Tefsir usulü

955 kez görüntülendi

Resim bulunamadı

Tefsir usulü

Bu kısa yazımızda Müslümanların bilmesi gereken kapsamlı bir tefsir usulü ilmi konusunda bilgi vermek yerine, Müslüman olmayıp İslam’a saldıran kesimlerin usulsüzlük/metotsuzlukları ele alınacaktır. Kuralsız, önyargılı, temel İslami bilgilerden yoksun, önceden verilen karara uygun delil arama güdüsü ile yapılan çalışmalara en klasik örnek, oryantalistlerin Kur’an üzerindeki çalışmalarıdır.

Oryantalistlerin Kur’an hakkındaki en büyük yanılgısı, Kur’an’ın Allah tarafından gönderilen bir ilahi kitap olarak değil insan  ürünü bir eser olarak ele almalarıdır. Hedefe koydukları konuya objektif ve bilimsel temelde yaklaşmak gibi bir lüksleri olmayan bu kesim, kendi dini ve siyasi yaklaşımları çerçevesinden Kur’an’ı ele almakta ve irdelemektedirler. Dolayısı ile Kur’an’ı, insan ürünü bir eser kabul ettikleri için daha işin başında ilk düğmeyi yanlış iliklemiş olmakta, bundan ötürü de her adımda biraz daha da gerçekten uzaklaşmaları kaçınılmaz olmaktadır.

Öncelikle şunun bilinmesi gerekir ki, Kur’an’da belli konudaki ayetler bir arada toplanmamıştır. Araştırmacının bir konu ile ilgili ayetlere ulaşması için tüm Kur’an’ı incelemesi gerekir ki, bu da aradığı konunun Kur’an içindeki yerini de görmesine, o konunun Kur’an bütünlüğü içindeki yerini daha iyi kavramasına neden olmaktadır.  Evet, Kur’an ilahi bir kitaptır ve kullandığı metot ile de diğer tüm insan ürünü eserlerden ayrı özelliklere sahiptir.

Oryantalistler işlerine gelen ayetleri almak, ayetlerin manalarını saptırmak, işlerine gelmeyen ayetleri görmezden gelmek, ayetlerin iniş sebebi – Sebebi nüzul- ilmini bilmemek, Kur’an’ın bir metot olarak çok sık kullandığı teşbih-mecaz ilmine yabancı hatta uzak olmak, Kur’an’ın genel konseptinden koparılan cımbızla seçilen ayetlerden hareketle önceden verdikleri hükümlere delil aramak, birbiri ile çelişen iddialarını yüzleri hiç kızarmadan ardı ardına sıralayabilme ve aynı konuyu içeren tüm ayetlerin bir araya getirilmeden bir konudaki bir ayetten yola çıkarak sonuca varma dürtüsü gibi ilmi temelden yoksun, metotsuz hatta önyargılı düşmanca yaklaşımlar, oryantalistlerin Kur’an’ı hem kavrayamamalarına hem yazdıkları tarafgir eserlerle İslam’ın yanlış tanıtılmasına neden olmakta, aradaki uçurumun derinleşmesine neden olmaktadırlar.

 Ayrıca Kur’an’ı dogma, değişmez, çağdışı kalmış kurallar bütünü olarak görme yanılgısı da hem oryantalist hem yerli ateistlerin en büyük yanılgılarının başında gelmektedir.

Oryantalistlerin bu yaklaşım tarzlarına birçok örnekler verilebilir. Bu konulara örnek ve cevaplar için, “Oryantalizm yanılgısı”, “Kur’an’da çelişkili yoktur”, “ İslam fıkhı” ve “Kur’an’da mecaz” gibi yazılarımıza bakılabilir.

