İncil, Hıristiyanlık, Papa

Within spread beside the ouch sulky and this wonderfully and  as the well and where supply much hyena so tolerantly recast hawk darn woodpecker

 

Müjde ve sevgi dini olarak lanse edilen Hıristiyanlık, papa ve İncil

Hz İsa ‘sadece’ İsrailoğullarını ıslah etmekle görevlendirilmiş (Ali İmran, 49; Matta, 10, 5-6; 15, 24) bir peygamberdir ki, kendisi de bunu açıklamıştır. Matta 15:24: İsa, “Ben yalnız İsrail halkının kaybolmuş koyunlarına gönderildim.” İsrailoğulları ilahi kitap Tevrat’ı bozdukları, zinayı bile suç olmaktan çıkardıkları, azgın bir toplum haline geldikleri  için Hz İsa onları bu aşırılıklarından kurtarmak, tövbe etmelerini sağlamak ve vicdanlarını temizlemek içinde ‘ahlak’ temelli ilahi mesajlarla dolu İncil’le onlara gönderilmiştir. Hz. İsa, Yahudilerin tahrif ettiği Eski Ahid’i (Tevrat) yeniden diriltmeye ve Hz. Musa’nın getirdiği akideyi yerleştirmeye çalışmıştır. Ayrıca Müslüman’lar, İsa peygambere ve Musa peygambere inanmasa ‘İslam’dan’ çıkarlar. Ama Hz Musa ve İsa’ya inandığını iddia edenler İslam peygamberine inanırlarsa ‘Dinlerinden’ çıkarlar. Dolayısı ile kapsayıcı, kuşatıcı olan din İslam’dır. Bu konuda ‘İslam tüm dinlerin özüdür’ adlı yazımıza bakılabilir.

“İslam aleminin en güçlü olduğu dönemlerde bile, Hristiyanlarla iyi geçinmeye çalışıldığını ispat eden birçok durum vardır.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 82) “Şam’da beldenin fethinden sonra Müslümanlar Hristiyanların rızasıyla, Saint John mabedinin bir köşesinde ibadete başlamışlardır. İslam halifelerinin saraylarında da ilim ve kemal sahibi birçok Hristiyan saygı ve hürmet görmüşlerdir. O zamanlar Avrupa’da hiçbir ülke yoktur ki, aynı maksatla İslam alimlerinden birinin varlığına tahammül edebilsin. Bir Hristiyanlık mezhep mensubu diğer bir Hristiyanlık mezhebine mensup olan alimlerin varlığına bile tahammül edemezdi. Hakimiyeti ele geçiren, diğer din mensubunu ateşte yakılarak ortadan kaldırır ve yakma hususunda gösterilen arzu ve iştiyak batıl tanrıları adına insan kurban eden vahşi kabilelere gıpta ettirecek dereceye ulaşırdı.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 84-85, 87) “Hristiyanlık için İslam’ın varlığı yenilip yutulmaz bir hareket olduğu halde, Müslümanlar bu ehli kitabın varlığını kabul etmekte bir sakınca görmemektedir.” (Gai Eaton, İslam ve İnsanlığın Kaderi, s. 41) Bunu gerek fethettikleri topraklarda onları dinlerini özgürce yaşama hakkı tanıyarak, gerekse dinlerinden taviz verdirmeden ülke yönetiminde, günümüzdeki adı ile bakanlıklar vererek kanıtlamıştır. Bu konuda ‘İslam barış dinidir’ adlı yazımıza bakılabilir.

Hz İsa, “Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim.” demiştir. (Matta, 5, 17-18) Fakat İsa’nın mesajı daha sonra Pavlus tarafında bozularak evrenselleştirilmiştir. Hristiyanların iddialara göre Hz. İsa 3 yıl tebliğ yaptıktan sonra Yahudi bilginlerin şikayetleri ile yakalattırılmış ve çarmıha gerdirilmiştir. Kabrinde 3 gün kaldıktan sonra, Fısıh bayramında dirilip 40 gün dünyada kalmış sonra havarilerinin gözü önünde göğe yükseliştir. İslam’a göre ise Hz İsa çarmıha gerilmemiş, Allah tarafında göğe kaldırılmış, Hz isa’nın yerini askerlere ihbar eden hain daha sonra çarmıha gerilmiştir. (Nisa, 156)

Müslümanlara göre tek Allah inancını Yahudilik ulusallaştırmış, Hristiyanlık ise İsa’nın kişiliği, ayın güneş’in ışığı kesmesi gibi uluhiyyetin ışığını kesmiştir. Diğer bir değişle, Yahudilik tevhid inancını sabitleştirmiş, ona bir vatan ve bir ordu vermiş, fakat aynı zamanda da ona el koymuştur. Hristiyanlıksa bu hakikati evrenselleştirmiş fakat saflığını bozmuştur. İbni Teymiyye, İslam’ın, Yahudiliğin sertliği ile İsa’nın merhameti arasında orta bir yol izlemiş olduğunu ileri sürmüştür. (Gai Eaton, İslam ve İnsanlığın Kaderi, s. 87) “Doğru bir karşılaştırma, İsa ile Kur’an arasında yapılabilir. Hristiyanlar için, etten kemikten bir hale getirilmiş olan ‘kelime’ Müslümanlar için kitap formu içinde dünyevi bir şekil almıştır.” (Eaton, s. 125) “İsa için İnciller neyse hadis mecmuaları da Müslümanlar için odur.” (Dr. Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s. 205)  İncil ise, Kur’an ile değil, Hz Muhammed’in hadisleri ile kıyaslanabilir. (Eaton, s. 142) İslam’ı anlamayı arzulayan Hristiyan, Hz Muhammed ve Hz İsa’yı mukayese etme isteğini bastırmak zorundadır. Çünkü bu ikisi eşyanın nizamında tamamıyla farklı roller almışlardır. (Eaton, s. 181)

Hristiyan mezhepleri, üçe ayrılır: Katoliklik, Ortodoksluk, Protestanlık. “Katolik mezhebinin merkezi Vatikan’dır, Katolikliğin başı Papadır. Ortodoksluğun birçok merkezi vardır.” (Adnan Odabaş, Dikkat misyoner geliyor, s. 14, 15) Slav dünyası Doğu Kilisesine (Ortodoksluk), Batı dünyası Latin Kilisesine (Katoliklik) has kılınmıştır. Bölgesel ve hatta kilise temelli olarak Protestan kilisesi, günümüzde Kuzey Avrupa ve Amerika’da yaygın olan mezheptir. Kiliselerin farklılıkları tarihi, ‘imani’ ve amelidir. Ki zaten o nedenle de “Hristiyan mezhepleri birer din haline gelmiştir.” (Emine Öğük, Yeni ateistlerin yanılgıları, s. 44) Bizans’taki Yunan Ortodoks rejimi, bu topraklarda yaşayan diğer mezhepten olan Hristiyanlara kafir gözüyle bakmakta ve onlara bu bakış açısı doğrultusunda muamele etmekteydi. (Gai Eaton, İslam ve İnsanlığın Kaderi, s. 251) Martin Luther Papa tarafından aforoz edilmiş ve aradan 430 yıl geçmiş olmasına rağmen hala affedilmemiştir. 1054 tarihinde Papa, Humbert isimli kardinali İstanbul’a gönderir ve Doğu kilisesini aforoz ettiğini ilan eder. İstanbul patriği de Vatikan’ı aforoz eder ve bu aforozlar 1967’de ancak kaldırılabilmiştir. (Taceddin Ural, Papa Bir Puttur, s. 103-104) Papa Gregorie XV, Kral XIII. Lois’e, “Sevgili evladım. Katolik olmayan imansızlara karşı acımasız olun.” derken, İspanya kralına da “Onlara hiç acımayın” diyordu. (Ural, s. 91)

“Hz İsa sonrası Hristiyanlıkta peygamberlik misyonu, ‘azizlik’ anlamında devam etmektedir. Bu sebeple Protestanlar tarafından Martin Luther, ‘bir peygamber’ olarak algılanır.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 363) Yani “Hristiyanlar, peygamber olmayan bazı kimselere İsmet/günahsızlık sıfatını vermişlerdir.” (İbrahim Çoban, Ateizm ve Deizm Eleştirisi, s. 209) Bu sıfatı da, papa ve kutsal saydıkları insanlar başta, birçok azizlere vermişlerdir.

Allah (cc) Hz İsa’ya dört büyük kitaptan birini vermiştir. Hz İsa, Meryem’in oğludur. 3. ve 19. sureler Meryem ve Meryem’in babası İmran’ın adını taşır. (Meryem ve Ali İmran) Meryem annemiz Hz Zekeriya’nın koruması altında yetişmiştir. (Ali İmran, 33-49) Dünyada bütün dinler arasında Hz İsa’yı peygamber kabul edip, İncil’e inanan ve Hz Meryem’i bakire olarak kabul eden tek din İslam’dır.  Buna rağmen Batı, oryantalistler vasıtasıyla İslam’ı gerçek anlamı ile asla tanıyamamışlardır. Bu konuda ‘Oryantalizm yanılgısı’ adlı yazımıza bakılabilir.

Yüce Yaradan Hz Adem’den itibaren peygamberler vasıtasıyla hep aynı emir ve yasakları ve en önemlisi de tek tanrı inancını insanlara bildirmiştir. Tüm peygamberler önce insan ve sonrada ilahi mesajı tebliğ eden birer görevlidirler. İslam’a giriş parolası olan kelime-i şehadette bile Peygamberimiz için önce ‘abduhu: Allah’ın kulu’ sonra ‘Resulühu: Allah’ın Peygamberi’ ifadesi geçmektedir. Hz İsa’da birçok peygamber gibi ilahi mucizeler göstermiş bir insan ve elçidir. Ama özellikle Hz İsa’nın vefatından sonra Pavlus bu tevhit inancını bozmuş ve insan olan İsa peygamberi tanrının ‘oğlu’, vahiy meleğini de ‘kutsal ruh’ ilan etmiştir.

Pavlus ve evrenselleştirme ile dejenerasyona uğrayan İncil, çarmıh, teslis (Baba-oğul-kutsal ruh üçlemesi)

Hz İsa’nın 3 yıllık tebliğinden sonra O’nun yardımcıları olan havariler fazla bir başarı elde edemezler ve sayıları ancak yüze ulaşır. Yahudilerin direnci nedeni ile Filistin diyarında başarıya ulaşamayan davet, Yunan diyarına kaydırılır ki, bu hem Hz İsa’nın Yahudilere özel davetini genelleştirmekle ve evrensel olmayan mesaja yeni kuralların eklenmesine neden olur, hem de Yunan tesiri ile tevhid dini, Yunan mitolojisi içinde boğulur ve zamanla da bozulur. Bu süreçte en etkin olan kişi Pavlus’tur. Pavlus, fikri olarak Yunan etkisinde olan Tarsus’ta büyümüş, Yahudi bir ailenin çocuğudur. Yunanca bilen ve Hz İsa’yı hiç görmemiş olan Pavlus başlarda amansız bir Hristiyanlık düşmanı iken, ruhi bir buhran geçirir ve gördüğü rüya ile Hz İsa’nın onu 12 havariler arasına kattığını, ondan talimat aldığını söylemeye başlar. Metin tenkitçileri Pavlus’a ait risaleleri inceleyince, ilk başta bir fikir karışımı ile karşı karşıya kalırlar. Yahudi fikirlerinin, yeni yorum ve putperest Yunan çevresinde yaygın bazı kavramların ve sonunda İncil hatıralarının ve Doğuya ait dini efsanelerin bir karışımıdır bu fikirler. Pavlus, İsrailoğullarına gönderilen bir mesajı bütün insanlığa yönelik evrensel bir çağrıya dönüştürmüş ve içeriğini epeyce değiştirmiştir. “İsa’nın bu dünyayı terk ettiği an ile ikinci asrın yarısı arasında, yani bir yüzyılı aşkın sürede iki dini akım arasında geçen bir mücadeleye şahit olunmuştur. Bu iki akım, Paulcu Hristiyanlık denebilecek Hristiyanlık ile Musevilik Hristiyanlığıdır. (Dr. Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s. 93) “Kardinal Danielou’nun belirttiği gibi, deyim yerindeyse havarilerin çevresinde oluşan “Musevi-Hristiyanlık” (Judeo-chretienne) ve “Pavlus’un oluşturduğu Hristiyanlık” olmak üzere iki akım gelişmişti.” (Mehmet Aydın, “Batı ve Doğu Hristiyanlığına Tarihi Bir Bakış”, Ank. Üniv. İlahiyat Fak. Dergisi, cilt: 27, s. 123) “İznik Konsili’nde Hristiyanların hemen hemen tamamının anlamadığı bir ‘amentü’ empoze edilmiştir. Bunu Konsil pederlerinin çoğunluğu da anlamamıştır. Sonuçta Hristiyanlık hem Yunanlılaştırıldı hem de Romalılaştırıldı.” (Garaudy, 20. Yüzyıl Biyografisi, s. 206, 208; Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 92) “Teslis inanışının doğuşu Hristiyan inancının eski Yunan Felsefesi ile harmanlanması sonucu olmuştur.” (Adnan Şensoy, s. 99) Hamdi Yazır; “Hristiyanlık şirkin bir tekamülünden ibaret kalmıştır.” Haklı tespitinde bulunmaktadır. (Adnan Odabaş, Dikkat misyoner geliyor, s. 12) Zaten “Antikçağ Yunan mitolojisinde de Herkül, annesi insan babası ise Tanrı olduğu için yarı insan yarı Tanrı bir yaratık idi.” (Adnan Şensoy, s. 93)

Hz İsa’nın bildirdiği din, Pavlus’tan sonra bir de İmparator Konstantin’in elinde, ikinci bir dönüşüm yaşamıştır. (Adnan Şensoy, s. 88) Pavlus, peygamberlikle görevlendirildiğini ileri sürüyordu.” (Galatyalılara mektubunda, 1/11-12) “Tanrı, İsa’da bedenleşmiştir. Pavlus tevhidi Helen Paganizmine boğdurup tanınmaz hale getirmiştir. Pavlus, Hz. İsa’yı ilahlaştırıp, boşalan yere kendisini oturtmuştur.” (Adnan Odabaş, s. 11) “Tanrı insan inancı, Roma imparatorluğu tarafından benimsenmişti.” (Adnan Şensoy, s. 75)  “Baba Tanrı imajının, Hristiyanlıkta ciddi bir ‘insan biçimli Tanrı’ inanışına (atropomorfizme) yol açtığı muhakkaktır. Bu durum daha çok eski Hint Avrupa kültürünün bir sızıntısıdır.” (Adnan Şensoy, s. 71, 72) Zaten “Yunan felsefesi, Hint Avrupa kültürünün izlerini taşımaktadır.” (Adnan Şensoy, s. 100)

Pavlus, Roma İmparatorluğunda öğretisini rahatça yayabilmek için, zalim Roma idarecileriyle iyi geçinmeye, dahası düzenin yardakçılığını yapmaya büyük özen göstermiştir: “Herkes, altında bulunduğu yönetime boyun eğsin. Çünkü Tanrı’dan olmayan yönetim yoktur.” (Romalılar 13:1-7) Pavlus’un Romalıların şirk ve zulüm düzenini Allah’ın düzeni olarak görmesi ve dolayısıyla ona karşı çıkılmasını Allah’ın düzenine karşı çıkılması olarak kabul etmesi, dinin bir yabancılaşma, bir sömürü unsuru “halkın afyonu” (Marx, Kritik der Hegelschen Rechtsphilosophie, s. 24) olduğu görüşünün daha sonra ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sonuçta, özellikle IV. asırda Hristiyanlık ile Roma uzlaşma sağlamıştır. Beşinci asır, züht ve ruhban sınıfının ortaya çıkış asrıdır. Kiliseler ideal Hristiyanlığı yaşamak isteyenlere manastırların yolunu göstermiştir. Bu sayede toplum onların tesirinden de uzak tutulmuş olmaktadır. Devlet ile din ittifak yapar ve bunun neticesinde ‘papalık makamı da’ imparatorluğa benzer bir teşkilatlanmaya gider. İsa’nın geri dönüş inancı, zamanın devamlı ileri atılması ile lakayt bir hale dönüşür ve “Zamanla tevhid dini mağlup olur.” (Charles Guignebert, Le Christianisme Antique, s. 190) 

Katolikler ve Ortodokslar  dahil çoğu Hristiyan, kutsal kitapların tanrı sözü olduğunu, katiplere yazdırıldığını, yazdıranın da tanrı olduğuna inanır. Tevrat 39, İncil 27 bölümden oluşur. Hristiyanlar, K. Mukaddesin tamamına (yani sadece İncil’e değil, Tevrat, İncil, Zebur üçüne birden) inanırlar. Yahudiler ise sadece Eski Ahit’e -Tevrat’a- inanır. Hristiyan inancına göre, Yeni Ahidi eski ahitten ayırmak mümkün değildir. Eski ve yeni ahit, kutsal ruhun esiniyle yazıldıklarından, bunların yazarı tanrıdır. (Şiddet karşısında İslam, Komisyon, DİB,  s. 53)

Prof. Dr. Richard Friedman’a göre, ‘Tevrat’ı peygamber Yermiah ve havarisi Baruh ben-neriya yazmıştır.’ (Yahudi yayın organı Şalom Gazetesi: 13 Mayıs 1987) Tevrat’ı yazdığı söylenen Hz. Musa’nın, yine Tevrat’ta öldüğü ve gömüldüğü yerlerden bahsedilmesi de (Tesniye: 34/6: Rabbin sözüne göre; Rabbin kulu Musa orada, Moab diyarında öldü  ve Moab diyarında Beyt-peor karşısındaki derede onu gömdü.) Tevrat’ın daha sonra yazıldığının kanıtıdır. “İlmi çalışmalar, Tevrat’ın çeşitli dönemlerde farklı yazarlar tarafından kaleme alındığını, metin üzerinde düzeltme, değiştirme ve ilaveler yapıldığını, metnin tek kişi yani Hz Musa’ya nispet edilemeyeceğini ortaya koymaktadır. Kutsal metinlerin belli şahıslara ait oluşuyla ilgili dini gelenek geçerliliğini yitirmiştir.” (Ahmet Yücel, Oryantalist hadis anlayışı ve eleştirisi, s. 30)

Yeni Yaşam Yayınları’nın bastığı İncil’de, “İncil’e göre, İsa Mesih’in kendisi ne bir kitap yazdı, ne de gökten kendisine bir kitap indirildi. Buna karşılık İncil’de İsa’nın, Tanrıyı bize açıklamak için dünyaya gelmiş olan ‘Tanrı Sözü’ olduğu belirtilir. (Yuhanna 1:1-18)” denmektedir. Daniel  Wickwire, “Kitap olarak İncil’i de İsa yazmadı. Onu kaleme alan kişiler, İsa’nın ‘bunun için tayin ettiği’ elçilerdir. Elçiler, ‘Kutsal Ruh’un denetimi altında’ yazarak tanık oldukları olayları ve ‘kendi anlayışlarını’ ifade tarzlarını birleştirerek Tanrı’nın istediği sözleri yazdılar. Esin (içten gelen duygu, düşünce) Tanrı’nın nefesidir. Kutsal Ruh ‘yanlışlık olmadan, her kelimeyi denetleyerek’ yazdırıyordu.” (Daniel Wickwire, Kutsal Kitap Değiştirildi mi?, s. 10) derken; Thomas Paine, “The Age of Reason” (Aydınlanma Dönemi) adlı eserinde, “Ahd-i Atik’in (Tevrat’ın) müstehcen hikaye’lerle, şeheviliklerle, gaddarlıklarla, intikamcılıklarla dolu sayfalarını okuduğumuzda bu kitabın Tanrı sözleri olmaktan ziyade, şeytan sözleri olduğunu söylemenin daha uygun olduğunu anlarız. Bu kitab(ları) Tanrı kitabı olarak benimsemeyi Yaradan’a (Tanrı’ya) karşı saygısızlık sayarım” demekte ve Lloyd M. Graham ise, “Deceptions and Myths of the Bible” (İncil’in Aldatıcı ve Efsanevî yönleri) adlı eserinde: “Kutsal Kitap gerçekten kutsal mıdır? Gerçekten Tanrının sözleri midir? Hayır! İncil’de kutsal olan bir şey olmadığı gibi bu kitap Tanrı sözleri de değildir. Bu kitap Tanrı’dan esinlenmis azizler tarafından değil fakat iktidara susamış (muhteris) papazlar tarafından yazılmıştır. İncil Tanrı sözleri değil fakat putperestlik dönemine ait kaynaklardan aşırılmış (şeylerle dolu bir kitap’tır).” demektedir. “Kudüs kitab-ı Mukaddes Okulu profesörlerinden Benoit ile Boismard’ın müştereken yazdıkları ‘Dört İncil’in kaynaklarının topluca özeti’ adlı eserde, “sözlü rivayetin uzun bir oluşum safhası geçirmesi sonunda meydana gelen sözler, bu sözler ilk zamanlardaki şekillerinin sahip olduğu sıhhate sahip olmadığını” ifade ederler ve şöyle devam ederler: Bazı okuyucular İsa’nın sözlerinin İncillerde okuduğumuz gibi onun ağzından çıkmadığını fakat onları bize nakleden kişilerce ‘değiştirilerek çevreye intibak ettirildiğini’ öğrenince belki şaşıracak yahut rahatsız olacaklardır. Bu araştırmada, hayrete, hatta skandala yol açabilecek çok şeyler vardır.” (Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s. 129-130, 133) “Paris Katolik Enstitüsü profesörü Kannengiesser, “İncillerin İsa hakkında naklettiklerini ‘artık zahiri manalarına göre anlamamak gerekmektedir.’ İnciller ‘belli şartlar veya mücadele dolayısıyla yazılmış kitaplar’ olup, müellifleri mensubu bulundukları ‘toplumların İsa’ya dair sözlü rivayetlerini yazıyla tespit etmişlerdir.” (Bucaille, s. 90) demektedir. İncil’e gelince; İncil’in içindeki çelişki ve yazılımının kesin kanıtlanamaması sonucunda, “Hristiyanlar, imanlarını Kutsal kitabın ‘doğruluğuna değil’, İsa Mesih’in yaşamı, ölümü ve ölümünden sonra dirilmesi üzerine kurulduğunu” ve “Saygınlığı olan hiçbir Hristiyan yetkili Kitabı Mukaddes’in Tanrı tarafından indirildiğine ve teker teker peygamberlere yazdırıldığına inanmadığı.” (John Gılchrıst, Kur’an İle Kutsal Kitap Arasında Karşılaştırmalı Bir İnceleme, s. 13) artık açıkça ilan edilmektedir. Tabii, bu konuda da Hristiyanlar arasında bir birlik yoktur! Mesela, John Gilchrist tarafında yazılan kitabın adı “Evet! Kitabı Mukaddes Tanrı sözü’dür.” şeklindedir. (Müjde yayıncılık, İstanbul, 1993) Tabii bu ‘Tanrı sözü’ kitaptaki çelişki ve yazılımlardaki itirazlara açıklama gayretine girilen bu eserde (Gilchrist, s. 138-219) oldukça zorlamalara gidilmiş, ‘Yazıcıların yanlış rakam yazmaları’ (Gilchrist, s. 97, 140, 145, 148) nedenlerini genellikle ‘kopyalama esnasındaki yazıcılara’ atmaları ki, bu bile açıkça çelişkilerin varlığının itiraftır! Bu bakış açısına göre doğal olarak da yazar, İnciller arasında farklı rakamların olmasını “pek fazla önemi yoktur.” (Gilchrist, s. 145) diye önemsemez göstermektedir. Kısaca, Kutsal kitap, ilahi söz veya insan yazması da olsa, ‘yazılımından, içindeki çelişki ve müstehcenliğe dek’ sorunlarla doludur! Hz. İsa’nın tebliğ ettiği İncil, günümüzde elimizde bulunan İncil değildir. Bunun en büyük delili yine İncil’de bulunmaktadır. “İsa, Tanrının İncil’ini tebliğ ederek Galile’ye gelir.” (Markos, 1/14) Sonuç itibari ile, “Evet, Kitap-ı Mukaddes (İncil ve Tevrat) insan eseridir. Bazı kimseler, neden olduğunu anlamadığım sebeplerden ötürü bunu inkar etmektedirler. Kitab-ı Mukaddes, insanların dimagında teşekkül etmiş, insanlar tarafından, insan dili ve insan eli ile yazılmış ve tamamen insan karakteri taşıyan bir eserdir.” (Moody İncil Enstitüsünden Dr. Grahamn Scroggie, İncİl Allah kelamı mıdır?  s.17)  

“Elleriyle kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için, “Bu Allah’ın katındandır” diyenlere yazıklar olsun!” (Bakara, 79)

Hristiyan siteden bir alıntı: Kore’deki Aziz Nikolaos Manastır Kilisesi: “Rab’bimiz sağ eliyle kutsamakta ve diğer eliyle ‘İncil’i tutmaktadır.’ Yüksek noktaya çizilmiş Rab’bimiz İsa, kesintisiz olarak dünyayı kutsamakta, kiliseye gelen insanlara Tanrı’nın bereketiyle Efendimiz’in öğretileri uygulanırsa kurtarılacaklarını belirtmektedir.” Hz. İsa hangi İncil’i tebliğ ediyor, anlatıyordu? Matta’yı mı, Luka’yı mı, diğelerini mi yoksa 300 sene sonra yasaklanacak İznik konsülünün reddettiği İncil’leri mi? İncil metinleri doğrudan tarihsel dokümanlar olmayıp, İsa’ya ilişkin hikayelerin, kilise tarafından şekillendirilmiş metinleri olduğu gerçeği ortadadır. (M. Borg, A new vision, s. 15) İncil metinlerindeki İsa, ilah oğul İsa’dır. Bu İsa figürünün, Filistin’de yaşayarak halkı Musa’nın öğretilerini çağıran İsa ile bir ilişkisi yoktur. (P. M. Casey, From Jewish Prophet to Gentile God; Ş. Gündüz, Pavlus, s.121-201) Tarihsel İsa, İncil’in İsa’sı kesinlikle değildir. (Adnan Bülent Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 233) Günümüzdeki İncil şu an Hz. İsa’nın hayatını anlatır. “Bütün İnciller biyografilerdir, Hz İsa’nın hayat hikayeleridir.” (Prof. Dr. Eva de Vitray Meyerovitch, İslam’ın Güler yüzü, s. 53) “İncil, ne Kur’an ne de hadis külliyatlarına benzer, olsa olsa siyer kitaplarını andırır, hatırlatır.” (İspanyalı eski Katolik papaz Abdullah Tercüman (Anselmo Turmeda), Hristiyanlığa Reddiye, s. 8) Peki Hz. İsa insanlara neyi anlatıyordu, kendi hayat hikayesini mi, doğumunu mu? Asıl soru: Matta’ya göre İncil var da, İsa’ya göre İncil neden yok?! “İncil’in asıl dili İbranicedir. İsa ve havariler bu dili konuşuyorlardı.” (J. Dheilly, Dictionnaire Biblique, Arameenne maddesi, s. 79) “Hz İsa Aleyhisselam Arami dilini konuşuyordu ama en eski İncil, Yunancadır. Yunanca tercümelerin doğru olup olmadığını kontrol edecek Aramice bir metin de yoktur!” (İspanyalı eski Katolik papaz Abdullah Tercüman (Anselmo Turmeda), Hristiyanlığa Reddiye, s. 10) Zaten “Elimizdeki İnciller de, asıl İncillerin tercümelerinin tercümeleridirler.” (Prof. Dr. Eva de Vitray Meyerovitch, İslam’ın Güler yüzü, s. 18) Kitabı Mukaddesin bilinen ‘en eski İbranice metni, MS. 9. asra’ aittir. Günümüzde içeriğindeki farklılık ve çelişkiler dışında, her Hristiyan mezhebi, aynı dili konuşsalar da, ‘aynı tercümeyi değil, mezheplerine göre yapılmış ayrı ayrı tercümeleri’ okumaktadırlar.  Hz. İsa, teslise göre Tanrı’nın üç kimliğinden biri ve Tanrı’ya eşit ise, kendinden üstün bir otoriteden direktif alan bir emir kulu gibi, “O beni gönderdi, Tanrı sözünü duyurayım. Tıpkı bana öğrettiği gibi konuşuyorum” (Markos 1:29-39; Yuhanna 8:28-29) demezdi. Sözlerini insanlara duyurmak için gönderen bir Tanrı varsa ve kendiliğinden konuşmuyorsa, duyurduğu bu Tanrı Söz’leri de apaçık vahiy (Tanrı’dan alınan sözler) olmaktadır. Gerçekte olan şuydu: Hz. İsa, kendisini gönderen Tanrı’nın Buyruklarını/Müjdesini insanlara duyurmuştur.

Matta İncil’i: 65 yılında yazıldığı kabul edilir. Markos İncil’inin ise, 63-70 yılları arasında yazıldığı kabul edilir. 65-70 arası diyenler de vardır. (A. Robert ve A. Feuillet, Introduction, II/227) Katolik din adamlarından Roguet’ye göre, Markos, acemi bir yazardır. (A. M. Roguet, Initiation a l’evangile, s. 60) Luka İncil’i: Luka, genç yaşında Pavlus’u tanımış ve ondan ayrılmamıştır. Bu İncil, Yunan asıllı olmayan Hristiyanlar için yazılmıştır. Müşrikleri cezbedecek hikayeleri en göze çarpacak şekilde sergiler. Şer’i/dini hükümlerden bahsetmez. Yuhanna İncil’i: 90-110 yılları arasında yazılmıştır. Havari Yuhanna’ya ait olduğuna dair şüpheler vardır. (W. Durant, The Story of Civilization II, s. 208; E. Royston Pike, Dictionnaire des religions, s. 173-174; Ayrıca eski Hristiyan, mühtedi Müslüman M. Bucaille ve Encyclopedia Britannica da bu görüşü savunur.) Bu İncil 96 yılında, İsa’nın tanrılığını kabul etmeyenlere karşı, ‘öteki İncillerden farklı olarak Mesih’in ilahi tarafını anlatmak için yazılmıştır.’ (A. Şelebi, el-Mesihiyye, s. 179-180) Yuhanna diğer İncillerden farklıdır. Bu İncil’de sadece kendine özel hikayeler anlatılır. Dirilen İsa’nın görülmesi gibi. Bu hikaye, Yuhanna inciline ‘sonradan eklendiğine dair ittifak olan’ 21. bölümde yer alır. “Markos, Matta, Luka ve Yuhanna incilleri 70 yılından itibaren 110 yılına varmayan bir tarih arasındaki dönemin ürünleridir. En son, Yahudi isyanının vuku bulduğu 140 yılına kadar Musevi Hristiyanlık kültürel yönden yine kendi egemenliğini koruyacaktır. Paul, İsa’yı sağlığında görmediği halde, İsa dirildikten sonra kendisine Şam yolunda göründüğünü iddia ederek görevine meşruiyet/yasallık kazandırmıştır. Culmann, “Markos, Matta ve Luka İncil kadrosu, tarihi bir dayanaktan yoksun, tamamen edebiyat üründen kitaplardır.” demektedir. İncil yazarları kişisel görüşlerine uygun düşeni İsa’ya söyletirken, İsa’nın sözlerini bizlere, kendilerinin mensup oldukları toplumların zihniyetini yansıtacak biçimde rivayet etmektedirler.   Matta ve Luka, İsa için farklı soy kütükleri verirler. Yuhanna’nın İncil’de verdiği haberlerin tarihi değeri, çok defa reddedilmiş durumdadır. Culmann, ‘Yuhanna’ya yol gösteren, onun teolojik hedefleridir.’ yorumunu da yapmaktadır.” (Bucaille, s. 97, 102, 117, 123) Zaten, “Resmi dört İncil müellifleri, anlattıkları olayların görgü tanıkları da değildirler.” (Bucaille, s. 14, 387) Dolayısı ile aşağıda vereceğimiz çelişki örnekleri karşısında “Çoğu kez Hristiyanlar, şaşa kalırlar. Zira kendilerine İncil müelliflerinin, İncillerde hikaye ettikleri olayların görgü tanığı oldukları hususunda emin olmaları tekrar tekrar söylenmiştir. (Bucaille, s. 158)

Arthur Jeffery, “Hristiyanlar İncil’e değil bizzat İsa’ya önem verip İncil’e ikincil derecede baktılar. ‘İncil yazarları da İncilleri kutsal metin olacak niyetiyle’ yazmamışlardı.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 77) İnciller inanç esaslarının oluşumundan sonra yazılmıştır ve bu durum büyük problem oluşturmaktadır. ‘Normalde İncillerin Pavlus’tan önce olması gerekirdi. Yani din, İncil’e göre yapılanmalı idi. Halbuki bunun aksi olmuş ve önce Pavlus çalışmaları ile inanç esaslarını büyük ölçüde ortaya çıkartmış, daha sonra İnciller, onlar göz önüne alınarak kaleme alınmıştır.’ Katolik İncil araştırmacısı A. M. Roguet bunu şöyle ifade etmektedir: “Katoliklere göre İnciller Kiliseden ortaya çıkmıştır, yoksa Kilise, İncillerden doğmuş değildir.” (Initiation a L’evangile, s. 22) Pavlus’un risaleleri 52-63 yılları arasında yazılmıştır. Halbuki en erken İncil’in 63’te yazıldığı ileri sürülür. Yani “Pavlus ve fikirleri İncilleri etkilemiştir.” (Papaz Paul Ilyas, Yesu’ul- Mesih, s. 18) Ayrıca aynı konu hakkında neden 4 İncil vardır? Halbuki gerek Kur’an gerek İncil’de, tek İncil’den bahsedilmektedir. (Markos, 1, 14; Romalılar risalesi, 1,10,16,15,19; Matta, 4,23) Hristiyanlığın ilk asrında çok fazla olan bu İnciller önce 70’e sonra 4’e indirilmiş, geri kalanlar apokrif  (kanonik yani, ‘dini otoritelerce genel kabul’ görmüş ‘olmayan’) metin sayılmıştır. İznik konsilinin bile bire indiremediği bu 4 İncil arasında farklar, zıtlıklar, fazlalık ve eksiklikler, çelişkiler mevcuttur. Müslüman olup Abdulehad Davud adını alan eski Hristiyan din bilgini şöyle demektedir: “Bu dört İncil, 325 yılında konsil tarafından resmen kutsal ilan edilir. O tarihten önce bunlardan hiçbiri Kilise ve Hristiyanlarca tamamen onaylanmış değildi. Yeni Ahid’i (İncil’i) seçenler, iki bin delegeden çoğu uzaklaştırıldıktan sonra geri kalan 318 kişi olup,  bu kişiler İsa’yı tanrı ilan etmişlerdir.” (A. Davus, el-İncilu ve’s-salib, s. 26) “İncil, yazarlar tarafında kaleme alınmış ancak tanrı, yazarların yaptığı işin sorumluluğunu üstüne almıştır. İçerik bakımından birbirini tutmayan yazılı metinler, İznik konsili ile elemeye tabi tutulmuştur.” (Ahmet Yücel, Oryantalist hadis anlayışı ve eleştirisi, s. 31) Bu azınlık, imparatorluk gücü ile bu inancı kabullenmiş ve etrafa empoze etmiştir. İlk konsiller, papa tarafından değil imparatorlar tarafından teşkil edilmiştir. (Rene Metz, Histoire des consiles, s. 13; Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 101) İznik, İstanbul, Efes, Kadıköy, İstanbul II, İstanbul III, İznik II, İstanbul IV, Trente, Vatikan, Vatikan II şeklinde birbirini takip eden konsiller yapılmıştır. Her yapılan konsil ile yeni inançlar eklemiş veya çıkarılmıştır: Günahları papazların affetmesi, Papa’nın yanılmazlığı, Meryem’in asli günahtan uzak olması, İsa’nın Yahudilerin değil de Roma valisi tarafında öldürülmüş olması, Endüljans (Orta Çağ Avrupası’nda, ölümden sonra cennete gitmek için Papa’nın sattığı af belgesi) gibi. Vatikan, II. Konsili ile, ‘Dört İncil, aslına uygun olarak nakledilmektedir.’ kararını resmi görüş olarak ilan etmiştir.

Hristiyanlar Helenistik dünyanın şirkinden etkilenerek ‘tanrıyı yere’ indirmişlerdir.
“Yıllar süren titiz araştırmalardan sonra, Hristiyanlığın geleneksel  tarihinin en iyi ihtimalle ümitsiz bir şekilde yanlış olduğu ve en kötü ihtimalle bir sürü yalan olduğu sonucuna varmıştık. Kanıtlar, bizim, düşünülemez olanı düşündüğümüzü gösteriyordu. ‘Hristiyanlık birinci yüzyıldaki bir Mesih kültü değil, antik Pagan gizem dininin Yahudi bir uyarlamasıydı.’ Tarihsel bir İsa’nın var olmuş olduğuna dair herhangi bir kanıt bulamadık.” (Timothy Freke, Peter Gandy, İsa ve kayıp tanrıça, s. 17) Hristiyan iken sonradan Müslüman olan Paris Tıp Fakültesi’nde Cerrahi Kliniğini Başkanı Prof. Maurice Bucaille’de, “Hristiyanlık, İbranice Kitabı Mukaddes’e bazı ekler yapmak suretiyle onu kabul etmiştir.” (Dr. Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s. 8) demektedir. “Yunan felsefesi ve Roma hukuk’u, İncil’i, gerçeği temsil edemeyeceği bir hale dönüştürmüştür.” (Alfred E. Sarvie, Encyclopedia of Religion and Ethic Vol. 5, p. 634) “1000’li yıllardan itibaren pagan inançları Hristiyanlaştırılmıştır.” (Prof. Adnan Bülent Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 106) “Davenport, ‘Eski putperestliğin ilahlar grubu yerine, şehitler ve azizlerden meydana gelen bir kalabalıktan oluşan yeni bir olimp ortaya çıkmıştı.’ demektedir.” (A. Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 223) “Yahudi olmayan Roma vatandaşları, pagan kültürüne sahip idi.” (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 88) “Saul isimli Tarsuslu bir Yahudi, Biraz paganizm, biraz Roma geleneği ile ortaya karma bir din çıkarıyor. Domuzu, şarabı, faizi helal kılan da o. Sünneti kaldıran, Papa’yı kutsayan o. Katolizm, Hristiyanlık adını alarak böyle doğdu ve Roma’nın ‘resmi din’i oldu. Ondan sonra Roma, daha önce kendini pagan kültüre göre kutsarken artık Hristiyanlık adına kutsamaya başlar. Hristiyanlık, bugün artık ‘kültürel bir aidiyet’ten başka bir şey değildir. Ruhaniyetini kaybetmiştir. Seremoni/tören ve ritüel/ayinlerden ibaret bir gelenekten söz ediyoruz. Yahudilik zaten kendini ırkına hapsetmiş bir başka gelenektir.” (Abdurrahman Dilipak, Yeniakit, 21 Haziran 2016) 

Hristiyanlığın vahiy anlayışı İslam’ınkinden çok farklıdır. Orijinal vahyin korunamaması durumundan dolayı daha esnek ve gevşek bir vahiy inancı benimsenmiştir. Bir taraftan ‘metinler tanrı sözü’ kabul edilirken, diğer taraftan ‘İncil yazarlarının hürriyetinden, kendi kültür seviyelerine göre vahyi aktarmalarından, tanrının bu özel kültür vasıtası ile sesini işittirmesinden’ bahsedilir!

Meşhur bir Hristiyan alimi olan ‘Yesûu’l-Mesih’ kitabının yazarı Pavlus İlyas, İncil yazarlarının hatalarından, gafletlerinden bahsetmektedir: Markos, Matta ve Luka gibi yanlış anlamaz. Luka, Matta ve Markos gibi yanlış anlamaz.” (P. İlyas, Yesûu’l-Mesih, s. 27-28; A. Şelebi, el-Mesihiyye, s. 180) “İnciller bağlantısız ve zıtlıkların giderilmesi imkansız gibi görünen edebiyat manzumesidir.” (Bucaille, s. 126)

İnciller tanrı esinlemesi mi konsillerin seçmesi mi? Daniel Wickwire’in ‘Kutsal Kitabın Değişmezliği’ adlı kitapta, “Roma Katoliklerinin ağırlığını ortaya koymasıyla Trent Konsili’nde Latince Vulgata’nın tek otantik nüsha olarak kabul edilmesi üzerine, Katoliklerle Doğu Ortodoksları arasında ayrılık meydana gelmiştir. Doğu Ortodoksları, otantik nüsha olarak Septuagint’i kabul etmiş, reform yanlısı Protestanlar ise, Eski Ahid kısmı olarak, Yahudi versionunu esas almışlardır.” diye yazmaktadır. Tabii yazar, her üç Hristiyan mezhebinin de farklı farklı bölümlerden oluşan 3 ayrı incil’e inandığını da eklerse, bu ayeti nasıl yorumlayacaktır acaba? “Bu kitaptaki peygamberlik sözlerini duyan herkesi uyarıyorum! Her kim bu sözlere bir şey katarsa, Tanrı da bu kitapta yazılı belaları ona katacaktır. Her kim bu peygamberlik kitabının sözlerinden bir şey çıkarırsa, Tanrı da bu kitapta yazılı yaşam ağacından ve kutsal kentten ona düşen payı çıkaracaktır.” (Vahiy 22: 18-19) Sadece Tevrat üzerindeki faklılıkları açıklayacak olursak: Tevrat’ın son 6 kitabı konusunda MS. 1612 Kudüs konsilinde Ortodokslar Katolikler’den farklı olarak 4 bölüm daha ilave etmektedir. Bu 6 kitap Katoliklerde 13 bölümden, Ortodokslarda ise 17 bölümden oluşur. Bunun sebebi, Ortodoksların Tevrat olarak, kendi dillerinde Yunanca ilk tercüme olan, yine 45 bölümden oluşan Septuagint’i esas almalarıdır. Bu durumda Katolikler, kendi dilleri Latince’ye tercüme edilen ve Yahudilerin Tevratı ile uyuşmadığı için çıkarılan (Ortodoksların kabul ettikleri) 4 bölüm hariç, 45 kitaptan oluşan ve Vulgate adını alarak yeniden düzenlenmiş olan, Kutsal Kitaptaki Septuagint’i esas almış olmaktadır. Bu durumda Katolikler ve Ortodoksların Tevrat Kanonu, Protestanlardan 6 kitap daha fazla olmaktadır. Protestanlar ise bu 6 kitabı bütün bölümleriyle reddetmektedirler. Sonuçta Protestanların kutsal kitabı 66 bölüm (Tevrat 39, İncil 27 bölüm), Katolik ve Ortodoksların ise 72 bölümdür. (Tevrat 45, İncil 27 bölüm) Ayrıca Katolikler ve Ortodoksların, Protestanlarla olduğu gibi kendi aralarında da farklılıklar (6 kitap arasındaki 4 bölüm) bulunmaktadır. Yine Daniel Wickwire, ‘Apokrifa Kitapları Nedir?’ adlı çalışmasında, “İncil’de, İsa ve elçileri tam 2.559 kez Tevrat, Zebur ve peygamberlerden alıntılanma vardır. Bunlardan hiçbiri Apokrifik bir kısımdan alınmış değildir. Mesih ve elçileri Apokrifa hakkında bilgi sahibiydiler, fakat İsa ve elçiler Apokrifa yazılarından bir kez bile alıntı ya da aktarma yapmamışlardır. Bu yazılarla ilişkisi olan bir peygamber bile yoktur ve bu kitaplar Tanrı esini olarak asla kabul edilemez. Erken dönem kilisesindeki misyonerler, Grekçe konuşan dünyada misyonerlik yaparken, Grekçe yazılmış olan Septuagint’ten alıntılar ve daha sonra Yahudiler tarafından kanon dışı olarak tanımlanan kitaplardan da alıntılar yapmaktan ve bunlara referans vermekten çekinmediler. Örneğin, kanonik İncil’deki Yahuda 14-16, apokrif Enok kitabından (Enok 1:19) alıntı yapmaktadır. Yakup 1:19, Sirak Kitabı 5:11 ve İbraniler 11:37’de, Apokrif The Martyrdom of Isaiah’ta (işaya’nın şahadeti) bulunmaktadır. Yuhanna’ya göre İncil’deki 7:38 ile Yakup 4:5’in kaynakları bilinmemektedir. (The New Catholic Bible) Bu sözler’in hiçbir Eski Ahid kitabında olmadığını belirtmektedir. Yine ayrıca “Tomas İncili dünya üzerinde bulunan kitaplar arasında Hz. İsa’nın sözlerini en doğru ve en eski yazılmış tek kitaptır.” görüşü resmi katolik görüşü iken, diğer incillerin esinti kaynağı ne peki diye sormamız gerekmez mi? Yine İncil’de, farklı İncil nüshalarına karşı mücadele izleri vardır: 10. Bölüm, Pavlus’un Korintlilere ikinci mektubu: 11. Bölüm, 4. ayet: Çünkü size gelen ve bizim tanıttığımızdan değişik bir İsa’yı tanıtanları pekala hoş görüyorsunuz. Ayrıca, aldığınız ruhtan farklı bir ruhu ve kabul ettiğinizden farklı bir müjdeyi kabul ederek bunları hoş görüyorsunuz.”

Ve bazı sorular: Binden fazla Ruhani ve yüzlerce İncil’in toplanıp tartışıldığı ve ancak 318 ruhani liderin kararı ile seçilen 4 İncil’in doğru kabul edildiği İznik konsiline kadar geçen 325 yılına dek yaşayan Hristiyanlar kafir mi idiler? O 4 İncil dışındakilere iman edenlerin durumu nedir? Ya 700’den fazla dini liderin savunduğu görüş ve kitaplar, onların yolundan gidenlerin hali ne olacaktır? Tek tanrıya inanan Airus’u kim öldürmüştür? Konsüle baskı ile 4 İncil kararını aldıran ve eski putperest öğeleri içinde barındıran bu yeni inanışın temellerini attırtan Roma imparatoru Kosttantin’in, Kayseri Piskoposu olan ve tarihçilerin sultanı olarak adlandırılan Eusebius tarafından dile getirilen ‘Kosttantin’in mecusi olduğu ve ancak ölürken vaftiz edildiği’ görüşüne Hristiyan din alimleri ne diyeceklerdir? Günümüz İncil’lerinin sağlamlık yönünden bırakın Kur’an’ı, hadislerle bile boy ölçüşemeyeceği görüşünü dile getiren Batılı yazarlara Hristiyanlar ne cevaplar vereceklerdir?

İnanç esasları

Tecessüd (incarnation) inancı: Tanrının bedenleşmesi, cisim olarak maddileşmesi konusu Yuhanna 1,1-1,14’de: “Kelam (Hristiyanlığa göre Hz İsa, baba tanrının konuşma sıfatının et kemik bulmuş halidir) eden olup aramızda yaşadı.” ifadeleri bulunur. Diğer üç İncil’de bu konuda bir delil yoktur. Sadece Pavlus’un mektuplarında buna benzer ifadeler vardır. (I. Timoteosa, 3, 16; İbranilere, 2,15) W. Durant’ın dediği gibi Yuhanna İncil’i, ‘Peşin bir fikirle hareket etmektedir. Diğer üç İncil’e muhaliftir. Araştırmacılar bu eserin Yuhanna’ya ait olmadığını ileri sürer.’ (The Story of Civilization XI, s. 209) Bu cisimlenme konusunda 1977 yılında Londra’da İlahiyat Fakültesi profesörlerinden altı kişi (Don Cupitt, M. Goulder, L. Houlder, D. Nineham, M. Wiles, F. Young) ortaklaşa bir eser yazarlar: The Myth of God Incarnate (Tanrının cisimlenme efsanesi) Özetle; İsa’nın tanrının seçtiği bir insan olduğunu, bunların birbirine karıştırılmaması gerektiğini, teslisin bir şiir ve mitoloji gibi algılanması gerektiğini sonucuna ulaşılır. (New York Time, 27 Şubat 1978) Kitabın yazarlarından Birmingham Üniversitesi teoloji profesörlerinden John Hick, İsa’nın, tanrının cisimlenmiş hali olması iddiası ile Buda’nın Budist felsefedeki konumunu kıyaslar ve Buda’nın Mutlak Hak ile birleşmesi ile İsa’nın tanrı ile bir olduğu iddiası arasındaki bağlantıya dikkat çeker. Kitabı Mukaddes’te cisimlenme inancının tek geçtiği yer, Yuhanna, 1,4 cümlesidir. Resullerin işlerinde ise, İsa’nın tanrı olmadığı, seçkin bir kul olduğu ifade edilmektedir. Kesin olan tek şey, İsa’nın bir anneden doğduğu ve diğer insanlar gibi bir hayat sürdüğüdür. E. Renan da, İsa’nın tanrı ile bir olduğunu iddia etmediğini, ilk üç İncil’de de buna dair bir kanıt olmadığını söylemektedir. (İsa’nın Hayatı, s. 183) H. G. Wells de, Pavlus’un ne İsa’yı ne gördüğü ne de ondan bir mesaj aldığını, Yahudilik ve Mitra dinlerini çok iyi bilen Pavlus’un birçok fikirleri Hristiyanlığa naklettiğini, İsa’nın kendini kurban etmesinin ise, daha önceki milletlerde görülen kurban tanrı inançlarından alındığını söylemektedir. (A. Short History of the World, s. 170-178) Yani özetle, “O zamana kadar ilahlar topluluğuna inanmış olan insanların Hristiyanlığı daha kolay kabul edebilmelerini sağlamak için dinde değişiklikler yapılmıştır.” (Ali Ömer, Hristiyanlığı terk ederek İslamiyet’i kabul edişimin sebepleri, s. 15) Şirk dolu ortamda, Pavlus’un, İsa’nın tanrılığı fikri rahatlıkla kabul görmüş ve ilk üç asırda, baskı altındaki bu din aslını  değiştirilmiştir. Arius, ‘Tanrı yalnız babadır, oğlu mahluktur.’ görüşüne sahipti. “Ama Konsilde 2048 din adamından 318 delegenin dediği kabul edilir.” A. Davud haklı olarak sorar, ‘Luka, işlerin şiddetlendiği her zaman Ruhu’l Kudüs’ün inip din adamlarını yöneteceğini yazıyordu, Acaba neden İznik Konsiline inmemiştir?’ (el İncilu ve’s-salib, s. 32) Sonuçta Arius ve bazı din adamları öldürülür ve imparatorun baskısı ile şu karar alınır: ‘İsa hak tanrıdır, her şeyi yaratan baba ile aynıdır, eşittir.’ Dikkat çeken bir husus da baba ve oğuldan bahsedilen bu metinde Ruhu’l Kudüs’ün tanrılığından hiç bahsedilmemesidir. Ancak 381 yılında Ruhu’l Kudüs teslise ilave edilir. (A. Hatib, el-Mesih, s. 251-252) 533’teki konsil ile nihai sonuca ulaşılır: “Üç parçadan oluşan tek tanrıya tapınılmalıdır.” (D. Masson, Le Coran et la revelation judeo-chretienne, I/90) ‘Ya peki daha eski tarihlerde Hristiyanlığa inananlar, eksik bir inançta mı idiler?’ Gibi birçok soru ortada kalmaktadır.

