Kişisel olarak 1990 yılında bir akrabam vasıtası ile ‘ilk’ karşılaştığım ateist itham, ‘Kur’an’ın aslının yakıldığı, dolayısı ile orijinalliğinin kalmadığı’ iddiası idi. Oryantalist ve ateistlerin, birçok noktada olduğu gibi burada da ortak iddiaları özetle; “Muhammed döneminde Kur’an yazılmamıştır; Ebu Bekir’in kitap haline getirdiği Mushaf, Osman döneminde çoğaltıldıktan sonra yakılmıştır. Aslı yakıldığına göre, kopyalananların bozulmadığını kim iddia edebilir?” Ayrıca toplama esnasındaki bazı rivayetlerden hareketlerle de iddialarına destek bulmaya çalışmışlardır. Şimdi sıra ile iddia ve cevaplarına geçelim:
“Kur’an, Cebrail Aleyhisselam vasıtasıyla Muhammed aleyhisselam’a nazil olmuş ve derhal yazılarak ezberlenmiş, müslümanlar tarafından namazlarda, Ramazan ayında ezberden okunmuş vahyin ifadesidir.” (Dr. Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s. 15) Cebrail (a.s) vasıtasıyla, Allah’tan gelen ayetleri Hz. Muhammed hemen ezberler (Müzzemmil 1-4; Sabunî, Kur’an İlimleri, s. 62-63; Ebu Şehbe, Sünnet müdafaası, s. 236; Subhi es-Salih, Mebahis-u fi Ulumi’l-Kur’an, Kur’an İlimleri s. 57) sonra da bu ayetleri hem ashabına yazdırır. (Tahir el-Cezairî, et-Tıbyan, Beyrut, 1412, s.101; Ebu Şame el-Maqdisî, Kitabu’l-Murşidi’l-Weciz, s.44; Heysemi, Mecma-uz Zevaid, I/152; IX/63; Askalani, Feth-ul Bari IX/19; Kesir, Bidayet-u ven Nihaye, VII/340; Dr. Sağir, Tarih-ul Kur’an, s.85-87; Zerkeşi, Burhan, I/238, 256; Ali b.Bürhanü’d-Din el-Halebi, es-Siretü’l-Halebiyye, III/326; Muhammed Hamidullah, Kur’an-ı Kerim tarihi, s. 43) ve ezberlettirirdi. (Buhari, VI/236; İbn Mace, Sünen, I/77; Tirmîzî, Sünen, V/171, 173; Dr. Subhî es-Salih, Mebâhis-u fi Ulumi’l-Kur’an, el-Faslu’l-Evvel, Cem’u’l-Kur’an ve Kitâbetühü, s. 67; el-Ayni, Umdetu’l-Kari fi Şerh-i Sahihi’l-Buhari, IX/338; Muhyiddin Nevevi, Riyâzü’s-Sâlihin, II/257–258; ez-Zebidi, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, XI/242; Hamidullah, Rasulullah Muhammed s. 19; Mecme-ul Beyan, I/16; Sahih-i Buhari, III/149; Müstedrek-ul Hakim; Mecme-uz Zevaid, VII/159-165) “Bu konuda kadın erkek ayırımı yapılmazdı.” (Hamidullah, Rasulullah Muhammed s. 195) Böylece daha “Peygamber hayatta iken kadın erkek birçok sahabe Kur’an’ın tamamını ezberlemiştir.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 136) “Yüce peygamberin vayh aldığı bütün sözleri, katipler tarafından hemen yazılırdı. Ayetler vahiy katiplerince yazıldıktan sonra bunlar sahabeler arasında yayımlanır, pek çoğu da ezberlerdi. Kur’an’ın yazıldığı sayfalar, bir sandık içinde saklanırdı.” (Lord John Davenport, Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim, s. 39, 40); “Kur’an ‘hem ezberden okunmuş hem de vahiy katiplerince yazılmıştır.’ İncil’lerin sahip olmamış bulundukları bu ‘iki yönlü muhafaza’ usulüne, Kur’an daha başlangıçta sahip idi. Metinleri ezberden okuma işi, okuyucuların birbirlerini kontrol edebilmeleri bakımından büyük bir avantaj sağlıyordu. Kur’an metninin yazı ve hafıza vasıtasıyla ‘çift muhafaza’ metodu, değerli bir metod olarak kendini göstermiştir. Kur’an’ın Muhammed’in sağlığında yazıya geçirildiğini Kur’an’ın kendisi zaten haber vermektedir. Peygamberin hicretten çok önce, o zamana kadar nazil olmuş metinleri yazıya geçirdiğine, ‘hicretten önce’ nazil olan şu iki sure işaret etmektedir: Abese, 15-16: “Kur’an, yazıcıların ellerindeki tertemiz ayetlerdir.”; Kur’an arıtılmış sahifelerdendir yazıcıların ellerinde. Furkan, 5. ayet: “Kur’an’ı başkasına ‘yazdırıyor.’ dediler.” (Ayrıca, Beyyine, 2; Hud, 13; Bakara, 23) Evet, böylece “Kur’an’ın Hz. Muhammed’in sağlığında yazıya geçirildiğini Kur’an’ın kendisi haber vermektedir.” (Dr. Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s. 209, 212-213) “Kur’an Müslümanlarca ezberlenmiş ve Muhammed’in sağlığında yazıyla tespit edilmiştir. ‘Sıhhat/doğruluk açısından Kur’an’ın hiçbir sorunu yoktur.’ Kur’an, çelişkilerden masun olduğu gibi, çağdaş bilim verileri ile de bağdaşır. Kur’an, Allah’tan nazil olduğu gibi değişmeden korunmuştur.” (Bucaille, s. 389-390); “Kur’anı Kerim ‘ilk indiği andan itibaren’ Mekke devrinde yazılmaya başlanmıştır. Richard Bell, “Kur’an, Ebu Bekir döneminde toplanmaya başlandığın da ‘tamamen’ yazılı formdaydı.” (Bell, The Quran, s. VI) demektedir. Yine Hz Ömer’in Müslüman olması da, Taha suresinin ‘yazılı olduğu sahifeleri’ okuması ile gerçekleşmiştir.” (Metin Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 111) “Ashab tarafından ezberlenen ve koyun derisi parçalarına ya da mevcut diğer şeylere kaydedilecek olan vahiyler, ömrümün sonuna kadar yazılmaya devam edilmiştir.” (Gai Eaton, İslam Ve İnsanlığın Kaderi, s. 199) Ayrıca “Kur’an’ın çoklu okumalara izin vererek çağlar boyunca güncelliğini korumuş olması da, başlı başına hayranlık uyandıran bir edebi başarıdır.” (Dr. Adrien Chauvet, Kur’an’ın Kozmografik Okumaları, s. 31; https://ajis.org/index.php/ajiss/article/view/3175) “Mekke’de nazil olan ayetler Mekke’de yazıya geçirilmiştir. Rafi Bin Malik el-Ensari, Akabe biatına katıldığında peygamber Aleyhisselam o zamana kadar nazil olan tüm ayetleri yazılı olarak ona vermiştir.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 126) “Kur’an-ı Kerim daha ilk anlardan itibaren yazı ile tespit edilmiştir. Hz Ömer’in Müslüman olma olması, Peygamberimizin, ‘Kur’an dışında benden başka bir şey yazmayın, yazdıysanız imha edin’ hadisi buna delildir. Nöldeke bile, 622 yılından evvel Kur’an’ın yazılmış kısımlarının olduğunu kabul etmektedir. (Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 64) Zaten, “Nazil olan her ayeti Müslümanlara okuyor, hemen ezberleniyor, adeta bu konuda yarışıyorlardı. Kur’an’ın yazılı belgeleri ise Nebi (as)’in evine konuluyordu. Peygamberimiz (sav) vefat edene kadar tüm bu yazılı belgeler orada muhafaza edilmiştir.” (Selahattin Sönmezsoy, Kur’an ve Oryantalistler s. 167) Sonuç itibari ile “Peygamber döneminde Kur’an’ın tamamı yazılmış” (Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 127; Prof. Adnan Demircan, Siyer Konusunda Bilinmesi Gereken 88 Soru, s. 24) ve “Allah’tan nazil olduğu gibi değişmeden korunmuş, Müslümanlarca ezberlenmiş ve Muhammed’in sağlığında yazıyla tespit edilmiştir. Kur’an, çelişkilerden masum olduğu gibi, çağdaş bilim verileri ile de bağdaşır.” (Dr. Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s. 389, 390) “Namazlarda okunması gerektiği için her Müslüman, Kur’an’dan birkaç ayet veya sureyi ezberlemiş idi. Peygamberimizin teşvikleri de, bu gayreti arttırmıştır.” (Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 66) “Gecenin karanlığında, ashabın meskenlerinin yanından geçenler, arı kovanı uğultusu gibi Kur’an sesi işitirlerdi.” (Zerkani, Menahil-ul İrfan, I/234, 308; Müsned-i Ahmed, V/324) “Müslümanlardan kim daha çok Kur’an’ı öğrenir veya diğerlerinden daha çok okursa onlar için namaz kıldırıp, önderlik edeceğini de kararlaştırılmıştı. (İbni Sa’d, Tabakat-ul Kübra, IIX/89; Belazuri, Ensab-ul Eşraf, I/264; Safedi, Keşf-ul Estar, II/266; Mecma-uz Zevaid, V/255) Zaten “Her gün, günde beş kere namazda okunan ve ona göre hayatını tanzim eden Müslümanlar, Kur’an’dan bir şeyi unutabilmesi” (Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 121) imkansızdır! Görüldüğü gibi Kur’an indiği andan itibaren belli bir zümre veya din adamlarına ait bir kitap olmayıp tüm toplum tarafından hemen ezberlenen, namazlarda okunan ve hükümleri hayata aktarılan, toplumca özümsenen ve hayatla içiçe bir kitap olmuştur. O Kur’an ki, sahabe mallarını ve canlarını yolunda feda etmiştir. (Tevbe, 88; Reşit Özer, Sahabe Tefsirinin Bilgi ve Kaynak Değeri, Darulhadis İslami Araştırmalar Dergisi 3, Aralık 2022, s. 137; Kerim Buladı, Sahabenin Kur’an Ahkâmının Tatbikindeki Coşkusu, Yakın Doğu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl 3, Cilt 3, Sayı 1, Bahar 2017, s. 71) Sahabe sadece ezberleyip yazmamış aynı zamanda efendimizin de teşviki ile (Kastalani, İrşâdü’s-sâri li Şerh-i Sahihi’l-Buhari, IV/88; Muhyiddin Nevevi, Riyâzü’s-Sâlihin, II/253) o Kur’an’ı hayatlarının her anına aktarıp onunla yatıp kalkmış, üzerinde fikir alışverişlerinde bulunmuş, birbirlerine öğretmiş (Musa Carullah, Tarihu’l-Kur’an ve’l-Mesahif, s. 21; Muhammed Abdul Azim Zurkâni, Menahilü’l-İrfan fi Ulumi’l-Kur’an, I/241) ve onu hayatlarında tatbik edip yaşamışlardır! (İbnü’l-Enbari, Kitâbu İzahi’l-Vakf, I/23; Muvatta’, Kur’an, 4; İbn-i Şebbe, Tarihu’l-Medîne, s. 7; İbn-i Kuteybe, Te’vilü Müşkili’l-Kur’an, s. 51; Darimi, Sünen, I/135; İbn-i Hişam, II/43-46; Ebu Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, I/307; Heysemi, VI/41; Zehebi, Siyer, I/182; İbn-i Sad, VI/3; Hâkim, II/300, 3083; Mehmet Sürmeli, Sahabenin Kur’an Anlayışı, s.l17 (Heysemi, Mecmaʿu’z-zevaid, I/165’den naklen; Dr. Subhî es-Salih, Mebâhis-u fi Ulumi’l-Kur’an, s. 68) 13 gün süren hastalıktan (Belazurî, I/657) sonra, “Resul son vahiyden seksen bir gün sonra vefat etmiştir.” (Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 113) Bu nedenle efendimiz zamanında Kur’an tamamen yazılı ve ezber olarak tamamen korunma altına alınmış olmasına rağmen iki kapak arasında bir kitap haline getirilememiştir. Ama “Kur’anı Kerim metni Hz Ebu Bekir zamanında, Allah Resulü’nün vefatından yaklaşık altı ay sonra iki kapak arasına alınmak sureti ile korunmaya alınmıştır.” (Adnan Demircan, Siyer Konusunda