“Allah’ın bizden istediği ibadet ve kaidelerin tamamının bizim lehimize, bizim faydamıza olduğunu biliyor musun?” (Osman Nuri Topbaş, Aklın cinneti Deizm, s. 189); “Din, insanın lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesi ve ona uygun şekilde davranmasıdır. Dolayısıyla din, insan için vardır.” (Selçuk Kütük, Deizm, s. 133); “Emir ve yasakların temel amacı, insanların yararlarını gerçekleştirmek, zararları gidermektir. Din, tanrının çıkarını korumak için değil insanın hem bu dünyada hem de ahirette huzur ve mutluluğunu sağlamak içindir.” (Soner Duman, Allah’ım sorularım var, s. 63) “İslam, Kur’an ile insanlara iyi ve kötü olanların listesini bildirmiştir. Allah zararlı şeyleri yasaklar. Yasaklar, bizim gelişimimiz için gereklidir. Allah (cc) insanın dünya hayatında mutlu olması için emirler göndermiştir.” (Hacı Ali Şentürk, Teolojik Sancı Deizm, s. 18, 39, 59, 187) “İslam’ın bütün emirleri insanların yararına olduğu gibi bütün yasakları da insanların zararına.” (Cüneyt Avcıkaya, Kolaycılığa kaçmanın adıdır deizm, s. 80) olan şeylerden oluşur. İmam-ı Matüridi de, “Allah bir şeyi güzel ve iyi olduğu için emretmiş, kötü ve çirkin olduğu için yasaklamıştır.” (Emin Arık, Deizm ve ateizm çıkmazı, s. 93) tespitinin altını çizer. Aslında “Ahlaksızlığın kol gezdiği bir toplum yaşamına veya insanların zararına olan şeylere Tanrı’nın onay vermesi mümkün değildir.” (Aydın Topaloğlu, Ateizm ve Eleştirisi, s. 152-156) Zaten iyilikte iyiliği doğurur ve “İnsan iyilik yaptıkça inanır, inandıkça iyi olur.” (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 37) Materyalizme kaymadan ilmi ölçülerde İslam’ın emir ve yasaklarına bakınca tarih boyunca “Peygamberlerin doğrudan doğruya hakikati ortaya koyduklarını.” (Selçuk Kütük, Deizm, s. 124) görürüz. Bu nedenle de “Kur’an iyi ile kötüyü; doğru ile yanlışı ayıran bir hayat kılavuzudur.” (Prof. Adnan Bülent Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 23) ve tüm “İbadetlerin de menfaatini yine kullara dönüktür. Din, bizim fıtratımızı bizden iyi bilen Rabbimizin bizi mutlu kılmak üzere bildirdiği kurallar bütünüdür, Ruhumuz ibadete muhtaçtır, kulluk ettiğinde İnsan kendi fıtratıyla barışık olur.” (Prof. Doktor Soner Duman, Allah’ım sorularım var, s.64, 72); İnsan gayret ve zekasının bütün ürünleri İslam’ı teyit etmiştir. İslam insanlar bulmadan önce iyi ve kötü olanları bizlere bildirmiştir. (Muhammed Esed, Yolların ayrılış noktasında İslam, s. 113) “Doktor sana, “kesinlikle şeker yok” diyor. Eğer doktora inanıyorsan onu dinlersin, yoksa dinlemezsin. (Zakir Naik, Gençlerin inanç sorunları, s. 78) İslam, iyi şeylere ulaşmak için izlenilmesi gereken yolu da gösterir. Zekat, tesettür gibi (Naik, s. 100) İnsanın makinenin açıklamalı kullanma kılavuzuna ihtiyacı yok mu? (Zakir Naik, Gençlerin inanç sorunları, s. 65) İslam toplumu, birliğini her şeyden önce inanca borçludur. Her Müslüman birey, ‘erkek kardeşleri’ ve ‘kız kardeşlerinin saadetlerinden sorumlu, fakirliklerinde onlara yardım etmek, kötü yola yöneldiklerinde onları doğru yola çevirmekte yükümlüdür. Topluluğun üyelerini vatandaşlık görevinden çok inancın ilkeleri bir arada tutar. (Gai Eaton, İslam ve İnsanlığın Kaderi, s. 328) Allah’ta yarattığı kulunun en sağlıklı ve sağlam şekilde nasıl yaşam sürmesi gerektiğini en iyi bilendir.
İslami emirler ve yasaklarındaki hikmetler ve hümanizm: Deistler, insanın kendisinin iyiyi ve doğruyu bulabileceğini savundular. Bu ne kadar mümkündür, ne kadar miktarda gerçekleşebilir ve ne kadar süre sonra?! İçki, domuz etinin zararı veya namazın faydası gibi şeyler zamanla ortaya çıkmaktadır. İnsanlar yüzlerce yıl bu bilgilerden, doğrulardan mahrum kalmışlardır ve hala daha da bu emir ve yasaklar yani insana yararlı ve yasak olanlar insanlarca tam idrak edilip uygulanamamaktadır. Halbuki din, insanlara zararlı ve yararlı olanların tümünü, bir sistem bütünlüğü içinde insanlara sunmaktadır. Ayrıca, mesela, insanlar sigaranın zararlı olduğunu bildiği halde yine de onu içmeye devam edebilmektedir. İnsanları zarardan sakındıracak daha yüksek bir otorite olmalı ve bunu manevi ve uhrevi olarak da desteklemeli ki, insanlar hayatlarına bu hakikatleri daha fazla yansıtabilsinler! İşte bunu sağlayan da dindir!
Giriş
1- “Kuran’ın en büyük gayesi, iyi ile kötüyü, faydalı ile zararlıyı birbirinden ayırmaktır. Topluma zararlı şeyler yasaklanır.” (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s. 200, 273); Müminler “Onlar öyle kimselerdir ki, kendilerine bir yerde egemenlik versek, namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler ve kötülükten alıkoymaya çalışırlar.” (Hac, 41) şeklinde rabbimiz tarafından tarif edilirken, Müslüman’ı ise efendimiz, “Elinden ve dilinden emin olunan kimse” (Buhârî, İman: 4; Müslim, İman: 64, 65, 66; Ebu Davud, Cihad: 2; Tirmizi, Kiyame: 52; Nesâî, İman, 8) olarak tarif etmiştir. “Şüphesiz ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardımı emreder, kötülüğü yasaklar.” (Nahl 90); “İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı da onlardır. Onların Rableri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan (O’na saygı gösterenler) içindir.” (Beyyine, 7-8); “(İnsanları) Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve «Ben Müslümanlardanım» diyenden kimin sözü daha güzeldir?” (Fussilat, 33); “Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” (Kehf, 110); “Siz İyiliği emreder, kötülüğü yasaklarsınız.” (Ali İmran, 110); “O peygamber, onlara iyiliği emrediyor, kötülüğü yasaklıyor, temiz şeyleri helal, kötü-pis şeyleri haram kılıyor.” (Araf, 157); “De ki, sizin için temiz ve iyi şeyler helal kılındı.” (Maide, 4); “Ey insanlar! Yeryüzündeki helal ve temiz şeylerden yiyin.” (Bakara, 168); ”Kınama ve cezalandırma ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere saldırıda bulunanlara yöneliktir. Onlar için elem verici bir azap da vardır.” (Şura, 42) gibi birçok ayette hep aynı konuların altını çizer.
Ayetlerin de açıkça ifade ettiği gibi Allah (cc) daima iyi, fayda, yarar, güzel olanı emreder ve kötü, çirkin, zararlı şeyleri de yasaklar. Bu tersi içinde geçerlidir; daha sonra ortaya çıkan ve insanlara yararlı olan şeyler İslam dininde onaylanır, zararlı olan şeyler yasaklanır. Bunu formüle etmek gerekirse;
E = Y (Emir = Yarar)
Y = Z (Yasak = Zarar)
2- Allah insanları fıtratta kardeş ilan etmiş, yetmemiş aynı dine inananları da ayrıca din kardeşi kabul etmiştir. Yani insanlar ortak atamız Hz Adem’den kardeştir, ayrıca biz Müslümanlar din kardeşiyiz. “O Allah ki; sizi bir tek nefisten ondan da eşi vücuda getirendir.” (Nisa, 1; Müsned, 2/524; Ebû Dâvud, Edeb, 120, 5116); “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir.” (Hucurat, 10; Buhârî, Mezâlim, 3) Hz Ali’ye isnat edilen şu cümle de bunu ifade eder: “İnsanlar ya insanlıkta eşin, ya da dinde kardeşindir.”
3- İslam insanlık vasfını kaybetmemiş tüm insanların dil, din, ırk, sosyal statü, zekâ, özgeçmişi gibi konulara bakılmaksızın 5 esası koruma altına almıştır. Bunlar, ‘Can, mal, namus, akıl ve inanç’tır. Bu beş kritere “Zarurat-ı hamse” adı verilmiş ve İslam hukukçuları tarafından önemle vurgulanmıştır. (Şatıbi, el-Muvafakât fîusûli’ş-Şerîati, II/17-20; Muhammed Boynukalın, “Makâsidu’ş-Şerîa”, İslam Ansiklopedisi, XXVII/425; Abdurrahman Haçkalı, İslami Araştırmalar Dergisi, “İslâm Hukuk Metodolojisinde Maslahat Tanımları ve Bunların Analizi”, İslâmî Araştırmalar Dergisi 13/1 (2000), 55)
Görüldüğü gibi İslam hem iyi olanı emreder hem iyiliğe çağırır hem de tüm insanların, inanmayanlarda dahil, iyi, mutlu, huzurlu ve insanca bir hayat geçirmelerini ister. Allah (cc) bizlere bir şey emretmişse (farz); o insanların faydalarına olduğu için emretmiştir. Yine Allah (cc) bir şeyi bizlere yasak etmişse (haram); o insanlara zararlı olduğu için yasaklamıştır. Allah’u Teala yararlı olan şeyleri onaylar, zararlı olan şeyleri yasaklar. Bu emir ve yasaklar Allah’a zararlı olduğu veya faydalı olduğu için farz veya haram kılınmamış bizzat insanın beden- ruhuna fayda zararına göre helal haram kılınmıştır.
“İyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlaşın, günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın.” (Mâide: 2); ” İyiliği emrederler. Kötülükten men ederler, hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir.” (Âli İmran: 114); “Her canlıya yapılan iyiliğin mutlaka bir sevabı vardır.” (Buhârî, “Şürb”, 9; “Mezâlim”, 23; Müslim, “Selâm”, 153); “Her türlü iyilik sadakadır.” (Buhârî, Edeb, 33; Edebü’l-Müfred, nr. 304; Müslim, Zekât, 16 (nr. 52); Ebû Davud, Edeb, 60 (nr. 4947); Tirmizî, Birr, 45 (nr. 1970)114); “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır.” (Keşful hafa:1254); “Şüphesiz Allah, takva sahipleri ve iyilikte bulunanlarla beraberdir.” (Nahl, 128); “Şüphesiz, iyilikler kötülükleri (günahları) giderir.” (Hud, 114)
İslam’ın emir kavramı ile insanın fayda-iyiliği kastedilir. Haram, yasak kavramı ile de insana zararlı olan şeyler kastedilir. Fakat asla unutulmaması gereken bir husus vardır ki “tüm emir ve yasaklar Allah emrettiği için yapılmalıdır!” Sadece faydası umularak yapılan ibadetlerden sevap kazanılmaz. Ama Allah emrettiği için yapılır veya sakınılırsa faydası da amelin arkasından mutlaka gelir.
Emir (Farz) = İnsanlığa yarar, fayda, iyilik demektir ve hem dünya hem ahireti kapsar!
Kurban: Kesilen hayvanın belli bir bölümü fakirlere dağıtılır. Kurban, insanı cimrilik ve mal sevgisinden kurtarır. Toplumdaki kardeşlik, yardımlaşma, paylaşma ve fukarayı sevindirme duygularını geliştirir. İnsanları birbirine bağlar. Allah’ın rızasını kazanmaya ve O’na yaklaşmaya vesile olur.
Abdest: Abdestte azalar yıkanırken ‘biyolojik aktif noktalar’ faaliyete geçer. Yüz yıkanırken mide, bağırsaklar, safra kesesi, idrar yolları, sinir sistemi; kollar yıkanırken, bağırsaklar, kalp, akciğerler, idrar yolları ve kan dolaşımı; ayaklar yıkanırken hormon dengesini sağlayan, büyümeyi kontrol altında tutan hipofiz, böbrekler ve hemen hemen bütün organların faaliyetini etkileyen BAN uyarılır. Abdestte akupunktur noktalarının uyarılmasıyla vücutta enerji ve kan dolaşımı kolaylaşır, vücudun direnci artar, bağışıklık sistemi güçlenir. Yüzün yıkanması da cildi kuvvetlendirir, baştaki ağırlığı ve yorgunluğu hafifletir. Abdest ile vücut mikroplardan temizlenir ve vücuttaki elektriksel gerilimini azaltır.
Dini Bayramlar: Dargınların barışmasına, sosyal dayanışma ve insanlar arasında kaynaşma, dostlukların ilerlemesine vesile olur.
Namaz: Ruhsal ve fiziksel bir aktivitedir. Bilişsel hem de motor bileşenleri içerir. Fiziksel aktiviteler, kan akışını iyileştirmesi ve kas iskelet kondisyonunu artırması bakımından engelli ve geriatrik hastalarda rehabilitasyon sürecine yardımcı olur. (Abdulsamet Efdal, Namazın İnsan Sağlığına Olan Faydaları, Kafkas Üniversitesi Spor Bilimleri Dergisi, Cilt:3 Sayı:2 Yıl: 2023, s. 1-10) “International Journal of Industrial and Systems Engineering” dergisinde yayımlanan çalışma, namaz kılarken tekrarlanan fiziksel hareketlerin, düzenli olarak yapılması halinde, bel ağrısı ihtimalini azalttığını gösterdi.” (TRT Haber, 09.03.2017)
Oruç: Biyolojik faydalarından dolayı gayri Müslim doktorlarca da tavsiye edilmektedir. Toplumsal birlik ruhu sağlaması da ayrı bir özelliğidir. Detay, ‘Oruç ve sağlık’ adlı yazımızda.
Cuma: Zengin, fakir tüm müminlerin bir oldukları, aynı yerde oturup, kul oldukları bilinci ile alınlarını secdeye koydukları zaman dilimi, sınıf ayrımının son bulduğu haftalık buluşma günü.
Zekat: Zengin insanların kendi mallarındaki fakirlerin haklarını, sahiplerine verdiği mali ibadet. Zekat ferdi cimrilikten ve malın esaretinden kurtarır, düşmanlık, kıskançlık, hırsızlık ve zehirli bakışlardan korur, sosyal yapıyı güçlendirir, ekonomik hayata canlılık getirir. Zekat, sosyal devletten fatklı olarak kalbin katılaşmasını da önler.
Hac: Dünya Müslümanlarının kaynaşma ayı. Irk ayırımının kalktığı mekân.
Anne: Senede bir gün değil her an ayağının altında cennet bulunan (Nesâî, Cihad, 6) insan.
Selamlaşma: İki insanın karşılıklı barış huzur temenni ettiği mesaj.
Oku: Medeni- aydın olmanın ilk şartı, İslam’ın ilk emri ve farzı vd.
Yasak (Haram) = İnsanlığa zararlı, kötü olan şeylerin genel adıdır.
İçki: Kaza, hırsızlık, cinayet, tecavüze son. “Alkolün zararları” adlı dosyamızı tavsiye ederiz.
Cinayet, intihar: Can’a saldırıya son
Kumar: Ailenin dağılmasına, intihar, bunalıma son
Domuz Eti: Kanserojen madde, aşırı yağa, parazitlere son.
Dedikodu, Yalan: Toplum huzurunu birliğini bozmaya son.
Hırsızlık: Kul- insan hakkını gaspa son vd.
İslam’da, Müslüman, Hristiyan, Yahudi, ateist ‘tüm insanların’ koruma altına alınan beş temel hakkı vardır ve buna ‘Zarurat-ı hamse’ denir. Bu beş hak;
1- Din, inancın korunması: Allah’a iman, insanı kula kulluktan kurtarıp, tüm kulların eşitliği bilinci ile sadece Allah’a boyun eğmeyi, böylece tüm insanları öncelikle kul olmada eşit hale gelip, sonra da sadece Allah’a iteatte birleştirmeyi amaçlar. Kullar daha sonra kendi aralarında, Allah’a karşı yakınlıkları ile birbirinden ayrılırlar. Her kul, peygamberi örnek alır. Vahiy sayesinde, iyi-faydalı işleri ve uzak durması gereken fiilleri zararlı fiileri insnalar öğrenir. Ahiret günü, her davranışın karşılığının alınacağının bilincine ulaşılmasını amaçlanır. Melekler her an kötülükten uzak durmamızı hedefleyen görünmez şahitlerdir. Kadere iman kuruntudan, endişeden uzak, tedbiri aldıktan sonraki tevekkülün huzurunu insana yaşatmayı amaçlar.
Ayrıca her türlü inanca sahip insanlar, Müslüman olmaları için zorlanamaz ve kendi inançlarını istedikleri gibi yaşayabilirler. “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 256 ); “Sizin dininiz size, bizimki bize.” (Kafirûn, 6 ) gibi ayetler bu hususa dikkat çeker. Yani, başka hiç bir dinde olmayan bu kural ile İslam dışındaki dinler de koruma altına alınmış, zorlayarak İslam’a girme fiili yasaklanmıştır. Detay, “İslam barış dinidir.” adlı yazımızda ele alınmıştır.
“Babası Sergius gibi, Emeviler döneminde maliye işlerinde görev alan Yuhanna ed-Dımeşki daha sonra Kudüs’teki Sabas adlı manastıra papaz olarak atanır. Burada, İslam’a saldıran eserini yazan Yuhanna, bu çalışmasını İslami hükümlerin hâkim olduğu bir ülkede yapmıştır. Yuhanna, dinini savunma özgürlüğüne sahip olduğu gibi İslam’a reddiye yazma özgürlüğüne de sahipti. (Prof. Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 155; Detay, J. Sahas, John of Damascus); “Endülüs ve Abbasi dönemlerinde pek çok Hıristiyan âlim Müslüman yöneticilerin idaresinde İslam’a karşı Hıristiyanlığı savunan kitaplar kaleme alabilmişlerdir. Tarık Bin Ziyad’la başlayan İslam Endülüs’ü 8 asır sonra sona ermiştir, Endülüs’te katliamlar yapıldığı sırada Cebelitarık Boğazı’nın karşı yakasında ise Müslüman devletler Hıristiyanlara kâtiplik, mütercimlik, doktorluk hatta zaman zaman idarecilik gibi görevler veriyordu.” (Taceddin Ural, Papa bir puttur, s. 90, 92)
2- Canın korunması: Adam öldürmenin yasak olması, kısasın amacı, kan davasının ve intiharın yasaklanması, bedeni – ruhi tedaviye önem verilmesi, İslâm’da çocuk, kadın, bitki, hayvan haklarının tek tek belirlenmesi, iş güvenliğinin öncelenmesi, kürtaj, sağlığa aykırı tüm eylemlerin yasaklanması, zimmîlerin (İslam Devletinde yaşayan gayri Müslimlerin) haklarının belirlenmesi gibi hususlar hep canın korunmasına yönelik hükümlerdir. Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkartmaya karşılık olmaksızın, haksız yere bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibi olur. (Maide, 32) Her kim bir can kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur. Günümüzde önemi anlaşılmış olan çevre bilinci konusunda Kur’an 7. yüzyılda çevre duyarlılığı olan bir zihin inşa etmiştir: Rum, 41: “İnsanların elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde bozgun çıktı.” Kur’an’ın vahyolunduğu bölgede, deniz bile yoktu. Rahman, 7: “Sakın dengeyi bozmayın.”; Araf, 31: “Allah israf edenleri sevmez.” Bu konuda detay için, İslam ve ekoloji adlı yazımıza bakılabilir.
3- Aklın korunması: Uyuşturucu, alkollü içki, sarhoşluk veren maddelerin, hurafe, zihni körelten tüm konuların yasaklanması aklı korumaya yönelik yasaklardır. Ayrıca İslam ‘Oku’mayı, araştırmayı teşvik etmesi de yine bu amaca yöneliktir.
“İslam, düşünme yetilerini kaybettiren içki ve uyuşturucuyu kökten yasaklamış ve açık olarak kötülükleri reddetmiştir. (Emine Öğük, Yeni ateistlerin yanılgıları, s. 63, 99) Ateist düşünce sadece inançlara değil aynı zamanda akla ve ahlaka da zarar vermektedir. Dolayısıyla ateizmi ahlaki ve insanı bir problem olarak da değerlendirmek gerekir. (Öğük, s. 223) İslam çevrenin bir emanet olduğu, gelecek nesillere en güzel şekilde aktarılması gerektiği düşüncesini hakim kılmakta, aşırı tüketim, israf, sömürü anlayışlarına karşı durmaktadır.” (Öğük, s. 219) Konuyu tamamlayan ‘Dinsiz ahlak olur mu?’ ve ‘İslam ve ekoloji’ adlı yazılarımızı tavsiye ederiz.
