Te’vîlu Muhtelifu’l-Hadîs
Metni sorunlu gözüken bir hadisi duyduğumuzda önce şu soruları sormamız gerekir: Hadisin kaynağı nedir? Sahih kaynaklarda geçiyor mu? Geçiyor ama zannımızca anlamı sorunlu ise reddetmek yerine İslam âlimleri hadisi nasıl yorumlamıştır? Alimler çelişkili gözüken hadisleri reddetmek yerine, bizden daha fazla hadise ulaşabilen muhaddisler bu hadisleri yorumlar ile akli ve İslami sınırlar içinde olduğunu çoğu kere ispat etmişlerdir: Ayakta su içmek konusu gibi. Anlamı sorunlu gözüken bazı hadislerin doğruluğunu bilim zamanla da ispat etmiştir: Sinek, sidik, tükürük hadisleri gibi. (Detay için, ‘Ateistelre cevap’ adlı yazımıza bakılabilir) Ehli sünnet çizgisine sahip alimler, hadislerin uydurma, zayıf, sahihlerini birbirinden ayırmış, bu konuda birçok eser ortaya koymuşlardır. Sorun, bizim o eserlerden haberimizin olmamasındadır. Bizler hadis âlimi değiliz; hadislerden hüküm çıkarmak bizim uzmanlık alanımız değildir. Aynı konudaki tüm naslar toplanıp uzman görüşlerine başvurmadan istinbât çabası içine girmek bizleri hataya ulaştırır. Bazı sahih hadis kaynaklarında gerçekten sorunlu hadisler vardır ama onlar da çok ama çok azdır! Onları ayıklamayı aklımıza değil, uzmanlarına bırakmalıyız! Neden mi, işte nedenlerinden sadece birisi:
Muhtelifu’l-Hadîs ilmi
Birbiri ile çelişir ‘gözüken’ hadislerin gerçek mahiyetlerini açıklayan bilim dalıdır. Ama ne yazık ki tıpkı Mevzu/uydurma hadis çalışmaları gibi, bu alandaki bir çok eserden ve çalışmadan günümüz Müslümanları pek haberdar değildir. Bu özet çalışma ile bu ilim dalını tanıtmayı, benzer rivayetlerle karşılaşınca kıyas ile çelişkili durum olamayacağı mantığına ulaşılmasını veya en azından bir cevap olduğunun bilinmesini amaçlamaktayız.
“Birinizin ayakkabısının tasması koptuğu zaman, tek ayakkabı ile yürümesin.” (Buhari, Hanbel, Tirmizi) Hz Aişe’den rivayet edilmiştir ki: “Bazen Rasulullah ayakkabısının tasması kopardı da onu tamir ettirene kadar tek ayakkabı ile yürürdü.” (Tirmizi) Bir kimsenin ayakkabısının tasması kopunca ya ayakkabıyı atar ya da onu tamirciye götürene kadar tek ayakkabı ile yürür. Yani ortada bir çelişki yoktur.
“Rasulullah asla ayakta bevletmedi.” (Hanbel). Huzeyfe’den gelen rivayette ise “Rasulullah’ın ayakta bevlettiği” (Buhari, Hanbel) rivayet edilir. Rasulullah normal zamanlarda asla ayakta bevl etmemiştir. Fakat balçık, sulu çamur veya pislik sebebiyle oturmanın mümkün olmadığı yerlerde istisnai bir durum olarak ayakta bevletmiştir.
“Ben şüphe etmeye babam (Atam) İbrahim’den daha layığım.” (Buhari, hanbel). Bu İbrahim (as)’ın şahsına hakaret değil midir? Bakara 260. ayet inip, Müslümanlar: “İbrahim (as) şüpheye düştü ama bizim peygamberimiz düşmedi.” demeleri üzerine Rasulullah’ta tevazu ile İbrahim’i kendinde üstün tutarak yukarıdaki sözü söylemiş, yani “Ben ondan daha aşağı derecede olduğum halde şüpheye düşmedik, o nasıl şüphe eder.” demek istemiştir.