Teslis

“Üçleme” anlamındaki teslis kelimesi, İslam geleneğinde Hıristiyanlığın üç unsurlu (baba-oğul-kutsal ruh) ilâhlık anlayışını ifade eder. (DİA, Teslis maddesi) “Havarilerin tebliğinde teslis yer almaz.” (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 98) Hristiyanlarca yazılan eserlerde, tanrının sıfatları da açıkça yer almamaktadır. (About the Myth of God Incarnate, s. 29) “Pavlus’un tavrında ısrarı, İsa’nın gerçek havarilerini ve bağlılarını öfkelendirmişti ve bunları, kutsal kitabında da (Elçilerin işleri, 21 /17- 40) anlatıyordu.” (Adnan Şensoy, s. 82) Teslis, büyük ölçüde “Kahramanları tanrılaştırma” kültürünün yansımasından başka bir şey değildir. İsa’dan bin yıl önce de Brahma-Vişna-Şiva şeklindeki teslise yine ayrıca,  MÖ. 331’de İskenderiye’de Sirabis-İzis-Horus üçlemesi zaten bir inanç şeklinde eski Mısır, Asur, Babil, İran, Hint, Çin gibi ülkelerde yaygın olarak bulunmakta idi. (A. Şelebi, Edyanul alemil kübra, s. 18; el-Mesihiyye, s. 144, A. Short History of the World, s. 166) İskenderiye’de ise ortaya çıkan Yeni Eflatunculuğun kurucusu Plotin de Tek-Akıl-Nefs üçlemesi yapıyordu. İskenderiye okulunun temsil ettiği Yunan felsefesini iyi bilen Pavlus Hristiyan dinine girince, tevhid dini olan Hristiyanlığı teslis dinine çevirmiştir. Luka zaten Pavlus’un yoldaşı idi. Matta ve Yuhanna’ya isnat edilen incillerde Pavlus’un öğrencileri tarafından yazılmıştır.

Hatta Katolik yorumcuları, “günahların bağışlanması” ifadesinin bile Pavlus tarafından İncil’lere ilave edildiğini belirtmektedirler. (P. Benoit, M.E. Boismard, Synopse des quatre Evangiles, s.11, 385)

Havariler İbranice konuşurlardı ama bu inciller latince yazılmıştır. Markos incilini yazan kişi ise, Pavlus’a bağlı dualist bir Yahudi filozoftu. (Ali Çankırılı, Batıda İlmi Skandallar, s. 180) Mezopotamya dahil birçok yerde bir takım tanrılara inanılırdı. Temmuz, Mitra gibi. Bunlar bir mevsimde ölür başka mevsimde dirilirlerdi. ‘Bunlar birçok yönden insana benzer tanrılardı.’ Ayrıca mesela, Frigya tanrısı Attis için din mensupları mistik bir yemeğe katılır ve sonra şöyle derlerdi: Sendurdakileri ‘yedik’, sancdakileri ‘içtik’, böylece Attis’e uyanlardan olduk.” Bazı deliller göstermektedir ki bu iki alete konan yiyecekler ‘ekmek’, kutsal balık eti ve ‘şarap’ idi. Attis ‘buğday’ı temsil ederdi. “Ele verildiği gece, Rab İsa eline ekmek aldı, şükredip ekmeği böldü ve şöyle dedi: “Bu sizin uğrunuza feda edilen bedenimdir. Beni anmak için böyle yapın.”  Aynı biçimde yemekten sonra kaseyi alıp şöyle dedi: “Bu kase kanımla gerçekleşen yeni antlaşmadır. Her içtiğinizde beni anmak için böyle yapın.” Bu ekmeği her yediğinizde ve bu kaseden her içtiğinizde, Rab’bin gelişine dek Rab’bin ölümünü ilan etmiş olursunuz.” (Korintliler/11, 23-26) Teslis tabiri ilk kez Antakyalı Theophile tarafından kullanılmıştır. “325 senesinde İznik’te bir sürü kitap ile insanlar toplanıyor ve hangisinin ilahi vahiy eseri olabileceğine karar veriyor. Seçilen dört kitap ise birçok hususta birbirinden ayrıdır, biri diğerine uymamaktadır. İlk orijinal nüshaları da elde bulunmamaktadır.” (Kerim Aytekin, Misyonerlere kanmayın, s. 120) “En eski el yazması İncil’in tarihinin II. yüzyıl başlarıdır ve bu, İncil’in çok küçük bir parçasıdır.” (Prof. Dr. Eva de Vitray Meyerovitch, İslam’ın Güler yüzü, s. 45) “325 yıl boyunca, standart bir kutsal kitabı olmayan Hristiyanlar, İznik Konsili’nde bu konuyu da bir sonuca bağlamıştır. İlk kuşak Hristiyanlar 4 İncil’den açık ve seçik bir biçimde söz etmemektedir.” (Adnan Şensoy, s. 94) “Hz. İsa’nın dili İbranice ise de, Hristiyan kutsal metinleri Yunanca (Grekçe) yazılmıştır.” (Adnan Şensoy, s. 100) “İsa, Aramca ya da İbranice konuşmuştur, ancak İnciller Yunanca yazılmıştır.” (Adnan Odabaş, s. 13)

“Kutsal Ruhun tanrılığı 381’de İstanbul’da toplanan konsilde karara bağlanmış, böylece Teslis (Trinite) inancına ulaşılmıştır.” (Adnan Şensoy, s. 95)  Kilise, kurumsallaşmış İsa’dır. (Adnan Odabaş, s. 13) “325 İznik Konsilinde baba ve oğul aynı cevherden ilan edilirken,  533 yılında toplanan Konstantinopolis Konsilinde ise 3 unsur tek tanrı inancı kabul görür.” (D. Masson, Le Coran, I/90) Teslis büyük ölçüde kahramanları tanrılaştırma şeklindeki yaygın şirkten kaynaklanmıştır. MÖ. 331’de İskenderiye’de ‘Sirabis-İzis-Horus’ üçlemesine tapılırdı. Bunlar ayrı ayrı tanrı kabul edilmiyor, ‘tek tanrının üç durumu’ olarak kabul ediliyordu. (H. G. Wells, A. Short History of the World, s. 166) L. Gautier ve birçok araştırmacı, Hristiyan teolojisinin Yunan felsefesinden ve özellikle Yeni eflatunculardan fazlasıyla etkilendiklerini söyler. (el-Medhal ila D. F. İslamiyye, s. 93) Eğer üçlü tanrı inancının tanıtılması gerekiyorsa, aslında bunu bizzat İsa’nın yapması gerekirdi ve sonrakilere bırakmazdı. Halbuki O, “Çekil şeytan, Yalnız Allah’a kulluk edeceksin.’ diye yazılmıştır” (Matta, 4, 10) demektedir. A. Davud, Hristiyan tanrılarının hiçbirinin tek başına kamil, mükemmel olmadığını, bunun da bir noksanlık işareti olduğunu ifade eder. (el- İncil, s. 21) Bu üç parçadan biri nasıl olmuşta Meryem’in karnına girmiş, insan şeklini almıştır? Bu çokluğa delil olmaz mı? (el- Hatib, el-Cevabus-sahih, II/ 37) Halbuki “Hiç kimse, iki efendiye kulluk edemez!” (Matta, 6-24) “Hz İsa’nın çarmıhta öldürüldüğü de kabul edildiğine göre, o ölü iken kainatın devam ve bekası, tanrısız/eksik tanrı ile nasıl mümkün olabilmiştir?” (Bir Amerikalının Müslümanlık hakkındaki 23 sualine cevaplar, Diyanet yayınları, Ankara 1959, s. 9) Halbuki Hristiyan inancına göre İsa kendi arzusu ile asılmıştı! Ayrıca Baba tek başına tanrı değildir, ancak diğer iki parçaya izafe ile tanrıdır. Bir çocuk gibi ihtiyaçları olup büyütülen bir kişi hiç ilah olabilir mi? Hiç bir peygamber de baba, oğul, kutsal ruh üçlemesinden bahsetmemiştir. (Hatib, el-Cevabus-sahih, II/ 253) “Babanın sağ tarafında oturduğu iddia edildiğine göre, bu da Baba’dan bir ayrı varlık olduğu kabul edildiği anlamına gelmez mi” (Bir Amerikalının Müslümanlık hakkındaki 23 sualine cevaplar, Diyanet yayınları, Ankara 1959, s. 9) “Hz ‘İsa Allah’ın sağındadır, oradan canlıları ve ölüleri yargılayacaktır’ denildiği zaman, bu, onun babasından ayrı olduğu manasına gelir.” (Prof. Dr. Eva de Vitray Meyerovitch, İslam’ın Güler yüzü, s. 65) “Hz İsa sonradan dünyaya geldiğine ve üçlemede Hz İsa’nın da bulunması zorunlu olduğuna göre, bu bir eksiklik işareti olmaz mı? Tanrı inancına zarar vermez mi?” (Bir Amerikalının Müslümanlık hakkındaki 23 sualine cevaplar, s. 7) İsa iki bin yıl önce yoktu, sonradan doğdu. Bu bir ilave olmamakta mıdır? İncillerde İsa’nın ‘istemeden çarmıha gerildiğini’ ifade eden ayetler de vardır. (Matta 27, 46; Markos, 15,34) Hristiyanlar içinde de Hz İsa’nın çarmıha gerilmediğini kabul eden mezhepler de vardır. Cerinthi ve Tatianos mezhepleri gibi. İlk Hristiyanlardan Cerinthian’lar ve daha sonra Basilidian’lar, Hz İsa’nın dirilişini de kabul etmezler. Çarpoçratian’lar da çarmıha gerildiğini reddederler. “Katharlar, 11. yüzyılda ortaya çıkmışlar ve Katolik kilisesine karşı gelmişlerdir. Üçlü tanrı inancını reddetmiş ve çarmıh olayını kabul etmemişlerdir. Pek çok mensubu engizisyon mahkemeleri sonucu öldürülmüştür.” (Prof. Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 187) “İlk Hristiyan topluluklarından birisi olan Ebyonitler, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmediğini, fakat onun yerine bir benzerinin çarmıha gerildiğini söylemeleridir.” (S. Akdemir, Hristiyan Kaynaklara ve Kur’an-ı Kerim’e Göre Hz. İsa, s. 75) Sorbonne Üniversitesi Dinler tarihi bölümü Hristiyanlık tarihi profesörü Guignebert, ‘Haça gerilme olayının İncillerde yazılmasından önce, müminlerin hatıralarında pek belirgin olmadığını da’ ifade etmektedir. (Charles Guignebert, Le Chiristianisme antique, s. 29) Hazreti İsa çarmıha gerilmedi. Dünyada büyük yankı uyandıran ve Hıristiyanlığın tarihini değiştirdiği söylenen Da Vinci Şifresi kitabının yazarı Dan Brown Hürriyet gazetesine konuştu. Brown, “Hazreti İsa’nın çarmıha gerilmediğini gösteren kanıtlar var” dedi. (Hürriyet, 10.12.2009)

Hz İsa’ya Kudüs’te ilk inananlar katışıksız Yahudi olup diğer Yahudilerden tek farkları, onun Mesih olduğuna inanmaları idi. Yunan Yahudileri ise hayatlarının çoğunu Yunan şehirlerinde geçiren kimselerdi. Sadece hac ve bayram için Kudüs’e gelirlerdi. Şirk diyarında yaşayan bu insanlar, onlardan etkilendikleri kadar çevrelerini de bu yeni dinlerine davet ederler ve böylece Antakya kilise’si doğar. İlk Hristiyan (Mesihi) adı da burada ortaya çıkar. Zamanla bu mesih kavramı yerine ‘efendi-rab’ kullanılmaya başlanır. Halbuki aynı dönemlerde el-Celil’deki İsa ashabı, İsa ve dediklerine iman ve büyük Yahudi mabedi ile irtibatlı bir hayat sürdürüp, Yahudi kurallarına saygı göstermekte idiler. Bu iki kesimden ne yazık ki, Helenistik-Yunan tesirindeki taraf galip gelir. Pavlus’un çevresinde zaten ölüp dirilen tanrılar inancı mevcuttur. Duyduklarını kendine göre yorumlayıp kabul eden Pavlus, saf İsa inancı olan el-Celil Hristiyan anlayışı ile değil, Yunan ruhu ile boyanmış bir Mesihlik inancını yayar. Pavlus mutaassıp bir yahudi idi, yeni dininde de mutaassıp olmuş ve E. Renan’ın ifadesi ile, ‘O sadece taassubunun konusunu değiştirmiş’ (E. Renan, Havariler, s. 183) bulunmakta idi. Pavlus, görevine Kudüs’te başlamadığı gibi, oniki havariden de bilgi ve icazet almamıştır. Zaten onun hiç bir insanın irşat ve nasihatine ihtiyacı yoktur!  ‘Ben İncili insandan almadım, fakat İsa Mesih’in vahyi ile aldım. Tanrı, milletler arasında onu anlatayım diye kendi oğlunu bende keşfetmeye razı olunca, Kudüs’e havarilerin yanına gitmedim’ (Galatyalılara 1, 10-17) Yahudilerin Yunan düşüncesi ile bağdaşmayan bazı kuralları ortadan kaldırılır. Hristiyanlık artık Yahudilikten ayrılmıştır. Pavlus, her tarafı memnun edecek bir yorum bulmaya çalışır. İsa’yı rab ilan eden bu yeni din, tanrılar arasında derecelendirmeyi kabul eden Yunanlılarca kolayca kabul edilir. Saf Yahudi Hristiyanlar Pavlus’a karşı çıkarlar. İkinci asırda Hristiyanlık iki yola ayrılır. Üçüncü asırda ise bu ‘yeni Hristiyanlık’ tüm Yunan’da yaygınlaşır. Bu yeni sentez, esnekliği sayesinde bu topraklara yerleşir ve artık asli özelliklerini yitirip tanımaz hale gelir. İnanç esasları kadar ibadet kuralları da zamanla yeniden şekillenir. İlk zamanlarda Hristiyanlığa en zorlu direnme, kırsal kesimden gelmiştir Buralarda mahalli tanrılar ve büyücülük destekli eski inanç ve adetler yaygındı. Hristiyanlık, tazim edip büyüklediği kendi şahsiyetlerinin heykellerini, köylülerin alıştığı yerel küçük tanrısal şahısların yerine koyar. Bu da dinin yayılmasını kolaylaştırır. Artık Roma ileri gelenleri, yeni dine girerken eski öğrendiklerini terk etmiyorlardı. Hayatlarının birçok yönü, hala eski putperest şekliye devam eder. Mesela, İsa’nın tanrı ilan edilmesi, Meryem dahil birçok azize tapılması gibi “neredeyse çok tanrılı bir din ortaya çıkmış olur.” (Charles Guignebert, Le Christianisme antique, s. 187) “Havariler putlarla dolu kiliseleri görseler, buna felaket gözü ile bakarlardı.” (Charles Guignebert, Le Christianisme antique, s. 182) Günlük ibadetler bırakılıp sadece pazar ayinlerine gitmekle ibadet görevi kolaylaştırılır. Artık Roma hayatına Hristiyanlık elbisesi giydirilmiştir. Tüm bu gelişmelere karşı çıkanlarda vardı. Bu ortamda dördüncü asırda tüm bunlara tepki olarak manastırlar ortaya çıkar, insanlar kendilerini toplumdan soyutlar.

İncil’de ‘Baba, oğul’ mecazi anlamda kullanılmış ve bu mecaz zamanla asıl anlam gibi algılanmış olabilir mi?

“Baba tabiri gerçek manada değildir. İncil’lerde, Cenabı Hakkın insanların da babası olduğu yazılmaktadır. “Ne mutlu o sulh edicilere! Çünkü onlar Tanrının oğulları diye çağrılırlar.” (Beşinci Bab, Matta,  9. fırka) “Ta ki, (babanızın) evladı olasınız.” (Beşinci Bab,45. fırka) Oğulluğun Hz. İsa’ya özel okunmasında bir münasebet/alaka görülemez.” (Adnan Şensoy, s. 169) Evet, aslında ‘Tanrının oğlu, sevgili oğlum’ ifadeleri mecazidir. Yahudiler hakkında Tevrat’ta da ‘Siz rabbin oğullarısınız’ (Tesniye, 14,1) denilmektedir. Tıpkı İncil, Matta 5, 9’da olduğu gibi! Aynı kullanım çeşitleri, Yuhanna, 12; Luka 6, 36’te de görülür: “Sizde ışık varken ışığa iman edin ki, ışık oğulları olasınız.”; “Alacağınız ödül büyük olacak, Yüceler Yücesi’nin oğulları olacaksınız.” İncil yani “Yeni ahitte Baba ifadesinin ‘tüm kulların Tanrısı’; Oğullar ifadesinin ise ‘sevgili kullar’ anlamında defalarca kullanıldığı görülmektedir.” (Caner Taslaman, Neden Müslüman’ım? s. 153) Tanrı tüm insanların babası; Rabbi’dir. Hristiyanlar İsa (as) söz konusu olunca baba, oğul kelimelerini hakiki manalarında, diğer insanlar söz konusu olunca mecazi manalarda anlamaktadırlar. Bu ayırımın sebebi nedir? “Kitabımı Mukaddes’te biricik oğul ifadesi Hz Adem ve Hz Davut hakkında da kullanılmaktadır.” (Abdullah Tercüman (Anselmo Turmeda), Hristiyanlığa Reddiye, s. 11) “Peder/baba, hakiki manada olmayıp yöneten ve koruyan anlamındadır.” (Bir Amerikalının Müslümanlık hakkındaki 23 sualine cevaplar, Diyanet yayınları, Ankara 1959, s. 9) “Kitabı Mukaddes’te oğul kelimesi salih kul anlamında kullanılmıştır.” (Mevcut kaynaklara göre Hristiyanlık, s. 188) Zaten Pavlus bile, aslında oğlu olmayan Timoteos hakkında, “sevgili oğlum” ifadesini kullanmıştır. (I. Koristoslulara 4, 17) Şurası da önemli bir husustur ki, Hz İsa kendi hakkında ‘tanrının oğlu’ tabirini kullanmamıştır. Bu tabiri Yunan kültüründen etkilenen Hristiyanlar kullanmıştır. (Charles Guignebert, LeChiristianisme antique, s. 39) Bu sıfatı önce Pavlus, sonra 4. İncil yazarı Yuhanna kullanmıştır. İbranicedeki ‘Tanrının abd/kulu’ kelimesi, Yunancada çoğu kez çocuk  (Xaıs Tou Oeou) kelimesi ile tercüme edilmiştir. Çocuk kelimesinin oğul’a dönüşmesi zor olmamıştır. Tanrı’nın oğlu kavramı, Yunan fikir dünyasından doğmuş ve zamanla Hristiyan olanların çoğu, dini tam öğrenme imkanı bulamadıklarından, eski inançların çoğunu dini renge boyanmıştır. (M. Ebu Zehra, Muhadarat, s. 31-37) “Daha önceki dinlerde, özellikle İbranicede Allah’a rahman ve rahim anlamlarından mecaz olarak baba denilmesi caiz idi. Hz İsa’da vaazlarında bu tabiri bu anlamda kullanmış olabilir. Ama sonradan bu kelime asıl anlamı ile kullanılarak suistimal edilmiştir.” (M. Hamdi Yazır, Hak Dini, II/1632) “Günümüzdeki üniteryan bazı kiliseler, ilahi kimliği olmayan İsa anlayışına sahiptir. İslam Yahudilik ve Hristiyanlığı kucaklar ve birbirine bağlar.” (Taslaman, s. 154) Tarihte, Ludwig Hetzer, Mıchael Servetus, Socinianizm kurucusu Faustus Socinus, jhon Locke, Samue] Clarke bu akımın öncüleri olmuşlardır! “Nesturi Hristiyanları bugünkü 4 İncili benimsememiştir. Dört İncilin seçimi, içinde siyasetinde olduğu bir tercihtir. Bu tercih, ilahi bir tercih değildir.” (Taslaman, s. 165)

Bir çok meşhur ilahiyatçı, insanlaşmış Tanrı’nın bir mit (efsane) olduğunu ortaya koymuştur. John Hick, bu ilahiyatçıların araştırmaIarını ‘The Myth of God Incarnate’ adli eserde bir araya getirmiştir.

İsa (as) Allah’ın kulu ve Resulüdür

“Müjdeyi iletmek için beni gönderdi.” (Luka 4) “Oralarda da ‘tanrı sözünü’ duyurayım. Bunun için çıkıp geldim.” (Markos-1) “Bunun için ne söylüyorsam, ‘Baba’nın bana söylediği gibi’ söylüyorum.” (Yuhanna 12) “Bu öğretinin ‘Tanrı’dan’ mı olduğunu, yoksa kendiliğimden mi konuştuğumu bilecektir.” (Yuhanna 7) “Ben ‘O’ndan işittiklerimi’ dünyaya bildiriyorum.” (Yuhanna 8) “İşittiğiniz söz ‘benim değil’ beni gönderen Baba’nındır.” (Yuhanna 14), İsa Havarilere hitaben: “Sizi kabul eden. Beni kabul etmiş olur. Beni kabul eden, ‘beni peygamber olarak göndereni’ kabul etmiş olur. Bir peygamberi peygamber olduğu için kabul eden, peygambere yaraşan bir ödül alacaktır.” (Matta 10:40-41), “İbrahim oğlu, Davut oğlu İsa Mesih’in soy kaydı şöyledir.” diye başlar ve 16. ayete dek liste sürer. (Matta 1:16)  O insan olmasa idi, atalarından nasıl bahsedilebilirdi ki?! Bir gün bir kimse İsa’ya “Ey iyi ve hayırlı öğretici!” diye hitap ettiğinde İsa ona “Bana niçin iyi diyorsun? İyi ancak Allah’tır.” (Matta 19:16-17) Kendi tanrı olsa idi, kendisini de iyi sıfatı ile vasıflandırması gerekirdi. Mesih, gözlerini semaya kaldırıp yegane/tek yaratıcı olan Allah’a dua ile  “İnsanlara senin biricik yaratıcı olduğunu ve beni peygamber olarak gönderdiğini bilmek vaciptir.” (Yuhanna, 17:1-3. Ayrıca; Matta 21. Bab, 10-11. Fıkralar; 27. Bab, 35. Fıkra; 13. bab 53, 54, 57 ve 58. Fıkralar; Bir Amerikalının Müslümanlık hakkındaki 23 sualine cevaplar, s. 11)

Markos 4:38: “Öğrenciler teknenin kıç tarafında uyuyan İsa’yı uyandırdılar.” Tanrı’nın üçte biri uykuda iken, evrenin yönetiminde bir eksiklik oluyor mu idi?!

“İblis aynı şekilde İsa’yı çok yüksek bir dağa çıkarıp O’na tüm görkemleriyle dünyanın bütün ülkelerini gösterdi. Yere kapanıp bana taparsan, bütün bunları sana vereceğim’ dedi.” (Matta 4:8) Eğer Hz İsa peygamber değil de tanrı olsa idi şeytan ona bu teklifle nasıl gelebilirdi ki?! O Zaten her şeyin sahibi tanrı değil midir?! İsa neden bu teklife, ‘Asıl sen bana tap, ben tanrıyım demedi de, “Tanrın olan Rab’be tap, yalnız O’na kulluk et’ diye yazılmıştır.” (Matta 4:10) diye cevap verdi? Bu cevap bile O’nun ‘kul’ olduğunun ilanı değil midir?! Halbuki o direk ‘Kul etmekten’ bahsetmektedir!

Hristiyan amentüsü (Özetle), ‘Ben, Baba tanrıya ve Rabbimiz İsa Mesih’e inandım.’ şeklindedir. Hristiyanlıkta İslam’da olduğu gibi bir tanrı inancı yoktur. Baba olan figür sadece oğul ile bağlantılı olduğu için vardır ve onunla irtibatı kadar önemsenir. Hristiyanlıkta aslı olan oğuldur: “Baba kimseyi yargılamaz, bütün yargılama işini Oğu’a vermiştir.” (Yuhanna 5:22) Halbuki İsa, İncil’e göre bile Allah’ın resulüdür: Luka 6:12: “O günlerde İsa, dua etmek için dağa çıktı ve bütün geceyi Tanrı’ya dua ederek geçirdi.” Yuhanna 6, 14; 7, 16: ‘Gerçekten, dünyaya gelecek olan peygamber budur.’ Matta 12-18: “İşte benim seçtiğim kulum”; Luka 24-19: “Kudretli bir ‘peygamber’ olan Nasıralı İsa.”  İşte bu nedenle “İstanbul patriği olan Makdonyas, Hz İsa’yı bir kul, bir elçi ve bir peygamber olarak kabul ediyordu.”  (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 3/199)

“Ey kitap ehli. Dininizde aşırı gitmeyin. Allah hakkında yalnız gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih Sadece Allah’ın peygamberleridir.(Allah) üçtür demeyin, bundan vazgeçin.” (Nisa, 171)

  1. Mukaddes’te (İncil-Tevrat-Zebur) tanrının özellikleri

Yorulan: “Ve tanrı yaptığı işi yedinci günde bitirdi ve yaptığı bütün işten yedinci günde istirahat etti, dinlendi…” (Tekvin 2/2-3, Çıkış 31/17) Kim dinlenir, tabii ki yorulan tanrılar!

Pişman olan, acı duyan: “Ve Rab yeryüzünde insanı yarattığına pişman oldu ve yüreğinde acı duydu.” (Tekvin 6/6) Kim acı duyar, pişman olur? Hata, yanlış yapan Teslisin tanrısı!

Güreşte yenilen: ” Ve Yakup, seher sökünceye kadar bir adamla güreşti. (adamı yenince) adam Yakup’a dedi: Adın nedir ? Yakup. Yine adam ona, “artık sana Yakup değil, ancak ‘İsraildenecek çünkü insanlarla ve Allah ile uğraşıp onları yendin.” (Tekvin 33/24-29) Son tahlilde Yahudiler tanrılarının güreşte yenildiğine (Tekvin 32/22-32) Hristiyanlar ise çarmıhta öldürüldüğüne (Markos 15/26) inanır.

Korkak : “Ve rab derede oturanlar, kovamadı, çünkü ‘demirden savaş arabaları’ vardı.” (Hakimler 1/19)

Kinci: “Rab diyor, seninle milletleri, atı ve binicisini, cenk arabasını ve binicisini, erkeği ve kadını, kocamış adamı ve genci, genç adamı ve ere varmamış kızı, çobanı ve sürüsünü, çiftçiyi ve çiftini, valileri ve kaymakamları kıracağım.” (Yaremya 51/20-26)

Sarhoş: “Şaraptan bağıran yiğit gibi uyandı tanrı ” (Mezmurlar 79/65)

Öfkeli: “Çünkü rab öfkelenmişti. Burnundan duman yükseldi, ağzından ateş yiyip bitirdi.” (Samuel 22/8-9)

Uyuyan: ” Kalk, uyan niçin uyuyorsun ya rab” (Mezmurlar 44/23)

Tanrı Uykuda: Katoliklerin ruhani lideri Papa 16. Benediktus, Aziz Petrus Meydanı’nda son kez halkın önüne çıktı. Kiliseyi bu kadar canlı gördüğü için duygulandığını da ifade eden Papa, göreve geldiği 2005 yılından beri omuzlarına ağır bir yük bindiğini söyleyerek, “Bu dönemde Tanrı bana her daim yol gösterdi” diyerek sözlerine şöyle devam etti: “Son dönemde Kilise’nin zor dönemleri de güzel dönemleri de oldu. Sular dalgalıydı, rüzgar ters esiyordu ve ‘Tanrı sanki uykuda gibiydi’ ama ben her zaman Tanrı’nın bu teknede olduğunu biliyordum. Bu tekne Kilise’nin, benim değil.” (Enson haber, 27 Şubat 2013)

Mukaddes’te tevhid, Allah’ın bir olduğuna dair deliller

Markos 12, 28-32: ‘O, ‘birdir’, O’ndan ‘başka tanrı’ yoktur’; Yuhanna 20:17: İsa, Havarilere: “Ben babama ve ‘babanıza’, Allah’ıma ve ‘Allah’ınıza’ giderim”; Matta 5-9: “Ne mutlu sulh edicilere, çünkü onlar Allah oğulları çağrılacaklar”; Matta 6-14: “İnsanların suçlarını bağışlarsanız, semavi ‘babanız da’ size bağışlar.”; I. Yuhanna 5-19: “Biliriz ki biz Allah’tanız.”; Tesniye 4-39: “Yukarıda göklerde ve aşağıda yerde Rab, O Allah’tır ‘başka’ yoktur”; Tesniye 6-4: “Dinle ey İsrail: Allah’ınız Rab, ‘bir olan’ Rabtir.”; Tesniye 32-39: “Şimdi görün ki, ben O’yum, katımda ilah yoktur”; I. Samuel 2-2: “Senden başka ilah yoktur.”; I. Krallar 8-60: “Rab, Allah olan odur, ondan başka yoktur.”; İsaya 45-5,6: “Rab benim ve başkası yoktur, benden başka Allah yoktur.”

Adolf von Harnack, İsa’nın, rabbi tek tanrı olarak vasıflandırıldığını ifade eder. (Harnack, What is Christianity, s. 126) Markos 12,29 ‘Dinle ey İsrail, tanrımız olan Rab tek Rabdir.’ denir. Ayrıca, Yuhanna, 20, 17; Luka, 7, 16 da da benzer ifadeler bulunur. Teslise delil kabul edilen Matta 28, 19’un, eski nüshalarda bulunmayan sonraki bir ilave olduğu artık açıkça bilinmektedir. (J. Dheilly, Dic. Biblique, s. 1192; De Glasenapp, H. , Les cinq grandes religions du Monde, s. 303) Hristiyanlar teslise İncil’den iki ayet (Matta, 3/16-17, 28/19) delil olarak getirilir, o da zorlamadır. Zaten Matta 28/19’un da eski nüshalarda olmadığı, sonradan ilave edildiği ortaya çıkmıştır. (Dheilly, Dic. Biblique, s. 1192) Hz. İsa’nın tanrının oğlu olarak İncil’de bahsedilmediğini ileri süren Hristiyan yazarlar da vardır: E. Renan (İsa’nın Hayatı, s.183); W. Durant (The Story of civilizationXI/208); H. G. Wells (A. Shot History of the World, s. 170) gibi.

Kur’an’da Allah (cc) kendini nasıl tanıtır? “De ki: O, Allah’tır, bir tektir. Allah Samed’dir. (Her şey O’na muhtaçtır, o, hiçbir şeye muhtaç değildir.) Ondan çocuk olmamıştır (Kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir).” (İhlas, 1-4) “Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisinin de dengesi ve düzeni kesinlikle bozulur giderdi. Arşın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdığı her türlü çirkin vasıflardan uzaktır, yücedir!” (Enbiya, 22) “İnsanlar bütün ümitlerini yitirdikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini yayan O’dur. Gerçek dost ve koruyucu, her türlü hamde lâyık olan da O’dur. Gökleri, yeri ve oralarda üretip yaydığı canlıları yaratması O’nun kanıtlarındandır. O dilediği zaman onları bir araya getirme gücüne de sahiptir.” (Şura, 28-29) “Andolsun bize hiç bir zaman yorgunluk çökmedi.” (Kaf, 38) “O (Allah) görüleni de görülmeyeni de bilen, kendisinden başka tanrı olmayan Allah’tır. O, Rahman ve Rahim olandır. O, kendinden başka tanrı olmayan, hükümran, çok kutsal, esenlik veren, güvenlik veren, görüp gözeten, güçlü, buyruğunu her şeye geçiren, ulu olan Allah’tır. Allah müşriklerin (putperest, Yahudi ve Hristiyanların) ileri sürdüğü sıfatlardan (yorulan, yenilen vs.) münezzehtir. O, var eden, güzel yaratan, yarattıklarına şekil veren, en güzel isimler kendisinin olan Allah’tır. Göklerde ve yerde olanlar O’nu tespih ederler. O güçlüdür, her şeye hakimdir.” (Haşr, 22-24) “Yeryüzünde bulunanların hepsi fânidir. Azamet ve kerem sahibi rabbinin zâtı ise bâki kalır.” (Rahman, 26-27)

  1. Mukaddes’te peygamberler

Hz. Lut’a iftira: Lut’a iki kızı, şarap içirip sıra ile yanlarına girip, onunla yatıp, babalarından hamile kalırlar. (Tekvin 33-36) Hz Yahuda peygambere iftira: Gelini ile yatıp, hamile kalınca onun yakılmasını emretmiştir. (Tekvin 38/15-25) Hz Davud’a iftira: Bir komutanın karısı ile yatıp hamile kalınca, kocasını savaşa gönderip ölmesi için tezgah hazırlayıp, sonra da dul eşi ile evlenir. (I. Samuel 2-27) Ayrıca oğlu Amnon kız kardeşi Tamar ile zorla yatıp onu “alçaltır” (I. Samuel 13/1-39) Hz. Nuh’a iftira: Nuh’a oğlu tecavüz eder: Ve Nuh, çiftçi olmağa başladı ve bir bağ dikti, ve şaraptan içip sarhoş oldu ve çadırının içinde çıplak oldu. Ve Nuh, şarabından ayıldı ve küçük oğlunun kendisine yaptığını anladı ve dedi: Kenan lanetli olsun; kardeşlerine kullar kulu olacaktır.” (Tekvin 9/20-25) Ayrıca, Haşa, güya Harun, çok tanrıcılık yapmıştır. (Çıkış 32) ve Davud, cinayet işlemiştir. (II. Samuel, 14) Süleyman ise zinacı ve putperesttir. (I. Krallar 11) Bizzat ‘ben’ tüm bunları, kendilerini ‘İnanç turizmi’ ile ilgilenen kişiler olarak tanıtan 2 görevliye sormuş ve “Onlar da insan, bunlar normal, biz de bunları kabul ediyoruz.” cevabını kulaklarımda duydum!

Kitab-ı Mukaddes nasıl bir kitaptır?

İncil’lere göre çarmıha gerildiği sırada Hz. İsa, Allah’a şöyle isyan etmiştir: “Biri sağında, biri solunda iki haydudu onunla beraber haça gerdiler. Geçenler’ Vay! Sen ki mabedi yıkar, üç günde yaparsın, haçtan inerek kendini kurtar’ diye başlarını sallayıp ona söverlerdi. Aynı saatlerde başkahinler, yazıcılarla eğlenerek dediler: O, başkalarını kurtardı, kendisini kurtaramıyor. Dokuzuncu saatte İsa Yüksek sesle bağırdı: Eloi, Eloi! Lama sabaktani: ‘Allah’ım, Allah’ım! Niçin beni bıraktın?” (Markos 15:25-34) “Ben size diyorum ki, kimde varsa ona daha çok verilecektir. Ama kimde yoksa kendisinde olunan da alınacaktır. Üzerinde kral olmamı istemeyen düşmanlarıma gelince, onları buraya getirin ve gözümün önünde öldürün” (Lula 19: 26-27) “Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Ben barış değil, kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben oğula babasının, kızla anasının, gelinle kaynanasının arasına ayrılık sokmaya geldim. İnsanın düşmanları, kendi av halkı olacaktır.”  (Matta:10-34-36) “Kalça, karın, göbek yuvarlağı, göğüs, boyun, göz, saç, dudaktan vs bahseden bölümleri” (Neşideler neşidesi 7:1-13) dışında, Yahudi olmayanların yabani hayvan kabul edildiği (Tesniye 8/ 21-22), Fırat ırmağı civarının (Türkiye’nin güneydoğusu dahil!) tanrı tarafından Yahudilere verildiği (Tesniye 12/24), insanların kasaplık koyun gibi ölüm gününe hazırlanmayı emreden (Yaremya 13/3) ve insanları delik deşik edip çocukların yere çalınıp, karılarının kirletilmesini emreden (İşaya 13/15-16) ayetler, bu kutsal kitapta bulunmaktadır. “Yaratılış merdiveninde farklı basamaklar olduğunu herkes doğal olarak kabul eder; önce inorganik nesneler, bitkiler ve hayvanlar alemi, sonra konuşan yaratıklar ve hepsinin üstünde Yahudiler.” (Sources de la pense’e juive contemporaine, Siyonizm ve ırkçılık, , s. 49) “Ve Allah’ın Rab Yehova o milletleri senin önünden azar, azar kovacak, onları çabukça bitiremezsin yoksa senin üzerine kır hayvanları (Goyim)  çoğalır ve Yahova onların krallarını senin eline verecek.” (Tesniye Bab: 22/24) İsrailli haham Rabbi Shim’on: “Yahudi olmayanların en iyisi  mi; öldür. Yılanın en iyisi mi; beynini parçala.” (İsael Shahak, Jewish History, s. 78)

Matta (5: 29-30): “Eğer sağ gözün günah işlemene neden olursa, onu çıkar at. Çünkü vücudunun bir üyesinin yok olması, bütün vücudunun cehenneme atılmasından iyidir. Eğer sağ elin günah işlemene neden olursa, onu kes at. Çünkü vücudunun bir üyesinin yok olması, bütün vücudunun cehenneme gitmesinden iyidir.” : Gözünü haramdan sakındır, elini harama yaklaştırma değil; Kes, Çıkar, At! Luka (14:26): Hz. İsa şöyle buyuruyor: “Eğer bir kimse bana gelir ve kendi anasına, babasına, karısına, çocuklarına, kardeşlerine, kız kardeşlerine, hatta kendi canına buğzetmezse benim şakirdim olamaz.” Luka (12:49-52): Yine Hz. İsa şöyle diyor: “Ben dünyaya ateş atmaya geldim, eğer şimdiden tutuş-muşsa daha ne isterim. Dünyaya selamet getirmeye mi geldim sanıyorsunuz? Size derim ki hayır, fakat daha doğrusu ayrılık getirmeye geldim. Çünkü bundan sonra bir evde beş kişi olacak, üçü ikiye, ikisi üçe karşı ayrılacaklar.” Yuhanna İnciline göre Hz. İsa, insanlara şöyle hakaret etmektedir: “Neden söylediğimi anlamıyorsunuz? Çünkü benim sözümü dinlemiyorsunuz. Siz babanız iblistensiniz ve babanızın heveslerini yapmak istiyorsunuz.” (Yuhanna 8:43-44) Yeni Ahid’de dul kadınlar hakkında şu aşağılayıcı tabirleri kullanılır: “Genç dul kadınları reddet. Çünkü Mesih’e muhalif olarak nefsani hevslerine düştükleri zaman evlenmek isterler. Bununla beraber evleri gezerek aylak olmayı da öğrenirler, ancak yalnız aylak değil, fakat üzerlerine düşmeyen şeyleri söyleyerek başkalarının işlerine karışan boşboğaz olurlar.” (Timoteos’a I. Mektup 5:9-15) İncillere göre Hz. İsa, evlenmemeyi, hatta erkeklerin kendilerini hadım etmelerini şöyle teşvik etmektedir: “Ben size derim: Kim zinadan ötürü olmayıp karısını boşar ve başkası ile evlenirse, zina eder; boşanmış olanla da evlenen zina eder. Şakirtler İsa’ya dediler: Eğer erkeğin karısı ile hali böyle ise evlenmek iyi değil, fakat İsa onlara dedi: Bütün insanlar bu sözü kabul edemez, ancak kendilerine verilmiş olanlar kabul edebilir, çünkü anadan doğma hadım vardır ve insanlar tarafından yapılmış hadım vardır, göklerin melekutu uğrunda kendilerini hadım edenlere de vardır. Bunu kabul edebilen kabul etsin.” (Matta 19: 9-12) İncillere göre eli ile günah işleyen elini, ayağı ile günah işleyen ayağını kesmeli, gözü ile günah işleyen ise gözünü çıkarmalıdır: “Eğer elin sürçmene sebep olursa onu kes; senin için hayata çolak olarak girmek, iki elin olarak cehenneme, sönmez ateşe atılmaktan daha iyidir. Eğer ayağın sürçmene sebep olursa onu kes; senin için topal olarak hayata girmek, iki ayağın olarak cehenneme atılmaktan daha iyidir. Eğer gözün sürçmene sebep olursa onu çıkar; senin için bir gözün olarak Allah’ın melekûtuna girmek, iki gözün olarak cehenneme atılmaktan daha iyidir.” (Markos 9:43-47) İncillere göre Hz. İsa, ağaçları da lanetleyerek kurutmuştur: “Ertesi gün Beytanya’dan çıktıkları zaman İsa acıktı. Uzakta yapraklı bir incir ağacı görüp belki onda bir şey bulurum diye geldi, yanına varınca üzerindeki yapraklarından başka birşey bulamadı; çünkü incir mevsimi değildi. İsa cevap verip ona dedi: Artık hiç kimse senden ebediyyen meyve yemesin. Sabahleyin, yanından geçerken incir ağacını kökünden kurumuş gördüler.” (Markos l1:12-20) Yeni Ahid’e göre akılsız olmak, akıllı olmaktan daha iyidir: “Allah hikmetlileri utandırmak için dünyanın akılsız şeylerini seçti. Allah kudretli şeyleri utandırmak için dünyanın zayıf şeylerini seçti.” (Korintoslulara I. Mektup 1:27) Lord John Davenport şöyle demektedir: “Kitabı mukaddes bu gibi kusurlarla baştan başa doludur. Kur’an öteki kitaplar adına kesinlikle o kadar bu kusurlardan temizlenmiştir ki, utanma sahibi bir insan hiç kızarmadan onu baştan sonuna kadar okuyabilir.” (Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim, s. 49) 

Kitab-ı Mukaddes insan ürünü olduğu için, içinde birbiri ile çelişen pek çok ayeti de barındırmaktadır. “R.P. Roguet, ‘İncil’e Giriş’ kitabının 182. sayfasında, “İsa’nın kabrine gelen kadınların isim listesi, ilk 3 İncil’de birbirini tutmuyor.” demektedir. Matta ve Luka İncillerinde, İsa’ya baba tarafından ve üstelik birbirinden farklı soy kütükleri verilmiştir.” (Bucaille, s. 338) Luka İncil’inde (5: 1-11) Hz. İsa’nın sağlığında olmuş gösterilen mucizevi balık avı kıssasının Yuhanna İncil’inde (21: 1-4) Hz. İsa’nın ölümünden sonra gerçekleşmiş bir olay olarak gösterilmiştir. Özetle çelişkilerden birkaç tane kısaca sıralayalım: Şela kimin oğlu?: Arpakşad’ın (Tekvin, 11-12) – Kainan’ın (Lukas, 3-36); Harun (as) nerede öldü?: Hor dağında (Sayılar, 20-28) – Mosereya’da (Tesniye, 10-6); Davud (as)’u kim tahrik etti?: Tanrı (II. Samuel, 21/1) – Şeytan (Tarihler, 21-8); Yehoyakin kaç yaşında kral oldu?: 18 yaşında (II. Krallar, 24-8) – Sekiz (II.Tarihler, 36-9); Nuh (as) her canlıdan kaçar tane aldı?: İkişer (Tekvin, 6-19) – Yedişer (Tekvin, 7-2); Ahazya kaç yaşında kral oldu?: Yirmi iki (II. Krallar, 8-26) – Kırkiki (II.Tarihler, 22-7); Saulun kızı Mikal çocuk doğurdu mu?: Çocuğu olmadı (I. Samuel, 6-23) – Beş çocuğu oldu (I. Sauel, 21-8); İnsan kaç yıl yaşayabilir?: En çok 120 yıl: (Tekvin, 6-3) – 403 yıl (Tekvin, 11-13); Tanrı yorulur mu?: Rab yorulmaz (İşaya, 40-28) – İstirahat eder. (Tekvin, 2-3); Hz. İsa, Hz.Davud’un oğlu mu?: Evet Davud’un oğlu (Luka, 18-38) – Hayır, tanrının oğlu (Matta, 22-45); Yusuf (as) ‘ın babası kim?: Yakup (Matta, 1-16) – Heli (Luka, 3-23); İbrahim’den Davud’a kaç nesil vardır?: 14 (Matta, 1-17) – 15 (Luka, 3-31-34); Eriha’dan çıkarken İsa’dan kaç kör yardım istedi?: İki : (Matta, 20-30) – Bir (Markos, 10-46); Hz. İsa ‘ nın şehadeti doğru mudur?: Evet (Yuhanna, 5-31) – Hayır (Yuhanna, 8-14); Haçı kim taşıdı?: Simon (Luka, 23-26) – İsa (Yuhanna, 19-17); Yahuda İsa’yı öptümü?: Öptü (Matta, 26-49) – Öpmedi (Luka, 22-49); Kabirden çıkan cinlenmişler kaç kişi idi?: İki (Matta, 8-28) – Bir (Markos, 5-7); Hz. İsa’yı kim kabre koydu?: Yusuf ve Nikodimus (Markos, 15-46) – Sadece Yusuf: (Yuhanna, 19-42); Mezarda kaç melek göründü?: Bir (Matta, 28-2) – İki (Yuhanna, 20-12)

“Kannengiesser’e göre, ‘toplumlararası mücadeleden doğma kitaplar olan İncillerde’ İsa’ya dair nakledilen hususların ‘artık dış görünümlerine itibar edilmez.’ Kudüs Kitab-ı Mukaddes okulu çalışmaları (Benoit ve Boismard), “İncillerin birçok yerinde artık doğrudan doğruya İsa’nın sesini işitme umudunu kesmelidir” diyerek, İncil okuyucusuna ikazda bulunmaktadır. İnciller, İncil yazarlarının taşıdıkları zihniyet hakkında bilgi vermektedirler. İsa’nın yaşamış olduğu bazı olayların İncil yazarlarında kişisel bir düşünceyi savunmak amacıyla kılığı değiştirilerek nakledilmiş olduğuna niçin hayret edelim? İnciller arasındaki apaçık çelişkiler, gerçeğe benzemez durumlar gösteriyor ki, İnciller, tek kaynağı insan hayali olan birçok bab ve parçalar ihtiva etmektedirler. (Bucaille, s. 178-179) Mühtedi Dr. Maurice Bucaille “Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an” adlı eserinin 98-179. sayfalar arasında İncillerdeki çelişkileri örneklerle sıralamıştır. Bu çelişkilere örnekler için Ahmet Deedat’ın, “Kitab-ı Mukaddes Allah sözü müdür?” adlı kitaba da bakılabilir. Hristiyan teslise (Baba- Oğul- Ruhul Kudüs) inanırlar. Baba doğmamış, oğul ve ruh doğmuştur. Üçü her zaman bir arada idiler: Yuhanna (10/25-30): “Ben ve Baba biriz.”; Morkos : (13-32) : “Ne melekler, ne de oğul, babadan başka kimse bir şey bilmez.”; Markos : (10-18): ” İsa dedi: Birden başka kimse iyi değildir o da Allah’tır.” İsa, baba ile bir olsa onun gibi her şeyi bilmesi gerekmez mi? Yuhanna (5/27) “Baba Tanrı hiç kimseye hükmetmez, bütün hükmü oğlu İsa’ya vermiştir.”; Markos (15/25-37): “Baba tanrı hükümsüz iken oğul tanrı çarmıhta acı çekiyor.” Ve sonra İsa, baba tanrıya şikayette bulunuyor, ‘Beni neden terkettin?!’ (Matta 27:46) Çelişkiler böyle uzayıp gitmektedir.

Hristiyanlıkla ilgili birçok eseri olan Emile Gillabert, Pavlus’a psikanalizi uygulamış ve sonuç olarak da şu teşhisi koymuştur: Paranoya. (Gillabert, Saint Paul ou le Colosse aux Pieds d’argile, s. 191. Ayrıca, s. 86) Zaten, “Biz ya da gökten bir melek bile, size bildirdiğimiz İncil’e ters düşen bir İncil bildirirse lanet olsun ona! Daha önce söylediğimizi şimdi yine söylüyorum, bir kimse size, kabul ettiğinize ters düşen bir Müjde bildirirse, ona lanet olsun! Ben bu İncil’i insandan almadım, kimseden de öğrenmedim. Bunu bana İsa-Mesih açıkladı.” (Gal. 1: 6-12) türü sert çıkışlar yapan biri için bu teşhiş yabana atılacak bir konu değildir! Ağır bir hastalıktan uzun süredir muzdarip olan (I. Kor. 12: 7-9; Gal. 4: 14-15) Pavlus’u yönlendiren biri olmalıdır ki o kişi Luka’dır. (Salih Akdemir, Hıristiyan Kaynaklara ve Kur’an-ı Kerim’e Göre Hz. İsa, s. 59) Daha önce putperest olan Luka, eski inanç tohumlarını Pavlus ile birlikte atmış ve bu yeni dini oluşturmuştur. “Luka, gerçek havarileri bir bir dışlayarak Kilise’nin başına Pavlus’u geçirdiğini açıkca görebilmekteyiz.” (Salih Akdemir, s. 74) Efendimize benzer teşhis koyan Hristiyanlara zaten cevaplarımızı ‘Kur’an’ın kaynağı nedir?’ adlı yazımızda verdik de, kendilerinden birinin Hristiyanlığın merkezindeki bir şahsiyet için bu teşhisi koymasını hayli ilginç! Demek ki, herkes önce kendi evini temizlemelidir!

Hristiyanlar her ne kadar ‘teslisi anlama değil inanma konusu’ olarak ilan etseler de Müslümanlarla karşılaştıkça bu inancı mantıki olarak izah etme gayreti içine girmişlerdir.  (D. Masson, Trinite, Le Coran et la revelatiaon, I/84) Vatikan’ın Müslümanlarla ilgili dairenin başkanlığı, Teslis konusunda Müslümanlarla irtibata geçen misyonerleri uyarmakta, Müslümanları teslise inandırma gayretinden kaçınmalarını savunmaktadır. Müslümanlara “tek tanrıya inandığımızı söyleyeceğiz” diye yönlendirme yapmaktadır.” (H. A. Wolfson, The Muslim Attributes and the christian Trinity, s. 1-18) Fakat ortada bir gerçek vardır ki, o da, teslisin tanrısal şahıslarının, Allah’ın sade sıfatlarına sahip olmadığı gerçeğidir. Zaten sonradan Müslüman olan Abdulehad Davud, teslis hakkında “Onlardan her birinin diğerlerinde olmayan kendine özel sıfat ve görevleri olduğu müddetçe başkalık mevcuttur ve hiç biri tek başına kamil/mükemmel değildir. Bu noksanlık ise ilah olmaya engeldir.” demektedir (el- İncil ves-salib, s. 9) Üçlemeden biri nasıl olmuşta Meryem’in rahmine girmiş, insanlık alemine karışmış ve insan şeklini almıştır? Bu çokluk demek değil midir? Bu şirk değil midir? Tanrı tek olsa idi, sadece birinin ayrılıp yeryüzüne inmesi mümkün olamazdı. Ayrıca bilindiği gibi Hristiyanlık inancında ‘Baba’ değil ‘Oğul’ birinci plandadır. Yine Hristiyan inancında baba rolündeki parçanın azameti, büyüklüğü, sıfatları konusunda açık bir görüş bulunmamaktadır! İsa 2100 sene önce yoktu. Tanrı’ya sonradan ilave olabilir mi? Haça gerilebilir mi? Eğer kendi arzusu ile gerilmişse Yahudilere bu düşmanlık neden? 2000 yıldır Yahudiler “Tanrıyı öldüren, lanetli kavim, rahmetten kovulmuş” olarak neden anılmıştır?  Bu beddualar 1963 yılında neden kaldırılmıştır? 2000 yıllık bu uygulama mı yanlıştı şimdiki uygulama mı? Baba, Hristiyanlıkta tek başına tanrı değildir. O, ancak diğer iki şahıs ile tam bir tanrı olabilir! Diğer iki unsura içinde durum aynıdır! Herhangi bir insan gibi ihtiyaçları olup büyütülen bir kişi hiç tanrı olabilir mi? Şurası da unutulmamalıdır ki, ayrı ilahlardan bahseden bizzat Hristiyanlardır, yoksa Müslümanlar onlara herhangi bir isnatta bulunmamaktadırlar! Oğul’dan kasıt tanrının kelam-konuşma sıfatı ise yine unutulmamalıdır ki, bu oğulda aynı zamanda hayat, ilim gibi sıfatlar da bulunmaktadır. Mesela biz Müslümanlar Allah’ın insanlarla konuşma vasıtası olan Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an’ı ilah kabul etmeyiz. Ayrıca, acaba Meryem; Halık/yaratıcı mıdır? Sevgi dini olan (!) Hristiyanlık neden doğuştan günahkar olma inancını kabul eder (Tekfir inancı!) ve onlar Nasturiler’in Meryem’e tanrı’nın annesi denemeyeceği görüşü hakkında neler düşünmektedirler? 