4- Neslin korunması: Aile hayatının korunması, iffeti ve evliliği teşvik, ahlaka verilen önem, zina, aldatma, fuhşun yasaklanması hep neslin korunmasını amaçlayan emir ve yasaklardır.
5- Malın korunması: İslam sanat, ticaret, çiftçilik, hayvancılığı teşvik eder. Hırsı, kıskançlığı, hilekârlığı, rüşveti, faizi, kumarı, karaborsayı, israfı yasaklar. Tüm bunların amacı malın korunmasıdır. İslam; seçim, istişare, işi ehline verme, ilme verilen önem dışında can, mal, namus, akıl, dine önem vermesiyle tüm dünyevi ve ahlaki-uhrevi düşünce sistemlerinin üstünde bir fikri görüşe sahiptir.
Tüm insanlar kardeştir
İslâm’a göre kadınlar üçe ayrılır. Bir kadın, Müslüman erkeğin ya annesi, ya eşi ya da bacı-kız kardeşidir. Yani eşi ve annesi dışında tüm Müslüman kadınlar, bir Müslüman erkeğin (dini açıdan) kız kardeşidir. İslam açısından “âdemoğlu” ise dörde ayrılır: Ya akraba, ya komşu, ya Müslüman ya da insandır (İnsani vasfını kaybetmiş, ‘Esfele safilin olan edaller’ hariç!) Kısaca, Hz. Ali’nin dediği gibi, insanlar “Ya dinde kardeşin, ya hilkatte bir eşindir.” (Muhammed b. Hasan b. Muhammed b. Alî Hamdûn, et-Tezkiretu’l-Hamdûniyye, I/316; Abdülazîz Çaviş, Anglikan Kilisesine Cevap, s. 112) “Hz. Cebrail aleyhisselam bana komşu hakkında o kadar aralıksız tavsiyede bulundu ki, komşuyu varis kılacağını zannettim.” (Buhari, Edeb 28; Müslim, Birr 140, (2624); Ebu Davud, Edeb 132, (5151); Tirmizi, Birr 28) Thomas Carlyle’ın sözleri ile bitirelim: “Müslümanlıkta bütün ‘insanlar’ eşittir.” (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 60)
Sınırsız özgürlük olur mu?
Dünya Sağlık Örgütü’nün 2005 yılındaki ‘Alkol ve Kişilerarası Şiddet’ araştırmasının 2. sayfasından: Norveç’te acil servise başvuran şiddet mağdurlarının %53’ü saldırganın saldırıdan önce alkol kullandığını belirtmiş; Rusya Federasyonu’nda, 1995 yılında cinayetten tutuklanan kişilerin neredeyse %75’i alkol kullanmış; İngiltere ve Galler’deki anket verileri (2003–2004), şiddet faillerinin tüm şiddet olaylarının yarısında (%50) içki içtiğini, bu da yılda 1,3 milyondan fazla alkole bağlı şiddet vakasına eşdeğer olduğunu göstermiş; İzlanda’da, şiddete uğrayan kadınların %71’i partnerlerinin alkol kullandığını belirtmiş; Birleşik Krallık’ta tecavüz suçundan hapse giren erkeklerin %58’inin önceki altı saat içinde alkol aldığı ve %37’sinin bağımlı olduğu belirtilmiş.
Dünya Sağlık Örgütü’nün 30 ülkeyi kapsayan ve Türkiye’nin de içinde olduğu araştırma raporuna göre; Trafik kazalarının %61’i; Genel suçların %85’i;Tecavüzlerin % 50’si;Eşini dövenlerin %70’i;İşe gitmeyenlerin %60’ı;Cinayetlerin %85’i;Şiddet olaylarının %50’si;Genel tutuklamaların %50’si;Akıl hastanelerine yatanların %40’ı, içki yüzünden olmaktadır. (Yeşilay Dergisi, Ocak 2014, s. 7)
Avrupa Komisyonu’nun Haziran 2006’da yayınlanan ve ”Alcohol in Europe: A public health perspective” (Avrupa’da Alkol: Halk Sağlığı Perspektifi) başlığını taşıyan çalışmada ülkeler bazında alkolün suçlarla bağlantısı tektek verilmiştir. Mesela şiddet suçlarının isveç’te %86; Estonya’da % 60-70; Norveç’te %80; Fillandiya’da % 66 vd. alkol nedeni ile olmakradır. Hırsızlık olaylarının fillandiya’da % 53’ü;Norveç’te ve Polonya’da %40’ı vd. alkol nedeni ile ve cinsel saldırıların İngiltere’de %58; Norveç’te %60’ı vd. alkol nedeni ile gerçekleşmektedir.
İnsan ne kadar eğitimli olursa olsun, insanda nefis, ego, şehvet vardır. Eğitimli bir sarhoş insanın tavırları ile cahil bir sarhoşun tavırları arasında hiç bir fark yoktur. Yani sarhoşluk eğitimi sıfıra indirmektedir! İşte rabbimiz, verdiği aklın kullanılmasına engel olan, alkol başta insana zararlı olan şeylerin tümünü yasaklamış ve insanlara yararlı olan şeyleri ise helal kılarak insanların dünya hayatında mutlu ve huzurlu olmalarını amaçlamıştır.
Materyalistlere göre insanın, “Konuşan/düşünen hayvan”; “Omurgalı memeli hayvan.” şeklinde tanımı yapılmaktadır. Tüm bu tanımlar, doğru tarafları bünyesinde barındıran eksik tanımlardır. İnsanın doğru tanımı; “Melekten üstün de olabilme, hayvandan da aşağı olup şeytanlaşabilme yeteneğine sahip akıllı canlıdır.” (Bakara, 30; Araf, 179; Tin, 5) şeklinde olmalıdır. Bu tanımdan hareket edersek, insanın meleki özelliklerinin önünü açıp şeytanlaştıracak özelliklerinin önünü kapatmak gerekmektedir. Bu ise, iyiliği (Ahlakı, temizliği, dürüstlüğü, namusu vd.) teşvik edip, kötülüğe (Ahlaksızlık, kadın bedenini sömürüsü, içki, kumar, faize vd.) engel olmakla (Seddu zerai) ancak mümkün olabilir.
Tüm insanlar eğitilse bile içki serbest ise, kumar, faiz serbest ise, fuhuş, kadın bedeninin sömürüsü serbest ise; insanların maddi eğitimden geçmeleri kötülüğe asla engel olmaz.
İslam’a göre özgürlük; kendine de, başkalarına da zarar vermeden istediğini yapma hürriyetidir. Yani içki, uyuşturucu hürriyet kapsamına girmez İslam’da. Hiç kimse kendine ve başkasına zarar vermeyi özgürlük olarak nitelendiremez.
“Siyasetin ve reklam sektörünün anahtar terimi özgürlüktür. Bir Müslüman’ın şu suali sorma hakkı ve görevi vardır: Bedensel hazların her türü üzerine konulmuş baskı ve kısıtlamaları kaldırıp hazzın her türünün önünü açmak özgürlük mü? Kişi bedenini zinada veya fıtri cinselliği tahrifata uğratmasında kullanabilir mi? Nefsin arzu ve isteklerinin önünü açan bir demokrasi, salt komünist veya faşist rejimlerdeki müdahaleleri ortadan kaldırıyor diye kabule şayan olabilir mi? Efendimiz, dünyanın bizim için “gurbet diyarı” olduğunu söylemiştir. Kişi gurbette olduğunu unutmadığı müddetçe sorun yok, unutup da gurbetteki varlığını anlamlandıramadığında sorun başlar ki, modern insan burayı asli vatanı sayıyor, ama bir süre yaşadıktan sonra dünyayı bırakıp gideceğini de kesin olarak biliyor. Pekiyi, eninde sonunda gideceksen burası nasıl senin asli vatanın olabilir ve burada nasıl sınırsız özgür olabilirsin! Nefsin arzularına malzeme taşıdıkça ruhu hapseden zindanın duvarları daha çok yükselir, kalınlaşır. “Ruhun özgürlüğü” ile “nefsin özgürlüğü” arasında tercih yapmak durumundayız. Rejimin siyasal felsefesi de bununla ilintili. Bedenin sınırsız arzularını ve güç temerküzünü hedefleyen liberal demokrasi bizi ne kadar özgürleştirebilir?” (A. Bulaç, 6.4.2013)
Allah’ın emirlerinin herbirinin mutlaka bir hikmeti vardır. Maddi ve manevi insan için getirisi vardır; insan o emirleri yapmaya muhtaçtır Şimdi İslam’ın (Allah inancından dua, namaz, abdest, oruç, tesettür vd.) bazı emir ve yasakları ile bilim adamlarının görüşlerini (Gazete, dergi, kitap görüntü-fotoğrafları sitemizde mevcuttur) bir arada değerlendirelim:
Allah inancı başlı başına bir ilaç: Kendisini ‘Dinsiz bir kişi’ olarak tanımlayan Mind/Body Medicam Enstitüsü’nün kurucusu Harvard Tıp Fakültesi’nden Dr Herbert Benson, Allah’a olan inancın ve ibadetlerin insan sağlığı üzerinde başka hiçbir şeyde görülmeyecek derecede olumlu bir etki meydana getirdiği sonucuna vardı. Benson’a göre bu durum, insan bedeninin ve zihninin “Allah’a iman etmeye göre ayarlı” olmasından kaynaklanıyor. Dr. Benson’ın 1500 kişiyi kapsayan araştırmasında, dinine bağlı kişilerde depresyon, stres ve akıl hastalıklarının daha az olduğu görülmüş olması da onun bu kanaatlerini destekliyor. Amerikan Sağlık Araştırmaları Ulusal Merkezi’nden David B. Larson ve ekibi tarafından derlenen, Amerikalı “dindar” ve “dinsizler” arasında yapılan karşılaştırmaların sonuçları ibret verici. Larson bunu kitabında da vurguluyor. Dindarlar, dini yönü zayıf olan veya hiç olmayan kişilere göre, kalp hastalıklarına %60 daha az yakalanıyor; Dindarlarda, dini yönü zayıf olan veya hiç olmayan kişilere göre intihar oranı %100 daha düşük. Dindarlarda, dini yönü zayıf olan veya hiç olmayan kişilere göre tansiyon bozukluğu çok daha düşük. (Yeni Akit, 29.12.2018; Dinsizlerin sağlığı daha bozuk oluyor; 1.7.2008¸Eşinizle karşılıklı dua edin; 20 Aralık 2018)
Dindarlar daha mutlu: Araştırmalara göre; düzenli olarak ibadetlerini yerine getiren insanların daha mutlu olduğu ortaya çıkıyor. Bunun çeşitli sebepleri var. Ancak dört faktör öne çıkmaktadır: İlk olarak din, insanların hayatta anlam, gelecek için iyimserlik ve ümit bulmalarını sağlayan tutarlı bir inanç sistemi sunmaktadır. Kaçınılmaz olan ölüm yalnızca inanmak ile anlam bulmaktadır. “Niçin dünyaya geldik? Yaşamın gayesi nedir? Ölümden sonra ne olacak?” gibi hayati soruların cevabı dindedir. Dinî inanç sistemleri insanların her şeyin düzen ve intizam içindeki kâinattaki yerlerini anlamalarını; olumsuzluklara karşı koymaya, streslerle başa çıkmaya ve hayatı süresince meydana gelen kaçınılmaz kayıplara anlam vermelerini ve bu zorlukların çözüme kavuşacağı öbür dünya için iyimser olmalarını sağlar. İkinci olarak, dinî merasimlere rutin olarak katılım ve dindar bir topluluğun parçası olmak, insanlara sosyal destek sağlamasının yanı sıra yakınlık ve aidiyet ihtiyaçlarını karşılar. Kendilerine ve topluma güvenlerini artırır. Üçüncüsü, dine katılım çoğu zaman evlilikte sadakat, aile birliği, fedakârlık, yeme ve içmede ılımlılık, tevazu, affedicilik, Allah’ın verdiği nimetlere şükran duyma ve sevecenlikle karakterize edilen erdemli (faziletli) davranışlarla ve çok çalışmakla nitelendirilen bedensel ve ruhsal açıdan sağlıklı yaşam biçimleriyle ilişkilendirilmektedir. Dördüncüsü, ibadet etmek, dua ve zikir etmek, ibadethanelere gitmek ve cemaatle Allah’a yönelmek ve benzeri dinî ve manevi uygulamalar sevinç, huşu, sevecenlik ve coşku gibi olumlu duygular doğurur, mutluluk verir. Sıkıntılı anlarda Yaradan’a sığınma, O’ndan yardım isteme rahatlatıcıdır. Bayramlar, dinî özel günler (kandiller gibi) yine toplumda birlik ve kardeşlik ruhunu, barış ve dayanışmayı artırır. Tabi bu araştırmalar Müslümanlar üzerinde yapılsa idi daha şaşırtıcı neticeler alınırdı. Ancak şu sonuç çıkmaktadır: İnanan insan daha mutlu, daha sağlıklıdır ve daha uzun yaşamaktadır. (Prof. Dr. Sefa Saygılı, Akit, 29 Ekim 2016)