Yüzüncü yıldan bahsederken, “Muhakkak ki o gün yeryüzünde nefes alan hiç bir insan kalmayacaktır.” (Hanbel) Halbuki hala insanlar yaşamaktadır. Rasulullah “Yeryüzünde o gün sizden hayatta kimse kalmayacak.” demiştir. Ravi “Sizden” kelimesini düşürmüştür. Benzeri durum “Uğursuzluk üç şeydedir, at, ev, kadın.” hadisinde de olmuştur. Ravi Ebu Hureyre: “cahiliye döneminde- İslam öncesi- uğursuzluk 3 şeydedir…” şeklindeki rivayetin baş tarafını duymamış, sonradan sohbete iştirak etmiş, o da sanki İslam’ın görüşü imiş gibi bu hadisi rivayet etmişti. Hz Aişe ise duruma sonradan açıklık getirmiştir.
“Güneş ve ay kıyamet günü dürülüp sarılarak ateşe atılmış iki öküzdürler.” (Buhari) Güneş ve ayın günahı ne? Enbiya 98. ayetinde belirttiği, tarihte şemsiler, astroteologlar; günümüzde ezidiler, Japonya’da şintoistler, uzak doğu öğretilerinde hala devam eden güneş, aya tapanlara karşı, kıyamet günü en büyük azap olarak taptıkları ile beraber cehenneme atılmaları olacaktır. Kısaca İbrahim 33. ayetinde belirttiği gibi, Allah’ın emirlerini yerine getiren ay, güneş yine cehenneme bir görevli olarak girecek, azap gören değil, azap aracı olacaklardır. Hadiste de öküz kelimesi özellikle bu anlamda kullanılmıştır ki, tarihte Yahudi, günümüzde Hindular hala ineklere tapmaktadırlar.
Rasulullah (sav): “Asla hiç bir peygamber Allah’ı inkar etmemiştir.” derken, Buhari ve Hanbel’den rivayet edilen hadiste: “Küçük yaşta iken iki meleğin kendisine gelip kalbinden bir kan pıhtısı çıkardıktan sonra kalbini yıkadıklarını ve yerine koyduklarını.” rivayet edilir. Burada bir tenakuz, ihtilaf yok mudur? Rasulullah hanif dini üzere idi. Asla putlara tapmamış ve daima tek yaratıcıya inanmıştır. Ama tabii ki islam dini gelene dek imanın detayları hakkında bilgi sahibi değildi: “Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun.” (Şura, 52) İkinci hadis Rasulullah’ın peygamberliğe hazırlık aşamasında olan bir olaydan bahsetmektedir, yoksa olayın Allah’a iman konusuyla bir alakası yoktur. (Difaun ani’s-sunne, II/115)
“Ümmetim yağmura benzer başı mı hayırlıdır, sonu mu belli olmaz.” (Tirmizi) buyrulurken diğer bir hadiste ise, “Ümmetimin hayırlısı benim peygamber gönderildiğim asırdır.” (Hanbel) buyurulmuştur. İkinci hadis doğrudur, esastır. Birinci hadis ise sonradan gelenlere iltifat, taltif için söylenmiş bir sözdür. Ashaba yakın olduklarını ifade eder. Tıpkı bir sahabi (Tihame) hakkında: “O bal tulumuna benzer, sonu mu , başı mı iyidir, bilinmez.” (Hanbel) hadisi gibi.
“Beni Yunus (as)’dan üstün tutmayın. Peygamberler arasında üstünlük tercihi yapmayın.” (Buhari, Hanbel) , derken diğer hadiste: “Ben kendisi için yer yarılıp parçalanacak (kabirden çıkacak olan) ilk kimseyim -övünmüyorum- ” (Hanbel) dediği rivayet edilir. Birinci hadis esastır. Bu konuda ayette vardır: “O’nun elçileri arasında hiç birini (diğerinden) ayırdetmeyiz.” (Bakara, 285) İkinci hadis -zaten övünmüyorum- diyerekte işaret edildiği gibi, var olacak olan husular ifade edilir, kıyamet günü ilk dirilecek olan Rasulullah (sav)’dir, bu bir vakıa, realitedir ve olacak olan bir şeyin ifadesi de kibir değildir.
