İlhan Arsel’e cevaplar I

2.350 kez görüntülendi

İlhan Arsel’e cevaplar I

Ateist yazarlar ve eserlerindeki iddialara cevaplar III

İlhan Arsel’e cevaplar I

‘Şeriat ve Kadın’ adlı kitabın eleştirisi I

-İlhan Arsel’in, “Şeriat ve Kadın” isimli kitabı hakkında, Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Sayın Dr Ekrem Keleş’in raporunun özeti-

Arsel’in iddialarına cevaplayan, “İlhan Arsel’e cevaplar, Turan dursun-İlhan Arsel’e cevaplar, İslam’da kadın hakları, Peygamber Efendimiz neden çok hanımla evlenmiştir? İslam alimlerinin objektifliği, İslam barış dinidir, İslami Emirler ve Hümanizm, İslam felsefesi, Kur’an ve bilim, İslam ve Rönesans, İslam’da kadınların okuması, Natüralizm” başlıklı yazılarımızı tavsiye ederiz.

İtalik yazılar, raporun genel amacını bozmadan tarafımızca eklenen cümlelerdir. Arsel’in görüşleri, (Arsel, s.) şeklinde; sayın Keleş’in raporundaki cümleler ise, (s. ) şeklinde gösterilmiştir. Kalın puntolar da, ‘rapordaki’ önemli ana mesajlara dikkat çekmek amacıyla tarafımızdan sonradan eklenmiştir.

Bu rapor sayesinde, isminin başındaki Prof. etiketine rağmen önyargı, sübjektivizm ve nefretin insanı nasıl bir iftira dolu, metotsuz ve  saygısız üsluplarla, çelişki girdabı içinde bocalarken, elde ettiği bilgi ve belgeleri önceden belirlediği amacına uygun olacak şekilde çarpıtılabileceğine kitabından alıntılar yaparak örnekler vereceğiz. Yazar Dr. Ekrem Keleş, İlhan Arsel’in çarpıtma yöntemlerini şu başlıklar altında sıralar: “Uydurma hadisleri gerçek kabul etmek, zayıf rivayetleri delil olarak kullanmak, teşbih-benzetme gibi edebî sanat içerikli rivayetleri göz ardı etmek, yalan-iftira ve asılsız iddialarda bulunmak, kelime oyunları yapmak, ayet veya hadislerdeki anlatılanların ilgi alanlarını değiştirmek, eksik veya fazla aktarımlarda bulunmak, İslami hükümleri kendi sistemi içinde ele almamak, Müslümanların hatalarını İslam’a yüklemek, alimlerin içtihatları/yorumları ile İslam’ı özdeşleştirmek ve İslam’ın vazgeçilmez görüşü şeklinde sunmak, tavsiye niteliğindeki hükümleri kesin/bağlayıcı emir gibi göstermek, ayet ve hadislerin ilgili diğer nâslarla bağlantısını koparmak.”

İslam dinini, onun kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’i ve yüce peygamberini yalan yanlış bilgilerle, uydurma isnat ve iftiralarla kötüleme gayreti yeni değildir. İslam’ın doğuşundan itibaren her dönemde bu tür davranışlar eksik olmamıştır. (s. 5) Bu çeşit yazarlar, içerik olarak “hep birbirinin tekrarından ibaret olan kitaplar” yazmışlardır. İlhan Arsel’in çarpıtmalar ile dolu eserine karşı halkımızın, Diyanet İşleri başkanlığından bu konuda bir açıklama beklentisi içine girmesi üzerine Sayın Keleş, bu raporu hazırlamıştır. (s. 6) Rapor, İlhan Arsel’in ‘Şeriat ve Kadın’ isimli yapıtının ilmi eleştirisidir. Bu ‘yapıt’ çarpıtma yöntemler ve uydurma-zayıf rivayet malzemeler kullanılmak suretiyle ortaya çıkarılmıştır. (s. 9) Bu raporda Arsel’in çarpıtmaları tespit edilerek, önemli görülen iddialar değerlendirilecektir. (s. 10)

Büyük İslam âlimleri, işittikleri bütün sözleri bir araya toplamaktan çekilmemişlerdir. Topladıkları rivayetlerin kimisinin sahih, kimisinin hasen, kimisinin zayıf olduğunu bilerek bunları kitaplarında aktarmışlardır. Onların bildikleri bu bilgileri biz de göz önünde bulundurarak, rivayetleri kullanırken sözleri nakleden ve rivayetlerin değerlendirmelerini yapan alimlere kulak vermek zorundayız.  (s. 11) Taberi tarihinde, Muhammed Bin Saib el-Kelbî, Mukatil bin Süleyman, Muhammed Bin Ömer el-Vâkidî gibi ‘itham edilmiş’ şahsiyetlerden rivayetler almıştır. (Prof. Doktor İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, 2/148) Hadis usulünde,’ aktardığı rivayetin senedini veren alim okuyucuyu, senette ismi geçen ravilerin güvenirliğini araştırmaya sevk etmiş demektir’ kuralı vardır. O alim, naklettiği rivayetlerin senedini vermekle sorumluluktan çıkmış olmaktadır(Zehebî, et Tefsir ve’l-Müfessirun, I/212) Bu alimler, kitaplarına topladıkları rivayetleri, senetlerine bakmadan hepsini mutlak doğruymuş gibi algılayacak bazı cahil ve kötü niyetli kişilerin çıkabileceğini hiç düşünmemişlerdi. Dönemleri, hangi ravinin rivayetlerinin güvenilir, hangisinin güvenilmez olduğunun herkesçe bilindiği bir dönemdi. (s. 12)

Arsel, sahih, hasen, zayıf, uydurma ne bulduysa ‘yapıtına’ toplamış, sahih olan hadisleri ve ayetleri çarpıtmış, Hz Muhammed’e bir yığın saldırı ve iftirada bulunmuştur. Yapıtını, bilimsel ve ciddi niteliği olmayan bir uydurmalar, iftiralar ve çarpıtmalar galerisi haline getirmiştir. (s. 13) İlhan Arsel’in sahip olduğu tek avantaj, toplumumuzun bir kesiminin İslami konulara yabancı hale gelmiş olmasıdır. (s. 16) Başlıca iddiaları ise, “İslam’ın birden fazla evliliğe izin vermesi, örtünmenin hürriyeti sınırlandırdığı iddiası, miras konusu, kadınlarla erkeklerin beraber çalışıp çalışamaması meselesi, boşanma ve kadının şahitliği meselesi, ailenin idaresinin erkeğe verilmesi, kız çocuğunun küçük yaşta evlendirilebileceği iddiası, evlenirken ailenin izninin alınıp alınmayacağı konusu, kadının dövülmesi iddiası, İslamiyet’in cinsel ihtiyacı gidermeyi sadece nikaha bağlaması” gibi konulardır ve iddialar defalarca kitabında tekrar tekrar dile getirilmiştir. (s. 18) “Muhammed bütün evliliklerini sırf şehveti için yapmıştır. Evliliklerinden pek çoğunu, eşlerinin rızası dışında gerçekleşmiştir.” (Arsel, 298, 328) iddiasında bulunan Arsel ayrıca Hz Muhammed’in,  Hz Zeynep (Arsel, 307) ve Hz Safiye ile (Arsel, 334) evliliğini diline dolanmıştır.  – Tüm bu iddiaların cevapları, “Hz Muhammed neden çok hanımla evlenmiştir?”adlı yazımızda verilmiştir.-

