Oryantalistler ve Hz Muhammed (sav)

Within spread beside the ouch sulky and this wonderfully and  as the well and where supply much hyena so tolerantly recast hawk darn woodpecker

Konuyu tamamlayan, ‘Ateistlere cevaplar’, ‘Hz Muhammed neden çok kadınlar evlenmiştir?’, ‘Kur’an’ın kaynağı nedir?’ adlı yazıları tavsiye ederiz.

Oryantalistlerin Hz Muhammed hakkındaki ithamları ve gerçekler

Hz Muhammed’in samimiyetinin ve peygamberliğinin delilleri

Oryantalistler Hz Muhammed’in maddi menfaat için Kur’an’ı yazdığını, amacının saltanat, makam, para ve dünyevi zevkler olduğunu ileri sürer. Bu konu detaylı olarak, ‘Kur’an kaynağı nedir?’ adlı yazımızda ele alınıp cevaplanmıştır. Bu yazımızda ise Hz Muhammed’in samimi, dürüst, dünyavi hırslar peşinde olmayan ve Kur’an’ı yazmadığını delilleri ile okuyucuya sınacağız.

“Hz Muhammed’in peygamberliğindeki samimiyetine nasıl inanalım? On beş asır öncesine gidelim, putlara tapılıyor, içki su gibi içiliyor, kadınlar satılıyor, zina son derece yaygın, güçlü zayıfı eziyor ve insanlar ölçüsüz, azgınca bir hayat yaşıyor. Böyle bir toplum içinde bir kişi çıkıyor ve insanları tek olan Allah’a ibadet etmeye çağırarak, yukarıda saydığımız tüm kötü alışkanlıkları bırakmaya davet ediyor. Bunu yaparken nasıl karşılık göreceğini de gayet iyi biliyor. Öldürülme tehlikesi ile karşı karşıya geleceğinin de farkında. Fakat o, Rabb’inden aldığı emir ile tüm bunlara aldırış etmeksizin vazifesini yapıyor. İşin dikkat çeken yanı, bu zatın davet etmiş olduğu şeyler insan nefsinin arzuladığı şeyler de değildir. Aksine nefsin zorlanacağı şeylere davet ediyor çevresini. Oruç var, zina yasak vd. İnsanların hem nefislerinin hoşuna gitmeyen hem de canlarını kaybetmesiyle sonuçlanabilecek olan bu olumlu tepkiye onları iten şey neydi? Bu öyle bir cazibe gücüydü ki, ekonomik imkanlar ve askeri güçle elde edilemezdi. Bu bambaşka bir şeydi. O kadar başka bir şeydi ki, savaşlarda onun ashabı ona bir zarar gelmesin diye başlarını ona yönelen okların önüne atıyorlardı. Bu o kadar başka bir cazibeydi ki, asırlardır ve bugün milyarlarca Müslüman, hep aynı aşkla bağlanmıştır ona. Müslümanlar sırf o yapmış diye, binlerce sünneti bir askeri disiplin edasıyla yerine getiriyor. On beş asırdır Müslümanlar ağızlarını içkiyi sürmüyorlar. İçki bulunan sofraya oturmuyorlar bile. Milyarlarca insan üzerinde oluşturulmuş olan bu etkinin Nübüvvet gücünden başka bir izahı olabilir mi? Bugün sigara kutularının üzerinde bile sigara içmek sizi öldürür yazıyorken, pek de etkili olmuyor. Dünyada hiç kimse onun kadar sevilmedi ve sevilmeyecek. Hiç kimse onun kadar takip ve taklit edilmedi, edilmiyor. Bir insan eğer bu durumu kendi gayreti, kabiliyeti, imkanı ile elde edebiliyorsa, neden bunlara sahip ve talip olan birçok insan için böyle bir şey söz konusu olmadı?” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun Kalmasın, s. 215-219)

Maddi menfaat elde etmek isteyen bir insan, toplumda kökleşmiş ve benimsenmiş yanlışlara (içki, kumar, fuhuş v.b) savaş açıp, üstüne bir de maddi ve bedeni açıdan insana zor gelecek işleri (namazdan, oruç zekata) insanlara zorunlu kılar mı? Amaç taraftar toplamaksa akla epey aykırı bir yöntem değil midir bu metot? Yoksa amaç ego tatmini ve krallık değil mi idi?!

Amaç kendini yüceltmek olsa, neden yazdığı (!) kitapta kendini defalarca (Enfal, 68; Tevbe, 43; Tahrim, 1; Tevbe, 80; Kehf, 28; Nisa, 105; Yunus, 42,99; Abese, 10) hatalarından dolayı azarlanıp, hatalarını ortaya döksün, yüzlerce yıl sonra bile okunmasına neden olsun? Hem ‘tek’ olmak varken neden tüm peygamberler arasında son sırada yer aldığını (Hatemu’l-Enbiya)  ilan etsin? Diğer peygamberlerin açığını sayarak kendini yüceltmek varken, kendi hatalarını ortaya döküp diğerlerini yüceltsin? Diğer peygamberlerin mucizeleri sayılırken neden kendisinin hiçbir mucizesi Kur’an’da açıkça yer almasın? Fetih suresi, 27. ayete bakıyoruz, müthiş bir özgüven. Halbuki o anda, Hudeybiye anlaşması ile Kabe’ye ziyaret yapılamamış ve görünüşte  Müslümanlar aleyhine olan bir anlaşma imzalanmıştır. Ama ayete bakıyoruz, ‘güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz.’ buyrulmaktadır. Bu ayeti kime güvenerek kitabına (!) koymuştur? Mekke’de, o zor ve zulüm, işkence altında yaşanan 12 yılın tam ortasında inen Zümer suresi 39-40. ayetlerde de aynı kendinden emin tutum göze çarpmaktadır: “De ki: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın. Ben de yapacağım. Kişiyi rezil edici azabın kime geleceğini ve sürekli azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz!” Bu fütursuz/korkusuz, kendinden emin tavrı her peygamberde görmek mümkündür. Mesela, tanrı kral olduğunu ilan eden firavun, Hz Musa’nın yüzüne karşı kendisini öldürme tehdidinde bulununca, Hz Musa tek başına onun yüzüne şöyle haykırmakta idi: “Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığınırım.” (Mümin, 27) Hz Resul’ün tek başına başladığı o zorlu yolda her zaman tek dayanağı Allah (azze ve celle) olmuştur! Şura, 10: “İşte o Allah benim Rabbimdir; yalnız O’na güvenip dayanmışımdır ve daima O’na yönelirim.” Menfaat için, kral olmak için yola çıkan biri (!) şu sözleri neden insanlara söyler? “Ben de öleceğim, ben de insanım, Allah’ın hazineleri yanımda demiyorum, ben melek değilim, bende ‘sizin gibi’ vahye uyuyorum.” (Zümer, 30; En’am,50; Kehf, 110) “Beni Allah’ın bana verdiği makamın üstüne (Hristiyanların Hz İsa’ya yaptığı gibi) çıkarmayın.” (Hanbel, III/154) Hazreti Muhammed, ticaretten siyasete, sosyal hayattan aile hayatına, hayatın her alanında, her kademede, her çeşit durumla karşı karşıya gelmiş; olumlu olumsuz, müspet menfi her türlü olayla karşılaşmış ama her zaman çizgisini, ahlakını, fedakarlığını, sevecenliğini muhafaza etmiştir. Zafer kazandığında da  mutlu olduğunda da; kaybettiğinde de üzüldüğünde de; toplum içinde de, ailesi arasında da hep aynı çizgiyi korumak, üstün niteliklere, ahlaka sahip olmayı gerektirir. Onu lider, örnek şahsiyet yapan da budur. Okuma bilmeyen (‘ümmi peygamber’ adlı yazımıza bakılabilir.) bir kişi kitap yazacak (!) ilham aldığı iddia edilen kaynaklara bakıyoruz hepsi birbiri ile tezat iddialar. (‘Kur’an’ın kaynağı nedir?’ adlı yazımıza bakılabilir.) Ayrıca ortaya konan eser, edebi ve şair dolu bir ortamda herkese meydan okuyarak, hadi ‘bir  (tek sure veya ayet bile olsa ) benzerini getirin’ (İsra, 88; Hud, 13; Bakara, 24) diye çağrıda bulunacaktır. Bu nasıl bir özgüvendir? Ümmi olan biri Kur’an’daki bilimsel ayetleri nasıl yüzyıllar öncesinden keşfetti (‘Kur’an ve bilim’ adlı yazımıza bakılabilir.) Romalıların yenildiği savaş daha tazeliğini korurken, bir kaç yıl içinde İran’ı yeneceklerini nereden bilebilir bir fani? O, Ebu Leheb’in imansız 15 yıl daha yaşayacağını nereden bilebildi? (Tebbet, 3) Kendi yazsa bu kitabı, en ihtiyaç duyduğu anlarda neden ayet indirmesin?! “İfk olayı, kıblenin değişmesi” konularında olduğu gibi. (‘İfk hadisesi’ ve ‘ateistlere cevap’ adlı yazılara bakılabilir.) Neden aylarca insanların konuşmasını engellenmedi ifk olayında, kıble için istekli olduğunu ayet açıkça ifade ederken, neden yıllarca bekledi?! “Eğer Kur’an’ı kendi yazsa, peygamberin davasının ilk anında evren, yaşam ve toplum hakkındaki yöntem, düşünce ve anlayışlarını anlatmaya başlamasını gerekirdi. Ne var ki, vahyin başlangıcı tevhide çağrı ile başlamıştır. Bütün bunlar olurken, vahyin kesintiye uğradığı da oldu.” (Bakır el-Hakim, Oryantalistler ve Kur’an hakkındaki şüpheleri, s. 38)

“Size ben, “Allah’ın hazineleri yanımdadır”, demiyorum; gaybı da (geleceği de) bilmem. “Ben bir meleğim” de demiyorum. Sizin hor gördüğünüz kimseler için, “Allah, onlara asla hiçbir hayır vermez” de diyemem. Allah, onların içlerindekini daha iyi bilir. Böyle bir şey söylersem, o zaman ben gerçekten zalimlerden olurum.” (Hud, 31); “İslam’ı inkar edenler, “Bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir.” dediler. De ki: Onu kendiliğinden değiştiremem, ben ancak bana vahyolunana uyarım.” (Yunus, 15); “Gözlerin, dünya hayatının süsünü isteyerek Müminlerden başka yana sapmasın. Nefsinin arzusuna uyan kişiye itaat etme.” (Kehf, 28-29) (Ahzab, 63) “Eğer Muhammed kendisinin insanüstü bir varlık olduğunu ifade etseydi, buna inanacak birçok kimsenin çıkacağını tahmin etmek zor değildir. Fakat Kur’an Ondan, ‘ben de sizin gibi bir insanım.’ (Keyf, 110) diye duyurmasını istemektedir. Ayrıca Peygamberimiz, kıyametin ne zaman kopacağını bilmediğini Kur’an’da açıkça ilan etmektedir. Sahte dini liderler, kıyametin saatini bildiğini ileri sürerler. Kur’an’da Allah “Ne zaman gelip çatacak?” diye sana kıyamet saatini sorarlar. De ki: Onun hakkındaki bilgi sadece Rabbimin katındadır.” buyurmaktadır.” (Caner Taslaman, Neden Müslüman’ım? Deizme Cevap, s. 198) Aynı şekilde ruh hakkında da kendisine sorulan sorulara, ‘pek az bilgiye sahip olduğu’ şeklinde cevap vermiştir.” (İsra, 85) Hz Muhammed, günümüze kadar bile hala içeriği çözülemeyen bu konularda zaman kazanacak cevaplar verip neden rakiplerini susturmamış da ellerine koz vermiştir? Rumların İranlıları birkaç yıl içinde yeneceğini bildiren (Rum, 3-4) ve bu gerçekleşen Hz Muhammed’in, kıyametle ilgili ‘300-500 sene sonra’ demesine engel olan ne idi? Bu açık sözlülük, öz güven ve Allah’a olan itaat/bağlılık! Bu kişi mi yalancı?!

“Batıdaki Hz. Muhammed imajı, aynı zamanda Kur’an ve İslam imajıdır.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 19, 22) Çünkü Norman Daniel’in dediği gibi: “Biz en fazla mesaimizi (Hz) Muhammed’in peygamber olmadığını ispat üzerine yoğunlaştırdık. Zira o peygamber değilse, Kur’an’da vahiy olmayacaktı.” (Hıdır, s. 21) “Oryantalistler, dönemin ruhuna, ideolojilerine, inançlarına göre, oldukça fazla fanteziler, ideolojiler, tiplemeler üretmiştir ki, bunlar gerçek tarihteki İslam peygamberi değildir.” (M. Di Cesari, The Pseudo-historical Image of the Prophet Muhammed in Medieval Latin Literature, Giriş, VII) Anton Wessels: “Biz Batılılar, Ortaçağlardan bu yana bize sunulan (genelde negatif) bir Muhammed imajına sahibiz. Yapılan tasvirlerin gerçek kaynaklara dayanmayıp, temel olarak apolojetik/polemik bir amaca hizmet ettiği çok açıktır.” (A. Wessels, Modern Biographies of the Life of the Prophet Muhammad in Arabic, Islamic Culture, XLIV/2, s. 99-105) “Hz Muhammed’in hayatı bütün yönleri ile alaya alındı, olaylar az veya çok abartıldı, neredeyse tanımayacak derecede çarpıtıldı, sağlam ve güvenilir bilgi planlı bir şekilde çürüğe çıkarıldı. İslam’ı ‘bazen sırf eğlence için, daha çok da kilisenin yüksek gayeleri için’ yalan yanlış anlattılar.” (N. Daniel, Islam and the West, s. 244) İslam düşmanı Rudi Paret bile, Hz Muhammed’in “İnsani büyüklüğünü ve gururdan tamamı ile uzak olduğunu” itiraf etmektedir. (Paret, Kur’an üzerine makaleler, s. 119, 137) “Hz Muhammed’in hayatı, çok az insanın dayanabileceği mücadele ve zorluklarla geçmiş, Kendisi saraylarda yaşanmamış, içkili eğlence partileri düzenlenmemiş” (Selçuk Kütük, Deizm, s. 263) ve “Hayatının yarısı açlıkla geçmiş, hiçbir zaman servet sahibi olmamıştır.” (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 113) Ebu Cehil Hz Muhammed’e, ‘Biz seni yalanlamıyoruz. Fakat senin getirdiğin şeyleri yalanlıyoruz.’ demişti. (Taberi, tefsir, III/246; Tizmizi, Tefsiru Sure 6) Çünkü Ona kavmi, ‘Emin’ lakabını vermişti. (Kadı Iyaz, eş-Şifa bi Tarifi Hukukil-Mustafa, I/270) Peygamberliğini ilk açıkladığında, ‘Size dağın arkasında düşman var desem inanır mısınız?’ diye sorunca, ‘Evet, Biz senin doğruluğunu tasdik ederiz. Çünkü şimdiye kadar sende doğruluktan başka bir şey görmedik. Sen yanımızda yalanla itham edilmiş bir insan değilsin’ demişlerdir. (İbn Sa’d, Tabakat, I/199-200; Buharî, Sahih, III/171: Müslim, Sahih, I/133-135; Taberî, Tarih, II/ 216) Hatta “Medine’ye göç ederken, ona zulmeden insanlardan bazılarının emanetleri hala kendisindeydi.” (Cüneyt Avcıkaya, Kolaycılığa kaçmanın adıdır deizm, s. 106) Peygamberliği kabul etmeyenler, ona düşman olanlar bile mal ve kıymetli eşyalarını kendisine teslim ediyorlardı. Hatta hicret ettiği gece bütün bu emanetleri alıp gitmek yerine, Hz Ali vasıtası ile sahiplerine teslim etmiştir. (İbni Hişam, Tarihun-Nebeviyye, II/485, 493; İbn İshak, Sıre, II/138, İbn Sa’d, Tabakatü’l-kübra, III/22, Mesudi, Murucu’z-Zeheb, II/285, Muhibbul-Taberi, Rıyadu’n-nadra, II/211; Ebu’l-Fida, el-Bidaye ve’n-nihaye, III/197; Ahmed Zeyni Dahlan, Sire, I/69)