Tanrı tektir ama üç şahıstır. Baba Tanrıdır, Oğul Tanrıdır ve Kutsal Ruh Tanrıdır ama Baba Oğul değildir, Oğul Kutsal Ruh değildir ve Kutsal Ruh Baba değildir. Hepsi eşit derecede yücedir. Ancak üç Tanrı değil tek Tanrıdır. Üç yüce değil tek yücedir… Ancak akılla tam olarak kavramak mümkün olmadığı gibi basit örneklerle açıklamaya çalışırsak bir çok yanlışa ve hatta sapkınlığa düşebiliriz. Tanrı’nın ne olmadığını biliyoruz. Ne olduğu bilgisi, yani Üçlü Birlik oluşunu, Üç Kişi ve tek varlık oluşunu ise akıl ile ‘tamamen kavramak’ imkansız iken iman ile kabul edilebilir ve teoloji (mantık-felsefe ve vahiy) ile açıklanabilir durumdadır. (veritasdei.com/icerik/makaleler/trinitas-uclu-birlik-gizemi) Kutsal Kitap bizlere Rabbin “bir” olduğunu öğretir. Ama buna rağmen Kutsal Kitap, hem Baba’nın hem Oğul’ un hem de Kutsal Ruh’un Rab olduğunu vurgular. (İbraniler 1:10, 2Petrus 1:16, 2Korintliler 3:16). Ama yine üç Rab değil bir tek Rab vardır. Kutsal Kitap yine Tanrı’nın bir olduğunu söylemektedir, fakat bunun yanında, yine hem Baba’nın hem Oğul’un hem de Kutsal Ruh’un Tanrı olduğunu vurgular, buna rağmen Baba, Oğul ve Kutsal Ruh, birbirlerinden bağımsız, üç allahlar heyeti (triteizm) değil bir ve tek Tanrılıktır. Bu derin gizi fiziksel örneklerle anlatmak güçtür. bununla birlikte uzun zaman önce okuduğum bir makalede dikkatimi çeken bir açıklamayı paylaşmak isterim, malum teşbihte hata olmaz demiş atalarımız. Örnek anımsadığım kadarıyla şöyleydi; Üç mum yakarak karanlık bir odaya girdiğinizi düşününüz. Karanlık odanın birden aydınlandığını göreceksiniz. Ama odada gerçekte kaç tane ışık oluşacaktır? Birbirinden ayrı üç mum ışığı mı, yoksa üç mumun kaynaşarak oluşturduğu tek bir ışık mı? Şüphesiz, üç mum olmasına rağmen odayı kaplayan ışık tek olacaktır. Bunun gibi Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un oluşturduğu Tanrılık da tek, bileşik bir Tanrılıktır. (hristiyanturk.com/forums/topic/tanrysal-ueclue-birlik; tuzlakilisesi.org, Tanrısal Üçlü Birlik) Hristiyanlar İle Müslümanlar Aynı Tanrı’ya Mı Taparlar? Hristiyanlar’la Müslümanlar’ın Tanrı hakkındaki görüşleri arasındaki önemli bir fark, Kutsal Kitap’ın Üçlü Birlik kavramıdır. Kutsal Kitap’ta Tanrı Kendisini üç Kişilik’teki tek bir Tanrı olarak açıklamıştır: Baba Tanrı, Oğul Tanrı ve Kutsal Ruh Tanrı. Üçlü Birlik’in her bir Kişisi tamamen Tanrı olsa da, Tanrı üç tanrı değil, üçü birdir. Üçlü Birlik, Hristiyan inancının çok önemli ve ayrılmaz bir parçasıdır. Üçlü Birlik olmadan, Tanrı Oğlu, İsa Mesih’in Kişiliğinde beden alıp dünyaya gelemezdi. İsa Mesih olmadan günahtan kurtuluş olmazdı. Kurtuluş olmadan, günah herkesi sonsuz cehennem cezasına çarptırırdı. (gotquestions.org/Turkce/ayni-Tanri.html) Tanrı Baba’mıdır? Hıristiyanlara göre ise, yarattığı dünyaya Tanrı, kendi ebedİ Sözünü İsa isimli bir kişi aracılığı ile açıklar. 0 nedenledir ki, İncil ebedi sözden ya da Tanrı’dan, “Söz vücut buldu” İfadesini kullanarak bahseder. O, insan olan İsa’dır. İsa Tanrı’nın Oğlumu dur? İsa’da Tanrısal, ebedi Söz ile ölümlü olan vücut iç içedir. Tanrı Sözü ve Oğul olarak İsa, aynı zamanda Tanrı mesajını sadece iletmekle yetinen bir peygamber olmanın ötesindedir O, kendisi Tanrı’nın mesajı ya da Sözüdür! Hıristiyan anlayışı ne putperestlikle ilgilidir, ne de matematiksel bir bilinmezliğin ifadesidir. (answering-islam.org/turkce/kimdir/isa1.html) “Baba’nın Kendisi Oğul aracılığıyla Ruh’ta çalışır” (Herman Bavinck, Tanrı Doktrini, çev. William Hendriksen [Grand Rapids: Baker, 1977], 318). Ya da, Baba’nın her şeyi Oğul aracılığıyla Kutsal Ruh’un gücüyle yaptığını söyeleyebiliriz. Bütün bunları anlayamayız, fakat bu anlaşılamaz ve şaşılası Tanrı, bizlerin O’nu nasıl tanıyacağımıza açıklık getirmiştir. Tanrı’nın nasıl olması gerektiği ile ilgili belirsiz fikirler yaratmaya ya da kendi aklımızdan veya popüler düşüncelerden fikirler ortaya atmaya gerek yoktur. Baba Tanrı, Kutsal Ruh’un gücüyle Oğul Tanrı aracılığıyla gelmiştir; işte bu, Kendisini bize nasıl gösterdiğidir.” (hristiyanlik.org/baba-ogul-kutsal-ruh) Matematik sınıflandırmalar TAnrının gerçeğini ifade edemezler. İsa masihte Tanrı gerçelten insan olmuştur. Böylece acıya ve ölüme Tanrı kayırsız kalmamıştır. Hristiyan imanı için de Tanrı tarif edilemez olandır. (Müslümanlar soruyor, Hristiyanlar yanıtlıyor. Üçlü birlik. Bu site, herhalde artık cevap veremeyeceğini anladıkları için kapanmış olsa da, ekran görüntüsü üsttedir. Detaylı görüntü de internet sitemizdedir!)

İslam, ‘Allah birdir’ demese, Hristiyanların umurunda değildir tanrının sayısının kaç olduğu!  Hristiyan üç siteden, ‘üçlü birlik’ iddiasına cevap verdiğini iddia eden, yukarıdaki cümlelerden anlamlı bir sonuç çıkarabilen var mıdır acaba? Thomas Paine boşuna “Hristiyanlık kılıçla kurulmuştur. Kutsal kitap insanlara sadece zalimlik ve cinayet öğretmiştir. Teslis, tek tanrı inancını zayıflatmıştır. Hristiyanlık denilen bu şey kadar tanrıyı aşağılayan bir başkası daha yoktur. Tevrat ve İncil’in masalları insanda ancak aşağılık duygusu uyandırır.” (T. Paine, Akıl Çağı, s. 216-224) dememektedir.

tektanrimidedibiri-1

  Hristiyanların sapmasında aşırı sevgi ve büyükleme önemli rol oynamıştır. Bakara suresi 165. Ayette, “İnsanlardan bazıları Allah’tan başkasını Allah’a denk tanrılar edinir de onları, Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır.” ve “Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah’a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah’ın elçisidir.” (Nisa, 171) buyurulmaktadır. Efendimiz de, “Hristiyanların Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları gibi, beni aşırı şekilde övmeyin! Ben ancak Allah’ın kuluyum. Bana ‘Allah’ın kulu ve Rasulü’ deyin!” (Buhari, Enbiya, 48) buyurmuştur. İslam’a göre Hz Muhammed önce kul/insan sonra peygamberdir!

Tekfircilik: “Hristiyanların itikadına göre Hz İsa öldürüldükten sonra cehenneme inip, Hz. Adem aleyhisselam ile zürriyetinden (soyundan) olan ‘bütün peygamberleri’ oradan çıkarmıştır.” (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 167) “Hz İsa öldürüldükten sonra cehenneme inip Hz Adem’le ondan sonra gelen bütün peygamberleri oradan çıkardığına inanılır.” (Bir Amerikalının Müslümanlık hakkındaki 23 sualine cevaplar, Diyanet yayınları, Ankara 1959, s. 8) “Kilise, Adem ve Havva da dahil olmak üzere tüm Eski Ahit’in doğru ruhlarının Mesih tarafından cehennemden cennetteki meskenlere (o zamana kadar sadece İlyas, Enoch ve ihtiyatlı hırsızın olduğu) getirildiğine inanır.”  (themeformen.ru/tr/scabies/iisus-kogda-byl-mertv-tri-dnya-propovedoval-v-adu-shturm-ada-vseh) “İsa ‘öldürülüp’ cesedi kabre konulunca ‘ilah olarak’ cehenneme iner. Orada Adem, Nuh, İbrahim ve tüm peygamberleri çıkarır.” (Abdullah Tercüman (Anselmo Turmeda), Hristiyanlığa Reddiye, s. 7) “Aurelius Augustinus; ‘Tanrım, senin karşılığı hiç kimse günahsız değildir, 1 günlük bir bebek bile olsa’ demektedir.” (Adnan Odabaş, Dikkat misyoner geliyor, s. 12) Hristiyanlara göre her bebek günahkar doğar. Buna peygamberler de dahildir’ Peki, Baba tanrı ‘asli günah’ı af ettirmek için kendisine ibadet edilen bir tanrının kanına ellerini bulandırarak mı insanların kurtuluşunu amaçlamıştır? Günahtan kurtulduğuna inanan Hristiyanın yapacağı daha ne kalmaktadır artık? Asıl mesele de çarmıhtan önce ve sonra hiç bir şey değişmemiştir! Hayat aynı hayat, kötülük aynı kötülük. Katolik bilgin  J. Dheilly, ‘Dictionnaire biblique’ adlı eserinde, ‘Pavlus’un iddiasına göre, artık Mesih gelmiş olduğundan, şeriat/dini kurallar faydasızdır. Kurtuluşu şeriattan beklemek, tanrının bu iyiliğini ortadan kaldırmak olurdu.’ demektedir. Tanrı bunu insanlığın kurtuluşu için yapmışsa başta neden yapmamıştır? O zamana kadarki insanlar bundan mahrum kalmış olmadı mı? Sadece çarmıha gerilme efsanesine inandı diye böyle bir ebedi kurtuluş ödülü nasıl izah edilebilir?  İnsanların inandığı tek tanrı öldürülünce, dünya üç gün tanrısız mı kalmıştır?

Kilise

Yuhanna, 20, 21-23’ten hareketle Kilise, Hz İsa adına iş yapma yetkisini kendisinde görür. Kilise kendini diğer insanlardan da ayırmıştır. ‘Mesih’e inanmayan insanlarda tanrı yoktur. Eğer böyle biri size gelirse, kendisini eve kabul etmeyin ve ona selam vermeyin. Ona selam veren, onun kötü işlerine hissedar olur.’ (II. Yuhanna, 9-11) Kendini sevgi dini olarak tanıtan Hristiyanlık tarih boyunca hem kendi aralarında kanlı mücadelelere girişmiş hem dünyayı kana (Haçlı seferleri, kolonileşme faaliyetleri, sömürü ve dünya savaşları gibi) bulamıştır. Her Hristiyan senede en az bir kere günah itiraf etmelidir. Kilise, Hristiyan azizleri, melekleri de ibadet ile tazim eder, yüceltir.

Katolikler, Trente konsili ile resim ve heykellere tazimi/yüceltmeyi, önlerinde diz çökmeyi, aslında temsil ettikleri Mesih ve azizlere ‘ibadet’ şeklinde anlaşılması gerektiği kararını vermiştir. (Glasenopp, Les cinq grandes religions, s. 347-348) Hristiyanlar, ayinlerde kullanılan ekmek ve şarabın bir sembol değil, bizzat ‘tanrının kendisinin olduğuna inanmakla’ sorumludurlar. Buna ‘La presence reelle’ esası denir. Kısaca ‘Hristiyanlık; bir kul olan insanı önce tanrılaştırıp, sonra onu zavallı şekilde öldürtüp, sonra da onu ekmek ve şarap içine sığdırıp yemek ve içmekle herkese tanrılık dağıtmak şeklinde’ özetlenebilir. İnsan olan papa’yı yanılmaz, yine insan olan papazların diğer insanları af etme yetkisi vermek ve makamlarını yükseltmek yetkileri, aslında onları bir çeşit tanrılaştırmaktır. Bu insanın insana tahakkümü ve çok suistimale yol açan bir durumdur. 

“Hristiyanlıkta ruhanilerin din adamlarının yetkileri çoktur. Günah çıkartmışlar, kralları bile aforoz ederek din dışına itebilmişlerdir. Endüljans senetleri çıkartarak cennetten arsa satmışlardır.” (Kerim Aytekin, Misyonerlere kanmayın, s. 123) “Ruhaniler/din adamları vahiy alıyormuş gibi davranıyor ve hadlerini aşarak Allah’ın irade ve takdirine karışıyorlar.” (Kerim Aytekin, s. 127) İslam’da ise ruhbanlık yoktur. Ashab, Hz Muhammed’e bazı konularda, “Bu vahiy midir yoksa sizin görüşünüz müdür?” (Hakim, el-Müstedrek, VII/177; Hişam, ll/238; Köksa, I/lll) Eğer izniniz olursa bu konuda bizim de bir görüşümüz var. derlerdi. (Kerim Aytekin, s. 124)

Luther’den önce Prag Üniversitesi rektörü Jean Hus ve Jerome, reform taleplerinde bulununca diri diri yakılmışlardır.İngiltere’de Thomas More, Katolik kaldığı halde, reform talebinde bulununca idam edilmiştir. M. Luther ise, af yetkisine karşı çıkarak ve papazların bekar kalmalarını reddederek ortaya çıkmıştır. Reform sonunda kilise mülklerine el koyma imkanına kavuşmayı amaçlayan prenslerce Luther desteklenmiştir. (Kerim Aytekin, s. 135) Lutheryanlığı seçen prens, Katolik kiliselerine ve mallarına el koyuyordu. Katolikler ve Protestanlar arasındaki savaşlarda Avrupa nüfusu 1/3 oranında erimiştir. (Prof. Adnan Bülent Baloğlu, Son Hurafe Deizm, s. 165) “Luther’in en önemli destekleyicileri Almanya imparatorluğu ile anlaşmazlık içinde bulunan Alman prensleri idi ve bunların sayısı 500 kadardı. Kilise malları yağmalandı ve prensler de bu mallara el koydular.” (Kerim Aytekin, s. 135) “İspanya’da Engizisyon mahkemeleri çok sayıda Protestan’ı idama mahkum etti.” (Kerim Aytekin, s. 137) “Tarihçi Preserved Simit’in dediği gibi, Protestanlarda ceza verme gücüne erişir erişmez, bu gücü kullandılar ve Avrupa tamamen mezarlığa dönüştü.” (Adnan Odabaş, Dikkat misyoner geliyor, s. 18) Zamanla olay iyice siyasi boyut kazanmış ve İngiltere kralı kilisenin başına getirilmiştir. Mezhepler arası, 1562 Vassy katliamı, 1577 Saint-Barthelemy katliamları gibi katliamlar olmuştur. Hristiyan mezhepleri içinde Tevrat’a en bağlı olan mezhep Protestanlıktır. (Adnan Odabaş, s. 40)

“Batı kendini, evrensel aklın ve medeniyetin tek temsilcisi olarak görmektedir. Hristiyanlık döneminde tanrı, İsa’ya indirgendi, İsa Kilise’de bedenleşti ve modern Avrupa, Tanrısı’nın bedeni olan kuruma karşı mücadele ederek var oldu.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 31, 39) İsa, kilisenin başıydı; kilise onun bedeniydi. (Prof. Adnan Bülent Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 146) Kilise, Tanrı ile Hristiyan topluluk arasında aracılık yapan bir kurumdu. (Adnan Bülent Baloğlu, s. 194) Yetkisini doğrudan İsa’dan aldığını iddia eden kilise, siyasi entrikalara da bulaşınca toplumdaki hizipleşme ve bölünmenin baş sorumlularından biri olup çıkmıştı. (Adnan Bülent Baloğlu, s. 214) “Dünyaca ünlü ilahiyatçılar, Vatikan’ın baskısından bıkarak, gizlice ilk İsa akademilerini kurmuşlardır. Yaklaşık 200 bilim adamı birlikte çalışarak İncil’i tartışmışlardır. ‘İncil’de yer alan sözlerin ne kadarı İsa’ya aittir? İsa bu sözleri söylemiş midir? Yoksa bunlar sonradan uydurularak kilise tarafından İncillere sokuşturulmuş mudur?’ İsa Semineri üyelerinin vardıkları sonuçları şöyle özetleyebiliriz: İncil’de yani Yeni Ahit diye bildiğimiz kitapta İsa’ya atfen anlatılmış olan yaklaşık 1500 sözden en iyimser bakış açısıyla sadece yüzde 20’si İsa tarafından söylenmiştir. Gerisi, ilk Hristiyanlar tarafından uydurulmuştur. İsa, Mesih olduğunu öne sürmemiştir. Mesih kelimesi, Christ kelimesinin Türkçesidir. ‘Christ’ aynı zamanda Hristiyan kelimesinin de köküdür. Christ kavramı, İsa’nın yaşadığı dönemde bir ‘makamın’ adıydı o kadar. İsa, kilise kurmamış ve her insanın Tanrı imanının göğüs kafesinde olduğunu söylemiştir. Kilise kurmayı düşünmemiş ve söylememiş olan İsa, bugün kiliseye bağlı kılınmıştır.” (Aytunç Altındal, Hangi İsa, 83-85)

Papa

1439 tarihli Floransa Konsili’nin tekid ettiği üzere, ‘Katolik kilisesi dışında, kurtuluş yoktur.’ görüşü Katolik alemine hakim görüşü ifade eder. Ortodokslar bölgesel iken, mezheplerden biri olan Protestanlar sayılamayacak kadar çokturlar. Papa XI. Gregorius 1378’de ölünce, bir İtalyan olan VI. Urbanus papa seçilir. Muhalif kardinaller ise seçimi hükümsüz sayarak VII. Clementis’i papa seçerler. Bu ikiliğe “Antipapa” ve “Büyük Nifak” adı verilmiştir. Fransa ve İskoç Kralı, Portekiz ve bazı Cermen prensleri Avignon’daki anti-papayı desteklerken, Fransa’nın karşısındaki blokta yer alan Almanya, İngiltere, Macaristan, Lehistan ve Kuzey Avrupa devletleri de Vatikan’a sahip çıkmıştır. “Her iki papa da birbirlerini ve taraftarlarını aforoz etmişlerdir.” Bu durum 1378’den 1417’ye kadar devam etmiştir.

2006 yılında Papa 16. Benedikt, “Muhammed’in getirdiği hiçbir yenilik yok. Sadece kötü ve insanlık dışı şeyler getirdi” sözlerine yer verdi. “İslam’da Tanrı ile akıl arasında ayrılmaz bir bağ yok. İslami cihad, akla ve Tanrı’ya karşı” diyen Papa, İtalya’da büyük yankı yarattı. “Papa, Muhammed’in kılıcını aforoz etti” diye yazan La Repubblica gazetesi, konuşmanın Türklerin çok olduğu Almanya’da yapılmasına dikkat çekti. “Hristiyanlık ile akıl arasında sıkı bir bağ var” diyen Papa, İslam’da ise ‘Tanrı kavramının çok soyut olduğunu’ ve bu nedenle böyle bir bağın olmadığını söyledi.” (Habertürk, 14.09.2006) Diyanet işleri başkanı prof. Ali Bardakoğlu: “Batıda İslam ile Hz Peygamberimiz’le ilgili değerlendirme ve kanaatler önyargılı, taraflı, objektiflikten uzak oldu. Kilise, İslam’ı rakip gördüğü için, hasmane, düşmanca tavır izledi. İslam önce haçlı seferleri ile önlenmek istendi. Binlerce insan öldü. Sadece Müslümanlar değil, Ortodokslar, Yahudiler de öldü. 60 yıl İstanbul’u işgal ettiler. ‘Kardinal külahı yerine Şeyhülislam kavuğu görmek isterim’ sözü bu dönemin dehşetini çok iyi anlatır. Bu kutsal savaş ve haçlı savaş anlayışı Hristiyan din adamlarının genlerine işlemiştir. Papa’nın saldırgan, küstahlık dolu açıklaması da hem içindeki İslam’a karşı kinini, hem de o kutsal savaş ve haçlı zihniyetini yansıtmaktadır. Bardakoğlu, Papa’nın “İslam’da tanrı ile akıl arasında ayrılmaz bir bağ yok” sözlerine de şu yanıtı verdi: ‘Bu sözde akıl yok ki ben Hristiyanlıkta akıl olduğunu anlayayım. Aslında kilise, aklı devre dışı bıraktığı için batı aydınlanma süreci yaşadı, reform süreci yaşadı. Hristiyan kilise, insanların dindarlıklarına tahakküm ettiği için, yaratan ile fert arasına girip kutsalı adeta tekelinde tutup sömürdüğü için, insanların beyinlerine tahakküm ettiği için, kutsalı sömürdüğü için, batı reform süreci yaşadı. Batıdaki din karşıtlığının en büyük sorumlusu kilisedir. Aklı devre dışı bırakarak kendi hiyerarşik yapılarını ve çıkarlarını öne aldılar. Üç tanrı inancını kilise icat etti. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu uydurdu.’ Evrensel ahlakın, ‘ötekinin kutsalına saygılı olmayı’ gerektirdiğini vurgulayan Bardakoğlu, ‘Bir din adamı, diğer dinin uygulanmasında yanlışlık varsa eleştirebilir. Teröre bulaşan Müslüman’ı eleştirsin. Ama bir dinin kitabına, peygamberine saygısızlık, ahlak sınırının ötesindedir. Bu eleştiri değil, küstahsızlıktır.’ Batı insanının din konularına, ‘teknolojik gelişmişliğin, askeri, ekonomik gücün yarattığı kendini beğenmişlik, ukalalık ve ötekini adam etmeci tavır içerisinde yaklaştığını’ belirten Diyanet İşleri Başkanı, ‘Gerçek medeniyet uzun menzilli silahlar üretmek, daha çok para kazanmak değil, ‘insani değerlerde’ yol alabilmektir.’  dedi. (Sabah, 15/09/2006)

Türkiye’ye ‘laiklik’ övgüsü: Vatikan ‘din devletinin başı’ olan “Papa 16. Benedictus, Vatikan’ın Ankara Büyükelçiliği’nde yabancı misyon şeflerini kabulünde yaptığı konuşmada, Türkiye’nin laik rejim seçimiyle, büyük ve modern bir devlet olma yolunda önemli adımlar attığını söyledi.” (Milliyet, 29 Kasım 2006) Aynı Papa daha sonra laikliğe savaş ilan eder: ABD’ye 6 günlük tarihi ziyaret için adım atan ikinci Papa olan 16’ncı Benedict, Amerikalı 9 kardinal ve 350 rahibe hitaben yaptığı konuşmada laiklik tartışması başlattı.” Avrupa’da sanki ‘Tanrı yokmuş gibi hayatımızın her alanından dini çıkarmak için adımlar atılıyor.’ Bunun adına da laiklik deniyor. Bu çok tehlikeli ve din karşıtı bir laiklik anlayışıdır. Buna karşı ‘var gücümüzle savaş’ vermek zorundayız.” (Milli Gazete, 18 Nisan 2008) Papa: Laiklik Saldırganlaştı: 16. Benedict, laikliğe açık bir şekilde savaş ilan etti. Toplumsal uzlaşmanın sadece politikalarla sağlanamayacağını kaydeden Papa, dinin özel alana hapsedilemeyeceğine vurgu yaptı. (Haksöz Haber, 19.09.2010)

  

                         Hristiyanlıkta nesh; Tanrı ile irtibatlı ruhani lider Papaların hangileri yanıldı?!

Papa yanılır mı?

“İl Manifesto Gazetesi: Papa söylediklerinin nereye gideceğini kavrayamadı. Papa 16. Benedikt bir konuşma yaptı. Bunu bir teoloji profesörü gibi yaptı. Papa olduğunu ve söylediklerinin nereye gideceğini kavrayamadı. Şimdi İslam dünyası özür bekliyor. Bu, Papa’yı zor durumda bırakıyor. Çünkü bu ‘Papa’nın yanılmazlık dogması’na ters düşüyor. Haberde kullanılan ve Papa’yı ağlar gibi gösteren fotoğraf üzerine ise büyük puntolarla ‘O’nun hatası’ yazılması dikkat çekti. Vatikan Adalet Bakanı Kardinal Julian Herranz ise La Rebubblica Gazetesi’ne açıklamada bulunarak şöyle dedi: Papa tanrı adına konuşur. Vatikan Adalet Bakanı Kardinal Julian Herranz ise La Rebubblica Gazetesi’ne açıklamada bulunarak, “Papa her zaman ‘kutsal ruhlar tarafından yönlendirilir.’ Papa ‘direkt Tanrı adına’ konuşur. O basitçe iyiye yönelmek isteyen insanları diyaloğa ve karşılıklı saygıya davet etti.” (Hürriyet, 17 Eylül 2006) Katoliklere göre Papa, havarilerin vekilidir. İsa’nın yeryüzünde görülen temsilcisidir. Vatikan I. konsili ile 1870 tarihinde ‘papanın yanılmazlığı’ dogmasını benimsenmiştir. 1870 yılında toplanan Vatikan Ruhani meclisi, Papa’nın yanılmazlığını ilan etmiştir. (Taceddin Ural, Papa Bir Puttur  s. 46, 48; Nadide Şahin, Hristiyanlık’ta ruhbanlık anlayışı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara-2008, s. 19; Hatice Çiçek, Papanın Yanılmazlığı Meselesi Katolik Dünyada Nasıl Algılanmaktadır?, I. Türkiye Lisanüstü Çalışmaları Kongresi – Bildiriler Kitabı IV, s. 880; Wilhelm, Joseph and Thomas Scannell. Manual of Catholic Theology. Volume 1, Part 1. London: Kegan Paul, Trench, Trübner & Co. Ltd. 1906. pp. 94–100) Vatikan Adalet Bkanı Kardinal Julian Herranz, ‘Papa direkt Tanrı adına konuşur.’ dedi. (Hürriyet:17.09.06) “Papa yanılmaz bir otorite olarak kabul edilmektedir.” (Osman Cilacı, Günümüzün Dünya Dinleri, s. 84; Abdullah Tercüman (Anselmo Turmeda), Hristiyanlığa Reddiye, s. 14) “Katolik inancına göre Papa’nın yanılması mümkün değildir. Çünkü o, kutsal ruh aracılığıyla konuşmaktadır.” (Şiddet karşısında İslam, Komisyon, DİB,  s. 65) “Aurelius Augustinus; ‘Tanrım, hiç kimse günahsız değildir, bir günlük bir bebek bile olsa’ derken, Katolik inancına göre papa yanılmaz ve yanıltılamazdır.” (Adnan Odabaş, Dikkat misyoner geliyor, s. 12-13)

Asli günah: “Tatlı, masum bir bebeğin günahkar olduğunu hayal etmek zor, ama Kutsal Kitap çocukların bile günahkar bir doğaya sahip olduğunu gösterir. Ama Oğlu İsa’yı dünyaya göndermeyi seçen Tanrı’ya şükürler olsun. İsa günahsız yaşadı ve çarmıhtaki ölümü, günahlarımızdan dolayı hak ettiğimiz cezayı ödedi. Tanrı’nın bize olan büyük sevgisi, bize böylesine harika bir armağan -günah bağışlama armağanı- vermesinin tek nedenidir!” (izmirprotestan.org/p/cocuklar-gunahli-midir) “Çocuğun Hıristiyanlıkta daha doğumuyla birlikte “asli günah” sebebiyle günahkar olarak vasıflandırılması” (Yasin İpek, yahudi ve hıristiyan kutsal metinlerinde çocuk algısı, s. 256) inancına karşılık İslam’da her çocuk masum ve temiz doğar sonra tercihlerine göre günahkar olur veya masum kalır. (Buhari, cenaiz 92; Ebu Davut, sünne 17; Tirmizi, kader 5) Papa’dan cennet promosyonu: Vatikan, ‘İslam’la rekabet’ için ‘1000 yıllık vaftiz inanışını değiştirdi.’ Papa’nın ‘kararıyla’ artık Hristiyan bebekler günahsız doğacak, bebekken ölmeleri durumunda direkt cennete gidecek. Papa 16’ıncı Benedict’in aldığı bu kararla bir anda yüzbinlerce çocuğun cennete gideceğini söylemesi, akıllara 11’nci yüzyılda Haçlı Seferleri için adam toplayan Papa Urban’un, sefere katılanların direkt cennete gideceğini açıklamasını getirdi. (Vatan, 05.10.2006)

Evrim: “Darwin’e göre insan, diğer hayvanlardan daha ileri bir ileri safhaya sıçramış bir hayvandır. Darwin öldüğü zaman ise ‘İngiliz Kilisesi’ onu bir insana verilebilecek en büyük şeref payesi ile taltif edip, din adamlarının defnedildiği yere gömülmesine izin vermiştir.” (Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s. 251, 253) Yıl 1996: Papa John Paul II, Evrim Teorisi ile Hristiyanlığın uzlaştırılabileceğini açıklamıştır, ama bunun Katolik öğretiler ile çelişmeden yapılması gerektiğini söylemiştir. (John Paul II, The Pope’s Message On Evolution, Quarterly Review of Biology 72 Journal (1997), s. 377-383) Papa II. Jean Paul’un 1996 yılında Papalık Bilimler Akademisi’ndeki mesajı: “Yeni bilgiler bizi evrim teorisinin bir varsayımdan öte olduğuna inanmaya itti. Bu teorinin, çeşitli bilim dallarındaki bir dizi buluştan sonra, araştırmacılar tarafından giderek kabul edilmesi gerçekten ‘hayranlık’ uyandırıcı. Birbirinden bağımsız çalışmaların önceden kararlaştırılmamış, uydurulmamış, sonuçlarının aynı noktada birleşmesi, teorinin lehinde bir kanıt olarak yeterli.” Ve yıl 2005. Yeni Papa XVI. Benedict ise bu konuda daha da somut bir açıklama yaparak, Akıllı Tasarım teorisine çok paralel bir görüşte olduğunu ifade eder. İtalyan basınının duyurduğu, The Washington Post gazetesinin de verdiği habere göre, Papa, evreni “akıllı bir proje” (intelligent project) olarak tanımladı ve evrenin tarihini ‘rastlantısal ve amaçsız bir süreç olarak gösteren sözde bilimsel görüşlere karşı olduğunu’ vurguladı. (Basından, 10.11. 2005)

Beddua: İki bin yıldır Yahudilere beddua eden Hristiyan alemi, 1965 Vatikan II. konsili ile bundan vazgeçerler. (Concile Oecumenique Vatican II, s. 208-210,217)

Ateistler cennete: Papa Francis’in “Ateistler de cennete gider” sözleri İtalya’da tartışma yarattı. Bir milyar iki yüz milyon mensubu bulunan Katolik Kilisesi’nin baş temsilcisi Papa Francis’in ateistlere mektup yazarak diyalog çağrısında bulunması “Papa: Ateistler de cennete gidebilir” başlığıyla dünyanın birçok bölgesinde manşetleri süslerken, birçokları için de soru işaretleri doğurdu. (BBC, 15 Eylül 2013)  “Papa: Ateistler Cennet’e gidecek, Vatikan: Ateistler Cennet’e gidemez. Papa Franciscus’un salı günü toplu ayininde “Tanrı hepimizi affetmiştir, hepimizi, İsa’nın kanı ile. Sadece katolikleri değil, herkesi. Ateistleri de” sözleri hıristiyan aleminde ölümden sonrasına ilişkin tartışmaları körüklemişti. Papa Franciscus’un açıklamasının ardından Vatikandan düzeltme geldi. Rahip Thomas Rosica tarafından yapılan açıklamada ‘ateistlerin cennete gidemeyecekleri’ belirtildi. Thomas Rosica, “ruhun kurtuluşu için, Katolik kilisesinin varlığından haberdar olan insanlar kilisenin nufusuna girmeleri gerekir” dedi.” (T24, 26 Mayıs 2013) İtalyan La Repubblica gazetesi, Katoliklerin ruhani lideri Papa Francesco’nun “Cehennem yoktur” dediğini iddia etti. La Repubblica’nın kurucusu ve eski yayın yönetmeni Eugenio Scalfari: Kötü ruhlar? Nerede cezalandırılacaklar? Papa: “Cezalandırılmayacaklar, tövbe edenler Tanrı tarafından bağışlanır ve O’nu tefekkür edenlerin arasına girer. Tövbe etmeyenler ve bu yüzden bağışlanmayanlar ise yok olur. Cehennem yoktur, günahkar ruhların yok olması vardır.” Bu sözlerin kimi kesimlerden ‘tepki çekmesi ve tartışma yaratması üzerine’ Vatikan basın ofisinden bir açıklama yapıldı. Açıklamada, “Söz konusu makalede alıntı olarak tırnak içinde verilen ifadeler, Papa’nın sözlerinin birebir dökümü olarak kabul edilemez” denildi. (BBC, 29 Mart 2018)

Aristo: Bir dönem Platoncu felsefeyi kabul ederek kutsamış, söz konusu kutsal felsefeye ters düşen Aristoteles’in Fiziğini 1209 da, Metafizik adlı eseri 1215’de yasaklamış olan kilise daha sonrai 13. yüzyılın ortalarına doğru Aristoteles/Aristo felsefesini kabul ederek bu kere onu kutsamış, Aristocu bilime karşı gelen herkesi ise ölümle cezalandırmıştır.

Eşcinsellik

kimyanildi-4

Evlilik: Madem bu iş oluyodu 1700 senedir neyi beklediniz?!

Jeanne d’Arc

Eşcinsellik, zina: ‘https://hristiyan.net/hristiyanahlaki/5.htm’ adlı internet sayfasında cinsel sapkınlıklar başlığı altında homoseksüellik, lezbiyenlik, travestilik sayılırdı. (Şimdi -19.9.2024- bu sayfaya girilmiyor! Ama ekran görüntüsü yukarıda ve internet sayfamızda! Arşiv üzerinden; web.archive.org/web/20070807120843/http://www.hristiyan.net/hristiyanahlaki/5.htm) Sonra basına haberler düşmeye başladı: “Katolik kilisesi boşananlara kapılarını açtı, eşcinseller hâlâ girişte bekliyor.” (Sputnik, 09.04.2016) Çok beklemelerine gerek kalmaz: Papa Francesco, aile, evlilik dışı birliktelik ve eşcinsellere yönelik katı tutumu nedeni ile kiliseyi eleştirdi. (8.4.2015) “Katolik Kilisesi’nden tarihi onay: Eşcinsel çiftler kutsanabilir. Heteroseksüel evliliğin “kutsallığı” ile eşcinsel çiftlerin kutsanmasının karıştırılmaması gerektiğini de ekleyen Papa Francis, rahiplerin “duruma göre” karar vermesi gerektiğini ifade etti. Katolik Dünyası’nın ruhani lideri Papa Francis rahiplerin eşcinsel çiftleri kutsayabileceğini açıkladı.” (Euro News, 19/12/2023) Katolik Kilisesi lideri Papa Francesco: ‘Eşcinsellik suç değil’ Katolik Kilisesi lideri Papa Francesco, ‘Eşcinsellik suç değil’ dedi ve LGBT karşıtı yasaların ‘adil olmadığını’ söyledi. (BBC, 25 Ocak 2023) “Papa Francis, rahiplerin eşcinsel çiftleri kutsamasına izin verme kararına yönelik eleştirilerde “ikiyüzlülük” gördüğünü söyledi. Bu açıklama Papa’nın eşcinsel evlilikleri kutsama kararına gelen tepkilere ilişkin yaptığı en sert ifadeli savunma oldu.” (NTV, 7.2.2024) Ve sonuç: “Katolik Kilisesi’nde bir ilk. Polonyalı rahip eşcinsel olduğunu açıkladı. Vatikan’da önemli görevler yürüten 43 yaşındaki Polonyalı rahip Krzysztof Charamsa, eşcinsel olduğunu açıkladı. Papa’nın son olarak, geçen hafta ABD seyahati sırasında eşcinsel bir çiftle özel bir görüşme gerçekleştirdiği ortaya çıkmıştı.” (Hürriyet, 3 Ekim 2015) “70 yaşındaki Papa, “Zina günahların en büyüğü değil. Bunun sebebi de bedensel bir günah olması. En önemli günahlar kibir ve nefret” dedi.” (sözcü, 10.12.2021)

Evlilik: “Evlenmek için rahiplik cübbesini geri verdi. Lyon’da Sainte-Blandine Kilisesi’nde görevli David Grea isimli rahip evlenmek için görevini bıraktı.” (Euro News, 20/02/2017) “Evli papaz devrimi. Hristiyanlığın Katolik mezhebinde, rahiplerin evlenmesine izin verilmiyor. Papa, artık evli kişilerin de din adamı olarak görevlendirebileceğini açıkladı.” (Karar, 11.3.2017) “Eski Papa’dan yeni Papa’ya: Rahiplerin evlenmesine izin vermeyin. Katolik Kilisesi’nin eski ruhani lideri 16. Benedikt, Papa Francis’in “bazı rahiplerin evlenmesine sıcak bakma fikrini” eleştirerek bu eylemi “şeytani yalanların” bir etkisi olarak niteledi.” (Euro News, 13/01/2020) “İspanya’da ilk evli rahip İspanya’da evli ve iki çocuklu bir kişi ilk kez Katolik bir rahip olarak cüppe giydi.” (BBC, 22 Ağustos, 2005) Madem bu iş oluyordu, 1700 senedir neyi beklendi?! “Pederlerin günahları. Konunun, Amerikan toplumunu en rahatsız eden boyutu, kilise ve ona bağlı yurt, hastane, sosyal hizmet merkezi ve okullarda çalıştırılan görevlilerin, çocukları istismar ettiği bilindiği halde buna göz yumulması ve suçu işleyenin işine son verileceğine, olayın gizlenerek, görevlinin bir başka kilise, yurt ya da okula, hatta bir başka ülkeye tayin edilmesi olmuştur. 2002’de ABD genelinde patlayan skandal, Boston Başpiskoposluğu’nun 550 kişiye 85 milyon dolar tazminat ödemesiyle sakinleştirilmiş, peder John Geoghan’ın çocukları istismar ettiğini bildiği halde, onu görevden almayıp, başka yere tayin ettiği ortaya çıkan Kardinal Bernard Francis Law istifa etmişti. 2004’te, Orange kilisesinin 90 mağdura ödediği 100 milyon dolar, geçen yıl beş ayrı kilisenin 360 kişiye ödemek zorunda kaldığı milyonlar ve geçen ay Portland Başpiskoposluğu’nun 175 kurbana ödediği 52 milyon dolar, ABD’nin Katolik kiliselerini birer birer iflasa götürüyor.” (Sevil Atasoy, Hürriyet, 22.7.2007) Belki azalır bu evlilikler sayesinde!

“Kilise Galile’yi mahkum ettiği zamanda yanılmıştır, itibarını geri verdiği zamanda.” (Prof. Dr. Eva de Vitray Meyerovitch, İslam’ın Güler yüzü, s. 19) “Aradan 20 asır geçtikten sonra kilisenin Hz Meryem’i göğe kaldırılması dogmasını ilan etmesi ve Hristiyanları buna inanmaya zorlamaya karar vermesi.” (Prof. Dr. Eva de Vitray Meyerovitch, İslam’ın Güler yüzü, s. 45) de çelişkilidir.

Jeanne d’Arc: D’Arc’ı yargılayan Beauvais piskoposu Pierre Cauchon onu büyüyle uğraşmakla suçlamış ve mahkemenin kararıyla odun ateşinde diri diri yakılmasına karar vermiş ve henüz 19 yaşındayken 30 Mayıs 1431 tarihinde Rouen kentinde 10.000 kişinin toplandığı Vieux-Marchè meydanında diri diri yakılmıştır. İşin ilginci, ölümünden 490 yıl sonra öldürme kararını veren aynı kilise tarafından azize ilan edilmesidir.

Kilise hata yapıyorsa onu yöneten baştaki Papa bunun  sorumlusudur! Papa, tanrı olan Kutsal Ruh ile de irtibatlı olduğuna göre, hata silsilesi yukarı doğru çıkmaya devam eder!  

Bu ekonomi bakanı Papa tarafından atandı ama çocuk istismarcısı çıktı. Bu mu tanrı ile irtibatlı ruhani lider? İrtibatlı ise irtibatlı olduğu kim veya ne? 

yanilmazpapa-1

 “Vatikan Ekonomi Bakanı ve Avustralya Kardinali George Pell (Euronews, 29.02.2016) cinsel tacizden suçlu bulunduktan sonra da Papa ile buluştu. (Milliyet, 12.10.2020) Çocuklara cinsel tacizden suçlamasıyla da yattığı cezaevinde 81 yaşında öldü. (Cumhuriyet, 11 Ocak 2023) “Sağlık nedeni ile emekli olan Papa 16. Bededikt, halefi Francesco ile bir araya geldi. Ancak buluşmada yeni papa için ‘Bu kim?’ dedi.Yaşlı eski papa tedaviye alındı.” (Takvim, 11.5.2013)

Tanrı tarafından kendisi ile konuşması için özel seçilen Papa Benedict, 1977 ile 1982 yılları arasında Münih ve Freising başpiskoposu olarak görev yaptığı süre boyunca, oradaki Katolik din adamlarının istismarına ilişkin Kilise tarafından yaptırılan bir raporun yayınlanmasının ardından eleştirilere maruz kaldı. Raporda, görevdeyken kendisinin, görevde olduğu süre boyunca meydana gelen küçüklerin dahil olduğu dört cinsel istismar vakasından haberdar edildiği ancak harekete geçmediği ortaya çıktı. (CNN, 31.12.2022) Demek ki, kendisi ile konuşulan her kim ise, geçmiş siciline ya önem vermedi ya da habersizdi!

“İmparator Louis’in oğlu Lothaira kendini takdis ettirmek için Papa I. Pascal’ın yanına gider ama gördükleri karşısında şok olmuştur, kendi deyimiyle “Roma muazzam bir genelev” idi. Tarihçi Baronius ve İngiltere kralı Edward’ın yorumları da aynı idi. Tarihte birçok papanın sevgilisi, gayrimeşru oğlu, ensest ve eşcinsel ilişkileri olmuştur. 1549 tarihinde papalık tahtına oturan 3. Jules, 16 yaşındaki erkek sevgilisini kardinal yapmak ister, karşı çıkanlara şu cevabı verir: “İçinizde bir defa olsun zina etmemiş olan var mı? Kabul ediniz ki, hepimiz birer insanlık utancıyız. Beni ele alınız. Ne gibi bir fazilet, beni papa yaptı acaba?” 1471’de Vatikan’da görev yapan Sixtus IV, eşcinsel ilişki için ruhsat vermiş, lüks genelevler açmış, İspanya’da engizisyonu kurarak binlerce Müslüman’ın kanını dökmüştü. Papa 23. Jean, ensest ilişkiler, gece hücrelerinde rahibelere tecavüz etmelerle adı anılan birisiydi. Sn. Gregory ise Filistin manastırlarının, manastırların genelevi haline geldiğini yazmaktaydı. 1328’de Papa 5. Nicolas ahlaksız vergi tarifesi ile anılacaktır. Bir kızı iğfal eden rahip 2 lira 8 kuruş, kendisini erkeklere peşkeş çeken rahibe, rahibelik titrini korumak için 131 lira 15 kuruş, fahişeler ise papaya 87 kuruş ödemek zorunda idi. Papalık önce birini aforoz ediyor, ardından onu yüklü ödemeyle tekrar Hristiyanlığa alıyordu. Kadın Papa Jean, 2,5 yıla yakın papalık tahtında oturmuştu, sevgilisinden hamile kalınca, 1855 yılında bir törende herkesin ortasında doğum yapmıştır. 1200 yıllarında Salzburg’da tek kadınla yaşayan papazlara evliya gözüyle bakılırdı.” (Taceddin Ural, Papa Bir Puttur, s. 72-81, 85) “Papazlar, kızlarımızın ve oğullarımızın iffetine saldırmakta, altınlarımızı çalmakta ve siz şikayet edince de sizi yakmaktadırlar.” dediği için Jean Hus da yakılarak idam edilmiştir. (Ural, s. 101)

İstismar konusu aşağıda ele alınacaktır!

Regensburger Domspatzen skandalı: Katolik Kilise korosunda ’60 yılda 547 çocuk istismara uğradı.’ Katolik Kilisesi’nin 49 üyesinin, 1945 ve 1990’ların başı arasında bu suçları işlediğinden şüphe ediliyor. Olaylara sessiz kalmakla suçlananlar arasında eski Papa 16’ıncı Benediktus’un ağabeyi olan ve 30 yıl boyunca koroyu yöneten Georg Ratzinger de var. Kurbanlar yaşadıklarının “hapishane, cehennem ve toplama kampını” andırdığını söyledi. Bazıları, yaşananları “sessiz kalma kültürüne” bağladı. (BBC, 19 Temmuz 2017) İstismar konusu aşağıda ele alınacaktır!

Eski Papa’nın ağabeyi. ‘Tanrı ile konuşan papa’ mı bunu gizledi, konuştuklarına göre tanrı gizleyeni neden bildirmedi, gizleyince neden ceza vermedi, yoksa tanrı haber mi vermedi!? Yoksa aslında tanrı ile konuşan bir papa hiç mi olmadı?!  Nerden bakılsa facia! Papa gerçekten yanılmaz olsaydı, bu kadar çok sayıda konsüle niçin ihtiyaç duyulmuştur? Neden son derece kolay bir yöntemle o sırada görevde olan Papanın Tanrı tarafından esinlenmiş fikri alınmamıştır? 

“Bazıları bu noktada skandallar içerisinde yaşamış bir papanın nasıl olup da yanılmaz olduğunu sorarlar. Bir papanın hiç günah işlemeyeceğine veya önderi olduğu diğerlerine kötü örnek olmayacağına dair bir garanti yoktur. Doğruyu söylemek gerekirse ne mutlu ki tarih boyunca papalıkta “çok çok büyük bir oranda” garantisi olmayan bu kutsallık gözlenmiştir, “kötü papalar” gelmişse de çok nadir olarak o mevki de bulunmuşlardır.” (hristiyanturk.com/forums/reply/protestanlarla-katolikler-arasindaki-10-fark. Ayrıca; hrisityanforum.com/forum/showthread.php?t=317826 ve meryemana.net) Kime göre kötü, kötülük nedir? Çünkü yukarıda papa örneklerinde gördük, göreceli bir kavram kötülük papa nazdinde. Ayrıca hem seçimi yapanlar hem kutsal ruh bu günahlara neden izin vermiştir? Kötü olmayanları da aşağıda göreceğiz zaten! Şimdi gelelim ‘nadir olan’ kötü papalardan bir kaçına: Papa Liberius (M.S. 352-366): Bu Papa görevden alındı; çünkü İmparator II. Konstantin’in baskısıyla “Oğul’un Baba ile aynı değil benzer özde” olduğunu söyleyen yarı-Ariusçu iman ikrarını ve Aziz Athanasius’un mahkumiyetini onaylamaya rıza göstermişti. (Aziz Athanasius, Arius Yanlılarının Tarihi E41, Sozomenou Ecclesiastic History D 8-11) Papa I. Onorius (M.S. 625-638): Bu Papa yanılmaz olmamakla kalmadı, “Monotheletism” (Mesih’te insani ve Tanrısal olmak üzere iki ayrı irade yerine tek bir irade olduğu inancı) denen öğretiyi benimsedi, sonra lanetlendi ve İmparator huzurunda bizzat Roma’daki yeni Papa Agathon tarafından suçlandı. (Sergios, Theodoros, Cyrus, Petrus, Pyrrhus and Paulus, Kanun 13, 16 18) Bu papa daha sonra Papa II. Leo tarafından da lanetlenmiştir. (Charles J. Hefele, “A History of the Councils of the Church”, Edinburgh: Clark, 1896, Cilt V, s. 181-187) Papa IV. Innocentius (M.S. 1243-1254): Bu Papa, sapkın öğreti taraftarlarına Engizisyon mahkemesi tarafından işkence edilmesini dinsel bir uygulama haline getirdi ve ondan sonra gelen Papalar da resmi mühürleriyle sapkınların yakılmasını onayladılar. Ortodoks Papa III. Leo (796-816) “ve oğuldan” ibaresine inatla karşı çıktı. Papa IV. Sergios (1009-1012) ise “ve oğuldan” sözcüklerini keyfi bir şekilde İznik İman Kanununa ekledi. Papa VI. Pavlus, Azize Barbara gibi pek çok azizin isimlerini Azizlerin Latin Kitabından çıkardı. Böyle yaparak sadece Kilisenin kutsal geleneğini değil, kendinden önce görev yapmış tüm Papaları da hiçe saydı. İki sene beş ay dört gün boyunca Papalık tahtında oturan Papa 8. Joan’ın, 855 yılında Aziz Petrus Kilisesi’nin dışında kortej halinde yapılan dini tören sırasında doğum sancıları başlayınca çocuğunu doğurdu, kadın olduğu ortaya çıktığı içinde orada hemen çocuğu ile birlikte öldürüldü. Joan’ın ismi daha sonra papalar listesinden de silinecektir! 17 yıl sonra başka bir papa Joan adını alınca, ona dokuzuncu değil, sekizinci Joan adı verilir ve sıralamanın namusu kurtarılır. “Cadı avı ile yakılan kadın bilançosu 200.000 ile 2 milyon arasında gezinen bir rakamla literatüre girmiştir. Fransız bilim adamı La Peyrere’e, “kuzeyde niçin bu kadar büyücü var?” diye sorulunca, “şundan ki, hakimler büyücünün mal varlığına sahip olmaktadır.” Şeklinde cevap vermişti. Bilge otacı (otlardan ilaç yapan, şifacı) kadınlar da cadı olarak tanınmışlardı.” (Taceddin Ural, Papa Bir Puttur, s. 71) “Müslümanlarla Yahudilerin Hristiyanlaştırılması, Katoliklik dışındaki mezheplerin baskılanması için” kurulan engizisyon konusuna, haçlı seferlerine, II. Dünya savaşı sırasında naziler ile olan ilişkileri, çocuk tacizlerini gizleme, tacizci sapık piskopos, papazları korumaları, sadece 33 gün Papalık yapabilen l. John Paul’ün ani ölümü (Vatikan uzmanı araştırmacı David Yallop’un belgeleriyle açıkladığına göre bu Papa, Vatikan’ın içindeki bir “Konspirasyon=Fesat Örgütü” ile “P2Mason Locası”nın ortak girişimiyle öldürülmüştür.) Opus Dei’den (Tanrının İşleri) Malta Şövalyelerine ve en son kara para aklama ile ilgili suçlamalar hatta son zamanlarda ancak gündeme gelebilen cinsel istismar suçlamaları… Bunların hepsine nadir denebilir mi?