Yeni Asya, 12.10.2004
“Bazı hastalarının din sayesinde büyük manevi güç kazandıklarını” fark eden ABD ulusal insan Genomu Araştırma Enstitüsünün Başkanı Francis Collins ateizmden vazgeçmiştir. (Mustafa Akyol, Bilim, Din ve Ateizme Dair Modern Ezberlerin Sonu, s. 33)
“Ateist iken beyin kanaması geçirip bir süre felç kalan Serdar Turgut: “Dinin, dua etmenin bana çok yararı oldu. Duanın gücünü keşfettim. Hayırda şerde senden. Bizi koru, Sabır Allah’ım. (Gerçek Hayat, 7 Ocak 2005, 220. Sayı, s. 23)
“Dua en önemli motivasyon aracıdır. Dua İnsanın kendisini bilmesidir, insan zor şartlarda paniğe kapılır ve şoka girer. Dua ile insan yalnız olmadığını anlar.” (Prof. Cağfer Karadaş, Kafama takılanlar 2, s. 61, 62)
.
Amerikalı araştırmacılar tarafından vücuda faydalı olduğu tespit edilen hareketlerden bazıları
Dua okutmak hastalıklara daha iyi geliyor: Kansas st. Luke’s hastanesi, San Francisco hastanesi ve Columbia üniversitesinin yaptığı araştırmalar, dua okutmaların -dikkat okumanın değil!- hastaların iyileşme sürecini hızlandırdığını ortaya çıkardı. Hastalar kendileri için dua edildiğini bilmiyorlardı. St. Luke’s Hastanesinde kendisine dua edilen 990 kalp hastasının 466’sına dua okundu. Dua okunan hastaların yüzde 11’i daha hızlı iyileşti. San Francisko Hastanesinde 390 hastadan 150’sine dua edildi ve bu hastalarda daha çabuk iyileşti. Columbia Üniversitesinde üreme sorunu yaşayanlardan dua okunanalarda, döllenme başarısı oranı yüzde 8’den 16’ya çıktı. Embriyonun rahimde sağlıklı büyüme şansı ise yüzde 25’ten 50’ye yükseldi. İngiltere Ulusal Psikiyatri Enstitüsü’nün uzmanı Dr. Peter Fenwick’e göre bu araştırmalar insan enerjisinin gücüne işaret ediyor. (Vatan, 12.09.2003); Nörolog Andrew Newberg’in araştırma sonuçlarını yayınladığı “How God Changes Your Brain” (Tanrı beynimizi nasıl değiştiriyor?) adlı kitaptan: “ 10-15 dakika içten şekilde dua etmek beynin gri bölgelerini harekete geçiriyor, düşünce gücünü artırıyor ve merhamet duygusunu geliştiriyor. Korku ve öfke gibi duyguları azaltıyor. Bu etkilerin sonucu olarak öğrenme yeteneği gelişirken, oluşan rahatlama hisside psikolojik açıdan sağlık üzerinde olumlu etkiler yaratıyor.”; Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nazan Aydın: “Dua, zikir gibi dini yaşantılar sırasında beynin bazı bölgelerinde kanlanma artıyor ve uzun süre devam ettirildiğinde ise beynin hafıza ve dikkatten sorumlu bölgelerinde yeni beyin hücresi oluşumu meydana geliyor.” (Yeni Asya, 18 Nisan 2010); ABD”de yayınlanan ünlü haber dergisi, Allah ve Sağlık: Din İyi Bir İlaç mı? Bilim Neden İnanmaya Başlıyor? (God & Health: Is Religion Good Medicine? Why Science is Starting to Believe?) başlığı altında dinin iyileştirici etkisini kapak konusu yaptı. Allah inancının insanın moralini yükseltip hastalıktan daha kolay kurtulmasını sağladığına değinilen makalede, bilimin de inançlı insanların hastalıkları daha kolay ve çabuk atlattığına inanmaya başladığını bildirdi. Newsweek”in anketine göre, insanların %72″si dua ederek hastalıktan daha çabuk kurtulduklarına, duanın iyileşmeyi kolaylaştırdığına inanmaktadırlar. ABD ve İngiltere”de yapılan araştırmalarda da, hastalar için dua etmenin, hastaların rahatsızlık belirtilerini azalttığı ve iyileşme sürecini hızlandırdığı sonucu elde edilmiştir. (Newsweek, 10 Kasım 2003); Dua iyileştiriyor: The New York Times gazetesi dua ile iyileşme süreci arasındaki bağlantıyı araştıran çalışmaları masaya yatırdı. Bilim, dua edilen kişilerin daha kolay iyileştiğini ispatlıyor. (Yeni Asya, 12.10.2004); Yazar ve ressam Özge Günaydın kanserle mücadelesini kazanan ve bu süreci satırlara taşıyan bir kadın. “Çok dua ettim ve Rabbime sığındım. Bu hastalıktan ders çıkarmak için var gücümle uğraştım. Duanın gücüne inandım. Dua ederken çok daha fazla pozitif düşünceye odaklandığımı fark ettim. Dua benim için müthiş bir enerji kaynağıdır.” (Yeni Şafak, 18.3.2018); Dünyaca ünlü kalp cerrahımız Mehmet Öz diyor ki: “Dua etmek insanı çabuk iyileştirir. Her ameliyattan sonra hastalarıma dua ettiririm. Bu onları çabuk iyileştirir.” (Vatan, 4 Mart 2003); “Dua, bazen infilak gibi güçlü bir etkiye sahiptir. Bu yolla, kanser, böbrek iltihapları, ülser, deri, akciğer ve kemik veremi veya kalp zarı gibi hastalıkların hızla iyileştikleri görülmüştür. Başkası için yapılan dua, bireyin kendisi için yaptığı duadan sürekli daha etkili olagelmiştir. Öyle anlaşılıyor ki duanın kabulü, şiddet, ısrar, keyfiyet ve kalitesine bağlıdır.” (Alexis Carrel, Dua, s. 62 ); “Dua yer çekimi gibi gerçek bir kuvvettir. Doktorluk hayatımda tıbbın fayda etmedeği ama dua ile iyileşen nice insanlar gördüm. Bu alt edilemez sanılan tabiat kuralları ile başa çıkacak tek kuvvet duadır.” (Carrel, Bütün Dünya Dergisi, Ağustos, 1949)
Fransız ilim adamı M. Lantee, “Namaz ve insan sağlığı konusundaki görüşlerini şöyle özetliyor: Bu konu üzerinde senelerce süren araştırmalar yaptım, sonuç olarak namazdaki hareketlerin kalp yetmezliklerini, damar sertliğini önlediğini söyleyebilirim. Bu hareketler damarlara ve kalbe izometrik egzersizler yaptırmakta ve büyük bir elastikiyet sağlayarak damar sertliğini engellemektedir. Bu durum beyin damarları içinde geçerlidir.” Beş vakit şifa: İsviçre’nin Siegfield laboratuvarı lisansı ile romatizmaya ilacı olarak üretilen ‘Prodisan Kapsül’ ilacının tanıtım broşürü, namazdaki hareketlerin bir şifa kaynağı olduğu olduğunu tartışılmaz şekilde ortaya koyuyor.” (Dr. Gülsen Ataseven, Gerçeğe Doğru dergisi, III/ 24) ve Amerikalı araştırmacılar tarafından vücuda faydalı olduğu tespit edilen hareketler(Yeni Akit, 4.9.2015):
“An Ergonomic study of body motions during Muslim prayer using digital human modelling” adlı Inderscience adlı sitede yayınlanan araştırma da aynı sonuçları vermektedir. (https://www.inderscience.com/info/inarticle.php?artid=81914); Günaydın gazetesinin 8.3.1983 tarihli bir haberin küpürünü eğitimci Vehbi Vakkasoğlu ‘Öğretmenin Not Defteri 1’ adlı eserin 202. sayfasında paylaşır: “Fransızlara göre romatizmanın ilacı 5 vakit namaz: Fransız doktorlar, romatizma, bel ve sırt ağrılarından şikayet eden hastalara Müslümanlar gibinamaz kılmalarını tavsiye ediyor.”; “Viyana Üniversitesi Tıp Fakültesi Profesörü Dr. Hans Tischer, ünlü bir ortopedi uzmanıdır. Bu bilim adamı, kendi sahasıyla ilgili bir hareketler zinciri olan namazı incelemiş ve şöyle bir yargıya varmıştır: “Müslümanların namazı ortopedik açıdan incelendiğinde, bütün hareket ve pozisyonlarıyla, boyun, omuz, kol, sırt, omurgalar, dirsekler, bacaklar, diz, kalça ve ayak bilekleri hatta parmak eklemlerine varıncaya kadar vücudun her eklemini hareket ettirir. Ayrıca boyun, omuz, kol, bacak, sırt ve karın kaslarının tümünü büyük bir ahenk içinde kasılıp yumuşatmakta ve böylece tam bir sağlık kaynağı olmaktadır. Üstelik tüm bu faydalı hareketler günde beş defa tekrarlanmaktadır. Vücut için bundan daha faydalı daha rahatlatıcı bir hareketler topluluğu düşünülemez.” (Vatan, 06.11.2003); Şiva, Hallel Yafa hastanelerinden, Tel Aviv ve Ben Gurion Üniversitelerinden İsrailli, Claibland Üniversitesi’nden Amerikalı araştırmacılar, ABD’deki NIH Ulusal Sağlık Kulübü’nün finanse ettiği çalışmaları sonucunda namazın etkisinin, eğitimsel kurumlardaki (aynı araştırmaya göre bu hastalığa yakalanma riskini yüzde %24 azalttığı ortaya konan) eğitim faktörünün olumlu etkisinden daha büyük olduğunu keşfetti. İsrail Haaretz gazetesinin bazı kısımlarını yayınladığı araştırmaya göre insanın eğitim aldığı yıllara oranla namazın etkisi de kat kat artıyor. Araştırmayı gerçekleştirenlerden İsrailli Profesör Rvka Aenzlberg, namaz kılan kimsenin namaz esnasında birçok kültürel ve düşünsel faaliyete yatırım yaptığını ve bunun de kendisini Alzhemier hastalığından koruduğunu belirtti. (Timeturk, 17.08.2012); Sonradan Müslüman olan Jeffrey Lang adlı matematik profesörünün yazdığı, ‘Melekler de Sorar’ (Even Angels Ask) adlı eserinden, ilk namazıla ilgili anısından bir bölüm: “Bu esnada idrak ettiğim en önemli husus ise, benim Allah’a ve namaza şiddetle muhtaç olduğum gerçeği oldu.”; İnternette yer alan ‘Egzersiz zihni açıyor’ başlıklı yazılarda da “fiziksel faaliyetlerin kan akışının beyin dâhil, bedenin her yerinde arttığını” gösteren çalışmalara rahatlıkla ulaşılabilmektedir. Zaten zihnin en açık olduğu an olan beyne en fazla kan gittiği hareket olan secde, aynı zamanda Allah’a en yakın olunan da andır: “Kulun rabbine en yakın olduğu hal secde halidir.” (Müslim, Salat, 215; Ebu Davud, Salat, 148; Nesai, Tatbik, 78) J. H. Lenison. ‘Günde 5 vakit namaz kılındığı esnada, gah çölün vahşi yalnızlığında, gah şehrin kalabalıklarında, müminlerin Allah’a itaat ve sadakat arz eden bu kimseler üzerinde derin tesiri icra eder ve bu tesir mutlaka ki benzersizdir.’ (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 18) demektedir.
