Mesih İsa’dır.” Bu âyetin tefsirinde Kurtûbî şu izahı verir: Mesih, “Sıddîk, üzerinde turası olmayan para” manalarına gelir. Hz. İsa’ya mesih denmesi ve nedenleri: İbni Abbas’a göre Hz. İsa (as), değişik hastalara el sürüp, onları Allah’ın izniyle sağlıklarına kavuşturduğu için bu lakabı almıştır. Al-i İmran 49. ve Maide 110. ayetlerde de bu özelliği belirtilir. Bazı dilcilere göre, bu kelime İbranicede meşîha” olup, güzel bir yaratılışı ve mübarek bir sima ve bir kişiliği ifade etmektedir. (Kurtubî, IV/89) Bazı âlimler ise, “mesih” kelimesinin, tertemiz anlamında olup Hz. İsa (as)’ın günahlardan arındırılmış bir insan olduğunu ifade ettiğini söylemişlerdir. (Taberî, IV/35) Diyanet tefsirinde (Ali İmran 45. ayet): Kelimenin Ârâmîce aslı olan meşîhâ ve İbrânîce aslı olan mâşiah, “sıvazlanmış” anlamına gelmekte olup, İsrâiloğulları’nda hükümdarlık görevine başlarken kâhin (üst düzey din adamı) tarafından kutsal yağ sürülmesi geleneğine bağlı olarak krala mesih unvanı verilir olmuştur. (Zemahşerî, I/189; Reşîd Rızâ, III/305; Ömer Faruk Harman, “Hz. Îsâ”, İFAV Ans., II/423; “Mesih”, III/224) denmektedir. Muhammed Abduh ayetin tefsirinde, “Hükümdar, adaleti gerçekleştirmesi ve halkın uğradığı haksızlıkları gidermesi için başa geçirilir. Îsâ Mesîh de bunu yapmıştır. Mesîh onların dinin gerçek amaçlarına dönmelerini ve haksızlıkları ortadan kaldıran kardeşliğe yönelmelerini sağlamıştır.” Demektedir. Burada üzerinde asıl durulması gereken konu ise, bizzat misyonerlerce de dile getirilen, “İsa’nın mesih olduğunun Kur’an’da da dile getirilmesi” iddiasıdır ki, Kur’an’daki İsa aleyhisselam ile ilgili ayetlerin tümüne bakıldığında bu iddianın tamamen Hristiyan misyonerlerin amaçlarının dışında bir kullanımı ifade ettiği açıkça görülmektedir. İsa peygamberin bizzat bir kul olduğu; Meryem’in oğlu olduğu (Ali İmran, 45) ve tıpkı Adem peygamber gibi yaratıldığı (Ali İmran, 59; Meryem, 19; Nisa, 157-160, 171) şeklindeki ayetler misyonerlerin iddialarına Kur’an’dan kaynak bulma çabalarını tamamen yok etmektedir. Bu konuda “İncil, Papa” adlı yazımıza da bakılabilir. İslam’a göre, İsa peygamber diğer peygamberlerden de birçok konuda değişik özelliklere sahiptir;  babasız doğumu, doğduğunda bebekken konuşması özelliği, kendisine öğretilen “kitap, hikmet, Tevrat, İncil”, ölüleri diriltmesi vb (Maide, 110) Hz İsa’ya Yaradan tarafından bu özelliklerinin vurgulanması için Mesih denmiş,  Yaratıcı İsa’ya verdiği nimetlerin toplamını Mesih kelimesi ile özetlemiştir. Ama sonuçta O (as) Meryem oğlu Mesih, sadece bir peygamberdir: Maide 75: “Meryem oğlu Mesih (İsa) bir peygamberden başka (bir şey) değildir. Ondan evvel de peygamberler gelip geçmiştir. Anası çok sadık bir kadındı. İkisi de (birer kul ve beşer olarak) yemek yerlerdi. Bak, biz ayetleri onlara nasıl