“Muhammed, evlendiği kadınlarda güzelliğin yanında servet ve asalet de aramıştır.” diyen Arsel, “cahiliye döneminde kadın iyi durumdaydı, İslam gelince hakları elinden alındı.” (Arsel, 14, 15, 17 vd.) iddiasını da ileri sürer. Halbuki cahiliye döneminde “kadın ancak doğum yapınca evlendiği eşinin ailesine dahil olabiliyor, çocuksuz kadın diyet ödemek zorunda kalırsa eşi değil kadının ailesi ödemek zorunda kalıyor, insani haklara layık görülmüyor ve miras alamıyorlardı.” (Prof İbrahim Sarıçam, Hz Muhammed ve evrensel mesajı, s. 40; Nur Yıldırım, Cahiliye Toplumunda Kureyş Kadını, s. 150) “Câhiliye Çağı’nda evlilik akdi olan nikah, dini bir mahiyet taşımazdı. Bu sebeple kadın ancak çocuk doğurduktan sonra aileye katılabilirdi. Kadın özellikle erkek çocuk doğurmadan ölürse, koca taziye edilmezdi. Çocuksuz kadın birini öldürüp diyet vermek zorunda kalırsa kocası tarafından değil mensup olduğu ailesi tarafından ödenirdi. Fakat bu durum çocuğun doğumundan sonra değişirdi. Başta mirastan pay verilmemek üzere evlenme ve boşanma gibi kadının hayatını ilgilendiren alanlarda kadının tercih hakkının asla olmadığını gösterir. Erkek istediği kadar kadınla evlenebilir, dilediği zaman da boşayabilir. Romalılar ve Konfüçyüzm’de olduğu gibi Câhiliye Dönemi Araplarda da kız çocuğu uğursuzluk sayılır. Aile için yüz kızartıcı âr vesilesi kabul edilir. Kadınların fuhuş aracı görülmesi, kız çocuklarının ileride fahişe olacağı fikrini doğurmuş kız çocukların daha küçükken öldürülmesi bu yüzden meşru görülmüştür. İster seçkin olsun ister ister bedevi olsun fuhuş erkekler için çirkin görülmezdi.” (Ramazan Aksoy, İslam Öncesi Toplumlarda ve İslam’da Kadının Statüsü, Uluslararası Sosyal ve Eğitim Bilimleri Dergisi, 15 (2021): 27-31) Philip Hitti, Cafer Bin Ebu Talib’in ağzından şöyle dediğini aktarır: “Biz cahiliye devri insanları fuhşiyata dalar, ailelerimizi terk eder, verdiğimiz sözlerden cayardık. Allah aramızdan seçip Resul olarak gönderene kadar halimiz buydu. Sonra doğruyu söylememizi, borçlu olduğumuz şeyleri sahiplerine iade etmemizi, ailelerimizin yanından ayrılmamamızı, yanlış hareket etmekten kaçınmamızı ve kavga etmememizi emretmiştir.” (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 357)

Ayrıca Arsel, “Tanrı, erkek kulları kötülükten korur ama kadın kulları korumaz, Muhammed ölmeden önce Ebu Bekir’i halife ilan etmişti. Tanrı kadına hitap etmeyi aşağı görür.” (Arsel, 70, 80, 109) diye devam eder ve “Kur’an’ın, erkeklere gönderildiği bildirilmektedir.” (Arsel,113)  sonucuna ulaşır. “Muhammed’in anası Yahudi’ydi, şeriata göre kadın her şeyi ile pisliktir.” (Arsel, 414, 84) diyen Arsel, şartlanmış olarak ve birtakım peşin hükümlerle hareket ederek, İslam’ı kadın aleyhinde göstermeye çabalamıştır. (s. 24) O, ne olursa olsun bu sonuca ulaşmaya çalışmaktadır. (s. 27) Ona göre sahabe bir ‘çekirdek’ karşılığında kadın almıştır ve bunun birçok örneği de bulunmaktadır.  (Arsel,177) Olayın aslı ise şudur: Peygamberimiz,  sahabeden bazılarına mehir olarak – beş dirhem değerinde olduğu söylenen- bir hurma çekirdeği ağırlığında ‘altın’ vererek evlendirmiştir. Arsel, “beş dirhem değerinde”,  “altın” ve “mehir” ifadelerini rivayetten çıkarmış, insanları kandırmak istemiştir. (s. 28) Zaten İbnü’l-Esir, en-Nihaye adlı eserinde (5/131) “Bu rivayette kastedilen, 5 dirhem ağırlığındaki altındır” demektedir. (s. 28)