Dinin doğru anlaşılıp doğru uygulandığı “her yerde” barış, huzur vardır: Turkcell Süper Lig’deki Beşiktaş-Fenerbahçe derbisi öncesinde iki takımın taraftarları arasında kavga çıktı. (İHA, 29 Mart 2008); Beşiktaşlı ve Fenerbahçeli taraftarlar, Eyüp Sultan’da bir araya gelerek kıldıkları sabah namazının ardından birlikte dostluk kahvaltısı yaptı. (Milliyet, 19.12.2010)
Önemli hatırlatma: Hiçbir ibadet egzersiz/spor değildir. İbadetten maksat, kulun Rabbine kulluğunu göstermesidir. Yoksa bu bilinç ile yapılmayan ibadet, spor faaliyeti olarak kalır. Ama şunu da bilelim ki ibadet maksadı ile yapılan tüm kulluk göstergelerinin ‘Allah rızası öncelikli olmak şartı ile’ mutlaka devamında kula maddi anlamda faydalı bir yönü de bulunmaktadır!
Nobel ödüllü bilim insanından çarpıcı açıklama: Müslümanların orucu. Yoshinori Oshumi; Japon biyolog ve bilim insanı. 2016’da İsveç Nobel Vakfı tarafından, hücrelerin kendi kendini sindirmesi olarak bilinen otofaji alanındaki çalışmaları nedeniyle Nobel Ödülüne layık görülen bilim insanı, oruç tutmanın sağlığa faydalarını bilimsel olarak ispat etti. Genlerdeki mutasyonlar hastalıklara neden olurken, aç kalma süreçlerinin kanser ve nörolojik hastalıklar gibi bazı vakalarda düzelmelere sebep olduğu gerçeğini ve sağlığa katkılarını kanıtladı. (Mynet, 19.04.2022) ; ABD’li bilim insanları: Haftada 2 gün oruç tutmak ömrü uzatıyor. (TRT Haber, 27.12.2019) Bilindiği gibi peygamber efendimiz haftada 2 gün, pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutardı. (Tirmizi, Savm, 44; Nesai, Sıyam, 36; İbni Mace, Sıyam, 42; Hanbel, VI/80) ; Ünlü Doktor Enver Saraç’tan flaş açıklama: Kanseri öldürmek için oruç tutun. (Milliyet, 10.04.2017) Devamı, ‘Oruç ve sağlık’ adlı yazımızda
Abdest: “İnsan bedeni ‘statik elektrik’ üretiyor. Tabii haliyle ve özellikle sevinç, üzüntü, heyecan, stres gibi duygu dalgalanmalarında 5-10 kat fazla olmak üzere. Bu statik elektrik insan dış yüzeyinde yani teninde birikiyor. Ayrıca tüm canlı ve cansız cisimlerin dış yüzeylerinde de statik elektrik yükü var ve insan günlük yaşantısında bunlarla el ve vücudu ile temasında da elektrik yükü alıyor ve statik elektrik birikimi artıyor. Bu birikim çepeçevre tüm vücudumuzu yani tenimizi zırh gibi kaplıyor. Defedilemez ve aktarılamaz ise insana huzursuzluk, sıkıntı ve rahatsızlık veriyor. Bu statik elektrik yükü vücuttan nasıl atılacak? İletken maddelerle temas edilerek. Elektriğe karşı en iletkenlerin başında bildiğimiz su gelir. İnsan banyo yapınca bu yük suya aktarılıyor. İşte insanın duş ve banyo sonrası büyük rahatlık duyması bu yüzden. Bir de biliyorsunuz, çıplak ayakla toprağa basıldığında da bu yük toprağa aktarılabiliyor. Bazı psikolojik rahatsızlıklarda doktorlar hastanın çıplak ayakla toprakta gezinmesini önerirler. Bu pratik ve seri etki gösteren bir tedavi yöntemidir. Artık ibadete geliyoruz: İbadet bir takım şekilsel hareketlerin yanında aslında düşünseldir. Düşünce de yukarıda belirttiğimiz gibi bir enerjidir. Beyinde oluşan düşünce enerjisi, tüm vücut ve özellikle giysilerle kapatılmayan kafa, el, yüz gibi vücudun dış yüzeyleri ile Allah’a ve O’nun her insan için görevlendirdiği yazma (kayıt) ve iletişim ile görevlendirdiği aracılara yani meleklere iletilecektir. Namazdan önce abdest alınması ile insanın vücudundaki bu statik elektrik yükü boşatılarak iletişim kanalları açılmış oluyor ve insan Namaz ibadeti ile yaratıcısının huzuruna çıktığında O’nunla iletişim kurmasına fiziki bir engel kalmıyor. Boy abdesti yani gusülde de gerekçe aynıdır. Cinsel bir aktiviteden de insanın aşırı bir statik elektrikle yüklenmesi olağandır. Bu elektrik yükü de yıkanmak yani gusül abdesti almakla atılacaktır. Şimdi gelelim bu söylediklerimin sağlamasına, yani doğruluğunun ispatına: Abdestin alternatifi nedir? Yani su bulunmama halinde abdest gereği nasıl yerine getirilecektir? Teyemmümle yani toprakla. Yukarıda anlattığım gibi toprak da iletkenliği nedeni ile suya alternatiftir. İşte bu sebepten su bulunmadığında teyemmüm edilir.” (Prof Gazi Özdemir, Din ve Beyin-Temel Prensipleri Aynı adlı eserinden alıntılayan Hasan Suiçmez, Abdestin Sırları, Çayhaber.net, 25.07.2012)
Abdest, bilimsel mucizeler
a) Abdestin Dolaşım Sistemine Verdiği Sağlık Nimetleri: Damarlar kalpten uzaklaştıkça incelerek nihai dokulara ulaşmaktadır. Bu ince damar sistemi esnek, pürüzsüz olduğu takdirde normal görevini sürdürebilir. Yoksa damarlar zamanla daralır, neticede tıkanır. Bu olaylar beyinde olursa ihtiyarlık erken gelir, bunama kaçınılmaz olur. Bu tehlikeli gidişten uzaklaşmanın en pratik ve sağlam yolu, damarlara genç yaşlardan başlayarak esneklik kazandırmaktır. Özellikle beyin dolaşımı ve kalpten uzak düşen ayak ve el damarlarında bu jimnastiğin yapılması zorunludur. Bunun en kolay yolu, damarları ısı farkı ile açıp kapayan su ile yıkama sistemidir. İşte kolayca fark ettiğimiz gibi, abdest alma damar sistemine esneklik kazandıran harika bir reçetedir. Özellikle ağız, burun ve boynun iki yanının ile teması, kafa kaidesinin etki ile beyin dolaşımını zenginleştirir. İşte 14 asır önce İslamiyet, suyun altın olduğu bir noktadan (Arabistan) arza intişar ederken, abdesti bu akıl almaz hikmeti için getirmiştir. Bu sayede kalp ve dolaşım basıncı rahatlayacak. Bu sayede beyin ve sinir sistemi tüm uyuşukluklarından kurtulacaktır. Bugün sinir yorgunluklarının tek doğal ilacı olarak da gusül tarzında genel yıkanma en sağlıklı tedavi usulüdür. Daha incesi abdest alma alışkanlığı ile oruç ve namazın hayat boyu sağlığımıza verdiği kazancı beraber düşünürsek, ciltlerce kitapta saymakla bitiremeyiz.