Bilinmesi Gereken 88 Soru, s. 33) Hz. Ebu Bekir, ashabdan sika (güvenilir) ve zabt (ezber) ile meşhur olan hafızları Hz. Ömer’in evinde toplamış ve ayetleri toplama işinin nasıl olacağı ve bunu kimlerin yapacağı hususunu istişare etmiş ve istişare sonucu bir hafızlar komisyonu kurdurmuş ve başkanlığına da Zeyd b. Sabit’i getirmiştir. (Zencani, Tarih-ul Kur’an, s. 39-40; el- İtkan, I/50; İbn-i Kutaybe, el- Maarif, s.260) “Zeyd bin Sabit peygamber zamanında Kur’an’ı tamamen ezberlemiş idi.” (Ahmed, Müsned, I/ 379, 389, 405) Ayrıca Peygamber Efendimizin vefat edeceği yıl, Resulullah, Kur’an’ı, Cebrail’e nasıl arzetmiş ise Zeyd de yazdığı bütün ayetleri Hz. Peygambere arz eylemiş, böylece; “arza-i ahire”yi yani son arzolunanı yazmıştır. (Tecrid-i Sarih Tercemesi, VIII/317-318) “Biz Resulullah’ın huzurunda Kur’an’ı bir araya toplardık.” (Müstedrek-ul Hakim, 11/611 ve 129, Zerkeşi, Burhan, I/237,256,235; Suyuti, İtkan, I/57, 60; Müsned-i Ahmed, V/185) diyen “Zeyd bin Sabit, Medine’de devamlı olarak vahiy katipliği yapmıştır. Yani Zeyd bin Sabit hem vahiy katibi, hem hafız, hem de Hz peygamberin son okumalarında yanında bulunmuş birisi olduğu için Kur’an toplama işinde başkanlık kendisine verilmiştir.” (Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 53, 70) Hz. Ebubekir; Zeyd’e, hafızasına asla güvenmemesini, her ayet için iki delil olmak üzere, iki şahıstan yazılı nüsha aramasını da emretmiştir. (Ebu Davud, Ulumu’l-Kur’an, s.901; Cezairi, et-Tıbyan, s.100; Sabuni, et-Tıbyan fi Ulumi’l-Kur’an, I/77) Kendilerinde Kur’an’dan yazılı parça bulunan herkesin bunları Zeyd’e getirmesi şehirde ilan edilmiş, Hz. Ömer de, şahitlerin ellerindeki nüshaların, Hz. Peygamber tarafından kontrol edilmiş olup olmadığını yeminle tahkik ve tesvik etmiştir. Zaten Zeyd, vazifeyi ilk kabulü sırasında, Hz. Ömer’in kendisine yardımını şart koşmuş, o da ciddi bir şekilde yardım etmiştir. (Suyuti, Itkan, I/73) Süreç boyunca “Zeyd, iki şahidden aşağısını kabul etmiyordu. Bu iki şahitten maksad, hıfz (ezber) ve kitabet (yazı)dır. Bütün bunlardan gaye de; yalnız ezbere dayanmayıp, bizzat Resulullah’ın huzurunda yazıldığını görme zorunluluğudur.” (Fethu’l-Bari, IX/12; M. Hamidullah, Kur’an-ı Kerim Tarihi, s. 50) Zeyd, “Kur’an ayetlerine en çok vakıf olan kişileri toplamış ve getirilen ayetlerin, Peygamber nezaretinde yazılmış olduğuna en az iki şahit bulundurmuştur.” (Selahattin Sönmezsoy, Kur’an ve Oryantalistler, s. 172) Tüm ayetler tek tek yazılı ve ezber yolu ile belgelenmiş, delillendirilmiş ve kayda alınmiştır. (Askalani, Fethu’l-Bari s.92; Hamidullah, Rasulullah Muhammed s. 198) Hz Zeyd Kur’an’ı toplarken de “Sahabe, Kur’an’ın cem edilme sürecinde sadece hafızalarına ve kendi Mushaflarına itimat etmemiş, bilakis toplu bir çalışma ile bunu gerçekleştirmiştir.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun kalmasın, s. 286); “Eğer toplama işi ezbere dayansaydı, Zeyd’in kendisi zaten hafız olduğu için başkalarına başvurmasına gerek kalmazdı.” (Buhari, Fedailül Kur’an, no: 4986-88, s. 922) Sadece Uhud savaşından 4 ay sonra Bi’ri Maune’de 40 veya 70 hafızın şehit edilmesi (Buhari, Magazi, 28; Müslim, Mesacid, 297), Resulullah’ın vefatından bir kaç ay sonra sadece Yemame savaşında 400-500 civarında hafız sahabenin şehit olması (Ali Aksu, Hz Ebu bekir, Kasım Şulul, Hz. Ebû Bekir Döneminde Cem’ü’l-Kur’an, s. 122, vakidi’den naklen; DİA, Müseylimetü’l-kezzâb maddesi) hadiseleri bile, efendimiz dönemindeki hafızların sayısı hakkında bir bilgi vermesi açısından önemlidir. İşte bu kadar hafızın içinde “Komisyon başkanı “Zeyd başka hafızlarla da yetinmeyip, her ayet hakkında ‘mukabele görmüş’ iki yazılı şahit aramıştır.” (Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 114) Sahabelerden 24 kişinin, Peygamberin zamanında Kur’an’ı bir araya topladığı rivayet edilmektedir. (Zencani, Tarih-ul Kur’an, s.47; Tefsir-i İbn-i Kesir, IV/28; Tarih-u Vasit, s. 102; el-itkan, I/72; Feth-ul Bari I/49; Tabakat-u İbn-i Saad, II/113; Tenzih-i Tarihi Dimeşk, V/448) Cem/Toplama esnasında hafızlar kadar “İki-üç surenin dışında bütün Kur’an’ı topladık” diyen sahabelerin (Sindi’nin Sahih-i Buhari’ye haşiyesi, III/147; Sahih-i Buhari, II/201, III/147; Tabakat-u İbn-i Sad, II/112-113; Cami li Ahkâm-il Kur’an, I/56-57; Suyuti, İtkan, I/70-71; Tefsir-i İbn-i Kesir, IV/28; Fethul Bari IX/49; Tirmizi, Câmi-us Sahih, V/666; el-İstiab, el-İsabe’nin haşiyesinde, III/s.224) Mushafları da komisyonda mukayese edilmiştir. Hafızlar ve yazılı Mushaflar Hz Zeyd liderliğindeki, sayısı 5 ile 18 olarak rivayet edilen (Ö.N.Bilmen, Tefsir Tarihi, s.22; Tabakat-u İbn-i Saad, II/112-114; Zerkeşi, el-Burhan, I/241; el-İtkan, I/72; Feth-ul Bari, IX/48; Tehzib-i Tarihi Dimeşk, V/448; Mecma-uz Zevaid, IX/312; Tabakat-u İbn-i Saad, II/113-114; Feth-ul Bari, IX/48, el-İtkan, I/72; Zencani, Tarih-ul Kur’an, s.46; Ebyari, Tarih-il Kur’an, s.95) hafızlar komisyonunca incelenir, denetlenir ve Kur’an bir kitap haline getirilir. “Kur’an-ı Mübin tamamıyle toplandıktan sonra, Hz. Ömer, Ashab-ı Kiramı toplamış ve onlara mushafı tek tek okumuştur. Ashab, tamamıyle okunanı tasdik edip onaylamış, içlerinden hiçbir itiraz vaki olmamıştır.” (İsmail Hakkı İzmirli, Tarih-i Kur’an, s.11) Daha sonra bu tek ilahi kitap (mushaf) yaklaşık 30 sene annemiz Ümmü Selemeye emanet edilmiştir. (Buhari, III / 196)
Hz Zeyd’in “Tevbe Suresinin son iki ayetini; “Ebu Huzeyme el-Ensari’den başkasının yanında bulamadım.” şeklindeki sözü (Buhari, Tefsiru sureti 9/20) gerek Oryantalistler ve gerekse ateistlerce farklı şekilde yorumlanmaya çalışılmıştır. Halbuki Zeyd b. Sabit ‘Tevbe Suresinin son iki ayetini; “Ebu Huzeyme el-Ensari’den başkasının yanında bulamadım.” derken “yazılı nüsha olarak” bulamadım demek istemiştir. Yoksa sahabeden birçoğu gibi bu ayetleri Hz Zeyd’de ezbere bilmekte idi. Ama kurallar gereği bu iki ayeti de yazılı bir belge bulmadan yazamıyordu. ‘Yazılı olarak Huzeyme’nin yanında bulunca’ bu iki ayette resmiyet kazanmış olur. (Elmalılı, Hak Dîni, III, 2654-2655) Yoksa zaten hafızların ezberinde ve namazlarda okunan bu ayetlerin yinede aranması Hz. Zeyd’in bir gevşekliğinin değil, ciddiyet ve gayretinin işaretidir. Demek ki, Zeyd gibi ayetleri ezberlemiş hafızlar, Tevbe Suresi’nin son ayetini kesinlikle bildikleri halde ancak belgelenmesi için ‘şahitli yazılı belge’ aramış ve bulunca mushafa eklemişlerdir! Zaten dikkat edilirse; bu iddiada bile, ‘bilinen bir ayetin araştırıldığı’ itiraf edilmektedir. Yoksa tesadüfen ele geçmiş bir yazının derlenmesi söz konusu değildir. Nitekim sözkonusu ayet de, bir sahabinin yanında ‘yazılı olarak’ bulunarak belgelenmiş ve mushafa alınmıştır. Ayrıca şu hususun altını özellikle çizmek gerekir, ‘Hz. Zeyd’in başkanlığındaki komisyon üyelerinin her biri ayrı ayrı mushafı cem etmişlerdir.’ Yani her birinin bir mushafı vardı ve daha sonra bu mushaflardan tek mushafa ulaşılmıştır. Hz. Zeyd bu komisyondaki üyelerden sadece biri idi ve rivayettede görüldüğü gibi sadece Hz. Zeyd bu ayeti ‘yazılı olarak’ bulmakta zorluk çekmişti.
Ateist bir yazar Suyuti’den alıntı yaparak İbni Ömer’in, “Hiçbiriniz, Kur’an’ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum) demesin. Bilemez ki Kur’an’ın çoğu yok olup gitmiştir. “Ne kadar ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum” desin yalnızca.” (Suyuti, İtkan, II/32) dediğini iddia etmektedir. Halbuki bu yazar “Suyuti’den aldığı Arapça metinde İbn Ömer’e nisbet edilen sözü, bilerek yanlış çevirmiştir. Kendi çevirisine göre İbn Ömer:” Kur’an’ın çoğu yok olup gitmiştir.” demiş. Halbuki bu Arapça sözün anlamı öyle değildir. Ateist bu yazarın bu metne yaptığı çeviri aslında tamamen yanlıştır. Çünkü yüklemi baştan olumsuz alarak “Hiçbiriniz, Kur’an’ın tümünü aldım demesin” şeklinde çevirmiştir. Oysa yüklem olumsuz değil, vurgulu olarak olumludur. “Biriniz Kur’an’ın tamamını aldım (elimdedir) diyor.” şeklindedir. Devamı “Bilemez ki Kur’an’ın çoğu yok olup gitmiştir” şeklindeki çeviri de yanlıştır. Doğrusu: “Tamamını nereden bilecek? Bundan birçok Kur’an (ayeti) gitmiştir.” İbn Ömer bu sözüyle, Kur’an’ın birçok ayetinin neshedildiğini anlatmaktadır. Ateist yazarın çevirisi ile İbn Ömer’in sözü arasında büyük fark vardır. Çünkü “Kur’an’ın çoğu” ifadesi başka, “Kur’an’dan birçok ayet” ifadesi başkadır. Birinde Kur’an’ın çoğunun kaybolduğu ifade edilirken ikincisinde Kur’an’dan ayetlerin ‘neshedildiği’ anlatılmak istenmektedir. İşte İbn Ömer’in sözü ikinci türdendir.” (Prof. Süleyman Ateş, Gerçek Din Bu, s.124) Peki nesh nedir? Kur’an, üslubuyla ‘tedriciliği yani kolaydan, zora doğru eğitimi’ insanlara öğretmektedir. Ayetlerin hükümlerinin tedricen/aşamalı olarak uygulama safhasına konmasıdır. Sonraki hüküm gelince önceki ayetin hükmü ‘gidiyor’ yani ortadan kalkıyor. Ta ki, aynı şartlar yeniden ortaya çıkana dek. Bu konuda en iyi örnek içkinin yasaklanması sürecidir. Aynen Hz. Aişe’nin dediği gibi, “İnsanlar Müslümanlığı kabul ettikten sonra helal ve harama dair ayetler indi. İlk evvel “içki içmeyiniz” tarzında ayet inseydi “içkiyi terk etmeyiz” diyecek yahut ilk evvel “zina etmeyiniz” tarzında ayet inseydi, herkes “zinayı terk etmeyiz” diyecekti.” (Buhari, Telifü’l-Kur’an Babı; Ömer Rıza Doğrul, Aişe, İslam Tarihi Ansiklopedisi, I/ 203) Nesh konusu ‘Kur’an’da çelişki yoktur!’ başlıklı yazımızda ele alınıp açıklanmıştır.