Araplarda kabilelerini üstün görme fikri hâkimdi. Özellikle zenciler, çok hakir görülürdü. İslamiyet, ırkçılık fikrini kökünden yıkmış, ırkın bir imtiyaz sebebi olamayacağını ortaya koymuştur. (s. 29) Peygamberimiz, “Allah’ın kitabı ile hükmettiği sürece, başkanınız zenci bir köle de olsa onu dinleyip itaat edin.” buyurmaktadır. (İbni Mace, Cihad, 39) Diğer rivayette, “Reisiniz, başı kuru üzüm gibi simsiyah saçlı Habeşistanlı bir köle de olsa, dinleyip ona itaat ediniz.” buyurmaktadır. (Buhari, Ahkam, 4; İbni Mace, Cihad, 39) Görüldüğü gibi hadiste bir benzetme-teşbih sanatı vardır. Ama Arsel, kendine görev kabul ettiği şeriat düşmanlığını yerine getirmek için (s. 30) hadisi şu şekilde aktarır: “Yöneticileri, üzüm tanesi büyüklüğünde ‘beyinli’ bir Habeş olsun, onların emirlerine körü körüne boyun eğme gereğini, dinsel bir görev sayılmıştır.” (Arsel, 45) “Muhammed, Süleyman peygamberin Amine adındaki cariye yüzünden başına gelen olayları Kur’an’da, Sad suresinde anlatır.” diyen (Arsel, s. 45) Arsel’i dinleyip sakın Sad suresinde böyle bir Amine hikayesi aramaya kalkmayın, bulamazsınız! Çünkü Kur’an’da böyle bir kıssa yoktur! Hatta alimler benzeri rivayetleri reddetmişlerdir. (Ahmet Mustafa Merağı, Tefsiru’l- Meraği, 22/121; İbni Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 4/ 36; Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 5/71) Kur’an, İslam’dan önce Arapların kız çocuklarını diri diri toprağa gömmelerini şiddetle eleştirmiş ve buna son vermiştir. Arsel ise, “Savaşlar yüzünden erkek nüfusunun azalması nedeniyle, kız çocuklarının öldürülmesi gerekmekteydi.” (Arsel, 18) diyerek, kız çocuklarını diri diri toprağa gömme gibi bir feci uygulamaya mazeretler aramaya kalkmıştır. (s. 34) Arsel, İslamiyet’in bu geleneğe son vermekle kadınları zulümden kurtardığını kabul etmez. Çünkü onun hareket noktası, İslam düşmanlığıdır. Kendisini, “şeriat sisteminin kararlı düşmanı” (Arsel, 18) ilan etmiştir.  “Muhammed kız çocuklarının öldürülmesi geleneğine son verirken, bunu kadına değer verdiği düşüncesi ile değil, Müslüman sayısının azalmaması düşüncesiyle yapmıştır.” (Arsel, 134) değerlendirmesinde bulunan Arsel’in iddialarının pek çoğu, uydurma veya zayıf rivayetlere dayanmakta, bir kısmıda, olayları kasıtlı olarak çarpıtmasından oluşmaktadır. (s. 35) Arsel, “şeriat dini, evlenme olanağına kavuşana kadar kızların cinsel ihtiyacı gidermesi olanağından yoksun bırakmakta, cinsel ihtiyacı sadece evlenme şartına bağlamakta ve bağlarken de bakire ile evlenme koşuluna sarılmıştır.” (Arsel, 170) demektedir (s. 37) Halbuki İslam’da dul kadınla da evliliğe izin vardır ve peygamberimizin Hz Aişe hariç, tüm eşleri dul idiler! (s. 38) Arsel şöyle (s. 170) demektedir: “Benim kadınlar adına dilediğim özgürlük, her şeyden önce cinsel özgürlüktür.” Bu tür zihniyete sahip olan insanların İslam’a saldırmalarının tek sebebi, İslam’ın fuhuşa ve  kötülüğe giden yolları yasaklamış olmasıdır. Yoksa İslam’da temel hak ve hürriyetler açısından, kadınla erkek arasında bir ayrım yapılmamıştır. İslam’da sadece ödev ve yükümlülükler de farklılıklar vardır. Arsel’in fikrini geçerli olduğunu düşünelim. Aile kurumunun ne hale gelebileceğini düşünebiliyor musunuz? Aslında, Arsel gibiler bir kesime hizmet etmektedirler. Neticede, toplumun yıkılması amaçlanmaktadır. Arsel’e göre, “kız kardeşin dilediği ile sevişmesini hoş karşılanabilir” (Arsel, VII) ama bir Müslümanla evilik yolu ile olursa asla! (s. 39) Arsel, Kur’an’da geçen pek çok ayeti, “her ne kadar Kur’an’da geçse de” şeklinde başlayan cümlelerle (Arsel, 109, 407, 397, 191, 192, 141, 234, 273, 355, 215, 375, 4… vd.) amacından saptırarak kötü göstermeye çalışmaktadır. Örneğin, “Siz ve eşleriniz ağırlanmış olarak cennete girin.” (Zuhruf, 69-70) ayetini, “her ne kadar Kur’an’da böyle yazılmış ise de, onunla karı ve kocanın cennete buluşacakları ve beraberce yaşayacakları anlatılmak istenmemektedir.” diye yorumlayabilmektedir. Ayrıca, İbni Mace’de geçen, “küçük çocuk, anne ve babamla cennete girmek isterim.” cümlesindeki çocuk kelimesini, oğlan şeklinde aktarmakta (Arsel, 407) ve kız ve erkek çocuk arasında ayrım yaparak (Arsel, 141) sadece erkek çocukların anne babalarını cennete sokmaya sebep olacağı izlenimi vermeye çalışmaktadır. (s. 41) İslam’da, kadın hakları ile ilgili birçok ayet ve hadisi ise şöyle yorumlamaktadır: “Her ne kadar kadın sınıfını yatıştırmak ve uyutmak maksadıyla, “Erkeklerin kadınlarda olan hakkı kadar kadınların da erkekler üzerinde hakkı vardır; Kadınlarla iyi geçinmek ve onlara iyi davranmak erkekler için görevdir.” şeklinde hükümleri öne sürmekle beraber…” (Arsel, 4) Arsel,  yapıtının daha ilk satırlarında, dua eden Müslümanları kastederek, ‘insanlarımızın bu feza çağındaki hala doğaüstü güçlerden medet uman hali.” (Arsel, /I) demek suretiyle, duanın gücünü de küçümsediği görülmektedir. (s.  44) – Dua ve İslam’ın diğer emirlerinin faydaları konusunda, ‘İslami emirler ve hümanizm’ adlı yazımıza bakılabilir! Ayrıca Arsel’in tüm ithamlarına ilgili başlıklar altında bu çalışmamaızda cevaplar verilmiştir.-

Arsel kendini, ‘şeriata karşı başkaldırmak ve savaşmak’ gibi ‘asil’ bir davranışla görevlendirmiştir. (Arsel, 2) Yüzlerce yıl birbirleri ile savaşıp bir medeniyet kuramayan Arapların Peygamberimize inanıp onun yolundan gidince, çok kısa bir süre içinde üç kıtaya nasıl yayıldığını araştıran batılı oryantalistler bile, Profesör olan Arsel kadar tarafgir, önyargılı ve taassup ehli olmamıştır: “Türk şeriat bataklığına saplandıktan sonra… şeriata kandıkça ve Muhammet örneğine sarıldıkça ilkelleşmiştir.” (Arsel, 30) diyebilmektedir. -Bu konuda sadece, “İslam ve Rönesans” başlıklı yazımız bile kendisine yeterli cevap olur kanaatindeyiz.-  Arsel, tabiata inanmaktadır yani, natüralizmi kendine din olarak kabul etmiştir. ‘Yapıtının 414. sayfasında şöyle demektedir: “İnsan denilen varlığı akıl ve vicdan ile donatan tabiattır. Tabiatın, insan gönlüne cömertçe yerleştirmiş olduğu duygular…” –Bu bakış açısına sahip olanlara cevap için “Ateistlerin dini natüralizm” adlı yazımıza bakılmasını tavsiye ederiz.- Arsel batının yaşam tarzını benimsemiş ve onu savunan bir insandır. Bu konuda da, ‘Batı Medeniyeti’nin gerçek yüzü hakkındaki yazıyı tavsiye ederiz.- Arsel, hayalindeki kadın şöyle tarif eder: “Erkekten kaçırmak nedir bilmeyen ve herkesin önünde sigara tüttüren ve bacak bacak üstüne atıp kahve köpürten uygar davranışlı kadınlar.” (Arsel, 270) Görüldüğü gibi bu kesimin uygarlıktan anladığı şey ile bizim ‘uygarlık/umran’dan kasteddiğimiz arasında çok büyük farklar bulunmaktadır. -Bu konuda, ‘Modernizm ve kadın’  adlı yazımızı tavsiye ederiz.-

Arsel’in İslam düşmanlığına bazı örnekler: “Şeriat bataklığı” (Arsel, s.30); “kümes hayatı (İslami aile yaşantısını kastediyor)” (Arsel, s. 279); “1400 yıl öncesinin çöl felsefesi” (Arsel, s. 457); “Arap peygamberinin amacı” (Arsel, s. 331); “Şeriat yılanın zehiri” (Arsel, s. 272) Bu ve daha pek çok örnek, Arsel’in İslam dinine ne denli kin beslediğini göstermektedir. (s. 51)