b) Abdestin Korunma Sistemine Verdiği Sağlık Nîmetleri: Korunma sistemimiz (mikroplara ve kansere karşı) bildiğimiz dolaşım sisteminden farklı; daha ince damar şebekesinden kurulu ayrı bir yapıya sahiptir. Bu sistem beyaz kan sistemi, ya da tıp ismi ile lenf sistemidir. Bu sistemin sağlıklı işlemesi de dolaşım sistemi kadar önemlidir. Üstelik lenf (beyaz kan) damarları kan damarlarından on defa daha incedir. İşte abdest bu sistem için akıl almaz bir nîmettir. Onun kıldan ince damarlarını da esnek tutar. Hele bu sistemin özel merkezleri olan burun arkası ve boğazın sık sık yıkanması (gusül); korunma sistemimize yeniden güç ve hareketlenme kazandırır. Abdest ve guslün lenf sistemine kazandırdığı uyarı, tüm hastalıklar, hatta kanser gibi konularda fevkalâde ciddi yarar sağlar.
c) Abdestin Vücudun Statik Elektriğini Giderici Etkisi: Tüm hücreler çevresinde belli bir statik elektrik vardır. Ancak vücudun tümü bu statik elektriğin olumlu dengesi içindedir. Bunu his dahi etmeyiz. Ne var ki, gerek havada artan iyonlar, gerek özellikle çağımızda bir mesele olan plastik giysiler, vücudun dış yüzünde elektron artmasına neden olur. Bu olay dıştan içe doğru bizi etkilemektedir. Özellikle sinir sistemi üzerinde ciddi rahatsızlıklar yaratır. Bir önemli etki de deri üzerindedir. Bahis konusu olan elektron artışı deri altındaki çok minik kasları yorar ve onların vaktinden önce esnekliklerinin kaybolmasına neden olur ki; bu sonuç yüzde kırışmaların baş nedenidir. Vücut kırışma ve sarkmaları da bu statik elektrikle yakından ilgilidir. Eskiden beri tedavi edici etkisine inanılan ve günümüzde pek moda olan akupunktur bu statik elektriği dışarı atmanın bir tarzıdır. Vücudun statik elektriğinin aşırısını dışarı atmanın iki yolu vardır. Ya çıplak el ve ayakla toprağı elleyerek bir nevi toprak hattı yapmak. Ya da su ile yıkanarak bu elektronları dışarı aktarmak. (Onkolog Dr. Haluk Nurbaki`den alıntı; Dogruhaber.com.tr, 26.01.2019)
2005’li yıllarda internette kısa süren bir ‘sünnet sağlığa zararlıdır’ furyası başlatılmış, çağdaş sıfatlı doktorlarımızda bu furyaya katılmışlardı. Gerçek ne peki?
BM’den Sünnet olun Çağrısı: Birleşmiş Milletler’in sağlık örgütleri, AIDS’e yol açan HIV virüsünden korunmak için erkeklere sünnet yaptırmaları tavsiyesinde bulundu. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ile UNAIDS (HIV/AIDS Ortak Programı) uzmanları, erkeklere sünnetin virüse karşı kısmi koruma sağlayacağını açıkladı. DSÖ uzmanlarından yapılan açıklamaya göre sünnet AIDS’e yakalanma riskini yüzde 60 oranında azaltıyor. Dünya Sağlık Örgütü HIV/AIDS bölümü başkanı Dr. Kevin De Cock da “Heteroseksüellerde HIV enfeksiyonunun yüksek ve sünnet oranının düşük olduğu ülkelerde artık HIV bulaşma riskini azaltacak yeni bir yöntemin bulunduğunu” söyledi. Dr. De Cock, “Dünyada 665 milyon sünnetli erkek var. Eğer bu sayıyı iki katına çıkarabilirsek, 20 yıl içinde 5.7 milyon AIDS vakasını ve 3 milyon erkeğin ölümünü engelleyebiliriz” dedi. (Vatan, 28.03.2007); Sünnet AIDSten kurtarıyor: İngiltere’de Harvard Üniversitesi profesörleri Daniel Halperin, AIDS’e yol açan HIV virüsüne karşı en etkili yöntemin sünnet olduğunu açıkladı. Sünnetin uzun vadede kondomdan bile koruyucu olduğunu savunan Halperin, virüsün bulunmasının 25’inci yıldönümü için Independent’a verdiği demeçte “BM’nin her yıl AIDS’le mücadeleye ayırdığı paranın yüzde biriyle, yani sünnetle daha etkili olabiliriz” dedi. (İnternet Haber, 10.05.2008); AIDS için Coni de kestirecek: New York sağlık yetkilileri harekete geçti. AIDS’i önleyen sünnet için kampanya başlıyor. ABD erkeği sünnet olacak. New York’ta, AIDS riski içinde bulunan erkeklerin sünnet yaptırmasını teşvik için kampanya başlatılması planlanıyor. New York Times’ın internet sitesindeki habere göre, Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO), sünnetin AIDS’e yol açan virüs HIV’in bulaşmasını önlemede etkili olduğunu açıklamasından sonra New York sağlık yetkilileri harekete geçti. Atlanta’daki Hastalıkların Kontrolü ve Önlenmesi Merkezi, bunu ulusal bir politika haline getirmek için çalışmalar yapmaya hazırlanıyor.Ancak merkezin çalışmalarından önce harekete geçen New York sağlık yetkilileri, sünnet konusunu üyeleriyle ele almaları için bazı gruplar ve eşcinsel örgütleriyle şimdiden temasa geçti.Yetkililer, bunun yanı sıra kentteki hastane ve klinikleri idare eden Sağlık ve Hastaneler Kurumu’ndan sağlık sigortası olmayan erkeklerin ücretsiz sünnet edilmesini istedi.Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ile UNAIDS uzmanları, Kenya, Uganda ve Güney Afrika’da yapılan araştırmalara dayanarak, sünnetin AIDS’e karşı korunmada etkili olduğunu belirtmiş ve erkeklere sünnet olmaları tavsiyesinde bulunmuşlardı. (İnternet haber, 08 Nisan 2007); Sünnet “penis kanseri”nden koruyor: ASM Çocuk Cerrahisi Uzmanı Dr. A. Nadir Tosyalı: “Penis kanseri riskini ve partnerlerin rahim ağzı kanseri riskini azaltan sünnet, ciddiye alınması gereken önemli bir cerrahi işlemdir.” (Mynet, 20.05.2010); Sünnet tüm dünyada yaygınlaşıyor: Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Selami Sözübir, sünnetin hem cerrahi yönü hem de psikolojik yönüyle üzerinde önemle durulması gerektiğini belirtti. (28.4.2009)
Kur’an ilacı: Katar`da yayınlanan Ar-Raya Gazetesince 2000 yıllın başlarında dünyaya duyurulan habere göre; Mısırlı Dr. Abdulbasıt Muhammed tarafından insan terindeki terkipten elde edilen ve yüzde 99 başarı sağlayan, üstelik hiçbir yan tesiri bulunmayan ilaç, biri Avrupa diğeri Amerika olmak üzere iki yerden onay aldı. Söz konusu yeni göz ilacının, sıvı ve göz damlası şeklinde bir İsviçre şirketi tarafından üretime başlandığı ifade etmişti ve bu ilaç şimdi tüm dünyada aranan ve yok satan bir ilaç haline gelmiştir. Adı geçen gazetenin o zamanki Haberinde; ilhamını Yusuf Suresi’nden aldığını belirten Dr. Abdulbasıt Muhammed, adına “Kur`an İlacı” dediği ilacın buluşu hakkında şunları söylüyordu: “bir gün, sabahleyin Yusuf Suresi’ni okuyordum. Aklım 84. ve onu takip eden ayetlere takıldı. Ayette, oğlu Hz. Yusuf`un başına gelenlerden dolayı şiddetli hüzün ve kederle ağlayan Hz. Yakup’un gözlerine akların indiği ve daha sonra, Hz. Yusuf Peygamber`in babası Hz. Yakup’a gönderdiği gömleği, babasının` gözlerine sürmesiyle gözlerinin iyileştiği ve eskisi gibi görmeye başladığı ifade ediliyordu. Burada düşünmeye başladım. Hz. Yusuf`un gömleğinde ne olabilirdi? Sonunda gömlekte terden başka bir şeyin bulunmadığı kanaatine vardım. Düşüncemi ter ve terkibi üzerinde yoğunlaştırmaya başladım. Laboratuar çalışmalarına başladım. Tavşanlar üzerinde deneyler yaptım. Sonuçlar oldukça olumlu çıkıyordu. Daha sonra gözünde katarakt bulunan 250 gönüllü şahıs üzerinde günde iki defa olmak üzere iki hafta süreyle tedavi uygulamaya başladım ve sonunda yüzde 99`lukbir başarı elde ettim ve buna `işte Kur`an mucizesi` dedim.” Katarak tedavisinde yüzde yüz olumlu sonuç veren Kur’an ilacı şu an yok satmaktadır. O zamanlar, onay için, ilaçla ilgili araştırmasını Amerika ve Avrupa`daki yeni buluşları tescille ilgili yerlere gönderdiğini söyleyen Abdulbasıt, yapılan inceleme ve deney sonunda ilaca onay çıktığını ve ilacı üretmeye talip bir İsviçre şirketiyle, üzerinde “Kur`an İlacı” ifadesini koymak şartıyla anlaştığını ve şirketin de bunu kabul ederek üretime geçtiğini ifade etmişti. (24.07.2013)
Az ye, sağlıklı ve uzun yaşa: Normalden daha az yemenin kanserden katarakta kadar pek çok hastalığı önlediği ortaya çıkarken yaşamı üçte bir oranında uzattığı da kanıtlandı. ABD’deki Ulusal Yaşlanma Enstitüsü’nde bilim insanları, 10 yıldan uzun bir süre 60 erkek ve 60 dişi maymundan oluşan iki grup üzerinde çalışma yaptı. ( Sabah, 27.12.2012; 13.10.2013); “Üç huy Allah’ın gazabını gerektirir. Acıkmadan yemek yemek, uykusuz kalmadan uyumak, lüzumsuz yere gülmek.” (Ramuze’l-Ehâdis, I/3340); “Birçok hastalığın gerçek sebebi çok yemedir.” (Câmiüs Sağîr, 1/36); Asr-ı Saâdette, Hareklius Hz. Peygamber aleyhisselam’a hizmet için bir doktor göndermişti. Bu tabip, Resul-i Ekrem’in yanında uzun müddet kalarak ashâb ve ehl-i beytten hastaları tedâvi için beklemiş, fakat tedâviye çok az kimsenin muhtaç olduğuna şâhit olarak memleketine dönmek için izin isteyince, az hastalanmanın sebebi hakkında Hz. Peygamber, “Ashâbın iyice acıkmadıkça yemek yemediklerini ve yemekten iyice doymadan ayrıldıklarını” söylemiştir. (Milaslı İsmail Hakkı, Tıbb-ı Nebevî, s. 22); “Mümin karnını tamamen doyurmaz” (Darimi, Vesâyâ, I/108); “İnsana, yaşaması için birkaç lokma yeter. Çok yemek isteyen, karnının yani midesinin üçte birini yemekle doldursun, üçte birini suya ayırsın, üçte birini de rahat nefes alması için boş bıraksın.” (İbn Mace, Et’ime, 50); “Ademoğlu, karnından daha şerli bir kap doldurmamıştır.”(Tirmizi, Zühd, 47); “Mide hastalıkların evidir. Tedavinin özü ise perhizdir.” (Ebû Dâvud, Tıb, 13); “Ümmetim hakkında en çok şu hususlardan korkuyorum: Şişmanlık, uykuya düşkünlük, tembellik ve iman zayıflığı!” (Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr Tercümesi, Hadis No: 295); “Sizin Allâh’a en sevimli olanınız, az yiyip içen ve bedence hafif olanınızdır.” (Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr Tercümesi, Hadis No: 221)