Eski papalar arınmama yolunu mu seçmişti yani?

 “Vatikan Bank Paranın Günahını Çıkarıyor. Vatikan Bankası mali cenneti yeryüzünde kurmaya aday. Kurulduğu günden bu yana Nazi altınlarını saklamaktan karapara aklamaya birçok iddiayla karşı karşıya kalan Vatikan Bankası hakkında yüzlerce soruşturma açılmış durumda.” (Radikal, 17 Mart 2013) “Yeni Papa, seçilir seçilmez delikli koltukta testis kontrolünden geçecek. Kardinallerin en yaşlısının, yeni seçilecek olan Papa’nın -ayıptır söylemesi- testislerini muayene ettikten sonra Latince ‘Duo testis bene benedata!’ yani ‘İki adet testisi var, uygundur!’ diye müjde verip yeni ruhani liderin ‘erkekliğini’ dünyaya ilan edecek.” (Hürriyet, Murat Bardakçı, 3 Nisan 2005) “Yeni Papa Francis döneminde “arınma yolunu seçen” Vatikan kara para aklamayı kabul etti.” (Sabah, 24.5.2013) Eski papalar arınmama yolunu mu seçmişti acaba? “Ortodoks Ermeni Vakfı arazisinde 25 milyonluk komisyon kavgası İstanbul Ermeni Cemaati, eski  Patrik Vekili Aram Ateşyan’ın da adının geçtiği milyonluk komisyon skandalıyla çalkalanıyor.” (Vatan, 29.07.2017)

İlginç bir durum: Papa 16. Benediktus görevinden istifa etti! (15 Şubat 2013) Ama şöyle bir ilginç detay var ki O, “Tanrının yeryüzündeki temsilcisi” idi ve “ölüm şartı ile seçilmişti, ölmeden görevinden ayrılamazdı!” O sıradan bir devlet memuru değildi. Bir insan nasıl tanrı ile irtibatlı olduğu görevinden istifa edebilir ki? “Bin yıllık iddiadan dönüş. Vatikan İsa’nın yeryüzündeki temsilcisi olma iddiasından vazgeçiyor.” (Gazete Vatan, 19.11.2007) Ya 1000 küsür yıllık geçmiş ve iddialar, inançlar mı yalan ve sahte? Lütfen dikkat! Bunlar ‘nadir kötüler arasında’ sayılmayan papalar!

Papa bir puttur: Woltaire, “Papa bir puttur.” der. (Taceddin Ural, Papa Bir Puttur, s. 10, 130) Kendisi sıkı bir Hristiyan olan tarihçi Arthur Weigall, 1924 yılında yazmış olduğu “Hristiyanlığımızdaki putperestlik” isimli eserinde, “Hristiyan doktrinlerinin putperest kaynaklardan alındığına inanmaktayım, bir kimse kilise hakkında ‘eski putperest tanrıların son kalesi’ dahi diyebilir. İsa tarafından dışarı atılan eski tanrılar tekrar nüfuz ettiler. Hristiyan çağından çok önce haç, tapınma nesnesiydi. Attis’e tapınma İsa’ya tapınmaya dönüşmüştür. İzis, Osiris ve Horus büyük Mısır teslisidir, antik Tanrı İzis’in heykelcik ve resimleri Meryem Ana ve çocuğuna dönüşmüştür. Putperestleşen Hristiyan adeti açıkça, yamyam özelliği alarak ekmek ve şarabın İsa’nın gerçek eti ve kanı olma fikrini geliştirmiştir” demektedir. Servetus ‘teslis’in hataları’ isimli kitap yazdığı için 26 Ocak 1553 tarihinde Cenova’da yakılarak öldürülür. (Ural, s. 43-44) Jeanne D’arc, papazlar tarafından yakılmış, papalık ancak 1920 yılında onu Aziz ilan etmiştir. (Ural, s. 59) Hristiyanlığın bininci yılına doğru papalık, “1000. senesinde kıyamet kopacak” diye ilan etmiş, cahil haktan büyük paralar toplamıştı. (Ural, s. 63) 11. yüzyıldan evvel Roma kilisesine bağlı rahipler evlenebiliyorlardı. (Ural, s. 77) Sadece Meryem değil, annesi olarak kabul edilen ‘Sant Anna’da bakire iken Meryem’i doğurmuştu’ ama 18. yüzyıla kadar hiçbir Hristiyan böyle bir doğumdan haberdar olmamıştı. Papa “Ben yaptım oldu” demişti. (Ural, s. 67) Haçlı seferleri, papaların gözetim ve teşvikleri ile yapılmıştır (Ural, s. 51, 108-113) Haçlı seferleri sonucunda Müslümanlar, Bizanslılar ve Yahudiler çok zarar gördü, haçlıların kılıcıdan sadece Müslümanlar değil Yahudiler özellikle Ortodokslar nasibini aldı. Marciout’lu Petrus 1269 yılında mıknatıs ve pusulayı Fransa’ya getirmiş, 50 yıl sonra 1320’de İtalyan F. Gioja sözde pusulayı keşfetmiştir. Damascus, ‘De Haeresbius’ da, Kur’an-ı Kerim’in peygamber tarafından kaleme alındığını ve yazma sırasında Bahire isimli kişinin kendisine yardım ettiğini ileri sürmüştür.  Jean Damascene (Dımeşki) Müslümanların şeytanın yanı sıra Jüpiter, Apollon ve Mahon isimli puta taptığını ileri sürmüş ve Müslümanlar için Mahon, şeytan ve Apollon üçlemesini kurgulamıştır. (Ural, s. 118-120) Günümüzde papalık her bakımdan dünyanın en küçük devleti olmasına rağmen, çok büyük gelirleri olan gayrimenkul varlıkları elinde bulundurmaktadır. (Ural, s. 52) İşkenceyi resmileştiren engizisyon şüpheli şahısları yakalıyor, onları zorla itiraf ettirip sonunda yakıyor ve mallarını el koyuyordu. (Ural, s. 70) Papalık tarihinin istisnai faziletli papaları da mevcuttur ama papalık süreleri ‘3 gün, 4 ay 4 gün, 6 ay, 6 ay 20 gün, 12 gün’ gibi sürelerle kısıtlı kalmış, çoğu da kardinaller tarafından zehirlenmiştir. (Ural, s. 83, 85) Orta Çağ’da Hristiyanlar yıkanmamakla övünürlerdi. Doktor A. Brayer, yazdığı kitapta Müslüman ve Hristiyanların arasındaki temizlik farklarını aktarır ve “bir taraf ne temiz ne hoş, öbür taraf pislik, bit, pire ve pis koku içinde” diye yakınırdı. Nietzsche de, Deccal isimli kitabında aynı konulara değinmiştir. Endülüs Emevi devleti bir asker devleti değildi, dileyen Avrupalılar Endülüs’e serbestçe gelir, emniyet içinde ülkeyi dolaşabilir, ilaçtan ticaret ve sanayiye istediklerini alırlardı. (Ural, s. 87-88) Nietzsche, İspanya’daki İslam medeniyetini över ve “Haçlıların bir kültürle savaştılar ki, daha bizim 19. yüzyılımız bile onun karşısında pek fakir, pek geç kalsa gerek. Haçlıların tek istediği doğunun zenginliği idi. Yansız olalım, en azından Haçlı seferleri yüksek bir korsanlıktan başka bir şey değildir.” demektedir. Endülüs ve Abbasi dönemlerinde pek çok Hristiyan alim Müslüman yöneticilerin idaresinde İslam’a karşı Hristiyanlığı savunan kitaplar kaleme alabilmişlerdir. (Ural, s. 90) Tarık Bin Ziyad’la başlayan İslam Endülüs’ü 8 asır sonra sona ermiştir. Endülüs’te katliamlar yapıldığı sırada Cebelitarık Boğazı’nın karşı yakasında ise Müslüman devletler Hristiyanlara katiplik, mütercimlik, doktorluk hatta zaman zaman idarecilik gibi görevler veriyordu. (Ural, s. 92) Engizisyon mahkemesi 18 sene içinde 24.000’den fazla Müslüman’a idamına karar vermişti. Engizisyon mahkemesinin kararıyla Gırnata’da 1 milyon cilt kitap yakılmıştır. Gustave le Bon, “Hristiyanların Müslümanlara karşı yaptıkları her cins ve şekildeki işkencelerin detaylarını okurken titrememek mümkün değil” diye yazıyordu. (Ural, s. 93) Fransız Calvin, Meryem Ana ve azizleri tapma gibi törenleri kabul etmiyordu ki, bu nedenle pek çok Calvin’ci yakılmıştır. Saint Barthelemy katliamında 70.000 kalvinci, Katoliklerce öldürülmüştür. 1618 yılında ünlü 30 yıl savaşları başlar, savaşların sonunda pek çok Avrupa ülkesi laikleşir. (Ural, s. 97-98) Papalıkta sorun, işkenceyi üstelik sistematik ve mevzuatı var olacak biçimde, dönemin en yüksek kamu otoritesince yapılır hale getirmesiydi. Tarihte 3 büyük engizisyondan bahsedilir: Orta Çağ, İspanyol ve Roma engizisyonları. İspanyol engizisyonundan amaç Müslümanlarla Yahudilerin Hristiyanlaştırılması idi. (Ural, s. 100) Gerbert, İslam alimlerinden aldığı eğitimin yardımıyla Hristiyan dünyasının başına Papa 2. Silvertes olarak geçecekti. (Ural, s. 90) Sadece kardinaller papa olabilir. Bugüne kadar Vatikan’da görev yapan papa sayısı 266’ya ulaşmıştır. (Ural, s. 127)  Fransa’da sadece 2003 yılında Müslüman olanların sayısı 30.000 ile 40.000 arasında artmıştır. Latin Amerika’da her saat başına 400 kişi, bağlı olduğu kiliseden ayrılmaktadır. 840 milyon Katolik Hristiyan’ın yalnızca %1’i yani, 9 milyonu pazar ayinlerine katılmaktadır. (Ural, s. 129) 

Vatikan

Günümüzde Vatikan diye bilinen yerleşim alanı yeryüzündeki tek “Tanrı-Kenti” statüsündedir. Vatikan bu özelliği nedeniyle “Kutsal-Kent”tir. Bu Tanrı-Kent aynı zamanda bir “Devleti” içinde barındırır. Vatikan’ın doğrudan ya da dolaylı olarak sahibi olduğu veya yönlendirdiği günlük, haftalık ve aylık 200’den fazla gazete ve dergi, 154 radyo istasyonu veya emisyonu, 49 TV kanalı veya kablolu yayını bulunmaktadır. Vatikan’ın gelirleri başta her ülkedeki Katoliklerden kesilen Kilise Vergisi; Aidatlar; Bağışlar; Şirket Gelirleri; Hisse Senedi-Tahvil-Bono gelirleri; Bankacılık ve Faiz gelirleri; hediyelik eşya satışlarıyla elde edilen gelirlerden oluşmaktadır. Basın yayından elde edilen reklam gelirleri de epeyce tutmaktadır. Vatikan, dünyanın önde gelen birçok şirketinde hissedardır. Çeşitli ülkelerde sayısız gayrimenkulü vardır. Birçok bankanın ortağıdır. Özellikle giyim ve turizm sektörlerinde çok kâr getiren yatırımları vardır. Avrupa Birliği içinde Vatikan’a bağlı olarak çalışan “Katolik Tekstil Sanayicileri Birliği” onun çıkarlarının yöneticisi durumundadır. Benzer şekilde ayakkabı, yiyecek ve enerji ile inşaat sektörlerinde de kârlı yatırımları ve ortaklıkları vardır. Vatikan’ın gelir kaynağından en ilginç olanları da, Hristiyanlığı temsil eden kişileri, örneğin İsa’yı, Meryem’i, azizleri veya sembolleri (Haç gibi) pazarlayarak kazandığı paralardır. Bu açıdan bakıldığında ‘Vatikan’ın kendi Tanrısı’nı (İsa) ve dinini en iyi pazarlayan holding olduğu’ apaçık görülmektedir! (Hürriyet, 28.11.2006; Yeni Mesaj, 19.12.2000)

isa-satilik-3

Vatikan’ın gelirleri sadece bunlar değildir. Vatikan, dünyanın önde gelen birçok şirketinde hissedardır. Çeşitli ülkelerde sayısız gayrı menkulü vardır. Birçok bankanın ortağıdır. Özellikle giyim ve turizm sektörlerinde çok kar getiren yatırımları vardır. Avrupa Birliği içinde Vatikan’a bağlı olarak çalışan “Katolik Tekstil Sanayicileri Birliği” onun çıkarlarının yöneticisi durumundadır. Benzer şekilde ayakkabı, yiyecek ve enerji ile inşaat sektörlerinde de karlı yatırımları ve ortaklıkları vardır.  Bu güç nedeni ile de Vatikan’ın içinde sürekli bir mücadele yaşanmaktadır. Vatikan’da etkileri ve güçleri tartışılamayacak başlıca altı akım vardır. Bunlardan ikisi “Laik”, dördü “Dinsel” niteliktedir. Laikler Opus Dei  (Tanrı’nın İşleri) ile Malta Şövalyeleri’dir. (Tanrı’nın İşleri) adlı gizli örgüt 2 Ekim 1928 de Madrid’te kurulmuştu. Kurucusu sıradan bir papazdı. Adı Jose Maria Escriva de Balaguery Albas’tı. Escriva, Diktatör Franko’ya çok yakın bir din adamıydı. Opus Dei vargücüyle onu destekledi. Karşılığında da Franko Kabinesinden 10 Bakanlık aldı. Halen Opus Dei’nin dünyada 428 üniversitesi ve sayısız okulu vardır. Peru, Kolombiya ve Guatamala’da yatırımlara başlamıştır. Daha sonra da Şili de General Pinochet ile temas kurmuştur. Bu diktatörü de sonuna kadar desteklemiştir. Opus Dei  önderi Escriva, Papa yaptırdığı 2. John Paul tarafından ölümünden 15 yıl sonra aziz yapılmak için sırada bekleyen 2000 kişinin önüne geçirilmiştir. Normal olarak 300 yıl beklenmesi gerekirken Escriva 15 yılda aziz olma yoluna girmiştir. Vatikan’ın iç siyasetinde ve çekişmelerinde dört dinsel akım etkili olmaktadır. Bunlardan birincisi, Dominiken tarikatıdır. Dominikenler, “Önce Kilise” diyen tarikattır. Orta Çağ’ın Engizisyon Mahkemeleri’ni bunlar kurdurmuş ve milyonlarca insanı -özellikle de cadı diye nitelendirdikleri kadınları- yaktırmışlardır. Dominikenler’in tam karşısında Fransiskan tarikatı vardır. Bunlar içinse önce Roma’daki Kilise değil, “Önce Hristiyanlık” gelir. Fransiskanlar yoksullardan yana, din adına karşılıksız çalışan keşişler topluluğudur. Üçüncü topluluk Fransiskanlar kadar çalışkan ama Dominikenler kadar acımasız olabilen Cizvitler tarikatıdır. Bunlar için önemli olan ise “Papalık Makamı”dır. Papaları yücelten Opus Dei ile Papalık Makamı’nı yücelten Cizvitler kavgalıdırlar. Cizvitler en hızlı misyoner örgütüdür.

“Avrupa mantığı putperest ve pragmatisttir. Tanrısına bile bu gözle bakar. Dini inançlar, biyolojik duygularına hitap ederse doğrudur. Kiliselerde müzik, ibadet yerine geçer ve cinayet dahil her günah, günah çıkarmayla affedilebilir. Karnavalları da cinsel duygularını doyurma güdüsüne dayalıdır. Ağızlarından düşürmedikleri sevgi ise, cinsler arası şehvetten başka bir şey değildir. Yardım kampanyaları bile kadınların verdiği çıplak pozlarla gerçekleştirilir. Böyle bir dine mensup oryantalistlerin, ‘doğmamış, doğrulmamış, eşi dengi olmayan, gücü her şeye yeten, şarabı, alkolü, ahlaksız ilişkileri yasaklayan  bir tanrıyı, sarhoş ve daracık beyinlerine sığdırabilirler mi?” (Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş II, s. 207-208)

papa_ayak_yikadi_optu_1  vatikan-kara-para-1

Papa Francis, Kutsal Perşembe ritüelinde kadınların ayaklarını yıkadı ve öptü. Papa Francis, ‘hizmet ve tevazu anlayışını’ vurgulamak amacıyla gerçekleştirdiği Kutsal Perşembe ayini sırasında, Roma’daki bir hapishanede 12 kadın mahkûmun ayaklarını yıkadı ve öptü. Papa Francis, kadınların çıplak ayaklarından birinin üzerine su döktü ve küçük bir havluyla kuruladı. Daha sonra her bir ayağı öperek kadınlara gülümsedi. (Euro News, 29/03/2024)

Vatikan Bankası’nda kara para soruşturması. (T24, 21 Ekim 2010) Vatikan’a şok soruşturma Vatikan Bankası’nın diğer bankalarla yaptığı kimi transfer işlemlerinde AB ülkelerinde kara para aklamayı önlemeye yönelik kuralları çiğnediğini ortaya çıktı. (Dunya.com, 21 Ekim 2010) Vatikan Bankası’nda sahtekarlık girişimi. Adı sıklıkla yolsuzluk ve kara para aklama gibi skandallarla anılan Vatikan bankası IOR, bu kez de milyarlarca Euro tutarında bir sahtekârlık girişimine sahne oldu. (BBC, 30 Mart 2014) Vatikan’ı sarsan yolsuzlukla ilgili biri kardinal toplam 10 kişiye yargı yolu. Vatikan’da biri kardinal olmak üzere 10 kişi hakkında ‘zimmete para geçirme’ ve ‘kara para aklama’ gibi suçlardan düzenlenen iddianame kabul edildi. (Euro News  03/07/2021)  Vatikan, AB kurallarını çiğnedi, savcılık kara para incelemesi başlattı. (Hürriyet, Ekim 22, 2010)

Nadir olan kötü papalar arasında bulunmayan bu Papa herkesin önünde yıkama yapsa da, gizlice yıkayıp akladığı kirli para ve ilişkiler nasıl temizlenecektir acaba?! İyi ki Kutsal Ruh bunlardan habersizdir! Habersiz ise sorundur, haberdar ama papayı uyarmadı ise (!) daha büyük sorun!

mussolini- Laterano-3

Faşist sosyalist lider  Mussolini papa ile anlaşır ve 1929 Laterano Anlaşması ile Vatikan Devleti kurulur. Vatikan’ın ve Papalığını tarihi sayısız cinayet, entrika ve skandallarla doludur. Mesela iki önceki papa I. John Paul, 33 gün Papalık yapabilmiş sonra öl-dürül-müştür. Vatikan’ın içinden çeşitli ulusların -başta Fransa, Polonya ve Almanya- istihbarat örgütleriyle birlikte çalışan Kardinaller çıkmıştır. Bunlardan bazıları daha sonra Papa yapılmışlardır. Örneğin 1978’de eceliyle ölen Papa 6. Paul, gizli istihbarat örgütleriyle içli dışlı olmuş bir Kardinal olarak tanınıyordu. Vatikan, Dünya’da devlet çapında örgütlenebilmiş ilk Fundamentalist Tanrı-Krallığıdır. Papaların Vatikan’a geçişleri 1377 yılında, Avignon’daki Papaların sultasının yıkılmasından sonra olmuştur. “Papalık seçimlerinde Vatikan’ın tüm iç dengeleri ve uluslararası siyaset çok önemli bir yer tutar.” Gerçi inanca göre Papa’yı Kutsal Ruh seçiyordur ama gerçekte CIA’sından KGB’sine ve MOSSAD’a kadar tüm istihbarat örgütleri de Kutsal Ruh’un seçiminde parmak oynatmaktadır. Dünyanın en küçük devletinin hükümdarı olan Papa, aynı zamanda bir milyar Katolik’in ruhani lideridir. 0,44 kilometrekarelik arazisiyle ve 1000 nüfusuyla dünyanın en küçük devleti olan Vatikan, gizli örgütler, masonik ilişkiler, cinayetler ve kirli para aklama gibi kavramlarla hep yan yana olan bir merkez olmuştur.  1054’te birbirine eşit olan iki patrik, İstanbul ile Roma patrikleri birbirini aforoz etmiştir. Bundan sonra Hristiyanlar Katolik ve Ortodoks olarak ikiye ayrılmıştır. Katolikler, Roma patriğini ruhani lider kabul eder. IX. asırda en güçlü barbar kavimlerinden Frankların kralı Büyük Karl’ı Roma İmparatoru ilan etme karşılığında Papa, Roma civarında cismani iktidar kurabilmiştir. Halka, mahsulün 1/10’unu kiliseye vermeleri zorunlu kılınmıştır. Zamanla Haçlı seferlerine teşvik etmekten, Engizisyon Mahkemeleri ile insanları yaktırmaya, aforoz etmeden kralları interdit (dışlama) cezası vermeye birçok yetkiyi bünyesinde toplamıştır. Papa III. Innocentus (1198-1216) kendisini bütün Hristiyanların, hatta kralların hükümdarı bile ilan edebilmiştir. 1309’da Fransa kendi papasını seçtirir. Sonunda da Avignon ve Roma’da oturan, birbirlerini aforoz eden iki papa ortaya çıkmıştır. 1377’de ise bütün piskoposlar toplanıp, iki papayı azletmiş ve Roma’da oturan yeni bir papa seçmişlerdir. 1530’da ise Almanlar papaya kazan kaldırmış ve süreç sonunda Protestanlık ortaya çıkmıştır. (1648 Vestfalya Kongresi) Aziz Papa gizli örgüt üyesi çıktı. Vatikan’ın “aziz” ilan ettiği Papa 23. Jean’ın, İstanbul’da görev yaptığı sırada İlluminati adlı gizli örgüte üye olduğu ileri sürüldü (Milliyet, 6.9.2000)

Skandallar, kitaplar dolduracak kadar boldur kilise tarihinde. Geçmiş asırlarda dönemin önde gelen isimleri tarafından yazılmış Vatikan değerlendirmeleri ağır suçlamalarla doludur. Bu kalemler tanık oldukları pek çok yakışıksız olay naklederler. Bu bakımdan yakın zamanda Amerika’daki Katolik kilisesinin bir dizi çocuk taciziyle gündeme gelmesi ve çok sayıda rahibin görevden uzaklaştırılması skandallar zincirine eklenen son halka olmanın ötesinde anlam taşımaz. Ama tarih, Roma kilisesi söz konusu olduğunda sadece bu tür ‘hazcı tablolarla’ değil öldürülen papalarla da Vatikan’ı kaydeder. Bugüne kadar görev yapmış 264 papanın önemli bir kısmı komploya kurban gitmiştir. Bunun en yakın örneği 1978 Ağustos’unda papalık makamına seçilip 33 gün sonra öldüğü açıklanan I. John Paul’dür. Geçmişte de VIII. Urbanus, XIV Clement gibi zehirlenerek öldürüldüğü söylenen papalar vardır. Uzmanların gözünde VIII. Urbanus’un katili, halefi papa X. Innocent’tir. X. Innocent’in yolsuzluk ve cinsel sapmayla suçladığı VIII. Urbanus’u öldürdükten sonra dini bir konseyde yargılattığı ve suçlu bulunması üzerine cesedini mezarından çıkartıp elini kestirdiği anlatılmaktadır.

dakkabirgolbir3473478 onlarhicbirseyi-unutmuyor737

papa_turkler_haberturk_040513

Yeni papa işkenceyi kutsamış. Papa Francis ABD destekli cuntanın işkencelerine göz yummuş! (18.3.2013) Papa Francesco’nun İlk İcraatı. Emerit unvanıyla emekliye ayrılan Papa 16. Benedikt’in görevdeyken verdiği son kararı yeni Papa Francesco uygulayacak. Otranto seferinde Osmanlı ile savaşırken öldürülen 800 Hıristiyan bugün Vatikan’daki Sen Piyer Meydanı’nda toplu halde “aziz” ilan edilecek. (Hürriyet, 12 Mayıs 2013)

Haçlı soyu. Müslümanları topraklarından çıkarmak için tarihte 9 haçlı seferi düzenleyen Katolik dünyasının ruhani lideri Papalığın, Müslümanlara olan kini yüzyıllar geçse de bir türlü bitmiyor. Peygamber Efendimize yönelik çirkin sözleriyle Müslümanların tepkisini çeken Papa 16.Benediktus’un ardından koltuğa oturan yeni papa Fransuva’nın da selefinden çok farklı düşünmediği ortaya çıktı. 3 yıl önce Yahudi bir hahamla yazdığı kitapta Osmanlı’yı  ‘soykırımcı’ ilan eden Papa, Türkleri Nazilerle bir tutmayı da ihmal etmemiş. Geçtiğimiz günlerde gözden geçirilerek yeniden yayımlanan kitapta bu bölümler aynen duruyor. Fransuva’nın Yahudileri memmnun etmek adına yazdığı bu kitap kendisinin kimler tarafından papa seçildiğini de gözler önüne serdi. Fransuva’nın görev yaptığı Arjantin’de ABD karşıtlarını ihbar ederek yakalattığı basında sıkça yer almıştı. İngiliz Mail on Sunday Gazetesi, Papa Fransuva’nın Arjantin’de 1976-1983 yılları arasındaki, ABD destekli askeri cunta döneminde kilisenin din adamlarına yönelik korumasını kaldırıp işkence, adam kaçırma, faili meçhul cinayetlere göz yummasına ilişkin belgeleri yayımlayarak Hıristiyan dünyasında büyük bir tartışma başlatmıştı. 1095 yılında başlayan birinci haçlı seferiyle de Katolikler var güçleriyle İslam beldelerine saldırdılar. Müslümanlara ait ne varsa yağmalayan, yakıp döken Katolik askerlere en büyük destek Papalık makamından geliyor, Papa adeta Hıristiyanları barbarlığa teşvik ediyordu. Haçlı seferleri 1272 yılına kadar sürdü. Her gelen Papa yeni bir haçlı seferi organize ederek Müslümanlara saldırdı. Yeni Papa Fransuva milyonlarca Müslümanı katleden kendileri değilmiş gibi Osmanlı’yı soykırımcı ilan etmesi gülünç olmanın ötesinde trajikomik bir durum. (Milli Gazete, 5.5.2013)

Densiz Papa. Kasımda Türkiye’ye gelecek olan Papa 16. Benedikt şok çıkışla Bizans imparatorunun, Hz. Muhammed’i hedef alan kin dolu açıklamalarını gündeme taşıdı. Papa 16. Benedictus neler diyor: Papa, 14’üncü yüzyılda yaşamış olan ve Hristiyan dünyasında Türklere karşı mücadelesiyle tanınan Bizans İmparatoru Paleologos’un “Muhammed’in getirdiği hiçbir yenilik yok. Sadece kötü ve insanlık dışı şeyler getirdi” sözlerine yer verdi.”İslam’da Tanrı ile akıl arasında ayrılmaz bir bağ yok. İslami cihad akla ve Tanrı’ya karşı” diyen Papa, İtalya’da da büyük yankı yarattı. “Papa, Muhammed’in kılıcını aforoz etti” diye yazan La Repubblica gazetesi, konuşmanın Türklerin çok olduğu Almanya’da yapılmasına dikkat çekti.”Hristiyanlık ile akıl arasında sıkı bir bağ var” diyen Papa, İslam’da ise Tanrı kavramının çok soyut olduğunu ve bu nedenle böyle bir bağın olmadığını söyledi. (Sabah, 14/09/2006) Halbuki, “Kur’an ayetlerinin kılıçla yayıldığını sanmak korkunç bir hatadır.”  (Lord John Davenport, Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim, s. 55) Thomas Carlyle, İslam’ın kılıç yoluyla yayıldığı iddialarını ciddiye almaz. ‘Saksonların Hristiyan yapılması vaaz yoluyla olmamıştır’ diye de ekler! (Thomas Carlyle, kahramanlar, s. 99-100)  Henry Stubbe, (An account of the rise and progress of Mahometanism with the Life of Mohamet and a Vindication of Him Religion from the Calumnies of the Christians) ‘Hristiyanların iftiralarına karşı onun ve dininin savunulması’ adlı  eserinde, Müslümanların savaşlarının haklılığı anlatılır, Hz Muhammed’in idarecilikte, üstün kabiliyeti övülür, bunların Hristiyanların onun hakkında o güne dek iddia ettikleriyle uyuşmadığının altını çizer. İslam’ın kılıçla yayıldığı iddiasının büyük bir yalan olduğunu, onun savaşlarının yeni bir din getirmek değil, eskisini restore etmek amacıyla yaptığını ifade eder ve kimseyi Müslüman yapmak için zorlamadığını belirtir. Daha fazla detay için, “İslam kılıç zoru ile yayılmadı” ve “İslam barış dinidir” adlı yazılarımıza bakılabilir. 

Türk tarihçi ve ilahiyatçılardan Papa’ya geçmişi hatırlattı! Cordoba için de acı çekiyor mu? Papa Francis haftalık vaazında Ayasofya’nın ibadete açılmasıyla ilgili, “Aklım İstanbul’da. Ben Azize Sophia’yı düşünüyorum ve çok acı çekiyorum” dedi. Türk tarihçi ve ilahiyatçılar da Papa’ya Endülüs’te kiliseye çevrilen Cordoba Camisi’ni (Kurtuba Ulu Camii) ve Haçlı seferlerinde Ayasofya’nın talan edilişini hatırlattı. (Milliyet, 13.07.2020)

Çok tanrıcılık ve Hıristiyan azizleri

“Denizcilerin koruyucu azizi Noel Baba. Noel Baba’nın Myra’da (Bugünkü Demre) yaşayan Aziz Nicholas olduğu kabul gören bir gerçek. Konunun fazla bilinmeyen yanı ise bu azizin denizcileri koruyan bir güce sahip olduğu inancı.” (Turksail, 31 Aralık 2011) “Madenciler Azize Santa Barbara’nın ruhunun kendilerini koruduğuna, koruyacağına inanırlar. Onu madencilerin koruyucu azizesi ilan ederler ve böylece dilden dile aktarılır.” (Evrensel, 26 Aralık 2022) İzmir’in Koruyucu Aziz’i: Sen Polikarp. Havari ve İncil yazarı Sen Jan’ın ilk müritlerinden biri olan Sen Polikarp, İsa’nın şehidi olarak anılırken, İzmir’de adını yaşatan kilise de inanç turizminin önemli durakları arasındadır. (izmirdergisi.com/tr/turizm/inanc-turizmi/69-izmir-in-koruyucu-aziz-i-sen-polikarp)

aziz-nikolas-heykeli-1st-nicholas-patron-saint-of-sailors Aziz Nicholas, denizcilerin koruyucu azizi.

azizbarbara-1

izmir-polycarpos-1 Aziz Şehit Policarpos, İzmir’in koruyucu azizi.

Hristiyanlık ve Putperestlik

“Siz kendi ellerinizle yonttuğunuz bu putlara mı tapıyorsunuz? Oysa sizi de yaptığınız şeyleri de yaratan Allah’tır” (Saffat Suresi 95-96)

                 isa-heykel-1

isaheykeli-yildirim-2-1

Corona virüsüne karşı ilaclanırken… 26..3.2020

Vatikan Şehrinin Aziz Petrus Bazilikası’ndaki Michelangelo’nun Pieta heykeline çekiçle saldırı olur ve heykelin sol kolu ve burnu kırılıp, yanaklarına ve sol gözüne zarar verilir.

658648579

Videoda, kilisede omuzda taşınan İsa heykeli düşüyor, insanlar çığlık çığlığa bağırışıyor. Rio’da ‘Kurtarıcı İsa’ heykeli yıldırım sonucu hasar görür. ‘Onarım’  çalışmaları başlar. (Ntv, 22.1.2012)

-Budist versiyonu-

“İsa’ya yıldırım düştü! Hristiyanlar kiliselere koştu. Herkes, din adamlarının olaya açıklık getirmesini istedi. Papazlar halkı yatıştırmaya çalıştı ama kiliselere koşturup dua edenler “O tepede paratoner de var. O varken nasıl oluyor da yıldırım heykele düşüyor?” dedi.” (Haberturk, 14.02.2008) Hz. İsa heykeline yıldırım düşmesi sonucu küle döndü. Yıldırım nedeniyle fiberglastan yapılan heykelde yangın çıkarken, kısa sürede heykel küle döndü. (Cumhuriyet, 12 Eylül 2023) Brezilya’nın sembolik kentlerinden Rio de Janeiro’nun, kent körfezine bakan ünlü sembolü Kurtarıcı İsa heykeline yıldırım çarptı. Rio’daki Kurtarıcı İsa heykeline düşen yıldırım. (Cumhuriyet, 11 Şub 2023) Hz. İsa heykeline yıldırım çarptı. Hz. İsa heykeline yıldırım çarptı. Alevlerin heykelin yakınındaki amfitiyatroya da sıçradığı, ancak yangının kontrol altına alındığı belirtildi. (NTV, 15 Haz 2010) Kurtarıcı İsa Heykeli’ne yıldırım çarptı. Brezilya’nın en çok turist çeken Rio de Janeiro şehrinin simgesi olan devasa boyutlardaki Kurtarıcı İsa heykeline yıldırım düştü. (Sabah, 18 Oca 2014) Yıldırım parmağını kopardı “İsa” heykeline yıldırım düştü. Brezilya’nın Rio de Janeiro şehrinin sembolü Corcovado Dağı üzerinde bulunan “Kurtarıcı İsa” heykeline yıldırım düştü. 2007 yılında yapılan oylamayla dünyanın yeni yedi harikasından biri seçilen ve turistlerin büyük ilgisini gören heykelin düşen yıldırım nedeniyle zarar gördüğü ve başparmağının koptuğu bildirildi. (Habertürk, 17.01.2014) Rio’da ‘Kurtarıcı İsa’ heykeli yıldırım sonucu hasar görür. ‘Onarım’  çalışmaları başlar. (Ntv, 22.1.2012) Meksika’da yıldırım düşen 33 metrelik Hz. İsa heykeli yanarak küle döndü. Yıldırım nedeniyle heykelde yangın çıktı. (TGRT Haber, 11 Eylül 2023)

Michelangelo’nun Aziz Petrus Bazilikası’nda bulunan ünlü heykeli ‘Pietà’, 1972 yılında Laszlo Toth adlı Macar doğumlu Avustralyalı bir jeolog tarafından şiddetli bir saldırıya uğradı. Pieta ciddi hasara uğradı; Mary’nin kolu kırıldı, göz kapağı kırıldı ve burnu parçalandı.

İtalya’nın Brescia kenti yakınlarındaki Cevo Belediyesi’nde, 21 yaşındaki Marco Gusmini’nin halatlarla tutturulan 30 metre yüksekliğinde ve 600 kilo ağırlığındaki Hz. İsa heykelinin altında kalarak ölmesi şok etkisi yarattı. Hz. İsa’nın heykelinin bulunduğu 30 metre uzunluğundaki direğin çökmesi sonucunda bir kişi de ağır yaralandı. (26 Nisan 2014)

Taylandlı dini lider ‘şans getiren’ Buda heykelinin altında kalarak öldü. 52 yaşındaki Taylandlı Saman Chanthayothi, konuk olarak katıldığı Budist heykelin açılışında, kutsal kabul edilen yapının altında kalarak hayatını kaybetti. (Mepa News, 06 Kasım 2019)

 “O halde Allah’ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar vermeyecek nesnelere mi tapıyorsunuz?” (Enbiya Suresi 66); “Allah’ı bırakıp da, kendisine kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek şeylere yalvarandan daha sapık kim olabilir? Oysa onlar, bunların yalvarışlarından habersizdirler.” (Ahkaf suresi 5)

Şaka niyetine

NBC televizyonu Amerika Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) savunma istihbaratına müsteşar yardımcısı olarak atanan Korgeneral William Boykin’in kilisilerde ibadet sırasında askeri üniformayla yaptığı bazı konuşmaların video görüntülerini yayınladı. İşte üst düzey bir Amerikalı yetkilinin İslamiyet üzerine yaptığı açıklamalar. Korgeneral William: “Sen de biliyorsun ki benim ‘Tanrım seninkinden büyük. Benim Tanrım gerçek senin ki ise put.’ dedi. (Sabah,18.10.2003); “ABD savunma istihbarat müsteşar vekili Korgeneral William G. Jerry Boykin, “Biz Hristiyanız, düşmanımız ise şeytandır. Biz tanrının ordusuyuz.” derken Mogadishulu Osman Atto için, ‘Ben, benim tanrımın gerçek olduğunu biliyorum, onunki ise puttu’ demişti.” (Nathan Lean, İslamofobi Endüstrisi, s. 191) Kur’an 1400 sene öncesinden Boykin zihniyetine cevap vermektedir: “İşte böyle; çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O’nun dışında, onların taptıkları ise, şüphesiz batılın ta kendisidir. Gerçekten Allah, yücedir, büyüktür.” (Hac, 62)

‘Kendi kiliselerinin putlarla dolu olduğunu’ görmeyen bu zihniyetin kökeni Orta Çağa dek uzanmaktadır: “Haçlı savaşları sırasında özellikle Hz Muhammed put veya pagan bir tanrı olarak tasvir edilmiş ve bu konuda birçok eser yazılmıştır.”  (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 38) Nicetas da Byzance, İslamiyet’i, putperestlikle karşılaştırmıştır. (Y. Moubarac, La Pensee Chretienne Concernant l’Islam, I/5) “12. ve 13. yüzyıllarda yazılan eserler 3 başlıkta ele alınabilir: Kronikler (tarih sırasına göre yazılmasıyla oluşan siyer), efsaneler ve risaleler. Efsanelerin en büyük özelliği Müslümanları putperest, Hz Muhammed’i de onların taptığı putlardan biri olarak göstermektir.”  (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, s. 38) Pseudo-Turpin kroniği yazarına göre  Büyük Karl, Salam Cadiz adlı yerde putlara tapan Kuzey Afrika yöneticisi Igolando ile bir tartışmaya girer: “Biz baba, oğul ve kutsal ruha inanıyor ve ibadet ediyoruz; buna mukabil siz ise ‘şeytana inanıyor ve heykellerini’ kutsuyorsunuz.”  (R. Barkai, Cristianos  Musulmanes en la Espana medieval, s. 157) Wolfram von Eschenbach’ın Willehalm’ında, “Muhammed (Mahun) Sarazenlerin (Müslümanların) tapınmak dışında savaşlara da beraberlerinde götürdükleri bir put olarak tasvir edilir. Savaştaki yenilgiden sonra güya put yere atılır ve köpek ve domuzlar üstüne çullanır.” (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, s. 70) “Avrupa’da Müslümanların, Hz Muhammed’e  ‘Mahomerien’ adını verdikleri ibadethanelerde büyük bir huşu içinde secde ettiklerine inanılırdı. ‘Maometis’ Müslümanların taptığı üç puttan biri idi.” (Prof A. Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 212)  “Piskopos Aziz Galien’in, Hristiyanların ‘putperestlere’ karşı kazandığı zaferde payı olduğu söylenmektedir.” (Jack Goody, Avrupa’da İslam damgası, s. 43) “İngiliz tarihçi, siyasetçi ve şair Thomas Macaulay: Kesin inancım odur ki, eğer eğitim planlarımız uygulanırsa Hindistan’da 30 yıl içinde saygın sınıflar arasında tek bir puta tapan kalmayacaktır.”  (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 113) “Haçlıların cahilce taassupları Avrupa’nın her tarafına dal budak salmış, aynı taassup, memleketlerini ‘putperestlerin’ boyunduruğundan kurtarmak için Endülüs Hristiyanlarını harbe teşvik etmiştir.” (Muhammed Esed, Yolların ayrılış noktasında İslam, s. 66)  “Haçlı seferlerine katılan bir Haçlı askerinin şu ifadesi çarpıcıdır: “Türkler ve putperestleri kutsal topraklardan sürdük ama Rum, Yunan, Ermeni,  Süryani ve Yahudi sapıklardan kurtulamadık.” (Doç.  İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 77) “Thedor bar Konai, Müslümanları putperest, Hz Muhammed’i de Müslümanların putu olarak nitelendirir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 242) “Papaz Conrad’ın yazdığı şiirde, Müslümanların puta taptıklarını ileri sürer.” (Hıdır,  s. 244) Nikiu patriği John, Hristiyan gözle yaptığı bir yorumda, “Mısırlılar, tanrının düşmanı Müslümanların dinine girmekle, o amansız Muhammed’in kötü inancını kabul ediyorlardı. Böylece onlar ‘putperestlerin sapıklığını’ paylaşıyorlardı.” (Chronique de Jean, Eveque de Nikiu, s. 585) demektedir. Halbuki Sale, Miladi 6. yüzyıl Hristiyanlığı için şu tespitte bulunmaktadır: ‘Hristiyanlar, papazlara ve Hristiyan azizlerin resimlerine ibadette çok aşırı gitmişlerdi. Bunda en çok da, Katolikler ilerideydi.’ (Sale’s Translation, s. 62) İslam’dan etkilenen “Roma İmparatorluğu 3. Louis, Miladi 726 yılında resim ve heykellere takdisi yasaklar. 730 yılında çıkardığı ikinci emirle, bunu putperestlik olarak ilan eder. Endülüs’te doğup büyüyen Torin papazı Claudius, kendi devrindeki kiliselerdeki haç ve resimleri yakmıştır. İslam, Hristiyanlıktan tamamen ayrılmaktadır. Çünkü İslam putperestliğin köklerini tamamen kazanmıştır.” (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s. 172, 223)

‘La chanson de Roland/ Roland Destanı’, ‘Roman de Mahon/ Muhammed’in Romanı’ gibi eserler, Müslümanların Jüpiter, şeytan ve Apollon ile beraber bir de Mahon adlı puta taptığını iddia etmekte idi. Papa XI. Pie’de, Müslümanlarla müşrikler arasında bir fark gözetmezdi. “Hristiyan entelektüellerine göre Muhammed, mesih karşıtı bir heretiklik. Halk nazarında ise İslam, paganist (çok tanrılı yerel din) bir inanç olduğu  genel kanaat idi.” (Prof. Dr. Fuat Aydın, Batı İslam Arkeolojisinin Algısı, s. 43) Oryantalist Bodley bu iddiayı şöyle yalanlamaktadır: “Kendisine hiçbir zaman ilahi bir özellik atfetmedi, müminlerin hiçbiri onu hiçbir zaman tapınma konusu yapmadı.” (Ronald Victor Courtenay Bodley, Hz Muhammed, s. 94) “Allah’ın birliğinin birçok anlamı olduğunu ve bunların her birinin kendi içinde sıkıntıları bulunduğunu söyleyen Hristiyan Kindi, Hristiyanlıkta ise tek tanrı olduğunu, sadece zatıyla kaim olan üç uknumdan ibaret olduğunu” göstermeye çalışmıştır. Yani bu yazar, üç parçadan oluşan bir şeye tevhid/birlik derken; tek olanı savunmayı ise, ‘kendi içinde sıkıntılı’ ilan etmiştir. (Fuat Aydın, s. 80) Bir taraftan Müslümanları puta tapmakla suçlayan oryantalistler ve diğer taraftan da putperestliğin zıttı olan tevhid akidesinden dolayı İslam inanç sistemini eleştirenler: “Fransız oryantalist Renan, ‘İslam’daki tevhid inancının Müslüman bireyi şaşkınlığa düşürdüğünü’ ileri sürerken Hartford kurumu’nun müdürü Dr. Keric ise; “Hristiyanlıktaki teslis inancı, insanı tanrıya yaklaştırır. Tevhid akidesi ise, insan ile Tanrı arasına mesafe koyar.” (Muhammed Bakır el-Hakim, Oryantalistler ve Kur’an hakkındaki şüpheleri, s. 16, 19) diyerek oryantalist bağnazlığın nerelere varabileceğini göstermektedir. Aynı şekilde Papa 16. Benedikt’te 2006 yılında, “İslam’da ‘Tanrı kavramının çok soyut olduğunu’ ve bu nedenle ‘Hristiyanlıktaki gibi akla dayalı bir bağın’ İslam’da olmadığını.” (Habertürk, 14.09.2006) ileri sürmüştür. Bağnazca ve gerçeklerle tamamiye zıt olan bu iddia, tarihten günümüze, en üst konumdaki yetkililerin bile bu yalanı hala gerçekmiş gibi ileri sürüldüğüni göstermektedir! Kısaca, “Oryantalistler, Allah’tan başka ilah olmadığını söyleyen birisini bizzat ilah ilan etmişlerdir. Halbuki Hristiyanlıkta İsa’nın kendisi, tanrının vahyi iken İslam’da ise vahiy, Hz peygamberin hayatı değil, Kur’an’ı Kerim’in kendisidir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 82, 128) Çünkü “İslam, insanı yüceltir ama putlaştırmaz.” (Nietzsche, Deccal Sahte İsa, s. 25) Ve gerçekte “Muhammed, Arapları putperestlikten vazgeçirebilmiştir.” (Norman Daniel, Islam and West, s. 42) Charles Forster ise, ‘Le Mahomerisme Devoile’  adlı eserinde gerçeği şöyle ifade etmektedir: “Muhammed geldiğinde Hristiyanlar putları ululardı ve bu nedenle de bozulmuştu. Muhammed putları kırmakla Hristiyanlığı bozulmaktan kurtardı.” İlk Arapça kürsüsü 1539’da Paris’te Guillaume Postel için kurulur. Postel İslam’a iki nedenle olumlu bakar. Bunlardan ilki, İslam’ın  ‘putperestliğe karşı’ zafer kazandığı içindir. (Thierry Hentsch,  Hayali doğu, s. 101) Aslında “Putlara tapma köleliğinden kurtulamamış Hristiyanlık borazanları, kendileri gibi puta tapan bir topluluk aramakta, bulamayınca da kural tanımadan Kur’an’a saldırmaktadırlar.” (Doç. Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş 2, s. 32) Amerikalı tarihçi Washington Irwing, ‘Muhammed’in hayatı’ adlı eserinde şunları yazmaktadır: “O, sağlam görüşlü ve namuslu birimiydi? Evet, O güvenilir biriydi. Ama İslam’a çağırmaya başlayınca düşmanlığı üzerine çekti; çünkü ‘putlara karşı çıkması’ Kureyş’in Kabe üzerinden  sağladığı kazanca son veriyordu.” (Afif  A. Tabbare, Ruhu’d-dini  İslam, s. 456) Meşhur İslam karşıtı oryantalist “Goldziher: İslam, şirk unsurlarını hoş görmeyen tek dindir.” (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 330) itirafında bulunurken, Bernardo Levis de, “Peygamber, hayatında büyük işler yapmıştı. Arabistan’ın putperest kavmine yeni bir din getirmişti.” (Meriç, s. 399) diyerek, bu tür iddiaları geçersiz kılmaktadır. G. Sale, Hz Muhammed’in hedefini, ‘putperestliği yok etmek, bozulan Yahudi ve Hristiyanlığı asli haline döndürmek ve bir Allah’a tapınmak’ olarak ifade etmiş ve Prideux’un, ‘İslam peygamberinin putperest bir kavme yeni bir putperestliği kabul ettirdiği’ şeklindeki tezi reddetmiştir. (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 81) Yine “George Sale, ‘Muhammed’in Arapları putperestlikten çıkarıp tek Allah’a inanmalarını sağladığını’ söylemektedir.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 34) Kwangtung tarih yazıcıları (618-907 arası bir tarihli kayıtta), “Medine krallarının mabetlerinde ne heykel, ne put, ne de resimler vardır.” diye tarihi bir kayıtta düşmüşlerdir. (Thiersant, Le Mahometisme en Chine, I/19) Zaten bu nedenle de, “Putperestliği bırakıp Müslümanlığa döndürülen insanların sayısı, samimi misyonerlerin iştiyaklı çabalarına rağmen, Hristiyanlığa döndürülenlerden daha fazladır.” (Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 452) Aynı kaynaktan iki örnek daha: “Şeyh Abdullah, Kedah’a gelince, Racayı ziyaret ederek, “Demek ki Allah’ı duymamışsınız?” Raca:” O zaman, bize bu yeni dini öğretip aydınlatmanızı rica ediyorum.” Raca onun anlattıklarından ikna olunca saraydaki ‘tüm putların hepsini’ parçalayıp yaktırmıştı” (Thomas Walker Arnold, s. 479) “İslam, Malay Takım Adalarındaki ‘puta tapıcılığı’ hızla çıkarıp atmıştır.” (Thomas Walker Arnold,  s. 520)

Tarihteki en büyük İslam düşmanlarından biri olan Peter the Venerable bile, peygamberin, Arapları puta tapmaktan kurtardığını kabul eder. (J. Kritzeck, Peter the Venerable and Islam, s. 132) “Yakın zamana kadar İslam, Avrupalıların hayal dünyasında putperest bir din olarak algılanmıştır. Bu “bilinçli bir cehalet” örneğidir. Bu yargı günümüzde de devam etmektedir.” (Prof. Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 30, 36) A. Comte, İslam’daki  tek tanrı inancını överek, Hz. peygamberin Batıya yeni bir çözüm önerdiğini ifade etmiştir. (Hıdır, s.105)  Fransız tarihçi ve sosyolog Maxime Rodinson da bu iddiaları reddeder ve “Anlatılan ‘efsanelere göre’ Muhammed, bedevilerin baş tanrısıydı.” (Hıdır, s. 243) der. M. Luigi Massano da bu bu konuda şunları yazmaktadır: “Türklerin (Herkesin sandığının aksine) Muhammed’e değil Allah’a taptıklarını, Muhammed’i bir peygamber olarak kabul ettiklerini söylemek yerinde olur.” (Ö. Kumrular, Türk korkusu, s. 116) A. Toynbee, ‘Civilisation on Trial’ adlı eserinin 76. sayfasında şunları yazmaktadır: “Hristiyan kilisesinin Yunan çoktanrıcılığı ve putçuluğu gibi utanç verici bir konumunun aksine İslam, İbrahim’in saflığına tabi olmuştur.” (Toynbee, Civilisation on Trial, s. 76) Zaten “Kur’an’ın getirdiği bütün deliller, Allah’tan başka ilahın bulunmadığı ile ilgilidir” (H.A.R. Gibb, Muhammedanism, s. 38) “Tek Allah’a ibadet etmek, yerini en kötü bir putperestlik almıştı. Eski putperestliğin ilahlar grubu yerine azizler ve meleklerden olan bir kalabalıktan kurulu yeni bir Olimp ortaya konmuştu. Muhammed Allah’ın birliğine davetle yetinmeyerek putperestliği de yok edeceğini söylemiştir. Hayatı işkence ve hakaretler içinde geçmiştir. Kur’an, ‘birlik inancının’ en şerefli anıtıdır. Müslümanlık, insanları azizlere, resimlere tapmaktan alıkoyar. Böyle bir dinin putperestlik, Zerdüştlük ve sabiliği yok etmesine şaşmamak gerekir. Hz Muhammed, Allah’ın bir olduğu inancını o kadar sağlam bir şekilde topluma yerleştirmiş, putperestliği o kadar kesin şekilde ortadan kaldırmıştır ki, putperestlik bir daha ortaya çıkamamıştır. Halbuki putperestli Hristiyan kavimleri arasında yeniden ortaya çıkmış, putları olmayanlar dinsiz sayılacak kadar da ileri gidilmiştir. Bizans imparatoriçesi İrin, 787’de İznik konferansını toplatararak, putlara ve heykellere tapmayı yeniden uyandırmıştır.” (Lord John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur’an’ı Kerim; Hazreti Muhammed (sav)’den Özür Diliyorum, s. 3, 13, 45, 50, 91)

“Onlar, Allah’ı bırakıp, kendilerine dişi isimler verdikleri putlara taparlar. Böyle yapmakla aslında başkasına değil, ancak hayırsız ve azgın şeytana tapmış olurlar.” (Nisa, 117) “Aslında bu putlar, sizin ve atalarınızın uydurduğu bir takım kuru isimlerden, gerçekliği olmayan boş lafızlardan ibarettir.” (Necm, 23) “Allah’tan başka ilah yerine koyup taptığınız putlar, bütün imkanlarını toplayıp bir araya gelseler de, tek bir sinek bile yaratamazlar. Hatta sinek onlardan bir şey kapıp götürse, onu dahi kurtarıp geri alamazlar. İsteyen de aciz, kendisinden bir şey istenilen de!” (Hac, 73)

Müslümanlara putperest diyenler! 

camidekiputlar-1

katolik-heykel-tapinma-1

isa-secde-kat-1

             Resme çiçekler  – Nedense bu sahne bana Budizmi hatırlatır!-

 Hindu evinde put ! 