“Kur’an’da peygamberimizin kınanması, Kur’an’ın Allah kelamı olduğunun delilidir. Hz Peygamberin uydurması olsaydı, kendi kendini kınaması düşünülemezdi.” (Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler, Müşkilü’l Kur’an, s. 236) “Hristiyanlar Tevrat ve İnciliden çaldığını söylüyorlar. Gerçek bu şekilde olsa Muhammed, nasıl olurda kendisini kınayan, eleştiren ayetler söylesin ve bunları niçin eserine barındırsın?” (Mauell King, 17 Ocak 1915 yılında Theo Theoavnard kilisesinde verdiği konferanstan nakleden, Ömer Rıza Doğrul, Kur’an nedir? s. 103)

Tevbe 43: “Allah seni af etsin. Onlara niçin izin verdin?” mealindeki ayetle Hz Muhammed’in yaptığı bir yanlışlık gözler önüne serilmektedir. İsra, 73. ayette “Allah, Hz Peygamberin müşriklere az da olsa bağlanma tehlikesi geçirdiğini beyan etmektedir. Ahzab, 37: “İnsanlardan korkuyordun.” Diye buyrulmaktadır. Görüldüğü gibi Hz Peygamber kendisine gelen vahye müdahale bile edememektedir. Kur’an’ı Hazreti peygamberin kendisi yazsaydı, niçin Hz Peygamber içinden geçirdiği böyle olumsuzlukları deşifre ederek kendini sabote etsin? İsra, 86. Ayette de, “Gerçek şu ki, biz dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız; bundan sonra da sen bize karşı güvenip dayanacağın birini bulamazsın.” buyrulmaktadır. Abese, 1-10. ayetler de ise, “Yüzünü ekşitip başını çevirdi.  Görme engelli o kişi geldi diye. Ama (ey Peygamber!) Sen nereden bileceksin, belki o kendini arındıracaktı. Yahut o bir öğüt alacak, bu öğüt kendisine fayda verecekti. Sen ise kendini her bakımdan ihtiyaçsız görenle ilgileniyorsun. Onun arınmamasından sen sorumlu tutulmayacaksın ki! Gönlünde Allah korkusu taşıyarak koşup sana geleni umursamıyorsun!” diye Hz Peygamber’in yanlış bir metot izlediği ifade edilmektedir. Halbuki Efendimiz sadece bir an için, boş bulunarak, anlık olarak o anki ortamdan rahatsız olmuştur. Ama hemen Allah’tan ‘anında’ adete azar işitmiştir. Bir anlık dalgınlıkla verdiği böyle bir tepkiden ötürü kimse kendi kendini bu şekilde eleştiremez. Böyle tenkit insan psikolojisine tamamen aykırıdır! Kasas, 56. ayette Allah, ‘Kendi izni olmadıkça Hz peygamberin bile kimseyi hidayete erdirmeye gücü yetmeyeceğini’ bildirmektedir. Kendini lider, önder yapmak için kutsal kitap yazdığı iddia edilen bir kişi, “Sizi cehennemden kurtarırım!” neden dememiştir? Öyle ya, yüzbinlece kişi bir emri ile ölmeye hazırdır! Uhud savaşında Hz Hamza şehit edilmişti. İşkence yapılıp, çiğeri çıkarılmış, kulak ve burnu kesilmişti. Hz Muhammed buna çok üzümüş ve aynısını onlara yapacağını söylemişti. (Vakıdi, I/290; İbni Hişam, II/95; Taberi, II/528) Ama nazil olan bir ayetle (Nahl, 126) intikam almasının önü kesilmiştir. Hz Muhammed kendini zora sokacak ve intikamını alma sözünü geri aldırtacak ayeti neden Kur’an’a yazmıştır!? İnsanları kandırmak için ilahi kitap uyduran bir insan yazdığı esere şu ayetleri neden ekler: “Hiçbir şey hakkında sakın ‘yarın şunu yapacağım’ deme! Ancak, ‘Allah dilerse, inşallah yapacağım’ de. Unuttuğun zaman Rabbini an ve ‘Umarım Rabbim beni, doğruya daha yakın olana eriştirir’ de.” (Kehf, 23-24); “ Eğer, biz sana sabır vermeseydik, neredeyse sen onlara birazcık meyledecektin. O takdirde, muhakkak hayatın da, ölümün de azabını sana kat kat tattırırdık. Sonra, bize karşı kendin için hiçbir yardımcı bulamazdın.” (İsra, 74-75)

“Kur’an’da Hz Muhammed’in bazı hataları da düzeltmiştir. Halbuki Kitabı uydursaydı, kendisi ile ilgili inanılmaz/olağan üstü insan algısı oluşturmak için Kur’an’ı kullanması beklenirdi. Abese, 3, 7, 10; Tevbe, 43; İsra, 73-74; Enfal, 63 gibi Kur’an’daki ayetler Hz Muhammed’in hataları söyler ve bu ayetler O’nun Kur’an ile ikaz edilen, uyarılan bir insan olduğunu ortaya çıkarır.” (Caner Taslaman, Neden Müslümanım? s. 197, 198) Hz Muhammed, Allah’ın elçiliği vazifesine sıfırdan başlamıştır. İlim, siyasi güç, insan kaynağı ve  ekonomik güç açısından, hepsinde sıfırdan görevine başlamıştır. Hz Muhammed’in yaşadığı bölgede ve dönemde bir felsefe okulu da, bir gözlemevi vasıtası ile evreni anlama çabası da yoktu. Hz Muhammed’in yaşadığı bölgede devlet tanımına uygun bir siyasi yapı da yoktu. Hazreti Muhammed’in düşmanları olan müşrikler, bu ‘Kur’an şehrin ileri gelenlerinden birisine indirilseydi ya’ (Zuhruf, 31) demişlerdir. Hz Muhammed, sıfır noktasındaki bir yetim olarak vazifesine başlamıştır. O dönemki Araplar kendi dinlerine bağlı cahil bir toplum idiler. Hz Muhammed radikal bir dönüşüm gerçekleştirmiştir. (Taslaman, s. 171-172) Lamartine, “Eldeki araçların kıtlığı, ulaşılan sonucun büyüklüğü bir kişinin dehasının ölçüleri ise, tarihteki hangi insan Muhammed’e bu hususta kafa tutabilir? İnsanın yüceliğinin öl­çümü mümkün olsa, ondan daha büyük bir insan var mıdır, sorarız” demektedir. (Histoire de la Turquie, I/112, II/276-277; Michel Lelong, İslam’la Yüzleşen Batı, s. 35)  Kur’an tüm evrenin sonunun geleceğini iddia eder, bu iddianın bilimsel açıdan doğruluğu Hz Muhammed’in döneminde anlaşılamamıştır. Birçok kimse, Hz Muhammed ile alay etmiştir. Menfaat için yalan söyleyen bir kimsenin böyle bir iddiada bulunması değil, bulunmaması gerekirdi! (Taslaman, s. 177) Hz Muhammed, birçok zaferine rağmen sade yaşantısından vazgeçmemiş, yaşamını değiştirmemiştir. (Ebu Davud, Tereccül 1, (4161); İbn Mace, Zühd, 4. 3. Tirmizi, Zühd, 35, (2350); Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/83; İbn Mace, Zühd, 24; Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi, s. 174; Prof. Dr. Ahmet Yıldırım, Sade hayat ve din, Special Issue on the Proceedings of the 3rd ISCS Conference, July 2014, s. 328-339; Taslaman, s. 190) Hindistanlı psikolog ve felsefeci Koneru R. Rao, ‘Şartlar değişti ama Allah’ın elçisi değişmedi, zenginlikte ve yoksullukta aynı kişiydi, aynı karakteri sergiledi.” (Rao, Muhammed the Prophet of Islam, s. 24) diyerek bu gerçeği ifade etmektedir.

Karen Armstrong: “Hz. Muhammed gerek ruhsal ve gerekse politik anlamda muazzam bir başarıya kavuşmuştur. Bazı Batılı eleştirmenlerin iddia ettiğinin aksine, Hz. Muhammed’in vizyonu güç şehvetiyle lekelenmemiştir. Asla Tanrı merkezli olmaktan uzaklaşmamıştır.” (Karen Armstrong, İslam Peygamberinin Biyografisi Hazreti Muhammed (sav), s. 237, 240); Smith Bosworth: “Hz. Muhammed, caminin imamı olduğu gibi devletin de başıdır; O hem Sezar’dır, hem de Papa aynı anda; ancak Papa’nın gösterişinden yoksun bir Papa’dır. Sezar’ın Romalı tümeninden yoksun bir Sezar. Sabit bir ordusu olmayan, muhafızı bulunmayan, saraydan sabit bir geliri olmayan bu kişi, Muhammed’dir.” (Smith, Bosworth, Muhammed ve Muham-medîlik, s. 92); Irvving Washington’a göre, “onun büyük askeri zaferleri, onda ne gurur, ne de mağrur bir sevinç uyandırmıştı. En güçlü zamanlarında dahi o, sade bir yaşam sürdü. Bir odaya girdiğinde, biraz fazla saygı gösterilse gerçekten üzülürdü. O evrensel bir hakimiyeti hedef edinmişse, bu dinin ve Hakk’ın hâkimiyetidir.” (Muhammed ve İzleyicileri, s. 192); Arthur Gilman: “Muhammed’in zaferi gerçekten dindendir, siyasetten değildir. O, her türlü şahsi sadakat yeminini reddetti ve hükümdarlık otoritesinden uzak durdu. Mekke’nin fethi vesileyle, onun yüceliğini görmekte­yiz. Geçmişte kendilerine yapılanların etkisi onu pekala intikama yöneltebilirdi. Ama o ordusunu her tür kan dökmekten alıkoydu.” (Gilman, Arthur, Haçlı Karşıtları, s. 20); Edward Gibbon: “Bizde hayranlık uyandıran, onun dininin yayılması değil istikrarıdır;  Peygamber’in şanı, asla imani faziletten öteye geçmemiştir. Ve onun hayatındaki ahlak kuralları mantık ve din sınırları içinde, hep iyilikleri korumuştur.” (Edward Gibbon, Haçlı Karşıtları İmparatorluğu Tarihi, s. 74); Majör Arthur Glyn Leonard’ın deyişiyle, “O, her çağın ve tarihin en engin, samimi ve gerçek önderlerinden biridir.” (Majör Arthur Glyn Leonard, İslam-Ahlaki ve Manevi Değer­leri, s. 20-2; Cevher Şulul, Batılı düşünürlerin Hz. Muhammed (sav) hakkındaki görüş ve düşünceleri, Kutlu Doğum Sempozyumu, Hz. Peygamber ve İnsan Sevgisi, s. 92-105); Alexander Russel Webb: “İslam, evrensel kardeşliğe, evrensel sevgiye, evrensel iyiliğe çağırmakta ve kalp temizliği, hareketlerin temizliğini, konuşmanın temizliğini ve tam bir fiziki temizlik istemektedir. Şüphesiz İslam, insanoğlunun bildiği en sade ve en yüce dindir.” (Fazlur Rahman, Siret Ansiklopedisi, I/145); Tolstoy: “Eğer insan, seçme hakkına sahip olsaydı, aklı başında olan her insan, şüphe ve tereddüt etmeden Muhammediliği, tek Allah’ı ve onun peygamberini kabul ederdi.” (Tolstoy, Hz. Muhammed, s. 15); Roger Garaudy: “Felsefe, peygamberlerin mesajlarına kulak vermedikçe tek adım atamayacaktır.” (Roger Garaudy, İslam’ın Vadettikleri, s. 138); Claude Cahen: “Kendi çevresinde insanlığın ruhsal ve ahlaksal düzeyini yükseltme yollarını aramakta tartışılmaz bir dürüstlük ve coşku dolu bir yetenek göstermiştir.” (Claude Cahen, İslamiyet, s. 17–20); Thomas Carlyle: “Muhammed’in entrikacı bir sahtekar olduğu ve dininin bir şarlatanlık ve ahmaklık yığınından ibaret bulunduğu şeklindeki iddiaların artık kimse için tutarlı tarafı kalmamaya başlamıştır. Bu adamın çevresine yığılan yalanlar sadece bizim için utanç verici olmaktan öteye gidemez. Biz Muhammed’i asla bir batıl, bir göstermelik, zavallı ve haris bir entrikacı olarak görmek istemiyoruz. Onu bu şeklide düşünmemiz imkansızdır.” (Thomas Carlyle, Kahramanlar, s. 79-83); Ahnie Besant: “O yüce Arap öğretmen’e, her defasında yeni bir hayranlık dalgasıyla dolar, yeniden saygı ve huşu duyarım.” (Ahnie Besant, Muhammed’in Hayat ve Öğretisi, s. 4); Stanley Lane-Poole: “Muhammed’in düşmanlarına en büyük galebeyi çaldığı gün, kendisine karşı da en büyük zaferi kazandığı gündür. O gün Kureyş’i hiçbir karşılık olmaksızın affetti ve bütün Mekke halkı için genel af ilan etti.” (Stanley Lana-Pool, Peygamber Muhammed’in Konuşma ve Sohbetleri, s. 46-47); Maurici Faudefroy: “Muhammed bir ilahiyatçı olmayıp, peygamberdi.” (Gaudefroy-Demombynes, Müslüman Kurumlar, s. 20); Henry Mayers Hyndman: “Muhammed yaşadığı gibi öldü; ilk dava arkadaşları ve sahabesi arasında vefat etti!” (Henry Mayers Hyndman, Asya’nın Uyanışı, s. 9); Mahatma Gandi: “Peygamberin tam manasıyla sadeliği ve ahde sadakati, onun arkadaş ve takipçilerine kendini adaması, tevazuu, yiğitliği, korkusuzluğu, Tanrı’ya ve dinine olan mutlak bağlılığıydı asıl ona her engeli aştıran ve muzaffer kılan; yoksa kılıç bir hiçti.” (Genç Hindistan, Işık’tan alınma, Lahore, 16 Eylül, 1924); Lancelot Lawton: “İslam, insandan bir tanrı çıkarmaya çalışmaz ama onun iyi bir komşu olmasına kadar düzene sokar.” (Lancelot, Yer Küre, Londra, 12 Mayıs, 1928); Duncan Geenless: “Tanrı’nın vahyettiği bütün gerçek dinleri kabul eden bu akidenin asaleti ve geniş müsamahası insanlık için daima mükemmel ve şanlı bir miras olacaktır. Ancak böyle bir esas üzerine mükemmel bir dünya dini kurulabilir.” (Geenless, Duncan, İslam Akidesi, s. 27)