Hz Osman döneminde İslam coğrafyası genişlediği, çeşitli lehçeler ortaya çıktığı için her bölgeye gönderebilmek üzere ‘yine Zeyd bin Sabit liderliğinde’ bir hafızlar komisyonu kurulmuş ve bu Kur’an hafızları kontrolünde Kur’an bu defa ‘kopyalanıp çoğaltılır.’ Ve bu şekilde Kur’an, Hz. Resul’den itibaren hem yazılı hem ezber iki koldan günümüze dek kesintisiz gelmiştir!
Osman döneminde Müslümanların hakimiyetinde olan topraklar Arabistan’ın sınırlarını aşmıştı. Ana dili Arapça olmayan birçok Müslüman Kur’an’ı Arapça okumakta zorlanıyordu. Ayrıca genişleyen coğrafyada Araplar arası lehçe farklılıkları da ortaya çıkmıştır. Bu farklı okuyuşlar karşılıklı suçlamalara da dönüşebilmekte idi. (Buhari, II /196-19; Ebu Davud, 316/928) Hz. Ebu Bekir, Kur’an’ı toplama esnasında Zeyd’e itimad etmişti, Hz. Osman’da çoğaltma işini yine Hz Zeyd’e verir.” (Bedrüddin Muhammed b. Abdillah ez-Zerkeşi, el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’an, I/331) Hz Osman “Hafsa Mushafı”nı annemizden ister. (Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 129) Hz. Osman, Hafsa’daki Mushafı getirtip çoğaltmaları için dört kişi görevlendirir: Zeyd, Abdullah ibnu Zübeyr, Said ibnu As, Abdurrahman ibnu Haris. Zeyd dışında üçü Kureyş’lidir. Hz Osman, ihtilaf ettikleri noktalarda ”Kureyş lisanı ile yazmalarını, çünkü Kur’an’ın onların lisanı ile indiğini” (Buhâri, Fezâilü’l-Kur’an, 2; Tirmizi, Sünen, Tefsirü’lKur’an, 10, No. 3104) söyler. Böylece “Kur’an, Kureyş lehçesine göre yazılır.” (Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 73; Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 128) Çünkü, Hz Osman’ın da dediği gibi, “Kur’an, genel ifadesiyle Arap lisanıyla, özde de Kureyş lisanı ile inmiştir.” (Hayrettin Öztürk, Kur’an-ı kerim’in kıraatinde 7 harf meselesi, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi II (2002), Sayı: 3, s. 98)
Benzer bir durum 20. yüzyılın başlarında ülkemizde de yaşanmış, Ömer Seyfettin’in, 11 Nisan 1911 yılında, ‘Genç kalemler’ dergisinde yazdığı ‘Yeni Lisan’ adlı makalesinden sonra İstanbul ağzı, yazı dili olarak ülkemizde kabul edilmiştir. Bu mantığın benzerini de Hz. Zeyd 1400 sene önce pratiğe geçirmiştir.
Hz Osman dönemindeki amaç, ‘zaten Kur’an’ın indiği lisan olan’ Kureyş lehçesi ile, hiçbir anlam değişikliğine neden olmadan ümmetin vahdet/birliğini sağlamak idi: “Hz Osman Arap olmayan Müslümanların sayısı artınca işi kayıt altına almak için ümmeti bir harf lehçe etrafında toplamıştır.” (Selahattin Sönmezsoy, Kur’an ve Oryantalistler, s. 175) Hz. Osman ‘okuma farklarını ortadan kaldırıp Müslümanları bir tek kıraatte birleştirmek amacıyla’ (Beyhaki, Sunen, Kitabu’s-Salat, II/42; Zerkani, I/180; El-Kâmusu’l-Muhit, 111,127; Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 115; Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 129, 132, 143; Prof. Adnan Demircan, Siyer Konusunda Bilinmesi Gereken 88 Soru, s. 26) diğer bütün özel mushafların ve Kur’an parçalarının yakılmasını emretmiştir. (Beyhaki, es-Sunen, Kitabu’s-Salat, II/42) Hz. Osman örnek mushafları büyük İslam merkezlerine gönderdikten sonra, kıraat/okuyuş ihtilafını ortadan kaldırmak maksadıyla “Ben yanımda bulunan sayfaları yok ettim (sildim). Siz de (bundan başka) yanınızda bulunanları siliniz.” der. (İbn Ebi Davud, s. 22) Özel mushafların yakılmasının diğer önemli bir nedeni de, ayetler kenarına tutulan notların vahiy ile karıştırılmasıdır! Bazı Mushafların imla kurallarına sahib olmayışı, kenarda kunut duaları gibi notların tutulmasıdır. Tüm bu eksikler veya (Hadislerin sayfa kenarlarına not edilmesinden kaynaklanan) fazlalıkların olması nedenleri ile, ‘sahabenin de onayıyla’ sahabelerin ellerindeki özel Mushaflar yakılmıştır. (Subhi Salih, Mebahis, s. 78; Suyuti, el-İtkan, I/135; Bâkıllâni, Kitâb Nüketi’l-İntişâr, li Naki’l-Kur’an, s. 401) Sahabeden de hiç kimse itirazda bulunmamıştır. (İbn Ebi Dâvud, s. 12; İbn Atiyye, Mukaddemetân fî Ulûmi’l-Kur’an, s. 45, 52; İbn Hacer. X, 395) aksine onaylamıştır. (Ebu Ubeyde, Fedailul Kur’an, s.117; İbnul Cezeri, en-Neşr, I/32; es-Sabuni, Tibyan, s. 60)
İbni Hacer Askalani’ye göre ise Osman diğer nüshaları yakmamış, okunmasını düzeltmiş, düzelmesi mümkün olmayanları toplamış, yanlış okumaya, hatalı okuyuşa meydan vermemek için bozmuş suyla silmiştir. Noktasız “Haraga” kelimesi yakmak anlamına gelirken, “Haraga” noktalı olarak yazılırsa yırtmak anlamına gelir. Bu da, ‘Düzeltilmesi mümkün olmayan sayfaların yırtılıp atıldığı’ anlamına gelir. (Fethu’l-Bari, X/395; Mukaddemetan, s. 274) Oryantalistlerden Schwally, Hz. Osman’a isnat olunan bu yakma işini çok şüpheli bulduğunu söyler. Nöldeke de, yakma yerine, yıkanıp temizlenip ve o malzemenin yeni bir yazı için kullanıldığını söyler. (Theodor Nöldeke, Kur’an Tarihi, s. 110) Hz. Osman’ın, özel mushafları yaktırdığı rivayet edilmektedir ama onun bu emrine uymayıp kendi özel mushaflarını saklayanların bulunduğu da tarihen sabittir. Çünkü Hz. Ali, Abdullah ibn Mes’ud, Übeyy ibn Ka’b’ın özel mushaflarından söz edilmektedir. (Kurtubi, I/53) Bu Mushaflara dokunulmamış olmasının nedeni düzgün ve imla kurallarına uygun olarak yazılmış olmalarıdır. Buhari’nin rivayetine göre Hz. Aişe de, mushafını görmek üzere gelen bir Irak’lıya, özel mushafını göstermiştir. (Buhari, Fedailu’l-Kur’an, b. 5, h. 14)
“Aslından ve hafızlar komisyonunca çoğaltılan” yedi kopya, Medine mescidinde halkın huzurunda açıktan okunmuş (Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 130) tüm sahabece de onaylanmış (İbn Atiyye, Mukaddemetân fî Ulûmi’l-Kur’an, s. 78) ve sonra çeşitli İslam ülkelerine gönderilmiştir. (Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 116) Çoğaltıldıktan sonra Hz. Hafsa’ya iade edilen (Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 72) ana Mushaf, ölünceye dek Hafsa annemizin yanında kalmış, Medine valisi olan Mervan ibn el-Hakem yakmak üzere o nüshayı istemişse de Hz. Hafsa vermemiş, mü’minler annesi vefat ettikten sonra Mervan o Mushafı alıp (Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 118) yakmıştır. (el-Fethu’r-Rabbânî, XVIII/34)
“Hz Ebu Bekir’le Hz Osman’ın yapmış oldukları işler arasındaki fark şudur: “Hz. Ebubekir Kur’an metninin varlığı ile ilgili bir kaygıyı giderirken, Hz. Osman, ümmetin Kur’an metni üzerinde düşebilecekleri olası fitnelerin önüne geçmiştir.” (Bilal Deliser, Ez-Zerkeşi ve Kur’an ilimlerindeki yeri, s. 105); “Hz Ebu Bekir hafızların şehit düşmesi üzerine Kur’an’dan bir şeyin eksilebilme endişesi ile Kur’an’ı cem ettirmişti ve bundan dolayı da tek bir nüsha yazdırmış, Hazreti Osman ise bu yazılan Kur’an-ı Kerim’in Hz peygamberden işitilmiş olan okunuşunun dışındaki başka okunuşları ortadan kalkması için Kureyş lehçesiyle yazıya geçirmiştir.” (Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 75) “Hz Osman gerek kendisinde bulundurduğu gerekse diğer şehirlere gönderdiği mushaflara hiçbir itiraz gerçekleşmemiş, kısa süre sonra da bunlardan yapılan alıntılarla Kur’an, birçok Müslüman’ın elinde görünmeye başlanmıştır.” (Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 76) “Kureyş lehçesi Hicazlıların ve diğer Araplarının lehçelerinin en fasihi; Açık ve düzgünü idi. Zaten Kur’an, Kureyş lehçesiyle nazil olmuştur. Kur’an’ın farklı lehçelerle okumaları ciddi ihtilafların ortaya çıkmasına neden olunca, Hz Osman Kur’an lehçesi üzerinde birleşme kararı alıp bunu resmi musafta uygulamaya sokmuştur. Kur’an o kadar asla uygun, dikkatlice, titiz bir şekilde korunmuştur ki, bırakın bir cümle veya bir ayetin değişmesini, bir kelimesinin bir harfi bile farklı biçimlerde okunmuş ise, o bile mutlaka kayıt altına alınmıştır.” (Prof. Dr. M. Halil Çiçek, Müşkilu’l-Kur’an’ı Yeniden Değerlendirmek, s. 86-88) “Yedi harf/okunuş hiçbir zaman yazıya geçmediğinden bunlar ne Ebubekir mushafına ne de Osman mushafına dahil edilmemiştir.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 139) Özetle, Kitap ve Sünnet konusunda çok titiz davrandığı bilinen Huzeyfe, “Azerbaycan ve İrmîniye seferinde Iraklı ve Suriyeli askerler arasında Kur’an’ın farklı kıraatlerle okunduğunu görünce bu karışıklığa son vermesi için Hz. Osman’ı uyarmış ve Mushaf nüshalarının çoğaltılmasını sağlamıştır.” (DİA, Huzeyfe b. Yeman maddesi) “Kur’an tek okuyuş tarzı ile düzenlenmiş ve kıraat farklılıklarına bu nüshada yer verilmemiştir.” (Zerkeşi, Burhan fî Ulûmi’l-Kur’an, I/302)