Arsel, iddialarına dayanak yapmaya çalıştığı uydurma ve zayıf rivayetleri kullanmak dışında onun maharetle uyguladığı diğer yöntem, ayet ve hadislerin ilgi alanını değiştirmek, başıyla ve sonuyla irtibatını kopararak veya eksik ve ilaveli vererek nâsları (Ayet ve hadisleri) çarpıtmak olmuştur. (s. 55) Arsin’in başvurduğu yollardan biri de, uydurma hadisleri gerçekmiş gibi aktarmaktır. (s. 58) Arsel’in, “Erkeğin karısına söz vermek maksadıyla yalan söylemesi mübahtır.” (Arsel, 252) şeklinde, gerçekmiş gibi aktardığı bu rivayet ‘uydurma’dır. (s. 59) Muhammed, kadınların okuma yazma öğrenmelerine engel olmuştur.” (Arsel, 382) diyen Arsel zihniyetinde olanlara, ‘İslam kadın okumasına karşı mıdır?” başlıklı yazımızı tavsiye ederiz. “Kadınlara danışın, söylediklerinin aksini yapın.” şeklinde Arsel’in aktardığı söz de (Arsel, 32 48) uydurmadır. (Aliyu’l-Kâri, el-Mesnu’ fi Marifet’il-hadisil mevdu, s. 113) Arsel’in, “kadınların hayırlısı yüzü güzel olandır.” şeklinde verdiği (Arsel, 156)  hadisin aslı şu şekildedir: “Bereket açısından kadınların en üstünü, güler yüzlü ve mehri az olandır.” (Irâki, İhyanın zeylin de, IV/130) Adamın biri dışarı giderken hanımına, evinin üst katından aşağı inmemesini tembih etti. Alt katta olan babası hastalandı. Kadın aşağı inmedi, peygamberimiz de “kocana itaat et” buyurdu. Babası öldü. Peygamberimiz, “efendine olan itaatinin mükâfatı olarak Tanrı babana affetmiştir.” şeklinde, Arsel bir rivayette bahseder. (s. 66) Bir kere bu hadis zayıftır. (Iraki, IV/160) ve Hukuki islamiyye ve ıstılahâtı fıkhiyye kamusunda (Ömer Nasuhi Bilmen, 2/165) belirtildiği gibi; “Bir kadın, babası hasta ise ve bakacak kimsesi bulunmazsa, kocasının iznini almadan ona gidip bakabilir. Babası Müslüman olmasa bile!” Arsel’in, ‘Tanrıdan gelme haberler’ diye kaynak gösterdiği haberler uydurma iken, uydurma hadis uzmanı Sağani ise, Arsel’in gerçekmiş gibi aktardığı hadisi uyduran kişiye kadar herşeyi tespit etmiştir. (Sağani, Mevduat, s. 28) Yine Arsel’in hadis olarak aktardığı ve kaynak olarak gösterdiği ‘Feyzü’l Kadir’de, hadisin zayıf olduğu açıkça belirtilmektedir. (s. 71) Ama Arsel, bunu bile belirtmemektedir. Arsel’in diğer bir iftirası, “Muhammed, Fatıma’nın iki erkek çocuk doğurmasından sonra saçların kesilmesini ve fakirlere dağıtılmasını emretmiştir.” (Müsnet, VI/457) şeklindedir. Rivayetin aynen tercümesi ise şöyledir: “Hz Muhammed, Fatma’ya, “çocukların başını tıraş et, ‘saçlarının ağırlığınca’ gümüşü fakirlere dağıt.” (Ahmet bin Hanbel, Müsned, VI/390; Fethu’l-Rabbanî, XIII/126) Ayrıca Arsel, Belazüri’ye ait kitabı, Beyzavi’ninmiş gibi okuyucuya tanıtmaktadır. (s. 74)

Edebi bir dil olan Arapça’da mecaz, teşbih, kinaye bol miktarda kullanılır. (s. 75) Arsel’in çarpıtma metotlarından biri de, mecazları hakîkî/gerçek anlama çekmesidir. (s. 76) “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz, kişi aile fertlerine karşı çobandır, o da onlardan sorumludur. Kadın, çocuklarına çobandır.” (Buhari, Cuma, 11; Müslim, İmare, 20) hadisini işiten herkes, bunun kişinin hak, görev ve sorumluluklarını ifade ettiğini hemen anlar ama Arsel bakın hadisten nasıl bir sonuç çıkarır: “Muhammed, kadını koyun ya da at ve davar gibi hayvanlara eşdeğer görmektedir.” (Arsel, 204) “100 tane siyah karga içinde alaca bir karga nasıl kendini gösterirse, sâliha olmayan kadınlar arasında sâliha bir kadının da öylece belli olur” mealindeki hadisi Arsel şöyle açıklar:”İslam’a göre kadın, hayvan seviyesinde kabul edilir.” Hâlbuki kargaları benzetme yapılmasının sebebi, bu sözün söylendiği esnada orada bulunan bir karga grubuna işaret edilerek söylenmiş ve o kargaların içinde de alaca bir karganın bulunmasıdır! (Ahmet bin Hanbel, IV/179) Edebî bir benzetmenin, Arsel’in elinde ne hale geldiğini görelim: “Muhammed, kadınların en faziletli ve hayırlı olanını, alaca kargadan  farklı bulmaz.” (Arsel 82) Arsel, yalan ve çarptırmalarını ‘yapıt’ında devamlı tekrarlar. “Kadının faziletli olanı bile kargadan farksızdır.” (Arsel, 304) Peygamberimiz, erkeklere bir sohbette bulunurken, “Kadın, erkekleri ‘cezbetmesi yönüyle’ şeytan suretinde gelir. Biriniz bir kadın gördüğünde hoşuna gitti mi, ailesinin yanına dönsün.” (Müslim, Nikah, 9; Ebu Davud, Nikah, 43; Hanbel, III/330) Hadiste, “bütün kadınlardan değil, yabancı erkeklerin cinsel duygularını tahrik edip şuur altına itilmiş şehvetini uyandıran, cinselliğini kullanarak onları zinaya teşvik eden ‘bazı kadınların’ kastedildiğinin ifade edildiği” (Ali Osman Ateş, Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın,  s. 72-83) ortada iken, Arsel hadisin amacını saptırarak şöyle yazar: “Şeytan, Muhammed’e göre, kadının ta kendisidir. Kadın demek şeytan demektir.” (Arsel, 53) Arsel’in asıl hedefi, Peygamber Efendimizin yüce şahsiyetine çamur atmaya çalışarak Müslümanların imanını zedelemektir. (s. 87) Arsel’in diğer bir uydurduğu yalan: “Zeyd’in Zeynep ile evlendirilmesinin nedeni, kendisinin o tarihlerde Hatice ile evli olmasıdır.” (Arsel, 187) şeklindedir. Halbuki, Hz Hatice vefat ettikten 3 sene sonra, Hicret olayı meydana gelmiş, ‘Zeyd ile Zeynep’te hicretten sonra evlenmiştir. (s. 88) –Bu konu detaylı olarak ‘Efendimiz neden çok hanımla evlenmiştir.’ başlığı altında ele alınmıştır.- Arsel’in diğer bir çarpıtmasına örnek: “Hasan, dedesi Muhammed gibi şehvetinin çokluğu ile ün salmıştır. 200’den fazla kadınla evlendiği rivayet edilir. Bu nedenle Muhammed her vesile ile Hasan’ı karşısına alıp, “sünnet ve siret bakımından bana sen benziyorsun.” demekten zevk alır ve sırf bu yüzden Hasan’ı Hüseyin’e tercih ederdi.” (Arsel, 297) Halbuki Hasan, Hicretin 3. senesi doğmuştur. Peygamberimizin vefatı ise, Hicri 11. yılda gerçekleşmiştir. Yani Efendimiz vefat ettiği zaman Hz Hasan henüz 9 yaşına girmemiş, 8 sene 6 aylık bir çocuktu. Nasıl bu 8 yaşındaki çocuk, 200’den fazla kadınla evlenmişte peygamberimiz de sırf bu yüzden onunla övünmüştür? (s.  90)