Tefsir Usulü -Kitap özeti-

Hz İbrahim’in İsmail’den olan soyu hazreti Muhammed’e dayanır, Hz. İshak’tan olan soyu ise İsraillilerin atasını oluşturur. Araplar Sami ırkına mensuptur. (s. 11) Putperestlik, Mukaddes kabul edilen beldelerden alınan hatıra eşyalara, zamanla fazla kıymet verilmesiyle ortaya çıkan bir inanç türüdür. Ensâb, yani soylar ve Sanem yani putlar, Arapların ibadet ettiği şeylerdendir. (s. 13) Cahiliye Arapları ateist, müşrik, Hanif, Yahudilik, Hıristiyanlık veya Mecusilik dinine inananlar, meleklere ibadet edenler ve teistler olarak gruplandırılabilir. (s. 15) Putların içinde bulunulduğuna inanılan cinlerle konuşup onlar vasıtasıyla gâibten haber verdiğine inanılanlara kahin denirdi. İslamiyet’in doğduğu ortamda Mekke’de yazı bilenlerin sayısı 17 idi. (s. 20) Peygamberimizin teşviki ile yüzlerce kişi okuma yazmayı öğrenmiştir. Mekkeli müşriklerin okuma yazma bilenlerin büyük çoğunluğu sonradan Müslüman olmuştur. (s. 21) Mecusilik, İranlıların dini idi. İranlılar mecusiliği kendi kavimlerine özel olduğunu iddia ediyorlardı. Bu nedenle de Araplar, mecusiliğe rağbet etmemiştir. (s. 23) Yahudilikte Araplar arasında yayılmamıştır çünkü Yahudiler dinlerini kendi kavimlerine özel bir din olarak kabul ediyorlardı. (s. 25) Hıristiyanlık ise ticaret, misyonerlik ve kölelik vasıtası ile Araplar arasında diğer dinlere göre daha yaygın idi. (s. 26) İslamiyet’in başlangıcında Müslüman olan kölelerin çoğu Hıristiyanlardan oluşuyordu. (s. 27) Kur’an-ı Kerim, Arap edebiyatının ilk ve edebi şaheseri olmuş, üslup bakımından bir eşsizlik kazanmıştır. (s. 28)

Kur’an tarihi

Kur’an kelimesi ‘kre’ fiilinden türemiştir. (s. 32) ‘Vahiy, gizli konuşmak, emretmek, ilham etmek, seslenmek, fısıldamak, mektup yazmak’ gibi anlamlara gelir. (s. 37) Kur’an, Kadir gecesi indirilmeye başlanmıştır ama o gecenin ramazan’ın hangi günü olduğu ihtilaflıdır. (s. 42) Kur’an’ın iki indirilişi vardır. Birincisi levh-i mahfuz’dan dünya semasına, ikincisi oradan Cibril vasıtasıyla hazreti peygamberin kalbine indirilmesidir. Birincisine inzal, ikincisine tenzil denir. Kur’an, Kadir gecesinde dünya semasına toptan indirilmiş ve daha sonra oradan 23 sene boyunca, zamanında ihtiyaca göre Peygamberimize indirilmiştir. ‘İnzal tüm olarak indirmeyi, tenzil ise cüz cüz indirmeye’ işaret eder. (s. 43) Kur’an-ı Kerim tüme varım veya tümdengelim metodu ile elde edilen bir bilgi değildir. Onun için sosyal bilimlerin metodu vahye tatbik edilemez. (s. 44)