“Kalbinde hardal tanesi kibir olan cennete giremez.” (Buhari, Hanbel) buyurulurken, ” Zina etse de, hırsızlık etse de ‘Lailahe illellah ‘ diyen cennete girer.” (Buhari, Hanbel, Müslim) buyurulmuştur, tenakuz değil midir? Hadislerin çeşitleri vardır, kimi tenzih (Sakındırma), kimi teşvik (Yönlendirme) hadisleridir. Mesela Rasulullah (sav) ” Cemaatle namaz kılmayanın evini yakasım gelir.” veya ” Kim ki 4. kez sarhoş yakalanır, onu öldürün.” buyurur ama her ikisi de olunca ne ev ne öldürme emri vermiştir. Amaç insanı sakındırmak, korkutmak, İslam’ın o işe ne kadar olumsuz baktığını göstermektir. -Bu konu sünnet müdafaası başlıklı yazıda ele alınmıştır.- Birinci hadiste bu mihval üzerine değerlendirilmelidir. “Kibir kötüdür, sakınılmalıdır, cennete girmek isteyen kibre yaklaşmamalıdır”, anlamındadır. İkinci hadis ise asıl olandır.
“Benim minberim cennet kapılarında bir kapı üzerindedir.” (Lisanul arab, 9-381, Hanbel) ve “Benim kabrim ile minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir.” (Buhari, Hanbel) buyurulur. Halbuki birçok ayet ve hadis cennetin bu dünyada olmadığını ifade eder. (Necm,114-115; Ali İmran, 133, Buhari, 8-1, Hanbel, 1-422) Hz Resul zikir halkalarını, ayrıca hasta ziyaretini de cennet bahçesi veya yoluna benzetmiştir. (Hanbel) Kısaca, ‘o amel, yerler- de yapılan ibadetler- cennete götürecek, cennete vesile olacak’ anlamında ifade edilen sözlerdir. Zaten I. hadiste kapı anlamındaki ‘Et-tur’a’ kelimesi kanal ağzı anlamına gelir. Yani benim minberim -den alınan bilgiler- cennete açılan bir kapıdır, anlamındadır. Bu hadisleri, teşvik hadisleri olarak nitelendirebiliriz.
Rasulullah (sav): “Her doğan İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra ana-babası onu yahudi, hristiyan yapar.” (Buhari, Hanbel) buyururken sonra “Şaki -Cehennemlik- annesinin karnında da şaki’dir. Said (cennetlik) anasının karnında cennetliktir.” (Buhari) buyururlur. Bu birçok ayet ve hadise karşı anlamlar içeren ifadelerdir bunlar. Birinci hadis esastır, her insan İslam fıtratı üzerine doğar! İkinci hadis ise lavhi mahfuzdan bahsetmekte, insanların cennetlik veya cehennemlik olduklarını Allah’ın ezelden bildiği ifade edilmektedir. Yani kaderle alakalı bir konudur ikinci hadiste anlatıllar. Allah her şeyi önceden bilir ki bu konu ‘Kader’ isimli yazımızda ele alınmıştır.
Bir hadisinde peygamberimizin kabir ehli ile konuştuğu ifade edilir. (Buhari, Hanbel) Halbuki Allah “Sen kabirde olanlara sesini duyuramazsın, sen ölülere sesini duyuramazsın.” (Fatır, 22; Rum, 52) buyurmaktadır. Ayetlerdeki ölülerden kasıt yaşayan ölülerdir, İslam’a kulaklarını tıkamış, duymaz, hak-hakikat cahilleridir! Yani “ölü gibi gerçeğe karşı duyarsız, önyargılı, cahil kişilere sen Allah’ın nurunu -Kur’anı- duyuramazsın” demek istemektedir yüce Yaradan. Bu konuda ‘Kur’an’da teşbih’ başlıklı yazımıza bakılabilir.