Arsel’ göre, İslam’dan önce Arap kadının durumu gayet iyiydi ve hürriyete sahipti. Kadını hor gören gelenekler o dönemde topluma hakim değildi. (Arsel, 14)  Halbuki Arap kadını, İslam’dan önce miras hakkına sahip değildi, eşi üzerinde herhangi bir hakkı bulunmuyordu, kocasını seçme hakkı yoktu, kocasının kendisini öldürmesi halinde bile koca bir cezaya uğramıyordu, kocası öldüğünde bir miras gibi diğer oğlanlara kalıyordu, uğursuz kabul ediyor ve diri diri toprağa gömülüyordu. (s. 92-94) –ki, o dönemdeki fuhuş ve ahlaksızlıklar ile ilgili rivayetleri buraya aktaramıyoruz!- “İslam, kadını küçükken diri diri gömülen, alınıp satılan, köle muamelesi gören, zorla varis olunan, sapkınlıklarda aracı olarak kullanılan (İbni el Hatim, Tefsiru’l Kur’an’ül Azim, III/902; İbni Kesir, Tefsir, II/239) bir ortamdan çekip almış ve ona yaratılış amacına uygun bir misyon yüklemiştir.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun Kalmasın, s. 263) Dr. Mustafa Sıbai, el-Meretu, Beyne’l-fıkhı ve’l-Kanun (s. 22), Müslim, Talak, 31ve Buhari, Libas, 31’de geçen rivayetler ise bize gerçeği göstermektedir: “Vallahi, cahiliye devrinde biz kadınları insan yerine saymazdık. Nihayet, Allah’u Teala onlar hakkında ayeti indirdi ve kendilerine (haklarının) yaptığı taksimi yaptı.”; “Cahiliye döneminde biz kadınları insan yerine saymazdık. İslâm gelip Allah onlardan bahsedince, onların da bizim üzerimizde hakları olduğunu gördük” Arsel’in ‘yapıt’ından diğer bir alıntı ile devam edelim: “Lokman Aleyhisselam, ‘Muhammed’in hadisini’ kendisine yaşam kuralları bilmiş ve kadınların iyisinin dahi kötü olduğuna inanmıştır.” (Arsel, 83) Bu kişi, Lokman Aleyhisselam’ın, Peygamber Efendimizden asırlar önce yaşamış olduğundan haberi bile yoktur. Arsel, İslami konularla sırf İslam’la düşmanlık yapabilmek için ilgilenmektedir. (s. 97) Arsel, olmayan eserler türeterek onlardan alıntılarda yapmıştır. (s. 98) Peygamberimiz, “Allah, hulle yapana da yaptırana da lanet etsin.” (Ebû Dâvud, Nikah, 16; Tirmizi, Nikah, 27; İbni Mace, Nikah, 33) buyururken ve Ömer Bin Hattâb, Osman b. Affan, Abdullah b. Amr, Sufyanı Sevri, İbn-i Mübarek, İmamı Şafii, Ahmet ve İshak gibi bir çok alim sahabeler, tabiin fakihleri gibi alimlerin hepsi de bu görüşte iken (s. 101) Arsel, “hullenin İslam’da olduğunu” iddia edebilmiştir. Arsel, bu meseleyi ‘Şeriat kuruluşu’; ‘ böyle olmasını bizzat Muhammed istedi’  gibi ifadeler ile okuyucuya aktarmaktadır. (Arsel, 363-364) Arsel’in seviyesini gösteren başka bir örnekte şudur: Arsel, “Muhammed, o kendine özgün ve Arap ahlak anlayışına yatkın zihniyeti ile, ölü ile yapılan cinsi münasebeti, diri insanla yapılandan daha uygun, daha isabetli ve daha ahlakî saymıştır. Hayvanlarla cinsi münasebeti yasaklamamıştır.” (Arsel, 224, 227) demektedir. (s. 103) Halbuki bunların hepsi, yasak ve haramdır. Sadece, ‘İslam alimleri’ böyle bir ahlaksızlık yapılırsa, bunun cezasını ne olacağı hakkında ‘fetva’ vermişlerdir. Yani bunlar peygamber sözü değil, alimlerin fetvalarıdır. Yoksa bunların İslam’da kabul edilebilir bir tarafı olduğunu savunan hiç kimse de yoktur! ‘Yasaktır, haramdır ama haram işleyen olursa onun da cezası şudur’ denmiştir sadece! Yoksa bu mantıkla ceza kanununa baksak nerelere ulaşırız: Tüm ceza kanunlarında hırsızlığın, tecavüzün, adam öldürmenin cezasının belirtilmesine rağmen, bunların hiç bir sistem tarafından kabul edilmediği gerçeği ortadadır! Arsel şöyle devam ediyor: “Muhammed, Kur’an’da meleklerin dahi dişilerden değil, erkek cinsinden seçildiğini bildirmektedir.” (Arsel, 46) Hâlbuki meleklerin cinsiyetinin bulunmadığını ilkokul çağındaki bir çocuk bile bilmektedir, ama profesör bilmemektedir! (s. 104) Peki Kur’an’da neden meleklerin dişilerden yaratılmadığı aktarılmaktadır? Çünkü o dönemdeki Mekkeli müşrikler meleklerin ‘Allah’ın kızları’ olduğu yönünde iddiada bulunmakta idiler. Kur’an, bunun böyle olmadığını ifade etmek için bu konuya değinmiş  ve cinsiyetsiz oldukları nas ile ifade edilmiştir. (s. 105) Günümüzde de hala Hıristiyan aleminde melekler “kanatlı kadın” şeklinde resmedilmektedirler.