 Ateşli-Dua-Polonya-1981-800x551

“Tanrı, heykelleri tapınılmasını yasaklar ‘ama’ heykellerin dinsel kullanımını yasaklamadığı gibi aslında dinsel bağlam içerisinde kullanımını bile kendisi ‘emreder!’ Katolikler heykelleri sanatsal işlevleri için kullanılırlar. Bir kişi fotoğrafına bakarak annesini nasıl hatırlıyorsa, bizim de baktığımız resimler azizileri ve onların bize örnek olan olaylarını hatırlamamıza yardım eder. İmajlar aynı zamanda eğitici malzeme görevi de görmektedir. Özellikle de okur yazar olmayanlar için. Katolikler Mesih İsa’nın veya azizlerin ikonları karşısında eğilir veya diz çökerler. ‘Tapınma sırasında’ nasıl bir beden hareketi olarak dik bir şekilde duruluyorsa, eğilme hareketi de kullanılabilir. Kaldı ki tüm tapınma eğilerek yapılmaz. Bir ikonanın önünde diz çökerek dua eden bir Katolik ona tapınıyor değildir. Tarihin ilk dönemlerinde tanrıyı herhangi bir şekilde tasvir etmek israillilere yasaklanmıştı çünkü Tanrı hiçbir şekilde kendini görünür kılmamıştı. Ama en önemlisi, Tanrı kendisini oğlu Mesih İsa’nın doğumuyla görünür kılmıştır.” (meryemana.net sitesinden alınmıştır!) Heykel yasaklanmaz, aksine emredilir, heykeller eğitim ve hatırlatma amacı ile kullanılır, önünde eğilip diz çökülebilir, heykel resimler zaten İsa ve azizleri görülerek yapılmıştır. İsa görülen Tanrı’dır. Ama tüm bunlar tapma değildir! Hristiyanların Hz Meryem’i tanrı seviyesine çıkarmaları meselesi, “Oryantalistlerin sorularına cevaplar’ bölümünde ele alınmıştır.

“787’de yapılan ikinci İznik konsilinde ‘ikonlara tapmanın günah olmadığı’ kararı verildi.” (Osman Nuri Topbaş, Aklın cinneti Deizm, s. 62) “II. İznik Konsili, ile Azizlerin resimlerine yapılan ibadetin meşruluğu kabul edilerek İkonoklazm anlayışı reddedilmiş ve resimlere, ikonlara dönüş serbest bırakılmıştır. Hatta günümüzde kiliselerde ikonasız gerçekleştirilmeyen ayinin temeli de atılmıştır. Konsil’de, ikonalara ‘saygı gösterme serbestliği’ getirilmiştir. Ama yine onlara göre bu onlara tapınma değildir.” (Mehmet Alparslan Küçük, II. İznik konsili’ne ikonografik açıdan yaklaşım, Türk – İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, Yıl: 8, Sayı : 16 Konya 2013 Yaz, s. 168, 170) “İkonoklast/putkırıcı karşıtı Şamlı Yohannes için, “tasvirlere ‘ibadet etmenin’ putatapıcılık ile bir ilgisi yoktur.” (Mehmet Alparslan Küçük, s. 167) “787 tarihinde II. İznik Konsili’nde ikonalara tapma onaylanmıştır. 843’te Ayasofya’da toplanan konsilde, ikonalara tapma onaylanmış ve o tarihten günümüze kadar bütün Ortodoks kiliselerinde varlığını sürdürmüştür.” (Sevcan Yıldız, Ayşegül Doğrucan, Hristiyan konsilleri ve ikonoklast akımlara etkileri, Al-Farabi International Journal on Social Sciences, Volume 6, 2021, s. 87)

İtiraflar

Kıbrıs’taki Chrysoroyiatissa manastırına gelen Kıbrıslı Rumlar, önce girişin yanında bulunan ana ikonun önünde başını eğerek ona kutsal bir öpücük kondurur, daha sonra aynı şeyi diğer ikonlar içinde yapar. Burada olup biten şey, sadece figüratif temsilleri benimsemekten ibaret olmayıp bunun yanında, bu ikonlara sanki onlar birer suret ya da heykel değil de canlı birer varlık yahut resimdekilerin kendisiymiş gibi ibadet edilmekte ve saygı gösterilmektedir. (Jack Goody, Avrupa’da İslam damgası, s. 150) 

 

Güneş sistemi hakkındaki görüşleri nedeni ile Bruno;  ‘Resime tapınma yok’ dediği için Rahip Huss diri diri yakılırlar!  Demek ki tapınma var!

 

Teslisi reddettiği ve ‘İsa tanrı değil’ dediği için M. Servet yakılarak öldürülür! 

‘cagatay151’ adlı kullanıcının, hristiyanforum.com’da ‘Heykel, resim ve ikonları hangi düşünce ile 2. emre karşı bulmuyor ve kullanıyorsunuz?’ şeklinde sorduğu soruya, ‘FormerlySaul’ adlı kullanıcının verdiği cevap: “Kısacası biz İsa’nın veya azizlerin heykellerine ibadet etmiyoruz o heykelleri yardımcı olarak kullanıyoruz.” Halbuki yardım istenen varlığa zaten ilah denir! (Fatiha, 5)

Ortodoks moderatör Alexios’un “İkona nedir?” sorusuna verdiği cevap: “İkona Tanrıyı tanımamız ve Onunla birleşmemiz için bir araçtır. Tanrı salt sesini duyurmakla kalmamış, kendisini göstermiştir de: Mesih’in beden alması ikonanın temelidir. İkona, Tanrı olan insanı da gösterir.” (www.hristiyanforum.com/forum/showthread.php?t=333967) Müşrikler, “Biz putlara, yalnız bizi Allah’a daha fazla yakınlaştırsınlar diye tapıyoruz” derler.” (Zümer, 3) “Onların yalvarıp durdukları da, hangisi (Allah’a) daha yakındır diye Rablerine bir vesile ararlar.” (İsra, 57) “Mekke’li müşrikler de putları Allah ile kendi aralarında aracı varlıklar olarak görüyorlardı.” (Fatih Tok, Şirkin tevhide dönüştürülmesinde ilahî metot, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, Ağustos-2019 Cilt:11 Sayı: 2, s. 718)

Kendilerini ‘Mesih İnanlılarını’ şeklinde tanıtan Protestan’lar açıkça diğer iki mezhebi puta tapmakla itham eder: “Melek ve Azizler, Resim Heykel ve Suretlerin Kullanımı Konusundaki Farklılıklar. Mesih İnanlılarını Katolik ve Ortodokslar’dan ayıran diğer bir özellik de onların melek, Meryem ve azizleri şereflendirmeyip tapınmamaları ve yine tapınış yerlerinde onların resim heykellerini bulundurmamalarıdır. Fakat Katolik ve Ortodoks kiliselerin bu suret ve heykellerin kullanımı sembol veya eğitimsel kullanımdan daha da öteye gidip, melekler ve azizler de içinde olmak üzere özel bir şerefe ve tapınışa hedef olmaktadır. Örneğin son olarak yayımlanmış Katolik kilisesinin eğitim kitabı her ne kadar Tanrı‘ya sunulan tapınıştan daha aşağı derecede bir tapınış sunduklarını belirtse de Katolik kilisesi açık bir şekilde Mesih‘in, Meryem‘in ve azizlerin tasvir ve heykellerine tapınıp onları şereflendirmek gerektiğini öğretir. (Catéchisme de l‘Eglise Catholique, Ssyfa 308-309,536-537) Katolik kilisesi öncülerinden biri olan Akinalı Tomas açık bir şekilde ‘Mesih‘e tapındığımız gibi O‘nun haçına da aynı şekilde tapınırız‘ der ve ‘haça da dua yöneltilme‘ sinden söz eder. (Somme Théologique, cilt III, sayfa 253-270) Hatta bazı kiliselerde direkt olarak haça yöneltilmiş dualar vardır.” (Dan Wickwire, Katolik ve Protestan kiliseleri arasındaki farklılıklar nedir, s. 21-23; hristiyanturk.com, Melek ve Azizler, Resim Heykel ve Suretlerin Kullanımı Konusundaki Farklılıklar)

Bazıları kapansa da, alıntı yaptığımız sitelerin ekran görüntüleri sitemizde mevcuttur.

Teslisi reddettiği ve ‘İsa tanrı değil’ dediği için M. Servetus yakılarak öldürülür! Güneş sistemi hakkındaki görüşleri nedeni ile Bruno;  ‘Resime tapınma yok’ dediği için Rahip Huss diri diri yakılırlar!  Demek ki tapınma var!

“16. Yüzyılın başlarında bir tabip ve teolog olan İspanya asıllı Michael Servitus, ‘tanrının tek olduğunu, İsa’nın da peygamber olmakla birlikte bir insan olduğunu’ söylediği için, canice ve aleme ibret olacak şekilde öldürülmüştür. Tek tanrı inancını haykırmak bir bakıma paganizme meydan okumak anlamına gelmekteydi. Bu tutum ya da tahammülsüzlük, bugün Batı’nın neden İslam dinine tahammül edemediğinin de ipuçlarını vermektedir. Hristiyanlıkta tam ve mükemmel tanım, bir kitapta değil de, bir insanda gerçekleşir. ‘Putperestlik, insanı vahiy olarak algılama biçimine bürünür.’ İnsanın kurtuluşu insan-tanrı sayesinde olmuştur. Pavlus kendi tanrısallığını İsa üzerinden ilan eder. Nietzsche, bu dinin tanrısının ölümünü ilan etmektedir.” (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 213-215) “Kuruluşundan beri Hristiyanlık neden akıl ile kavgalıdır? Rönesans, reform kime karşı yapılmıştır? Kilise neden engizisyon mahkemeleri ile Bruno, J. D’arc, L. Vanini gibi nice fikir adamlarını diri diri yakmış, Kepler’e zulmetmiş, Galilei’yi ‘dünya dönüyor’ dediği için hapse atmıştır?” (A.Weber, Felsefe tarihi, s.181-192) Ayrıca “günahları bağışlama yetkisi ve bu bağışlamayı vergiye bağlamak ne kadar aklidir? Haçlı Seferleri, dinden aforoz etme uygulamaları zorlama değil midir?” (M. Emin Parlaktürk, Vakit,16.09.2006) “Amerika’nın keşfi sırasında İspanyol işgalcilerin yaptığı katliamların sorumlusu, 1492’de Amerika’ya ayak bastıktan 22 yıl sonra, 8 milyonluk Kızılderili nüfusunu 8 bine indirenler, milyonlarca Meksikalıyı katleden, Avustralya’da 750 bin Aborjinin soyunu kurutan, 40 bin Hindu çıkrık ustasının ellerini kesen, pirinç ekmesinler diye Bengal bölgesindeki 50 bin çiftçinin parmaklarını doğrayan İngiltere; 1.5 milyon Cezayirliyi katleden Fransa; dünya savaşlarına neden olan Almanya; Irak, Afganistan’ı işgal eden ABD; Filistinlilere soykırım yapan İsrail; Bosna’da yapılan katliam ve tecavüzleri gerçekleştiren Sırplar…  Müslüman mı idiler?” (Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş II, s.193)

“1232 yılında Papa Gregory IX, heretiklerin (Kilise ile çelişenlerin) yakılmalarını öngören bir papalık bildirgesi yayınlanmıştır.  Aziz Augustine, Matta İncil’inde geçen bir benzetmeden hareket ile heretiklerin yakılmasına izin vermiştir.” (Şiddet karşısında İslam, Komisyon, DİB, s. 67, 69)

“Roma Katolik Kilisesi’nin savunduğu öğretiyi korumak için” (tr.wikipedia.org/wiki/Engizisyon) kurulan engizisyon işkencesine iki örnek: Metalden yapılmış olan bu boğanın karnındaki kapağa suçlu canlı olarak konur ve ardından kapak kapatılır. Boğa ateşe tutulurken içinde kavrulan mahkum bağırmaya başlar. Bu da boğanın böğürme gibi ses çıkarmasını sağlar. Sesin şiddetine göre kişinin suçunun ne kadar olduğu anlaşılır. Şayet kişi hiç bağırmadan can verdiyse, ailesine mahkumun ‘iyi bir Hristiyan’ olduğu söylenir. Boğarak öldürülmede ise, mahkumun elleri ve ayakları bağlanır, ayaklarına bağlanan bir ağırlıkla birlikte suya atılırdı. Şayet kişi kurtulabilirse (!) cadı olduğu onaylanmış olurdu, zira sıkıca bağlanmış bir düğümden kimse kurtulamazdı. Şayet ölürse, mahkumun ‘hala iyi bir Hristiyan’ olduğu için ailesine teşekkür edilir!

Aslında her şey ortadadır: “Katolik kilisesi açık bir şekilde Mesih‘in, Meryem‘in ve azizlerin tasvir ve heykellerine tapınıp onları şereflendirmek gerektiğini öğretmektedir.” (Catéchisme de l‘Eglise Catholique, s. 308-309, 536-537) “Katolik kilisesi öncülerinden biri olan Akinalı Tomas açık bir şekilde ‘Mesih‘e tapındığımız gibi O‘nun haçına da aynı şekilde ‘tapınırız‘ der ve ‘Haça da dua yöneltilme‘ sinden söz eder.” (Somme Théologique, III/253-270)  Hatta bazı kiliselerde direkt olarak haça yöneltilmiş dualar vardır. ‘Ey Mesih‘in kanlı haçı’ gibi! “Halk adeta bir alay şehide, azize, meleklere tapan müşrikler gibiydi.” (Canon Taylor, Kiliseler Kongresi tebliği, Wolverhampton, 7.10.1887) Protestanlar heykel konusunda daha hassastırlar! “Protestanlığın Kalvinist ve Presbiteryen mezheplerinin kiliselerinde neden resim heykel bulunmaz?” (Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 220) “Protestanların din değiştirmeye Katoliklerden daha eğilimli olmaları” (M. F. Gmelin,Christensclaverei und Renegatenthum unter den Vokern des Islam, s. 21) bu putperestliğe olan uzak durmaları neden olabilir mi?  “Bosna’lı Bogomillere karşı Papalık, birkaç kez haçlı seferi yapılması yönünde telkinde bulunmuştu. Bogomiller, bakire Meryem’e tapınmaya hiçbir şekilde kabul etmiyorlar ve dini tasvirlerin önünde eğilmenin şirk olduğunu düşünüyorlardı.” (Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 264) Bilindiği gibi Bosnalılar daha sonra Müslüman olmuşlardır!

dinimielestireniseviler-1

Hangi İsa? Hangi Meryem?

gercekisa-2

 

Katliamlar; Sevgi ve müjde dini, siyaset, savaş, gerçekleri!

1994’te Ruanda’da Hutu’lilere destek veren Katolik kilisesi, 3 ayda 1.000.0000 Tutsi’nin katliama uğramasına neden oldu. Katliam devam ederken Kilise’ye bağlı George Ruggi Georgesruggio adlı radyo yayıncısı: “Tutsi topluluğu yaratıcıya karşıdır. İsa/Yaratıcı onları ebediyen mahkum etti. Onları İsa adına cezalandırın. İsa’nın ve halkın şimşeklerini onların kafalarına yağdırın.” diye yayın yapmakta idi.

“Bir ana doğurmuş; yıllarca emek verilerek büyütülmüş. Suçu yok, ama elleri arkadan bağlı. Ne yapacağınızı beklerken nefes alıp verdikçe omuzları kalkıp iniyor. Elinizdeki tüfeğin namlusu ensesine dayalı. “Hadi” denince tetiği çekebilir misiniz? Çektiler. Sekiz binden fazla delikanlının nefesi öyle kesildi. Emir kulu askerler arasında duraksayanlar oldu. Onların tereddütlerini kimler giderdi, biliyor musunuz? Papazlar. Vaazlarında, dinlerinin “Düşmanını bile sev” mesajını pazarlayan kara cüppeliler, Sırp Ortodoks Kilisesi’nin talimatıyla dağ yamaçlarında askerlere bağırdılar: “Çekinmeyin, vurun! Günahınızı peşin peşin bağışlıyoruz!” Ratko’nun kızının niçin intihar ettiği de biliniyor. Babasının sicili öyle iğrenç ki, onun hakkındaki savcılık iddianamesini okuyunca, bu dünyanın yaşanacak yer olmadığına karar vermişti.” (Refik Erduran, Sabah, 30 Mayıs 2011) “Ratko Mladiç’in kızı Ana Mladiç, 23 yaşındayken 25 Mart 1994 tarihinde intihar etti. Belgrad’ın “Kurir” gazetesinin intihardan birkaç gün sonra verdiği haberde, Ana’nın, babasının Bosna’da karıştığı katliamları anlayınca depresyona girip intihar ettiği belirtildi.” (Vatan, 26.05.2011)

Haçlı seferlerinde, 1096-1291 yılları arasında yazar Hans Wollschager’e göre 22 milyon insan hayatını kaybetmiştir. 1099 yılında Kudüs´ün alınması ile 70 bin Müslüman ve Yahudi katledilir.  İnnozenz, 4. haçlı seferini başlatmış, 1202´de Zara’yı ve 1204´de Konstantinopel’i (İstanbul) yağmalatmış ve kendi mezhebleri arasındaki ayrılıkları körüklemiştir. İspanyollar, 1391 yılında 50 bin Yahudiyi öldürmüş ve 1492 yılında ise 50 bin Yahudinin zorla dinleri değiştirilmiş, geriye kalan 100 bin ile 200 bin arasında Yahudi göçe zorlanmıştır.Ve yine 1615 yılında İspanyollar zulüm ve baskılarına rağmen dinlerinde kalan sayıları 300 bin ile 3 milyon arasında tahmin edilen Müslümanları göçe zorlayarak köklerini İspanya’dan kazımıştır. Amerika’nin keşfinin ilk 50 yılında katolik ispanyollar 1 milyon yerlinin katliam, kölelik ve enfeksiyonel hastalıklardan dolayı ölümüne sebeb olmuştur. Ve daha sonra ki 150 yıl içinde 100 milyon insan yani yerli halkın 90% haritadan silinmiştir. Yerlilerin ellerini ve burunlarını kesip köpeklere yem etmişlerdir. Kurbanlarını 13’lü guruplar halinde asmalarının sebebi ise, 12 Havari + 1 Hz. İsa formülüdür.

Paris 1572. ‘Bartholomaus-Gecesi’nde 3000-5000 arası insan öldürülmüştür. Amerika’nın keşfinden 19. yüzyıla kadar 13 milyon afrikalı köleleştirilip Amerika´ya götürülmüştür. Engizisyon katliamlarının başlamasına, 1488 yılında papalığın onayıyla yazılan “Der Hexenhammer” isimli kitab sebeb olmuştur. 18. Yüzyılın sonuna kadar çoğunluğu kadın ve içinde çocukların da bulunduğu 40 bin ile 100 bin arasında insan yakılarak ve çeşitli metotlarla katledilmiştir. 1941-1943 yılları arasında katolik Hırvatistan’da 750 bin Ortodoks Sırp katledilmiştir.

Papa XII. Pius, Hitler’i ve Mussolini’yi desteklemiştir. “1930’larda Katolik piskoposlar, Franco’nun ordularını kutlamış, Papa XII. Pius, Hitler’i ve Mussolini’yi desteklemişti. (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 68) Papa, milyonlarca insanın Nazi ölüm kamplarında yok edilmesi karşısında sessiz kalmıştır. Resmi olarak Vatikan’ın İkinci Dünya Savaşında tarafsız kaldığı varsayılsa da, gerçekte Nazi yanlılığı açıkça belgelenmiştir. G. Lewy şöyle yazmaktadır: “Hitler egemenliğinin başından sonuna kadar, piskoposlar inananlara, Hitler hükümetinin itaat edilmesi gereken meşru bir otorite olarak kabul edilmesi gerektiğini öğütlemekten asla bıkmadılar. 8 Kasım 1939’da, Münih’te Hitler’e düzenlenen başarısız suikasttan sonra, Kardinal Bertram Alman piskoposluğu adına ve Kardinal Faulhaber Bavyera piskoposları adına Hitler’e kutlama telgrafları göndermişlerdi. Almanya’daki tüm Katolik basın, Reichspresskammer’den gelen talimat doğrultusunda, bunun Führer’i koruyan mucizevi bir ilahi takdir olduğundan bahsediyordu.” (G. Lewy, The Catholic Church and Nazi Germany, NY, 1965, s. 310) “Alman dokümanları iki önemli noktada birbirini etkileyici bir şekilde tutmaktadır”, diyor Saul Freidhandler ve ekliyor, “Birincisi, görünüşe göre Bağımsız Papalık, Nazi rejiminin niteliği nedeniyle azalmış görünmeyen ve 1944’e kadar da yalanlanmamış bir biçimde Almanya’dan yana bir tercih yaptı; İkincisi, XII. Pius hiçbir şeyden korkmadığı kadar Avrupa’nın Bolşevikleşmesinden korkuyordu ve göründüğü kadarıyla, sonunda Batılı müttefiklerle uzlaşsaydı, Hitler Almanya’sının Sovyetler Birliği’nin Batıya doğru ilerlemesinin önünde başlıca duvar olacağını umuyordu.” (Saul Friedhandler, Pius XII and the Third Reich, A Documentation, NY, 1958, s. 236)

“Norveç’te ari ırk teorisi, Kilise Bakanlığının gayretleriyle ülkede uygulanmıştır.” (Sefa M. Yürükel, Batı tarihinde insanlık suçları, s. 65) 15 yaşındaki kızlar bile zorla kısırlaştırılmıştır. Papaz Carlsen, “Bu kısırlaştırmadan tanrının çok memnun kaldığını, kendisini de çok rahat hissettiğini.” ifade etmiştir. Benzer uygulama, Norveç Devlet Kilisesi tarafından da uygulanmış ve hatta çocuklara sadistçe cinsel tacize varan sapıklıklar yapılır. (Yürükel, s. 66-67) 

Piskoposun laik olanı bu kadar! ABD Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Elphidophoros ABD’nin California eyaletinin San Diego şehrinde düzenlenen 47. Din Adamları Laik Kongresi’nde “onur konuğu” olarak yaptığı konuşmada “Kıbrıs Cumhuriyeti 50 yıldır işgal altında” dedi. (Haber 7,  08.07.2024) “Haçlı seferlerinde askerleri denizaşırı görevlere teşvik edenler hep, papalık ve dini kurumlar olmuştur.” (Jack Goody, Avrupa’da İslam damgası, s. 35) 

Dünyayı zamanının iki emperyalist ülkesi Portekiz ve İspanya arasında bölen, tanrının yeryüzündeki iki temsilcisi (!) Papa VI. İskender (Rodrigo Borgia) ve Papa VI. Alexander.

papa-somuru-1

                                                         Sevgi dini, müjde ve siyaset, savaş gerçekleri…!din-savas-1

ortodoks-haclirihu-1

Azeri-Ermeni savası, Ermenistan resmi sitesindeki fotoğraf, tarih: 27.9.2020 

Süryani Ortodoks Piskoposu Kamışlı’da Rus askerleri ile Türkiye’ye karşı çalışırken. (11.5.2020)

kutsalsu-1

  Kutsal su, her şeyi temizler ( Suriye için kutsanan silahlar, Ekim 2015)

Kıbrıs’lı Rumlar papazlara silah eğitimi veriyor 

                                            

Yunanistan’ın Fransa’dan satın aldığı 18 adet Rafale savaş uçağının ilk partisi (6 adet) Yunan topraklarına iniş yaptı. Yunanistan Başbakanı Miçotakis törende Türkiye’yi hedef alırken, Yunan din adamları da savaş uçaklarını kutsal suyla kutsadı. (Yeni Şafak, 20/01/2022)

Sevgi dini kitabı İncil’den ilham ile üretilmiştir!

sevgidini-inceilden-1

Dünyayı İkiye Ayıran Anlaşma: Tordesillas Antlaşması. Tordesillas Antlaşması dönemin en büyük deniz güçleri olan Portekiz ve İspanya arasında imzalanmıştır. 1493’te, İspanya ve Portekiz kralları yeni keşfedilen topraklardaki ticaret ve “sömürgeleştirme faaliyetlerini kimin kontrol edeceği” konusunda anlaşmazlığa düştü. İspanya bu anlaşmazlığı çözüme kavuşturmak için Papa VI. Alexander’a başvurdu. Papalık, Hristiyanlığın yayılmasını güvence almak amacıyla anlaşmaya aracılık etmiştir. İki devlette Papalığın aracılığını tanımıştır. Keşfedilen topraklarda hakimiyet kralların olmakla birlikte Papanın adına bölgede faaliyet gösterilmiştir. Yazar Barnaby Rogerson şunları söylemektedir: “Roma’daki bir papanın iki küçük Avrupa krallığı yararına bütün kıtaları bölüştürmesi şimdi bize inanılmaz gelse de, o zamanlar Batının kibirli tutumunu ortaya seren görkemli bir olaydı.” Rogerson’a göre, bu papalık kararı “daha sonraki sömürge imparatorluklarında görülen zalimliğin başlangıcı olarak kabul edilebilir.”

“Rusyalı din adamlarından Suriye’ye operasyona destek. Rusya Ortodoks Kilisesi Halkla İlişkiler Departmanı Yetkilisi Vsevolod Çaplin, Rusya’nın Suriye’deki askeri operasyonlarını ‘kutsal mücadele’ olarak niteledi. Kararın hem uluslararası hukukla hem de Rus halkının zihniyeti ile bağdaştığını vurgulayan Çaplin, “Rusya şimdiye kadar barışın korunması için farklı bölgelerde, özellikle de Ortadoğu’da önemli rol oynadı. Terörle mücadele, insanlık onuru, adalet ve barış için yapılan mücadele kutsal mücadeledir” dedi.” (Sputnik, 30 Eylül 2015)

Rus Ortodoks Kilisesi, ‘Rusya’nın saldırıları İncil’e uygun’ Patrik açıklamasında, Rusya’nın Suriye’deki askeri eylemleri İncil’e ve St. Augustinus’un ‘Haklı Savaş’ kuramına uygun” olduğunu ifade etti. Suriyeye giden rus savaş uçaklarını ve askerlerini kutsayan Ortodoks kilisesi birinci ağızdan, bir kez daha Suriye’de yürütülen savaşın bir haçlı saldırıd silsilesi olduğunu kabul etmiş oldu. (Yeni Akit, 8.1.2016) Aynı gün diğer haber: Rusya 100 günde 135 Çocuğu Öldürdü. Rusya, ‘IŞİD ile mücadele’ gerekçesiyle Suriye’de başlattığı sadırılar da 100. gününü tamamladı. Bu 100 gün içinde Rus saldırılarında 135 çocuğun öldürdü. (Risale Haber, 8.1.2016)

Türk elektriği harammış! Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu, halktan Türk elektriği kullanmamasını istedi: Türk elektriğiyle aydınlanmak yerine fener kullanmayı tercih ederim. (Hürriyet, 19 Temmuz 2011)

Yunanistan Başpiskoposu haddini aştı! Yunanistan Başpiskoposu Ieronimos, OPEN TV kanalında katıldığı Yunanistan’ın kurtuluş savaşı ile ilgili bir programa katıldı. Ieronimos katıldığı programda “İslam’ın bir din olmadığını” ve “Müslümanların savaş yanlısı insanlar olduğunu” söyledi. (Milliyet, 17.01.2021)

“SİHA’lar Mor Yakup Manastırı’nda saklanan PKK’lı teröristleri iki gün bekleyip vurdu Mardin Nusaybin’de rahip Sefer Bileçen tarafından Mor Yakup Manastırı’nda saklanan PKK’lı teröristlerden ‘Akif’ ve ‘Medya’ kod adlı teröristlerin bölgede iki gün keşif yapan SİHA’lar tarafından vurulduğu ortaya çıktı. İtirafçı terörist M.S.’nin “Ona çok güvenirdik” dediği rahip Sefer Bileçen, uzunca bir süredir PKK üyelerinin barınma ve gıda ihtiyaçlarını karşılıyordu.” (Star, 22.01.2020)

Kıbrıs Rum kesiminde din adamlarının silah eğitimi alması tepkilere yol açtı. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde (GKRY) papazların Rum Milli Muhafız Ordusuna (RMMO) ait silahlarla atış talimi yapması tepki topladı. (AA, 11.02.2022) Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ile İnsan Hakları Derneği, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Yeorgios’un silahlanma ve seferberlik çağrısına tepki gösterdi. Bununla birlikte, GKRY’de papazlara, Rum Milli Muhafız Ordusu (RMMO) askerleri gözetiminde atış eğitimi verildi. (NTV, 19.04.2023)

Azeri-Ermeni savası sırasında, Ermenistan resmi sitesinde yayınlanan fotoğraf. (27.9.2020) Dağlık Karabağ’daki çatışmalar sırasında elinde kalaşnikof ile Azerbaycan’a tehditler savuran ve “Tek başıma kalsam bile Kelbecer’i savunacağım” diyen papaz Hovhannes Hovhannisyan’ın Erivan’a kaçtığı öğrenildi. (Haberler, 30 Kasım 2020)

Süryani Ortodoks Piskoposu Kamışlı’da Rus askerleri ile Türkiye’ye karşı çalışırken. (11.5.2020)

Kutsal su, her şeyi temizler. (Rus silahları Suriye için kutsanıyor. Ekim 2015) ve “Yunanistan’ın Fransa’dan satın aldığı 18 adet Rafale savaş uçağının ilk partisi (6 adet) Yunan topraklarına iniş yaptı. Yunanistan Başbakanı Miçotakis törende Türkiye’yi hedef alırken, Yunan din adamları da savaş uçaklarını kutsal suyla kutsadı.” (Yeni Şafak, 20/01/2022)

“Osmanlı’nın hoşgörüsü Kilise’nin fırsatçılığı. Katoliklerin yok etme noktasına getirdiği Rum Ortodoks Kilisesi, en güçlü dönemini Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde yaşadı. Buna rağmen Osmanlı’ya karşı başkaldırılarda da hep Rum Ortodoks Kilisesi’nin izleri oldu. Enosis kaynaklı tüm olaylarda karşımıza Kilise çıkar. 1821 Mora ayaklanması dahil Osmanlı’ya karşı başkaldırılarda hep Rum Ortodoks Kilisesi’nin izleri oldu. İngilizler, Ada’nın yönetimini aldıklarında Kilise’nin ayrıcalıklarını kaldırdılar. Osmanlı Dönemi’ndeki ekonomik rahatlık ve özgürlüğünü bulamayan Kilise, tüm gücüyle beraber Enosis fikrinin savunucusu oldu.” (Özay Şendir, Milliyet, 10 Temmuz 2024)

ABD’de Florida merkezli ‘Spike’s Tactical’ adlı bir silah üreticisi, üzerinde İncil’den ayet yazılı bir taktik saldırı silahı üretti. AR-15 tipi tüfek, şirket tarafından “Crusader” (Haçlı) diye adlandırıldı. Silahın logosu Haçlı Savaşları süresince Tapınak Şövalyeleri tarafından kullanılan simgelerle beraber haç işareti de barındırıyor. Üzerinde “144. Mezmur: Ellerimle vuruşmayı, parmaklarımla savaşmayı öğreten Rabbe övgüler olsun” yazan tüfek, 1.395 dolar fiyat ve ömür boyu kullanım garantisiyle satışa sunuldu. Üretici firma Spike’ın sözcüsü ve eski bir Deniz Komandosu Ben “Mookie” Thomas, mütedeyyin hiçbir Müslümanın söz konusu silahı eline almaya cesaret edemeyeceğini savunarak, “Müslümanlar’ın erişemeyeceği bir silah üretmek istedik” dedi. Thomas, tüfeği pazarlarken “Müslüman teröristler tarafından asla kullanılmayacaktır” sloganı ile satışa çıkardıklarını da söyledi. (Vatan, 05.09.2015)

Hıristiyanlık adına şiddet utanç verici. İtalya’nın Perugia kentine bağlı Assisi Beldesi’ndeki bazilik kilisesinde, farklı inançlara mensup yaklaşık 300 dini lider önünde konuşan Papa, “Bir Hıristiyan olarak bir noktayı belirtmem gerekiyor: evet, doğrudur, tarih boyunca şiddet, Hıristiyan inancı adına da uygulanmıştı. Bunun utanç verici birşey olduğunu kabul ediyoruz.” dedi. Papa adını anmadı; ama uzmanlar, “utanç verici” şiddetten kastedilenlerin başında Haçlı Seferleri’nin bulunduğunu belirtiyor. (Hürriyet, Ekim 28, 2011) Tabii, liste uzun: Engizisyon, Aforoz, Sömürgeciliğe verilen destek, Dünya savaşları, Haçlı seferleri, 2000 yılından sonra ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve İsrail merkezli yürütülen gayri resmi haçlı seferleri ve en son Ezan, başörtüsü, m,nare yasakları ile beraber Kur’an yakma gösterileri!

Yansıtan Korkunç Yapı: Sedlec’in İskelet Kilisesi. İç mimarisi tamamen gerçek insan kemikleri ve kafatasından oluşan bu kilise şimdi ne kadar korkunç gözükse de Orta Çağ karanlığına oldukça uyan bir görüntüye sahip. Bu tür bir camiye ise tarihte asla rastlanmamıştır!

Vatikan günah çıkarıyor. Yüzyıllar boyu insanlara işkence çektiren ve tahminen 10 milyon insanın barbarca ölümüne neden olan Engizisyon’un sırları artık gün ışığına çıkıyor. Alman Der Spiegel Dergisi, bugüne kadar Vatikan tarafından sır gibi saklanan 4500 banttan oluşan insan avı arşivlerinin dünya kamuoyuna açıklanacağını bildirdi. Tahminlere göre, bu insanlık dışı uygulamalar 10 milyon insanın ölümüne, hatta bazılarının canlı canlı toprağa gömülmesine yol açtı. Kötü bir tümör gibi asırlar boyunca Hıristiyanlık aleminde Engizisyon uygulamaları yaygın hale geldi. Yine yapılan tahminlere göre 1450 ile 1750 yılları arasında 1 milyondan fazla kadın Tanrı adına infaz edildi. Alınan her karar Tanrı adına alındı, Tanrı adına uygulandı. Engizisyon uygulamalarında davalının hiçbir hakkı yoktu. Davacı, kilisenin görevlisi aynı zamanda hem savcı hem de hakimdi. İşkenceye sadece izin verilmemişti, bu aynı zamanda bir emirdi. Kilisenin kararları doğrultusunda yapılan kıyımlara karşı durabilecek, vazgeçirebilecek hiçbir kurum yoktu. baş Engizisyoncusu olan Dominiken papaz Tomas de Torquemada 12 bin Yahudi’yi, inançlarından vazgeçmedikleri için yaktırdı. (Hürriyet, 2 Haziran 1998)

Vatikan günah çıkarıyor. Katolik Kilisesi, modern gök biliminin öncüsü Polonyalı astronom Nicholas Kopernik (1473-1543) ile Galileo’yu yüzyıllar önce ”Dünya’yı evrenin merkezinde kabul etmiyorlar” ifadesiyle kınamıştı. Kilise, ”Dünya, Güneş etrafında dönmektedir” saptamasını şiddetle reddetmişti. Vatikan Kilisesi, Rönesans’ın bilim devriminin öncüleri Galileo ile Kopernik’ten yüzyıllar sonra 1992’de ilk kez resmen özür dilemişti. Benediktus’un selefi olan Papa II. Jean Paul, 16 yıl önce eski Katolik engizisyon mahkemelerinin Galileo ve Kopernik için biçtiği kınama genelgesi ve ev hapsi cezalarının ”feci hata olduğunu” bildirmişti. (CNN Türk, 21.12.2008)

Camide katliam ‘terör’ değil. Kanada’da bir camiye silahlı saldırı düzenleyen Fransız asıllı öğrenci hakkında terör yerine cinayet soruşturması açıldı. “Quebec Büyük Camii” olarak da bilinen merkeze gerçekleşen saldırıda kurbanların sırtlarından vurulduğu açıklandı. (Karar, 01/02/2017)

 

Sevgi söyleminden şiddet realitesine Hristiyanlık

Her dinsel gelenek kendi öğretileri doğrultusunda insanı eğitmeye ve yönlendirmeye çalışır. (Şinasi Gündüz, Dinsel Şiddet Sevgi Söyleminden Şiddet Realitesine Hristiyanlık, s. 19) Son zamanlarda, medyanın çoğunlukla Müslümanlarla ilişkili şiddet eylemlerinin geri planında yatan yabancı işgaller, sömürü, küresel süper güçlerce desteklenen yerel diktatörler ve cuntaların yol açtığı sorunlar gibi nedenler göz ardı edilmekte, yalnızca İslam inancı ve dinsel kaynakları bağlamında sürdürülen terör ve şiddet tartışmaları yapılmaktadır. “İsrail’in Filistin’de yerli halk üzerinde 50 yılı aşkın bir süredir uyguladığı terör ve şiddet eylemlerini gerisinde din faktörünü kimse aramamaktadır.” Madalyonun diğer tarafında, ülkeleri işgal edilmiş, işleri, aileleri, gençlikleri ve gelecekleri ipotek altına alınmış gençlerin işgalci güçlere karşı direnebilmek ve onları ülkelerinden kovabilmek amacıyla yaptığı saldırılar bulunmaktadır. Dinsel görünümlü her şiddet eyleminin ardında aslında politik, ekonomik ve benzeri nedenler tespit etmek mümkündür. Yahudi geleneğinde ‘goyim’ olarak adlandırılan, ‘Yahudi olmayanlara karşı takınılacak şiddet içerikleri’ ile ilgili şu kaynaklara bakılabilir: Yeşu, 6:21-24; Krallar, 15:16; Sayılar, 31:7-12; Tesniye, 7:16; Yeşu, 8: 24-27; Talmut, Sanhedrin, 59. Her şiddet hareketi kendisini mutlaka bir metne dayandırır. 11 Eylül olayından sonra, Afganistan’a yönelik hareket öncesi eylemlerine meşruiyet zemini sağlamak doğrultusunda oluşturulan bir metinde, ‘demokrasi, insan hakları ve Batının sahip olduğu çağdaş değerlerin korunması, savunulması’ gibi argümanlara yer veriliyordu. ABD başkanı Bush, şer güçleri ile mücadele, iyinin kötüye karşı savaşı, yeni bir ‘Haçlı Seferi’ gibi dinsel motiflerle konuşmalar yapmıştı. (Şinasi Gündüz, s. 24-27)

Hristiyanlıkta şiddet: “Yeryüzüne barış getirmeye geldim sanmayın; ben selamet değil, fakat kılıç getirmeye geldim; çünkü ben adamla babasının ve kızla anasının ve gelinle kaynanasının arasına ayrılık koymaya geldim ve adamın düşmanları kendi ev halkı olacaktır. Canını bulan onu zayi edecektir; benim uğruma canını zayi eden onu bulacaktır.” (Matta, 10:34-36, 39); “Gökten bir melek bile size bildirdiğimiz müjdeyi ters düşen bir müjde bildirirse, ona lanet olsun. Lanet olsun ona.” (Galatyalılara mektup, 189); “(Mesih’in ikinci gelişi ile ilgili olarak) onları demir çomakla güdecek ve çömlek kaplar gibi kırıp parçalayacak.” (Vahiy, 2: 27,28); “Bir kimse, düşmanlarının boğazını kesmeli, onları yağmalamalı ve yakmalıdır. Sadece bir ahmak, boğazlamanın ve çalmanın Hristiyanlığa ve sevgi ilkesine uygun olmadığını ileri sürebilir. Gerçekte sevgi budur.” (Martin Luther, Luther’s Works, Weimer edition, 11,2;19,625)

Sömürge dönemlerinden itibaren askeri, siyasal ve ekonomik gücü arkalarına alan sömürgeci Hristiyan uluslar sayesinde, dünyanın hemen her köşesinde yayılma imkanı bulan Hristiyanlık, egemenlerin dini olarak dikkati çekmektedir. Öteden beri Hristiyanlığın en önemli iddialarından birisi, ‘sevgi’ ilkesine yaptığı vurgu olmuştur. Sinoplu Marcion, eski Ahit tanrısının kötü bir tanrı olduğunu savunmuş, buna karşı bağışlayıcı ve seven tanrıya yani İsa Mesih’e inanmayı vurgulamıştır. İsa’ya göre, kişi düşmanını, hatta kendisine zulmedenleri bile sevmeli, onlardan nefret etmemelidir. Sevgi ve barış dini sloganı ile tanıtılan Hristiyanlık, gerçekten de gerek kutsal metinlerinde gerekse tarihinde böyle midir? Orta Çağdan günümüze, şiddeti kışkırtan kiliselerin, Hristiyan konsillerin ve şiddeti uygulayan Hristiyanların, Hristiyanlığın sevgi ve barış dini olduğu söylemi aslında, bu dinin ötekiler arasında yaygınlaştırılması misyonunda Hristiyanlarca uygulanan ve Hristiyanlığın şiddete dayalı gerçeğini perdeleyen bir örtü müdür acaba?  Günümüzde Hristiyan mezhepler, hem toplu intiharlar ve içe dönük şiddet eylemleri, hem de çeşitli bombalama ve terör eylemleri gibi dışa dönük şiddet eylemlerine başvurmaktadırlar. Bunların karakteristik özellikleri, Mesih’in gelişinin an meselesi olduğuna inanmaları ve içinde bulunduğumuz dönemi, Mesihi’in gelişi öncesi kaos, savaş ve şiddet ortamının yaşanacağı dönem olarak görmeleridir. Hatta bu akımlar, Mesih’in gelişini hızlandırmak amacıyla çeşitli şiddet eylemlerine başvurmayı dindarlık saymaktadırlar. Hristiyanlık bağlamındaki şiddet hareketleri, Mesihçi tarikatlarla mı sınırlıdır? Geçmişten günümüze Hristiyanlık tarihi dikkate alındığında, buna ‘evet’ demek oldukça güçtür. Hristiyanlık tarihine baktığımızda, Orta Çağdan günümüze kadar süregelen bir şiddet tarihine şahitlik ediyoruz. Gerek Hristiyan olmayan ötekilere karşı, gerekse Hristiyanlık içerisinde yer almak almakla birlikte, İnanç olarak sapkın diye nitelendirilen gruplara karşı sürdürülen şiddet hareketleri tarihin hafızasına kazılmıştır. Roma İmparatorluğunun, 313 Milan Fermanı ile birlikte, Hristiyanlığın resmi olarak din statüsüne kavuşturulmasını izleyen kısa bir süre içerisinde, heretik/sapın ilan edilen çeşitli gruplara karşı adeta bir sürek avı başlatılmıştır. Örneğin, İmparator Konstantin tarafından atanan piskoposu tanımayan Donatus ve Donatistler birçok katliamı uğramıştır. Kilise, Arius, Makedonius ve Nestoryus örneklerinde olduğu gibi birçok grup ve kişi yaşamlarından olmuştur. Zira, devlet dini haline gelerek siyasallaşan Pavlus’çu Hristiyan geleneğine karşı inanç ve değerler, siyasal otoriteye karşı yapılanmalar olarak değerlendirilmiştir. 384 yılına ait ünlü Theodosius kuralında, “Biz, tanrılara kurban sunulmasına karar veriyoruz. Kim Böylesi bir suç işlerse, öfke kılıcıyla vurursun.” denilmektedir. (Code  of Theodosius, XVI 1, 2, V 1, X  4; J. Wheless, Forgeryin Christianity, s. 243) Kilise kurumunun ilk dönemlerde, gerekse ilerleyen dönemlerde kendi öğretilerini benimsemeyenlere karşı uygun gördüğü, cemaatten dışlamadan afaroz ve işkence ile öldürülmeye kadar uzanan uygulamaları genelde konseyler, daha sonraki dönemlerde ise engizisyon mahkemeleri onaylamıştır. Kilise, iktidarda söz sahibi olmaya başlamasına paralel olarak Hristiyanlık dışı akımlara ve bağımlılarına karşıda şiddetli tavırlar almıştır. 5. yüzyılda Batı Roma’nın yıkılması sonrası Latin Kilisesi, Hristiyanlık dışı dinsel geleneklere savaş açmıştır. Asimile etmiş, cadılıkla suçlamış, ölüm cezalarına çarptırılmışlardır. Özellikle 15. yüzyıl, cadılıkla suçlananlara karşı şiddetli bir cezalandırma dönemi olmuştur. Hristiyanlık dışı diğer dinsel akımlara karşı da şiddet politikası sürdürülmüştür. Müslümanlara karşı sık sık Haçlı Seferleri’nin düzenlenmesi çağrısı yapılmış, bu savaşa katılanlar kilise tarafından takdis edilmiş, ayrıca  kilise, Müslümanların şeytan olduklarını savunmuştur. Haçlı seferlerinde Müslümanlarla birlikte Yahudilerde zaman zaman cezalandırılmıştır. Yahudilere karşı Hristiyan tepkisi, 13. yüzyılda İngiltere’den, 15. yüzyıl sonlarında İspanya’dan, daha sonra da Portekiz’den kovmaları ile sonuçlanmıştır. Bazen de, Haçlı Seferleri’nin muhatapları Bogomiller ve benzeri düalist Hristiyan akımları, ayrıca Ortodokslar ve diğer Doğu kiliseleri olmuştur. Katolisizmin bu şiddet tavrına karşı oluşan reform hareketi temsilcilerinin de şiddeti savunmaları dikkat çekicidir. Luther, Papa’yı Deccal olarak niteler. Luther, Hristiyan karşıtlarından İntikam almayı öğütlemiş, ‘Mesih karşıtlığının gövdesi’ olarak nitelendirdiği Müslümanlarla ilgili olarak, ‘biz onları din adamlarıyla birlikte kılıçtan geçirmedikçe ve onları ölüme atmadıkça, onlara karşı galip gelemeyiz.’ demiştir. ‘Luther aslında şiddete değil, kilisenin egemenliğine karşıdır.’ Luther’in Hristiyanlıkta savaşa ve şiddete yer olmadığı gibi bir fikri yoktur.  Şu çarpıcı sözler Luther’e aittir: “Bir kimse, kendi düşmanlarını boğazını kesmeli, onları yağmalamalı ve yakmalıdır. Sadece bir ahmak, boğazlamanın ve çalmanın Hristiyanlığa ve sevgi ilkesine uygun olmadığını ileri sürebilir.” (P.F. Wiener, M. Luther; Hitler’s Spritual Ancestor, naklen, tentmaker.org/books/MartinLuther-HitlersSpiritualAncestor.html) Ayrıca Luther, köylüler isyanı sırasında halka karşı prenslerin yanında yer almış ve halkın katledilmesinin dinen meşru olduğunu savunmuştur. (Şinasi Gündüz, s. 33-45, 71) O, “Köylüyü öldürmek, vahşi bir köpeği öldürmek gibidir.” demektedir. Yahudilere karşı şiddeti teşvik etmiş, sinagoglarının yakılıp yıkılması yönünde vaazlar vermiştir. 