Zeyd bin sabit, Medine’de devamlı olarak vahiy katipliği yapmıştır. (s. 53) Ayetlerin tayini, yerinin belirlenmesi kıyas ile değil tevfikîdir yani vahiy ile belirlenmiştir. Bunun için, ‘Elif Lâm Mîm’ bir ayet iken, ‘Elif Lâm Râ’ bir ayet değil, ayetten bir parçadır. (s. 55) Ayetlerin tertîbi, sıralanması tevfikîdir. Hangi ayetin, hangi surenin neresine konulacağını peygamber bilir, yazılmasını vahiy katiplerine emrederdi. Bu hususta ümmet icma’ etmiştir. Peygamber daha sonra bu yeni vahyedilen ayetleri namazlarda okur, vaazlarında onlardan bahseder, açıklardı. (s. 56) Mekki sureler iman esasları, ahlak ve insanların şahsiyet sahibi yapmasını hedefleyen ayetlerden oluşur. Medeni sureler ise, yukarıdaki hususlarla beraber, aile ve toplum içindeki durum ve görevlerden bahseder. (s. 62) Kur’an-ı Kerim daha ilk anlardan itibaren yazı ile tespit edilmiştir. Hz Ömer’in Müslüman olma olması, Peygamberimizin, ‘Kur’an dışında benden başka bir şey yazmayın, yazdıysanız imha edin’ hadisi buna delildir. Nöldeke bile, 622 yılından evvel Kur’an’ın yazılmış kısımlarının olduğunu kabul eder. (s. 64) Namazlarda okunması gerektiği için her Müslüman, Kur’an’dan birkaç ayet veya sureyi ezberlemiş idi. Peygamberimizin teşvikleri de, bu gayreti arttırmıştır. (s. 66) Jeffrey, bir taraftan sahabe’nin elinde yazılı Kur’an ayetlerinin olmadığını iddia derken başka bir yerde ise, İbni Mesud, Ali, Ubeyy ve Ebu Musa’nın Kur’an cemlerine sahip olduğundan bahsetmektedir. (s. 67) Bazı sahabeler, Kur’an’ı cem etmişlerdir (toplamışlardır) fakat bu cem edişleri, şahsi olduğundan usul ve tertipleri başka başka olmuştur. (s. 69) Zeyd bin Sâbit hem vahiy katibi, hem hafız, hem de Hz peygamberin son okumalarında yanında bulunmuş birisi olduğu için Kur’an toplama işinde başkanlık kendisine verilmiştir. (s. 70) Kur’an’ın toplama işi Peygamberimizin vefatından 6 ay sonraya tesadüf eder. Oryantalistler detay konulardan büyük sorunlar çıkarma konusunda uzmandırlar. Ne yazık ki bizim yazarlarımız, müelliflerimiz de onların ellerine bol miktarda deliller vermişlerdir. (s. 71) Hz Osman Hafsa’ya haber göndererek elinde bulunan mushaftan nüshalar çıkarılacağını, bu iş bittikten sonra mushafın kendisine iade edileceğini haber verir ve asıl nüshayı ister. Hz Hafsa’da mushafı Hz Osman’a gönderir. Hz Osman yine Zeyd bin Sabit’e Kur’an’ı çoğaltma görevini verir. Zeyd bin Sabit asıl nüshadan çoğaltmalar yapar, daha sonra bu asıl nüsha yeniden Osman tarafından Hafsa’ya verilir. (s. 72) Çoğaltılan nüshalara o zaman gerek Kur’an’ı ezber bilenler, gerekse yazı ile tespit edilmiş sayfalara sahip olanlar tarafından hiçbir itiraz vaki olmamıştır. Kur’an-ı Kerim’in okuyuşunda ortaya çıkan farklılıklardan dolayı da, bu problemi ortadan kaldırmak için, Kur’an nazil olmuş olduğu lehçe ile yani ‘Kureyş’ lehçesi ile beraber çoğaltılmıştır. (s. 73)

İbni Mesud Peygamberimizin sağlığında 70 kadar sure ezberlemişti, geri kalanları Peygamberimizin vefatından sonra öğrenmiştir. Zeyd bin Sabit ise peygamber zamanında Kur’an’ı tamamen ezberlemiş idi. (Ahmed, Müsned, I/ 379, 389, 405) Kur’an’ın sonradan uydurulmuş olduğunu iddia eden bazı oryantalistlere F. Buhl, onların ‘bir delile dayanmadan esassız ve hayali olan iddialar’ını reddetmiştir. Hz Ebu Bekir’de, Osman’ın yapmış oldukları işler arasındaki fark şudur: Hz Ebu Bekir hafızların şehit düşmesi ile Kur’an’dan bir şeyin eksilebilme korkusu ile Kur’an’ı Cem ettirmişti ve bundan dolayı da tek bir nüsha yazdırmıştı. Hazreti Osman ise, bu yazılan Kur’an-ı Kerim’in Hz peygamberden işitilmiş olan okunuşunun dışındaki başka okunuşlar ortadan kalkması için Kureyş lehçesiyle yazıya geçirmiştir. (s. 75) Hz Osman gerek kendisinde bulundurduğu gerekse diğer şehirlere gönderdiği mushaflara hiçbir itiraz vaki olmamış, kısa süre sonra da bunlardan yapılan alıntılarla Kur’an, birçok Müslüman’ın elinde görünmeye başlanmıştır. (s. 76)