Arsel, “şeriata göre kadının, ruhen ve bedenen pis yaratıldığını.” iddia eder. (Arsel, 84) Arsel bu iddiasına delil olarakta, “kadının hayızlı iken yani adet görürken namaz kılmamasını, oruç tutmasını, Kabe’yi tavaf etmemesini gösterir.” Halbuki bunlar ibadet ile ilgili konulardır. Ayrıca, mesela cünüp olan bir erkekte namaz kılamaz, Kabe’yi tavaf edemez, Kur’an-ı Kerim’i okuyamaz! Şimdi Arsel’in mantığına göre buradan hareketle, ‘İslam’a göre erkekte pis yaratılmıştır.’ Dememiz mi gerekmektedir?! Arsel, konuları sürekli saptırmaktan, çarpıtmaktan başka bir şey yapmamaktadır. (s. 107) Arsel, çelişkiler içindedir. O, “Cinsi münasebette bulunan erkeklere yıkanma zorunluluğunu yüklerken dahi, Muhammed, kadınların pis oldukları gerekçesinden hareket etmiştir.” (Arsel, 88) diyecektir,  hem de kadınların da yıkanmak zorunda olduğunu gizleyecek, okuyucuyu yanıltacak ve aynı mantıkla doğal sonuç olarak, ‘erkeklerin de pis olduğunu mu dememiz gerektiği’ şeklindeki sonuca ulaşılabileceğini düşünemeyip, nasıl bir çelişkiye düştüğünü fark edemeyecektir! (s. 109)

Arsel’in diğer iddiası ise, “Peygamberimizin hastalığa çare aramamak gerektiğini söylemiş olduğu” görüşüdür. (Arsel, 77) Hâlbuki Peygamber Efendimiz, “Allah’u Teala verdiği herhangi bir derdin şifasını da verir.”; “Her derdin devası vardır.” buyurmuşlardır. (Buhari, Tıp, 1; Müslim, Selam, 69) Arsel , ‘Allah’ın erkekleri muhatap kabul ettiği halde, kadınları muhatap kabul etmediğini ‘de iddia eder(Arsel, 109-116) Halbuki Kur’an-ı Kerim’de, “Yâ eyyuhe’n-Nâs”(ey  insanlar) şekline başlayan, her iki cinse yönelik hitapların yanında, ‘el-Müminât’ (Mümin Hanımlar), el-Müslimât (Müslüman Hanımlar), ‘Sâlihât’ (Saliha kadınlar) tarzında, kadınların özel olarak zikredildiği yerlerde vardır. (s. 113) Kur’an’da, ‘Nisa’ (Kadınlar) adında özel bir süre bile vardır. Arsel mantığı ile hareket edersek, ‘Kur’an’ın erkekleri muhatap kabul etmediği’ sonucuna mı ulaşmamız gerekecektir? Arapçada hem kadın hem erkeklere birden hitap edilmesi gerektiğinde, erkeklere ait sıga/kip olan ‘müzekker’ sıgası kullanılır. Bu bir dil özelliği ve belagat sanatıdır. (s. 114) Fransızcada da aynı durum söz konusudur. Her iki cinse birden hitap etmek gerektiğinde, erkeklere ait ‘masculin’ sigası ile hitap edilir. ( s. 115) Kadınlar, erkeklerin sahip oldukları her çeşit medeni haklara sahiptirler: Nikah, kira, ödünç verme, vekalet, şirket, bölüşme, dava, ikrar, vasiyet, emanet, kiralama vd. Ama şu da bir gerçektir ki, İslam’a göre kadının en önemli görevi anneliktir. (s. 116) Atatürkçü geçinen bu yazar, ‘Kadının en büyük vazifesi analıktır.” (Atatürk’ün söylev ve demeçleri, II/86) ve “Kadının en önemli vazifesi ev işidir.” (Hakimiyeti Milliye Gazetesi, 5.2.1923) gibi Atatürk’ün sözlerinden de habersiz gözükmektedir! Ayrıca İslam, kadının seçmen olabileceğini de ilan eder(Bekir Topaloğlu, İslam’da kadın, s. 278; Mustafa Sıbaî, el-Meratü Beyne’l-Fıkhi ve’l-kanun, s. 151-161; Mümtehine, 12; Buhari, Ahkam, 49) Arsel, “Muhammed’e göre tanrı, kadın ve erkeği birbirine düşman olarak yeryüzüne indirmiştir.” (Arsel, 194) şeklinde bir iddiada  bulunur. Arsel buna delil olarak, “Birbirinize düşman olarak inin.” (Bakara, 36) ayetini delil gösterir. Halbuki bu ayette söz konusu edilen düşmanlık, ‘şeytanla insan arasındaki’ düşmanlıktır. (Fahreddin Razi, Mefatihu’l Gayb, III/16; Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, I/58; Seyyid Kutup, Fizilali’l Kur’an, I/118) Arsel’in bir diğer iddiası, Peygamberimizin ‘bir kadınla asaleti için evlenebileceğini’ söylediği iddiasıdır. (Arsel, 184) Halbuki hadisin meali şöyledir: “Kadın, dört şey için nikah edilir. Malı, asaleti, güzelliği ve dini için. Sen dindar olanını seç.” (Buhari, Nikah, 15; Müslim, Rada, 53; Ebu Davud, Nikah, 2; Nesai, Nikah, 13; İbni Mace Nikah, 6) Arsel, çarpıtarak verdiği hadisi şerif etrafında, 35 sayfa laf üretecektir. (Arsel, 155-190) Arsel, “Sen dindar olanını almaya bak.” kısmını gizlemiştir. (s. 124) Arsel hızını alamaz ve hadisin amacının zıttına olacak şekilde şöyle devam eder: “Muhammed’in amaçladığı şey, güzellik ve maldır.” (Arsel, 185, 174, 348, 184, 156, 173, 155, 156, 188 vd.) Arsel daha sonra, İslam’da evlilik müessesesine diline dolar. (Arsel, 273) Bu konu ‘İslam’da kadın hakları’ başlığı altında detaylı olarak ele alınmıştır.

Arsel, “Muhammed, ‘Ey Nâs’ (Ey insanlar) diyerek her şeyden önce erkekler sınıfına hitap etmektedir, kadınları kendisine muhatap kabul edinmemiştir.” (Arsel, 191) iddiasında bulunur. ‘İnsanlar’ kelimesini, erkekleri de kadınları da kapsayan bir kelimedir. Bu, Fransızcada da aynen geçerlidir. Kur’an-ı Kerim’in Fransızcaya yapılan çevirisinde ‘Nâs’ kelimesi, ‘gens’ (insanlar) kelimesi ile ifade edilmiştir. (s.129) Arsel, İslam’ın kadını uğursuz saydığını iddia eder. Halbuki Peygamber Efendimiz, ‘İslam’da uğursuzluk inancının olmadığını’ beyan etmiş, ‘kadının uğursuzluğu görüşünün cahiliye döneminde Arapların bir inanışı olduğunu’ bildirmiştir. (Tecrid-i Sarih, VIII/3120) 