Efendimiz hasır üzerinde uyumuş, elbiselerini yamamış ve ‘ben kral değilim, sadece sizden birisiyim’ diyerek (Beyhaki, Delailü’l-Nübüvve, I/274) sıradan bir yaşamı tercih etmiştir. “O, en güçsüz zamanında üstün cesaret ve fedakarlık, en güçlü zamanında örnek tevazu ve sadelik göstermiştir. Tüm bunlar, menfaat elde etmek için insanları aldatan veya akıl sağlığı normal olmayan birisinin benimseyeceği davranışlar değildir. Hz Muhammed aynı zamanda ilettiği mesajın titiz bir uygulayıcısı idi. Kur’an’da Hazreti Muhammed’in ismi 4 kere geçer, buna karşılık Hz Musa 136, İsa 25 kere geçer. Hz Muhammed’in babasından ve annesinden Kur’an’da hiç bahsedilmez. Hz İsa’nın annesi hazreti Meryem’in ismi Kur’an’da 34 kez geçerken çok sevdiği eşi Hz Hatice’nin ve oğlu İbrahim’in küçük yaşta ölümü onu çok üzer ama bunlar Kur’an’da yer almaz. Çünkü Kur’an şahıs değil, Allah merkezlidir. (Taslaman, s. 191-195) Ayrıca, “Hz Muhammet din uydursaydı, kendi ait olduğu cinsi ve sınıfı kayıran, ayrıca İslam’ın ilk muhataplarının ileri gelenlerinin rahatça kabul edeceği bir din uydurması gerekirdi.” (Taslaman, s. 305)

Hz Muhammed “Kul kalmak istedi, kulluğu krallığa tercih etti.” (Süleyman Ateş, İslam’a itirazlar ve Kur’an-ı Kerim’den cevaplar, s. 17) “Beni övmeyin.” (İbni Hişam, 2/658; aş-Şifa, s.101) “Ben kral değilim.” (İbni Sa’d, al- Tabakat al-Kübra, I/5) “Benim için ayağa kalkmayın.” (Iyad ibni Musa, Şifa, s. 101) buyurdu. Yine “Resulü Ekrem Efendimiz, aşırı sevgiden dolayı kendisine secde etmek isteyen bir kimseye sert tepki göstererek izin de vermedi.” (Ebu Davut, Nikah, 40)

Hz Muhammed’e “İslamiyet’e davetten önce herkes ona saygı gösterirdi. Bu sebepten sosyal statüsü büyük idi. Hatice’ül Kübra’nın servetiyle ticarete başlamış, bununla da büyük bir servet elde etmişti. Ömrünün sonuna kadar bu servetle rahat geçinebilirdi. Kendisini bütün bu eziyetlere sokmaya lüzum yoktu. Peygamberliğini ilan ettiği zaman birçok düşmanlar ortaya çıktı. Akrabalarından birçok düşmanlar edindi. Eğer onun daveti Allah’ın emriyle olmasaydı, bir insan olarak bütün bu eziyetlere ve zahmetlere katlanamazdı. Amcaları ve yakınları, “sen bizim milletimizin arasına ayrılık soktun, cemiyetimizi birbirine düşürdün, bu işten maksadı nedir? Maksadın mal toplamaksa, eğer yönetime geçmekse, kadınsa hepsini verelim.” diye teklif edince cevabı, “Ben menfaat için sizleri davet etmiyorum.” (Operatör Doktor Mehmet Ali Derman, Çürütme (reddiye), s. 38-39) olur.  “Bütün Arabistan kendisine itaat ettiği halde, evinin bütün işlerini bizzat kendisi görmeye devam etmiştir. Elbisesinin söküklerini kendi diker, yemeğini hizmetçi ile birlikte yerdi. Muhammed’in kurduğu birlik, Bizans imparatorunu hezimete uğrattı. İran saraylarını yok etti. Zerdüşlü tarumar etti. Ama onun hayatı değişmedi.” (Operatör Doktor Mehmet Ali Derman, Çürütme (reddiye), s. 79)  Ayrıca, “Hz Peygamber salt lider gibi davransaydı, 10 yıl kendisine zulmeden şehrinden ayrılmasına sebep olan, hicret ettiğinde de kendisini rahat bırakmayan Mekkeli müşriklerden İntikam alırdı.” (Cağfer Karadaş, Kafama takılanlar 2, s. 109)

Şu ayet samimiyet, dürüstlük, davaya bağlılık ve içtenlikten başka ne vardır? “De ki: “Ben kendim için, Allah’ın dilediği dışında ne bir fayda elde edebilirim ne de zarardan kurtulabilirim. Eğer gaybı biliyor olsaydım elbette bundan çok faydalanırdım, başıma kötülük de gelmezdi. Ben yalnızca inanan bir toplum için uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” (A’raf, 188)

“Muavviz kızı Rubeyyi’in düğününde küçük kızlar def çalarken şöyle derler: ‘Aramızda yarın ne olacağını bilen peygamber var.’ Peygamberimiz hemen müdahale eder: Böyle demeyin! (Buhari, Megazi, 12;İbni Mace, Nikah, 21) “Ben resulullah olduğum halde akibetimin ne olacağını bilemem.” (Buhari, Cenaiz, 3) Hz Muhammed, “Bilin ki, sizden hiçbiriniz ameliyle kurtulamaz.” buyurunca sahabe kendisine, “Sen de mi (amelinle kurtulamazsın) ya Resulallah?” diye sorarlar. Efendimizin cevabı, “Evet, ben de. Eğer Rabbim beni katından bir rahmet ve lütufla kucaklamazsa.” (Buhari, rikak 18; Merda 19; Müslim, Münafıkin 71-78)

Bu özellikler efendimizde olmasa idi “Birbirini boğazlayan çöl bedevilerinin, gerçekten değerli ve mert olmayan bir insanın emrine girmesi mümkün olmazdı.” (Carlyle, Peygamber, Kahraman Muhammed, s. 40) İslam düşmanı Leone Caetani bile itiraf etmektedir ki, ”Ebu Bekir, Ömer, Abdurrahman b. Avf, Ebu Ubeyde b. Cerrah, said b. Ebi Vakkas… Devirlerinin hiç şüphesiz en büyükleri olan bu zatlar, onun yalanlarını anlamayacak kadar kör ve idraksiz olduklarına ihtimal verilebilir mi? Hayatının son gününe kadar etrafındakilerin ona muhabbet/sevgi ve sadakatleri hep arttı.” (Caetani, İslam tarihi, VII/370-373)

Efendimiz, devesine Hazret-i Ali ve Ebu Lübabe ile nöbetleşe biniyordu. Yürüme sırası Efendimiz’e gelince arkadaşları: “Ey Allah’ın Resulü! Lütfen siz binin! Biz, sizin yerinize de yürürüz.” dediler. Rasulüllah, “Siz yürümeye benden daha tahammüllü değilsiniz. Ayrıca ben de sevap kazanma hususunda sizden daha müstağni/kendine yeterli biri değilim.” buyurur. (Muhammed Gazali, Fıkhu’s Sire, s. 237) Kendisine aşırı tazim gösterenlere: “Siz beni, hakkım olan derecenin üzerine yükseltmeyiniz! Çünkü Allah beni ‘Resul’ edinmeden önce ‘kul’ edinmişti.” ikazında bulunmuştur. (Heysemîi, Mecmeu’zZevaid ve Menbau’l-Fevaid, IX/21) Mekke’nin fethi günü, korku ve heyecandan titreyen bir Mekkeliye, “Sakin ol kardeşim! Ben bir kral veya hükümdar değilim. Kureyş’ten güneşte kurutulmuş et yiyen senin eski komşunun yetimiyim.” (İbn-i Mace, Et’ime, 30; Taberani, el-Mu’cemü’l-Evsat, II/64. 2) buyurmuştu. Muhammed hiçbir zaman kendisini diğer insanlardan ayrı tutmayıp, inen vahiy önce kendisi hayata geçirmiştir. Kendisini Allah’ın kulu olarak tanıtmıştır. Unutmamalıdır ki, bir insan menfaat elde ettiğinde bunu kimseyle paylaşmak istemez. (Hacı Ali Şentürk, Teolojik Sancı Deizm, s. 133)

Arkadaşları Mekke’yi terk edip hicret ederken, yalnız kendisini, Hz Ebu Bekir ve Ali ile birlikte Mekke’de kalmaya zorlayan, Medine’ye davet edildikten sonra 2,5 ay daha müşrik bu düşmanları arasında bekleten ne idi? Neden önden gidip canını kurtarmamıştır? (A.  Hatip, Kur’an ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 68) Eğer peygamber yalancı olsa idi, bu kadar zorluk ve eziyetlere neden katlansın? Onun doğruluğunun en açık delili, gerek güçsüz gerek güçlü zamanlarında ardı arkası kesilmeyen sıkıntılara rağmen inancına sadakatle bağlılığını sürdürmesidir. O, bu yoldan asla dönmemiştir. (Abdülaziz Hatip, s. 70)

“Bazen en şiddetli ihtiyaç duyduğu zamanlarda, çok istediği halde vahye mazhar olamamıştı, demek ki bu tercih meselesi, seçilebilecek bir durum söz konusu olmayan bir hal idi.” (Draz, en-nebeü’l-Azim, s. 63) İlk vahyin gelişinden sonra uzun süre Hz Cebrail ikinci vahyi getirmedi. Bu üzüntülü ve ıstıraplı bir zamandı. (Buhari, 91/1; M. Hamidullah, Le Prophete de l’Islam, I/89) Bu süreyi fırsat bilen kavmi kendisine eziyet etmiş -hâşâ- şeytanının kendisini terk ettiğini iddia etmişlerdi. (A.  Hatip, s. 90) Hz Muhammed yalancı olsa neden kendisine geldiğini ileri sürdüğü vahyi kesintiye uğratsın? Bu işin düzmece olduğunu ‘bildiğine’ göre, bu kadar neden etkilensin!?

Kur’an, peygamberimize hitap ederken özel duygularını da topluma ilan etmektedir. ‘Güzellikleri hoşuna gitse de, bundan sonra başka hanımlar alman sana helal değildir.’ (Ahzab, 52) Kendi yazdığı kitapta, karşıtlarınca kullanılabilecek -hatta günümüzde bile hala kendisine saldırı için kullanılan- ‘güzellileri hoşuna gitse de’ gibi hitapları neden eli ile kitabına eklesin?

“Ey peygamber eşleri, dünya süsünü istiyorsanız gelin sizi boşayayım.” (Ahzab, 28) Bu ayet indiğinde peygamberimiz nerede ise bütün Arabistan’a hakimdi. “Efendimiz’in eline maddi imkanların geçtiğini ve diğer müslüman kadınların da dünya nimet ve zinetlerinden daha fazla faydalandığını fark eden Peygamberimiz’in eşleri, bu refahtan biraz da kendilerinin yararlanma taleplerini dile getirdiler. Peygamberimiz (s.a.s.), eğer isteseydi onların bu taleplerini yerine getirir ve bir sıkıntı da olmazdı. Fakat, dünyaya yüksek bir zühd anlayışıyla yaklaşan ve en fakir insanların hayat ölçülerini kendine mizan alan Allah Resulü gelen ilahi talimat gereğince onların bu taleplerini uygun bulmadı.” Evet, bu vahiy peygambere ‘eskisi gibi sadelik içinde yaşamasını’ tebliğ etmektedir. Bu emir, dünya hayatına düşkün, servet peşinde koşan bir maddeperest tarafından yazılmış olabilir mi? “O, gösterişten uzaktır, elinde olduğu halde mal mülk edinmemiş, ipek giymemiş, basit bir evde yaşamıştır.” (Afif  A. Tabbare, Ruhu’d-dini İslam, s. 454) Bu nedenle yukarıdaki örneklerini verdiğimiz gibi  ve ‘oryantalist F. Babinger’in de itiraf ettiği’ gibi, “Peygamberimiz mal ve servete değer vermeyen bir zahid idi.” (Ekrem Sarıkçıoğlu, Batı dinler tarihinde İslam, s. 220)

“Hz Muhammed kendisini toplum dışında tutmamış, onlarla birlikte yaşamıştır. O, bizden biri gibidir ve bizim için örnek olabilecek bir model insandır. O’nun mucizevi kişiliği ön plana çıkarıldığında, O ulaşılmaz bir hedef haline gelir. Oysa O, Allah’ın insanlara belirlediği bir modeldir.” (Ahmet Önkal, Çağdaş çalışmalar ve oryantalistlerin siyere yaklaşımı, Derleyen, Prof Dr Adnan Demircan, s. 124)

Bir insan düşünün tüm Arabistan’a hakimdir ve insanlara, ‘Bu kitap benim eserim değil, ben ona bir şey eklemedim.’ diyor! (Muhammed Abdülazim Zerkani, Menahilül-irfan fi ulumil Kur’an, II/403-404) Halbuki insan fıtratı kendisini ebedileştirecek, sonsuzlaştıracak şeyleri sevmeye meyillidir. O ise, ısrarla insanlara, Kur’an’ı işaret etmektedir. Eğer Kur’an, Muhammed’in eseri olsa idi onunla peygamberliğini değil, kendi -haşa- ilahlığını ilan ederdi. (A.  Hatip, s. 100)