Oryantalist ve ateistler bu süreçten hareketle bazı ithamlarda bulunmaktadırlar. (M. İzzet Derveze, el Kur’an ve’l-Mülhidun, s.326) Halbuki, eğer “Hz. Osman’ın yazdırdığı Mushaf, Hazreti Resulünkinden farklı olsaydı, Hz Osman’dan sonra halife olan Hz Ali ‘kendi mushafını resmileştirilirdi.’ Hz. Ali’nin mushafının tek farkı, surelerin ‘iniş sırasına göre’ düzenlenmiş olmasıdır.” (Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 117) Zaten günümüzde de mushaflar iniş sırasına göre de basılabilmektedir! Hz Ali de bu konuda: “Ey insanlar! Osman hakkında aşırı sözler söylemeyin, ona mushaflar yakıcısı demekten sakının. Vallahi o, mushafları biz Muhammed’in ashabı önünde yaktı. Osman zamanında yönetici ben olsaydım, ben de aynısını yapardım.” (İbn Ebi Dâvud, s. 13, 22; Kurtubi, I/54; Mukaddemetan, 52) ve “Vallahi, bunları bize, Rasulullah’ın ashabına danışmadan yakmadı” demektedir. (Zerkâni, Menâhilu’l-İrfan fi Ulumi’l Kur’an, I/262) Hz Ali’nin dediği gibi, “Hz. Osman’ın çoğalttığı nüshaları her bir beldeye göndermesi ve gönderilen nüshanın dışındaki nüshaların yok edilmesini emretmesi, Hz. Osman’ın tek başına değil, bilge sahabeler ile aralarında icmâ etmeleri üzerine bir araya getirdikleri bir karardı.” (Ahsen Yılmaz, Rivayetlerde Kıraatler Açısından Hz. Osman Mushafı’nın Kaynaklığı,/Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt/5 Sayı/Number:2, s. 277) İlk başta “mukatta harflerinin vahiy katiplerinin isimlerin baş harflerine işaret ettiğini iddia eden fakat daha sonra bu iddiasından vazgeçen.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 151) oryantalist T. Nöldeke bile şöyle demektedir: “Böylece devlet adamı olarak Osman, en anlamlı işi yapmış, hatırasını taçlandıran tek hareketi gerçekleştirmiştir. Abdullah bin Ömer ve Ali gibi ileri gelen kişiler her ne kadar siyasal olarak Osman’a karşı idilerse de, bu konuda onunla uyuşmuşlardır.” (Nöldeke, Kur’an Tarihi, s. 63) Alman oryantalist Friedrich Schwally, Nöldeke’nin eserine katkılar yapar ve bu konuda, “Kur’an insanın beklemeyeceği büyük bir titizlik ve mükemmellikle korunmuştur.” (Schwally, Geschichte des Qorans, Die Sammlung des Qurans, II/93) diyerek son noktayı koyar. Hz Ebu Bekir’in kitap haline getirdiği ana mushaf ile Hz Osman’ın çoğaltıltığı Mushaflar, yaklaşık 15 sene bir arada, aynı ülkenin sınırları içinde yanyana bulunmuş ve bunlardan binlerce hafız yetişmiştir. Bu hafızların ezberledikleri arasında tek bir fark olduğuna dair ise ne bir olay, ne bir söz günümüze dek gelmemiştir. Hayatlarını feda ettikleri ve her namazda okuyup kurallarına göre yaşadıkları Kur’an’da ufacık bir değişiklik yapılsa, tek başlarına Mekke müşriklerine direnen, karşı koyan, işkenceleri göze alan sahabe, itiraz edip isyan etmez mi idi? Hem ellerinde mevcut olan ve hem de gözlerinin üzerinde olduğu, Allah’tan olduğuna inandıkları bu metinde oynanmasına, eklemeye çıkarmaya elbette müsaade etmezlerdi. (Caner Taslaman, Neden Müslüman’ım? Deizme Cevap, s. 340) Unutmayalım ki, “İlk Müslümanlar, İslam’a girmenin büyük bir risk taşıdığı dönemde her şeyi göze alarak İslam’ı seçmişler, uğruna canlarını ve mallarını feda etmeyi göze almış nesildir.” (Prof. Dr. Sait Şimşek, Asrı saadette ve H. Raşidin döneminde Kur’an eğitimi, I. Kur’an sempozyumu, 1-3 Nisan 1994, s. 395) Bu neslin Kur’an’ın bozulmasına, değiştirilmesine izin vermeyeceği ortadadır! Kendilerini Kur’an bilgini sayan kimi ateistler, Müslümanlardaki bulunup da diğer milletlerde olmayan icazet metodundan da habersizdir aynı zamanda. Prof. M. Hamidullah bu konuda şöyle demektedir: “Kur’an’ın bütün metnini ezberleme alışkanlığı Hz. Peygamber (s.a.) zamanından başlamıştır. Halifeler ve İslam devlet reisleri de daima bu alışkanlığı teşvik etmişlerdir. Başlangıçtan beri Müslümanlar, bir eseri müellifinin veya icazetli bir talebesinin huzurunda okumayı ve karşılaştırmayı, zamanında gerekli düzeltmeler yapılmış ve tespit edilmiş metnin rivayeti için yazılı iznini (icazetnamesin) almayı adet edinmişlerdi. Kur’an’ı ezberden okuyanlar yahut sadece yazılı metninii yüzünden okuyanlar da aynı şeyi yaptılar ve bu iki kol günümüze kadar böylece devam etmiştir. Bu işin dikkat çeken yönü ise şuydu: Her üstat kendisi tarafından verilen icazetnamede, talebesinin yalnız okuyuşunun doğruluğunu değil aynı zamanda kendisinin üstadından işittiği okuyuşa uygun olduğunu açık bir şekilde belirtir ve kendi üstadının da üstadından bunu böyle okuduğunu ve talebesine öyle öğrettiğini zikrederek zincir Hz. Peygambere kadar devam ederek götürürdü. Bu satırların yazarı, Kur’an’ı Medine’de şeyh Hasan eş-Şair’den okudu ve aldığı icazetnamede diğer bilgiler arasında üstatların ve üstatların üstatlarının zinciri son kısımlardaki üstadın aynı zamanda Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. İbn Mesud, Hz. Übey İbn Kab ve Hz. Zeyd bin Sabit’den (ki hepsi sahabedendir, Allah cümlesinden razı olsun) okuduğunu kayıt etmiştir. Hafızların sayısı dünyada şimdi yüz binlerle sayılmaktadır ve metnin kopyaları (Yani Kur’an-ı Kerim’in asli nüshaları) dünyanın her tarafında bulunmakta ve birinin metniyle diğerinin metni arasında kafiyen fark bulunmamaktadır. Bu kayda değer bir noktadır ki, hafızların hafızalarındaki Kur’an ile eldeki Kur’an metni arasında hiç bir ayrılık yoktur. ( Prof. M. Hamidullah, İslam Giriş, s. 42) Bu açıklamalar ve gerçekler, ateist ve oryantalistlerin ithamlarının delilsiz, asılsız ve batıl olduğu ortaya koymaktadır. (Zerkâni, Menâhilu’l-İrfân fi Ulumi’l Kur’an, I/261; Subhi es-Salih, Mebahis, s. 82)
Ateist iken İslam’a dönüş yapan Dr. Altay Can Meriç tarafından yazılan bir eserden alıntılarla konumuzu özetleyelim: Kur’an’ın yazılması Nebi yaşarken vahiy katipleri tarafından yapılıyordu. Kur’an tahrif edildiyse neden ashap arasında bu konuda bir savaş çıkmadı? (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 24, 29) Emeviler Kur’an’ı tahrif etselerdi onları yıkan Abbasiler, tahrifi yedi cihana duyurmazlar mıydı? Abbasiler Kur’an’ı tahrif etselerdi Endülüs Emevi Devleti Kur’anı tahrif ettiğini ilan etmez mi idi? (s. 30) Ayrıca, Kur’an -haşa- tahrif olsaydı halkın da sürekli namazda okuduğu musafın tahrifinden haberdar olacağını düşünmek gerekir. Hz Ali’yi -haşa- kafir ilan eden hariciler nasıl Kur’an tahrif edilir de, tek bir ses dahi etmezler? Hz Muhammed’den 200 yıl sonra doğan Kadı Abdulcabbar’ın şu tespitleri önemlidir: “Rasulullah’ı yalanlayan kitaplar İslam Devleti’nin en güçlü ve en hakim olduğu dönemlerde yazılmıştır. Ravendi, El-Kindi, Er- Razi gibilerin eserlerini sen, bu kitapların bir harf bile değiştirmeksizin sıra sıra Müslümanların dükkanlarında açıkça sergilendiğini görüyorsun. Müslümanlar onları eleştirmek ve cevap vermek için neşrediyorlar.” (s. 32) Tayyar Altıkulaç “birbirinden çok uzak coğrafyalarda ve birbirini görmemiş katipler tarafından istinsah edilmiş/kopyalanmış” bu nüshalar bize göstermektedir ki, sayfalardaki satır sayıları ayrı da olsa içerikleri aynıdır. Yani “nereye gitsek aynı mushafla” karşılaşılmaktadır. (s. 80) İncelediğimiz Mushaflardaki ayetlerin tertibi, elimizdeki Mushaflarla aynıdır. Aynı Yüzyıl içerisinde çeşitli dönemlere ait olan mushaflar arasında fark olmaması, vehim ortaya atmaya çalışanlara susturucu bir delil olacaktır. Yeryüzünde, böylesine çok ve erken döneme ait yazması olan başka bir metin daha yoktur. (s. 81) Yazmalar; hafızların ezberleri, eski tarihi kaynaklardaki bilgiler ve akli delillerle uyumlu çıkmıştır. Bu, yeryüzünde hiçbir metnin ulaşamayacağı bir tarihi güvenirlik seviyesidir. (s. 82) Sahabe samimiyet ve fedakarlıkla iman ettiler. Kur’an tahrip edilseydi, sahabe topluluğu muhakkak buna tepki gösterirdi. (s. 94)
“Hicri 1’inci yüzyıla ait mushafları listeleyen Prof. Sergio Noja Noseda günümüzdeki Kral Fuad Baskısı mushafındaki metinlerin yüzde 83’ünün aynısının Hicri 1. yüzyıl listesinde yer aldığını tespit etmiştir. Diğer bir araştırmada ise, elimizdeki mushaf ile Hicri 1’inci yüzyıldan elimizde bulunan mushaflar arasında yüzde 96,1’lik örtüşmenin olduğu görülür. Noseda’nın yüzde 83 bulgusu sadece Hicazi hattıyla yazılan parşömenlerle sınırlıydı ancak son bulgular ve testlerle yüzde 96,1’e çıkmaktadır. Geri kalan yüzde 3,9’luk fark ise o döneme dair mushafların kendilerinin eksikliğinden değil bize ulaşan parçaların eksik olmalarından dolayıdır.” (Bülent Şahin Erdeğer, independent türkçe, 23 Haziran 2021)
Çoğu İslam düşmanı olan oryantalistlerin itirafları: Corpus Coranicum projesi
Gotthelf Bergstrasser ve Arthur Jeffery, Kur’an’ın eleştirel bakış açısı ile değerlendirmesini hedefleyen bir proje başlatırlar. Jeffeey, yıllarca tefsir, sözlük, kıraat kitapları toplar. Bu proje kapsamında 9 bin Kur’an, eski el yazması fotoğrafı ve 11.000 el yazması toplanır. Toplam 42.000 kadar belge bir araya getirilir. Çalışma 50 yıl sürer. (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 155) Daha sonra bu projeyi Otto Pretzl devralır. Tüm bu çalışmaların sonunda Otto, sonuç olarak raporunda şunu yazmaktadır: “Elde edilen Kur’an nüshaları üzerine yapılan detaylı incelemeler sonucunda, değişik dönemlere ait olan bu mushaflar arasında ‘hiç bir farklılığa’ rastlanmamıştır.” (Pretzl, Apparatus Criticus zum Koran, s. 13) “Nüshalar arasında bir-iki hattat (el yazısı ile yazan sanatçı) hatası dışında ‘hiç bir fark olmadığı görülür.’ Bu hatalar ise sistematik olmayıp daha sonraki el yazmalarında yinelenmemekte, aksine düzeltilmektedir.” (Hamidullah, Allah’ın elçisi, s. 182)