Yedi harf ve kıraat ayrı ayrı şeylerdir. Harf kelimesi, lehçe manasını da içinde barındırır. Çeşitli kıraatlar sonradan yayılmıştır. (s. 96) Kureyş lehçesinin yayılması, Arap ve Arap olmayan Müslüman çocuklarının bu lehçe üzerinden terbiye edilmesiyle, 7 harf meselesi zamanla önemini kaybetmiştir. Kurtubi, ibn-i Abdi’l-Berr, “Yedi harf davet zaruretinden dolayı özel bir zamana mahsustur, bu zaruret kalktığı takdirde 7 harfinde hükmü kalkar ve Kur’an’ı bir harf üzere okumak adet olur.” demektedirler. (s. 101) Oryantalistler pek çok rivayetler arasından kuvvetli olanları terk ederek, şüpheli olanları nakletmeyi menfaatlerine daha uygun bulmuşlardır. (s. 102)

Kıraatte rol oynayan en önemli unsur yazı değildir. (s. 104) Kıraat ihtilafı, manada büyük bir değişiklik yapmamaktadır. Muhammed bin Ka’b el Kurezi, “İbn-i Mesud, Ubeyy bin Ka’b ve Zeyd kıraatları ile yazılmış üç mushaf gördüm fakat bunların hiçbirinde birbirine muhalif bir şey bulamadım.” demektir. Kur’an-ı kerim’den bir ayetin inkarı küfrü icab ettirirken, kıraatın inkarı küfrü icap ettirmez çünkü kıraat sünnettir. (s. 105)

Nüzul sebepleri. Allahu Teala her şeyi bir sebebe bağlamıştır. (s. 115) Sahabe peygamber efendimizin yanında bulunduğu için hükümlerle sebepler arasındaki ilişkiyi rahatlıkla ortaya çıkarabilmişlerdi. (s. 116) İbni Teymiye,”Bazı ayetlerin sebebi nüzulü bilinmez. Bu takdirde ayetin sebebi nüzulü doğrudan doğruya ayetin manasıdır yani, o ayet ihtiva ettiği manayı anlatmak için hazır olmuştur.” der. (s. 121)

Nesh: Hükmün kaldırılması demektir. (s. 11) Muhkem müteşabih: Muhkem manası kolayca anlaşılan, müteşabih manasını anlamak için harici bir delile ihtiyaç duyulan demektir. (s. 128) Müteşabih ayetler sayesinde İslamiyet’te insan fikri dondurulmamış, geniş bir fikir hürriyetine müsaade verilmiştir. (s. 132)

Hurufu mukatta: Bunlar müteşabihattan olan ayetlerdir. (s. 134) Bu harfler 14 tane olup, Arap alfabesinin yarısı kadardır. (s. 135) Bu harflerden sonra gelen lafızlar vahiy ve peygamberliği teyit edici, akideyi muhataba hemen işleyen özelliklere sahiptir. (s. 144) Taha Hüseyin’in dediği gibi, “Kur’an ne şiir, ne de düz yazıdır. O sadece Kur’an’dır.” Kur’an’da icaz, iltifat, nida, teşbih… gibi daha pek çok özellikler onun üslup özelliğidir. (s. 160) İslamiyet aleyhine eserleri ile tanınmış olan papaz Henry Lammens bile, “dilbilimi açısından Kur’an’ın üslubu dikkate değer bir mükemmeliyettedir.” demektedir. (Lammens, L’İslam, s. 52) Yine Goldziher’de, “Kur’an dünyanın edebi eserlerinden biridir.” (Goldziher, el-Akidetu ve Şeria fil-İslam, s. 9) der. Kur’an’ı İngilizceye tercüme eden Palmer, tercümesinin giriş bölümünde (mukaddimesinde), “En seçkin Arap yazarlarının kıymet itibariyle Kur’an’a eş olabilecek bir şey yazmamaları hayretle karşılanacak bir şey değildir.” derken, Yahudi alimi Hirshfield, “Kur’an haiz olduğu ikna kuvveti ve inşası itibariyle sanatına ve şanına erişilmeyecek bir kitaptır, İslam aleminde bütün ilim ve irfan şubelerinin takdire şayan ilerlemesi Kur’an sayesinde olmuştur.” (s. 161) demektedir.