Rasulullah (sav): “Senden benim ve akrabalarımın zenginliğini isterim.” (Hanbel) buyurulurken diğer hadiste: “Allah’ım beni ‘miskin’ yaşat.” buyurmaktadır. Bu zıtlık değil midir? Miskin kelimesi ‘Sukûn’ kelimesinden türemiştir. Arapçada bir kişi yumuşak huylu olduğu, tevazü gösterdiği olduğu zaman “temeskene’r-raculü”: Adam miskinleşti, denir. Kısaca İslam fakirliği teşvik etmez, aksine bir çok ibadet için zengin olmalıdır: Zekat, hac, kurban gibi. Miskin: ‘sadece Allah’a muhtaç olan, alçakgönüllü kimse’ anlamındadır.
Rasulullah (sav): “Zina eden, zina ederken mü’min değildir, hırsız da hırsızlık ederken mü’min değildir.” (Buhari) derken başka bir hadiste:” Zina etse de, hırsızlık etse de ‘Lailahe illellah’ diyen cennete girer.” (Buhari, Hanbel) buyurur. Birinci hadisten kasıt; ‘Bu kişilerin imanı o işi yaparken ‘kamil iman’ değildir.’ anlamındadır. ‘Zina “ederken” müminlik sıfatı kalkar, imanı kamillikten uzaklaşır, ta ki tevbe edene dek’ denmek istenmektedir. Bu hadiste tenzih hadislerindendir. Mesela “Komşusu aç iken tok yatan iman etmiş olmaz.” (Buhari) hadisi gibi.
Rasulullah (sav): Deri dibağatlandı (işlendimi) mı temiz olur.” derken başka bir hadiste de ölü bir koyunu görünce: “Derisinden faydalansa idiniz ya!” (Buhari, Hanbel) buyurduğu rivayet edilir. Başka bir hadisinde ise: “Ölü hayvanın ne derisinden ne sinirinden faydalanın.”
(Hanbel) buyurduğu rivayet edilir. II. hadiste geçen ‘El-ihâb’; dibağatlanmamış deri için söz konusudur. Dibağatlanınca bu isim ondan kalkar. Yani “Dibağatlanmamış deriyi dibağatlanıncaya dek kullanmayın.” denmek istenmiştir. Nitekim “Ne de sinirinden” sözü de bunu açıklar. Çünkü sinir dibağat kabul etmez. Başka hadiste bu konuya açıklık getirir: Rasulullah (sav) Meymune annemizin azadlı cariyesine ait bir hayvan ölüsüne rastlayınca: “Onun derisini alsalar ve dibağatlayıp kullansalardı ya!” buyurmuştur. (Hanbel) Aslında bu konu bizi hadis alanında önemli bir kurala da götürür. Bir konu hakkında sadece bir eserden -Mesela Buhari’den- okunan birkaç hadis bizi bir sonuca ulaştırmamalıdır. O konu hakkındaki tüm hadisler -ayetler- bir araya getirilip, konunun genişletilip daraltılmadığı, yasaklanıp serbest bırakılmadığı gibi konular tam anlamı ile anlaşılınca bir hükme, sonuca ulaşılmalıdır. Mesela Hz Muhammed (sav) bir hadisi ile kadınların mezar ziyaretini yasaklamış, diğeri ile serbest bırakmıştır. Tek bir hadisi okuyup onunla amel etmek bizi İslam’ın ruhunu anlamaktan alıkoyar. Hz Muhammed İslam’ın ilk dönemlerinde İslam’ın ruhunu anlayamayan, ölüme bakışını kavrayamayıp, cenazelerde bağırıp üstünü başını yırtan kadınları görünce ziyareti yasaklamış, zamanla İslam’ı, ölümü kavrayan kadınlara ise serbest bırakmıştır. Demek ki ayet ve hadislerde asıl olan o nasların amaç, ruhunu kavrayabilmektir. Bu da bir uzmanlık alanıdır!
Bir hadiste: “Kıyamet günü Allah’ın görülebileceği.” (Buhari, Hanbel) bildirilir. Halbuki Araf,143 ve Enam,103 Allah’ın görülemeyeceğini bizlere bildirir. Ayetler dünyada Allah’ın görülemeyeceğini anlatır. Hadis ise kıyamet gününden bahsetmektedir. Allah’ın mümin kullarına ilahi hediyesi anlatılmaktadır. Kıyamet, 22-23. ayetler de hadisi doğrular: “Kıyamet günü nice yüzler rablerine bakarlar.”