Oryantalistlerin itirafları ile devam edelim: Sprenger, cem esnasında bazı müdahaleler yapılma ihtimalinin olduğunu, bununla ilgili bir veri olmaması nedeni ile de sonuç itibari ile, ‘Kur’an’ın sıhhatinden şüphe etmek için bir sebep yoktur.’ (A. Sprenger, The Life of Mohammed From Original Sources, s. 63) görüşünü ifade etmektedir. Muir, Kur’an’ın bir bölümünün kayıp veya değiştirildiği görüşünü reddeder, Kur’an ayetlerinin Hz Muhammed zamanında ‘hem ezber hem yazılı olarak korunduğunu’ belirtir. En son Hz Osman zamanında hazırlanan nüshanın da, günümüze kadar sağlam bir şekilde geldiğini söyler. (W. Muir, The life of Muhammad, s. 14-26); Paul Casanova, “Kur’an’ın tamamının aslına uygun olduğu görüşünü kabul ediyoruz.” (Casanova, Mohammed et la Fin du Monde, s. 9, 125)demekte ve Christiaan S. Hurgronje de bu görüşü desteklemektedir. (Hurgronje, Mohammedanism, s. 26) Charles Cutler Torrey, “Kur’an, ilk hali ile hiç değişikliğe uğramadan elimize ulaşmıştır.” (Torrey, The Jewish Foundation of İslam, s. 2); Rudi Paret, “Bazı surelerin yüzlerce ayetinde kıraat farklılıkları rivayet edildiği halde, denebilir ki, Kur’an bütünü ile tam güvenilir bir kaynağa sahiptir. Çünkü Muhammed’in arkadaşları, Kur’an’ı ağzından dinledikleri gibi, onun önünde vahiyleri tekrar aynen okumuşlardır. Biz hiçbir zaman Kur’an’ın tamamından, bir ayetin bile Muhammed’in bizzat kendisinden gelmediğini kabul edecek bir gerekçeye sahip değiliz. Hiçbir din kurucusunun mesajı, Muhammed’in tebliği kadar ‘güvenli bir şekilde bugüne’ intikal etmemiştir. Osman mushafı aracılığı ile tespit edilen bu metinler, gerçekten kanıtlı olarak nitelendirilebilir. ‘Yazıyla tespitinin’ yanı sıra, kesintisiz devam eden ‘sözlü rivayet’ de orijinal metnin süre gelmesi için ‘ikinci bir önemli garanti’ teşkil etmiştir. Şurası bir gerçek ki, Osman’ın hilafeti zamanında yapılan Kur’an redaksiyonu esnasında, sahte metinler şöyle dursun, gerçek anlamda bozuk bir tek metin bile ana metne kabul edilmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.” (Paret, Kur’an üzerine, s. 60); Montgomery Watt, “Bugün elimizde bulunan kitabın esas olarak Osman mushafı olduğu kesindir.” (Watt, Kur’an’a giriş, s. 55-60, 65); John Burton, “Bugün Elimizde bulunan Kur’an, bizzat Muhammed’in mushafıdır.” (Burton, The Collection of the Quran, s. 138); Harald Motzki, “Müslümanların bu konudaki iddiaları ve verileri, Batılı uzmanların ileri sürdükleri görüşlerden daha tutarlıdır.” (Motzki, Alternative Accounts of the Quran’s Formation, s.60); Angelika Neuwirth, “Kur’an’ın dizaynına bakıldığında, bugün elimizde bulunanın Osman mushafı olduğu akla uygun gözükmektedir.” (Neuwirth, Quran and History, s. 11); Fred McGraw Donner, “İslami kaynaklar, Eski Ahit’e nispeten çok hızlı bir şekilde billurlaşmıştır. Emevi halifeleri kendilerine Kur’an’dan dayanak bulamadıklarından, ayetlerin zorlama tevilini yapmışlardır. Halbuki, eğer Kur’an bu Emeviler dönemde oluşsaydı, işlerine gelen birkaç maddeyi ona eklemeleri çok daha makul ve pratik olurdu.” (Donner, Narratives of Islamic Origibs, s. 29, 52); Gregoryen Schoeler, “Kur’an’ın mushaflaşması ile ilgili olarak geleneksel İslam tarihinin verileri genel olarak doğrudur ve ‘Muhammed vefat etmeden tüm vahyin yazıya geçirilmiş olması’ büyük olasılıkla gerçektir.” (Schoeler, The Codification of the Quran, s. 779); Nöldeke, Hz Muhammed’in vahiylerin yazılmasına önem verdiğini belirtir ve Hz Muhammed’den sonra tahrifat yapıldığı iddialarına karşı çıkar. (T. Nöldeke, Tarihul Kur’an, s. 210; T. Nöldeke, Kur’an Tarihi, s. 98) Sprenger Kur’an’ın toplanması esnasında dışarıdan müdahaleler yapılma ihtimali ile ilgili bir veri olmaması nedeniyle, sonuç itibari ‘Kur’an’ın sıhhatinden şüphe etmek için bir sebep yoktur.’ (A. Sprenger, The Life of Mohammed From Original Sources, s. 63) derken Muir, Kur’an’ın bir bölümünün kayıp veya değiştirildiği görüşünü reddeder. Kur’an ayetlerinin Hz Muhammed zamanında ‘hem ezber hem yazılı olarak korunduğunu’ belirtir ve en son, Hz Osman zamanında hazırlanan nüshanın da günümüze kadar sağlam bir şekilde geldiğini ilan eder. (W. Muir, The life of Muhammad, s. 14-26); Edward Sell, ‘The Recensions of the Quran’ adlı çalışmasında; Gulat Şia’nın iddia ettiği, Kur’an ayetlerinin çıkarıldığı iddiaları için, ‘tarihi kanıtların Şii iddialarını desteklemediğini’ belirtir. (E. Sell, The life of Muhammad, s. 116); Watt, ‘Bugün elimizde olan Kur’an’ın 650-656 arasında zikri geçen komisyonca oluşturulan resmi metnin aynısı olduğu kesindir.’ görüşündedir. (M. Watt, Kur’an’a giriş, s. 55-60, 65) Zaten oryantalistlerin iddia ettiği gibi Kur’an iki asır sonra oluşturulan anonim bir metin olsa, daha en başlarda İslam düşmanlığı ile meşhur olan Dımeşki, Kindi, Timothy, Teophanes gibi oryantalistlerin bu durumu kullanması gerekmez miydi? (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 165) “Bugün dünyanın birçok yerinde ilk asırdan bu yana bize gelen Kur’an el yazmaları mevcuttur.” (T. Nöldeke, The Quran, s. 27; Miguel Jose, El Coran, s. 491; Hans C. Graf von Bothmer, Karl-Heinz Ohlig und Gerd Rüdiger Puin, “Neue wegw der Koranforschung”, Magazin Forschung, 1 (1999), s. 33-46) Birmingham el yazması, Kur’an’ın günümüze gelen en eski parçalarından biridir ve dünyada radyokarbon tarihlendirme bu el yazmasının,% 95.4 olasılıkla 568-645 tarih arasındaki bir döneme ait olduğu tespit edilmiştir. (https://www.birmingham.ac.uk/facilities/cadbury/birmingham-quran-mingana-collection/birmingham-quran/what-is.aspx; https://www.birmingham.ac.uk/news/latest/2015/07/quran-manuscript-22-02-15.aspx )
Kur’an’ın 7 harf üzerine nazil olması ve Kureyş lügatı ile yazılıp çoğaltılması
Hz Ömer anlatıyor: Hişam b. Hakim b. Hizam’ın, Furkan Suresini, Resulullah’ın bana okutmuş olduğu, benim okuduğumdan başka bir şekilde okuduğunu duydum. Nerede ise (kızgınlığımdan) üzerine atılacaktım. Sonra (Namazı, bitirip) dönünceye kadar bekledim, sonra ridasını göğsünün üzerinde topladım, onu Resulullah (s.a.v)’in yanına götürdüm ve dedim ki: ‘Ben, bunu, Furkan Suresini sizin bana öğrettiğinizden başka türlü okurken duydum.’ Bana (Resulullah) dedi ki: ‘Hişam’ın yakasını bırak.’ Sonra, ona; ‘oku!’ dedi. O da okudu. (Resulullah) dedi ki: ‘Böylece nazil oldu.’ Sonra bana dedi ki: ‘Oku!’ Ben de okudum. (O zaman da) buyurdular ki: ‘Böylece nazil oldu. Muhakkak ki Kur’an, yedi harf üzerine nazil olmuştur; bunlardan hangisi kolayınıza gelirse onu okuyunuz.” (Buhari, Husumat: 27; Müslim, Salat-ül Müsafirin: 17) Yedi harf, yedi Arap lehçesi veya yedi vecih demektir. Resulullah’tan işitmiş olmak şartıyla Kur’an’ın değişik vecihlerde okunmasına izin verilmiştir. Bunun hikmeti, hadislerden de anlaşıldığına göre, Kur’an okumayı kolaylaştırmaktır. Kadi İyad da, “Yedi harf hakkındaki bütün rivayetler, başkasının okuyuşunu kınamaktan menetmek gayesini ortaya koymaktadır.” (Adil Kemal, Ulumu’l-Kur’an, s.85, 86) demektedir. Hz. Osman’ın, Zeyd b. Sabit’e “Siz ve Zeyd b. Sabit, Kur’an’dan herhangi bir şeyde ihtilaf ederseniz, onu Kureyş’in lügatı ile yazınız. Çünkü (Kur’an) onların diliyle inmiştir” (Buhari, VI/99) derken, buradan maksat, Kur’an istinsah edilirken/kopyalanırken lehçe bakımından bir ihtilaf olursa, hemen Kureyş lugatine göre düzeltilmesi ve yazılmasıdır. Çünkü değişik okuyuşlara müsaade olsa da Kur’an, Kureyş lehçesi üzerine nazil olmuştu. (Şihabuddin Ebu’l-Fadl Ahmed b. Ali b. İbnu’l-Hacer el-Askalani, Fethu’l-Bari, VII/644; Muhammed b. İsmail b. İbrahim el-Buhari, Sahih-i Buhari, VI/224) “Kur’an-ı Kerim’in kıraatında çok az farklı tarz vardır. Bunlar da zaten anlam bakımından bir ihtilaf ve tenakuz oluşturmamakta, aksine müfessirin önüne geniş bir yorum alanı açmaktadır.” (İsmail Cerrahoğlu, Tefsir usulü, s. 95, 102) “Kur’an-ı Kerim’deki kıraatlerin farklı oluşu, Müslümanlara bazı kolaylıklar sağladığı gibi, bir kısım ayetlerin manalarının anlaşılmasını ve bazılarından da farklı hükümler çıkarılmasını sağlamıştır. Farklı kıraatler, birbirini tutan ve kuvvetlendiren bir bütünlük göstermektedir. Değişen manalar birbirini desteklemektedir.” (Dr Sabri Demirci, Kur’an’da çelişkili ayetler meselesi, s. 196) Kur’an’ın ilk muhatapları, kabileler halinde dağılmış olduklarından aralarında telaffuz farkları vardı. Bu özür sebebiyle onlara bir ruhsat verildi. Yedi farklı vecihle okuma (kıraat) izni verilmişse de, ‘kitabet (yazı, hat) sadece Kureyş lehçesi üzere olmuştur.’ Bu da, ihtilafı en aza indirmiştir. Zira kolaylaştırmayı gerektiren özrün ortadan kalkmasından sonra, asli harfin yazımı, okumada esas olmuştur: Özrün ortadan kalkması ile yedi harfe verilen muvakkat/sınırlı müsaade sona ermiştir. Zira lehçeler arasındaki ayrılık ve yaygın ümmilik, Kur’an’ın toplayıcılığı ve ümmiliğin azalmasıyla giderilmiştir.” (Yıldırım, Oryantalistlerin Yanılgıları, s. 73) Zerkani de; Bakillani, İbnu Abdi’l-Berr ve İbnu Arabi gibi alimlerce de onaylanan görüş olarak şunu aktarır: “Kur’an okunmasıyle ilgili zorluk ortadan kalkınca diller alıştı. İnsanlar bir tek lehçeyle yetinmeye başladılar. Bunun sonucunda Kur’an’ın tek harf üzere kalmasını kesinleşti.” (Necati Kara, Kur’an-Sünnet Bütünlüğü, s. 20-21; Muhammed Ebu’z-Zehra, el- Mu’cizetü’l- Kübra, s. 30-31)
Hafs Mushafı ile Verş (Warsh) Mushafı arasında fark var mıdır?