İcazu’l-Kur’an: İcaz, aciz bırakan, mucizevi demektir. Mucizeler geçicidir. Kur’an’ın mucizevi yönü, ona benzer veya ona yakın bir eserin meydana getirilememesinde aranmalıdır. (s. 163) Kur’an’ın telif yönünden icazı: 20 küsur senede parça parça nazil olmuş, nazil olan ayetleri Hz peygamber tarafından yerlerine yerleştirilmiştir. Bunun dışında Kur’an’ın ihtiva ettiği ilimler, insanların ihtiyaçlarını karşılama yönünden, tabiat ilimleri yönünden, gelecekten haberleri yönünden, peygamber tarafından değiştirilememesi yönünden de icazlara sahiptir. (s. 167)

Kur’an’da kıssalar: Amaç ibret dersi almamızdır. (s. 171) Kur’an’da tekrarlar: Arap dilinde tekrar mevcut idi. Kur’an bu uslubu daha güzel bir şekilde devam ettirmiştir. Fransız oryantalist Henri Masse, “tekrarların lüzumlu ve mantıklı olduğunu” ifade etmiştir. (L’İslam, s. 72) Kıssalardan amaç, eski peygamberlerin hayat hikâyelerinin aktarılması değildir, öyle olsaydı kıssalar da tekerrür olmazdı. Amaç, kıssalardan ibretler almamızdır. (s. 174)

Mecaz: Hakikatlerin sanatsal anlatımıdır. (s. 178)

Oryantalist Dozy, Kur’an’ın tıpkı insanların yazdığı kitaplar gibi bir önsözünün ve çeşitli bölümlerinin olmasını istemektedir. (s. 205) Ragıp el İsfahani, “Tefsir, tevilden daha geneldir, tefsir çoğunlukla lafızlarda, tevil ise manalarda kullanılır.” der. (s. 215)

Cenevre üniversitesi profesörü Edouard Montet, yaptığı Fransızca Kur’an tercümesinin mukaddimesinde, “Arapça olarak Kur’an’ı bilenlerin hepsi, bu dini kitabın güzelliğini, üslubunun son derece mükemmelliğini görecektir ki, Avrupa dillerindeki bütün tercümeler bu mükemmeliyeti hissettirip ifade etmek imkanından mahrumdur.” der. (Montet, Le Coran, s. 53) Georges Sale, “Kur’an’ı tarafsız bir şekilde tercüme etmeye gayret ettimse de, Kur’an’ın metnine tam sadık kalmayı başaramadığımı okuyucu görecektir.”derken,  Kur’an’ı İngilizceye tercüme eden oryantalist Marmaduke Pickthal, “Kur’an tercüme edilemez, ben bu kanaatteyim. Onun için Kur’an’ı tercümeye muvaffak olduğumu iddia etmiyorum, yalnız Kur’an’ın manalarını nakletmeye çalıştım, bunda başarılı olduysam kendimi mutlu sayarım. Fakat bu eser, bu tercüme hiçbir vakit asıl Kur’an’ın yerini tutamaz ve hiçbir vakit bu maksadı amaçlamamıştır.” demektedir. (s. 218)

Hz muhammed: “Bana kitapla beraber, misli de verilmiştir.” (Ebu Davud, Sünnet, 6, İmare 33; Tirmizi, İlim 10; İbni Teymiyye, Mukaddime fi usulü tefsir, s. 25; Tefsiru’l-Kurtubi, I/38)

Tefsir çeşitleri: Rivayet tefsiri: nakil esaslı tefsirlerdir. Ayetleri, ayet, hadis ve sahabe sözleri ile tefsir etmektir. Dirayet tefsiri: Rey veya akıl tefsiridir. İctihadı esas alır. (s. 230)

 Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü

 

Tefsir usulü Konusuna Ait Etiketler

Bu Konuyu Sosyal Medyada Paylaş

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz


Yukarı Çık