Yine arsel’e göre Hz Muhammed, “erkeğin cinsel organını kutsarken, kadınınkini pis saymıştır.” (Arsel, 88) Halbuki hadisi şerif şöyledir: “Her kim dilini ve cinsel organını kötülükten korumayı bana garanti ederse, ben de o kişiye cenneti garanti ederim.” (Buhari, Rikak, 23) Buradaki kötülük kelimesinden kastedilen, zinadır. Üstelik burada, cins ayrımı yapılmadan her iki cinse hitap edilerek bu söz söylenmiştir! (s. 132) Hadis usulünde çok önemli bir metot vardır. Hadislerin bütün rivayet yolları göz önüne alınarak hüküm verilmelidir. (s. 140) Arsel’e göre kadın, kocasından izinsiz namaz bile kılamaz, oruç tutamaz. (Arsel, 200) Halbuki koca ibadete engel olmak istese, onun dinlenmemesi İslami bir hükümdür. (s. 142) Arselin diğer bir çarpıtmasına örnek, (Arsel, 113) Bakara suresinin 231. ayeti ile ilgili yaptığı yorumdur: “Siz erkeklere indirdiğimiz Kur’an’ı anın.” Arsel ayete, ‘erkeklere’ kelimesini ekleyerek çarpıtma yapmıştır. Yoksa Bakara Suresi 183 ayette, “Ey inananlar! diye başlayan ayet, orucun farz olduğundan bahseder. Arsel’in dediği gibi hitaplar hep erkeklere olsaydı, kadınlara orucun farzı olmaması gerekirdi! (s. 144) Arsel ayetleri eksik veya eklemeler yaparak da aktarmaktan çekinmez. “Onu (kocayı) temiz bir hayat ile ihya eder ve yaşatırız.” (Arsel, 214) şeklinde verdiği ayetin tamamı şudur: “Kadın veya erkek, inanmış olarak kim iyi iş yaparsa, ona hoş bir hayat yaşatacağız.” (Nahl, 97) Arsel çarpıtmalara aynı mantıkla devam eder. (Arsel, 140) “Ademoğlu öldüğü an ameli kesilir, üç şey hariç… Kendisi için salih oğlundan…” diye çevirdiği hadisin Arapçasında geçen “el-veled” kelimesi, Fransızcadaki “I’enfant” yani hem kız hem oğlan çocuğunu kapsayan bir kelimedir. Oğlan kelimesinin aslı Arapçada, ‘İbn’ dir. Arsel böyle bir çarpıtmayı eserinin 141. sayfasında da yapar. (s. 147) Hangi ilim dalında olursa olsun, genel sistemini bilmeden bir ilim dalı ile ilgili birkaç cümle aktararak bir fikir sahibi olmak mümkün müdür? (s. 149) Arsel kitabı boyunca aynen bu yaklaşım tarzı ile yazılarına devam eder. (Arsel, 106) “Şeriat dini, hayvana tanıdığı hakkı kadınlara tanımaktan kaçınmıştır.” der. Hâlbuki olayın aslı şudur: İslam’a göre savaşı erkeklerin yapması esastır. Kadınların savaşa katılma sorumluluğu yoktur. Peygamber efendimiz döneminde at ise, en önemli savaş aracı idi. Atın elde edilmesi kadar kaybı da önemli bir mali külfeti gerektiriyordu. İşte Arsel, tüm bunları çarpıtarak okuyucu yanıltmakta, yönlendirmektedir. (s. 151) İslam nizamında kadına ekonomik bir külfet yüklenmemiştir. Ekonomik yük, erkeğin sırtındadır. Bu nedenle kardeşler arası miras paylaşımında, erkek kardeşe kız kardeşin verildiğinin iki katı miras verilir. Eğer İslamiyet, kadından da evin geçimini, çocukların masrafları, mihr gibi mali yükümlülükleri ve sorumlulukları isteseydi, o zaman kız kardeş erkek kardeş kadar eşit pay alırdı. Ama bu yükümlülük, erkeğe verilmiştir. (s. 151)  Kısaca bu mesele, İslam’ın kendi sistemi içinde ele alındığında, gayet mantıklı ve uygundur. Bu tamamen, mali yükümlülük ve görevlere bağlı, kendi sistemi içinde son derece adil bir düzenlemedir. (s. 154) Bu konu detaylı olarak ‘İslam’da kadın hakları’ adlı yazımızda ele alınmıştır.

Arsel’in İslam’a saldırmak için kullandığı araçlardan birisi de, İslam alimleri arasındaki bazı içtihat farklılıklarından işine geleni alarak, amacına uygun olan birini seçerek kullanmaktır. Halbuki kullandığı görüşün zıttına olan görüşlerde İslam’a daha uygun olabilir. Zaten Mecelle’nin 39. maddesinde, “zamanın değişmesiyle hükümlerinde değişmesinin inkar edilemeyeceği” İslam hukukunun ana kurallarından birisi olarak ilan edilmiştir. Bu nedenle, İslam hukuku ile ilgili çalışmalar içinden herhangi bir içtihadı alıp, onu İslam’a saldırı aracı olarak kullanmaya çalışmak iyi niyetle bağdaşmaz. (s. 156) Osmanlı aile hukuku kararnamesinde, erkek için 18, kadınlar için 15 yaş evlenme alt sınırı olarak benimsenmiştir. (s. 157) 1938 tarihli Aile hukuku kararnamesi 4. madde ile de ülkemizde evlilik yaşı, kızlarda 15 idi ve hatta hakim onayı ile 14’e kadar düşürülebilmekte idi. Ne şart altında olursa olsun, İslam’ın çocukların evlendirilmesine izin verilmemiştir ve bu konu da ‘İslam’da kadın hakları’ adlı yazımızda ele alınmıştır.

Arsel, “Kadın, evlenme çağına geldiğinde kime verilirse, ona gitmek çaresizliğindedir.” (Arsel, 132) iddiasında iken, Evzai, Sevri, Ebu Ubeyd, Ebu Sevr, İbnü’l-Munzir gibi İslam alimleri, bir kızın birisi ile evlenmeye zorlamayacağını belirtmişlerdir. (s. 160) Mevsili, ünlü eseri el-İhtiyar’da (III/90) “Nikâhta kadınların sözü geçerlidir. Hür, akıllı ve erginlik çağına gelmiş bir kadın kendisine bir erkeğin nikâhlarsa, caizdir.” Demekte idi. Peygamberimizde hadisinde, “Kız, kendisinden izin alınmadan nikah edilemez.” (Buhari, Nikah, 41; Müslim, Nikah, 64; Ebu Davud, Nikah,24; Tirmizi, Nikah, 18; Nesai, Nikah, 31; İbni Mace, Nikah, 2; Darimi, nikah, 13; Muvatta, Nikah, 4; Hanbel, I/219) ve “Bakire bir kız, izni alınmadan nikah edilemez.” (Buhari, Hiyel, nikah, 41; Müslim, nikah, 64; Ebu Davud, nikah, 24) buyurmuşlardır. Peygamberimize bir kız gelerek, babasının kendisini istemediği halde bir adama zorla verdiğini söyleyerek şikayette bulundu. Peygamberimiz kızı muhayyer/özgür bıraktı. (Davud, nikâh, 25; İbni mace, nikâh, 12; Ahmet Bin Hanbel, I/364) Bazı ayet ve hadisler, emir değil tavsiye niteliğinde ifadeler taşır. Bu tavsiye niteliğindeki hükümler bir emir gibi sunulamaz. Bunun içindir ki İslam alimleri hükümlerinde, ‘Farz, vacip, sünnet, müstehap, mendup, mübah, tenzihen mekruh, tahrimen mekruh, haram’ gibi gruplandırmalar yapmışlardır. (s. 162) Mesela Peygamber Efendimiz nikahlanmak üzeri olan birisine, “bakire mi, dul ile mi evlendiğini” sorup, “bakire ile evlenmesini” tavsiye etmiştir, fakat kendisinin, Hz Ayşe dışındaki tüm eşleri dul idi. Yani, tavsiye ile emir farklı hükümlerdir. (s. 163)