Müşrikler Kur’an’da bazı değişiklikler yapmasını isterler. Bu sayede inanma ihtimalleri artacaktı. Kur’an, O’nun sözü olsa bazı tavizler verebilirdi. Ama Kur’an’da bu teklife cevap şu şekilde verilecektir: “De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edecek olursam, elbette büyük bir günün azabından korkarım.” (Yunus, 15-16)

Peygamberimiz uykudan kalktığında, yatağa girdiğinde, yağmur yağdığında, yolculuk anında, savaşta, barışta, yeni elbise aldığında, tuvalete girerken, çıkarken hep dua ediyordu. Yalancı olsaydı, acizliğini, fakirliğini ve hiçliğini itiraf ve günah işlemekten korktuğunu ilan eder miydi? (A.  Hatip, s. 114) Bedensel ibadetlere herkesten fazla devam eden (Buhari, Teheccüd, 6; Ahmed, Müsned, IV/251); gecenin son üçte birinde kalkıp namaz kılması kendisine ‘farz’ olan (İsra, 79); doyuncaya kadar yemek yemeyen (Tirmizi, Şemail, s. 76; Müslim, Zühd, 22); deriden yapılmış içi hurma lifi dolu bir yatakta yatan (Buhari, Rikak, 17; Müslim, Libas, 38); farz namazlar dışında teravih, bayram, evvabin, ay ve güneş tutulması, istiska namazları kılıp ayrıca ramazan orucu dışında her hafta pazartesi ve perşembe günü oruç tutan (Tirmizi, Savm,44; Nesai, sıyam, 36; İbn Mace, Sıyam, 42; Ahmed b. Hanbel VI/80) ve Rabbinin en ufak bir emrini bile çiğnemekten şiddetle kaçınan biri olan Hz Muhammed, hiç Allah’a itaatsizliğin en büyüğünü yaparak, onun adına kitap uydurabilir mi? (A.  Hatip, s. 116)

O, en zor anlarında bile ilahi yardımdan mutlak surette emin bir şekilde, son derece soğukkanlı hareket etmiştir. (A.  Hatip, s. 119) “Allah seni insanların şerrinden koruyacaktır.” (Maide, 68) ayeti inince peygamberimiz kendisini korumak için etrafında olanlara ‘Artık gidebilirsiniz, çünkü Allah beni koruma sözü verdi.’ demiştir. (Tirmizi, tefsir, III/410) Niçin, kendisine eziyet ve suikastların bolca bu kurulduğu dönemlerde, “Seni düşmanlarından koruyacağız” diye ayet yazdırıp sonra da “Rabbim beni koruyacak, beni artık korumanıza gerek yok” diyerek, suikastların başarıya ulaşma ihtimaline karşı amacını riske atsın! Zatür-rika gazvesinde, ağaca asılan kılıcı alıp, peygamberimize, ‘benden korkuyor musun, seni elimden kim kurtaracak?’ diyen düşmana, ‘Hayır, Allah kurtaracak!’  (Buhari, Megazi, 31) cevabını vermiş, Huneyn gazvesinde, İslam ordusu dağılınca tek başına atını düşman ordusuna sürüp, müşrikler etrafını sardığında, ‘Ben gerçekten peygamberim, bunda yalan yok.’ diyerek onlara meydan okumuştur. (Buhari, cihad, 52;Müslim, cihad, 78-81) Tüm bunlar, uydurduğu tanrı adına bir kitap yazan birisinin tepkileri olabilir mi? Peygamberimiz Kur’an’da eski peygamberlerin mucizelerinden bahseder. Bu Müşrikler ve Yahudilerin de kendisinden mucize beklentilerine yol açar. Fakat her seferinde Peygamber Efendimiz kendisinin sadece elçi olan bir insan olduğunu belirterek onlara cevap verir. (A.  Hatip, s. 298) Halbuki Kur’an’ı kendi yazmış olsa, bu mucizelerden bahsetmeyip kendini de zor durumda bırakmaması gerekirdi.

Pedro Alfonso gibi öncü oryantalistlerden günümüze dek devam eden bir iddia vardır:  ‘Kur’an’ın, Muhammed’in hiç mucize göstermediğini onayladığını’ ileri sürülür. (N. Daniel, Islam and the West, s. 68) Kur’an’ı Hz Muhammed yazdı ise, neden ona mucizeler gösterdiğini eklemesin. Kur’an’da o kadar itiraz edilen husus (putperestliğin reddedilmesi; Tevhid inancının öncelenmesi, içkinin yasaklanması vd.) takipçilerince kabullenilmişken, araya kendini öven bir kaç mucize örneğini neden eklememiştir?

Tebbet suresi, 1. ayet: “Ebu Leheb’in iki eli kurusun kurudu da.” Allahu Teala’nın, Ebu Leheb ve karısının iman etmeyeceklerini önceden haber vermesi, Kur’an’ın mucizelerindendir. Zira insanın son nefesteki durumunu Allah’tan başka kimse bilemez. (Candan, s. 550) Bu ayet aslında Hz Muhammed’in Allah’a olan güvenini  ve samimiyetini de göstermekte değil midir?

Daha Mekke’de o işkence, zulümlerin en doruk noktasında iken hangi güce dayanarak Hz Muhammed Kureyş suresi inince Kabe’ye gitmiş ve çoğu akrabası ve tanıdığı olan müşriklerin karşısına geçip bu sureyi okumuştur. Onların tüm dünyalık tekliflerini elinin tersi ile itmiş ve ‘Artık sizin dininiz ve benim dinim var, sonsuza dek ayrıyız.’ mesajını verebilmiştir? Nerede mantık, nerede plan, nerede dünyalık gayeler?

Hz Ebu Bekir, mali  destekte bulunduğu Mistah b. Usase’nin, Hz Aişe’ye atılan iftiraya inanıp dinlenilmesinden dolayı üzülmüş, bir daha ona yardım etmeyeceğini söylemiş ancak inen ayet (Nur, 22), yardıma devam etmesini emretmiştir. (Buhari, Meğazi, 34; Tefsîru’l-Kur’an, 6; Müslim, Tevbe, 56) Kim eşine iftira atılınca buna inanan ve bunu yayan birine yardıma, hem de başkasının yardımını kesmesine rağmen, devam edilmesine kendi yazdığı (!) kitapta izin verebilir? Hiç ses etmese, zaten Hz Ebu Bekir yardımı kendiliğinden kesmiş değil mi idi?

Menfaat peşinde olan ve bunun için ilahi olduğunu iddia ettiği bir kitap yazan biri, kendini zora sokacak şu ayetleri neden yazdığı kitaba eklesin? Hac, 52: “Senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki, o bir temennide bulunduğunda şeytan ille de onun arzularına bir şeyler katmaya kalkışmasın.”; İsra, 73-75: “Az daha seni bile, iftira edesin diye, fitneye düşüreceklerdi. Eğer biz sana direnç vermemiş olsaydık.”;  Şura, 24: ” Ey Muhammed! Allah dilese senin kalbini de mühürler. Allah batılı siler ve gerçeği sözleriyle ortaya çıkarır.”

İnşirah, 1-4. ayetler, zorluklar karşısında Allah’ın yardımından bahseder. Kendi yazdığı (!) kitapta övgüyü, kudreti kendi öz benliğine bağlamak yerine, bir insan neden acizliğini ilan edip, Allah’tan yardım aldığını, bu sayede ancak  acizlikten kurtulabildiğini ilan etsin?

Uhud savaşından sonra inen ayet; Ali İmran, 159: “Sen onlara sırf Allah’ın lütfu sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.” Kur’an’ı Hz. Muhammed yazsa, Uhud Savaşı’ndan sonra ‘kendi sözünü dinlemedikleri için savaşın yenilgiyle sonuçlanmasına neden olan’ sahabeye, üstünlüğünü pekiştirme ve haklılığını ilan etmek için bir fırsat doğmuş iken, bunu değerlendirmeyip, bir de insan fıtratını zorlayacak içeriğe sahip bu ayeti ‘kitabına’ neden eklesin?

Peygamberimizin devesi kaybolmuştu. Yahudi münafıklarından olan Zeyd ibn al-Lust; “Muhammed kendisine gökten haber geldiğini söylüyor. Oysa kendi devesinin nerede olduğunu bile bilmiyor.” demişti. Bu haber Allah’ın elçisine ulaştı. Resulullah: “Vallahi ben ancak bana bildirilenden başkasını bilemem, şimdi Allah devenin şu vadide olduğunu bildirdi, yuları bir ağaca takıldığından gelemiyor.” diye buyurdu. Müslümanlar gidip bakarlar ve deveyi Resulullah’ın dediği yerde bulurlar. (İbn-i Hişam, I/527) Hz Muhammed devenin nerede olduğunu biliyorsa neden münafıklara koz vermiş, bilmiyorsa nereden öğrenmiştir?

Ahzab, 37. ayet inince Hz Resul çok zor durumda kalır. (Detay, ‘Efendimiz neden çok hanımla evlenmiştir?’ adlı yazımızda) Burada önemli olan, Hz Peygamberin bir süre açıklamaktan çekindiğin bir meseleyi, Kur’an’la kendisine bildirildikten sonra bir an bile tereddüt etmeden, istemediği halde, insanlarla bunu paylaşmasıdır. Nitekim Hz Ayşe, bu çarpıcı tabloya dikkat çekerek: “Eğer hazreti peygamber, Allah’ın kitabından bir şey gizleseydi, bu ayeti gizlerdi.” diyecektir.  (İbni Kesir, tefsir, ilgili ayet; Tirmizi, Tefsir 34; İbni Hacer, Fethu’l-Bari, VIII/524)

Ahzab, 53. ayette, “Ey iman edenler! Yemek için çağrılmaksızın ve yemeğin pişmesini beklemeksizin Peygamberin evine girmeyin. Çünkü bu davranışınız Peygamberi rahatsız etmekte, fakat o sizden de çekinmektedir. Allah ise, gerçeği söylemekten çekinmez.” buyrulmaktadır. Ayet, Allah (c.c.) katından gelmemiş, peygamber eliyle yazılmış olsa idi, niçin Peygamber ayete rahatsız olduğunu yazdırsın ve içinde gizlediği şeyi ortaya çıkarsın. “Ben insanlara rahatsız olduğumu söyleyemem, insanlar sonra hakkımda ne düşünür?” diyerek bunu içinde saklıyorsa, ayeti daha sonra yazıya geçirtirken, rahatsız olduğunu belirtmemesi ve ekletmemesi gerekmez mi idi?! Konuyu hadis ile bildirip yüzyıllar boyu bu konunun konuşulmasına neden olmaz mı idi?!

Ahzab, 50. ayette, “Ey peygamber! Sana şu kadınları helal kıldık.”  buyrulmuştur. Efendimiz sayılan bu kadınların hiç biri ile evlenmemiştir. Ayet, tüm müminlerle ilgili hüküm bildirmektedir amacıyla indirilmiştir zaten. Hz. Peygamber (sav), zaten ‘evlenmeyeceği’ kadınlar için niçin ayet yazıp, üstüne aynı ayetin devamında, 52. ayette, ‘başka kimseyle evlenemezsin’ diye eklesin?

Soylu bir kabileden bir kadın hırsızlık yapmıştı. Cezasını düşürebilmek için yollar aranır ve Resulüllah’ın çok sevdiği Üsame’yi şefaatçi olarak ona gönderilir. Peki kendi çıkarını ve geleceğini düşünen biri şu cevabı verebilir mi idi?: “Bak Üsame, İsrailoğulları bu sebeple helak oldular; içlerinden soylu birisi suç işlerse ona ceza uygulamazlar, sıradan birisi işlerse uygularlardı. Vallahi Muhammed’in kızı Fatıma da olsa onun da elini keserim.” (Buhari, Enbiya 54, Megazi 53, Hudûd 11, 12; Müslim, Hudud 8, 9; Ebû Davud, Hudûd 4; Tirmizi, Hudud 6; Nesai, Sarik 6; İbni Mace, Hudud 6)

Oryantalistlerce iddia edildiği gibi Hz Muhammed İncil’den alıntılar ile Kur’an’ı yazdı ise neden İsa’nın tanrı olduğunu Kur’an’da reddelir? Yahudilikten alıntı yaptı ise neden Kur’an’ın tanrı anlayışı  ırkçı değildir? Mekke müşriklerinin geleneklerinden etkilendi ise, neden putlara tapmayı yasaklamıştır? (Bu konuda, ‘Kur’an’ın kaynağı nedir?’ adlı yazımıza bakılabilir.) Oryantalistlerin iddia ettiği gibi, Müslüman tarihçiler İslam tarihinden bir şey gizlemek isteselerdi, Peygamberimizin ölüm anında çektiği acıları (Tirmizi, Cenaiz, 8; Nesai, Cenaiz, 6) gizlemez mi idiler?

“Allah Resul’ünün bağlılarının sayısı az, maddi güçleri de zayıftı. Düşmanlar ise, ehl-i kitaptan ve putperestlerden zengin, güçlü, sayıca çok olan insanlardan oluşuyordu. İnananlar, her türlü tehlike, hakaret ve işkenceye maruz kalacaklarını bile bile inanıyor ve İslam ümmetine katılıyorlardı. Müslüman olanlar, baskı, işkence ve kendilerinin eski çizgisine çevirme çabaları ile karşılaşıyorlardı. İlk Müslümanlar, dinleri uğruna  mallarından, vatanlarından, akrabalarından, dünyevi arzularından vazgeçiyorlardı.” (İzzet Derveze, Kur’an cevap veriyor, s. 125-126) “Resulullah’ın davet yolunda uğradığı eziyet ve işkenceler çok fazladır. Yüzüne tükürenler, toprak atanlar, küfür edenler, üstüne pislik savuranlar, onunla alay edenler, taşa tutanlar, öldürmek isteyenler. Bütün bunların yanında eziyetlerin sadece kendisine değil sevdiklerine, dostlarına da yapılması ayrıca zor bir durumdur. Bütün bu eziyetlere davasına inanmayan ve samimi olmayan birisinin katlanamayacağı açıktır.” (İbrahim Çoban, Ateizm ve Deizm Eleştirisi, s. 147) “Habeşistan’a hicret edenler; fakir değil, Kureyşli ailelerin oğulları, lider ve önde gelenlerinin çocuklarıydı. (İbni Hişam, Siyer, II/322-330) Tüm bunlar son derece güçlü bir bağlılık ve büyük fedakarlığın somut örnekleridir. Hz Peygamberi öldürmek istemişler, birçok tuzaklar kurmuşlardır. (Derveze, s. 127, 129) O  derece ki, Müslümanlar artık şu şekilde dua etmeye başlamışlardı: “Rabbimiz! Bizi, bu halkı zalim olan şehirden çıkar, bize katından bir yardımcı ver.” (Nisa, 75) Müslümanlar hicret etmesinler diye tutuklanıp zincirlere vurulmuş, hapse atılmışlardır. (İbni Hişam, III/355) Hicretten sonra da, saldırıları ve çıkardıkları savaşlar devam etmiştir. Medine’ye hicretten hemen sonra, Yahudiler Müslümanlara karşı Mekkeli müşriklerle ittifaklara başlamıştır. (Derveze, s. 141) Zamanla münafıklar da ortaya çıkmış, her fırsatta Müslümanları içten bölmeye çalışmışlardır. Neden tüm bu işkence, eziyet? Sonu belli olmayan bir yola ve tüm bu baskılara göğüs gerebilmenin temelinde yatan güç ve bu gücün kaynağı ne olabilir?