Ünlü tıp profesörü Osman Müftüoğlu, bugünkü yazısının “Sağlık Çerezi” başlıklı bölümünde uyku pozisyonlarını yazdı. Sağ tarafa uyunması tavsiyesinde bulunan Prof. Dr. Müftüoğlu, Hürriyet gazetesindeki yazısının ilgili bölümünde “Sağ yana yatmak daha verimli” başlığı altında “Beyninizin toksinlerden arınmasını sağlayan G-Lenfatik temizleme sisteminin daha etkin çalışması için sağ yana yatmayı tercih edin. İkinci tercih sol yana, üçüncüsü sırtüstü olanıdır. Yüzükoyun yatanlarda bu sistem tıkanıyor ve sabah yorgunluğu olasılığı artıyor” ifadelerini kullandı. (Yeni Akit, 31.1.2020); Hazret-i Peygamber (sas) uyurken sağ yanına doğru yatarak uyurdu. Riyazü’s-Salihîn adlı hadis kitabında şöyle rivayet ediliyor: Bera b. Azib (r.a)’den: Peygamber Efendimiz (s.a.s) yatağına girdiğinde sağ tarafına yatardı; sonra, “İlâhî! Kendimi sana teslim ettim. Yüzümü sana tevcih ettim, işlerimi sana emanet ettim. Sevabını ümit ederek ve azabından korkarak sana sığındım. Senden başka kendisine sığınacak ve korunacak kimse yoktur. Gönderdiğin kitaplara ve yolladığın peygamberlere iman ettim.” (Riyazü’s-Salihîn; II/206-207-208-209) “Hz. Peygamber uyumak üzere uzandığında sağ elini yanağının altına koyar, sonra, “Allah’ım, kullarını dirilteceğin kıyamet Gününde beni azabından koru” diye duâ eder ve bunu üç defa tekrarlardı.” (Camiüssağir Hadîs No: 6558)
Ayakta su içmenin zararları. Uzmanlar, ayakta su içmenin tıbbi zararlarını sıraladı. Ayakta su içmenin insanlara tıbben zarar verebileceğini belirten uzmanlar, “İnsanların mideleri pozisyonlarına göre farklılık gösterir. Yani ayakta ve oturur vaziyetteki midenin pozisyonu farklıdır. Ayakta duran bir insanlar eğer sıvı gıda içerse doğrudan doğruya onikiparmak bağırsağına geçer. Bu da midenin küçük eğriliğine uyan kısmında Waldeyerin mide caddesi denen oluk bulunur. Sıvı gıdalar bu yolu takip ederek devamlı küçük bir açıklığı olan mide çıkışını geçerek onikiparmak bağırsağına geçer. Yani şöyle diyecek olursak insanların ayakta su içmeleri sonucunda suyu içerler ve hiçbir yere etkisi olmadan direk onikiparmak bağırsağına geçer. Su insanlar için önemlidir. Bu sıvıyı ayakta içtiklerinde vücuttaki su midede birikmez ve vücuda hiçbir faydası olmaz. Eğer insanlar sıvıyı oturarak içerse bunlar önce midede birikir, asitle karışarak mikropları ölür ve sonra onikiparmak bağırsağına geçer. Bu durumda oturarak su içme usulüne uymakla insan kolera dahil, bir çok insan hastalıklarından korunmuş olur. İnsanlar rastgele yerde sıvıları alıp ayakta içerseler bazı hastalıklara ve tehlikeye daha fazla maruz kalırlar.” dedi. (Sabah, 6.3.2013); “Eğer ayakta su içen kimse midesine verdiği zararı bilseydi içtiği suyu şüphesiz ki geri kusardı” (Abdürrezzak 10/427, hadis, 19588); “Sizden biriniz ayakta su içmesin. Her kim unutur da içerse kusmaya çalışsın” (Müslim, Eşribe, Hadis 116); Resûli Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem “Ayakta su içmeyi yasaklamıştır” ifadesi, Müslimin bir başka rivayetinde “Ayakta su içmekten men etmiştir” şeklinde geçmektedir. (Müslim, Eşribe, 112, 114); “Hiçbiriniz ayakta su içmesin.” (Müslim, Eşribe 116)
“O (Allah); geceyi içinde dinlenesiniz diye sizin için yaratandır.” (Yunus, 67); “Uykunuzu bir dinlenme kıldık.” (Nebe, 9); “Size geceyi bir örtü, uyku zamanı kılandır O’dur.” (Furkan, 47) Bu ayetlerle alay etmek isteyen bazı ateistler, “Ama ben geceleri uyumuyorum ki, gündüz uyuyorum” diye akıllarınca itiraz ediyorlar! Bakalım bilim adamları ne diyor bu konuda: “Kanserden korunmak için düzenli uyku ve spor.” (Hürriyet, 9.3.2015; NTV, 18.12.2008); “Tevfik Dorak, İngiltere’nin Newcastle Üniversitesi’nde kanser araştırmaları yapan bir Türk doktor. Dorak’ın dünya tıp literatürüne geçmiş çarpıcı bulguları var. Bunlardan biri, karanlıkla-kanser arasındaki ilişki. Dorak, vücudun hücre yenileyici ve bağışıklık sistemi düzenleyici melatonin hormonunu gece karanlıkta salgıladığını hatırlayıp uyarıyor: “Karanlıkta uzun ve düzenli uyku bu salgıyı ve kansere bağışıklığı artırıyor. Gece “23.00 ila 03.00” arasında salgılanan ve vücudun savunma mekanizmasını güçlendirip, yaşlanmayı geciktiren bir hormon var: Melatonin. Ve sadece gece ve sadece teknolojinin bütün fişleri çekilince devreye giriyor.” (Milliyet, 26 Şub 2014); “Kaliteli bir uyku için. En yenileyici uyku saat 22.00 ile 02.00 arasındadır. (Prof. Mehmet Öz, Milliyet, 15.6.2015); Dr. Ebru Aydın, “Melatonin salgılanan saatleri insanların kaçırmaması gerekiyor. Melatonin hormonu özellikle gece 11’den sonra salgılanmaya başlıyor ve gece 2’ye kadar en üst seviyeye çıkıyor. Sabaha doğru da yavaş yavaş azalıyor. O nedenle özellikle bu saatlerdeki uykuyu kaçırmamak gerekiyor.” (Habertürk,31 Ocak 2014); İnsanların iki ayrı uyku dalgasına göre programlandığı tespit edilmiştir. Rodenburg Üniversitesinden Prof. Jurgen Zulley’in araştırmalarına göre bu iki dalgadan biri öğle arasında 10-30 dakikalık bir süre içerir. Öğle vakti ve öğle yemeği öncesi uyunacak bu uyku, uykusuzluğun en önemli çözümlerinden biri olarak görülüyor. Diğeri gece 12.00-04.00 arası uyanacak uykudur. Bu iki vakti düzenli olarak uykuda geçiren kişiler uykusuzluk sorununu aşacaktır. (Sabah, 23.11.1993) ki, İslam litelatüründe buna kaylule denir. “Öğleyin kaylule yapınız. Muhakkak şeytanlar öğle vaktinde kaylule yapmazlar.” Buyurmuş, kendileri de yapmıştır. (Buhârî, Hacc, 129, Cuma, 40; İbn Mâce, Savm, 22¸İbn Hacer, Fetḥu’l-Bârî, XI/72; Ebû Dâvûd, “Ṭahâret”, 14)Ebû Dâvûd, “Ṭahâret”, 14)
Tesettür İslami bir emirdir. (Ahzab, 59; Nûr, 31, 60; (Mecmeu’zzevâid nr:4168; Ahmet b.Hambel, Müsned nr.6786; İbn-i Hibban, sahih, 5655-7347; Ebu Davûd, Libâs, 31;İbn Mâce, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât, 160; Ahmed b. Hanbel, IV, 151, 218, 259) Her emir gibi insanların faydasınadır: Milliyet gazetesinden (9.12.2002) Dinsiz olan Ece Temelkuran, ‘Kadınlara laf atan erkeklerle konuşur.’ Yazısındaki bir cümle ilginçtir. “Aslında kadınların güzelliği veya giyinişi (başörtülü olmadığı sürece) önemli değil… Bu ve birkaç laf atıcı itirafında türbanlıların “laf atılmaktan muaf” oldukları anlatılıyor.” Hürriyet gazetesinden Ayşe Arman ise, 12 Temmuz 2009 tarihli köşe yazısında, tesettüre girerek yaşadığı deneyimleri aktarırken şunları söyler: “Zaten tesettürlü olmak tuhaf bir şey, kimse size bir şey sormuyor, hep bir anlayış, şefkat, erkekler tacizde bulunmuyor, müthiş bir kalkanmış…” Arman’ın sonradan tesettüre giren oyuncu Büşra Apaydın ile yaptığı röportajın (28 Ağustos 2016) başlığı da ilginç: “Özgürleşmek için kapandım.”; Amerika’da yapılan bir deneyle de ilginç sonuçlar elde edilmiştir: Taciz için 5 saat sokakta yürüdüler. New York sokaklarında bayanların giyimi üzerinden ilginç bir taciz deneyi yapıldı. New York sokaklarında sosyal deney yapan gençler kadınların giydikleri kıyafetin ”taciz” konusunda ne kadar belirleyici olduğunu ortaya koydu. 5 saat ”normal” bir şekilde, 5 saat kapalı yani islama uygun şekilde giyinen kadının karşılaştırmasına çok şaşıracaksınız. Videoda ‘normal’ giyinip gezen kıza ıslık çalıp laf atarlarken, kapalı (Müslüman) kıyafetle gezen aynı kızı kimse rahatsız etmez, laf atmaz, yan gözle bakmaz! (Star, 1 Eylül 2015); Satanist iken Müslüman olan Hollanda’lı Wendie Zantman, başörtü hakkında söyledikleri: “Başörtüsünün bir kadın için nasıl bir korunak olduğunu fark ettim ve hemen bir başörtüsü takıp Hollanda sokaklarında gezmeye başladım. Başörtüsü gerçekten de beni koruyor ve hiç kimse beni rahatsız etmiyordu.” (Haksöz, 22 Şubat 2022) ; ‘Hindu asıllı bir ateist’ iken, 1999’da Müslüman olan dünyaca ünlü Hint şairi ve yazarı Kamala Das’ın The Times of India gazetesine verdiği bir (15 Aralık 1999) beyanat: “İslam’ı seçmemde tesettürün büyük rolü var. Tesettürü seviyorum. Tesettür emniyettir. Gördüm ki tesettürlü bir hanım her yerde saygı görüyor. Kimse dokunmuyor sana; laf atmaya bile cür’et edemiyor. Tesettür içinde tamamen emniyettesin… Bunları dışlayan özgürlüğü fazlasıyla yaşadım, artık istemiyorum.” Görüldüğü gibi tüm deneyimlemeler hep aynı sonıuca ulaşmaktadır: Gerçek bir tesettür tam anlamı ile bir emniyettir!