Arsel, devam eder: Bekâret sorunu, dinsel bir zorlama nedeniyle Müslüman kişiyi öylesine ‘çağdışı bir kafa’ yapısında kılmıştır ki, bekaretini evlilik dışı yollarla kaybeden bir kadını hor görülmeye layık bilir.” Arsel’in çağdaşlık olarak nitelendirdiği şey, evlilik dışı ilişkiyi normal karşılamaktır. (s. 165) Arsel, uydurma olan (Irakî, 4/105) “evin köşesinde ki bir hasır, döl getirmeyen kısır kadından daha hayırlıdır.” sözünü, sahih/gerçek gibi kitabında aktarır. Arsel bununla da yetinmez ve hızını alamayarak, “kısırlığı bilinen kadına yanaşmayın.” gibi hadisler uydurmaktan da çekinmez. (s. 166) Peygamberimiz, kadınları döven kimseler hakkında, “Bu kişiler hayırlılarınız değildir.” (Ebu Davud, nikah, 43; İbni mace, nikah, 51) ve “sizin hayırlınız, eşine hayırlı olandır. Kadınlara ancak iyi insanlar iyi davranır, onlara karşı ancak kötü kişiler ihanet eder.” (Camiu’s-sağir, II/11) buyururken, Arsel, Nisa suresi 34. ayeti diline dolar ve okuyucuyu yanlış yönlendirir. Bu konu detaylı olarak ‘İslam’da kadın hakları’ adlı yazımızda ele alınmıştır. Arsel, ‘yapıtının’ 80 sayfalık bir bölümünde, kasıtlı olarak yanlış verdiği Hz Zeynep’in peygamberimizle evliliğini tam 14 kez anlatmıştır. (s. 173) Arsel ayrıca, kadının şahitliği konusunu da çarpıtarak aktarır. Bu konulara cevaplar için  ‘İslam’da kadın hakları’ ve ‘Hz Muhammed neden çok hanımla evlenmiştir?’ adlı yazılarımıza bakılabilir.

Arsel’in Diyanet İşleri Başkanlığı’na gönderdiği ‘açık mektup’ta, sinek hadisi diye bilinen hadis-i reddettiği görülür. Bu konudak, cevaba ‘Ateistlere cevap’ adlı yazımızdan ulaşılabilir. Aynı mektupta, “müşrikleri nerede görürseniz öldürün” ayeti, ‘kadının şahitliği, evliliği’ gibi konuları tek taraflı ve çarpıtılarak aktarır. Bu konuların cevapları için, ‘Tevbe suresi 5. ayet’ ve ‘‘İslam’da kadın hakları’ adlı yazımızdan ulaşılabilir. Arsel mektubunda ayrıca, “batı dünyasında, Tanrı ve peygamber emirleri ile savaşıldığını, dogmatizmden kurtulduklarını, üniversite öğretim üyelerinin de bu çağdışı gidişe karşı şahlanması gerektiğini.” yazmaktadır.

Diyanet İşleri Başkanlığı, Arsel’in çarpıtmaların sıralayarak, “bunların bahane edilerek başta Kur’an ve Peygamber Efendimiz olmak üzere, İslam dininin eleştirildiğini, Aysel’in kitaplarında dini hükümlerin maksatlı olarak yorumlanıp alay konusu yapıldığını, İslam’ın önder şahsiyetlerinin hepsini, “bilgisiz, ilkel şeriatçı.” diyerek küçümsendiğini delilleri ile sıralar. Ayrıca Arsel, “Şeriatın, insanı insan olmaktan çıkaran ve hayvana yaklaşık yapan bir felaket kaynağı olduğunu (Biz profesörler, s. 120) ileri sürmektedir. Halbuki İslam insanı, sahip olduğu yetenekleri kullanarak meleklerden de üstün bir makama yükseltmeyi amaçlarken, insanlara materyalist bir açıdan yaklaşan evrim teorisi, bizatihi insanın kökeninin hayvan olduğunu iddia etmektedir. Bu konuda ‘Evrim teorisi’, ‘Dawkins’e cevaplar’ adlı yazılarımıza bakılabilir. Arsel, aklı ilahlaştırmış, bilime din olarak tapan klasik pozitivist bir materyalist durumuna düşmüştür. Bu konuda, “bilim değişmez mi?” başlıklı yazımıza bakılabilir.

Arsel, ‘toplumsal geriliklerimizin sorumluları’ adlı kitabının 210. sayfasında, “Bütün sorun, şeriatın (İslam dininin) kendisindedir. Cehalet, şeriatın (dinin) kendisinde yatmaktadır. Akla ve müsbet ilme ve ahlaka aykırı ne varsa, hepsi oradadır. Bunları, Arap Peygamberi, Tanrı adına ve tanrının sözleridir diyerek yerleştirmiştir.” demektedir. Bu konulara cevap niteliğinde, “Müslüman ilim öncüleri, Kur’an ve bilim, İslam ve Rönesans, dinsiz ahlak olur mu? Batı medeniyeti, Modernizm ve kadın” adlı yazılarımızı tavsiye ederiz. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın cevabî yazısında belirttiği gibi, din sonradan uydurulmamış, insanla beraber var olmuştur. Artık, ‘Dinlerin kökeninin Sümerlere dayalı olduğunu’ iddia eden tez çürütülmüştür. Bu konuda, ‘Kuran’ın kaynağı Sümerler mi?’ başlıklı yazımıza bakılabilir.

Arsel’in bağlı olduğu materyalist ve pozitivist dünya görüşü onu önyargıya, o da tarafsız bir inceleme ve araştırma imkânından uzak ve İslam’a ve Müslümanlara hınç duymaya ve savaşmaya sevk etmiştir. Zaten bunu kendisi de açıkça söylemektedir: “Ebu Hanife’ye, ‘Hanife Efendi’ derken, bu kişinin adlarının yanına ‘Efendi’ sözcüğünü koymak, her nedense bana hınç çıkarma duygusu verir.” (Biz profesörler, s. 186) demektedir. Arsel gibi, yeterli bilgi ve yetkisi olmayan insanlardan isabetli hüküm ve sonuçlara ulaşabilmelerini beklemek mümkün değildir. ‘Pîr’ yani yaşlı kelimesini,  ‘pire’ zanneden ve bu konu üzerine bir makale yazan Arsel, bir de hızını alamayarak muhataplarını, ‘insan zekâsını küçülten kimseler’ (Varlık dergisi, Ağustos 1976, sayı: 827, s. 3) olarak vasıflandırmaktadır! Arsel’in tek özelliği, hiç bilmediği konuları bile bildiğini iddia ederek, milletimizin saygı duyduğu her değere hakaret edecek kadar ‘cesur’ olmasıdır. Arsel’in objektif değerlendirmeler yapması mümkün olmadığı gibi, ilmi durumu ve ihtisası bakımından da, böyle bir değerlendirme yapacak ehliyette biri değildir. (Diyanet’in Arsel’e cevabi yazısından)

İlhan Arsel’e cevaplar I Konusuna Ait Etiketler

Bu Konuyu Sosyal Medyada Paylaş

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz


Yukarı Çık