Peygamberimiz kendisine ağır gelse de, hazreti Zeynep ile evliliğini ilan etmiş, tepkiler geleceğini bildiği halde Miraç olayını açıklamış, gece kalkıp namaz kılma gibi ağır ibadetleri özümsemişti. Efendimiz İslamiyet’i uydurmuş olsa, aşağıdaki olayda ‘Allah rekatı beşe çıkardı’ diye açıklama yapsa kim itiraz edecekti? Ama o açıkça Allah’ın emrinin olduğu yerde kendisinin hatalı olduğunu açıklamaktan çekinmemişti. “Resulullah namazı bize beş rekat olarak kıldırdı. “Ey Allah’ın Resûlü, namaza ilave mi yapıldı?” diye sorduk. “Bu da nereden çıktı?” buyurdu. Bunun üzerine, “Beş rekat kıldırdın.” dedik. “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Sizin hatırladığınız gibi hatırlarım ve sizin unuttuğunuz gibi unuturum.” buyurdu. Sonra iki (secde ederek) sehiv secdesi yaptı.” (Müslim, Mesacid, 93) Peygamberimiz bir insandır ve Kur’an bunu bizi özellikle tekrar tekrar hatırlatmaktadır. (Fussilat, 6; Kehf, 110; Müminun, 24, 33-34) “Hz Muhammed, bugün asgari ücretli biriyle aynı standardın da altında yaşıyordu. Bir insan, kendi ailevi durumunu kendi iradesiyle kayıt altına alıp gelecek nesillere aktarır mı?” (A. Bayraktar, Ateizmus 1, s. 55-56) En sevdiği evladı Fatıma, bir gün ondan ev işlerinde yorulduğunu ifade ederek evi için bir hizmetçi tutmasını rica eder. Efendimiz bu isteği, ‘elindeki parayı eğitimle uğraşan suffe ashabına ayırdığını’ söyleyerek geri çevirir. (Buhar, F. Humus, 6)

Mekke’li müşrikler zamanla peygambere yaklaşmışlar ve ona katılmak istediklerini söylemişlerdi. Fakat bunun için peygamberin “fakir kimselerle ilişkisini kesmesini şart koşarlar.” Bunun üzerine Kehf, 28. ayet: “Rızasını dileyerek sabah akşam rablerine dua edenlerle olmak için elinden gelen çabayı göster. Dünya hayatının çekiciliğine meylederek gözlerini onlardan çevirme! Bizi anmaktan kalbini gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme!” ve En’am 52-53. ayetler: “Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O’na yalvaranları kovma! Onların hesaplarından sana sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara sorumluluk yoktur ki, onları yanından uzaklaştırıp da zalimlerden olasın. Aramızda Allah’ın kendilerine lutufta bulunduğu kimseler de bunlar mı?” demeleri için onların bir kısmını diğerleriyle işte böyle imtihan ettik. Allah şükredenleri bilmez mi?” indirilmiş, bu teklifi reddetmesi ve müşriklerin sözlerine uyulmaması gerektiği Hz Muhammed’e emredilmiştir. Dünyalık makam zenginlik peşinde koşan birisi, böyle bir durumda zenginlerin tarafını mı tercih etmesi gerekmez mi idi? Benzer durum Abese (1-10. ayetler) suresinde de görülmektedir.

Hz Muhammed bir Arap lideri olmak, bölgenin veya milletin önderi olmak istese, Arabistan buna çok müsait idi. Bir Arap Birliği kurabilir, açılan bu bayrağın altında ilk toplananlar ise, amcası Ebu Cehil, Rabia’nın oğlu Ukbe ve diğerleri olurdu. Mekke’de iken hayatlarının en büyük hadisesinde, onu hakem yaparak şereflerin en büyüğünü ona vermemişler miydi? ‘Eğer reislik istiyorsan, ölünceye kadar başımızda reis kal’ dememişler miydi? (İbn Hişam, I/265; Belazuri.Ensabu’I-Eşraf, I/230; İbnu Seyyid’n-nas,Uyunu’l-eser, I/132; İbn Kesir, es-Siretu’n-Nebeviye, I/474; Beyhaki, Delail’u’n-Nübüvve-şamile, II/63; Taberi, II/218-220; Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti? s. 110) “Resulullah’ın yüzüne bütün kapıları kapanmış, geçeceği bütün yollar kesilmiş, aynı durum çevresindekilere de yapılmışken o, gerek kendi çağındakiler ve gerekse ondan sonrakilere verdiği eşsiz mücadeleler ve büyük fedakarlıklarla; züht ve takvası, sade yaşantı ile eşsiz bir örnek olmuştur.” (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, s. 356) “Bir insanın ömür boyunca sizden namaz kılmanızı istemesi ona ne kazandırır? Seher vakti uyandırıp neden ibadet etmemizi ister?” (Hacı Ali Şentürk, Teolojik Sancı Deizm, s. 132)

Bir  gün kendisinden mal ve para isteyen bir göçebe Arap var gücüyle elbisesine asılıp, çeker. Hz. Muhammed sendeler. Elbisenin çekildiği yere de kan oturmuştur. Hiçbir şey söylemez, emir verir. Arap’ın develerine mal yüklenir. (Kadı İyaz, Şifa-yı Şerif, s.107) Kral olmak isteyen, ego peşinde koşan, mal-servet ve makam için din bile uyduran biri böyle mi davranırdı?

Hangi batıl din savaşın ortasında, canının derdine düşmesi gerekir iken insana namazı ihmal ettirmez? Neden orucu emreder, inanları aç bırakır ve bundan taviz vermez? Maide, 67. ayette “Allah seni koruyacak” buyrulur. Zamanının mafya babaları bu adamı neden öldürememiştir? Saf, 8. ayette “Allah nurunu tamamlayacak” buyruluyor ve bu davetçi inen son ayete kadar yaşıyor ve nur da tamamlanıyor! Onu kim korudu? Oryantalistlerin iddia ettiği gibi, Hz Muhammed, vahşi, gaddar bir toplumu ıslah etmek için bu dini uydurdu ise, Kur’an’da toplumsal ayetlerin yanında ibadet, itikat ayetlerine neden yer verdi? Toplumsal bir düzen için putları reddetmenin ne gereği vardı? Hangi kuvvetle içkiyi, fuhşu yasaklıyor? Binlerce insan neden bu kadar kolay vazgeçiyor rahat hayatından? Kendileri gibi yaşayan biri için mi?

“Kur’an olgusu karşısında Resulullah, efendisi huzurunda duran, ondan yardım ve af dileyen, emir ve yasaklarına uygun yaşayan ve çeşitli şekillerde O’nun azarlamasına maruz kalan, Allah’ın zayıf bir kulu olarak gözükür.” (Muhammed Bakır el-Hakim, Oryantalistler ve Kur’an hakkındaki şüpheleri, s. 41) “De ki, ben bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.” (Yunus, 15-16) “De ki; Ben yalnızca sizin gibi bir beşerim.” (Kehf, 110) “Deki; Ben Allah’ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok iyilik yapmak isterdim.” (A’raf,  188) “De ki; Ben gaybı da bilmem. Size ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyarım.” (En’am, 50)

İtab (ikaz) ayetleri, aslında Kur’an’ın kaynağının Muhammed olmadığının en büyük delillerinden değil midir? Tebük seferinde münafıklara izin verince “Allah seni affetsin; doğrular sana belli olup, yalancıları bilmeden önce, niçin onlara izin verdin? ” (Tevbe, 43) “Allah günahlarını bağışlar.” (Feth, 2) “Ey peygamber, eğer tebliğ yapmazsan risalet vazifesini yapmamış olursun.” (Maide, 67) “Eğer seni yerinde sağlam tutmasaydık neredeyse -biraz da olsa- onlara meyledecektin. Sonra bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın.” (İsra, 74-75) Kendisine deliller eksik ulaşınca hatalı bir hüküm vermek üzere iken uyaran (Nisa,105-109) gibi ayetleri kişi neden kendi  yazdığı kitaba koyup  kendi kendini zor duruma  soksun? Önyargılı insanlar arasında, ‘O ayetler tevazulu, alçakgönüllü gözükmek için oraya koymuştur.’ diyen çıkacaktır. Hatta ‘Allah ve melekleri Muhammed’e  salat ederler sizde O’na salat edin.’ (Ahzab, 56) ayetinden hareket ederek ‘bakın, aslında kendini nasılda yazdığı kitapta övdürüyor’ diyen de çıkmadı mı? Halbuki bilmezler ki salat, ‘dua’ demektir. Yani ‘Ey Allah’ım, kulun Muhammed’e yardım et, O’nu tıpkı İbrahim aleyhisselama davrandığın gibi aziz kıl ve O’nu da mübarek kıl.’ diye dua ederiz. Yani bizler nebi aleyhisselama sadece dua eder, makamının yüce olmasını temenni  ederiz. “Ateistler ve oryantalistler, “Ahzab, 56. ayette, Allah Muhammed’e salat ediyor.” diyorlar. Salat kelimesinin her yerde namaz olduğunu zannediyorlar. Kur’an’da salat kavramının Allah’a nispetle kullanıldığında ‘rahmet ve bağışlama’; meleklerin nispetle kullanıldığında ‘dua’; Hz Peygamberin nispetle kullanıldığında da ‘dua ve bağışlama talebi’; müminlerin nispetle kullanıldığında da ‘dua ve namaz kılmak’ anlamında olduğunu bilmiyorlar.” (Prof. Cafer Karadaş, Ateist ve deistlere cevap, s. 42)  Kısaca iddia edilenin tam tersine bir anlamı vardır ayetin! Bu konu ayrıca, ‘İlhan Arsel’e Cevaplar II’ adlı yazımızda da ele alınmıştır.

Hz. Peygamber inen ayetleri unutmaktan endişesi etmekte idi. “Kur’an’ı okumakta acele etme ve Rabbim benim ilmimi artır de.” (Taha, 114) “Resulüm! Vahyi çarçabuk almak için dilini kımıldatma.” (Kıyame, 16-18) “Kendisinden kaynaklanan bir vahye tabi olan kimse, kaybolmasından ya da unutulmasından endişe ederek, onu anımsamak için bu denli ısrarcı ve aşırı bir ihtiyaç içinde olmazdı. Tarihi gerçekler sayesinde, Hz Muhammed’in vahiyden bir şeyi kaçırma endişesi çektiğini biliyoruz.  Bazen vahye çok ihtiyaç olduğu durumlarda bile vahiy kesiliyordu. Hz peygamberin çok istemesine, çok arzulamasına rağmen ona vahiy gelmiyordu.  İfk olayında vahyin nasıl geciktiğini kim unutabilir ki?! Neden o ruhban elbisesi giyip, kafiyeli sözler söyleyip, buhurlar tütsüleyip, eşini iftiracıların iftirasından kurtarmak için bir vahiy uydurmadı?  Vahiy, Rabbi dilediği zaman geliyordu. Yine Rabbi dilediği zaman vahiy kesiliyordu.” (Muhammed Bakır el-Hakim, Oryantalistler ve Kur’an hakkındaki şüpheleri, s. 45-48)

“İslam davetine karşı uygulanan çeşitli baskı metotları bulunmaktadır. Alay etmek, yalan propagandalar yaymak, pazarlık teklifinde bulunmak gibi.” (İbrahim Çoban, Ateizm ve Deizm Eleştirisi, s. 149) “Muhammed bin Abdullah, başarısını savaştan ziyade iş dünyasındaki duruşuna borçlu olan Arabistan’ın en saygıdeğer kabilesi Kureyş’ten gelmiştir. Hz. Muhammed, zamanının en zengin Araplarındandı. Eşi Hz Hatice ile Hz Muhammed, Mekke’nin en beğenilen muhitinde bir ev sahibiydi. Mekke’deki tüccarların çoğunluğu yeni öğretiye karşı düşmandılar. İslam, Mekke’nin ticari usulüne karşı bir tehdit oluşturdu. İş adamları, ilk önce Hz. Muhammed’e taleplerini ılımlı hale getirmesi için rüşvet teklif ettiler (onu şehrin en zengin adamı yapmayı vadettiler). Ama bu, başarısızlıkla sonuçlanınca, onu boykot edip şehirden sürdüler. (Benedikt Koehler, İslam’ın Erken Döneminde Kapitalizmin Doğuşu, s. 11-13) Mekke’deki hemşerileri, onun işine karşı bir boykot başlatıp onu şehirden dışarı çıkmaya zorladıklarında, bir zamanların başarılı iş adamı, tam olarak iflas etmişti.” (Koehler, s. 34) Batılı bir yazarın bu aktarımları bile aslında, oryantalist iddiayı kökünden çürütmeye yeterli değil midir? Daha ilk başta kendi akraba ve iş çevresi O’na karşı gelmişti. Zenginlikse zengin idi, hatta daha fazlası da teklif edilmişti! Ama O ne yaptı, hem de bir ticaret erbabı iken, tüm malını mülkünü inandığı ve tek başına iken başlattığı bu davası uğruna harcadı, elindeki tüm mal varlığını, hatta canını, inancı uğruna ortaya koydu, defalarca sınandı, zorlandı, işkence, zulüm gördü, hem de 23 sene boyunca. Ve O (sav) tüm hayatı boyunca da hep sade yaşadı!

Hazreti Muhammed Kur’an’ı kendi yazsa, içine neden “ben de sizin gibi bir insanım” (Kehf, 110); diye yazsın ve hadisinde de; “Hristiyanların Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları gibi beni batıl ve aşırı surette methettikleri şekilde övmeyin! Ben ancak Allah’ın kuluyum. Bana ‘Allah’ın kulu ve Rasulü.’ deyin!” (Buhari, Enbiya, 48; Müsned, I/23; IV/25) desin? Kendisinden 1300 yıl sonra yaşayan bir sufiye bile neden şu şiiri yazdıracak bu sevgiyi neden azaltsın? “Sana Kur’an demese, ben sana insan demezem” (Dîvan-ı Seyyid Nigari, s. 262) Dünyalık menfaat için Allah’tan kitap aldığını söyleyecek kadar pragmatist olsa hazreti Muhammed, kendi resimlerinin her yere astırtıp, dev heykellerini yaptırıp, saraylarda yaşamaz mı idi?