“Zamana sövmeyiniz. Çünkü Allah zamanın ta kendisidir.” (Muvatta) Allah’ın yarattığına sövmek, onu yaratana eksiklik izafe etmektir. Başka bir hadiste: “Rüzgara sövmeyiniz, çünkü o rahman’ın nefesidir.” (Hanbel) buyrulur. Bu hadiste de aynı mantık kullanılmıştır: “Rahman olan Allah’ın bir ferahlık ve rızık vesilesi olarak insanların hizmetine sunduğu rüzgara sövmeyin” denmektedir. Rüzgârda, zamanda her şey gibi Allah’ın insana hizmet için yarattığı şeylerdir. İnsan sorumluluklarından kaçmak için, bunlar dahil yaratılanlara suç bulmamalı, onlara hakaret etmekle kendini kandırmamalıdır.
Namazı cemaatle kılmayan -Evde kılanlara- cemaate katılın bu size nafile olur.” (Hanbel, Ebu Davud) buyururken, başka hadiste: “Bir namazı günde iki defa kılmayın.” rivayeti vardır.
Arada çelişki yoktur, birinci hadiste kılınan ikinci namazın nafile olduğu belirtilirken, ikinci hadis ‘farz’ olan namazlardan bahsetmektedir. Yani ‘farz niyeti ile aynı namazı ikinci kez kılmayınız’ demektedir, ama nafile niyetle cemaate katılanın amacı zaten
‘nafile ‘ kılmaktır.
Hz. Muhammed cünüp iken uyumak istediğinde namaz abdesti gibi abdest alırdı. (Buhari, Hanbel) şeklinde bir rivayet varken başka bir rivayette: “Suya el sürmeden cünüp olarak uyuduğu.” (Hanbel) rivayet edilir. Bu ikisi de caizdir. Belkide toprak ile teyemmüm almıştır bu husus belirtilmemiştir ama efdal olan abdest alıp uyumaktır -Namaz vakti geçirmemek ise farzdır, bu ayrı konu!- Hz Muhammed (sav) her zaman en efdal olanı yapardı ama ruhsat, izin olduğunu göstermek için bazen istisnai bu tür uygulamalarda yapar, bu ruhsatı ümmetine örnek olarak gösterirdi.
Bir hadis: “Geride kalanların kendisine ağlamalarından ötürü ölüye azap olunur.” (Buhari, Hanbel) buyrulur. Bu Fatır, 18: “Kimse başkasının günahını yüklenmez.” ayetine aykırıdır. Abbas’dan gelen rivayette: “Yahudi kabrinin yakınından geçerken, ‘Muhakkak o azap olunuyor, geride kalanlar ona ağlıyor’ buyrulmuştur.” (Buhari, cenaiz, 32/6, 32/5) Yani hadis, Müslüman olmayan ölü için, “O zaten azap görüyor, ağlamalar işe yaramıyor.” mealinde söylenmiştir. Hz. Aişe’den gelen bir rivayette bunu doğrular. ( Ebû Şehbe, Difaun ani’s-sunne, I/214; Prof. İbrahim Sarmış, Rivayet kültürü ve yanlış din anlayışı, s. 306)
Maymunların zina ettiğinden dolayı bir maymunu recmettiğini rivayet edilir. (Buhari) Recm Yahudilerde var. maymunlar Yahudi mi ? Bu hadis değil, Amr b. Meymun’dan gelen bir haberdir. Bir maymunu taşlayan maymunları görünce Yahudilerin recm cezası ile ilişkilendirip olayı aktarmıştır. Tıpkı ‘Ûc b. Unuk’ adlı kişinin boyu ve eni ile ilgili aşırı mübalağalı haber gibi. Bu da ne hadis ne sahabiden gelen bir rivayettir. Ehli kitabın rivayet ettiği eski bir haberdir yani uydurmadır. (İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Menârü’l-münîf, s. 77; Ali el-Kārî, el-Esrârü’l-merfûʿa, s. 447-448)
Keler (kertenkele cinsi bir hayvan) hakkında Hz Muhammed (sav): “Onu ne yerim ne yenmesini yasaklarım. Onu ne helal kılarım ne haram.” (Buhari, Hanbel) buyururken bir çok sahabi keler yemiştir. İlk ravi hadisin birinci bölümünü rivayet ettikten sonra, kendisi şahsi görüşünü eklemiş, “Ne helal haram kılarım.” mealindeki söz sonradan hadise eklenmiştir. Yani ravi Peygamberimizin sözünden bu anlamı çıkarmıştır. Daha sonraki zamanlarda ise raviler bu eklemeyi de hadis olarak rivayet etmişlerdir. Başka bir hadis ise olayı açıklamaktadır. Keler yiyenleri görünce: “Yiyiniz, şüphesiz o helaldir, onu yemenizde bir mahsur yoktur. Lakin o benim kavmimin yiyeceği değildir.” (Buhari) buyurmuştur.