“Ey peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış giysilerini üzerlerine bürünsünler. Bu, tanınıp rahatsız edilmemeleri için en uygun olanıdır.” (Ahzab, 59)
“Kur’an’da örtünme önce erkeklere, sonra kadınlara emredilmiştir.” (Zakir Naik, Gençlerin inanç sorunları, s. 102) Kur’an hicabı ilk önce erkekler için belirtir. Daha sonra da kadınlar için. (Naik, s. 134) Kur’an’da bir kadına baktığımda ki, o kadın benim eşim, annem veya kızım olmadığı sürece bakışlarımı indirmemi söylemektedir.” (Naik, s. 126)
Halvet, yani birbirlerinin mahremi olmayan bir kadınla bir erkeğin başbaşa kalmaları haramdır. Peygamberimiz böyle zamanlarda üçüncü kişinin mutlaka şeytan olacağını söylemiş ve inananların bundan sakınmalarını emretmiştir. (Tirmizî, Radâ` 10, Fitne 7; Müsned, 1/18, 26) Rusya, İsrail, Fransa, İtalya, Çin, Brezilya, Filipinler, İngiltere, Japonya, Ukrayna, Hindistan, Meksika… Haremlik selamlık otobüs, tren, plaj, taksi hatta kadınlara özel banka (Almanya, Münih, Frauenbank; Milliyet, 27.11.2004) ve jimnastik salonu (ABD, Florida ve California, Milliyet, 26.03.2004) açarken, bizde daha namaz yerlerinin ayrı olması bile irtica haberi olarak kabul ediliyor!
29 Ekim 1938 tarihli ‘Resimli Ay Dergisi’nde Mahmut Yesari’nin ‘Güneşe çıkan kadın’ başlıklı yazısından: “O zamanki kadın erkek trende, vapurda, tramvayda ayrı oturuyordu… Kadın, kafeste yaşayan, güneşe hasret bir kuş gibiydi. Kadın çarşaftan kurtulup ta güneşe çıkınca ne oldu? Plajlarda, kadın erkek, beraber giriyorlar. Kadın, güneşe çıktı.”; 25.06.2017 tarihli Aydınlık gazetesinden: “Milli Eğitim Bakanlığı yeni açılacak her kurumda abdesthane ile kadın ve erkek için ayrı ayrı olmak üzere mescit zorunluluğu getirdi.”; Hürriyet’ten Ayşe Arman’ın ‘Taciz’ başlıklı yazısında (03 Ocak 2009) geçen bir ifade: “Anlayamıyorum neden bu tür görevlerde sadece kadınlar çalıştırılmıyor? Ya da bu zorsa, görev dağılımı yapılırken, niye kadın erkek karışık bir ekip ayarlanamıyor?”
“Sakalla bıyık, astım ve cilt kanserinden koruyor.” (Takvim, 12.3.2013); “Sakal sağlığı koruyor.” (Sözcü, 19.1.2016)
Teyemmümün temizliğini kanıtladı. İstanbul’da özel bir hastanede çalışan İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Abdülkadir Geylani Şahan, Kur’an-ı Kerim’de teyemmümden bahsedilen Maide Suresinden yola çıkarak bir araştırma yaptı. İnsanlardan el temizliği yapılmadan örnekler alan Doktor Şahan ve ekibi, ardından teyemmüm yaptırarak yeniden örnek aldı. Çıkan sonuçları karşılaştıran Şahan, teyemmüm sonrası ellerin temizlendiğini gördü. Aldıkları sonuç karşısında çok şaşırdıklarını söyleyen Şahan,”Kuran-ı Kerim, insanların hem bilimsel hayatına hem dünya hayatına akla gelebilecek her duruma çok net açıklamalar verebilen bir kitap.” ifadelerini kullandı. (Yeni Şafak, 16 Şubat 2022)
Allah ve ahiret inancı fıtratta, doğuştan genlerimizde var! Erdal İnönü: “Akşam yatağa girerken, sabaha çıkıp-çıkmayacağımdan emin değilim. Dahası öldükten sonra ne olacak? Toprağın altında çürüyüp gidecek miyim? Ama ben yok olmak istemiyorum. Tanrı yoksa da olmasını istiyorum. Yok olmayacağımı düşünmek bana huzur veriyor. 1947 yılında Fen Fakültesinden mezun olunca doktora için Amerika’ya gitmiştim. Bir kimya hocamız vardı. Kendini Einstein’ın kimyadaki benzeri görür ve her şeyi kimya ile çözeceğine inanırdı. Bu bağlamda sık sık Tanrı kavramının da insanın acizliğinden kaynaklandığını söyler; kimya iyi anlaşıldığında Tanrı’ya ihtiyaç kalmayacağını güçlü bir şekilde izah ederdi.” Yıllar sonra Erdal İnönü hocasıyla yeniden karşılaşmış. Bir konferans için gittiği Amerika’da bir otel lobisinde otururken, hocasının koltuğunun altında bir kitapla asansörden çıktığını görmüş. “Koltuğunun altındaki kitabı sordum. ‘Yeni yayınlanan kitabım’ deyip, bana uzattı. Baktım, Tanrıyla ilgili bir kitaptı…” (Erdal İnönü, Anılar ve Düşünceler” konulu konuşmasından, ODTÜ kampüsu, 18 Mart 1996); Ümit Meriç, Türkiye sosyalizminin öncülerinden Kerim Sadi’ye yaşlılığında sorar: “Allah var mıdır yok mudur?” Kerim Sadi bir süre duraksadıktan sonra şöyle cevap vermiş: “Senin yaşlarındayken yoktu ama galiba artık var.” (Ümit Meriç, Babam Cemil Meriç, s. 188); Devrimci sol önderlerden Mihri Belli: “Reşo Ali hastalanmıştı. Yatalak olmuştu, fakat kafası işliyordu. Geçmiş olsuna gittim kendisine. Bana, “Yakında öleceğim” dedi, senden bir ricam var. Bana izin ver, atalarım gibi yok olmayacağıma, bu dünyaya bir kuş mu olur, bir bitki mi olur geri döneceğime inanayım, yok olmayayım.” Reşo Ali, Alevi idi, reenkarnasyona inananlardan. “İzin senin” dedim.” (Akit, 9.11.2016); Freud’un ünlü talebesi Carl Gustav Jung: “Ne zaman öfkeye ve korkuya kapılsam, ne zaman istemsizce “Ah Tanrım!” desem, O’nu anıyor, O’nu çağırıyorum. Kökeni benim kontrolümün ötesinde olduğu için, gerek olumlu gerek olumsuz açıdan, geleneklere uygun bir biçimde “tanrı” veya “kişisel tanrı” diyorum bu “kaderin gücü”ne.” (The Listener, 21 Ocak 1960)
“Benim için yeryüzünde iyi, doğru, güzel ne varsa hepsinin diğer adı İslam’dır.” Aliya İzzetbegoviç
Giyinmekten amaç, vücudu yok saymak değil fakat onu tıpkı altın gibi, kalabalığın gözlerinden gizli tutulan eşyanın alanına geri çekmek demektir. (Gai Eaton, İslam ve İnsanlığın Kaderi, s. 396)
“Ey peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış giysilerini üzerlerine bürünsünler. Bu, tanınıp rahatsız edilmemeleri için en uygun olanıdır.” (Ahzab, 59)
.
Eller aya, biz yaya…Bu konularda bile!
Ek:
Namahrem ile Tokalaşmak Üzerine
İslamcı kesimden olmayan kimselerde bu etkileri uyandıran bu yaklaşım tarzına Müslümanların mesafeli durmaları gayet doğaldır:
“Avuç içlerimiz pencerenin iki yüzünde öpüştü.” (Cumhuriyet Gazetesi Genel yayın Yönetmeni Can Dündar, Tutuklandık, s. 122)
Solcu olan emekli vali Ziya Çoker, Seçilmişler Atanmışlar İnsanlar isimli kitabının 24. sayfasında çocukluk aşkından bahsederken şunları yazmaktadır: “Birbirine yapışmış olan ellerimiz, titrek oynaşmalarla sanki duygularımızı dile getiriyorlardı.” (Ziya Çoker, Seçilmişler Atanmışlar İnsanlar, s. 24)
Türk anarşist yazar Gün Zileli: Sinemada nişanlımla ‘Ellerimizle seviştik.’ (Gün Zileli, Yarılma, s. 223)
Teşekkürler.Bu aralar ateist fikirleri yakından inceleye inceleye dinime uzak kaldım o çoşkulu duyguları sitenizdeki yazıları okuyarak daha güçlü bir şekilde geri getirdim.Mümkünse internet sitelerinde falan bunları fazla ciddiye almamak lazım ama işte insan bir şeyler anlatabilme umuduyla ciddiye alabiliyor bazen ama artık bunlarla muhattap olurken sitenizide kaynak gösteririm…
Müteşekkir oluruz, ayrıca dualarınızı da bekleriz
Yüzümün internetten kaldırılmasını istediğimi belirttim. Bir süredir peçe takıyorum ve yüzümün internette bulunmasını istemiyorum. bu fotoğrafı kaldırın. Satanistlerin İslam’a geçişini konu alıyor.
Cevaben
Ablacığım, bir haftalığına bilgisayarımdan uzağım, müsaade ederseniz en geç önümüzdeki hafta salı günü resminizi kaldıracağım inşallah
Rabbim yeni hayatınızda ayaklarınızı sabit kılsın, istikametinden ayırmasın, iki cihanda saadet nasip eylesin,
bizlere de dua ediniz inşallah