Ateist ve Oryantalist Paradokslar!

Ateist ve oryantalistler, hem Hz Muhammed’in, Hindistan’dan Yunanistan’a o günkü Tıp bilgilerini gizlice okuma yazma öğrenerek topladığını ileri sürerek, Kur’an ve sünnetteki bilimsel mucizeleri bu şekilde açıklamaya çalışırlar, hem de ondan sonra Kur’an ile Tevrat ve İncil arasındaki, başta itikadi birçok farklılıkları açıklamak için, Hz Muhammed’in, Tevrat ve İncili ‘okumadığını, işittiğini, dolayısıyla, yanlış anladığı’ için Kur’an’a da yanlış aktardığını ileri sürerler. O kadar dili gizlice öğren, yetmedi, tıp, astronomi, matematik ta’lim et, sonra asıl iddian olan din konusunda eksik bilgi topla! Yine ateist ve oryantalistler hem ‘Kur’an’ı Muhammed yazdı, hadisler ve İslam tarihi sonradan uyduruldu’ derken hem de bu uydurulduğunu iddia ettikleri kitapları kaynak gösterip İslam’a saldırmaktadırlar. Uydurma ise neden kaynak gösteriyorsunuz, değilse neden sonradan yazıldı diyorsunuz? “Batı’da siret kaynaklarına (Hz Muhammed’in hayatını anlatan eserlere) polemik eserler, bilimsel olmayan, objektiflikten uzak eserler gözü ile bakılır. Ama bu eserlerde yer alan, mesela, Garanik Hadisesi gibi bilgileri, İslam ve Hz Muhammed’e karşı kullanmaktan çekinmezler. Günümüzde Hz Muhammed’in hayatı hakkında yazılan eserlere ve hadise, ‘kurgulanmış bilgi’ gözü ile bakan oryantalistler, bu bilgiler içinden iddialarına uygun olanları seçerek, peygamberimize saldırmayı da ihmal etmemişlerdir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 47, 116)

Burada şu soru akla gelebilir, oryantalistlerin İslami kaynakları delil gösterip İslam’a saldırmalarını biz çelişki olarak nitelendiriyoruz da, biz neden bazı oryantalistlere cevap verirken başka oryantalistlerin fikirlerini delil olarak kullanıyoruz? Bu da bir çelişki değil midir? Çelişki değildir, çünkü oryantalistler, önyargılı oldukları konularda dinimize saldırırken kullandıkları kaynakları, ‘önyargılı olmadıkları konularda’ tarafsız gözle inceleyerek eserlerine aktarabilmektedirler. Aramızdaki fark, biz İslami tüm kaynakları (Kur’an, hadis, siyer vb.) kabul ederken onlar tümünü reddetmekte, ama istisna da olsa, bazen vicdanlarının sesini dinleyerek veya önyargılı oldukları konu dışındaki konuları daha bir objektif gözle irdeleyip doğruları dile getirebilmektedirler. Bizler, oryantalistlerin İslami kaynaklarımızın tümünü uydurma kabul etmelerini zaten reddedip, İslami kaynakları temel alıp, “onların İslam’a saldırırken kullandıkları görüşlerin yanlışlığını ispat ederken, diğer taraftan metot olarak çelişkili davransalar da, kaynaklarımızı doğru yorumladıkları yerleri de aynen onlardan alıp” delil olarak kullanıyoruz. Böylece kendi içlerindeki çelişkiyi gösterip, kaynaklarımızdan hareketle ortaya attıkları iftiralara cevap veriyor, ‘bizim zaten kabul ettiğimiz bu kaynaklardan alıntılayarak vardıkları’ objektif görüşleri de sübjektif iftiralarına cevap olarak alıntılıyoruz. Kısaca, bizim metodumuzda çelişki değil tutarlılık ve metodolojik bir yaklaşım söz konusudur!

Oryantalist Johann Fück, kendisi de dahil tüm oryantalistlerin, efendimizi tam manası ile asla anlayamayacaklarını şöyle itiraf eder: “Akılcı birimin unsurları, bu insanın şahsiyetinin sırrını çözmede yeterli olmayacaktır ve bizler analizle onun ruhunu harekete geçirip ıstıraplı bir mücadelenin  ardından -Tanrı’nın kendisini bir peygamber ve bir uyarıcı olarak seçtiğine  inanmasını sağlayan şeyi- deneyimle tahlil edemeyeceğiz.” (Fück, Die Originalitat des arabischen Propheten, s. 145) Müslüman olan Fransız oryantalist Nasiruddin Denier, oryantalistlerin yüzlerce yıl devam eden araştırmaları sonucu hiçbir şey elde edemediklerini şöyle ifade eder: “Bu kadar uzun süren araştırmalar yaptıktan sonra, Hazreti Peygamberin hayatına dair sağlam görüşleri yıkmaları, meşhur rivayetleri çürüğe çıkarmaları beklenirdi. Ellerine bir şey geçti mi? Ne gezer! En küçük bir yeni şey ispat edemediler. Aksine, Fransız, İngiliz, Alman, Belçikalı, Hollandalı… Ne kadar oryantalist varsa, ileri sürdükleri yeni görüşlerin hepsinde yığınla karışıklık ve saçmalıktan başka bir şey bulunmaz oldu. Dahası, bakarsın biri, diğerinin reddettiğini kabul etmiş, ya da aksine, birinin kabul ettiğini, öteki reddetmiş. Bu çelişkileri saymaya kalksanız, iş çok uzar, sonunda İslam alimlerinin yazdıkları yere dönmekten başka elimizde bir şey kalmaz.” (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 82) “Oryantalistlerden Müslüman olanlar hakkı tanır, bunu dile getirir ve onların pek çok safsatalarını ve objektifsizliklerini ortaya koyarlar.” (Adnan Muhammed Vezzan,Oryantalizm ve oryantalistler, s. 98) “İlmi bir yönteme bağlı kalmak genellikle araştırmacıları aynı ve yakın sonuca götürür. Şayet oryantalizmin araştırma ve incelemeleri objektiflik ve ilmi yönteme bağlı olarak gerçekleşmiş olsaydı, varılan sonuçlar bakımından aralarında ayrılıkların olmaması gerekirdi.” (Nezir Hamdan, er-Resul fi Kitabati’l-Müsteşrikin, s. 161) “Oryantalistler gerçekleri sunma konusunda çelişkiye düşmeksizin tek bir yöntem üzerinde birleştikleri de olmamıştır.” (Pr. Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 110)  Zaten bu metotsuzlukları nedeni ile de “Oryantalistler, herhangi bir önemli husus da bile, görüş birliğine varabilmiş değillerdir.” (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 83) Yine oryantalistlerin çoğu, Müslüman hadisçilerin hadis kriterlerine uymayan hadis kitapları dışındaki (Mesela şarkıcı olan ve edebiyat türü eserler yazanlar ve eserleri; el-Eğani, el-İkdul-ferid, Kitabul hayavan, Kitabul mearif gibi) eserlere rastgele girmiş rivayetleri bile İslam hakkında temel kaynak kabul eder ve bunlar üzerinden İslam’a saldırırlar! (Bu konuda detay için, ‘Kur’an’ın kaynağı nedir?’ ve ‘Oryantalizm’, ‘oksidentalizm’ başlıklı yazılara bakılabilir.)

Alman oryantalist bile Efendimizin yaşadığı ortamı ve yaşamını şöyle özetlemektedir: “Hz Muhammed hanımlarıyla kerpiç ve hurma dallarından yapılmış, damına el ile ulaşılabilen basit kulübelerde yaşadı. Bir öğün yemeği, asla bir kabtan fazla olmazdı. Elbiseleri ve ev eşyaları son derece sade idi.” (T. Nöldeke, Das Leben Muhammed, s. 184)

Hayatı böyle bir evde geçen birisine atılan iftiraların haddi hesabı yok!

Peygamberimiz, Hz. Aişe annemizin evinde iken, duvarın dibine düşmüş ve tozlanmış bir parça ekmek görür. Efendimiz hemen onu alıp, siler ve sonra yer. Sonra da Hz. Aişe’ye şöyle der:  “Ya Aişe! Allah’ın nimetine karşı güzel davran ve bil ki, bir hane halkına küsen bir nimet, onlara bir daha zor geri döner.” (İmam Şarani, Levakihu’l-Envar fî Tabakati’l-Ahyar Tercümesi, s. 351) Bu bakış açısına sahip olan ve tozlanmış bir parça ekmeğe hürmet gösterip onu yücelten bir insanı nasıl bir vicdan karalama çabasına girebilir?

“Hz Muhammed, davası uğruna dayanılmaz güçlüklere göğüs gerdi, işkenceler onu davasından çeviremedi. Müşriklerin vaatlerine kanmadı, hiç kimseye boyun eğmedi, davasından zerre taviz vermedi. Resulullah’ın etrafını dört bir yandan sardılar ve oklarını ona çevirdiler.” (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s.  116) Hz Muhammed’e üstlenmiş olduğu görevden vazgeçirmek için tehdit, hakaret, vaadler ve dünyevi şeref ve saltanat tekliflerinde bile (Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 33) bulunulmuş, zamanla zenginlik ve makam tekliflerine yenileri eklenmiş (Arnold, s. 36) fakat tümü Hz Muhammed tarafından geri çevrilmiştir. Dünyalık peşinde olan biri olsa, Hz Muhammed neden kendisine mal, liderlik, krallık teklif edenleri, “Bir elime ayı bir elime güneşi koysanız İslam’ı anlatmaktan vazgeçmem.” (İbni Hişam, Siratün- Nebi, I/418; Taberi, Tarihül-Umumi vel- Mulük, II/66, Taberi, Camiül Beyan, XXIII/71-72; Kadi Beydavi, E. Tenzil, II/339) diyerek reddeder ve daha sonra -3 yılı tecrit ve ambargo altında 10 yılı saldırı, hakaret, suikast ile geçen- yıllarca süren mücadelede tüm mal varlığını davası yolunda kaybetmeyi göze alırki? Öyle ki açlıktan karnına taş bağladığı, aylarca evinde sıcak yemek yiyemediği, sirke ile kuru ekmek yiyip sonra “Ne güzel nimet” buyurduğu, yatak olarak hasırı kullanıp, yatağından kalkınca hasırın izlerinin vücudunda belli olduğu, gelen birçok hediyeyi evine girmeden dağıttığı (Tümüne delilleri ile, ‘Hz Muhammed neden çok hanımla evlenmiştir?’ adlı yazımızdan ulaşılabilir.) biri mi ego ve makam peşindedir?! Muhammed (as) zaten Hılfu’l-fudul isimli zenginlerce kurulu derneğine üye, Haceru’l-Esved’i yerine koyması ile tüm aristokratlarca kendine saygı duyulduğu görülen ve şöhreti tüm Mekke’ye yayılan, çevresince kendisine ‘Muhammed’ul Emin’ denecek kadar saygı duyulan birisi idi. Kendisi zaten Mekke’nin ileri  gelen lider bir kabilesinden ve akrabaları hep yönetici kesiminden insanlardan oluşurken, böyle biri, peygamberlikten önce de sonra da önüne çıkan birçok fırsatı elinin tersi ile itip İslam’ı tebliğ etme yolunda canını ve malını ortaya koyan birine dönüşmüştür? Bir topluma girince başköşeye değil, boş olan bir yere oturan ve “Dünya benim neyime? Benim ile dünyanın misali, sıcak bir günde yolculuk yapan bir biniciye benzer ki, bir saat ağacın gölgesinde dinlenir, sonra da orayı terk edip gider.” (Meclisi, Bihar’ül-Envar, XVI/239) buyuran birisidir Hz Muhammed. Oğlu İbrahim vefat ettiği gün güneş tutulur ve insanlar güneşin, İbrahim’in ölümünden dolayı üzgün olduğu ve bunun peygamberin azametinin delili olduğunu konuşmaya başlayınca Hz Muhammed, “Ay ve güneş Allah’ın iki nişanesidir ve asla kimsenin ölümü için tutulmazlar.” buyuruyor. (Buhari, II/24; Müslim, III/28-36; Lord John Davenport, Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim, s. 33) Kendi menfaati için din uyduran biri böyle fırsatı hiç kaçırır mı? Mucize ise hazır ayağına gelmiş! Kur’an’da var olan, kendini hatalarından ötürü uyaran ayetleri hatırlayalım; Şöhreti amaçlayan bir insan hatasını belgeler mi yoksa saklar, gizler mi? 40 yaşından sonra zıvanadan çıkan (!) bir insan resim-heykelinin yapılmasını neden yasaklar? Ölümsüz olma isteği ile yapılan dev heykeller, piramitler düşünülürse, bu mantıksız gelmiyor mu size de?

Efendimizin ailesi bir koyun kesmişlerdi. Efendimiz, “Ondan geriye ne kaldı?” diye sorar. Hz. Aişe: ‘Sadece bir kürek kemiği kaldı’ cevabını verir. Bunun üzerine Hz. Peygamber olayı şöyle değerlendirir: “Desene bir kürek kemiği hariç, hepsi duruyor!” (Tirmizi, Sıfatu’l–kıyame, 35) Ümmü Seleme annemizin evinde bir koyun kesilmişti. Derisi yüzüldüğü sırada aç olduğunu söyleyen bir fakir çıkagelir. Resulullah bizzat kendisi kalkar, koyundan bir parça keser, pişirir ve o adama yedirir. Fakir kalkıp gider. Bir başka fakire haber verir. O da gelir ve Resulullah ona da bir parça kesip yedirir. Haberi alan fakirler gelmeye devam eder. Hz. Peygamber de kesilen koyunun eti bitinceye kadar onlara yedirmeye devam eder. Bunun üzerine Ümmü Seleme; ‘Ya Resulullah, keşke koyunumuzdan bir parça da bize ayırsaydınız, biz de yeseydik.’ der. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şu cevabı verir: ‘Allah’a yemin ederim ki, kestiğimiz koyunun tümü şimdi bizimdir.’ (Beğavi, Şerhu’s-sünne, VI/135) Bu bakış açısına sahip birini dünyalık peşinde koşmakla itham etmek, kelimenin en azı ile insafsızlık değil midir? Bir insan hem kafasından bir din uyduracak hem de gece kalkıp namaz kılacak (İsra, 79); haftada en az iki gün oruç tutacak (Tirmizi, Savm, 44; Nesai, sıyam, 36, 70; İbn Mace, Sıyam, 42; Ahmed b. Hanbel, VI/80; Tirmizi, Savm, 44); günde beş vakit namazların farzları dışında sünnet namaz (Tirmizi; Salat, 189; Nesai, Kıyamül-Leyl, 66; İbn Mace, İkâme, 100; Müslim, Misâfirin, 96, 97; Tirmizi, Salat, 190) denen fazladan namaz kılacak ve bunu her gün vefat edene dek devam edecek!