Hristiyanların şiddet ve baskı anlayışları sömürü ve emperyalist dönemlerde de devam etmiştir. Batılı Hristiyan uluslar, sömürge bölgelerinde yerel inanç ve değerlere karşı hızlı bir ‘asimilasyon süreci’ başlatmışlar ve neticede kısa zamanda, Amerika ve Amerika ile başta Avustralya ve Yeni Zelanda olmak üzere Okyanusyanın önemli kesimi ve Afrika ile Asya’nın kimi bölgeleri Hristiyanlaştırılmıştır. ‘Kiliseler, sömürgeci güçlerle işbirliği içinde olmuştur.’ Misyonerler, sömürgenin sürmesi konusunda adeta bir ‘öncü kuvveti’ gibi çalışmışlardır. 15. yüzyılın sonlarında Endülüs’ün yıkılmasıyla kilise, Müslüman ve Yahudilere karşı zoraki bir Hristiyanlaştırma sürecini yürütmüştür. Günümüzde, laisizmi benimsemiş birçok batı ülkesinde Hristiyanlık hala belirleyici bir kimlik, bir alt yapıdır. Şu anda bile dünyanın hemen her bölgesinde çeşitli Hristiyan mezhepleri ve grupları ile irtibatlı şiddet hareketleri devam etmektedir. Örneğin Kuzey İrlanda’daki çatışma aslında bir din savaşıdır. Yakın geçmişimizde derin izler bırakan katliamların sorumlarının da Hristiyan geleneğine sahip olduğu bilinmektedir. Örneğin Libya, Cezayir, Sudan ve Anadolu gibi ülkeler İtalyan, Fransız, İngilizler tarafından işgal edilmiş ve katliamlar yapılmıştır. Amerika’nın yaptığı uygulamalar, işgaller, darbeler, attığı atom bombaları ve  son olarak iki büyük Dünya Savaşı’nın temel oyuncularının da Hristiyan uluslar olduğunu ve kilisenin şu veya bu tarafa tanrı adına destek verdiğini, kutsadığını da hatırda tutmak gerekir. 18 Kasım 1978’de rahip Jim Jones liderliğindeki ‘Halk Tapınağı Kilisesi’ bağlıları toplu intihar etmiştir. 19 Nisan 1993’te Teksas’ta, Waco yakınlarında Mesih olduğunu ileri süren David Koresh ve taraftarları FBI ajanları ile girdikleri çatışmada topluca öldürülmüştür. 19 Nisan 1995 Sabahı patlayıcı yüklü bir aracın patlaması ile Oklahaoma şehri federal binası bir kan gölüne dönmüştür. Medya, faillerin kim olduğundan emindir, Ortadoğu ile irtibatlı radikal Müslümanlar! Ancak, olayın sorumlusu ‘Timothy McVeigh’ adlı dindar bir Hristiyan’dır. 1994’te İsviçre ve Kanada’da toplu intiharlar ve katliamlarla gündeme gelen ‘Güneş Tapınağı Tarikatı’ ile, 1997’de San Diego da toplu bir intihar eylemi gerçekleştiren ‘Cennetin Kapısı Hareketi’de bu listeye eklenebilir. Pavlus, mektuplarında Mesih’in ikinci gelişinin an meselesi olduğunu düşünmekte ve cemaatini buna hazır olmak konusunda uyarmaktadır. Hatta o, bunun kendi yaşamları esnasında gerçekleşeceğini düşürmekte idi. (Şinasi Gündüz, s. 46-53) Mesih, gökten melekler ile birlikte görkemli bir şekilde gelecek, ulusları birbirlerinden ayıracak ve solundakilere, ‘Ey lanetliler, iblis ile ‘onun melekleri’ için hazırlanmış sonsuz ateşe yollanın.’ diyecektir. (Matta, 24, 25; Markus, 13; Luka, 21)

Hristiyanlar üzerinde yapılan bir anket sonuçları ilginçtir. ABD Hristiyanlarının yaklaşık yüzde otuzu, dünyanın Armagedon Savaşı ile son bulacağına inanmakta, bunların önemli bir bölümü bunun, kendi yaşamları esnasında gerçekleşeceğini düşünmektedir. Hatta böyle düşünenler arasında kimi ABD başkanlarının da bulunması oldukça önemlidir! Mesihçi Hristiyanlar, yaklaşmakta olduğuna inandıkları bu şiddet olaylarına hazırlıklı olmak ve layıkıyla Mesih’in yanında yer alabilmek amacıyla maddi ve manevi hazırlık yapmaktadır. Bazı Hristiyan grupları, Mesih döneminin gelişini hızlandırmak amacıyla bir takım şiddet hareketlerine girişmeyi ve kutsal metinlerde Mesih öncesi dönemde olacağı söylenen şiddet olaylarının gerçekleşmesini sağlamaya yönelik bazı girişimlerde bulunmayı gerekli görmeleri ve bunlara başvurmaları önemli bir sorundur. Şiddet, sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve dinsel birçok nedenden kaynaklanabilir. Amerika ve Okyanusya’ya ayak basan Hristiyanlar, bu bölgenin Hristiyanlaştırmasını, ayrıca yerli dinlerin ve kültürlerin yok edilmesini, sosyal, askeri ve ekonomik diğer hedeflerinin gerçekleştirilmesi açısından bir zorunluluk olarak görmüşlerdir. Hristiyan kutsal metinlerinde şiddete dayanak oluşturacak çeşitli yaklaşımlar bulunmaktadır. Çağdaş Hristiyan ilahiyatçılara göre, eski ahit döneminde yargılama ve İntikamı önceleyen tanrı, yeni ahit ile birlikte, sevgi, bağışlanma ve affetmeyi ön plana çıkarmıştır. (Şinasi Gündüz, s. 56-58) “Ben, barış değil kılıç getirmeye geldim.” (Matta, 10:34, 35; Luka, 12:51- 53) İsa, “kılıcı olmayan, arabasını satıp bir kılıç alsın.” da demektedir. (Luka, 22: 36-38) İsa, sık sık muhaliflerini yerici, aşağılayıcı ifadeler kullanmaktan çekinmemekte ve zaman zaman onlara karşı şu ya da bu şekilde şiddet içeren tavır ve davranışlarda bulunmaktadır. Ferisilere, ” engerek soyu, yılan, budalalar.” gibi yakıştırmalar ile hitap etmektedir. Yine İsa, meşhur tapınağı giriş kısmında, satış yapanları bir kırbaçla kovalamakta, sarrafların masalarını devirmekte, kuş satıcıların sehpaların altüst etmektedir. İsa, muhalifleri ile ilgili olarak zaman zaman, “cehennem azabından, ateşten, lanetten” bahsettiği rivayetler de bulunmaktadır. İsa’nın incir ağacını lanetlemesi de ilginçtir. İncir yemek ümidiyle ağaca yaklaşmış fakat bulamayınca incire lanet etmiştir. Halbuki incir mevsimi de değildir. Kısaca, bir ağaca bile lanet etmekten kaçınmamıştır. Tüm bu rivayetlerde öfkeli ve kompleksli bir İsa figürü ön plana çıkmaktadır. Pavlus, ‘gökten bir melek bile, size bildirdiğimiz müjdeye ters düşen bir müjde getirirse, lanet olsun ona, lanet olsun ona.’ demektedir. (Galatyalılar, 1:8,9) ‘Gazapla cezalandıran Tanrı’ ve ‘tanrının gazabı’ ifadeleri, Pavlus mektuplarında seven tanrı motifi ile yan yana yer almaktadır. Sünnet konusundaki tartışmada kendisinden farklı düşünenleri kastederek ‘köpekler, İkiyüzlüler.’ ifadelerini kullanmakta ve muhaliflerinin ‘iğrenç kişiler, asi, boşboğaz’ olduklarından bahsetmektedir. Yahudileri, İsa ve peygamberlerin katili olmakla suçlayan ifadelerinde, antisemitizme temel teşkil eden bazı yaklaşımlar görmekte mümkündür. (Şinasi Gündüz, s. 61-64) Vahiy kitabına göre tanrısal öfke, yeryüzünde mutlak bir kaosa, düzensizliğe ve felakete yol açacaktır. (Vahiy, 16: 18-21; Vahiy, 19: 20, 21) Bu şiddet sahneleri, Milenyarist Hristiyan akımlar için temel referanslar olmuştur. Evanjelik Hristiyanlar, bu şiddet olaylarının bir an evvel olması beklentisi içerisindedirler. (Hallsell, Tanrıyı kıyamete zorlamak, s. 26- 90) Nitekim bu gruplar, Yahudilerin Filistin halkına yönelik şiddet eylemlerine büyük bir sempati ile bakmakta, ilahi takdirin birer tecellisi olarak değerlendirmektedir. Pavlus, yine bir yerde şöyle demektedir: “Yönetim, kılıcı boş yere taşınmıyor. Onlar öç alıcı olarak tanrının hizmetindedirler.” (Romalılar, 13:1-5) İlk dönem şiddete karşı pasif tutum takınan kilise, ilerleyen dönemlerde pasifist tavrı bir kenara hızla bırakarak, gerek Donanistler ve Ariusçular gibi heretik ilan edilen Hristiyan gruplara, gerekse Hristiyan olmayanlara karşı şiddeti meşrulaştırmışlardır.  Çarmıh teolojisi bağlamında düşünülen kefaret doktrini, Hristiyan geleneğinde şiddetin meşrulaştırılmasında önemli rol oynayan bir doktrin olarak karşımızda durmaktadır.  Çarmıhta İsa’nın ölmesiyle beraber, ilahi yasalara riayet etme yoluyla kurtuluş modeli ortadan kalkmış ve yeni bir dönem başlamıştır. Pavlus, Mesih’in tanrı tarafından insanların günahların bağışlanması için bir kurban olarak sunulduğunu ve bununla tanrının adaletini gösterdiğini belirtmektedir. Tanrı, kendi öz oğlunu kurban olarak göndermiş ve bizim için onu kendi eliyle ölüme teslim etmiştir. İsa’nın çarmıhta acı çekerek ölmesi, İsa’nın şahsında gerçekleşen bir şiddettir. Tanrı, oğlunu acıya ve ölüme teslim etmekle insanlığa olan sevgisini göstermiştir. ‘Günah ve ölümün’ ortadan kaldırılması için tanrının, İsa’nın acı çekerek öldürülmesine izin vermesi, tanrının, şiddeti bir diğer şiddet eylemi ile ortadan kaldırması anlamına gelmektedir. Neden acı ve ölüm kurtuluş için bir gereklilik olsun? Gerçek sorumlu kimdir? Ölmesine izin veren tanrı mı, Yahudiler mi, yoksa cezayı infaz eden Romalı askerler mi? Hristiyan ilahiyatının üç temel yorumunun ortak özelliği, cezalandırıcı bir tanrı ya da başkalarının faydasına kendi öz oğlunu ölüme göndermekten kaçırmayan tanrı modeli olarak ortaya çıkmaktadır. Bir sevgi tanrısının, başkalarının günahlarının sorumlusu olmayan bir varlığı neden acı ve şiddet dolu bir olayın kurbanı yaptığı konusu açıklama gerektirmektedir. Tanrının kötülere karşı kendi zaferini ilan etmesi için, oğul İsa’nın ölümünü kullandığı görülmektedir. İsa’ya yapılan şiddet, sebebi ne olursa olsun, bir haklılık ve meşruiyet temeli taşımamaktadır. Günümüzde haça gerilme ritüellerinin, başta Latin Amerika ülkeleri, Filipinler olmak üzere dünyanın birçok yöresinde hala Hristiyanlarca uygulandığı bilinmektedir.  Donatistlere karşı uygulanan sindirme ve yok etme girişiminde, gelecekteki iyi olayların gerçekleşebilmesi, kötülüğün yok edilebilmesi ve sapkın akımların önlenebilmesi amacıyla şiddete başvurmanın caiz/gerekli olduğu düşüncesi ön plana çıkmaktadır. İlerleyen dönemlerde şiddete başvurmayı meşrulaştıran, ‘haklı savaş’ kavramı üretilmiştir. Haçlı Seferleri’nden günümüze, ‘medeni değerlerin korunması’ gibi argümanlar, Hristiyan halkların zihninde, yürütülen şiddete meşruiyet kazandırma girişimleridir. İslam’a göre insanın anlamı, ‘seçim yapabilme özgürlüğüne sahip bir varlık’ demektir. İnsan, halife yani sorumlu varlıktır. Kur’an insanın yaratılış gayesini, Allah’a ibadet olarak açıklar. “Kur’an’da ibadet, bütün tavır ve davranışlarda, Allah’ın emir ve yasaklarını gözetmek anlamındadır. Şeytan, Allah’ın belirlemiş olduğu insanın özgürlük alanını sınırlarının dışına taşıran her şeyin adıdır.” Kur’an, doğru ile yanlışın insana açıklandığını, doğruyu seçenin kendi lehine bunu seçeceğini vurgular. (Şinasi Gündüz, s.67, 81-88) Kur’an, ilah kavramına, insanın düşünce, tavır ve davranışlarında etkin olan güç anlamını yüklemektedir. Dolayısıyla Kur’an’ın kullandığı ilah kavramının, insan yaşamına egemen olan güç anlamına geldiği görülmektedir. (Şinasi Gündüz, s. 90) İslam, halife kavramı çerçevesinde insanı açıklar ve özgür seçimiyle tercihlerinin sorumlusu olan varlık olarak tanımlarken;  Hristiyanlıkta insanı tanımlayan anahtar ifade, ‘doğuştan asli günah ve ölümün tutsağı olan varlık’ kavramlardır. İslam’ın, doğuştan günahsız ve  özgür irade ile donatılmış insan tanımı ön plana çıkarken, Hristiyanlık insanın doğuştan günaha bağımlılığını savunur. Hz. Adem’den insana miras kalan ‘günah ve ölümden’ kurtuluşun ancak, tanrısal oğul İsa Mesih’e iman yoluyla olabileceğini savunur. Öte yandan Hristiyanlık, insandan kaynaklanan kötülükleri ve şiddet eylemlerini bir bakıma, Adem’in şahsında tanrısal iradeye dayandırmaktadır. Hristiyan tarihinde ruhban sınıfı, kurtuluş yolunu ve bilincini kontrol eden bir mekanizma olarak ortaya çıkmıştır. Kişisel özgürlük alanı bir yandan günah ve ölümle, bir yandan da kilise kurumu ve rahiplik teşkilatı ile disiplin altına alınmıştır. St. Augustine gibi ilahiyatçılar, katı kaderci bir yaklaşımla bir kişinin kurtulamayacağını, tanrının baştan karar verdiğini, dolayısıyla kişinin bunu değiştirmesinin söz konusu olamayacağını savunur. Pavlus, herkesin, altında yaşadığı yönetime itaat etmesini, zira bütün yönetimlerin tanrı tarafından kurulduğunu ileri sürer. Yine o, bütün yönetimlerin tanrının hizmetinde olduğunu vurgular. Bu yaklaşımıyla Pavlus ve onu temel alan Hristiyan geleneği, bireyin iradesi üzerinde egemen olan iki temel gücün varlığını kabul etmektedirler; Tanrı ve dünyevi iktidarlar. Hristiyan geleneği, metafizik bağlamda bireysel özgürlük alanını tanrıyla sınırlarken, dünyevi alanda ise kişisel özgürlükleri, dünyalı iktidarların belirlediğini savunmaktadır. Bir bakıma öte dünya bağlamında tanrıya kulluk eden insan, bu dünya bağlamında da krallara kulluk etmektedir. Protestanlar ile Katolikler arasında yapılan bir uzlaşma toplantısını ifade eden Ausburg Barış metninde, “halkın, prensin dinine bağlı olması gerektiği”  belirtilerek “kimin toprağı onun dini” ilkesi vurgulanmıştır. (Şinasi Gündüz, s. 95-101)  “Cuius regio, eius religio (kimin diyarı, onların dini) ilkesi ile prensin dini, devletin ve tüm sakinlerinin dini haline geldi.” (tr.wikipedia.org/wiki/Augsburg_Barışı)

Sonuç. Hristiyanlık, her ne kadar bağlılarınca ve özellikle misyonerlerce, ‘ sevgi ve barış dini’ olarak tanıtılmaya çalışırsa da, tarih boyu Hristiyanlık, şiddet içeren ve başvurduğu şiddeti meşrulaştıran bir din olarak olagelmiştir. Hristiyanlık, milattan sonra 4. yüzyıldan günümüze, dinsel kaynaklarının referansı ışığında sürekli şiddete başvuran bir din olarak tarihe geçmiştir. “Hristiyanlar, her tür inançsızlığın ortadan kaldırılması amacıyla şiddete başvurmaktan kaçırmamış, tıpkı, tanrının oğlu İsa’yı acı ve ıstırap çekerek ölüme göndermesi/kurban etmesi gibi, kendi gayeleri uğruna insanları/ulusları kurban etmekten ve ölüme göndermekten kaçınmışlardır.” Bu şiddet, Haçlı seferlerinde, sömürgeleştirilen bölgelerde, dünya savaşlarında ve yakın geçmişte Balkanlar, Ortadoğu ve Afganistan olaylarında, şimdi ise, Irak, Suriye, Arakan, Doğu Türkistan, Afrika’da görülmektedir. Şiddetin meşruiyeti ile ilgili çarmıh teolojisi bağlamında oluşturulan metin, Hristiyan bireylerin bilinçaltlarında her zaman şiddet ateşini yakmaya hazır bir kıvılcım durumundadır ve korkarım ileride de bu özelliğini sürdürmeye devam edeceklerdir. (Şinasi Gündüz, s. 103-105)

Şiddet karşısında İslam

Katoliklerle ve Protestanlar, daha sonra Protestan grupların kendi aralarındaki kanlı çatışmalar yıllarca sürmüştür. Buna dayanarak aydınlanma hareketinin önde gelen düşünürleri, Haçlı savaşlarını ve engizisyonu da hatırlatarak, dinin sosyal hayattan çıkarılmasıyla şiddetin en aza indirileceği sonucuna ulaşmışlardır. Buna göre din; özel alana hasredilmeli, sosyal hayatta ise akıl egemen olmalıydı. (Şiddet karşısında İslam, Komisyon, DİB, s. 29) Yahudilerde evrimcilik ruhu dinsel kaynaklıdır: Kabbalacıların çoğu, Yahudi olmayanların ruhunun Yahudilerin ruhundan daha aşağı seviyede olduğuna İnanır. (Şiddet karşısında İslam, s. 36) Hristiyanlık, adeta barış ve sevgi kavramları ile birlikte anılan bir dindir. Halbuki aslında; Haçlı Seferleri, engizisyon mahkemeleri, savaşçıların kutsanması, sehitlik anlayışı, savaşçı papalar, idam cezasının onaylanması, köleliğin desteklenmesi, sömürgecilik faaliyetlerine verilen onay ve destek, Hristiyanlığın şiddet yönünü gösteren örneklerdir. Luther, köylü ayaklanmalarını çok kanlı bir şekilde bastırmayı onaylamış ve desteklemiştir. Luther’e göre, ‘Yeryüzünün en çılgınları ve en alçak rezilleri’ olsalar da, hükümdarlar ‘tanrının cellatları ve gardiyanları’dır. Aziz Barthelemy katliamı’nda da binlerce Protestan öldürülmüştür. 1618-1648 yıllarındaki Katoliklerle Protestanlar arasında devam eden 30 yıl savaşlarında yine binlerce insan öldürülmüştür. Sadece Almanya nüfusunun yüzde 20’si bu savaşlarda ölmüştür. (Şiddet karşısında İslam, s. 54-59) “Selahattin Kudüs’ü geri aldığı zaman hiçbir cana kıymadı. İngiltere ve Gal’de 643 Manastır, 90 kolej, 2374 kilise, 100 hastane kapatılmıştı. Kraliçe Elizabeth zamanında Katolikler diri diri yakılmışlardı.” (Dr. Mehmet Ali Derman, Çürütme (reddiye), s. 82, 84-85) Luka, 19:27: “Beni kral olarak istemeyen o düşmanlarıma gelince, onları buraya getirin ve gözümün önünde kılıçtan geçirin.” denilmektedir. İbraniler, 9: 22: “Hemen her şey kanla temiz kılınır ve kan dökülmeksizin bağışlama olmaz.” Vahiy, 2:27-28: “Mesih’in ikinci gelişinde insanlar, demir çomakla güdülecek ve çömlek kaplar gibi kırıp parçalanacaktır. Hristiyan olmayanların liderleri, kükürtle yanan ateş gölüne diri diri atılırlar. Bunların taraftarları ise tamamen öldürülür.” (Vahiy, 19: 20-21) “İsa şöyle der: Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın. Barış değil kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben, baba ile oğulun, anneyle kızın, gelinle kaynananın arasına ayrılık sokmaya geldim. İnsanın düşmanı, kendi ev halkı olacak.” (Matta, 10:34) Yine İsa, “Kılıcı olmayan, elbisesini satıp bir kılıç alsın. (Luka, 22: 36) demekte ve yine İsa, “Ben dünyaya ateş yağdırmaya geldim, yeryüzüne barış getirmeye mi geldiğimi sanıyorsunuz? Size, hayır diyorum, Ben ayrılık getirmeye geldim.” diye eklemektedir. (Luka, 12: 49-53) Hristiyanlık tarihi, bu söz konusu bu cümlelerin sadece birer sembolik sözden ibaret olmadığını ortaya koymaktadır. Aziz Pavlus’un ilk dönemlerden itibaren elinde kılıçla tasvir edilmiş olması da ilginç bir değerlendirme konusudur. Aziz Augustine, tanrının emri ile savaş yapılabileceğini onay vermiştir. Zamanla kutsal savaş, arzu edilir bir şey olmuştur. İnançsızlarla savaşanların günahlarının affedileceği iddiası, kutsal savaş çağrısı yapan papaların kullandığı bir argümana dönüşmüştür. Haçlı Seferleri çağrısında Papa II. Urban’ın kullandığı slogan, “Tanrı böyle istiyor!” idi. Katolik inancına göre Papa’nın yanılması mümkün değildir. Çünkü o, kutsal ruh aracılığıyla konuşmaktadır. Haçlı akınları doğuya doğru ilerledikçe, hem heretikleri, hem Ortodoksları ve Yahudileri, hem de Müslümanları hedef almaları nedeniyle tamamen bir din savaşı özelliği taşımaktadır. Engizisyon kurumu heretik kabul edilenleri yüzyıllarca baskı altında tutmuş, binlercesini değişik işkence yöntemleri ile öldürmüştür. Bir savaş esnasında askerlerin, ‘kimin heretik, kimin sahih inançlı olduğunu nasıl ayıracağız?’ şeklindeki sorularına Bezier şehrinin Katolik piskoposu, “Siz hepsini öldürün, Tanrı onları birbirinden ayırır.” şeklinde cevap vermişti. Heretiklerin tek günahı, Katolikler gibi inanmamalarıydı. 1232 yılında Papa Gregory IX, heretiklerin yakılmalarını öngören bir papalık bildirgesi yayınlanmıştır. Engizisyoncular, bir ihbarda bulunanların can güvencesini sağlarken, suçlanan kişilere ne ile suçladıkları söylenmiyor, bütün deliller gizleniyor, suçunu itiraf eden cezalandırılırken, etmeyen itirafına kadar işkence görüyordu. Aziz Augustine’e göre tanrı, sadece eski Ahit’te değil, yeni Ahit’te de şiddeti tercih etmektedir. O, ‘haklı zulüm’ teorisinden bahsetmiş, insanların kurtuluşa erdirilmeleri için onlara baskı uygulanabileceğini söylemiştir. (Alan Kreider, Violence and Mission in the Fourth and Fifth Centuries, Lessons for Tuday, 129) Yine o, Matta İncil’inde geçen bir benzetmeden hareketle heretiklerin yakılmasına izin vermiştir. Hristiyan geleneği, dünyadaki adaletsizliğin, yoksulluğun hatta ölümün nedeni olarak asli günah teorisini ileri sürer. 21. yüzyılda bile, Roma Katolik kilisesinin ölüm cezasını ilmihalinden çıkarmayı reddetmesi düşündürücüdür. Günümüzde bile kullanılan, ‘İsa’nın Hristiyan askerleri’, ‘misyon stratejisi’ , ‘Evanjelik Haçlı Seferleri’ ve ‘Hristiyan şövalyelik ruhu’ gibi kavramlar, Hristiyanların militarist yanının en çarpıcı örnekleridir. (Şiddet karşısında İslam, s. 63-71, Prof.  Dr. Kadir Albayrak) İsa, Luka, 19:27’de: “Düşmanların kılıçtan geçirilmesini istemektedir.”

Dünyada, soğuk savaştan sonra kimlik savaşları diyebileceğimiz yeni dönem başlamıştır. Araplar tarafından milli gururu zedelenmiş olan İranlılar, Müslüman olduktan sonra Araplara karşı tepkilerini Hazreti Hüseyin’e sarılarak, farklılıklarını vurgulamak için bu mezhebi geliştirerek ifade etmişlerdir. Muhammed Ali, 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi’nin yıkıntılarını görmeye gittiğinde gazetecilerin, “el-Kaide ile aynı dinden olduğunuz için ne hissediyorsunuz?” sorusuna, “Siz Hitler’le aynı dinden olduğunuz için ne hissediyorsanız, ben de aynı şeyi hissediyorum.” diyerek cevap vermişti. “İslam dünyasında şiddet, sebep değil sonuçtur.” Terörist kişiler incelendiğinde, hepsinin terör kurbanı olduğu görülmüştür. Pasif kalmalarının, kurban olma durumunu sürdüreceklerine dair inançları pekişmiştir. Çözüm, şiddeti besleyen ayrımcılığa acil çözüm geliştirilerek ve şiddeti yöntem olarak seçmeyen bölgesel değerleri güçlendirerek ulaşılabilir. Richard Dawkins (The Selfish Gene) “başarılı bir genden beklenen baskın özellik, acımasız bir bencilliktir.” derken, Mary Clark (In Search of Human Natürel) ise, “Başka insanlara yardım etmeye genetik olarak yatkın ve programlıyız.” demektedir. (Şiddet karşısında İslam, s. 103-125, Prof. Dr. Nevzat Tarhan)

Batı tarihinde insanlık suçları

Yapılan araştırmalar, soykırımın sadece gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkelerin halk ve üyelerinin ya da devlet iktidarlarının ürettiği veya üretebileceği bir olay değil, aynı zamanda kendini üstün kültür ve gelişmiş ülke ve medeniyet merkezi olarak gören ülkelerin, sadece tarihte değil aynı zamanda günümüzde de soykırım uygulayan toplumlar olduklarını ortaya koymaktadır. (Sefa M. Yürükel, Batı tarihinde insanlık suçları, s. 2) Uluslararası güçler, soykırım iddialarını kullanarak, kendinden başka grupları terörizme ve çıkar endüstrisine dönüştürmektedir. Rudolf J. Rummel, 19. ve 20. yüzyıllarda gerçekleşen soykırımlar da 170 milyon insanın öldürüldüğü açıklamaktadır. (Sefa M. Yürükel s. 4, 6) 1600’lü yıllarda İspanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde baş gösteren ekonomik ve siyasi krizler, Avrupalıların denizaşırı bölgelere yönelmelerine yol açmıştır. Bunun için her bir Avrupa devleti, Afrika, Asya ve  Amerika kıtasını sömürgeleştirmeye başlamıştır. Sömürgelerde ilk önce yeni gelir getiren tarım alanlarının açılması ile emperyalizme başlandı. Bunu, köleleştirme ve yer altı-yer üstü zenginliklerini sömürme takip etti. Karayipler’deki İngiliz sayısı, 1710 yılında 64.100 iken, köle sayısı 336.500 idi. 1650 yılında adalara gelen her 4 kişiden 3’ü, Afrika’dan getirilen kölelerden oluşuyordu. 1680’de Amerika’ya geçirilen her Afrikalı köle, 5 veya 6 İngiliz sterlini karşılığında satışa çıkarılıyordu. 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar İngiliz, Portekiz, İspanyol, Danimarka, Norveç, Fransız ve Hollandalı köle tacirleri tarafından Afrika kıtası’ndan 13 milyon Afrikalı insan Amerika’ya köle olarak taşınmıştır. Kölelerin yüzde 25’i, ağır yaşam ve iş koşullarına dayanamayarak ilk 18 ay içerisinde ölmüştür. Köle ticaretinde İngilizler birinci sırayı alırken, onu İspanyollar ve onları da Fransızlar takip etmekteydi. 1680’lerde Danimarkalı bir şirket 249 köle ticaret gemisini elinde bulunduruyordu.  Köle ticaretindeki esas sayısının 25.000.000 kişiyi kapsadığı, araştırmalarda belirtilmektedir. Amerikan kıtasının Kolomb tarafından keşfedilmesinden sonra, önce Karayipler ve Meksika, daha sonra tüm güney ve kuzey Amerika işgale başlanmıştır. 1492 yılında bugünkü adları ile Haiti ve Dominik Cumhuriyetlerinin olduğu adalarda toplam 8 milyon yerli yaşıyorken, 22 yıllık İspanyol egemenliği sonunda bu sayı 28 bine inmişti. 50 sene sonra ise adada yaşayan yerli sayısı sadece 200 kişi idi! Bir İspanyol misyoneri Bartolome de las Casas Bölgesi’nde gerçekleşen katliamı şöyle ifade etmektedir: Bir gün İspanyollar, 3000 kişinin kellesini kesti. Organlarını parçaladı ve kızlarının ırzına geçti. Cesetlerini bir kancaya bağladı ve kızarttılar. (Barry Lopez, The Rediscovery of North America, s. 4) İspanyollar Meksika’yı işgal ettiklerinde 12 milyon olan yeli nüfus, 80 sene sonra 1 milyona inmişti. Hans Koning, “İspanyollar, Amerikalı yerlileri ölene kadar çalıştırılacak bir mahluk gibi görüyordu. İngilizler, yerlileri şeytana tapan insanlara olarak görüyor, yerlileri katletmenin gerekliliğine inanıyorlardı.” demektedir. Amerika’da, Kaliforniya’daki 700.000 olan yerli nüfusunu yaptıkları katliamlarla 15.000’e indirmişdiler. İspanyollar, Kuzey Amerika’daki 7 milyon yerli  nüfusunu, 100 senede 500.000 kişiye indirmişti. İspanyollar, 400 yılda yerli nüfusun %95’ini soykırıma uğratmıştır. İngilizler, hastalık yayarak 50.000 yerliyi 7 yılda 5 bine indirmişti. İngilizler, 1666 yılında Virginia’da bütün yerlirleri öldürmüşler, yalnızca kadın ve çocukları esir alıp köle olarak satışa çıkarmışlardı. Yerli katliamlarından sorumlu Amerikalı Binbaşı John Vance Lauderdale, “Bütün Kızılderililerin yeryüzünden gitmeleri, medeniyetin iyiliği için gereklidir.” demektedir. İngilizler, çiçek hastalığı mikrobu taşıyan battaniyeleri yerlilere vererek, yerli halklardan 100.000 kişiyi hastalık yoluyla katletmiştir. Aynı yöntemi Amerikalılar da daha sonra yaygın olarak kullanmıştır. (Sefa M. Yürükel s. 31-47) Amerika’da 1900 yılına gelindiğinde, milyonlarca yerliden geriye kalan kişi sayısı 1900 idi.  R. H. Pratt, “İnsanları koruyabilmek için yerlileri öldüreceksin.” demektedir. 1970-1980 yılı arasında, zamanın Amerikan başkanı R. Reagan tarafından bizzat direktif verilerek, Guatemala’daki 200.000 Maya yerlisi katledilmiştir. Kuzey ve orta Amerika’daki yerlilere uygulanan sömürgeci soykırımlarda olduğu gibi, Latin Amerika’daki Avrupa asıllıların yaptıkları soykırımlarda da benzer metotlar kullanılmıştır. Mesela, Brezilya’da, 10.000 kişilik nüfusa sahip olan bir yerli kabilesi, sömürgeciler tarafından tamamen katledilmiş ve tesadüfen 20 kişi kurtulabilmiştir. Venezüella’da yaşayan yerliler, Katolik papazlar ve askerler tarafından 1964 yılında yok edilmek amacıyla küçük gruplara bölünerek sürgün edilmelerinden dolayı tamamen yok olmuşlardır. ABD hükümeti ile Amerikan yerlileri arasında 300 ila 400 arası anlaşma yapılmasına rağmen sömürgeci Avrupa kökenli Amerikalılar, canları istedikleri zaman anlaşmaları tek taraflı olarak defalarca bozmuşlardır. Amerika’da Avrupalılar gelmeden önce yaklaşık 150 milyon civarında yerli yaşarken, birçoğu soykırıma uğratılmıştır. Fransızlar, Cezayir’e geldikleri 1830 yılından 1962 yılına kadar sistemli bir kültürel asimilasyon ve insan beyninin sömürgeleştirilmesi politikası izlediler. Cezayirlilerden hayatın her alanında Fransızca konuşması, Fransızca düşünmesi ve Fransızca okuması istenmiş ve zorlanmışlardır. Fransa’dan Cezayir’e göç eden Fransızlara, kendi sömürge yönetimleri tarafından en iyi olanaklar sağlandığından, Cezayir köylüsü Fransız fabrikalarında işçi olarak çalışmak zorunda bırakılmıştı. Fransız istihbaratının başında bulunan general, hiçbir pişmanlık duymadan kendi elleri ile katlettiği Cezayirlilerden bahsedebilmektedir. 1962 yılına gelindiğinde, Fransızların katlettiği insan Cezayirli sayısı 1 milyonu bulmuş, 8000 köy yok edilmiş ve 2,5 milyon Cezayirli toplama kamplarına sürgün edilmişti.  Francis Galton, kuzeni Charles Darwin’in de etkisiyle, Ari ırk kavramını kuramcısı olarak ortaya çıkmıştır. (Sefa M. Yürükel, s. 49-63) ve sonuçta 21 milyon insan, Alman nazizmi sonucu öldürülmüştür. (Sefa M. Yürükel, s. 107) Galton, insan ırkının ıslahını amaçlayan öjenik kuramını sosyal politikada, toplum birimlerinde uygulanmasının gerekliliği üzerinde ısrar eder. Bu iddiaya göre Avrupalı beyaz ırktan olan ve özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinden insanlar en üst değerdeki insan kategorisine sahiptir. Bunun dışındakiler ise, aşağı kategorideki insanlardır. (Sefa M. Yürükel, s. 64) Ama Hitler, Kuzey Avrupa’yı da işgal etmekten de geri kalmamıştır! İngiltere, Avustralya’da yerli halkı katleder. Yerli erkeklerin cinsel organlarını keserek hadım eder. 100.000 yerli çocuğu ailesinden kopararak asimile edilir, kadınlar da kısırlaştırılır. İngiltere, yerlilerin yiyeceklerine zehir katmak dahil yaptığı katliamlarla, 1788 yılında 750 bin nüfusa sahip Aborjinleri, 1911’e geldiğinde 31 bine düşürmüştü. Almanlarda, Namibya’da soykırımlar yapmış, 80.000 Herero yerlisini kısa sürede, 15.130 kişiye indirmişti. Almanlar II. Dünya Savaşı’nda, ari ırk olmadığını iddia ettiği Alman olmayan 21 milyon insanı, soykırıma uğratmıştır. Rumlar, Türklere 12 Mayıs 1912 yılında saldırıya geçmiş, Rum Ortodoks Kilisesi’nin desteği ile 35 yerleşim biriminde terör eylemleri uygulamıştır. Bu eylemlerin başını,  papaz Nikodimos çekmekte idi. Sadece 1963 yılında, yüzlerce Türk katledilir, 20 Türk köyü yakılıp yıkılır. 25 bin Türk evlerini terk etmek zorunda bırakılır. Bunların en ünlüsü de meşhur Noel yılbaşı katliamıdır! Birçok Türk’ün gırtlakları kesilir, kadınların ırzına geçilir. (Sefa M. Yürükel, s. 99-129) Amerikalı ve İngilizler, İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra Dresden şehrine sığınan 600.000 kadar mülteci Almana bomba yağdırır, yaklaşık 200.000 sivil üç günlük bombardıman sırasında hayatını kaybeder. Amerika’nın Japonya’ya attığı iki atom bombasında ölen insan sayısının toplamı ise 120.000’dir. (Sefa M. Yürükel, s. 82) Rus ordusundan kaçan 250.000 Alman mülteci Danimarka’ya sığınır. (Sefa M. Yürükel, s. 142) Toplama kampında insanlık dışı şartlarda zorla tutulurlar ve kendilerine yardım edilmesine izin dahi verilmez. Kızılhaç bile, doktorlar ve  hemşireler dahil, ilaç yardımda bulunmayı reddeder. Sadece 13.741 kişi hastalıktan ölür. (Sefa M. Yürükel, s. 87) İngiltere, Avustralya’da 1788 yılından 1938 yıllarına kadar Aborjinlere sistematik olarak ve acımasızca soykırım ve sürgün uygular. İngilizler, yerlileri insan olarak saymıyorlardı. Bu da, İngilizlerin huzur içinde yerlilere her türlü eziyeti yapması için bir bahaneden başka bir şey değildi. Bundan hiç bir huzursuzluk ve ahlaksızlık da duymuyorlardı. (Sefa M. Yürükel, s. 93-94) 1923 yılında Batı Trakya’nın % 67’si Türklerden oluşuyor iken, Yunanlıların yıllar süren baskısı sonucu Türk oranı %36’ya gerilemiştir. (Sefa M. Yürükel, s. 131) Bulgarların nüfusu 9 milyon iken, bunların bir buçuk milyonu Türk idi. Ari Bulgar yaratma politikası sonucunda, katliamlar yapılır, mezarlıklardan bile Türk isimleri sökülür, zorla Hristiyan isimler verilir, yüz binlerce Türk zorla Türkiye’ye göç etmek zorunda bırakılır. Soykırım, terörizm ve insan hakları ihlalleri suçlamaları esasında, kendini uluslararası arenada güçlü hisseden devletlerin egemenlik kurmak maksadıyla hedef seçtikleri ülkeleri kendi ürettikleri tezlerle saldırmak için kullandıkları ithamlardır. (Sefa M. Yürükel, s. 143, 149) Devamı için, ‘Batı medeniyeti’ adlı yazımıza bakılabilir!

Menfaat

“Rahip cezanın durumuna göre günahkar kişiye bir bağış gibi yükümlülükler Yükleyebilir.” (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, s. 355)

“Vatikan’da her şey ticaret konusu olmuştu. Roma kilisesi imtiyaz belgeleri ve günah çıkarma ticaretine başlamıştı.” (Taceddin Ural, Papa Bir Puttur, s.  s. 96) “Papalık, dünyanın önde gelen birçok şirketinde hissedardır. Bankacılık ve faiz gelirleri, vergi gelirleri, aidatlar, bağışlar ile gelir elde ederken ihraç malı olarak sadece “dualar ve emirleri” olan bir devleti temsil eder.” (Taceddin Ural, s. 126) Xavier Forneret: “Kilise gerçekten iyi kalplidir, herkese af dağıtır. Asıl affa kendisi muhtaç iken” (Ural, s. 131) 

1517 yılında, Papa X. Leo, kişinin ruhunu makul bir para karşılığında kurtarabilmesi için ‘Taxa Camarae’yi başlatır. Bu basit tedbirle, ne kadar kötü olursa olsun bağışlanamayacak suç yoktu. 35 madde arasından şunları okuyoruz: İster rahibelerle, ister kendi kuzenleriyle, yeğenleriyle ya da kızlarıyla, yani bir şekilde herhangi bir kadınla cinsel günah işleyen bir rahip, 67 pound 12 şilin ödemesi karşılığında bağışlanacaktır. Eğer rahip, zina günahıyla birlikte doğaya ya da hayvanlara karşı işlenmiş günahlarının da bağışlanmasını istiyorsa, 219 pound15 şilin ödemek zorundadır. Fakat kadınlarla değil de sadece oğlanlarla ve hayvanlarla, doğal olmayan günahlar işlemişse131 pound 15 şilin ödemelidir. Bir bakirenin kızlığını bozan rahip, 2 pound 8 şilin ödemelidir. İster kaldığı manastırda ister dışarıda, aynı anda veya art arda bir ya da birden çok erkeğe kendini veren rahibe, baş rahibenin saygısını kazanmak istiyorsa 131 pound 15 şilin ödemelidir. Tüm davalardan azade tutulmak ve yasak ilişkilerini sürdürmek için geniş bir muafiyet elde etmek isteyen zinacı bir kadın, Papaya 87 pound 3 şilin ödeyecektir. Aynı şekilde, koca da aynı miktarı ödeyecektir, eğer koca kendi çocuklarıyla ensest ilişkiye girmişse, ek olarak 6 poundluk bir vicdani ödeme yapacaktır. Tecavüz, soygun veya kundakçılık suçları için eziyet yapılmaması ve bağışlanması, suçluya 131 pound 7 şiline mal olur. Ruhban kesime ait olmayan birinin şahsında gerçekleşen adi cinayetin bağışlanma bedeli 15 pound 3 penstir. Eğer katil aynı gün iki veya daha fazla kişinin ölmesine neden olmuşsa, bir kişiyi öldürmüş gibi ödeme yapar. Karısına kötü davranan koca, kilise kasasına 3 pound 4 şilin öder; eğer karısını öldürmüşse 17 pound 15 şilin, eğer karısını başka biri ile evlenmek için öldürmüşse ekstra olarak 32 pound 9 şilin öder. Kocaya suç işlerken yardım edenler adam başı 2 poundla bağışlanır. Çocuğunu boğarak öldüren baba 17 pound 15 şilin ödemelidir, baba bunu annenin izni ile yapmışsa bağışlanması için 27 pound 1 şilin ödemelidir. Kendi çocuğunu rahminden çıkararak yok eden annenin ve suça katkıda bulunan kocanın, her ikisi birden 17 pound 15 şilin ödemelidir. Kendisinin olmayan bir çocuğun kürtajını kolaylaştıranlar1 poundeksik öderler. Kardeş, kız kardeş, anne ya da babasını öldüren 17 pound 5 şilin ödemelidir. Bununla birlikte, hiyerarşinin yüksek kademelerindeki piskopos veya baş keşiş öldürülürse, ödenecek miktar çok ağır biçimde artıyordu; ilk saldırı için 131 pound 14 şilin, geri kalanlar için yarı miktarı. Üstelik katil “çeşitli zamanlarda birçok rahibi öldürürse, ilk cinayet için 137 pound 6 şilin ve geri kalanlar için de bunun yarısını ödemek zorundaydı.” Fakat cinayet, tecavüz veya çocuk öldürmekten çok daha ağırı, menfur dinsel sapkınlık suçuydu; yani resmi Kilisenin fikirlerinden farklı fikirlere sahip olmak. Kadın ya da erkek bir sapkın, fikirlerinden dönmüş olsa bile toplam 269 pound ödemek zorundayken, “yakılmış, asılmış ya da herhangi bir şekilde idam edilmiş bir sapkının oğlunun itibarı 218 pound 16 şilin 9 penslik ödeme yapmadığı sürece” iade edilemezdi. Liste, sahtekarlık, kaçakçılık, borçların ödenmemesi, kutsal günlerde et yeme, papazlık rütbesi almak isteyen rahiplerin gayri meşru çocukları ve hatta rahip olmak isteyen hadımlarla devam ediyor. (Ey misyonerler cevap verin, Adnan Şensoy, s. 63-65; Hakan Olgun, Katolik kilisesi’nin endüljans uygulaması ve Protestan reformuna etkisi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 18/18-19 (Ocak 2005), s. 333-334) Bu çıkarcı rezillik listesine rağmen, Papa X. Leo, Katolik tarihçiler tarafından “Kilise tarihinde papalık makamının en parlak ve belki de en tehlikeli döneminin” baş kişisi olarak tanımlanır. (P. Rodríguez, (1997). Mentiras fundamentales de la Iglesia católica. Barcelona: Ediciones B., Anexo, s. 397-400)

Endüljans: Katoliklere göre en büyük günahlar ancak kilisece af edilebilir. Papalık, para karşılığı, piyango bileti gibi, af makbuzları çıkartıp onları para karşılığı dağıtmış, satmıştır. Ayrıca haçlı seferlerine katılanlara da bu belgelerden verilmiştir. 

enduljans-3  1521 tarihli bir endüljans belgesi.

16.Yüzyıla altenduljans beratı:

16. yüzyıla ait endüljans beratı: Papa’nın Adıyla.Ömürlük. Üç Mark (O zamanki Alman para birimi) Papalığın bana verdiği yetki ile kilisenin, senin hakkında yapmış olduğu tüm suçlamaları, yükümlü olduğun tüm hüküm ve cezaları, ayrıca yapmış olduğun aşırılıkları, “ne kadar büyük ve utanç verici olsa da, hangi sebepten işlenmiş olsa da ve hatta Mukaddes Pederimiz Papa için söz konusu olsa da” işlemiş olduğun tüm günah ve suçlarını ‘ben bağışlıyorum.’ Ben, senin kendi iraden ve isteğin dışında karşı karşıya kaldığın her türlü kusur ve erdemsizlik belirtisini bütünüyle ‘siliyor ve ortadan kaldırıyorum.’ Seni Arafta yükümlü olacağın tüm günahlardan ‘azad ediyor, kilise ayinlerine katılmana izin veriyorum.’ Seni yeniden ‘kutsal topluluğa dahil ediyor ve vaftiz anında olduğun gibi seni, eski saf ve günahsız haline geri getiriyorum.’ Böylece ölüm anında, günahkarları ceza ve azap yerine götüren kapı senin için kapanacak ve ‘sana sevinç cennetlerinin kapısını açacaktır.’ Şu anda ölüm seni bulmasa dahi, ömrünün sonuna kadar bu bağışlanma belgesi senin için geçerli olacaktır. ‘Mukaddes Babamızın adıyla’ Amin. Rahip Johdnn Tetzel. Azizlerin sana olan şehadeti ve merhameti ile on gün süresince işlemiş olduğun tüm günah ve kötülüklerden seni azad ediyor ve tüm cezalarını bağışlıyorum. Johann Tetzel. (James Atkinson, The Trail ofLuther, s. 32)

Bunlar da güncel versiyonları

Telefon, Papazmatik, Pos makinesi, Twit (En ucuzu)

“Evanjelik papaz Jesse Duplantis, kiliselere yeterince para bağışı yapılmadığı için İsa Peygamber’in dünyaya geri dönmediğini öne sürdü. Papaz Duplantis, ‘Eğer insanlar yeterince bağış yaparsa Tanrı, İsa’ya ‘Dünyaya geri dön’ diyecek. Tanrı, bizim İsa’yı görmeyi ne kadar istediğimizi bilmeli. Bana senin yatın var, diyorlar. Evet var. Öbür dünyada sizin de olur.’ dedi. Duplantis, daha öncede takipçilerinden kendisine özel jet satın almaları için 54 milyon dolar talep etmişti.” (30.09.2021)

Günah çıkarmak için 2’yi tuşlayınız. ‘Fransa’da Katolik bir grup ‘günah çıkarılması  için’ telefon hattı kurdu. Fransa’nın başkenti Paris’te AABAS adlı telefon şirketi için çalışan Katolik bir grup, kurduğu telefon hattıyla ortalığı karıştırdı. Bir erkek sesinin arayanları Tanrının hattına hoş geldiniz” diye karşıladığı hat paralı. Ses kaydı şöyle devam ediyor: Günah çıkarma ile ilgili tavsiyeler için 1’i, günah çıkarmak için 2’yi, bazı günah çıkarmaları dinlemek için 3’ü tuşlayınız. Ciddi ya da affedilmez günahlar durumunda bir rahibe başvurmak zorunludur.” (Posta, 28.04.2018)

Telefon, Papazmatik, Pos makinesi, Radyo, Twit (En ucuzu)

Dünya Gençlik Günü dolayısıyla Brezilya’da halka seslenecek olan Papa, kendisini görmeye gelenlerin yanısıra konuşmasını radyo, televizyon ve sosyal medyadan samimiyetle takip edenlerin de günahlarının bağışlanacağını müjdeledi. (Sabah, 18.7.2013) Twitter’dan günahları bağışlayacak. Papa Twitter üzerinden günahları bağışlayacağını açıkladı. (sözcü,  18 Temmuz 2013) 

Vatikan’ın doğrudan ya da dolaylı olarak sahibi olduğu veya yönlendirdiği günlük, haftalık ve aylık 200’den fazla gazete ve dergi, 154 radyo istasyonu veya emisyonu, 49 TV kanalı veya kablolu yayını bulunmaktadır. Vatikan’ın gelirleri başta her ülkedeki Katolikler’den kesilen Kilise Vergisi; Aidatlar; Bağışlar; Şirket Gelirleri; Hisse Senedi-Tahvil-Bono gelirleri; Bankacılık ve Faiz gelirleri; hediyelik eşya satışlarıyla elde edilen gelirlerden oluşmaktadır. Basın yayından elde edilen reklam gelirleri de epeyce tutmaktadır. Vatikan’ın diğer bir gelir kaynağı da Hıristiyanlığı temsil eden kişileri, örneğin İsa’yı, Meryem’i, azizleri veya sembolleri (Haç gibi) pazarlayarak kazandığı kazançlardır. Vatikan, dünyanın önde gelen birçok şirketinde hissedardır. Çeşitli ülkelerde sayısız gayrimenkulü vardır. Birçok bankanın ortağıdır. Özellikle giyim ve turizm sektörlerinde çok kâr getiren yatırımları vardır. Avrupa Birliği içinde Vatikan’a bağlı olarak çalışan “Katolik Tekstil Sanayicileri Birliği” onun çıkarlarının yöneticisi durumundadır. Benzer şekilde ayakkabı, yiyecek ve enerji ile inşaat sektörlerinde de kârlı yatırımları ve ortaklıkları vardır. (Hürriyet, 28.11.2006; Yeni Mesaj, 19.12.2000)

                islama-kurana-onyargi-1

Oryantalistlerin İslam hakkındaki olumsuz etkilerinin sonucu, kendi kitaplarından bile habersiz Avrupalılar, Kur’an düşmanı oldular.

                       islama-kurana-onyargi-2

Oryantalistlerin İslam hakkındaki olumsuz etkilerinin sonucu, kendi kitaplarından bile habersiz Avrupalılar, Kur’an düşmanı oldular.

Kadın

Aziz Paul, “evlenmektense yakılarak ölmek daha iyidir” derken kilise, Havva yüzünden tüm insanlığın ilk masumiyetinin lekelendiğini ilan etmektedir. Meryem ananın öne çıkartılması, Havva’nın tam karşıtı olarak değerlendirilmesi ile sağlanabilmiştir. (Taceddin Ural, Papa Bir Puttur, s. 65)

“Kadın alçak bir yaratıktır.” Augustinus. “Bir kadın gördüğün zaman o şeytandır, bir çeşit cehennemdir” Papa II. Pius. “Kadınların en büyük şerefleri erkekleri doğurmalarıdır” Martin Luther. (Nüket Örnek Buken, Kadın hareketini oluşturan farklı. dinamiklerin karşılaştırılması, S. Sesi, Mart, 2012, s. 14)

Katolik Hristiyanforum.com’dan alıntı: Pavlus “herkesin” dua ve peygamberlikte bulunmasını istiyor, teşvik ediyor. Aynı zamanda arka arkaya yazdığı 117 (veya 14) cümlede kadınların “toplantılarda sessiz kalmalarını” istiyordu. Bu sessiz kalma isteği dua ve peygamberliği kapsamıyordu. Kadınlar kilisede önder olamazlar, öğretiş veremezler. Önemli olan günümüze uymak veya toplam fayda hesabı değil, Kutsal Kitap’a uygunluktur. “Kadınlar toplantılarınızda sessiz kalsın. Konuşmalarına izin yoktur. Kutsal Yasa’nın da belirttiği gibi, uysal olsunlar. Öğrenmek istedikleri bir şey varsa, evde kocalarına sorsunlar. Çünkü kadının toplantı sırasında konuşması ayıptır.” (1. Korintliler 14:34-40)

Protestan gotquestions.org’tan: Kutsal Kitap Kadın Önderler İçin Ne Diyor? Tanrı, kilisede ruhsal öğretim yetkisi taşıyan konumlarda sadece erkeklerin hizmet etmesini uygun görmüştür. Bu sadece Tanrı’nın kilisenin işleyişini tasarlama şeklidir. Erkeklerin, yaşamları ve sözleriyle ruhsal önderlik konusunda örnek teşkil etmeleri gerekmektedir. Kadınlar da yaşamlarında örnek olmalıdırlar, ama farklı bir şekilde (1. Petrus 3:1-6) Kadınların engellendiği tek etkinlik, erkeklere öğretmek ya da onların üzerinde ruhsal yetkiye sahip olmaktır. Bu, kadınların erkeklere pastör (Protestan din görevlisi) olarak hizmet etmesini engeller. Bu, kadınları hiçbir şekilde daha az önemli yapmaz. Aksine, onlara Tanrı’nın tasarımıyla daha uyumlu bir hizmet odağı verir. (www.gotquestions.org/Turkce/Kadin-cobanlar.html)

Protestan hristiyanturk.com’dan: “Kadından pastör olur mu? Pastörlük bambaşka birşeydir. Kadınlarımız bastacımızdır. Isa Mersih ve öğrencilerine de cok hizmet etmişlerdir. Şimdi de hizmet etme armağanlari vardır. Ama egemenlik etme ve toplulugu yönetme onların görevleri arasında değildir.” Devamı için, “Hristiyanlık ve yahudilikte kadın” adlı yazıya müracaat edilebilir.

Kiliseler ve cinsel istismar

Papa Benedict XVI görevinden istifa etti!  Herkes sordu niye istifa etti diye. Böylesi bir görev niye bırakılır? Papa, yaşlandığını, yorulduğunu öne sürdü gerekçe olarak. Ama asıl gerekçe bu güne kadar Vatikan’ın  kasalarından çıkan 2.3 milyar doları aşkın, cinsel tacize uğramış çocuk ve ailelerine ödenen tazminatlar ve çığ gibi büyüyen yeni cinsel taciz suçlamaları olabilir mi?  Açılan yeni davalar, iyimser bir tahminle 15 milyara tırmanacağı kestirilen tazminat ödemeleri, papaz, piskopos, başpiskopos ve kardinallere yöneltilen sonu gelmek bilmeyen cinsel taciz suçlamaları,  kardinallerden yüzde 30’unun geçmişte polisçe cinsel taciz suçlamaları nedeniyle soruşturulmuş olması mıdır istifasının nedeni? Yoksa Teksas’da üç erkek çocuğun cinsel taciz davasında bizzat kendisinin taraf olarak gösterilip diplomatik dokunulmaz istemiyle dava dışında bırakılmayı sağlaması mıdır? “Katolik seminerlerden mezun olanların yüzde 10’unda pedofil yani çocuk tacizcisi olma eğiliminin saptayan raporun” dünya medyasına düşmesi olabilir mi Papa’lıktan ayrılmasının gerçek nedeni? Papa Benedict XVI önceleri liberal bir din adamı ama 1968’den sonra kökten dinci kesiliyor. Sonuna kadar Katolik kilisesinde cinselliğe uygulanan yasakları savunuyor, papazların evlenmesi için yapılan girişimleri engelliyor ve en vahimi 2001 yılında kaleme aldığı “de delictis gravioribus” başlıklı gizli belgede cinsel taciz suçlamalarına yönelik kanıtların yok edilmesini, bu suçu işlediği adli makamlarca öne sürülen papazların Vatikan’a gönderilip koruma altına alınmasını öneriyor. Aslında Vatikan’ın ağzına almadığı bir gerçek var:  İsa’nın 12 havarisinden 11’i evli, çoluk çocuk sahibi! Papalar ve diğer bütün Katolik din adamları da 1039 yılında Papa IX. Leo dönemine kadar evlenebiliyor, çocuk sahibi olabiliyor. Papa IX. Leo, Kardinal’den sıradan bir papaza kadar din adamlarının ölünce mal varlıklarının çocuklarına kalmasından rahatsızlık duyuyor. Bu mallar Vatikan’ın olmalı. Ve önce evlenmeyi sonra da papazların cinsel ilişkide bulunmalarını yasaklıyor! Yani Tanrısal, kutsal, Hz İsa’nın öğretileriyle bir ilgisi yok cinsel yasakların Katolik Mezhebinde. Parayla ilgisi var parayla; malla mülkle! Aziz Petrus, yani ilk Papa, Hz. İsa’nın en yakını, evlidir, çocukları vardır. Borgia’lara bakın! Lucretia ve Cesare Borgia, Papa Alaxander’ın  çocukları değil midir!  (Aziz Üstel, Star, 04 Mart 2013)

Daha o yıllarda!