Öncelikle altını kalın çizgilerle çizelim: Kur’an’ın bir tek yazılışı vardır. Hafs ve Verş sadece Kur’an’ın farklı ‘seslendirme ve okuma’ biçimleridir. İslam aleminin büyük çoğunluğunu Hafs kıraatı/okunuşu oluştururken, Kuzey Afrika ülkelerinde okunan mushaf ise genellikle Verş kıraatı/okunuşu iledir. Okuyuşların farklılığı, Kur’an’da farklı kelimeler olduğu anlamına gelmemektedir. Verş Mushafındaki okuyuş tarzı ile Hafs Mushafındaki okuyuş tarzı arasında, ‘manayı bozacak şekilde bir tezat yoktur.’ Farklı okunuş diye verilen örneklerin tümünün de aynı anlama gelmesi de buna işaret etmektedir. Örnekler, ‘zıtlık, farklılık’ anlamına gelmemekte, ‘aynı kelimenin ifade edebileceği iki veya üç mana ifade edilebilsin’ diye, kelimenin kalıbının farklı şekillerde ‘okunmasından’ ibarettir. Bu konunun uzmanı olan Batılı bir oryantalistin görüşü ile konuya devam edelim: “Bütün bunlar, hem grafik biçiminde hem de sözlü biçimde dikkat çekici bir şekilde ‘bütüncül bir aktarıma’ işaret ediyor. Muhammed’in ölümünden sonra Kur’an’ın aktarımı, organik olmaktan çok esasen statikti.” (Adrian Brockett, “The Value of Hafs And Warsh Transmissions For The Textual History Of The Qur’an” in Andrew Rippin’s (Ed.), Approaches of The History of Interpretation of The Qur’an, 1988, Clarendon Press, Oxford) Yazar aynı makalede, “Eğer Kur’an sadece ağız yoluyla aktarılsaydı, hadislerde olduğu gibi bir çeşitlilik söz konusu olabilirdi. Ya da sadece yazılarak aktarılsaydı, yazım hatalarından kaynaklı değişiklikler olabilirdi. Ama ‘hem ağız yoluyla hem de yazılı aktarılmış olması, aralarında bir paralellik olmak zorunda’ bırakıyor.” demektedir. Kısaca, Mushaflar arasındaki farklar okuma ile ilgili olup anlam bakımından aralarında bir fark yoktur. Konuyu Suudi Arabistan mushafları örneği ile bitirelim: Hafs mushafı ile yazılışları farklı gibi gözükse de aslında sadece, “tecvitli yazılış stili” ile bu Kur’an’lar yazılmıştır. Yani, kelimeleri aynı olmasına rağmen, yazılışları farklıdır çünkü tecvit kuralları kelimelere uygulanarak bu Mushaflar basılmıştır. Yani okuyan kişi, mesela, ‘kesiran minhum’ (Maide, 81) ayetini tecvidli/süslü okurken ‘kesiramminhum’ diye okur. Yazılış aynıdır ama okuyuş tecvidli olunca farklı olmaktadır, ama anlam asla değişmemektedir. Çünkü ortada yazılanın değişmeden tecvidli okunuş farklılığı olmaktadır.
Ateist bir yazar: “İbn Mesud’un Mushafında Fatiha Suresi gibi çok temel bir sure yok. Felak ve Nas sureleri de yok ve Ali’nin surelerinin sırası bugünküne uymuyor.” diye iddiada bulunmaktadır. “Kur’an son sene iki kere Cebrail ve efendimiz arasında karşılıklı okunmuştur.” (Burhan fi Ulumi’l-Kur’an, I/213) Bezzar, ‘Sahabeden, Hz. Peygamberin ‘bu sureleri’ namazda okuduğuna dair sahih haberleri’ bildirirken (Suyuti, ed-Dürru’l-Mensur VI/416; İbn Hacer, Fethu’l-Bari, VIII/742-743) Sahih hadislerde de Hz. Peygamberin, “Felak ve Nas surelerinin kendisine Allah tarafından indirildiğine” dair açık beyanları vardır. (Müslim, el-Müsafirin, 264/814; Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 1; Ebu Davud, Salat, 354; Nesai, İstiaze, 1) Nevevi de, Felak-Nas surelerinin Kur’an’da olduğuna dair Müslim’deki hadise yer verdikten sonra, “İbn Mesud’un buna aykırı sözler söylediğini şeklindeki rivayetin reddedildiğini” belirtir. (Nevevi, Şerhu Müslim, VI/96) İbn-i Mesud’un Fatiha ve Muavezeteyn surelerini Kur’an’da olmadığına dair rivayetler için Fahreddin er-Razi, “Asılsız” derken (Razi, I/190), Kadı Ebu Bekr, “Böyle bir rivayet sahih olarak gelmemektedir.” demekte, İmamı Nevevi, Müslim şerhi Mühezzeb’te: “Bütün Müslümanlar felak-nas ve Fatiha’nın Kur’an’dan olduğunda ittifak ve icma etmişlerdir. İbni Mesud’dan ‘rivayet edilen’ şey batıldır/geçersizdir ve doğru değildir.”; Nevevi, ‘Şerhu’l-Mühezzeb’de, ‘bu rivayetlerin batıl’ olduğunu söylerken İbn Hazm’da “Bu İbn Mes’ud’a iftiradır” (Osman Keskioğlu, Kur’an-ı Kerim Bilgileri, s. 102) demekte, Bakıllani de “Eğer böyle bir şeyi İbni Mesud iddia etse, sahabiler bunu tartışır ve bu mesele toplumda yayılırdı. Ama böyle bir şey olmamıştır.” tespiti ile iddiayı yalanlamaktadır. (Bakıllani, İ’cazu’l-Kur’an, s. 292) Tüm bunlar, iddianın uydurma olduğunu ispat eder. (Bedreddin Muhammed b. Abdullah ez-Zerkeşi, el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’an, II/127-128) Yukarıda da ifade edildiği gibi, “Bazı özel mushaflarda surelerin farklı sıralanabildiği veya bazı ayetlerin eksik olduğu zaten bilinen bir gerçektir.” (Ebûbekir ibn Davud, özel sahâbî mushaflarındaki farkları Kitâbu’l-Mesâhif’inde toplamıştır) Nitekim, İbni Mesud’un da bulunduğu cemaat namazlarda söz konusu iki sure okurmuş ve bu konuda herhangi bir itiraz da gerçekleşmemiştir. (Keşmirî, Faydu’l-Bâri alâ Sahihu’l-Buhâri IV/261) Ayrıca İbn Mes’ud, Hz. Osman’ın çoğalttığı mushafı kabul etmiş birisidir. (Zerkani, Menahil-ul İrfan, I/284). İbnu’n-Nedim’de, İbn Mes’ud mushafından bir nüsha gördüğünü ve onda Fatiha’nın yer aldığını bildirmiştir. (Nedim, Fihrist, s. 26) Zira ‘Fatihasız namaz olmaz.’ Müslim’de, Ahmed bin Hanbel ve İbn Hibban’da ‘Muavvizeteyn’in namazda okunduğuna dair hadisler vardır. Asım’ın kıraati, Irak’tan yani ‘İbn Mesud’dan gelmiştir.’ Onda da Muavvizeteyn ve Fatiha sureleri bulunmaktadır. (Zerkani, I/275-276) Tüm bunların dışında, ‘bu iki surenin İbni Mesut tarafından yazılmadığını’ aktaran rivayetin “ehad hadis” olması yani ‘kesinlik bildirmeyen bir rivayet’ olmasıdır! Tabii, bu bilginin ateist veya oryantalistlerce bir önemi yoktur, ne manaya geldiğini bilip bilmedikleri konusu da ayrı bir mevzudur zaten! Bu iddianın diğer ironik tarafı da, ‘Sana Mushafı’ndan hareketle oryantalist ve ateistler Kur’an üzerinde şüphe oluşturmak istemişlerdir ama onların ‘Fatiha ve Felak-Nas surelerinin Kur’an’dan olmadığına dair iddiaları’ da, Sana Mushafı’nın keşfiyle tamamen geçersiz hale gelmiş bulunmaktadır.” (Bülent Şahin Erdeğer, İndependent türkçe, 23 Haziran 2021) Sana Kur’an’ı ile ilgili iddia cevaplara, ‘Kur’an’da çelişki yoktur’ adlı yazımızdan ulaşabilirsiniz.
Oryantalist Emile Dermenghem’in iddialarına bakalım şimdide: “Son ve kesin metne gelince, Halife Muaviye zamanında Haccac tarafından -tıpkı Osman’ın tatbik ettiği usul üzere- tertip edilmiştir. Asıl metne bir takım ilaveler ve haşiyeler katılmadığı yahut bazı parçaların çıkarılmadığı ‘bilinemediği gibi’ bu artık ve eksiklerin nisbetini tayin etmek de imkansızdır.” Oryantalit ortada bir şey olmadığını zaten itiraf etmektedir. Ayrıca Kur’an Haccac tarafından tertip edilmemiş yani sıralanmamıştır. Haccac zamanında harekelenmiştir. Hareke konması ile tertibin farkını ayırt edemeyenler ortaya bu gibi fikirlerle çıkma cüretkarlığı da hayli ‘cesur’ca çıkışlardır! Bu oryantalistin diğer iddiasına da, başka bir oryantalist William Muir’in ‘Life Of Mohammed; Muhammed’in Hayatı’ adlı eserden alıntı ile cevaplayalım: “Bizim elimizde bu işin (Kur’an’ın cem ve tertibinin) dikkatle ve tam olarak yapıldığı hakkında da bol teminat vardır. O da şudur: Daha Hazreti Muhammed’in hayatından itibaren Kur’an’ın cüzleri, kısımları yazılı olarak bulunuyordu. Hiç şüphesiz Kur’an’ın ceminden önce bunların sayısı çoğalmıştı. Meselenin daha önemlisi, bu nüshalar, okumayı bilenlerin hepsinin elinde mevcut idi. Biliyoruz ki, Zeyd’in cemetmiş olduğu Kur’an’ı halk, ceminden sonra da hemen elden ele yaydılar. Doğrudan doğruya onu okumaya koyuldular. Pek makul olarak şu neticeyi çıkarabiliriz: Zeyd o yazılı olan bütün cüzleri, parçaları topladı. Bu, ashabın bildiklerine uygundu. İşte ondan dolayıdır ki, bütün ashabın ortak karar ve kabulüyle, o yazılı parçaların yerine Zeyd’in topladığı Mushaf kaim oldu/yerine geçti. Kur’an’ı cemedenlerin, ‘onun bir kısmını, bazı ayetleri veya elfazı ihmal ettiler.’ diye bir haber göremiyoruz. Veyahut o yazılı cüzlerde bulunan bir şeyin cemolunan Mushaftakilerden başka türlü olduğuna dair bir şeye de rastlamıyoruz. Eğer böyle bir şey olmuş olsaydı, şüphesiz ki gözden kaçmaz ve Hazreti Muhammed’in en ufak iş ve sözlerini ihtiva eden ve hatta en ehemmiyetsiz olan bir şeyi bile kaçırmıyarak, eski senetlere tedvin olunurdu/yazılı hale getirilirdi. Kesin inançla söyliyebileceğimiz netice şudur: Zeyd’in ve Osman’ın Mushafı yalnız dikkatle yapılmış değil, aynı zamanda olayların gösterdiği şekilde tam ve mükemmeldir. Onu cemedenler ‘vahiyden hiç bir şey ihmal etmiş değildirler.’ Yine böylece, en kuvvetli delillere dayanarak kesinlikle söyliyebiliriz ki, Kur’an’dan her ayet, Muhammed’in okuduğu gibi dikkatle doğru olarak kaydedilmiş ve harekelenmiştir.” (Osman Keskioğlu, Kur’an Tarihi, s. 332 – 337)
Bir de ateistler ilk Mushafları görmek istemektedirler. Şahsen ‘sahaflara’ özel merakı olan birisi olarak, sadece 100 yıllık bir kitabın bile ne halde olduğunu çok iyi bildiğim için, bu talepleri en hafif deyimi ile ütopik olarak nitelendiriyorum. Ezberlenmesi için sayfa sayfa paylaştırılmış olan ve en az yüzlerce kilo olan Mushafların, yüzlerce yıl süreç Haçlı seferleri, Moğol istilaları gibi savaşlar, göçler, hava şartlarından günümüze kadar tek parça olarak gelmesini beklemek hayalperestlikle; realist, rasyonalist, pozitivist olmayıp önyargılı olmakla ancak açıklanabilecek beklentilerdir. Sahabeler döneminden günümüze gelen Mushaflar için meraklılarına, Altay Cem Meriç’in ‘Peygamberliğin İspatı’ kitabının 42-89. Sayfaları arasına bakmalarını tavsiye edelim ve konuyu biraz irdeleyelim:
Diyanet eski başkanı Prof. Dr Altıkulaç Mushafları araştırmak için Yemen’e 4 kere gider. Çalışanlarca mahzen açıldığında, içerisinin Mushaf parçaları dolu olduğunu görür. İslam’ın ilk dönemlerinde Mushaflar çok fazla olmadığı için, cemaat parçalayarak kısım kısım Mushafları okuyordu. Elden ele kullanılması sonucu bunlar zamanla yıpranmışlardı. Yazının gelişmesinden sonra Mushaflar çoğalınca, bu parçalar sağda solda kalmasın diye depolanıp bir yerde saklanırlar. Bunlar içinde sahabe dönemine ait olanlar da var, ikinci ve üçüncü asra ait olanlarda. Sahabe dönemine ait Mushaf parçaları, akademik dünya tarafından incelenip bugünkü Mushafla aralarındaki herhangi bir farklılığın olmadığını gösterebilecek önemli bir kaynaktır. Bu Kur’an’ı Kerim’in değişmeden günümüze kadar geldiğini ortaya koyması açısından çok önemlidir. Altıkulaç devam ediyor: “Baktığım parçaların günümüzdekilerle karşılaştırmasını yaptığımda, Kur’an’ın hiçbir değişikliğe uğramadığı açıkça görülüyor. Burada bulunan Mushaf parçaları arasında İslam’ın ilk yıllarına ait, hicretin ilk dönemlerine uzanan çok sayıda Mushaf parçaları var.” (Bugün, 10 Şubat 2013)
Medine Mushafı: Bu tarihi eser, uzun yıllar Medine’de Ravza-ı Mutahhara’da muhafaza edilir. Eserin orada korunduğu, çeşitli tarihlerde gezginler ve meraklılarınca görüldüğü biliniyor. Mevlana Şibli, Tehzibu’l-Ahlaq Mecmuası’nda, Bu Nüshanın h. 735 senesi’nde orada görüldüğünü kaydeder. Eser I. Dünya Harbi’ne kadar hep Medine’de Muhafaza olunur. Harp asnasında ne olur ne olmaza karşı, oradan nakledilerek emin yerlerde koruma altına alınır. Harp bittikten sonra yine iade edilir. Rusya Müslümanları’ndan Musa Carullah Bigiyev, 1930’da Bolşevik Rusya’dan kaçtıktan sonra, yakın ve uzak doğuda dolaşırken Kur’an ve Mushafa ait değerli incelemelerde bulunur. Bunları Hindistan’da yayınlar. Sözkonusu nüshanın Medine’de Ravza-i Mutahhara’da korunduğunu, Medine-i Münevvere’de ikamet ettiği sıralarda eseri orada gördüğünü söyler.