Savaş ganimetlerinden kendi payına düşenlerin gideceği yerler de zaten bellidir. (‘Kur’an’daki bilimsel hatalar, çelişkiler iddiasına cevap’ adlı sayfamızda detay bulabilirsiniz) Vefat ederken ise ne kızı ne de damadını vekil bırakmıştır. “Milletin efendisi millete hizmet edendir” (Deylemi, el-Firdevs bi-Me’sûri’l-Hitab, II/324) buyurarak efendiliğin kıstasını hizmet etmekle kıyaslayan biri mi dünyalık peşindedir? O (sav) halkına hizmet eder, su dağıtır, (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 32/155 (No. 19412) işleri paylaştırır, kendine üzerine düşeni de kendi yapar- Mescit yapımında, hendek kazma hatta pikniğe dek- hep bir iş yapar, ayağının bağı çözülünce bağlamak isteyene “Hayır bu kendi işini başkasına gördürmek demektir, ben efendi değilim” diye reddeder! (Kaynaklar ve detaylar için, ‘Hz. Muhamammed’in hayatından dünyevi, şehevi, maddi şeylere önem vermediğinin örnekleri’adlı yazımıza bakılabilir.)

Efendimiz, İran-Bizans savaşının sonucundan, Ebu Leheb’in Müslüman olmadan öleceği ve başına geleceklere, yine Kabe’ye asılan anlaşmanın başına gelecek mucizevi olaya dek birçok gelecekle ilgili olayları insanlara bildirmiştir. Ama sonuçta Kur’an’da: “Geleceği Allah’tan başka kimse bilemez.” yazmaktadır. Yani gelecekle ilgili doğruluğu daha hayatta iken ortaya çıkan birçok olayı peygamberimiz Allah’a izafe etmiş, ‘O bildirmiştir’ diyerek kendisini aradan çekmiş ve üstelik bir de, “Sizin unuttuğunuz gibi ben de unuturum.” (Ebu Avane, Müsned, II/201, İbni Hanbel, VI/107) buyurmuştur. “De ki  ey Muhammed: bende sizin gibi bir insanım.” (Fussilat, 6) ayetini hangi dünyevi emelleri olan biri yazdığı kitabına koyar? Mümin, 55. ayette, ‘Günahının bağışlanmasını dile’ buyrulmaktadır. Bu bir ifşa, gizlenilmesi gereken şeyi yaymak değil midir? Kendini hatasız göstermesi, merkeze koyması ve üstünlüğünü her an ön plana çıkarması gerekmez mi idi?

Mekke fethedilince amcası olan Hz Abbas Kabe’nin anahtarını Hz Muhammed’den ister. Efendimiz anahtarı amcasına verir. Ayet iner, “işi, ehline verin.” (Nisa, 58) Efendimiz anahtarı tekrar amcasından alır ve anahtarı daha Müslüman olmamış bir sülale olan Şeybe ailesine geri verir. (Vâkıdi, II/837-838) Müslüman olan aile büyüğünü gücendirme ihtimalinden, daha yeni kazanılmış zafer ortamında bu ayetin inişine, hangi mantık bu olayı izah edilebilir?

Yine Mekke fethedildiğinde Hz. Ebu Bekir, babasının elinden tutarak onu Peygamberimizin huzuruna getirir. Babası Ebu Kuhafe çok yaşlıydı, üstelik gözleri de görmüyordu. Efendimiz Hz. Ebu Bekir’e, “Allah sana merhamet etsin! Babanı evinde bıraksaydın, buraya kadar yormasaydın. Ben onun yanına giderdim.” buyurur. (İbnü’l-Esir, Üsdü’l-Ğabe, III/581-582; İbn Sad, eṭ-Ṭabaḳat, V/45) 20 sene sonra hedefe ulaşmış, en büyük düşmanlarının merkezini ele geçirmiş birinde hiç mi kibir olmaz; bu ne incelilik ve tevazudur böyle!

Oryantalistler efendimizi şehvet düşkünü biri gibi göstermek de isterler. Kadınlara düşkün olsa peygamberimiz, vefatından yıllar sonra bile, en genç hanımı olan Aişe annemiz, Hatice annemizin arkasından “O yaşlı bir kadındı, ondan daha iyisini Allah sana verdi.” deyince kendisine, ‘Allah bana ondan daha hayırlısını vermemiştir. Herkes beni yalanlarken o tasdik etti.’ (Hanbel, VI/118) der mi idi? Egosit ve şehvetperest biri olsa, anı yaşamak dururken eskiyi yüceltir mi idi? Aişe annemiz bir hanım sahabi için ‘kısa boylu’ ifadesini kullanınca efendimiz gıybet yapmaması için onu ‘Öyle bir söz konuştun ki, denize atılsa denizi bulandırır.’ (Ahmed b. Hanbel, VI/136) şeklinde uyarır mı idi? Kimse görmüyor, sen de görme geç! Ama efendimiz için önce ahlak ve İslam’ın emir ve yasakları gelirdi. O’nun görevi tebliğ etmek ve insanlara ‘güzel örnek’ olmak idi. Bu hadisleri yine bizzat Aişe annemiz bizlere aktarır ki, bu O’nun da büyüklüğünü göstermektedir!

“İnsanların sevdiği şeyleri yasaklayıp ve sevmediği şeyleri emreden; Fuhuş, içkiyi yasaklayıp, orucu emreden Hz Muhammed’in bunlardan ne gibi bir ‘siyasi menfaati’ olduğunu ateist ve oryantalistlerin açıklaması gerekir. Goldizher: Muhalefet, en şiddetli şekilde cinsel ilişkiye ve şaraba konulan sınırlara karşı yöneltilmiştir. Philip Hitti: Arapların gönüllerinde kadından sonra yatan şarap ve kumar bir tek ayet ile hukuk dışı edilmişti. T. W. Arnold: İçki, kadın, cahiliye dönemi Araplarının vazgeçilmezleri arasındaydı, peygamber ise tavizsiz idi. Hz. Muhammed bu emir ve yasaklarla neden işini zorlaştırdı? Toplumsal bir hareket başlatmaya çalışan bir yalancı olsaydınız bu denli şiddetli mükellefiyetleri/yükümlülükleri mecbur eder miydiniz? Muhtemelen döneminin iki tercih edilen içeceği vardı: Su ve şarap. Şarabın yasaklanması, esasında çoğu kişi için tek içeceğin su olması anlamına geliyordu. Onu böyle davranmaya iten irade neydi? Sakif, Hevazin heyetlerinin savaş zamanları topladıkları ordu, Hz. Muhammed’in ordusunun iki katı büyüklüğünde olacak kadar güçlü kabile idiler. Müslüman olmadan önce efendimizden bazı taleplerde bulunurlar. Meir Jacob Kister, bu iki kabilenin temsilciler heyetinin ‘namazdan muaf tutulma’ yönündeki isteğine özellikle dikkat çekmektedir. Peygamber: ‘Namazın olmadığı bir dinde hayır yoktur.’ diye onlara cevap vermiştir. Kritik bir anda, böylesine önemli bir kabileye karşı öne sürülen bu şart, hangi siyasi gaye ile açıklanabilir?” (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 160-164) Ya peki “Savaş esnasındaki tüm risklere rağmen terk edilmeyen namaz ibadeti siyaseten nasıl açıklanabilir? Hz. Peygamber toplumdaki baskı ve talebe rağmen, kulluk mükellefiyetinden asla taviz vermemiştir. Siyasi menfaat için yalan söyleyenin tavrı, mükellefiyetleri askıya alarak taraftar toplamaya çalışmaktır. Nebi neden tepki çekmesine neden olacak bu mükellefiyetlerle işini zorlaştırdı? Tarih boyunca hangi toplum önderi, hitap ettiği toplumun değer yargılarına muhalefet edip, onları şiddetli mükellefiyetle sorumlu tutarak davetine başlamıştır? Ayrıca sünnetlerle hedeflenen ibadet düzeyi sınırsıza da yakındır. Tüm bu mükellefiyetlerle haşa bilerek yalan söyleyen bir yalancı peygamberin gözettiği siyasi maksat ne olabilir? Hz. Peygamber, bu mükellefiyetleri, müslümanlara emrettiği gibi kendisi de yerine getiriyordu. Bahsi edilen mükellefiyetleri bir ay yerine getirmeye çalışın. Kendinizi bu sorumluluklardan kaçmak için türlü bahaneler uydururken bulacaksınız! Böylesine büyük işlerle uğraşan bir toplum önderi, sizce neden böyle bir yükle işini daha da zorlaştırsın? Nebi insanları mükellef tuttuğundan daha fazlası ile kendisini de mükellef tutuyordu.” (Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 167-170) “Hiçbir hareket adamı, toplumun tamamının kabul ettiği değerlere, durduk yere muhalefet etmez. ‘Hedefine fayda sağlamayacak, pratik faydası olmayan ve sadece zararı olacak temel şeylere yönelmez, gerilimler, hedeflerine ulaşmasına mani olacaktır.” (Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 172) “Maxime Rodinson: Özgür Araplar, hiçbir yazılı kanunla bağlı değildir. Kim kan davasından vazgeçecek olursa ömür boyunca utanca gömülür. T.W. Arnold: Dine yeni giren Müslümanlara, o zamana kadar hakir görülen hükümler, fazilet diye öğretiliyordu. Resulullah bu ahlakı bizzat kendisi de uyguluyordu.” (Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 179-180) “23 yıl boyunca -haşa- yalan söyleyen siyasi figürün, güç eline geçtiğinde affedici ve merhametli olmasını beklemeyiz. Hz. Muhammed’den sonra gelen toplum, affediciliği de kuşanmıştır. Cahiliye Dönemindeki Arap toplumunda kabile bağlarının çokluğu önemliydi. Muhammed, atalarına olan abartılı bağlılıklarını bilmesine rağmen hiçbir siyasi menfaat olmaksızın atalarını tenkit etmiştir. Yalan söyleyen bir toplum önderi olsaydı, siyasi açıdan kendisine tamamıyla zararlı olan bu durumu anlamlandırmak imkansız olurdu.” (Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 184-186) “Maide Suresi 104 ayet: “Ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda gitmeyen kimseler.” diye buyurur. Normalde siyaseten bu söylem bir intihardır. Hiçbir toplum önderi, amacına direkt hizmet etmediği için lüzumsuz yere toplumla böyle bir çatışmaya girmek istemez.” (Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 189) “Bu söylemin, ‘ölüp gitmiş insanların hükmü üzerinden siyaseten güç kaybetmesini sağlamaktan ne gibi’ bir karşılığı olabilirdi? Halbuki Ebu Leheb, Hz. Muhammed kabile bağları gereği onu koruyacağını ilan etmiş ve himayesine almıştı. Reinhart Dozy: ‘Ebu Leheb, yeğeninin yanına döndüğünde, ‘babamın cehennemde olduğuna nasıl inanırsın?’ diye bu çok açık soruyu Hz. Muhammed’e sordu. Hz. Muhammed de aynı açıklıkla yanıtladı. O, son koruyucusunu yitiriyor ve hayatını tehlikeye atıyordu. Artık evinde bile tehdit altındaydı.” (Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 196-197) “Margoliouth: ‘İslam kardeşliği doktrini insanların atalarıyla övünmesini sona erdirmişti. Tüm Araplar eşitti ya da sadece dindarlıkları ile farklılaşabileceklerdi ve bu takdim ile birlikte tamamen yeni bir dönem başlamıştı.’ Veda hutbesinde Arapların Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a takva dışında bir üstünlüğü yoktur. (İbni Hanbel, V/411) buyrulur. Bu hadis siyaseten açıklanabilir mi? Bu hutbenin dinleyicileri arasında, Arap olmayan kaç kişi vardı da bu uyarı onlara yapılmıştır?” (Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 201-202) “Muhammed Yalan söyleyen bir toplum önderi idi” diyenler, kavmin güçlülerinin anlaşma isteklerini reddetmesini, yaşıyor oldukları dünyevi lezzetleri, şarap, fuhuş ve benzerlerini yasaklamasını siyaseten açıklamak zorundadırlar. Onun bu tavrı Medine’de de sürmüştür. İsa’nın Allah’ın Peygamberi olduğunu ilan etmesi, Yahudilerle olan ilişki açısından kritik sorun teşkil etmiştir. Hristiyanlara yaranılmaya da çalışılmıyor, teslis açık ifadelerle reddediliyordu.” (Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 218) “Yalan söyleyen birisi olsaydı, tüm grupları karşısına almasındaki neden ne olabilirdi? Hemen hepsi İslam karşıtı olan ve hiç biri İslam’ı kabul etmeyen oryantalistlerin yorumları ile devam edelim: “Montgomory Watt; “Hz Muhammed inancında, tamamıyla kusursuz bir samimiyete sahiptir.” (Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 241) “Leone Caetani, “Muhammed, hiçbir zaman bir saray hayatı kurmadı. Gayet mütevazı bir surette, alelade faniler gibi yaşadı. Kendisini tekmil kusurları ile olduğu gibi gösterdi. Buna rağmen, onu yine sevdiler.” Hodgson: “Muhammed her türlü lüksten uzak, tamamen basit ve mütevazi bir yaşam sürmüştü. Kendisine genellikle kolayca ulaşılabilirdi.” Lesley Hazleton: “Mekke’nin fethinden sonra Muhammed istemiş olsaydı saray inşa edip hanedanlık başlatabilirdi. Aksine o, Mekke’yi başkent ilan etmemiş ve Medine’ye geri dönmüştür.” Edward Gibbon: “Muhammed kraliyetin ihtişamına hor görüyordu.” Reinhard Dozy: “Hiçbir zaman zenginlik aramadı.” Bodley: “Hz Muhammed, bir halı üzerinde uyuyor ve ev işini bizzat kendisi yapıyordu.” O, fetihlerinden sonra bile o münzevi yaşayış tarzını değiştirmedi. Emile Dermenghem: “Peygamber hiçbir zaman dünyaya meyletmedi, dünya malına ve paraya tamahta bulunmadı. Büyüklük taslayıp övünmedi. Evini süpürdüğünü, elbiselerini yamadığını, kapıcıları olmadığını görüyoruz.” Morgoliouth: “Pahalı eşyalardan sonuna kadar kaçındı.” Armstrong: “Arabistan’daki en güçlü adam haline geldiğinde bile lüksten nefret ediyordu. Asla bir takımdan fazla giyeceği olmamıştı. Kendisine hediyeler verildiğinde hepsini yoksullara dağıtırdı.” Hitti: “sahip olduğu elbiseleri sık sık tamir ederken görülüyordu.” Hz Ayşe, “Evimizde, Bazen iki üç ay geçerdi de yemek yapmak için  ateş dahi yanmazdı.” demektedir. Nebi,  koca bir toplumun tek yöneticisi idi. Ancak buna rağmen hanımları, geçim darlığından şikayet ediyorlardı. Emile Dermenghem: “Resulullah uzanmış yatıyordu, vücudunda hasır liflerinin izleri görülüyordu.” Hazleton: “Uyuduğu odada ne bir kilim, ne bir yatak, ne de bir konfor eşyası vardı.” Bu yer, halkın ‘devletin yöneticisini arayacağı son yer’ gibi geliyordu.” (Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 244-250) Margoliouth: “Muhammed’in kendisine tabi olanların yaşadığı sefaleti onlarla beraber paylaştığını kabul etmemiz gerekir. Verilen zekatları, kendi özel ihtiyaçları için kullanmayı reddetmişti.” (Margoliouth, Muhammed ve İslamın Yükselişi, s. 212) “Kavmine muhalefet ediyor ve onların uzlaşma çabalarını reddediyordu. Menfaat teklifleri zaten düşmanları tarafından kendilerine en zayıf günlerde teklif edilmişti. Onun pek çok davranışının siyasi menfaatlerine ters düşmesi olgusunu nasıl açıklayacağız?” (Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 257)  “Montgomory Watt: “Hz Muhammed aleyhindeki yaygın temelsiz iddialardan biri, onun, tutkularını ve şehvetini tatmin edebilmek için kendisinin de sahte olduğunu bildiği dini öğretileri savunan bir sahtekar olduğudur. Bu din bir hilekarın ya da yaşlı bir şehvet düşkünü işi değildir.” Leone Caetani: “Etkili silah, Muhammed’in şahsen sahip olduğu ‘büyük etkiden’ ibarettir. Muhammed samimi, namusluydu.” Montgomory Watt: “Samimiyetsizlik ve sahtekarlık suçlaması…Hala zaman zaman bu tür ‘suçlamalar’ yapılmaktadır.” (Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 260-262) “Maxime Rodinson: “Samimi bir Muhammed’i açıklamak, sahtekar bir Muhammed’i açıklamaktan çok daha kolaydır.” Emile Dermenghem: “O’nun samimiyetinden asla şüphe edilmesi mümkün değildir. Onun özü ve sözü, kesinlikle doğru idi. Bütün hayatı daima sıkıntılar çektiğini göstermektedir.” (Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 264)