“On beşinci asırda Güney İspanya’ya gönderen gönderilen piskopos Egila, evli kadınlarla metres hayatı yaşayan İspanyol rahipleri ihbar etmekteydi.” (Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 183) “1600’lü yıllarda ise Arnavutluk Ortodoks kilise rahipleri, metres tutmak ve ayyaşlıkla suçlanmışlardı.” (Antivari Başpiskoposu Marino Bizzi’nin Türkiye, Antivari, Arnavutluk ve Sırbistan’a, Efendimiz Papa Beşinci Paul Hazretleri’ne yaptığı ziyaretin raporu, Bibliotheca Barberina, Rome. Nr- Ixiii. 13) “Sapıklık, dini merkezlere kadar yayıldı. Papazlar, büyük günahlar ve ciddi suçlarla itham edildiler. Rahip Jarun: ‘Papazların ahlakı tamamen bozuluş, kalplerini ihtiras ve mal sevgisi bürümüştü. Fransa’nın bütün geliri, papazların masraflarına ve arzularının doyurulmasına yeterli gelmiyordu.” (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s. 229) “Rahiplerin özel hayatları iğrenç ahlaksızlıklar ile doluydu.” (Kerim Aytekin, Misyonerlere kanmayın, s. 131)

Kiliselerdeki tecavüz ve eş cinsellik haberlerinden seçmeler… !

Vatikan Ekonomi Bakanı ve Avustralya Kardinali George Pell, “Kilise çok büyük hatalar yaptı” dedi. (Milliyet, 3.3.2026) Bu söylemi yapanın temiz ve iyi niyetli olmasını beklersiniz değil mi?: Avustralya Polisi, Katolik Kilisesi’nin en üst en üst düzey üçüncü ismi olan Vatikan Hazinedarı Avustralyalı Kardinal George Pell’e cinsel taciz suçlamaları yöneltti.” (BBC, 29.6.2017) “Avustralya’nın Victoria eyaletinde Yüksek Mahkeme, cinsel tacizden suçlu bulunan Kardinal George Pell’in temyiz başvurusunu reddetti.” (BBC, 21.9.2019) “Çocuklara cinsel taciz suçlamasıyla yargılanan Kardinal George Pell hayatını kaybetti. Geleneksel Katolik değerlerinin güçlü bir destekçisi olarak Kilise içinde adı öne çıktı. Rahiplerin bekar kalması gibi muhafazakar görüşleri savunuyordu. Hazineden sorumlu olan Pell, bir dönem Vatikan’ın 3 numaralı ismi konumundaydı. (Milliyet, 11.1.2023)

aedb09ff-f4b1-4adf-a9a6-52ae0b1b620c

vatikan-tecavuz-afetti-1

Papa: 50 din adamından biri pedofil. Kiliselerin cinsel istismar olaylarıyla anıldığı birçok olayda din adamlarının korunduğu, olayların üstünün örtüldüğü iddia edildi. Ancak bazı olaylarda din adamları kiliseden uzaklaştırıldı. Katolik dünyasının lideri Papa Franciscus da 2014’te verdiği bir röportajda, bazı din adamlarının çocuk istismarına karıştığını kabul etmişti. Papa, İtalyan La Repubblica gazetesine verdiği röportajda, Katolik Kilisesi’ndeki her 50 din adamından birinin pedofil olduğunu söylemişti. Dünya genelinde kiliseye bağlı yaklaşık 414 bin din adamı bulunuyor. Papa’nın sözünü ettiği yüzde 2’lik oran yaklaşık ‘8 bin’ kişiye karşılık geliyor. Katolik rahiplerin yüzde 1 ile yüzde 5’i: Vatikan’ın BM Temsilcisi Başpiskopos Silvano Tomasi de benzer bir oran vererek Katolik Kilisesi’ne bağlı din adamlarının karıştığı cinsel istismar olaylarını doğrulamıştı. Tomasi, 2004 ile 2014 arasında Vatikan’a 3 bin 400 çocuk istismarı vakası rapor edildiğini, bu çerçevede Vatikan’ın 848 papazı görevden aldığını, 2 bin 572 papaza da hayat boyu kefaret cezası verildiğini açıklamıştı. Tomasi, “Son 50 yılda Katolik rahiplerin yüzde 1 ile yüzde 5’inin cinsel istismar vakalarına karıştığını biliyoruz.” ifadesini kullanmıştı. Katolik Kilisesi’ne bağlı din adamlarının karıştığı cinsel istismar olaylarını araştıran ABD’nin John Jay Enstitüsünün 1950 ile 2002 arasına yönelik incelemesinden de çarpıcı sonuçlar çıkmıştı. Katolik Kilisesi’ndeki çocuk istismarlarıyla ilgili 2004 yılı raporunda, din adamlarının istismar ettiği çocukların çoğunlukla erkek ve bunların yüzde 85’inin 8 ila 10 yaşında olduğu belirtilmişti. 2004 yılında rahiplerin çocuklara karşı cinsel istismarları hakkında bir rapor yayımlandı. ABD Piskoposlar Konferansının yaptırdığı araştırmada, ABD’de 1950 ile 2002 arasında 10 bin 667 çocuğun 4 bin 392 rahip tarafından cinsel tacize uğradığı açıklandı. Rapora göre, mağdurların büyük çoğunluğu 11-17 yaş aralığındaki erkek çocuklardan oluşuyordu. Almanya’da yüzlerce vaka:Çok konuşulan olaylardan bazıları da Almanya’da görüldü. Almanya’da 2010’da Katolik Kilisesi’nin tarihi korolarından “Regensburger Domspatzen” ile kilisenin okulunda papaz ve öğretmenlerin 422 çocuğa yıllarca cinsel tacizde bulunduğu, şiddet uyguladığı ortaya çıktı. Dava sürecinde 13 papaz cinsel istismar nedeniyle mahkum edildi. Almanya’nın Haren şehrinde 1996 yılında bir Katolik rahibin 227 cinsel istismar vakası ortaya çıktı. Hapis cezasına çarptırılan rahip şartlı tahliye edildi ve para cezasına mahkum edildi. Krefeld şehrinde 2002’de pedofil ağına mensup bir rahip, 1990’lı yıllarda çocuklara istismarlarda bulunduğunun ortaya çıkması üzerine yargılanarak 4 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bamberg şehrinde, 2008’de bir Katolik erkek yatılı okulundaki rahibin 1978-1984 yılları arasında çocuklara cinsel istismarda bulunduğu ortaya çıktı. “Rahibe karşı açılan dava ise zaman aşımı sebebiyle düştü. Kilise, 2012 yılında rahibi emekli yaparak görevinden aldı.” Almanya’da 2010’da açıklanan bir raporda ise 15 papazın en az 100 çocuğa şiddet uyguladığı ve istismarda bulunduğu belirtildi. Aynı yıl Augsburg bölgesinde 1946-2003 arasında meydana gelen 34 cinsel istismar vakası, Münih ve Freising bölgesinde 159 rahibin 1945 ve 2009 arasındaki 365 cinsel istismarı gün yüzüne çıktı. İrlanda’da üstü örtülmüş: İrlanda’da ise 2009’da yayımlanan bir raporda, 1975-2004 arasında Dublin başpiskoposunun yönetimi altındaki bölgelerde çocuk istismarı vakalarının kilise yetkilileri tarafından gizlendiği ifade edildi. Raporda, yaklaşık 40 yıllık dönemde 100’den fazla papazın çocuklara karşı cinsel istismar ile suçlandığı, binlerce çocuğun “sıklıkla ve ritüel haline gelmiş” şekilde istismara uğradığı kaydedildi. İrlanda Ulusal Çocukları Koruma Kurulunun 2016 raporuna göre, 1975 yılından beri çocuklara karşı cinsel istismarda bulunduğu düşünülen “325 zanlıdan sadece 9’u tutuklandı.” Aynı kurulun bir başka araştırmasında, cinsel istismarla suçlanan 101 zanlının 49’unun öldüğü, 34’ünün ‘hala papaz olarak görevine devam ettiği’ ve sadece 18’inin papazlığı bıraktığı belirtildi. Bu zanlılar toplamda 432 ayrı istismar vakasıyla suçlandı. Belçika’da intiharlar: Belçika’da ise polis, küçük yaştakilere cinsel istismar davası kapsamında Katolik Kilisesi’nin Anvers, Hasselt ve Mechelen kentlerindeki merkezlerini bastı. Ülkede 1960-1980 döneminde 500 civarında çocuğa cinsel istismar iddialarını soruşturan federal savcılık cinsel istismarlarda Katolik Kilisesi’nin oynadığı muhtemel rolü araştırıyordu. Kilise yetkilileri, daha önce ölmüş bazı papazlara ait dosyaları savcılığa teslim ettiklerini açıkladı. Yine Belçika’da 2010 yılında yayımlanan bir araştırmada, Katolik Kilisesi rahiplerinin 1950 ila 1980 yıllarında en az 475 çocuğa cinsel istismarda bulunduğu belirtildi. Kurbanların 10 ila 14 yaş aralığında ve üçte birinin kız olduğu belirtildi. Kurbanlardan 13’ünün intihar ettiği 6’sının ise intihar teşebbüsünde bulunduğu vurgulandı. Bunların dışında Fransa, Çekya, Hollanda gibi birçok Avrupa ülkesinin yanı sıra bazı Afrika ülkelerinde de benzer pek çok vaka basına yansıdı. Bu olayların kimisinde suçlanan din adamları çeşitli hapis cezalarına çarptırılırken ‘kimi olayların üstünün örtüldüğü’ eleştirileri getirildi.  Başpiskopos yargılandı: Vatikan’ın Dominik Cumhuriyeti’ndeki temsilcisi ve diplomatı kabul edilen Başpiskopos Jozef Wesolowski Ağustos 2013’te çocuk istismarı suçundan görevinden alındı. Polonya kökenli başpiskoposun bilgisayarında 100 bin adet çocuk pornosu verisi çıktı. Wesolowski’ye 7 çocuğa da cinsel istismarda bulunduğu suçlaması yöneltildi. Wesolowski, çocuk istismarı suçlamasıyla Vatikan’da mahkeme önüne çıkan ilk ve en üst düzey kilise temsilcisi oldu. Başpiskopos Wesolowski, ev hapsindeyken Vatikan’daki evinde ölü bulundu. Ölümünün doğal yollardan kaynaklandığı açıklandı.  BM’nin Vatikan raporu: Birleşmiş Milletler (BM) de Katolik Kilisesi görevlilerinin çocuk istismarları hakkında 2014’ta bir rapor yayımladı. BM Çocuk Hakları Komitesi, çocuk istismarında bulunmakla suçlanan bütün rahiplerin Vatikan tarafından derhal görevden uzaklaştırılması gerektiğini belirtti. Komite, ‘Vatikan’ı aldığı sistematik kararlar nedeniyle geçen 10 yılda papazlara, on binlerce çocuğa tecavüz ve tacizde bulunma ortamı sağladığı’ suçlamasını getirdi. Vatikan ise 2014 yılının ocak ayında 400 papazın önceki iki yılda çocuklara cinsel istismar suçlaması nedeniyle eski Papa 16. Benediktus tarafından papazlık görevinden çıkarıldığını kabul etti. Ancak kiliseye yönelik eleştirilerde bu sayının çok daha fazla olması gerektiği dile getirildi. (AA, 09 Şubat 2017) 

Bir sene sonra:

“Evlilik müessesesinin yasaklanması, din adamları sınıfının oluşturulması bu rahip statüsünden olan insanların kaldırmayacağı yükleri onlara yüklemek anlamına gelir ki tarih bu sınıfın sapıklık ve aşırılıkları ile her zaman mücadele etmek zorunda kalmışlardır.”

Tecavüz, sapıklık onlarda (Devamı, “Dinsiz ahlak olur mu?” ve “Batı Medeniyeti” adlı yazılarımızda) ama kadın düşmanı (!) ilan edilen yine biziz?!

evlirahip-2

 skandal-4            kilise-skandal-5  Resimleri görmek için üzerlerine tıklayınız.

Erkek kılığına girip Papa seçilen kadın

kadinpapayicocugunudogururkengosterenbirgravur-2Pope Joan 70x100.indd

İspanya’da 1940’tan bu yana 200 binden fazla çocuğun Katolik din adamları tarafından cinsel istismara uğradığı ortaya çıktı. (Euro News, 27.10.2023) İsviçre’de Katolik Kilisesine yönelik resmi soruşturmada, 1950’li yıllardan bu yana yaşanan yaklaşık 1000 cinsel taciz vakası tespit edildi. (BBC, 13.9.2023) Dünya son günlerde Katolik Kilisesi hakkındaki haberlerle sarsılmaya devam ediyor. Yayınlanan son raporlar, kiliseye bağlı din adamlarının bilinenden çok daha fazla çocuğa istismarda bulunarak, hayatlarını kararttığını ortaya koyuyor. Almanya’daki Freiburg Başpiskoposluğu, kiliselerdeki cinsel istismarlarla ilgili raporda 250’den fazla rahibin muhtemel failler arasında olduğunu bildirdi. İspanya’da 1945’ten bu yana 706 cinsel istismar. Portekiz’de 4 bin 815 çocuk istismara uğradı. Avustralya’da 4444 çocuk taciz mağduru oldu. Fransa’daki Bağımsız Komisyon, son 70 yılda kiliselerde 330 bin çocuğun cinsel istismar mağduru olduğunu duyurmuştu. ABD’de de binlerce çocuk istismara uğradı. (TRT Haber, 24.05.2023) Katolik Kilisesi lideri Papa Francesco, “Vakit, utanma vakti” dedi. Fransa’da kiliselerde 1950’den bu yana 216 bin çocuk cinsel istismara maruz kaldı Papa, taciz skandalları nedeniyle kiliseyi eleştiren kardinalin istifasını kabul etmedi Vatikan’dan tarihi cinsel istismar raporu: ‘Tacizci kardinal hakkındaki suçlamalar dikkate alınmadı’ Papa, cinsel taciz davalarında ‘papalık sırrı’ uygulamasını kaldırdı. (BBC, 6 Ekim 2021) Portekiz’deki Katolik Kilisesi’nde gerçekleşen cinsel istismar vakalarını araştıran bağımsız bir komisyon, kuruluşundan bir yıl sonra nihai raporunu kamuoyuyla paylaştı. Rapora göre, 70 yılı aşkın bir sürede en az 5 bin çocuk istismara uğradı. Portekiz medyası, raporun Kilise için olası sonuçlarını irdeliyor. (eurotopics.net, 13.2.2023) Bağımsız bir komisyon tarafından, olası suçları savcılara yönlendirmek üzere 400’den fazla cinsel istismar iddiası kayıt altına alındı. İddialara göre önde gelen Portekizli piskoposlar istismar suçlarından yıllardır haberdardı, ancak şu ana kadar hiçbiri suçlamaları kabul etmedi. Ülke basını öfkeli. (eurotopics.net, 12.10.2022) Münih ve Freising Katolik Başpiskoposluğu’ndaki istismar vakalarıyla ilgili 1.900 sayfalık yeni soruşturma raporunda, emekli Papa 16. Benedikt ağır biçimde suçlanıyor. (eurotopics.net, 21.1.2022) İngiltere’de Katolik Kilisesi, çocuklara yönelik 3 binden fazla taciz şikayetini görmezden geldi. Çocuklara Yönelik Cinsel İstismara İlişkin Bağımsız Soruşturma Komisyonu raporunda, gerçek sayının çok daha fazla olduğu ve muhtemelen asla bilinemeyeceği belirtildi. (BBC, 11.11.2020) Rapor: İngiltere Anglikan Kilisesi çocukları cinsel istismardan koruyamıyor. (Euronews, 6.10.2020) Belçika Kilisesi’nin yıllık raporuna göre, geçen yıl kilise içinde 86 cinsel istismar vakası bildirildi. (BBC, 3.12.2022) İsviçre’de Katolik Kilisesine yönelik resmi soruşturmada, 1950’li yıllardan bu yana yaşanan yaklaşık 1000 cinsel taciz vakası tespit edildi. Vakaların bir çoğunda çocukların söz konusu olduğu belirtilirken, soruşturma raporunda kurbanların % 56’sının da erkek olduğu vurgulandı. (BBC, 13 Eylül 2023) Almanya’da Katolik kilisesine bağlı okullardaki cinsel istismar skandalının bir benzerinin de Danimarka’da yaşandığı ortaya çıktı. Danimarka Katolik kilisesi, Almanya’dakine benzer 4 istismar vakasının da Danimarka’da yaşandığını itiraf etti. (Haber Vaktim, 21.3.2010) Yeni Zelanda’da devlete ve kiliseye emanet edilen 200.000 çocuk, muhtaç yetişkin istismara uğradı. (Euronews, 25/07/202) Yeni Zelanda’da Katolik Kilisesi, yıllar boyunca kilise bünyesinde eğitim alan ve cinsel istismara uğramış binlerce kurbandan resmi olarak özür dilediğini açıkladı. (Euro News, 26.3.2021) Hollanda’da bağımsız bir komisyon, Katolik Kilisesi’ne bağlı kurumlarda on binlerce çocuğun cinsel tacize uğradığını açıkladı. Kiliseye ait okullar, dini eğitim kurumları ve yetimhanelerde 1945’ten itibaren taciz vakalarını araştıran komisyon, bu olayların 2010 yılına dek sürdüğünü bildirdi. (BBC, 16 Aralık 2011) Polonya Katolik Kilisesi, 1958 ile 2020 yılları arasında 300 çocuğun din görevlileri tarafından istismar edildiğini açıklayarak özür diledi. (iskandinavyagundemi.com, 29.6.2021) Papa Franciscus İrlanda seyahati öncesinde Katolik Kilisesi’nde cinsel istismara karşı ‘sıfır hoşgörü’ gösterilmesini talep etti, bu vakaların aydınlatılması gerektiğini söyledi ve ‘Kilise’de anormal otorite anlayışını’ şiddetle kınadı. (urotopics.net, 20.8.2018) Papa’dan cinsel taciz skandalları yorumu. Papa Franciscus, Katolik Kilisesini sarsan skandalların inananları öfkelendirdiğini dile getirdi. (AA, 25.09.2018)

ABD’nin California eyaletini sarsan “Sübyancı rahip” skandalının yeni olmadığı ortaya çıktı. Araştırmacı Yazar Aytunç Altındal yeni yazdığı “Papa 16.Benedikt-Avrupa Birliği ve Türkiye” kitabında Vatikan’ın 2002 yılında yaptığı açıklamasında 4450 Katolik papazın cinsel sapıklık olaylarına karıştıklarını itiraf ettiğini yazdı. Vatikan uzmanı olarak bilinen araştırmacı yazar Aytunç Altındal’ın “Papa 16.Benedikt-Avrupa Birliği ve Türkiye” adlı yeni kitabında, Vatikan’ın soğuk duvarlarının ardında yaşanan skandalları ortaya çıkardı. Altındal, papaların ve Katolik papazların yüzyıllardır cinsel sapıklık olaylarına karıştıklarını ancak olayların mağdurlarının kilise ve din korkusu nedeniyle bu cinsel sapıklıklara göz yumduklarını da belirtti. Altındal, yeni seçilen Papa 16.Benedikt’in Kardinallik döneminde kendi imzaladığı bir itirafında 1950–2002 yılları arasında 4450 papazın “Delicta Graviora”(Cinsel sapıklık, cinsel taciz) suçunu işlediklerini belirtti. 2001 yılında ise Amerika’da büyük bir skandal patlak vermiş ve en az altı papaz bu suçlamaların sonucunda kilisenin onurunu kurtarmak için intihar etmişler, bazıları da ‘beklenmedik şekilde’ hayata veda etmişlerdi. Bunun üzerine Ratzinger 18 Mayıs 2001’de Latince bir mektup yollayarak tüm kilise önderlerini uyarmak zorunda kalmış ve ‘Seküler’ mahkemelere intikal eden bu tip suçlarla ilgili açıklamalar yapılmasını yasaklamıştı. Onun bu girişimi tacize uğramış olan çocukların ailelerini savunan avukatlar tarafından davaya müdahale ve bilgi gizlemeye teşvik olarak değerlendirilmişti. ABD’deki skandal taraflar arasında uzlaşma sağlanarak ve 45, 75 milyon dolar tazminat ödenerek hasıraltı edildi. Ancak Katolik kilisesindeki bu pis “düşkünlük” ile ilgili her an her yerde yeni bir skandal patlak verebilir” Kilise kurbanları: Antik çağ ve orta çağda Hristiyanlığı yaymak için birçok millet göç etmeye zorlanmış, işkencelere maruz kalmış ve tarihten silinmiştir. Engizisyon: Katolik kilisesi 10 milyon insanı katletmiş ve sayısız kişiye de işkence uygulamıştır. 1209 yılında Beziers´in fethedilmesiyle 22 bin kişi öldürülmüş ve 1244 yılında 215 kişi toplu olarak yakılmıştır. İspanyol Torquemeda 10 bin kişiyi yakarak öldürtmüş ve 100 bin kişiyi de kürek mahkumiyetine çarptırmıştır. Engizisyonun baş figuranlarından Pedro Arbuen´e, Papa IV. Pius tarafından “yücelik” unvanı verilmiştir.  Haçlı seferlerinde 1096 – 1291 yılları arasında yazar Hans Wollschager’e göre 22 milyon insan hayatını kaybetmiştir. 1099 yılında Kudüs´ün alınmasıyla 70 bin Müslüman ve Yahudi katledilmiştir. Papa III. İnnozenz, 4. haçlı seferini başlatmış, 1202´de Zara´yı ve 1204´de Konstantinopel´i (İstanbul) yağmalatmış ve kendi mezhepleri arasındaki ayrılıkları körüklemiştir. İspanyollar 1391 yılında 50 bin Yahudiyi öldürmüştür ve 1492 yılında ise 50 bin Yahudi’nin zorla dinleri değiştirilmiş geriye kalan 100 bin ile 200 bin arasında Yahudi göçe zorlanmıştır.Ve yine 1615 yılında İspanyollar zulüm ve baskılarına rağmen dinlerinde kalan sayıları 300 bin ile 3 milyon arasında tahmin edilen Müslümanları göçe zorlayarak köklerini İspanya´dan kazımıştır. 1348-1350 yılları arasında Almanya´da 300 Yahudi yerleşim bölgesi tarihten silinmiş ve Yahudiler veba salgını için sorumlu tutulmuştur.   Amerikanın keşfinin ilk 50 yılında katolik İspanyollar 1 milyon yerlinin katliam, kölelik ve enfeksiyonel hastalıklardan dolayı ölümüne sebep olmuştur. Ve daha sonra ki 150 yıl içinde 100 milyon insan yani yerli halkın % 90’ı haritadan silinmiştir.

Erkek kılığına girip Papa seçilen kadın

9. yüzyılda evlatlık olarak dindar bir ailenin yanına yerleştirilen İngiliz kızın hayatı gezgin bir rahibin kendisine aşık olup kaçırmasıyla değişti. Bir din adamının yanında kadınla dolaşmasının iyi karşılanmayacağı düşüncesiyle sevgilisini erkek kılığına sokan rahip hiçbir sorunla karşılaşmadan onunla birlikte Fransa, Marsilya, Galya’da pek çok manastırı ziyaret ettikten sonra Atina’ya yerleşti. Bilgili bir din adamı olan sevgilisi genç kızın hocasıydı aynı zamanda. 847 senesinde Papa Leon ölünce yerine kilise dışından bir kişi olmasına rağmen ittifakla seçildi ve 8. Jean adıyla göreve başladı. Kaynaklar onun bu görevi iki yılı aşkın bir süre sorunsuz sürdürdüğünde müttefik. Ama kadınlığı baskın gelip kardinallerden bir sevgili edinince durum değişti. Jean bir adım daha ileri gidip hamile kaldı ve bol, dökümlü resmi kıyafetlerinin altında karnının büyümesini saklayabileceğini, çocuğu doğurup onu kilise içinde ‘terk edilmiş bebek’lerden biri olarak büyütülebileceğini düşünüyordu. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. 855 senesinde Domitien Tiyatrosu önünde katıldığı bir dini tören sırasında doğum sancıları başlayınca her şey tersine döndü. Kardinaller Papa 8. Jean’ın kadın olduğunu öğrenmekten dolayı donmuş kalmışlardı. Kimi tarihi kaynaklar Jean’ın idam edildiğini, kimi ise çılgına dönen halk tarafından taşlanarak öldürüldüğünü yazıyor. Ama 8. Jean’ın kiliseye adını hiçbir zaman unutturmayacak bir anı bıraktığına şüphe yok. Bu ‘Sedia Stercoraria’ diye anılan ve papa olacak kişilerin erkek olup olmadıklarının elle yoklanarak kontrolüne olanak veren iskemle! (Radikal:26 Kasım 2006)

Amerika’daki yerli ırklar yok ettiler; katliamlar yapıp, altın ve topraklarını sömürdüler! Afrika’daki kara ırkı köleleştirip, toprakları işgal edildi; madenleri sömürdü ve hala bu devam ediyor! Çin/Hindistan işgal edildi, toplu katliamlarla 200 yıl sömürüler! Hristiyan olmayan beyaz ırkı da ihmal etmedirler; Haçlı seferlerinden, I. Ve II. Dünya savaşlarına -ara renk Araplar ihmal edilmeden- işgal edildiler, sömürü, katliama uğradılar! Tüm bunlar olurken tanrı ile devamlı görüşen papalık makamını işgal eden insanlar ne tepki verdiler? Bırakın engel olmayı, eleştirmeyi, ‘destek olmayanı’ var mı idi ?

SediaStercoraria-1  kilise_papa_kontrol-1

piushitler

Konrad Gröber´den Papa´ya (1944):  “Nazi´lerin yeni dünya bakışında bazı iyi şeyleri yanlış anlıyoruz. Ama yakından baktığımızda olayın Hıristiyanlığın bir kopyası olduğunu görüyoruz.” 

hexenhammer 

esefleozur-sekizyuzbin-1

                                                                         800.000 cana karşılık ‘özür ve esef’…!!! 

“Papa da, kilise de, Katoliklik de post-modern nihilizm, alkolizm ve eşcinsellik içinde kayıplara karışarak buharlaşıyor. Katı günahkarlıktan çıkıyor, ancak katı hazcı bir yola koyuluyor. Artık gay Papa bile yakında görebiliriz.”  (Ergün Yıldırım, Yeni Şafak, 11.11.2020)

Hz İsa’yı bu kilise’den kurtaralım! O ne tanrı ne de eşcinsel idi! O (as) Allah’ın elçisi ve bir kulu idi!

“Müslümanların inancına göre İsa Aleyhisselam bir Resul idi. Hristiyan yazarlar, Müslümanların Hz İsa’yı tanımadıklarını ileri sürüyorlar. Müslümanlar elbette İsa aleyhisselam’ı Hristiyanlarca verilen bir sıfatta tanıyamazlar.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 76,77) “Bir Hristiyan İslam’ı kabul etmiş ve yeni dindaşlarını güya memnun etmek gibi bir cahiliye düşüncesi ile İsa aleyhisselam’a sövüp lanet etmiş. Bunun üzerine Müslümanlar onu kadının/hakimin huzuruna götürmüşler ve idamına hükmetmesini istemişlerdi.” (E. Bosworth-Smith, Muhammed and Muhammedanism, s. 269)

ccc

 

Hem sapık hem kumarbaz

Transeksüel Pastör(e)

 

Noel öncesi bir Hristiyan klasiği Hz. İsa’yı sorgulamak. Bu sefer bambaşka. Yeni Zelanda’da bir rahip Hz. İsa’nın cinsel kimliğini sorguluyor. Auckland (Yeni Zelanda) kentindeki St. Matthew Anglikan Kilisesi’nin hazırladığı afişte Hz. İsa, başının üzerinde gökkuşağından hale bulunan bir çocuk olarak resmediliyor. Afişte; ’’Noel’deyiz, Hz.İsa’nın cinsel kimliğini açıklama vakti geldi’’ yazıyor. (İnternet Haber, 18.12.2012) Hz. İsa’yı eşcinsel olarak betimleyen fotoğraflar kilisede sergileniyor. İsveçli sanatçı Elisabeth Ohlson Wallins’in Hz.İsa’yı eşcinsel olarak gösteren fotoğrafları Dünya’da ilk kez bir kilisenin duvarlarında sergileniyor. (Hürriyet, 21 Mayıs 2016) Şok iddia: hz. isa eşcinsel miydi? Harvard mezunu, ilahiyatçı Dr Reverend Bob Shore-Goss geçtiğimiz gün Vine dergisine verdiği röportajda ortaya şaşırtıcı bir iddia attı. Hz. Isa’nın eşcinsel, hatta transeksüel ya da interseks olabileceğini iddia eden ilahiyatçı, “Hz. Isa ile yatağa girmek isterdim” dedi. (7 Temmuz 2015) Hz. İsa’yı eşcinsel yaptı. Avusturyalı ressam Alfred Hrdlicka Hz.İsa’yı eşcinsel, havarilerini de birbirlerini okşarken gösteren bir sergi açtı. Başpiskopos Christoph Schoenborn resimler arasından sadece İsa’nın havarilerini homoseksüel ilişki içinde gösteren “Leonardo’nun Son Akşam Yemeği” adlı tablonun kaldırılmasını emretti. (Hürriyet, 10 Nisan 2008)

Mısır’daki El Ezher Kurumu, Fransa’nın 2024 Paris Olimpiyat Oyunları’nın açılış kutlamalarında, Hazreti İsa’yı konu alan “Son Akşam Yemeği” tablosunun canlandırılmasında LGBT temalarının kullanılmasını kınadı. (AA, 28.7.2024) Dünya Müslüman Alimler Birliğinden Fransa’daki LGBT temalı Hazreti İsa canlandırmasına tepki. (Kıbrıs Gen. TV, 29.7.2024)

Luther, Hz. İsa’nın üç kez zina ettiğini yazarken (Arnold Lunn, The Revolt Against Reason, s. 233; Lyndal Roper, Martin Luther: Renegade and Prophet, s. 295; John Henderson, Abuse: Finding Hope in Christ, s. 43) 1967 yılında Cambridge Katedrali papazı C. H. Montefiore ise Hz İsa’nın bir homoseksüel olduğunu ima etmiştir. (Times, 28.7.1967) 

Ateist papazlar! “Ölümden sonraki hayat hakkındaki inançlarının ne olduğu sorusuna, İrlandalı rahip,’ ölmüş olan bir insanın aynı bir hayvan gibi ölü olduğuna inandığını’ belirtmiş ve ‘İşte bu kadar’ demiştir.” (Conor Crusio O’Brien, The Observer, london, 22.2.1981)

Humboldt Üniversitesi dinler sosyolojisi kürsüsü başkanı Jöns’ün, kilise görevlileri arasında yaptığı araştırma sonucu: ‘Papazların yüzde 20’si ateist’ (Yörünge Haber 10-16 Ağustos 1997 339. Sayı, s. 24)

Tanrıtanımaz papaz kiliseden atılmadı. Hollanda’nın sahil kasabası Zierikzee’deki Protestan Kilisesi’nin papazı Klaas Hendrikse, Tanrı’nın olmadığını vaaz edince, ülkede tartışma başlattı. Papaz, cemaatin tepkisine rağmen kiliseden aforoz edilmedi. “Olmayan bir Tanrı’ya İnanmak” adlı kitabın da yazarı olan Hendrikse, pazar ayinlerinde Tanrı’nın olmadığını vaaz etti. Hendirkse aforoz edilmemesine şaşırdığını belirterek, “Buna rağmen kalmama izin veriliyorsa, kilisenin temelleri işe yaramıyor demektir” diye konuştu. (Milliyet, 10.02.2010) 26 Haziran 2018 ölen Var Olmayan Bir Tanrıya İnanmak: Ateist Bir Papazın Manifestosu Tanrı yoktur ve İsa onun oğludur. (en.wikipedia.org/wiki/Klaas_Hendrikse) Amsterdam Özgür Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre Hollanda’daki Protestan Kilisesinde (PKN) ve Hollanda’nın diğer birkaç küçük mezhebinde, altı din adamından biri agnostik veya ateisttir. (bbc.com/news/world-europe-14417362) Kilise, Tanrı’ya inanan rahip arıyor! Danimarka, Viborg kentinde bir kilisenin gazetelere verdiği iş ilanını konuşuyor. Kaynak: Kilise, Tanrı’ya inanan rahip arıyor! Peter Grosböl adlı bir rahip, Dünyayı yaratan ve idare eden bir Tanrı’ya inanmadığını söylemişti. İlanla rahip arama Danimarka’da normal bir prosedür. Ancak işe alınacak yeni rahipte inanç şartı aranması ülke tarihinde bir ilk. (Risale Haber, 29 Ocak 2013) 1 yıl boyunca ateist olmayı deneyen papaz şaşırttı. Yedinci Gün Adventist Kilisesi’nde papaz ve Azusa Pasifik Üniversitesi’nde profesör olan Ryan Bell, yaklaşık bir yıl önce ‘ateist olmayı deneyeceğini’ açıklamıştı. Ryan Bell tam 12 ay boyunca ‘Tanrı yokmuş gibi’ yaşadıktan sonra, kendince yaptığı çıkarımı halkla da paylaştı; “Bence Tanrı yok.” Öte yandan Bell, ateist inancının kesinlikle doğru olduğunu da savunmuyor. Bell de pek çok ateist gibi Tanrı’nın varlığına dair kanıtlara açık olduğunu, sadece bu kanıtları henüz bulamadığını iddia ediyor. (Posta, Radikal, 29 Aralık 2014)

Hem sübyancı hem satanist rahip. İtalya’nın Cenova kenti yakınındaki Santo Spirito Ponente Kilisesi Rahibi Riccardo Seppia, pedofili ve uyuşturucudan tutuklandı. Rahibin satanist olduğu da iddia ediliyor. (Hürriyet, 20 Mayıs 2011)

Hem sapık hem kumarbaz. Almanya Köln başpiskoposluğu’nun, bir rahibin 1.15 milyon euro kumar borcunu ödediği ortaya çıktı. Para, kilise üyeleri tarafından cinsel istismar mağdurlarına ödeme yapmak için kullanılan özel bir fondan kullanıldı. Başpiskoposluk şunu ileri sürdü: “Bugün böyle bir vakanın artık yaşanmayacağını varsayıyoruz çünkü vakadan ders aldık ve insan kaynakları departmanı ile din adamları arasındaki temas artık daha yoğun ve daha iyi organize olmuş durumda.” (Bild, 14 Nisan 2022)

Transeksüel Pastör(e) Meleklerle Konuşan ‘Raikal’ Baptist Transgender Vaizle Tanışın. Allyson Dylan Robinson, Baptist kilisesinde rahip olarak atanan ilk açık transseksüeldir. Uzun kızıl saçları ve kalın çerçeveli gözlükleriyle,  Baylor Üniversitesi George W. Truett İlahiyat Semineri’ne ilk geldiğinde Baptistler İttifakı’na “beyaz, heteroseksüel, alt/üst orta sınıf, Avrupa kökenli bir adam” olduğunu söylemiştir. (charismanews, 19 Nisan 2016)

 

Protestan’tanlıktan Ortodoks’luğa geçmiş olan bir adamın anıları!

“Biz kendimize Protestan falan demiyorduk. Sadece “imanlı” diyorduk. Pastörlerin konuşmalarına göre, Müslümanlar, ateistler ve Hristiyanlığın özünü bozmuş olan “diğer mezhepler” imansızlardı. Kimdi bu diğer mezhepler? Ortodoks ve Katolikler idi. Daha ilk iman ettiğimizde bize anlatılan şey, Ortodoks ve Katoliklerin İslamcılardan farkı olmadığı, onların Meryem’e taptıkları ve dolayısıyla putperestleştikleri, Martin Lutherin bir kahraman gibi çıkarak tüm bozukluğu yerle bir ettiği ve “gerçek imanlıların” tekrar böyle ortaya çıktığı bize anlatılmıştı. Gerçek imanlılar, Protestanlardı. Bir gün Pentecostal olduğunu henüz bilmediğim (çünkü o zamanlar Protestanlık içinde ayrımlar olduğunu bilmiyordum)  şifa almak için yere düşüp kalktıklarına şahit olduğum bir cemaat ile karşılaştım. Gittiğim kilisedeki pastörüm ise bu cemaat hakkında “Onlar tam imanlı değil. Onlara dikkat et” diye beni uyarmıştı. O zaman anladım ki imanlılar arasında da “gerçek imanlılar” ve “dikkat edilmesi gereken imanlılar” vardı. Yani az çok fark ettiğim kadarıyla Hristiyan dünyasında gerçek imanlı olmak için Protestan olmak gerekiyordu, ancak Protestanlığın da doğru kolunda kalmak gerekiyordu. Peki, ben gerçek imanlı mıydım? Pastörüme göre evet. Oysa diğer Pentecost kilisesine gittiğimde bu sefer oradaki pastörün kendi cemaatinin gerçek imanlı olduğunu söylemesi ilginçti. Sonra bulunduğum şehirden ayrılıp İstanbul’a geldim ve bir süre bu tarz canlı insanların olduğu bir kiliseye katılmaya başladım. Araştırdım ve çok geçmeden anladım. Burdaki tarz aslında “prosperity” gospel idi. Yani Bolluk Kilisesi. Ücüncü bir Protestan grup ile bu şekilde tanışmış oldum. Kilise arayışım devam etti. Çok geçmeden hoşuma giden bir pastörle tanıştım. Hoşuma giden diyorum çünkü artık anlamıştım ki “İstanbul’da çok kilise vardı ve hepsi farklıydı.” Yeni bulduğum işte böyle bir kilise, oldukça kuralcıydı ve yapıları farklıydı. Öğretişe çok önem veriyorlardı ve Eski ahitten çok bahsediyorlardı. Kelamı daha iyi öğrenmek adına bu “Kore kilisesine” birkaç sene devam ettim. Ancak bir gün bir konuşmamız sırasında bana pastörün çocuğunun 8 günlükken vaftiz olduğunu söylediler. Şaşırmıştım. O zamanki araştırmalarımda kelamda böyle bir şey olmadığını düşünüyordum.  O kiliseyle bu konuda tartıştık ve o kilisenin bir Presbiteryen Kilisesi olduğunu tespit etmiş oldum. Oradan da ayrıldım. Böylece İsa ile olan yaşantımda dördüncü mezhebi de görmüş oldum. “Her kilise öğretiş olarak farklıydı” ve bu konuları araştırmak ve doğru kiliseye ait olmak da vakit alıyordu ve bu konuda kurallar da mevcut değildi. Yani kendi el yordamımla “iman arayışıma” devam ediyordum. Kendime öyle bir kilise aradım ki, aşırı uçlarda olmayan, nazik, tutarlı bir kilise olsun, fanatik olmasın. Sapık öğretiş barındırmasın. En önemlisi de Kutsal Kitap konusunda saygılı olsun. Ancak gözlemlediğim çoğu Protestan kiliselerinde pastörlerin bazı tavırları beni rahatsız ediyordu. Neydi bu rahat tavırlar? Kilisedeki vurdumduymazlıktı mesela. “Rab burada, aramızda kardeşler. Haydi dua edelim” derken bile kişilerin ellerinin cebinde olmasıydı. Dua ederken bile ayak ayaküstüne atan kişileri görüyordum. Düşünemiyordum, eğer o odaya günümüzün devlet başkanı dahi gelse, hatta şehrin valisi o anda odadan içeri girse, kişiler ellerini cebine sokamazlardı ve ayak ayaküstüne atamazlardı, ancak “Rab burada, aramızda!” derken Protestanlar oldukça korkusuzdular. Bir başka gözüme çarpan sorun da ilahiler idi. Protestanlıktaki ilahilerin fazlalılığı (yani her önüne gelenin ilahi yazması), bestelerin basitliği ve sözlerdeki gramer ve teoloji hataları da gözüme çokça ilişmişti. Görüşüme göre Rab ile ilgili yapılan şeyler korku ile yapılmalıydı. Korkarak Rabbe yaklaşılmıyor ise bu durum er ayda geç laçkalığa ve sistemsizliğe dönüşüyordu. Protestanlıktaki bu rahat ve sistemsiz tavırlar çok geçmeden beni büyük ölçüde rahatsız eder olmuştu. O dönemde “Amerika’ya gittim. Yani tüm Protestanlığın merkezine.” Hristiyanlığın bollukla ve bereketle yaşandığını düşündüğüm, güzel insanların kurmuş olduğu temiz kalpli, “Mesih severlerin ülkesine.” Oysa orada işin renginin çok daha farklı olduğunu çok geçmeden anladım. Assemblies of God, Southern Baptist, Non- denominational, Charismatic, Messianic Jewish gibi isimlerle var olan ve bunu da açıkça belirten kiliseleri gözlemledim ve Pazar servislerinde bulundum. “Hepsindeki pastörlerin birbirleri hakkında farklı şeyler söylediklerini, hatta birbirlerini suçlarcasına konuştuklarını” bizzat gördüm. “Amerika’da mezhep farkı inanılmaz yoğun ve kalınca belirgindi.” Türkiye’de bulamadığım o birliği Amerika’da bulacağımı sanarken tam tersi bir durum ile karşılaşmıştım. Türkiye’deki gibi daha saf ve yeni imanlılar neredeyse yok gibiydi.  “Amerika tecrübesi mezhepler konusunda bir nevi gözümü açmıştı. Türkiyedeki gibi gizlice yapılmıyordu iş.” Resmen ve açıkça insanlar “mezheplerini söylüyorlar ve birbirlerini kalın çizgiler çekerek birbirinden ayırıyorlardı.” Amerika’da sadece mezhepçilikle degil, aynı zamanda Protestanlığın sığ ve maddi yüzeyiyle de karşılaşmıştım ve artık Protestanlığa şüphe ile bakar olmuştum. Türkiye’deki imanlıları da artık mezhep süzgecinden görür olmuştum. Özellikle bazı arkadaşlarımın Kalvinciliğe geçmesi iyice beni bu ayrışmalardan tiksindirir hale getirmişti. “300’e yakın ve birbirinden çok farklı Protestan mezhebi” vardı, fakat gerçek mezhep hangisiydi? Ev kilisesi yaptığımız dönemde de şunu görmüş oldum. Protestansan, özgürsündür. İstediğin kiliseyi kurarsın. İstersen kapatırsın. Her konuda bir özgürlük vardı. Yani “o kadar özgürdü ve rahattı ki, hiç kimseye güvenim kalmamıştı” artık. Birlik yoktu kimsede. “Madem geleneğin ve Katolikliğin sapıklıklarını atıp temizlenmişlerdi, neydi onları bu kadar ayıran fikir ayrılıklarının çokluğu?” Yine bir gün birisi, ‘Protestanlık fikirsel zenginliktir. Rab zenginliğe önem verir. Ne kadar çok mezhepimiz var. Ne kadar renkliyiz. Rab bunu seviyor’ demişti. Hangisi gerçek olandı? Bilemiyordum ve kafam her daim karışıktı. İçten içe de bir tatminsizlik baş göstermişti bende. Çevreme bunu aktardığımda “Kiliseni değiştirmeyi bırak. Değişen sen olmalısın. Her kilisede hata vardır. Ama insanlara bakma. Kendine ve Rabbe bak. Kendinden sorumlusun.” yanıtını alıyordum. Ancak yine de bunu söyleyen kişilerin bile hayatında yolunda gitmeyen çok şeyler vardı ve bu gördüğüm sistemsizlikleri ve düzensizlikleri insanların yüzüne vurmak da fayda vermiyordu. İtiraf etmeliyim ki, 6 senede gitmiş olduğum kiliselerin hepsinde hata gördüm. “Kimi pastör karısını dövüyordu. Kimisi eşcinsel idi. Kimisi aldatıyordu. Kimi para sevdalısıydı.” Tüm bunları sorguladığımda bana tekrar ve tekrar şu cevap veriliyordu: “Doğru kilise veya mükemmel kilise zaten yok ki? Bulunduğun kiliseyi geliştir. İlahi yaz. Beste yap. Vaaz et. Kendini geliştir. Böylece kilise de gelişir.” İşin ilginci, “Protestan imanlıların pek çoğu, inançlarındaki sistemsizliğin farkındaydı.” Hemen hemen hepsi kiliselerden ve gidişattan şikayet ediyordu. Kimi pastörden, kimi parasal düzenden, kimi kültürü anlamayan yabancı imanlılardan. Ve en ilginci de şuydu. Hiçbiri açık açık “Ben Protestanım ve bundan gurur duyuyorum” demiyordu. “Protestan değilim” diyorlardı çoğu kez. Hep bir şeyleri saklama ve açık oynamama seziyordum. “Çoğu pastör olma sevdasında, vaaz verme peşinde, kiliseyi kurtarma ve Türkiye’deki Müslümanları iman ettirme peşindeydi.” Bir Protestan için ‘tapınma=Vaaz ve Gitarla ilahi söylemektir.’ Protestanların “Tapınma” dedikleri gitar, davul ve klavye ile yapılmak istenen şey ise, Tanrı hakkında güzel ve etkileyici bir bilgi/duygu verebilmektir. “Özellikle Amerikan kiliselerinde bu olay yoğun olup, kiliselerin pek çoğu konser sahnesini andırır.” İlahiler çoğunlukla moderndir ve dünyada alışık olduğumuz pop/rock melodilerine yakın bestelerdir. “Protestanlıktaki pek çok mezhep ise, daha çok Tanrı’ya uymak için değil, insanın mutluluğu için kendi geleneklerini yazar.” Örnek verecek olursak; Kişi üzülmesin ve kilise dağılmasın diye eşcinselliğe göz yumulabilir, eşcinsel kişi kilisede pastör atanabilir, hatta daha ileri gidilip ameliyatla kadın olmuş pastörün pastörlüğüne devam etmesi hoş karşılanır. İnsanların kusurlarına ve günahlarına  müsamaha gösterilip susulursa, sevginin korunacağı, negatifliğin olmayacağı ve bu şekilde kilisenin sayısının artacağı varsayılır. Bunun sonucunda olan şey, sallantılı ve dağılmaya yüz tutan otoritesiz kiliselerdir. Avrupa’da bu yüzden Protestanlığın büyük çoğunluğu hemen hemen yok olmuştur. Eski tarz gelenekleri olan Protestan kiliseler (Anglican, Alman Evangelic, Luteryen vs) son derece kötü durumdadır. Diğer canlı kiliselerde ise imanlılar, kiliselere güvenmemekte, topluluklar genelde devamlı kilise değiştiren kişilerden oluşmakta ve kendilerine uygun cemaatler yaratmaktadırlar. Çoğu Protestan bugün ya kızıp kilise değiştirmiş, ya da yeni akımlar ışığında kilise değiştirmek ve yenilemek istemektedir. Kanımca, Protestanlığın içine Amerikan kafa yapısı oldukça girmiştir. O da şöyledir:  Kişinin iman ettiği gün tamamen mucize bir şekilde değişmiş olduğuna inanmak ve “basitçe iman edip kurtulmak.” Yani bir hokus pokus imanı! Bu hokus pokusu da başkalarını cezbederce anlatarak, sanki Hristiyanlığı bir yeni yıl hediyesiymiş gibi süsleyerek pazarlamak. “Protestan inancında pastörler tek kişilik silahşör gibi kahramanlığa soyunurlar. Kurtarabildikleri koyunları kurtarmak isterler. Başka Protestan kiliseleri ile ortaklaşmaya girmekten çok, sahip oldukları ufak cemaati korumaya çalışırlar.” Protestan kiliseler, merkezi otoritenin bulunmayışından ötürü kiliselerinde sağlamlığı ve devamlılığı arttırmak adına “kişi sayısına odaklanırlar ve kişilerin kilise hakkında kötü düşünmemesi ve sayının azalmaması için stratejiler geliştirirler.” Gereğinde kilise içi kanunlar (ki kanun da yoktur aslında. Sadece kişisel prensipler vardır) kişi sayısını korumak için yenilenir, değiştirilir. Pastörünüzün bireysel ve ufak yanlışlarına da mahkumsunuzdur. “Her Protestan pastör kendi kilisesinin otantik ve gerçek Hristiyanlığın tek kilisesi olduğunu düşünür ve diğer kiliselerdeki uygulamalardan daha ilerde, daha geliştirici bir işlere imza attığına inanır.” Artık insan sayısı arttıkça, insanlar kendi özgür cemaatlerini diğerlerinden nasıl ayırabilirim ve geliştirebilirim yarışmasına soyunmuşlardır. Dolayısıyla “sayı artınca muhasebe departmanı daha çok çalışır.” Protestanlık ise kendi kendisini doktor ilan eden diplomasız mahalle şifacılarına benzer. Her ev kilisesinin pastörü kendini doktor sanar ve kendi aralarında “biz daha iyi bir doktoruz çünkü ayetleri daha iyi yorumladık. Yani ilacın prospektüsünü daha iyi anladık” derler. Hali hazırda disiplinli yaşam süren, namaz kılan İslami kesim ise, henüz Protestan müjdeciler tarafından etkilenmeyi başaramamışlardır Çünkü “misyonerlik tamamen Amerikanvari bir özgürlük ve sekülerleşme öğretisi haline gelmiş olup” kendi içinde mütevazi ve kuralcı yaşayan bu Müslüman kesimi etkilemek bu öğretilerle mümkün olmamıştır. Dolayısıyla “Protestan müjdeciler, daha çok dinsiz kesime, Kürtlere, seküler veya sosyalist kesime hitap eder hale gelmiştir.” Her Protestan mezhebin uygulaması farklıdır. Presbiteryenler yeni bir uygulamayı kabullenirlerken, bunun 5 sene sonra gelenek haline dönüşeceğini bilmez. Karizmatik olsun, Baptist olsun, Brethren olsun ve diğerleri olsun, hepsi zamanla kendi kilise geleneğini oluşturmaktadır.