Mekke Mushafı: Mevlana Şibli, Mekke’deki nüshanın Hicret’in 735. senesinde orada bulunduğunu ve görüldüğünü söylemektedir. Nüsha orada Muhafaza olunmakta iken sonraları, Suriye’deki Humus Kalesi’ne nakledilmiştir. 1640-1730 arasında yaşayan meşhur en-Nablusi, 1689 senesinde yaptığı seyahatinde bu nüshayı detayları ile anlatmıştır.
Şam Mushafı: Şam’a gönderilen nüsha, Kudus’le Dımışk-ı Şam arasında bulunan Taberiye’de korunurken, sonraları Şam’a nakledilmiştir. İbnu Kesir Şam Nushası’nı bizzat görmüştür. (İbnu Kesir, Fezailu’l-Kur’an) M. Şibli’nin (Şibli, Tehzibu’l-Ahlak Mecmuası, 1913) yazdığına göre Ebu’l-Kasım es-Sebti, h. 657 senesinde Şam Camii’nin Maksuresi’nde Hz. Osman tarafından oraya gönderilen Mushaf’ı görmüştür. Abdulmelik de h.725 de bu Nüsha’yı orada gördüğünü söylüyor. İbnu’l-Cezeri, Şam Mushafı’nı gördüğü gibi Mısır’da da Mesahif-i Emsar‘dan bir tane gördüğünü söylemektedir.
Dr. Muhammed İbni Lütfi es-Sabbağ, ‘Lemehat fi Ulûmi’l-Kur’an’ adlı kitabında; “Osman’ın Mushaflar şimdi nerede?” başlıklı kısımda şunları söylemektedir: Hicri 614 yılında ölen İbni Cübeyr, Seyahatname’sinde, Dımışk Cami’inden söz ederken şunu zikretmiştir : “Mısırdaki yeni maksurenin doğu köşesinde büyük bir dolap vardır ki içinde Osman’ın mushaflarından bir mushaf bulunmaktadır. O, Osman’ın Şam’a gönderdiği mushaftır. Dolap her gün nazmın ardı sıra açılır. İnsanlar ona dokunup öpmekle teberruk ederler. Onu uğurlu sayarlar.” (İbn Cübeyr, Rihle, s. 235, 244; Burhan, I/235-İtkan, I/60) İbni Faldan el- Ömer’de Dımışk’ta bir mushaf görmüştür. Onun Osmani mushaflardan biri olduğunu anlatıp “Onun sol tarafında, müminlerin emir Osman ibni Affan’ın hattıyla “Osmani mushaf” diye yazılı olduğunu söylemiştir. (Mesalikü’l-Ebsar fi memaliki’l-Emsar, 195) İbni Batuta, Şam’daki nüshadan ayrı Basra’da Osmani mushafından bir tane daha gördüğünden bahseder. (Rıhletü İbni Batuta, I/116) Dr. Abdurrahman eş-Şehbender demiştir ki: Dımışk-ı Şam’da bu Osmani mushaflardan bir nüsha elde ettim. Maalesef onu, otuz yıl önce Emevi Camiini yakıp kül eden yangında ateş telef etmiş.” O, bu sözü, M. 1922 yılının Nisan ayında yazmıştır. (Müzekkirât-ı Abdurrahman eş-Şehbender, s. 34) Üstad el-Kevseri’nin zikrettiğine göre; Abdulhakim el-Efgani, ölümünden önce bu Osmani Mushaf’ın resmine (yazı ve imlasına) uygun bir mushaf kopya etmiştir. (Makalatu’l-Kevseri, s. 12)
Prof. M.Tayyib Okiç şu bilgileri vermektedir: “Hz. Osman tarafından muhtelif bölge merkezlerine gönderilen mushaflardan üçü hakkında bilgi vermek mümkündür: Şam’a gönderilen mushaf: Yedinci ve sekizinci (Hicri) asırlarda görülmüştür. Bu nüshayı bizzat gören sekizinci asrın meşhur alimi İbnu Kesir (774/1373), bunun 518 hicri (1124) tarihlerine doğru Taberiyye şehrinden Dımaşk’a (Şam’a) nakledildiğini söylemektedir. (Tefsir-i İbnu Kesir Zeyli, s.15) Yaklaşık 700 yıl önce yaşamış, İbnu kesir (1301-1373)’in meşhur tefsiri bugün elimizde olduğuna ve mevcut Kur’an’daki aynı ayetleri kelimesi kelimesine tefsir ettiği bilindiğine göre demek ki; Kur’an bize kadar müteselsilen ulaşmıştır ve hiçbir şüpheye asla mahal yoktur. Diğer taraftan meşhur Türk mütefekkiri merhum Musa Carullah, merhum Ömer Rıza Doğrul’a gönderdiği bir mektupta; evvelce Semerkant’ta iken sonradan Petersburg’a nakledilen bir nüshanın, 1923’de Taşkent’teki Beylerbeyi Camiine kaldırıldığını yazmaktadır. Medine’de ‘el-Mescidü’n-Nebevi’de bulunan nüsha: Bu nüshanın ise, (654/1356) tarihinde vuku bulan yangından kurtulduğunu es-Samhudi’den öğreniyoruz. Musa Carullah’a göre bu nüsha, orada bugüne kadar muhafaza edilmiştir. Osman Keskioğlu, aynı mushafla ilgili olarak: “Musa Carullah Bilgi, 1930’da Bolşeviklerin Rusyasından kaçtıktan sonra yakın ve uzak şarkta dolaşırken Kur’an ve mushafa ait epeyce tahkikat yapmış, bunları Hindistan’da neşretmiştir. Mezkur nüshanın Medine’de Ravza-i Mudahherada mahfuz bulunduğunu, Medine-i Münevvere’de mücavirliği esnasında eseri orada gördüğünü söylemektedir” (O. Keskioğlu, Kur’an Tefsiri, s. 247) demektedir. “Osman’ın çoğalttığı Mushaflardan biri hicri 4. asırda biliniyor ve okunuyordu.” (Paul Casanova, Muhammed Et-Lafin du Monde, s. 25)
Konu hakkında gelen sorular ve cevaplarımız
Soru: “Ubeyd bin Kab mushafında Ahzap suresi Bakara suresi kadar uzundur, bu nasıl olur? Islam alimleri kendilerini yirtsalar da ellerinde bu adamların öncesine dair herhangi bir tam nüsha olmadığı için iddiaları havada kalır. Mesela Tabersi’nin Rabbil-Erbab’ı. Ya da Debistan- I Mezahib veya Tarihul Masahif gibi. Daha niceleri var.”
Cevaben: İlk iddianıza kullandığınız rivayet, ahad bir haberdir, hadis ilmi açısından ‘zayıf’ bir rivayettir. (Müsned, tahkik: Şuayb, el-Arnavut, Adil Müşid, muessesetu’r-risale, 1421/2001, Müsned, Ensarın Müsnedi Bölümü, hadis 20701, ilgili hadisin tahkiki) Ayrıca bu haber, Buhari ve Müslim gibi hadis kitaplarında da geçmemektedir. Kur’an’ın ayetleri, böyle ahad/tek şahıstan gelen, mutevatir olmayan rivayetlerle ispat edilemez. (Cezeri, el-Fıkhu ala’l-Mezahibi’l-Arbaa, IV/257; Ayrıca bakınız: Menahilu’l-irfan, I/288,430-432; Müsned, tahkik: Şuayb, el-Arnavut, Adil Müşid, Muessesetu’r-risale, 1421/2001) Rivayet eden ravilere gelince; Senedlerindeki ravilerden Asım b. Behdele zayıf bir ravidir. Hafızasının güçlü olmadığı, hayatının sonunda rivayetlerinde çelişkilere düştüğü bilinmektedir. Şuayb Arnavut da, Behdele hakkında şunları söylemektedir: “O, iyi biri ise de, hafızası güçlü olmadığından rivayetlerinde şüpheye düşmüştür.” Ayrıca diğer rivayetlerde ravi olarak adı geçen İbn fudale ile Yezid b. Ebi Ziyad adlı ravilerde, hadis alimlerince zayıf ravi olarak nitelendirilirmişlerdir. “Asım’ın hadis rivayetinde sıklıkla hata yapmıştır. Müslimin Sahİh’inde İmam Asım’ın herhangi bir merfû rivayeti bulunmamaktadır. Hatta İmam Mâlik’in el-Muvatta’sında İmam Asım’ın hadisi yoktur. Asım b. Behdele, hayatının son dönemlerinde görme rahatsızlığı geçirmiştir. Hatta bazı kaynaklarda doğuştan görme rahatsızlığının bulunduğu da rivayet edilmiştir. Bundan dolayı, araştırmamızda hadis rivayet ederken zaman zaman hata yaptığını, hadislerin metninde yer alan bazı kelimelerin veya cümlelerin yerlerini karıştırdığı müşahede edilmiştir.” (Fatih Fatsa, Asım b. Behdele’nin rivayet etmiş olduğu hadislerin tahric ve tenkidi, Yüksek Lisans Tezi, 2023, s. 123, 126) Özetle, oryantalist bir yazardan da itiraf ettiği gibi: Ubeyd b. Kab’ın iddia ettiği ayetler, ‘ne Ahzab Süresinin bir öğesi olabilir (değişik kafiyesi dolayısiyle) ne de Kur’an’ın.’ (Nöldeke, Kur’an Tarihi, 57) Şimdi de kaynaklara bir bakalım: Tabersi’nin Rabbil-Erbab adlı eseri: Gulad denen, aşırı şii akımına mensup bir yazar olan Tabersi’nin görüşleri günümüz şiileri tarafından bile red edilmektedir. Debistan-ı Mezahib: Bir kere eseri yazan yazarın adı bile belli değildir. British Müzesinin Farsça el yazması katalog bölüm sorumlusu Charles Rieu bile, ‘yazarın Müslüman olmadığını’ belirtir. Muhammed Kazvini de yazarın ‘zerdüşt dinine mensup’ olduğunu belirtir ve sonra İslam ile ilgili alaycı üslupla yazdığı bölümlerden örnekler verir. Eseri Tahran’da yayınlayan Rahim Rızazade bile, yazarın Müslüman olmadığını ifade etmektedir. Tarihul Masahif: Kitap adı net değildir. Kitabul Mesahif ise de, Tarihul Kur’an ve’l Masahif ise de, her iki yazar da Müslüman’dır ve ‘bu rivayetleri kabul etmezler.’ Hatta Carullah, Ubeyy b. Ka’b’ın özel mushafı olduğunu ancak bu durumun Hz Ebu Bekir döneminde herhangi bir ayrılığa yol açmadığını özellikle belirtir. (Tarihu’l-Kur’an ve’l-Mesahıf, s. 25) Bu arkadaş kaynak ve yazar belli ederse seviniriz. Yoksa benzer rivayetleri biz de aktarıyoruz ama sonra cevaplandırıyoruzda!
Soru: Mekke’ de 10 yıllık süreç içerisinde Kur’an’ ın 3/2 si inmiş bulunuyor. Vahiy ilk geldiği günden beri yazılıyor ise Mekke de birçok vahyin yazıldığı materyal bulunuyor demektir. Peygamber bir gece ansızın acelece Mekke’ yi terk ederken, en az 10 deve yükü olan bu vahiy materyaller Medine’ye nasıl, ne şekilde, ne zaman ulaştırılmıştır?