Thomas Carlyle: “Muhammed gerçek peygamberdir. Entrikacı sahte peygamberlerden değiller, samimidir. Muhammed’in Kendi hesabına kanaatkar bir insandı, giyeceklerini dahi kendi yamardı. O hakiki bir kahramandı. Gerçek bir kahraman olduğunu 23 yıllık çetin ve müessir bir mücadele ile gösterilmiştir. O tamamıyla riyasız bir insandı.” (Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 19-20) “Muhammed’in gerçeklerden başka bir şeyi söylemiş olması mümkün değildir. Samimilik, derin, engin, büyük, masum bir samimilik. O adeta samimiyetin mahkumudur. Muhammed, peygamberlerin en sonuncusu değil midir? Her şeyden önce onu dinlemeliyiz. Muhammed’i bir entrikacı gibi tasavvur edebilmeye hiçbir surette imkan yoktur. Getirdiği ağır haber de haktı, gerçekti. Sözlerinde ne sahtekarlık var ne de taklidin izlerine rastlanır. Muhammed’e isnat edilen hatalar… Öyle mi? Asıl hata onun farkında olmamaktır! Bu söz herkesten daha çok ‘İncil okuyucularının’ kulağına küpe olmalıdır.” (Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 23, 25) ‘Güneşi Sağa, ayı soluma koysalar ve bunları beni bu davadan men etmeye kalksalar, gene bundan ayrılmayacağım.’ (Siretu İbn Hişam, I/266; İbnu Seyyid’n-nas,Uyunu’l-eser, I/132; İbn Kesir, es-Siretu’n-Nebeviye, I/474;  Beyhaki, Delail’u’n-Nübüvve-şamile- II/63; Taberi, II/218-220) “Devamlı itirazlar, kinler, açık gizli tehlikeler bir an peşini bırakmıyordu. Kureyş’ler gitgide azıtıyorlar, Muhammed’i kendi elleriyle öldürmek için antlar içerek suikastler tertiplenmeye başlıyorlardı. Ebu Talip ölmüştü; Hatice ölmüştü, hayatı onun her an, her adım başında tehlikelerle dolu idi. Birçok defa hayatına son verilmesine ramak kaldığı oldu. Yolu tehlikelerle dolu idi, hadiselerin dış yüzü ona umutsuzluktan başka bir şey vadetmiyordu.” (Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 41-42)

“Hz Muhammed peygamberliği boyunca çokça sıkıntılar ve imtihanlar geçirmiştir. Çocukları, hanımı vefat etmiş, boykota uğramış, en yakınları işkencelere uğramış ve öldürülmüş, çocuklar tarafından taşa tutulmuş, savaşlara katılmış, sürülmüş, çileler çekmiş aç kalmış vb. birçok zulme uğramış ve kendisine teklif edilen zenginlik ve gücü reddetmiş, tebliğinde hiç bir tavizi vermemiştir. Bir yalancı, genellikle dünyevi menfaatler için yalan söyler. Oğlu vefat ettiği gün vuku bulan güneş tutulmasını Hz Muhammed kendi lehine kullanmamıştır.” (Tzortzis, Hakikatin izinde, Din bilim Ateizm, s. 342, 355-356)

Kısaca, oryantalist George Sale’in de açıkça itiraf ettiği gibi, “Hz Muhammed, tarih boyunca yanlış yorumlara maruz kalmıştı. Onun gerçek üstünlüğüne dair övgü inkar edilmemelidir.” (G. Sale, The Koran, s. 30)

Hz muhammed Rumların savaşı kazanacağını nereden biliyordu? Hudeybiye anlaşması şartları Müslümanların aleyhine gibi iken efendimiz neden bu şartları kabul etmiştir? Cahil biri de okuyup nasıl yaşaması gerektiğini anladığı; ABD’li matematik profesörünün (Jeffrey Lang) de okuyunca imana dönmesine vesile olacak olan ve içinde hukuk, iktisat, sosyo-psikolojik içeriği ile toplumu tamamen değiştiren bir kitabı ümmi olan biri yazmış olabilir mi? Tanrı kabul edilen putları kırıp yerine tek ilah kavramını yerleştiren, ırkçılığın ortamında yetişen topluma ümmet bilincini kazandıran, kumarı yasaklarken, zekatı emreden ve benzeri birçok ibadeti, dini bir emir ve yasaklar zinciri içinde topluma benimseten birisi olan O, gece kalkıp saatlerce namaz kılarken, iftar etmeden üst üste günlerce oruç tutanken davetini önce neden fakir, köle, ezilmişler kabul etmiştir? Zafere ulaşınca neden yaşantısını hiç değiştirmemiştir? Oğlu İbrahim vefat ettiğinde güneş tutulunca bunu, “Bunlar hiç kimsenin ölümünden veya yaşamasından/doğmasından dolayı tutulmazlar.” diyerek çevresine neden açıklamıştır? O, etrafına korku salan bir adamı (Hz Ömer) ‘adil’ sıfatlı birine dönüştürendir. Dokuz arkadaşını para için öldüreni (Ebu Zer el-Gıfari) dünya malına önem vermez birine, köle olan kişiyi ‘efendi’ diye hitap edilen bir şahsiyetlere dönüştürendir. Tarihte hiç bir zaman bir devlet kurup dünya tarihinde söz sahibi olamayan Arapları çok kısa bir zamanda 3 kıtaya yayılmış bir devlet kurduran, fethedilen ülkelerin kültürü içinde erimeyip onlara İslam’ın ruhunu özümseten,  dünya ilim tarihine damga vuran bilginler ve dünyaya ahlak abidesi olacak birçok ahlak önderlerini yetiştiren bir ortamı kuran, düşmanlarını af ederek kazanan, toplumu değiştirip yeni bir kültür oluşturup yüzlerce yıl sonra bile hala devamını sağlayan, barışı amaçlayan ama cihadı göz ardı etmeyen birisidir O (sav). Güçsüz olduğunda zulme uğrasa da, güçlü olunca bağışlayan ve tüm dini inanç sahiplerini bir arada yaşatabilen bir dünya görüşü oluşturandır. İskender’den Timur’a, Lenin’den Hitler’e hangisinin fikirleri günümüze dek yaşamıştır? Ruhbanlık sınıfı yerine ilahi kanunları merkeze alan, Yaratıcının tüm kullarını insanlıkta veya dinde eşit ilan eden, tevhid, ahlak, adalet ve emanet eksenli bir din kurup; ibadetten ahlaka, siyasetten imana tüm esasları tek bir ilaha bağlayan, baba, dede, yetim, fakir, zengin, yönetici, komutan olup yine de halkla iç içe yaşayan bir insan olan, daha önce siyaset, ekonomi, toplumsal konularla ilgilenmeyen ama zulme, yalana, şirke, süistimal ve iltimasa karşı olan; adaleti, danışmayı, işi ehline vermeyi savunan ve insanlık tarihini tevhid eksenli bir merkeze oturtan, dini esaslarının tümünün tutarlı ve yaşamla iç içe olan biridir O. İmandan hukuk’a özgün bir sistemi, okuma bilmeyen bir kişi nasıl kurabilmiştir? Hayatını, tebliğ ettiği ilkelere uygun olarak geçiren, mal mülk tekliflerine sırtını dönen,  her şeyi elinden alınıp her türlü zulmün kendine yaşatıldığı şehri, geri dönüp fethettiğinde herkesi af eden biridir O. İçinde bilimsel ayetler olan, gayb haberlerini de barındıran bir kitabı tebliğ eden, geçmiş toplumlarla ilgili bilgiler içeren Kur’an’ı tebliğ edendir O. Tahrif edilmiş İncil-Tevrat’taki, haşa, peygamberlere atılan iftiralardan (Hz Davud başkasının eşine sarkmamış; Lut kızı ile zina etmemiş; Süleyman müşrik olmamış; Eyyüp asla hastalıklarına isyan etmemiştir) onları temize çıkarandır O (sav).

Peygamberimiz hem devlet başkanı, hem başkomutan, hem imam, hem vaiz, hem baba, hem dede, hem çölden gelen bir bedevi ile hem de çevre ülkelerin devlet, krallık, imparatorluklardan gelen elçilere de muhatap olan ve hem ibadet hem muamelatla ilgili her türlü soruya muhatap olan birisi idi! Ve O, tüm bunlardan sonra evine döndüğünde veya arkadaşlarıyla beraber olduğunda, yaşantısında sıradan halktan bir insan gibi devam eden biriydi; Ayakkabısını başkasına bağlatmayan, topluma girince özel ilgi beklemeyen, aksine bir hizmetçi gibi çevresine hizmet eden, evinde kendi söküğünü kendi diken, yemeye veya şatafata hayatında izin vermeyen; devamlı düşmanlarınca öldürülmek istenen, iftiraya uğrayan ama yine de bedeni ve ruhi temizliğinden asla taviz vermeyen birisi idi! O, tek Başına tüm dünyaya; şirke, zulme karşı çıkma cesaretini gösteren, dünyalık hiçbir makam, menfaat tekliflerini kabul etmeyen birisi idi. O, hem ahlaki tüm özellikleri üzerinde toplamış örnek ‘bir insan’ ve hem de ilahi vahye muhatap olup onu açıklayan ve uygulayan ‘bir peygamber’ idi! İşte Onu üstün yapan özelliklerin kısa özeti bunlardır! “Muhammed kendi halkınınkinden daha rahat bir hayat tarzı sürdürmek için hiçbir arzu taşımıyor.” (Gai Eaton, İslam Ve İnsanlığın Kaderi, s. 220)  ve “Birçok askeri seferi yönetmiş, öğretmenlik yapmış, ailesine ve arkadaşlarına da ayıracak zaman bulmuş.” (Eaton, s. 228) “Hem cesareti, hem de şefkatinden dolayısıyla sevilen, sadece bir savaşçı ve insanların önderi olduğu için değil, mükemmel koca, mükemmel bir baba ve mükemmel arkadaş olduğu için de sevilen biri idi. Ona en yakın olmuş insanlar, ‘havariler’ olarak değil, arkadaşlar (Ashab) olarak bilinirdi. Hz Muhammed olmasa bu dünya soğuk ve tahammül edilmez bir yer olurdu.” (Eaton, s. 125) Tüm bu zorluklara neden göğüs germişti? Halbuki “Hz Muhammed’in geleceği garanti altında gözüküyordu.” (Eaton, s. 193) ‘Geleceğinden emin olan’, Hılfu’l-Fudul’a üye olup zenginlerle iç içe bulunan, Hacer ül Esved’di yerine koyarken gösterdiği çözümlerle kabile reislerince sözüne itimat edilen Hz Muhammed’in, tüm bunları neden terk edip, 12 yıl işkenceyi göze alıp, 2 yıl özel olarak Müslümanlarla tutsak hayatı yaşarken, eşi vefat edip, Ebu Talip hemen sonra vefat etmiş ve tam bir hüzün yılı yaşayan Muhammed, neden sonucu belirsiz bir yola girmiştir? Mesajının içeriğinde de o dönemin müşriklerini çekecek ne putlar, ne içki, ne de Mekkeli müşriklerin hoşuna gidecek kabilecilik vardır! Aksine içki , kumar, fuhuşun yasaklanmasından; Namaz, zekat, oruçtan tevhid inancına dek, hep o dönemde tepki çekecek kurallar zinciri ile gelmişti! Tüm bunların tek açıklaması vardır! O (sav), ‘tevhid, adalet ve emanet’ eksenli bir din ile dünyaya nizam vermek için gönderilmiş son peygamberdir!

Michael H. Hart’ın “The 100: A Ranking of the Most Influential Persons in History/100: Tarihteki En Etkili Kişilerin Sıralaması” adlı eserindeki sıralama ile konumuzu bitirelim.

oryant-hzmuhammed-1-2Herhangi bir eğitim sürecinden geçmeyen, okuma yazma bilmeyen biri 23 yıl boyunca hem sosyal reformist, hem diplomat, hem hukukçu, hem hatip, hem komutan olacak ve bunu Müslüman olmayan birine itiraf ettirecek! O kişi Hz Muhammed (sav)’dir!

..

.

.

.

Oryantalistlere cevaplar
Leave a comment