Peki daha sonra bu arkadaş ne yaptı? Daha kötü bir tercih ile, yağmurdan kaçarken doluya tutuldu; Ortodoks olur ve sonra da, ‘sadece katolik ve protestanlar bölündü, ortodokslar bölünmedi’ izlemini verip bu defa diğer iki mezhebe karşı delillerini sıralamaya devam eder. Çelişkilerle dolu bu ortodoksluk savunmasına bakalım: 300 senesinde ‘dönemin Kralı ‘-Konstantin Rabbe iman etmiştir.’ İman etmesinin ardından “o zamanki pagan gelenek ve göreneklerine uyumlanmış günlük yaşam, zaman içerisinde Hristiyan adetlerine çevrilerek halkın da bu süreçte yavaş yavaş Hristiyanlığa iman etmesi sağlanmıştır.” Bu noktada halkın tam olarak Rabbi anlayıp da iman edip etmediği  konusuna girmeyeceğim. Ama 300 senesinde ‘Konstantin’in gerçekten Rabbe iman ettiğini ve halkın da bu güzel inanca sahip olabilmesi için uğraş verdiğini biliyoruz.’ Yani “Protestan arkadaşların söylediği gibi Konstantin, Hristiyanlığı bozmaya çalışmamış, aksine Hristiyan dininin daha çok yayılması için elindeki imkanları kullanarak kiliseler açılmasına izin vermiştir.” Konstantin bilinçli olarak bir “din yaratalım” ve Hristiyanlığı bozalım yarışına girmemiştir. Yaptığı şey, Hristiyanlığın tek görüşte birleşmesi idi. “Hatta Hristiyanlıktaki bütünlüğü korumak için” Hristiyan Ana Kilisesinden kopmak isteyen bazı akımlar karşısında (Arius vs) bu akıma sahip dini önderleri İstanbul’a çağırtmış, Konsil toplatarak farklılaşmaya başlayan teolojik konularda “kiliseler arasında bütünlüğü sağlamak için bu Konsilleri yönetmiştir.” Burada “amaç farklılıkları önleyerek bütünlüğü korumaktı.” 10. yüzyıldan itibaren “kiliseye bulaşan Batıcılık geleneği (Katolizm, zihinsellik ve sonrasında gelişen Reformist devrim/Protestanlık), köhnemiş bulduğu eski gelenekleri  elinin tersiyle itmiş, Hristiyanlığa ait tüm ‘görsel ve işitsel sanatlara’ darbe koymuş, atalarımızdan kalan tüm mirası baltalamaya çalışmıştır.” Ortodokslara göre, kilise otoriter, değişmez, ortodoks Kilisenin her durumda aynı kalacağına inanılır. Değişme niyeti de  yoktur, çünkü dünyevi değişimlere inanmaz kilise. Bazı zaman ise sorularıma yanıt alamadım. Ama en azından şunu diyebiliyordu Peder: “Onun yanıtını ben de bilmiyorum. Rab büyüktür. Şu anda bilemiyoruz. Ancak belki sonra ölünce Rab açıklayacaktır.” Eski imanlılar günümüze kadar bu inancı korumuşlardır. Nasıl korumuşlardır? Görünmeyen  ve asla kurşungeçirmez bir cam sayesinde. İşte bunun adı ‘gelenektir.’ Çoğu Protestan arkadaş diyor ki “Ortodoksların o şaşaalı kıyafetlerine, altın rengi ikonlara veya gösterişe ne gerek var? Sade olmak ve sadece Tanrıyı anlamak yetmiyor mu?” O zaman şunu soralım: “Şeytanın stratejileri sade mi yoksa komplike midir?” Ortodokslar da “biliyor ki, uzun cüppe tarzı kıyafetler gerçekten normal hayata göre abartıdır ve gereksizdir. Fakat kilise içindeki hayat, normal hayat mıdır? Asla değildir.” Ortodokslar “Tanrı’yı gözleri ile (kıyafetler, ikonlar vs.), kulakları ile (değişmeyen ilahiler ve vaazlar), burunları ile (tütsüler), elleri ile (ekmeği tutarak, cisimlere dokunarak, bedenleri ile eğilerek) yaşamak isterler.” Rabden gelecek ekmeği ve kanı isterler, çünkü dünya bozuktur ama kilisede verilen kan ve şarap bozuk değildir. “Trafikte aracınızı kullanırken yol kenarında gördüğünüz trafik levhalarına benzer ikonlar.” Ortodoks Kilisesi’ne “gösterişli” diyen kişilere bir soru sormak istiyorum. Sizce gösteriş şu şekilde dua edip vaaz veren bir kilisede çok daha mevcut değil mi?:  “Ya Rab müjdecilik yapıyoruz. Ya Rab bize para gönder. Ya Rab bize yeni kilise kurdur, yeni topluluk sağla. Araba ver, vesait ver. Daha çok para ver, vesaire.” Görüyorsunuz bu tip kiliselerde günahtan, düşmüşlükten, benlikten bahsedilmez, zira tüm kötülüklerden muaf olduğuna inanılır. “Yeri geldiğinde vaaza gelmiş olabilecek Müslümanlara iyi imaj çizmek ve sayıyı artırmak adına özgürlüğe dair her türlü şey anlatılır. Ortodoksluk size Protestanlıkta olduğu gibi bol keseden özgürlük vaat etmez.” Katılımcılık, itaat etmek, kurallara uymak gerekir. Çünkü “bu kurallar binlerce senede oluşmuş köklü geleneklerle sabitlenmiştir.” Kişi “kiliseye güvenmelidir.” 2000 yıllık değişmez gelenekler uygulanır. Verilen hapı yüzde yüz alman gerekir. “Boyun eğmelisin.” Boyun eğmeyen herkes (peder dahi olsa) kiliseden atılır. Protestanlığı karşılaştırmış olduğunuz “kadim kiliselerde -Ortodoksluk- ise kişinin karizmasından çok itaatkar olması ve ‘yukarıdan gelen karara saygı duyan’ güvenilir bir birey olma şartı ön plandadır.” Protestanlar, Katoliklerden kopup “Ortodokslara danışmak” yerine ‘biz kendimiz kendi yorumumuzu yaparak İncil’deki eski kiliseyi tekrar yaratacağız,’ demişler.” Aynen eskiden Katoliklerin yaptığı gibi yeni bir akım yaratmışlar ve tüm kadim gelenekleri toptan reddedip kendi bölünmüş ve özgür yollarını hazırlamışlardır. Kilise değişmemiştir. Protestanlar kabul etmese de kilise, hep kuralları ve gelenekleri olan bir yerdi ve hala öyledir. Ortodokslardaki geleneklerden biri de spiritüel/ruhani baba uygulamasıdır. ‘Bu kişiye itaat şarttır.’ Kilisede büyüğe karşı (peder/piskopos/patrik/kilisedeki ihtiyarlar) büyük saygı vardır. İhtiyarlar el üstünde tutulur. Ortodoks peder ayin sırasında ne yaptığını bilir. Prospektüsü değiştirmez, yorumlamaz ve insanların düşüncelerinden korkmaz. “Kanın ve ekmeğin şifa aracı olduğuna yüzde yüz emindir.” Ortodoks peder Rable ilgili konuşurken ve ayini yönetirken sadıktır. Korkar ve titrer. ‘O an Tanrı oradadır.’ Vaaz sırasında ve ayinde ‘Rabbin orada olduğundan’ emindir. “Rabbin bedenini ve kanını (ekmek-şarap) ellerinde taşırken onların kutsiyetine” tam saygı duyar. “Amerika’da Protestanlık tam anlamıyla siyasallaşmıştır” ve orada da pek çok kilisenin sona yaklaştığını, dağıldığını görüyoruz. Worship müzikleri pop listelerine girmiş, kiliseler konser salonu atmosferine getirilmiştir. Ama bunlar da değişiyor ve sona gidiyor. Yani tarih sahnesinde Protestanlığın varlığı en fazla 300-400 sene olmuştur ve Hristiyanlık içinde modernleşmeye, sekülerleşmeye izin verildiği sürece de tamamen yok olacaktır.” Hristiyanlığı, devletinin geleceği için istediği şartlarda değiştiren Roma kralı Konstantin’i kutsallaştırması ve tırnak içinde verdiğimiz sözlerindeki aşırılık ve çelişkileri dışında, bu arkadaşımıza Ortodoksların da siyasallaştığı ve bölündüğünü hatırlatıp konumuzu burada noktalayalım.

Ortodoks kiliseleri: Birlik içindeki Ortodoks Kiliseleri: İstanbul Ekümenik Patrikhanesi,Finlandiya Ortodoks Kilisesi,Özerk Estonya Apostolik Ortodoks Kilisesi,Özerk Girit Kilisesi,Özerk Athos Dağı Manastır Topluluğu,Batnaz Piskoposluğu,Thyateira ve Büyük Britanya Rum Ortodoks Başpiskoposluğu,İtalya ve Malta Rum Ortodoks Başpiskoposluğu,Amerika Rum Ortodoks Başpiskoposluğu,Avustralya Rum Ortodoks Başpiskoposluğu,Kore Metropolitliği,Filipinler Piskoposluğu,Batı Avrupa’daki Rus Ortodoks Eksarhlığı,İskenderiye Rum Ortodoks Patrikhanesi,Antakya Rum Ortodoks Patrikhanesi,Kuzey Amerika Antakya Ortodoks Hristiyan Başpiskoposluğu,Kudüs Rum Ortodoks Patrikhanesi,Özerk Sina Kilisesi,Rus Ortodoks Kilisesi,Japon Ortodoks Kilisesi,Çin Ortodoks Kilisesi,Letonya Ortodoks Kilisesi,Estonya Ortodoks Kilisesi (Moskova Patrikliği),Rusya Dışındaki Rus Ortodoks Kilisesi,Sırp Ortodoks Kilisesi,Ohri Ortodoks Başpiskoposluğu,Rumen Ortodoks KilisesiBesarabya Metropolitliği,Bulgar Ortodoks Kilisesi,Gürcü Ortodoks Kilisesi,Kıbrıs Ortodoks Kilisesi,Yunan Ortodoks Kilisesi,Polonya Ortodoks Kilisesi,Arnavut Ortodoks Kilisesi,Ukrayna Ortodoks Kilisesi,Amerika Ortodoks Kilisesi,Çek ve Slovak Ortodoks Kilisesi,Estonya Apostolik Ortodoks Kilisesi. Birlik tarafından tanınmayan Ortodoks Kiliseleri:Yunanistan Orijinal Ortodoks Hristiyanlar Kilisesi,Yunanistan Ortodoks Kilisesi (Kutsal Sinod Direnişi),Eski Takvim Rumen Ortodoks Kilisesi,Eski Takvim Bulgar Ortodoks Kilisesi,Amerika’da Rus Ortodoks Kilisesi,Rus Ortodoks Eski-Rite Kilisesi,Lipova Ortodoks Eski-Rite Kilisesi,Pomoren Eski Ortodoks Kilisesi,Abhazya Ortodoks Kilisesi,Özerk İskenderiye Doğu Pan Ortodoks Kilisesi,Belarus Otosefal Ortodoks Kilisesi,Bulgar Alternatif Sinod,Kuzey Amerika’daki Kutsal Ortodoks Kilisesi,Makedon Ortodoks Kilisesi,Karadağ Ortodoks Kilisesi,İtalya’daki Ortodoks Kilisesi,Rus Gerçek Ortodoks Kilisesi,Türk Ortodoks Patrikhanesi,Ukrayna Ortodoks Kilisesi (Kiev Patrikhanesi),Ukrayna Otosefal Ortodoks Kilisesi,Kutsal Ukrayna Otosefal Ortodoks Kilisesi. Oryantal Ortodoks Kiliseler: Ermeni Apostolik Kilisesi,Kutsal Eçmiadzin Ana Makamı,Kilikya Kutsal Makamı,İstanbul Ermeni Patrikhanesi,Kudüs Ermeni Patrikhanesi,İskenderiye Kıpti Ortodoks Kilisesi,İngiliz Ortodoks Kilisesi,Fransız Kıpti Ortodoks Kilisesi,Tevhidi Kilisesi,Eritre Ortodoks Tevhîdî Kilisesi,Etiyopya Ortodoks Tevhîdî Kilisesi,Malankara Ortodoks Süryani Kilisesi,Brahmavar (Goa) Ortodoks Kilisesi,Süryani Ortodoks Kilisesi,Malankara Yakubi Süryani Ortodoks Kilisesi. (tr.wikipedia.org/wiki/Do%C4%9Fu_Ortodoks_Kilisesi; tr.wikipedia.org/wiki/Oryantal_Ortodoksluk)

 

Özetle Hristiyanlık

Tarsus’ta doğan Saint Paul yani Pavlus, kendi İsa’sının peygamberidir. Haham Baruch Efrati, 2015’te, “Hristiyanlık ve onlara ait peygamber kıssaları, 1 ile 15. asır arasında yaşamış Yahudi hahamlarca yazılmıştır.” demektedir. Pavlus, ilk günahı icat ederek faturayı Hz Adem’e keser. Hiçbir İncil yazarı Hz İsa peygamberin havarisi değildir. Hz İsa’nın şeriatındaki, sünnet olma emri, domuz yeme ve şarap içme yasağı, paganların hoşuna gitmeyeceği gerekçesiyle Pavlus tarafından çıkartılır. Pavlus, nasıl Hristiyan olduğunu anlatırken aslında şeytan ile karşılaşmasını açıkça beyan eder: “Şam’a doğru yola çıktım, birdenbire gökten parlak bir ışık çevremi aydınlattı, ‘Ben Nasıralı İsa’yım’, dedi. Papa 16’ncı Benedikt Merkel ile, 2006’da, ‘AB’ye giriş kartı Hristiyanlıktan geçer.’ demiştir. Forbes dergisine göre Vatikan dünyanın en gizli ve karanlık bankasıdır. Vatikan kürtaja karşıdır fakat kürtaj malzemesi üreten tüm büyük kuruluşların hepsinin de hissedarıdır. Papa Francis, 2014’te Katolik kilisesinin 50 din adamından birinin sübyancı olduğunuz açıklamıştır. 2015 yılında bizzat Papa Francis tarafından göreve getirilen Vatikan hazine bakanı George Pell, iki çocuğa tacizde bulunmaktan suçlu bulunduğunda 77 yaşındaki idi. Avustralya eski kardinali Theodor Mcbahseder ise tacizden dolayı görevden azledildiğinde 88 yaşında idi. Akla şu doru gelmektedir. Bu yaşa kadar beklenilmesi gerekiyor muydu? “Vatikan hücresinde” isimli kitapta, ‘Vatikan, dünyanın en büyük eşcinsel topluluğu’ olarak ilan edilir. Papa şubat ayında ise, ‘papazların seks kölesine çevirdiği rahibelerden’ bahseder. 1946 ile 2014 yılları arasında 3600 çocuğun papazlar tarafından suiistimale uğradığı itiraf edilir. ABD’nin Pennsylvania eyaletinde, binden fazla çocuk tacizi uğramıştır. Taciz kurbanlarını savunan platform Rete L’abuso, piskoposların tacizleri inceleme toplantısının, ‘bir zaman kaybı olduğunu’ söylemektedir. Papa Francis’i yalancılıkla suçlayan bu platform, Papa’nın, ‘tacize sıfır tolerans’ ifadesinin aslında, ‘Kiliseye sıfır güvene’ dönüştüğünü ilan eder. Tacizci olduğu ispatlanan binlerce Katolik din adamının kovulması gerekirken, ‘yalancı papa’ korkusundan bunu gerçekleştirilmemiştir! Vatikan Dün de böyleydi. 432 yılında göreve gelen ilk papalardan Üçüncü Sixtus, bir rahibeyi ayartmadan suçlu bulununca mahkemede, itiraf gibi bir savunma yapar: “Aranızda suçsuz olan kim varsa, ilk taşı o fırlatsın.” Papa 3. Sergius, 904 yılında önceki papayı öldürmekle kalmamış çocuk yaşta fahişelik yapan Marozia’dan peydahladığı gayrimeşru oğlunu da kendinden sonraki Papa olmasını sağlamıştır. 955 yılında Papa olan 12. John, kilise tarihine iki kız kardeşiyle yatan Papa olarak geçmiştir. 1032 yılında göreve gelen 9. Benedick, genç erkeklere düşkünlüğü ile bilinirdi. 1294 yılının papası 8. Boniface, hem annesi hem de bu kadının küçük kızını birlikte nikahlanmıştı. 1342 yılında göreve gelen 6. Clement, sayısız metrese sahipti ve bel soğukluğu ile biliniyordu. 6. Sixtus, biri kız kardeşinden olmak üzere altı gayrimeşru çocuğa sahipti. 1492 yılında papalık makamına gelen Rodrigo Borgia, şehri adeta fahişeler başkenti haline getirmiştir. Kilise kurbanlardan Fiona Barnett, ‘Vatikan olarak bilinen taciz amaçlı çocuk kaçırma teşkilatının, üst rütbeli üyelerini de koruma altına aldığını’ söylemektedir. İngiliz Kraliyet Komisyonu pedofili iddialarını soruşturma için Avustralya’ya gelince, Komisyon başkanı yargıç Coate, ‘Biz buraya geçmiş kurbanların şikayetleri dinlemeye gelmedik, şu an bilgi toplama aşamasındayız, ne yapacağımıza henüz karar vermedik.’ demişti. Barnett, ‘bu komisyonda diğerleri gibi olayın üstünü örtmek için buradadır.’ açıklamasını yapar. Popüler Science dergisinin bir haberine göre Vatikan, Arizona Üniversitesi ile işbirliği içinde devasa bir teleskop inşa eder. Teleskopun ismi ise, Lucifer’dir, Yani; şeytan! Vatikan Avrupa’nın en güçlü emlak mafyasıdır, yüzyıllar boyu cennetten arsa satma işini son yüzyılda gerçek manada şekillendirmiştir. Tom Horn ve Chris Putman, Exo-Vaticana isimli bir kitap yazmışlardır: Bu kitaba göre Vatikan, tüm dünyayı uzaydan gelecek olan bir Mesih yani bir uzaylı kurtarıcı için hazırlamaktadır. Bundan sonra tayin ettikleri rahipler ve rahibelerin cinsel hayatları ne olacaktır? Katolik dogma, papaz da olsa insan fıtratı ile mücadele ederek, bu ahlaksızlıklardan asla kurtulamaz. Papa Ratzinger’in istifa etmesinin nedeni olarak, hizmetçisiyle homoseksüel bir ilişki yaşadığı ima edilmektedir. Asıl sorgulanması gereken, evlenme yasağıdır. Sadece rahiplerin değil rahibeler arasında da gizli ilişkilerden söz edilmektedir. Dinlerde asıl olan, kadın ve erkeğin meşru şekilde evlenmeleri ve hayatlarını devam etmeleridir. Konsillerin, kutsal ruhun tecelli ettiği yer olduğuna inanılır. Konsil kararları öyle çıkar. Papa, İsa’nın biricik halefi olan Petros’un halefidir. Papa, ‘dini anlamda hata yapmaz’ sıfatına sahiptir. Vatikan’ın dünya üzerinde 400’e yakın üniversite, 1500 tane koleji vardır. Vatikan Bankası, dünyanın en büyük bankadır. Uyuşturucu trafiği yoluyla kara para aklama işleri yapar. Papalık içerisinde güç dengeleri vardır. Vatikan 4 yapıdan oluşur: Cizvitler, dominikenler, fransiskenler ve Opüs deiler. Hala Hristiyan dünyası, Türklerin İstanbul’u fethetmesinin unutmamıştır. Avrupa, Katolik kökenli bir politika izleyerek, paylaşım savaşı’nda yer almak istediği için hedeftir. Avrupa’nın birleşmiş bir askeri ve ekonomik güç olarak karşısına çıkmasını istemeyen Amerika ile dinleri ortadan kaldırmak isteyen ‘felsefe’ sahibi küreselci şeytanların bu konuda menfaatleri örtüşmektedir. Müslüman toplumların sömürüye olan başkaldırıları, Müslümanların diğer inançlara karşı yaptığı bir din savaşıymış gibi dünyaya sunulmaktadır.

Henri Pirenne, ‘Orta Çağ Avrupa’sının ekonomik ve sosyal tarihi’ adlı eserinde, (sayfa, 138-142) özetle şöyle demektedir: Orta Çağın kaçınılmaz faizcisi kilise idi. Kilisenin, Shell, General Motors, B. Steel, General Electric gibi şirketlerin hisselerine sahip olduğu biliniyor. 1483’te Katolik İspanya kralı, 15 yıl içinde dinini değiştirmeyi red eden 2000 sanığı diri diri yakmıştır. (J. Attali, Yahudiler, Dünya ve Para,  s. 200)

Fransız sosyolog yazar Frederic Martel, 4 yıllık araştırması sonucu bir kitap yazar. Kardinal, piskopos, monsenyör, Vatikan Büyükelçileri dahil, 1500’e yakın üst düzey kişiyle görüşür. Kitabının son cümlesi şöyledir: ‘Dünyanın tek gay Devleti Vatikan’dır. Papa’nın etrafındaki üst düzey din adamlarının yüzde sekseni eşcinseldir. Vatikan dünyadaki en büyük eşcinsel topluluktur.’ Cinsel istismar mağdurları başlarından geçenleri anne babalarına, doktorlarına, yan taraftaki kilisenin papazını anlatmamış var mıdır? (Gerçek Hayat, Sayı, 959, 11-17 Mart 2019, sayfa: 8-46)

Hristiyanlığın İslam’a bakışı

İslam, Hristiyanlığı kaynağından olduğu kadar, Asya ve Afrika’dan da koparmıştır. İslam’ın hakim olduğu yerlerde büyük ölçüde “teori kadar pratikte de, savaşmaksızın birlikte yaşamak” mümkün olmuştur. Fakat fikir planında yenilince, Hristiyanlık savaşa başvurmuştur ve bu sayede ayakta kalmaya çalışmaktadır. Müslümanlar Hristiyanlara geniş hürriyet tanımışlardır. Müslümanlar hakikatin kendilerinde olduğundan emindirler. Emevi ve Abbasiler Hristiyanlara çeşitli memuriyet hatta bakanlık görevleri vermiştir. Hatta bu hürriyet, onları İslam hakkında polemik eserler yazmalarına izin verecek boyutta idi. Jean Damascene, Timothee, Th. Ebu Kurra, Yahya b. Adi gibi yazarlar İslam aleyhine yazılar yazabilmişlerdir. Günümüzde Batı dünyasında yaşayan Müslüman azınlıklar, Zımmilerin (İslam topraklarında yaşayan gayri müslimlerin) statüsüne razıdırlar ama henüz bu seviyeye ulaşamamışlardır. Kur’an, Hristiyanlara 1400 sene önce açık ve samimi bir çağrıda bulunmuştur. “Bütün dinler içinde Hristiyanlığın hazreti İsa hakkında babasız doğmuş olması akidesini kabul eden yegane din İslamiyet’tir.” (İspanyalı eski Katolik papaz Abdullah Tercüman (Anselmo Turmeda), Hristiyanlığa Reddiye, s. 7) Hz İsa İslam’a göre en büyük peygamberlerdendir. Onu inkar eden İslam’a göre kafir olur. İslam, Hristiyanların şirkten uzak bir inanca kavuşmalarını ister: ‘İçlerinden zulmedenleri bir yana, ehli kitapla ancak en güzel yoldan mücadele edin ve deyin ki: Bize indirilene de, size indirilene de iman ettik. Bizim Tanrımız da sizin Tanrınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuzdur.’ (Ankebut, 46); ‘De ki: Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâh edinmesin. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahit olun, biz Müslümanlarız.’ (Ali imran, 64) Nicetas da Byzance ise, İslamiyet’i putperestlikle karşılaştırır. (Y. Moubarac, La Pensee Chretienne Concernant l’Islam, I/5) ‘La chanson de Roland’, ‘Roman de Mahon’ gibi eserlerde Müslümanların Jüpiter, şeytan ve Apollon ile beraber bir de Mahon adlı puta taptığı iddia edilir. ‘Les chanson da Geste’, Müslümanların Muhammed’in putuna taptığını ileri sürer. Papa XI. Pie, Müslümanlarla müşrikler arasında bir fark gözetmezdi. Muhammed’in tanrı değil bir peygamber olduğunu ancak ‘12. Yüzyılda’ Guillaume de Malmesbury yazabilmiştir! 13. yüzyılda ise Alexandre du Pont, Hristiyanlığı bozmak için Musa’nınkine benzer bir dinle İslam’ın geldiğini ileri sürmekte idi. İslam çok ‘kocalı’ bir aile anlayışını kabul eden bir dindir onlara göre. Başka bir iddia, Muhammed Romalı bir kardinaldir, papalığa seçilemeyince Romen kilisesinden öç almak için yeni bir mezhep kurmuş ve sonunda sarhoş olarak domuzların arasında ölmüştür. Onlara göre Kur’an, Muhammed iyi bir Hristiyan olmadığından, üç Yahudinin tesiri ile yazılmıştır. Ricoldo de Montecroce, Müslümanları sevimli bir tarzda tasvir eder ama sonra, ‘Nasıl oluyorsa bu çiçekler, böyle bir çöplükte açabiliyor? Kur’an’ınki gibi zalim ve insafsız bir şeriat nasıl oluyor da böylesine faziletli müminler yetiştirebiliyor?’ diye devam eder. İslam’a karşı olumsuz tavrın sebebini Hristiyan din adamı Youakim Moubarac şöyle açıklar: “Akla gelen ilk sebep, İslam’ın cazibesi olmalıdır. Bu güçlü cazibe yüzündendir ki, din adamları İslam’a saldırmakta ve onu yanlış bir biçimde tanıtmaktadır.” (La Pensee Chretienne Concernant I’Islam, II/ 14) Luther, Türkleri deccalin bedeni, Muhammed’i şeytanın elçisi ilan etmiştir. Protestanlar İslam’ı, iç siyasi ve dini çekişmelerine alet etmekten çekinmemişlerdir ve hala daha da bu devam etmektedir. Pierre Viret, Müslümanları, papa ile birlikte, Hristiyanlıktan dönenler şeklinde tasvir eder. Kendini Katolik veya Protestan saymayan ve Kabalizme yakın olan Guillaume Postel ise, ‘Muhammed’in Hristiyanlığı değiştirme konusunda yaptıklarını, Protestanların yaptıklarına göre daha insaflı’ bulur. Bale şehrinde Kur’an’ın Almanca tercümesi yayınlanınca, hukukçu Boniface Amerbach, ‘böyle sapık bir kitabın’ basılmasına karşı çıkar. Düşmanlık Rönesans başladıktan sonra da devam eder! Pascal iftiraları tekrar eder, Moliere, Türkleri merhametsiz ve katı gösterir, Voltaire de onun yolundan yürür. E. Renan, İslam’ın ilmi ve felsefeyi her zaman baskı altında tuttuğunu ileri sürer. R. Simon, ‘l’Histoire Xritique des Nations du Levant’ adlı eserinde İslamiyet’te bir takım iyi şeylerin bulunduğunu ama bunları ‘Yahudi ve Hristiyanlıktan alındığını’ ileri sürer. Charles Forster ise, ‘Le Mahomerisme devoile’  adlı eserinde ‘Muhammed geldiğinde Hristiyanlar putları tazim ederdi ve bu nedenle bozulmuştu. Muhammed putları kırmakla Hristiyanlığı bozulmaktan kurtardı.’ demektedir. J. Henry Newman, İslam’ın Allah’ın diniyle şeytanın dini arasında olduğunu söylerken (Mahomet et les origines de Islamisme, s. 14) Youakim Moubarac, ‘Kur’an’ı Muhammed’in yazdığını’ söylemektedir. (La pensee Chretienne et LIslam, II/ 294) ki, İslamiyet hakkında oryantalistlerce yazılan eserlerin hemen hepsinde bu fikir hakimdir. M. A. M. Goichon ise İslam’ın Hristiyanlıktan çıkmış bir bidat olduğunu ileri sürer. (Etudes, Nisan 1948, s. 38-51) M. D. Masson, Le Coran adlı eserinde ‘Allah’ lafzı yerine ‘Dieu’ kelimesini kullanınca büyük tepki çeker. Çünkü Allah  -haşa- Müslüman putperestlerin tanrısının adıdır ama Dieu ‘kendi hak tanrılarının’ adıdır. Oliver Lacombe ise Müslümanlarda gördüğü dini bağlılıktan hareketle, Hristiyanların daha iyi Hristiyan olması için çaba sarf etmekte idi. (O. Lacombe, Existence de Ihomme, s. 130) L. Marraci, ‘Prodromus’ adlı eserinde, ‘Eğer Muhammed’in hayatını, bizim Avrupalı yazarların dediklerine göre yazsaydım, Müslümanlar nezdinde gülünç duruma düşerdim. Kaldı ki bu yazarlar anlattıkları şahıs olan Muhammed konusunda da ‘ittifak halinde aynı şeyleri söylememektedirler.’ O derece ki, bunların aynı şahıstan bahsettiklerini anlamak son derece zordur.’ haklı tespitinde bulunur.

Çürütme, reddiye

Rahip Prevost bir vasiyetname yazmış ve Voltaire’ye göndermiştir. “Kilisede 20 yıl milleti aldattım, din namına söylediğim şeylere kendim de inanmazdım. Hepsi yalan ve hepsi hurafedir. Halkın bilgisizliği, çevrenin taassubu buna engel oldu. Bu dünyadan gidiyorum. Benim vasiyetimi okuyunuz, gerçeği anlayınız.” (Dr. Mehmet Ali Derman, Çürütme (reddiye), s. 28) Hristiyanların iddialarına göre Hz Peygamber, Hristiyan rahipten öğrenerek, Kur’an-ı Kerim’i yazmıştır. Bu doğru değildir. Zira Kur’an-ı Kerim, İncil’in iddialarının tamamen zıttını söylemiştir. İslamiyet’te karısını boşayan, zina etmiş olmaz, başka bir dul kadın almakla da zina etmiş olmadığı gibi, kocasından boşanan ve başka birisiyle evlenen kadın dahi zina etmiş sayılmaz. İslamiyet, çalışın fakir kalmayın der. Misyonerler, Katolikler, Protestanlardan daha fazla çalışıyorlar. (Not: Bu eser 1972 yılında yazılmıştır. Şimdi ise, Protestanlar misyonerlikte daha aktifler!) Hz İsa bir Yahudi’den başka bir şey değildi. (Mehmet Ali Derman, 30-s. 33) Resulüllah’a eziyet ve sıkıntı çoğaldı, sokaklarda sövüp taşa tutmaya başladılar. Bazıları diyor ki, Hz Muhammed cihangirlik için, dünya menfaatleri için peygamberliğini iddia etti. Bütün bu eziyetlere tahammül edemezdi. Çirkin ve ağır muamelelere sabredemezdi. İslamiyet’e davetten önce herkes ona saygı gösterirdi. Bu sebepten sosyal statüsü büyük idi. Hatice’ül Kübra’nın servetiyle ticarete başlamış ve bununla da büyük bir servet elde etmişti. Ömrünün sonuna kadar bu servetle rahat geçinebilirdi. Kendisini bütün bu eziyetlere sokmaya da lüzum yoktu. Peygamberliğini ilan ettiği zaman birçok düşmanlar ortaya çıktı. Akrabalarından birçok düşmanlar edindi. Eğer onun daveti Allah’ın emriyle olmasaydı, bir insan olarak bütün bu eziyetlere ve zahmetlere katlanamazdı. Amcaları ve yakınları, “sen bizim milletimizin arasına ayrılık soktun, cemiyetimizi birbirine düşürdün, bu işten maksadı nedir? Maksadın mal toplamaksa, eğer yönetime geçmek istiyorsan… hepsini verelim.” Tekliflerine cevabı, “ben menfaat için sizleri davet etmiyorum.” olmuştu. (Mehmet Ali Derman, s. 37-39) Thomas Carlyle: “Muhammed’e yalancılık affetmek doğru değildir. O’nun aleyhinde yazılan sözlerden ben kendi hesabıma utanıyorum. Onun fazileti doğruluğundan ileri geliyor.” (Mehmet Ali Derman, s. 41) Doktor Duzi, İslam Tarihi yazmıştır. Diyor ki, “Hz Muhammed isteryayi adali’ye (Histeri) Müptela idi.” 13 yüzyıl önce hayattan göçmüş bu Yüce peygambere Dr. Duzi, Dr. Sprenger veya Dr. Moir nasıl bu teşhisi koyabildiler? Moir diyor ki: “İslam Peygamberi saraya müptela idi.” Dr. Sprenger diyor ki: “Hayır isteryayi adaliye müptela idi. Hastalık icabı nöbeti vahiy zannediyordu.” Doktor o dur ki, hastasını görmeli, muayene etmeli ve bir hastaya bu teşhisi koymalı. (Mehmet Ali Derman, s. 46-47) O zaman doktor var mıydı? Evet vardı. Medine’de Haris İbni Kelde adıyla Cundi Shapur okulundan mezun olan bir doktor çalışıyordu. Hz Muhammed’i de hemen her gün görüyordu. Haris İbni Kalbi, Hz Peygamberin hasta olduğuna dair veya isteryai adaliye müptela olduğuna dair bir rapor, bir yazı yazmamış olduğuna göre, Dr. Duzi ile Dr. Sprenger’in iddiaları sırf isnat ve iftiradan ibaret kalmaktadır. Cahiliyette Arapların yaşayışlarının barbarlardan hiçbir farkı yoktu. Çirkinlikleri düzeltmek için zorluklara katlanıp göğüs geren bir kimse, asla hasta olamaz. Yalnız yüce bir kuvvet tarafından muhafaza edilmeseydi, insan kuvvet ve kudreti asla onun çektiği zorlukları çekmeye ve sabretmeye yetmezdi. 12 ciltlik bir İslam Tarihi yazmış bulunan Leona Kaytano, kitabının 2. cildinin 281. sayfasında diyor ki: “Sprenger ve Duzi, Kur’an-ı Kerim’e iftira ediyorlar ve yalancı oluyorlar. Bütün bu söylediklerini incelemesiz/araştırmadan kabul etmişlerdir. İslamiyet’i iyice tanıyamamışlardır.” Ernest Renan diyor ki, “İspanya’daki İslamların, ilmi incelemeleri olmasaydı, Avrupa ilerleyemezdi.” (s. 56) Diyorlar ki, ‘İslamiyet ilerleme ve yükselmeye engeldir.’ Çin müşrik Budist olduğu halde Hz Peygamber, ilmi öğrenmek için oraya bile gitmeyi tavsiye buyuruyor. (Mehmet Ali Derman, s. 48-60) Doktor Gustav Lebon İslam medeniyeti kitabının 459. sayfasında, “Kur’an-ı Kerim manevi gücü morali İncil’ninkinden kat kat üstündür.” demektedir. (Mehmet Ali Derman, s. 63) Muhammed’in 25 yaşından 50 yaşına kadar bir tek zevce ile yaşadı. (Mehmet Ali Derman, s. 74) Mocheim diyor ki, “Avrupa’da ortaya çıkan hikmet, fizik heyet, felsefe, matematiğin İslam okullarından alındığı, özellikle Endülüs Müslümanlarının Avrupa felsefesinin üstadı oldukları kesindir.” Endülüs medreselerinin kitapları Avrupalılara açılmamış olsaydı, İslam irfanı pek zayıf bir şekilde hissedilecek, Rönesans ve reformda olmayacaktı. Bütün Arabistan kendisine itaat ettiği halde, evinin bütün işlerini bizzat kendisi görürdü. Elbisesinin söküklerini bile kendi dikerdi. Yemeğini hizmetçi ile birlikte yerdi. Muhammed’in kurduğu birlik Bizans imparatorluğunu hezimete uğrattı. İran saraylarını yok etti. Zerdüşlüğü tarumar etti. Kur’an-ı Kerim, Arap lisanı için bir delildir. Kur’an-ı Kerim siyasi bir sistemdir, devletin her kanunu ona dayanır. Müslümanlıkta da papazlık yoktur. Kur’an’ın tek hedefi, Musevilerle Hristiyanların bozuklukları kutsal levhaları düzeltmektir. (Mehmet Ali Derman, s. 78-81) Hz Muhammed, yeni bir din getirmediği, tersine İbrahim ve İsmail’e vahiy olunan dini ihya’ya geldiğini söyledi. (Mehmet Ali Derman, s. 87)

Detay için, ‘Kur’an’ın kaynağı nedir’, ‘Oryantalistler ve Hz Muhammed’, ‘İslami bilim, felsefe ve Batıya etkisi’, ‘İslam tüm dinlerin özüdür’ ve ‘Oryantalizm yanılgısı’ adlı yazılara bakılabilir.

Zemzem şarap bağlamında, İslam ve Hristiyanlık

İncil: “Biraz da şarap iç.” (Timeteos’a Mektuplar, 5, 23) Kur’an: “İçki pisliktir.” (Maide, 90)

Hristiyanlık’ta, Yahudilikte haram olan  (Tevrat, Levililer, Bab, 10, A. 8, 9-11) şarap hükmünün, Hz. İsa tarafından kaldırdığına ve şarabın Hristiyanlıkta helal olduğuna inanılır. “Onlar yemek yerlerken, İsa ekmek aldı, şükran duası edip parçaladı ve takipçilerine verdi ve dedi ki: Alın, yiyin, bu benim bedenimdir. Ve bir kase şarap alıp şükretti ve onlara vererek dedi ki, bundan içiniz. Çünkü bu benim kanım, günahların bağışlanması için birçokları uğrunda dökülen sözün kanıdır.” (Matta, 26/26-29, Yuhanna, A:30 )

Konuya bir de Hristiyan sitelerden alınan bilgilerle devam edelim:

“Kutsal Kitap bir Hristiyan’ın bira, şarap ya da içinde alkol olan herhangi bir içecek içmesini yasaklamaz. Hatta bazı Kutsal Kitap ayetleri alkolden olumlu sözlerle bahseder. Vaiz 9:7, “Neşeyle şarabını iç” diye talimat verir. Mezmurlar 104:14-15, “Yüreklerini sevindiren şarabı” Tanrı’nın verdiğini bildirir. Amos 9:14 insanın kendi bağının şarabını içmesini bir bereket olarak ele alır. Yeşaya 55:1, “Gelin, şarabı ve sütü parasız, bedelsiz alın” diye teşvik eder. İsa, suyu şaraba çevirmiştir. Hatta İsa’nın zaman zaman şarap içtiği de anlaşılmaktadır.” (Yuhanna 2:1-11; Matta 26:29) Peki neden şarap içilirmiş? Aynı siteden devam edelim: “Yeni Antlaşma olan İncil zamanlarında su çok temiz değildi. Modern sağlık koruma yöntemleri olmadan su, bakteriler, virüsler ve her türlü atık maddeyle doluydu. Bunun üzerine insanlar, daha güvenli olduğu için genelde şarap (ya da üzüm suyu) içiyordu. 1 Timoteos 5:23’de Pavlus, Timoteos’a (büyük bir olasılıkla mide sorunlarına neden olan) su içmeyi bırakıp şarap içmesi talimatını vermişti. Kutsal Kitap Hristiyanların bira, şarap ya da alkol içeren herhangi başka bir içki içmesini yasaklamaz. Alkol kendi başına günahla lekelenmiş bir şey değildir. Bir Hristiyan’ın kesinlikle uzak durması gereken şey, sarhoşluk ve alkole bağımlılıktır.” (Efesliler 5:18; 1 Korintliler 6:12) “Tanrı’nın Hıristiyanlar’a alkol konusunda buyurduğu şey sarhoşluktan kaçınmalarıdır.” (divinerevelations.info/dbs/turkish/books/010_gotquestions/025_gunahhakkindakisorular/alkollu-hristiyan.html) Bu nasıl bir mantıktır ki alkole başlayanların zamanla bağımlı olduğu bilinen bir gerçek iken, içmesi helal hatta dince (Hristiyanlıkça) teşvik edilirken, sonuçları sakınılacak şey diye tarif edilebilmektedir?! “Alkol, az miktarlarda içildiğinde ne zararlı ne de bağımlılık yaratıcıdır. Hatta bazı doktorlar sağlığa, özellikle de kalbe olan yararından ötürü küçük miktarlarda kırmızı şarap içmeyi tavsiye ederler. Az miktarda alkol içmek Hristiyan özgürlüğüyle ilgili bir konudur.” Zaten işin tutarının olmadığını bu Hristiyan site de kabul ettiğinden son cümleleri şöyle tamamlar: “Ancak, Kutsal Kitap’ın alkol ve etkileri konusundaki uyarılarından, aşırı miktarda alkol almanın kolay bir ayartılma olmasından ve başkalarını gücendirme ya da tökezletme olasılığından ötürü, genelde bir Hristiyan’ın alkol içmekten tamamen uzak durması en iyisidir.” (http://www.gotquestions.org/Turkce/alkollu-Hristiyan.html)

1989 ABD’de basılan, “Doğu-batı diyalogları” adlı eser üzerinde görüşlerini açıklayan Protestan papaz Alvin V. Hart, “Hz İsa’nın tanrı olduğunu inancının sonradan uydurulmuş, basit bir kilise doktrini” olduğunu ifade eder. Hart ayrıca “Şarap kelimesinin orjinalinin manasının üzüm suyu” anlamına geldiğini, İsa’nın kanının şarap olduğu iddiasının aslının olmadığını ifade eder.  (Yahudilik- Hıristiyanlık ve İslam’da içki, Yüksek lisans tezi, Ramazan Tunalı) Zaten günümüzde (Hıristiyan mezheplerden olan ) Adventistler ve Mormonlar içki içmezler.

1989 ABD’de basılan, “Doğu-batı diyalogları” adlı eser üzerinde görüşlerini açıklayan Protestan papaz Alvin V. Hart, “Hz İsa’nın tanrı olduğunu inancının sonradan uydurulmuş, basit bir kilise doktrini” olduğunu ifade eder. Hart ayrıca “Şarap kelimesinin orijinalinin manasının üzüm suyu” anlamına geldiğini, İsa’nın kanının şarap olduğu iddiasının aslının olmadığını ifade eder.  (Ramazan Tunalı, Yahudilik- Hristiyanlık ve İslam’da içki, Yüksek lisans tezi) Zaten günümüzde (Hristiyan mezheplerden olan ) Adventistler ve Mormonlar da içki içmemektedirler.

İsa, son yemekle birlikte bir daha içki içmeyeceğini söylemektedir. (Luka 22:18) “Size şunu söyleyeyim, Tanrı’nın Egemenliği gelene dek, asmanın ürününden bir daha içmeyeceğim.”, (Ayrıca bakınız: Markos, 14/25 , Matta, 26/26-29, Yuhanna, 6/13-17, Korintoslulara 1. mektup 11/23) Ama takipçisi olduğunu iddia edenler hararetle içkiyi savunmaktadırlar:

Hristiyanforum.com adlı sitede, ‘Alkol günah mıdır?’ adlı soruya ‘gabriel33’ adlı kullanıcı şöyle cevap vermektedir: “Az miktarda içilen şarabın insan sağlığına faydalı olduğu bilimsel olarak ispatlanmış bir gerçektir. Pozitif bilim bu konuda incili haklı çıkarmaktadır. Pozitif bilim İslamın içki konusunda yanıldığını Hristiyanlığın doğru olduğunu gösterir.” (Sitede bu yazılar kaldırıldı ama ekran görüntüsü yukarıdadır!)

İşin diğer bir ilginç boyutu, evharistiya (Ekmek şarap ayini) esnasında kullanılan ekmek ve şaraba sembolik anlam yüklenmemekte, “bizzat İsa’nın et ve kanı” olarak, Prence Reele (Şaraplı ekmekte İsa’nın maddi varlığı) kabul edilmekte ve onları yiyenin tanrının varlığına katıldıkları kabul edilmektedir. Gerçek Hristiyan her yediği ekmek ve her içtiği şarap ile daha da İsa ile bütünleşir ve O’nun koruması altına girer. (Ali Erbaş, Hristiyanlıkta ibadet, s.172-173) “Cannibalisme/yamyamlık, Hristiyan Katolik öğretisi ile de ilişkilendirilmiştir. Katoliklikteki Eucharistie’nin (yani Hazreti İsa’nın eti ve kanını temsil etmek üzere ekmek ve şarap kullanılarak yapılan kutsal ayinin) bir tür sembolik insan yiyicilik sayılıp sayılmayacağı bizzat katolikler tarafından çok tartışılmıştır.” (Hilmi Yavuz, Modernleşme, Oryantalizm ve İslam, s. 82) 

Halen Avrupa, alkolizmle nasıl başa çıkacağını bilemiyor. İngiliz tarihçi Arnold Toynbee’ye bakarsanız bu gidişle başa çıkması mümkün de değil. Çünkü Hristiyan kültüründe şarap kutsal sayılıyor. Hz. İsa’nın kanı niyetine içiliyor. O niyetin içeriğini sorgulamak bize düşmez, öyle kabul ediyorsa öyle olsun. Ancak bu kabulün doğurduğu sonuç önemli: şarap demek ki, dini bir ritüel hükmünde. Böyle olunca frene basma imkanı elden kaçıyor. Toynbee’nin dediği şu: Alkolle ancak İslam dini başa çıkar! (Rasim Özdenören, Yenişafak, 7.5.2013)

Şarap, alkol ve sağlık

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre dünyada işlenen her 100 cinayetten 85’i, intiharların yüzde 90’ı boşanmaların yüzde 80’i ve aile içi şiddet olayları ile trafik kazalarının yüzde 70’inin sebebi alkol. (Haber 7, 13 Mart 2010) Alkol uyuşturucudan tehlikeli. İngiltere’de yapılan ve sonuçları The Lancet dergisinde yayınlanan bir araştırmada, sağlığa zararlı maddelerin tehlikesi, topluma verdikleri gerçek zarara göre yeniden derecelendirildi. Araştırmada alkol ve tütün topluma en çok zararlı 10 madde arasında yeraldı. Sıralamada alkol en zararlı 5. madde belirlenirken, tütün 9. oldu. Hint keneviri 11. sırada, Ekstasi ise listenin sonlarında yeraldı. (Milliyet, 23 Mart 2007) Dünya kamuoyunda şarabın sağlık için yararlı olduğu yönünde genel bir düşünce olduğunu hatırlatan Dr. Boyle, “Bu yanlış, ‘her şarap bardağı, kanser riskini yüzde 7 oranında artırıyor.’ Alkollü her içecek aynı oranda kanser riskine sebep oluyor.” dedi. (08 Nisan 2007) Alkol 7 ayrı kanser türüne neden oluyor. (BBC, 22.6.2016)  Az alkol bile kanser riskini artırıyor. (BBC, 19.8.2015) Alkol, uyuşturucudan bile tehlikeli. (Milliyet, 01.11.2010) İngiltere’de yapılan bir araştırma, her gün az da olsa şarap ya da bira içmenin bağırsak kanserine yakalanma riskini artırdığını ortaya koydu. Kanser Araştırma Enstitüsünden Profesör Tim Key ve ekibinin yaptığı araştırma, günde 2 büyük kadeh şarap ya da 2 bardak bira içmenin bağırsak kanserine yakalanma riskini yaklaşık yüzde 25 artırdığını gösterdi. Her gün bir kadeh şarap ya da bir bardak bira içenlerinse hastalığa yakalanma riskinin yüzde 10 arttığı ortaya çıktı. (Hürriyet, 31 Temmuz 2007) Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Kalp Damar Hastalıklarını Önleme Projesi Türkiye Koordinatörü ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bülent Görenek, ‘kırmızı şarabın kesinlikle bir kalp ilacı olmadığını’ söyledi. Kırmızı şarap kesinlikle bir kalp ilacı değildir. Bu bakımdan bugünkü kanıta dayalı tıpta koroner kalp hastalarına rutin olarak önerilmesi doğru değildir. Hatta belli bir seviyenin üzerinde kalp hastalarına zararlı olabilmektedir.” (Milliyet, 12 Ağustos 2005) Fransızların daha az kalp hastalığına yakalanmalarının sebebinin şarap olduğu görüşü, dünyanın önde gelen otoriteleri arasında kabul görmemektedir. Kalp hastalıkları konusunda tüm dünyadaki uzmanların referans olarak kabul ettikleri Amerikan Kalp Vakfı (AmericanHeartAssociation) kesinlikle şarap içmeyi tavsiye etmemektedir. (www.americanheart.org/presenter.jhtml?identifier=4422) Amerikan Kalp Vakfı beslenme komitesi üyesi olan Columbia Üniversitesi’nden Prof. Ira Goldberg, şarap içmenin kalp krizini azalttığını gösteren hiçbir kabul edilebilir bilimsel veri olmadığını söylemektedir. Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Aysun Çetin: Gerçekte kalp-damar hastalıklarından koruyucu etkiye sahip olan şarap değil, üzüm suyudur. (22 Aralık 2010) 1980’li ve 1990’lı yıllarda elde edilen veriler ışığında yapılan araştırmaya göre, haftada 6 adet ya da daha fazla bira içen kişilerin akciğer kanserine yakalanma riski, içmeyenlere göre yüzde 20 ila 50 oranında artıyor. (İnternethaber, 13 Nisan 2006) Alkolün zararları için “İçki neden yasaktır?” adlı yazımıza da bakılabilir.

Zemzem

Sadece kutsal olduğu ‘kabul edilen’ sularını karşılaştırmak bile, iki din arasındaki farkı göstermesi açısından yeterlidir zannederiz ki, zemzem İslam’a göre kutsal bile değildir!

Zemzem’in sırları ortaya çıkıyor. Uzun yıllardır zemzem suyu ve kristalleri üzerinde araştırma yapan Müslüman araştırmacı uzmanların yanı sıra; Japon ve Alman bilim adamları da Zemzem suyunun sırlarını, ilk kez bir belgesele açıkladılar. Kaynak: Zemzem’in sırları ortaya çıkıyor. Dünya Sağlık Örgütünün raporlarına göre, zemzem en içilebilir ve sağlıklı sulardan biri. (Türkiye, 02 Ocak 2013) Zemzemdeki esrarengiz sır: Bilim dünyasını bile şaşkına çevirdi. Dünya Sağlık Örgütü’nün raporlarına göre dünyanın en sağlıklı sularından biri de zemzem. (Yeni Şafak, 9/04/2023)

Zemzem suyunun sırrı çözüldü. Alman bilim adamı Dr. Pfeiffer, şaşırtıcı bir gerçekle karşılaşır. Zemzemin mayalama özelliği bulunduğunu, bir bardağının bir kova şebeke suyunu temizlediğini, bu özelliğiyle bile enerji ve şifa kaynağı olduğunu tespit eder. Dr. Pfeiffer, “Su her şart atlında değişmiyor ama değiştiriyor. Çok acayip bir deney yaptım. Bir damla zemzem suyuna yüz damla normal su karıştırdım. Sonuçta gördüm ki suyun hepsi zemzeme dönüşmüş. Sonra bir damla zemzeme bin damla normal su karıştırdım. Ve yine gördüm ki hepsi zemzeme dönüşmüş. Bunun sebebi nedir, neden? Zemzem’de öyle bir enerji var ki başkasını değiştirir ama kendi değişmez” diyor.Zemzem kristallerini mikroskop ortamında inceleyen Japon bilim adamı Dr. Masura Emot, suyun moleküler (kristal) düzeninin değişen frekanslara göre farklılaştığını görür. Zemzem kristallerinin çan sesinde karardığını Kur’an-ı Kerim ve ezan sesinde ise parlaklaştığını fark eder. İncelemede her bir kristalin, Kâbe-i muazzamaya benzeyen bir doku oluşturduğu, zemzemin çan sesinde kristallerinin karardığını, Kur’an-ı Kerim ve ezan sesinde ise parlaklaştığını ve netleştiği tespit edildi. Zemzem üzerine kaleme aldığı kitabı Japonya’da en çok satanlar arasına giren Dr. Emoto’ya göre zemzem, fiziksel ve kimyasal özellikleri bakımından yeryüzündeki bütün sulardan farklı. Dr. Emoto, “Zemzem, çevresinde cereyan eden bütün değişimleri hafızasına alıyor. Yapısı çok farklı. Bu, onu dünyadaki diğer elementlerin efendisi yapıyor. Müslümanların niçin hastaları tedavi etmek ümediyle Kur’an-ı Kerim’den sûreler okunup, suya üflediğini daha iyi anlıyorum” ifadesini kullanıyor. (Sabah, 2.1.2013) 

 

1 Comment