Cevaben: Mekke’de yazılması: Hz. Ömer’in Müslüman oluşuna neden olan ve Taha suresinin tamamının yazılı olduğu “sahifenin” varlığı, Kur’an’ın erken bir dönemde Mekke’de yazıyla kayıt altına alındığını açıkça ortaya koymaktadır. (İbn Hişam, es-Siratü’n-Nebeviyye, I/271; Ebu Abdullah Ahmed b. Muhammed eş-Şeybani, Fedailu’s-Sahabe, I/279; Abdurrahman b. Ebû Bekr Celalüddin es-Suyuti, ed-Dürrü’l-mensur, V/560) Kalem suresinin birinci ayetinden hareketle (Ziya Şen, Kur’an’ın Metinleşme Tarihi, 71-75. Ayrıca bk. Zeynel Abidin Aydın, Kur’an’ın Metinleşme Tarihi, 73-77) ve aynı surede geçen “kalemin yazdıkları” cümlesinden kastın yazılan Kur’an ayetleri olduğu kabul belirtilmiş (Ebû Ubeyde, Mecâzü’l-Kur’an, thk. Muhammed Fuad Sezgin, II/264; Ebû Muhammed Sehl b. Abdullah et-Tüsteri, Tefsîru’t-Tüsteri, 174; es-Seminu’l-Halebi, ed-Dürrü’l-mesûn fî ‘ulûmi’l-Kitâbi’l-meknun, X/399; Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkani, Fethu’l-kadir, V/318-319; Ahmed b. Mustafa el-Meraği, Tefsiru’l-Meraği, XXIX/28; Abdurrahman b. Nâsır b. Abdullah es-Sa‘di, Teysiru’l-kerîmi’r-Rahman fi tefsiri kelâmi’l-mennan, 878; Muhammed Tâhir İbn Aşur, et-Tahriîr ve’t-tenvir, XXIIX/58-61); Abese, 16. ayette geçen “Bu Kur’an, değerli, güvenilir katiplerin elleriyle tertemiz, şerefli ve mukaddes sayfalar üzerine yazılan (bir kitaptır)” ayeti; Cuma suresi 5. ayette geçen “sefera” kelimesi “vahiy katipleri”; “suhuf” kelimesi de Kur’an ayetlerinin yazıldığı malzeme anlamına gelmesi (Şevkani, Fethu’l-kadir, V/463; Muhammed Hamdi Yazır Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, VIII/416; Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, X/321-326; İbn Aşur, et-Tahrir ve’t-tenvir, XXIX/117; Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, V/482; Taberi, Câmiu‘l-beyan, XV/8571-8572; Sa‘lebî, el-Keşf ve’l-beyan ‘an tefsiri’l-Kur’an, X/132; Maverdî, en-Nüket ve’l-‘uyun, VI/204; Zemahşeri, Keşşaf, IV/679; İbn Atiyye, el-Muharraru’lveciz fi tefsir-i kelâmi’l-veciz, V/438) Kur’an’ın daha Mekke’de yazılmaya başlandığının delilerindendir. Furkan suresindeki, ‘Bu Kur’an/ayetler onun başkasına yazdırıp da (ezberlemesi için) kendisine sabah akşam okunan önceki insanlara ait masallardır’” (Furkan, 4-5) ayetleri de Kur’an’ın Mekke’de yazıldığı konusunda önemli bir veridir. Müşrikler vahyin, vahiy katipleri tarafından satırlar/cümleler halinde yazıldığını gördüklerini itiraf etmektedirler. (Razi, Mefatihu’l-gayb, XXIV/433; Zemahşerî, Keşşaâf, III/257) Ayrıca, Abese ve Tur surelerinde geçen “suhuf”, “rakkin menşur” gibi ifadeler, Kur’an’ın düzgün yazı malzemelerine yazıldığını göstermektedir. Yine Zeyd b. Sabit’in: “Rasulüllah’ın yanında Kur’an’ı rikadan (deri, kağıt gibi yazı malzemelere verilen isimdir: Ebu Bekr Muhammed b. el-Hasen b. Düreyd el-Ezdi, Cemheretu’l-lüğa, II/767; Zeynuddin Ebu Abdullah Muhammed b. Ebu Bekr er-Razi, Muhtâru’s-sihah, 127; Muhammed b. Mükerrem b. Ali ibn Manzur, Lisanü’l-‘Arab, h. 1414), 8:131; Ebu’l-Feyz Muhammed b. Muhammed Abdurrezzâk ez-Zebidi, Tâcü’l-‘arus, XXI/113-115) telif ederdik” (Ebû Abdullah el-Hâkim Muhammed b. Abdullah en-Nisaburi, el-Müstedrek ale’s-sahihayn, II/249) hadisi ile “Rasulüllah’ın komşusuydum. Vahiy indiğinde bana haber gönderir ben de (yanına gidip) inen vahiyleri yazardım” (Davud Süleyman b. Eş‘as es-Sicistani, Kitabü’l-mesahif, s. 124) rivayeti, ayetlerin hem Mekke’de ve hem de Medine’de Hz. Peygamber’in kontrolünde yazdırıldığını göstermektedir. “Hz peygamber vahiy katiplerine yazdırıp etrafına tebliğ etmiştir.” (İspanyalı eski Katolik papaz Abdullah Tercüman (Anselmo Turmeda), Hristiyanlığa Reddiye, s. 6) Peki Kur’an’ın hepsi ‘sadece’ peygamberimizin evinde mi yazılı olarak bulunuyordu? Efendimiz yanında ayrıca, vahiy katiplerinin evinde (Hamidullah, İslam Peygamberi, II/700); farklı sahabelerin ellerinde (M. S. Muhaysin, Tarihu’l-Kur’an-i’l-Kerim, s. 154); Bazı Müslümanların yanında (Derveze, el-Kur’anü’l-Mecid, s. 49); Sahabilerin evlerinde (Zahid el-Kevseri, Makalat, s. 8) Kur’an ayetlerinin yazılı olarak bulunduğunu tarihi kayıtlar bize haber vermektedir. Mekke’den Medine’ye aktarılması: Kur’an ayetleri I. ve II. akabe biatları esnasında gelen Müslümanlar vasıtası ile Medine’ye aktarılmışlarıdır. Semhuûdi’den nakledilen bir habere göre Hz Muhammed 10 sene boyunca inen ayetleri içinde barındıran bir belgeyi Zuraykoğullarından Rafi’ malik ez-Zuraki’ye vermiş (İbnü’l-Esir, Üsdü’l-Ğabe, II/157; Ahmet Güner, Asrı Saadette Mescidler, IV/201) o da bunları inşa ettiği mescidde etrafındakilere okuyup Müslüman olmalarına neden olmuştur. (N. Semdudi, Vefau’l-Vefa, III/857; M. hamidullah, İslam Peygamberi, I/154;Ömer Dumlu, Kur’an tefsirinde yöntem, s. 15; İsmet Ersöz, Kur’an tarihi, s. 69) Ayrıca her sahabi de hicret ederken kendi Kur’an yazmalarını yanlarında taşımışlardır. (Ziya Şen, Kur’an-ı Kerim’in yazılması, Diyanet dergisi, XLVI/I, s. 51)
Soru: Hıristiyan iken Müslüman olup okuma yazma bildiği için bir süre vahiy katipliği yaptıktan sonra tekrar Hıristiyanlığa geri dönen Abdullah İbnu Sa’d İbni Ebî Sarh hakkında…
CEVABIMIZ:
Sayın K.
Kafir olan birinin söyledikleri ile mi Kuran’ı değerlendireceğiz?
Kuran fasık haber verince bile araştırın ( Hucurat, 6 )demiyor mu ki nerede kaldı “Kafirin haberi?”
O katip kafir olmadan önce görevinde aksaklık yapsa idi mutlaka uyarılırdı. Efendimiz önce ezberler sonra vahyi duyururdu. Eksik- hatalı vahyin yayıldığına dair bir rivayet asla gelmemiştir günümüze. Zaten ilahi koruma buna da izin vermezdi !
Başa dönersek dünyalık nedenlerle ( Para, şöhret, makam…) dinden her zaman dönen olmuştur. Neccaroğullarından hıristiyan iken Müslüman olup sonra yeniden irtidat eden kişi de Ebi sarh ta benzer cümlelerle çevre bulmaya çalışmışlardır, bu gayet doğaldır, ” ‘Ben ne öğretip kendisi için yazdımsa, Muhammed yalnızca onu bilir, başka bir şey bilmez.’ ( Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l Menakıb/25,c.4,s.181-182;Tecrid, hadis no:1477. Kaynağndan olayı aktaralım:
Bir adam vardı. Neccaroğullarından. Hristiyanlığı bırakmış Müslüman olmuştu. Bakara ve Ali İmran surelerini okumuştu. Peygambere de vahiy yazıyordu. Sonra, yeniden Hristiyan oldu ve kaçıp Hristiyanlara katıldı. “Ben ne öğretip kendisi için yazdımsa, Muhammed yalnızca onu bilir, başka bir şey bilmez.” demeye başladı.”
Allah (c.c.) adama öfkelenmiş, boynunu kopararak öldürmüş. Hristiyanlar, gömmüşler adamı. Ama sabah bakmışlar, ölüsü ortada. Ve kefensiz. Hristiyanlar; “Muhammed’in adamları kefenini soymuş, kendisini de işte böyle ortada bırakmışlar.” diye konuşmuşlar. Adamı bir daha gömmüşler. Bu kez biraz daha derince. Ertesi gün sabah yine aynı durum. Sonra aynı konuşmalar. Sonra yeniden ve daha derine gömme. Sonra aynı durum ve aynı yorumlar. Bir kez daha ve derince gömme. Aynı durum. Bakmışlar ki bu böyle sürüp gidecek, adamı gömmekten vazgeçmişler artık.)
Kuran’ın kaynağı konusunda çeşitli görüşler ileri sürüldü oryantalistlerce ama onlar bile bu iddiaları ciddiye almadılar.
bu kişilerin irtidat sebepleri 1400 sene sonra araştırılınca bulunması imkansız hale gelmiştir. mesela nisa 105-115. ayetler Tu’me b. Ubeyrik hakkında iner. Hırsızlık yapmış ve suçu bir yahudiye atmıştır. ayet suçunu ifşa edince “Beni bırakıp Yahudi’yi savunan böyle bir din olmaz olsun” diyerek İslam’la bağını koparmış ve “mü’minlerin yolundan” ayrılarak Mekke’ye gidip müşriklere katılmıştır.
Bu örnek bize yol göstersin kardeşim, makam şöhret, hırs tarihte insanlara neler yaptırmadı ki? işin ilginç yanı bu rivayetler hiç gocunulmadan bizzat “İslami kaynaklarda” aktarılır. çekinecek- saklayacak bir şeyimiz yok ki. hak yolda devam eden o kadar katip varken ayetlerin doğruluğunu değil sadece yazımını üstlenen bir kişinin irtidatı ancak “İmtihan dünyasında kaybedenler safında olanlar” ile açıklanabilir. Kimi müşrik kimi kafir olmuştur kazanan ise hak din İslam’da olanlar olmuştur.
sizin takıldığınız nokta: İslam’dan çıktıktan sonra İslam hakkında konuşanların söylediklerinin doğru olduğunu kabul etmekten aynaklanıyor.
Sizi bir an onların yerine koymanızı rica edeceğim, Müslümanlar içinde idiniz – Ne için Müslüman oldu iseniz, Allah bilir! – sonra irtidat ediyorsunuz, biri müşriklerin arasına dönüyor, diğeri Hıristiyanların. Nasıl karşılanır, sizden ne beklentilere girilir, siz neler konuşur, çevrenizce daha fazla kabul için ne abartılara girersizin !?
Dünya imtihan dünyası. Herkes ilmi aklı seviyesinde imtihan olur. Namaz kılarken bile Allah için kılınmıyorsa o ibadet kabul olmaz. Kuran’ın ezber ve yazılı iki koldan kesintisiz günümüze gelişi konusunda bir sorun yoktur. Oryantalist- ateist blok olanı kıvırma, olmayanı var gösterme çabasından asla vazgeçmez, sizde bunlara bence fazla takılmayınız .
İsterseniz son olarak sitemizdeki hıristiyanlıkla ilgili bölümü ( http://islamicevaplar.com/incil-hiristiyanlik-papa.html ) gözden geçirerek yanılan tarafın kim olduğuna bir kez daha şahitlik ediniz.
Muhammed EHAD