“Benden Kur’an haricinde hiç bir şey yazmayınız. Kim benden bir şey yazdı ise onu silsin.” (Hanbel) derken, Abdullah b. Amr b. el-As’a ise izin vermiştir. (Hanbel) Kur’an ile karışması ihtimaline karşı ilk dönem hadis yazımını yasaklayan Hz. Muhammed (sav), bu tehlike ortadan kalkıp, ayet-hadis ayrımını yapabilecek olanlara bu izni vermiştir. Yani tıpkı mezar ziyareti meselesi gibi. Topluluk bilinçlendikçe yasaklar ortadan kalkmıştır.
Bir hadisinde peygamberimiz: “Ben eğlence ve şakadan değilim; eğlence ve şaka da benden.” (Tac: II/346) buyururken, başka hadislerde şaka yaptığı, eğlenenleri izlediği (Buhari), Hz. Aişe ile yarıştığı (Hanbel) rivayet edilir. Hz Muhammed Müslüman vakarına aykırı olmadan eğlenmiş, gülmüş, şaka yapmıştır. Yoksa boş, batıl, yalan, gıybet vb. şeylerden ise uzak durmuştur. Peygamberimiz bir hadisinde: “Nikahı ilan ediniz! Ve nikahta def çalınız.” (Buhari) buyurmuştur.
“Vücudunu dağlattıran da, okuyup üfleten de Allah’a tevekkül etmemiştir.” (Hanbel) hadisi, “hacamat ve ateş dağlamasını tedavi olarak öneren” hadis (Buhari, Müslim) ile ihtilaflı değil midir? Cahiliye Araplarında şöyle bir adet vardı: Uyuz olan hayvanların iyileşmesi için sağlam hayvanlarını dağlarlardı. Yani uyuz deve serbestçe dolaşırken sağlam develer dağlanırdı. Yani dağlanmakla develerin uyuzdan korunacağını zannetmek İslam’a aykırı bir görüştür. İkinci hadis ise tedavi amaçlı dağlanmadan bahseder ki bu ise caizdir.
Bir hadisinde Rasulullah ayakta su içmeyi yasaklarken (Hanbel), İbn’ü-l Ömer’den gelen bir rivayette (Buhari) ise O’nun “Ayakta su içtiği” rivayet edilmiştir. Araplar birisine: “Bizim işimizi görmek için kalk.” dediklerinde o kişinin kalkmasını değil, yürüyerek veya koşarak işlerini görmesini isterler. İlk hadisteki ayakta durmaktan maksat ‘yürümek’ anlamındadır. Yürüyerek yiyip içmek ise yasaktır. Çünkü boğazına tıkanma, göğsüne su kaçma ihtimali mevcuttur. İkinci hadiste belirtildiği şekilde yani ayakta, ama yürümeden, su içmek ise caizdir.
Kaynak: İbn Kuteybe; Te’vilu muhtelifi’l hadis; Muhammed Ebu Şehbe, Difaun ani’s-sunne.