apaçık bildiriyoruz. Sonra da bak onlar nasıl hakikatten çevriliyorlar.”; Bakara, 136: “Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve Yakup oğullarına indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.” Biz Müslümanlara göre tüm peygamberler gibi İsa peygamberde Allah katında hepsi peygamberdir ve diğerlerinden bize göre bir farkı yoktur. “Andolsun, “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler küfre düşmüştür. Oysa Mesih’in dediği (şudur:) “Ey israiloğulları, benim de rabbim, sizin de rabbiniz olan Allah’a ibadet edin. Çünkü o, kendisine ortak koşana şüphesiz cenneti haram kılmıştır, onun barınma yeri ateştir. Zulmedenlere yardımcı yoktur.” (Maide, 72)  İsevilikteki  Mesih aslında direk rab olan İsa’dır ve asla İslam’la bir ‘içerik olarak’ bir benzerlik yoktur! Yine Kur’an’da Hz İsa için geçen “kelimetullah” sıfatı da asla başka anlamlara çekilmemelidir. Kur’an’da üç yerde Hz. İsâ’nın “Allah’tan bir  kelime” olduğu ifade edilir. (Al-i İmrân, 39, 45; Nisâ,171) Nasıl Hz Musa’ya ‘Kelimullah’, Hz İbrahim’e ‘Halilullah’ isimleri verilmişse, Hz İsa’ya da bu sıfat Allah tarafından verilmiştir. Hz. İsa’yı Cenâb-ı Allah, babasız olarak “ol” emriyle yani ‘kelimesiyle’ yarattığı için, Allah’ın kelimesi adını vermiştir. (Râğıb el-İslahânî, el-Mufredât fî Garibi’l-Kur’an, s.439-440) Nitekim Allah Teâlâ, Adem’i de anasız babasız topraktan yaratmıştır. “Allah nezdinde İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona “Ol” dedi o da oluverdi” (Al-i İmran, 59) Dolayısı ile Hristiyanlıktaki gibi bir anlama asla çekilemeyeceğinin altını çizerek konuyu bu konudaki uyarı ayetleri ile bitirelim: Meryem, 30, 36, 88-92; Mâide, 73, Nisa, 171: “Cevabı çocuk verdi: “Ben Allah’ın kuluyum; O bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Îsâ şunu da söyledi: “Muhakkak ki Allah, benim de rabbim, sizin de rabbinizdir. O halde O’na kulluk edin, doğru yol budur.” Rahmân çocuk edindi” dediler.  Hakikaten çok çirkin bir iddia ortaya attınız. Öyle ki bundan dolayı neredeyse gökler çatlayacak, yer ortasından yarılacak, dağlar yıkılıp çökecek! Çünkü Rahmân’a çocuk yakıştırıyorlar. Halbuki çocuk edinmek Rahmân’ın şanına yakışmaz. Şüphesiz “Allah üçün üçüncüsüdür” diyenler kâfir olmuşlardır. Oysa bir tek ilahtan başka ilah yoktur. Eğer söylemekte olduklarından vazgeçmezlerse onlardan inkar edenlere acıklı bir azap dokunacaktır. Ey Ehl-i kitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Îsâ Mesîh ancak Allah’ın elçisidir, Allah’ın Meryem’e ulaştırdığı kelimesidir ve O’ndan bir ruhtur. Şu halde Allah’a ve peygamberlerine iman edin, “(Tanrı) üçtür” demeyin, bundan vazgeçin; hakkınızda hayırlı olan budur. Allah ancak bir tek ilâhtır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Güvenmek ve dayanmak için Allah yeter.”

“Kıble’nin değiştirilmesi”

Bu konu ‘Ateistlere cevap’ başlığı altında ele alınıp cevaplanmıştır. 

“Kur’an da adı gecen peygamberlerin hepsi orta doğuya gelmiş peygamberler. Oysa Kur’an’da 250 bin peygamber gönderildiği söyleniyor, dolaysıyla neden sadece orta doğudaki peygamberlerin ismi zikrediliyor?”; “Allah neden hep Yahudilere peygamber göndermiştir?”

Kur’an’da 250 bin peygamberden bahsedilmez. Konu, ‘Kur’an’da çelişki yoktur’ başlıklı yazımızın “Kur’an sadece Araplara mı indirilmiştir?” adlı soruya cevapta ele alınıp cevaplanmıştır. Yahudiler bir prototip olarak insanlığa, onların düştüğü yanlışlığa düşülmemesi, tarihten bir ders alınması, ibret alınmaları için Kur’an’da özellikle Yahudiler üzerinde durulur. Özellikle günümüzde Yahudileşme temayülü şeklinde tarif edilebilecek olan, İlahi vahyi dünyevi menfaatler için değiştirmeye ve dünyevileşmeye karşı İslam toplumunu uyarmak için Kur’an bir tarihi örnek olarak Yahudilerden bahsetmiştir. Yoksa sadece peygamber Yahudilere gönderilmiş değildir.

Hristiyanlar cennete girebilecek mi?

Bu konu ‘Kur’an’da çelişki yoktur’ başlığı altında ele alınıp cevaplanmıştır.                                            

 

 

     

Bilim Musa mucizesini de aydınlattı

Binlerce yıllık Hz. Musa peygamber esrarı çözülmüş olabilir mi? Musa Peygamber’in Mısır’da firavundan kaçan israiloğullarını kutsal topraklara ulaştırmasını sağlayan ‘denizin yarılması’ mucizesinin arkasında fizik kanunları olduğunu öne süren araştırmanın iddiası bu. ABD’li araştırmacıların bilgisayar simülasyonlarına dayanan çalışmasına göre, kutsal kitaplarda tarif edilen ‘mucizenin’ gerçekleştiği gece esen sert rüzgârlar ve deniz yatağının coğrafi yapısı, suyun geriye doğru çekilmesine neden oldu.  Rüzgârların suyu nasıl etkilediği üzerine Colorado Üniversitesi’ndeki ulusal atmosfer araştırmaları merkezi’nde yürütülen daha geniş bir çalışmanın parçası olan bilgisayar simülasyonlarında, nehrin bir lagüne ya da göle döküldüğü durumlarda, rüzgârın suyu geriye itebildiği görüldü. Araştırmayı yürüten ekipten Carl Drew, simülasyonların kutsal kitaplarda anlatılan göçteki durumla uyuştuğunu söylüyor. Buna göre, “suyun ikiye yarılması, akışkanlar dinamiğiyle anlaşılabilir. Rüzgâr, suyu fizik kanunlarına uyumlu bir şekilde hareket ettiriyor ve iki tarafından su geçen, güvenli bir pasaj açıyor. daha sonra da su tekrar yerini alıyor.” simülasyon eski haritalar, uydu verileri ve bölgenin arkeolojik yapısı incelenerek uygulanmış. Sonucunda da doğudan saatte100 km. hızla ve 12 saat süreyle esen rüzgârların, suların iki yana açılmasını sağladığı görülmüş. bu da yaklaşık3 km. uzunluğunda,5 km. genişliğinde kara geçişi yaratıyor. (Reuters, 23/09/2010)

Not: Mucizenin aynen böyle olması gerekmez, mümkün olması en azından ateist itirazlara cevap vermesi açısından önemlidir. Yoksa zaten mucize, tabiat kurallarına aykırı, normal dışı ilahi kaynaklı olaylardır!

 

 

 

          

 

 

 

 

 

 

Oryantalistlerin Kur’an, İslam ile ilgili eleştirilerine cevaplar Konusuna Ait Etiketler

Bu Konuyu Sosyal Medyada Paylaş

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz


Yukarı Çık