Kuran’ın Aslı Yakıldı mı? Kuran’ın Yazılması, çoğaltılması

3.716 kez görüntülendi

Resim bulunamadı

Kur’an’ın aslı yakıldı mı?

Kişisel olarak, 1990 yılında bir akrabam vasıtası ile ‘ilk’ karşılaştığım ateist itham, ‘Kur’an’ın aslının yakıldığı, dolayısı ile orijinalliğinin kalmadığı’ iddiası idi. Ateistlerin iddiası özetle, Hz Ebu Bekir’in kitap haline getirdiği Mushaf, Osman döneminde çoğaltıldıktan sonra yakılmıştır. Aslı yakıldığına göre, kopyalananların bozulmadığını kim iddia edebilir? Ayrıca toplama esnasındaki bazı rivayetlerden hareketlerle de iddialarına destek bulmaya çalışırlar. Sıra ile iddia ve cevaplarına bakalım:

“Kur’an, Cebrail Aleyhisselam vasıtasıyla Muhammed aleyhisselam’a nazil olmuş ve derhal yazılarak ezberlenmiş, müslümanlar tarafından namazlarda, Ramazan ayında ezberden okunmuş vahyin ifadesidir.” (Dr. Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s. 15)  Cebrail (a.s) vasıtasıyla, Allah’tan gelen ayetleri Hz. Muhammed hemen ezberler (Müzzemmil 1-4; Sabunî, Kur’an İlimleri, s. 62-63; Ebu Şehbe, Sünnet müdafaası, s. 236; Subhi es-Salih, Mebahis-u fi Ulumi’l-Kur’an, Kur’an İlimleri s. 57) sonra da bu ayetleri hem ashabına yazdırır. (Tahir el-Cezairî, et-Tıbyan, Beyrut, 1412, s.101; Ebu Şame el-Maqdisî, Kitabu’l-Murşidi’l-Weciz, s.44; Heysemi, Mecma-uz Zevaid, I/152; IX/63; Askalani, Feth-ul Bari IX/19; Kesir, Bidayet-u ven Nihaye, VII/340; Dr. Sağir, Tarih-ul Kur’an, s.85-87; Zerkeşi, Burhan, I/238, 256; Ali b.Bürhanü’d-Din el-Halebi, es-Siretü’l-Halebiyye, III/326; Muhammed Hamidullah, Kur’an-ı Kerim tarihi, s. 43)  ve ezberlettirirdi. (Buhari, VI/236; İbn Mace, Sünen, I/77; Tirmîzî, Sünen, V/171, 173; Dr. Subhî es-Salih, Mebâhis-u fi Ulumi’l-Kur’an, el-Faslu’l-Evvel, Cem’u’l-Kur’an ve Kitâbetühü, s. 67; el-Ayni, Umdetu’l-Kârî fi Şerh-i Sahihi’l-Buhari, IX/338; Muhyiddin Nevevi, Riyâzü’s-Sâlihin, II/257–258; ez-Zebidi, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, XI/242; Hamidullah, Rasulullah Muhammed s. 19; Mecme-ul Beyan, I/16; Sahih-i Buhari, III/149; Müstedrek-ul Hakim; Mecme-uz Zevaid, VII/159-165) “Bu konuda kadın erkek ayırımı yapılmazdı.” (Hamidullah/ Rasulullah Muhammed s. 195) Böylece daha “Peygamber hayatta iken kadın erkek birçok sahabe Kur’an’ın tamamını ezberlemiştir.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 136) “Yüce peygamberin vayh aldığı bütün sözleri, kâtipler tarafından hemen yazılırdı. Ayetler vahiy kâtiplerince yazıldıktan sonra bunlar sahabeler arasında yayımlanır, pek çoğu da ezberlerdi. Kur’an’ın yazıldığı sayfalar, bir sandık içinde saklanırdı.” (Lord John Davenport, Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim, s. 39, 40); “Kur’an hem ezberden okunmuş hem de vahiy katiplerince yazılmıştır. İncirlerin sahip olmamış bulundukları bu iki yönlü muhafaza usulüne, Kur’an daha başlangıçta sahip bulunuyor. Metinleri ezberden okuma işi, okuyucuların birbirlerini kontrol edebilmeleri bakımından büyük bir avantaj sağlar. Kur’an metninin yazı ve hafıza vasıtasıyla çift muhafaza metodu, değerli bir metod olarak kendini göstermiştir. Kur’an’ın Muhammed’in sağlığında yazıya geçirildiğini Kur’an’ın kendisi haber vermektedir. Peygamberin hicret’ten çok önce, o zamana kadar nazil olmuş metinleri yazıya geçirdiğine, hicret’ten önce nazil olan iki sure işaret etmektedir: Abese, 15-16: “Kur’an, yazıcıların ellerindeki tertemiz ayetlerdir.”; Kur’an arıtılmış sahifelerdendir yazıcıların ellerinde. Furkan, 5. ayet: “Kur’an’ı başkasına yazdırıyor.” (Ayrıca, Beyyine, 2; Hud, 13; Bakara, 23) Kur’an’ın Muhammed’in sağlığında yazıya geçirildiğini Kur’an’ın kendisi haber vermektedir” (Dr. Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s. 209, 212-213)  “Kur’an Müslümanlarca ezberlenmiş ve Muhammed’in sağlığında yazıyla tespit edilmiştir. Sıhhat açısından Kur’an’ın hiçbir sorunu yoktur. Kur’an, çelişkilerden masun olduğu gibi, çağdaş bilim verileri ile de bağdaşır. Kur’an, Allah’tan nazil olduğu gibi değişmeden korunmuştur.” (Bucaille, s. 389-390); “Kur’anı Kerim ilk indiği andan itibaren Mekke devrinde yazılmaya başlanmıştır. R. Bell, “Kur’an, Ebu Bekir döneminde toplanmaya başlandığın da tamamen yazılı formdaydı.” (Bell, The Quran, s. VI) demektedir. Örneğin Hz Ömer’in Müslüman olması, Taha suresinin yazılı olduğu sahifeleri okuması ile gerçekleşmiştir.” (Metin Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 111) “Ashab tarafından ezberlenen ve koyun derisi parçalarına ya da mevcut diğer şeylere kaydedilecek olan vahiyler, ömrümün sonuna kadar yazılmaya devam edilmiştir.” (Gai Eaton, İslam Ve İnsanlığın Kaderi, s. 199) Ayrıca “Kur’an’ın çoklu okumalara izin vererek çağlar boyunca güncelliğini korumuş olması da başlı başına hayranlık uyandıran bir edebi başarıdır.” (Dr. Adrien Chauvet, Kur’an’ın Kozmografik Okumaları, s. 31; https://ajis.org/index.php/ajiss/article/view/3175) Kur’an ilk indiği andan itibaren yazılı olarak ta kayıt altına alınmıştır. “Mekke’de nazil olan ayetler Mekke’de yazıya geçirilmiştir. Rafi Bin Malik el-Ensari, Akabe biatına katıldığında peygamber Aleyhisselam o zamana kadar nazil olan tüm ayetleri yazılı olarak ona vermiştir.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 126) “Kur’an-ı Kerim daha ilk anlardan itibaren yazı ile tespit edilmiştir. Hz Ömer’in Müslüman olma olması, Peygamberimizin, ‘Kur’an dışında benden başka bir şey yazmayın, yazdıysanız imha edin’ hadisi buna delildir. Nöldeke bile, 622 yılından evvel Kur’an’ın yazılmış kısımlarının olduğunu kabul eder. (Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 64) Zaten, “Nazil olan her ayeti Müslümanlara okuyor, hemen ezberleniyor, adeta bu konuda yarışıyorlardı. Kur’an’ın yazılı belgeleri ise Nebi (as)’in evine konuluyordu. Peygamberimiz (sav) vefat edene kadar tüm bu yazılı belgeler orada muhafaza edilmiştir.” (Selahattin Sönmezsoy, Kur’an ve Oryantalistler s. 167) Sonuç itibari ile “Peygamber döneminde Kur’an’ın tamamı yazılmış” (Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 127; Prof. Adnan Demircan, Siyer Konusunda Bilinmesi Gereken 88 Soru, s. 24) ve “Kur’an, Allah’tan nazil olduğu gibi değişmeden korunmuş, Müslümanlarca ezberlenmiş ve Muhammed’in sağlığında yazıyla tespit edilmiştir. Sıhhat açısından Kur’an’ın hiçbir sorunu yoktur. Kur’an, çelişkilerden masum olduğu gibi, çağdaş bilim verileri ile de bağdaşır.” (Dr. Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s. 389, 390) “Gecenin karanlığında, ashabın meskenlerinin yanından geçenler, arı kovanı uğultusu gibi Kur’an sesi işitirlerdi.” (Zerkani,  Menahil-ul İrfan, I/234, 308; Müsned-i Ahmed, V/324) “Müslümanlardan kim daha çok Kur’an’ı öğrenir veya diğerlerinden daha çok okursa onlar için namaz kılıp, önderlik edeceğini de kararlaştırılmıştı. (İbni Sa’d, Tabakat-ul Kübra, IIX/89; Belazuri, Ensab-ul Eşraf, I/264; Safedi, Keşf-ul Estar, II/266; Mecma-uz  Zevaid, V/255) Görüldüğü gibi Kur’an indiği andan itibaren belli bir zümre veya din adamlarına ait bir kitap olmayıp toplum tarafından hemen ezberlenen, namazlarda okunan ve hükümleri hayata aktarılan, toplumca özümsenen ve hayatla içiçe kitap olmuştur. Zaten “Her gün, günde beş kere namazda okunan ve ona göre hayatını tanzim eden Müslümanlar, Kur’an’dan bir şeyi unutabilmesi” (Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 121) imkânsızdır! “Namazlarda okunması gerektiği için her Müslüman, Kur’an’dan birkaç ayet veya sureyi ezberlemiş idi. Peygamberimizin teşvikleri de, bu gayreti arttırmıştır.” (Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 66) O Kur’an ki sahabe mallarını ve canlarını yolunda feda etmiştir. (Tevbe, 88; Reşit Özer, Sahabe Tefsirinin Bilgi ve Kaynak Değeri, Darulhadis İslami Araştırmalar Dergisi 3, Aralık 2022, s. 137; Kerim Buladı, Sahâbenin Kur’ân Ahkâmının Tatbikindeki Coşkusu, Yakın Doğu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl 3, Cilt 3, Sayı 1, Bahar 2017, s. 71) Sahabe sadece ezberleyip yazmamış aynı zamanda efendimizin de teşviki ile (Kastalani, İrşâdü’s-sâri li Şerh-i Sahihi’l-Buhari, IV/88; Muhyiddin Nevevi, Riyâzü’s-Sâlihin, II/253) o Kur’an’ı hayatlarının her anına aktarıp onunla yatıp kalkmış, üzerinde fikir alışverişlerinde bulunmuş, birbirlerine öğretmiş (Musa Carullah, Tarihu’l-Kur’an ve’l-Mesahif, s. 21; Muhammed Abdul Azim Zurkâni, Menahilü’l-İrfan fi Ulumi’l-Kur’an, I/241) ve onu hayatlarında tatbik edip yaşamışlardır! (İbnü’l-Enbârî, Kitâbu Îzâhi’l-Vakf, I/23; Muvatta’, Kur’ân, 4; İbn-i Şebbe, Târîhu’l-Medîne, s. 7; İbn-i Kuteybe, Te’vîlü Müşkili’l-Kur’ân, s. 51; Dârimî, Sünen, I/135; İbn-i Hişâm, II/43-46; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, I/307; Heysemî, VI/41; Zehebî, Siyer, I/182; İbn-i Sa’d, VI/3; Hâkim, II/300, 3083; Mehmet Sürmeli, Sahabenin Kur’an Anlayışı, s.l17 ( Heysemi, Meonauz-Zeviid, I. 165’den naklen; Dr. Subhî es-Salih, Mebâhis-u fi Ulumi’l-Kur’an, s. 68) “Resul son vahiyden dokuz ya da seksen bir gün sonra vefat etmiştir.” (Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 113) Bu nedenle efendimiz zamanında Kur’an tamamen yazılı ve ezber olarak tamamen korunma altına alınmış olsa da iki kapak arasında bir kitap haline getirilememiştir. Ama “Kur’anı Kerim metni Hz Ebu Bekir zamanında, Allah Resulü’nün vefatından yaklaşık altı ay sonra iki kapak arasına alınmak sureti ile korunmaya alınmıştır.” (Prof. Adnan Demircan, Siyer Konusunda Bilinmesi Gereken 88 Soru, s. 33) Hz. Ebu Bekir, ashabdan sika (güvenilir) ve zabt (ezber) ile meşhur olan hafızları Hz. Ömer’in evinde toplar ve ayetleri toplama işinin nasıl olacağı ve bunu kimlerin yapacağı hususunu istişare etmiş ve istişare sonucu bir hafızlar komisyonu kurdurmuş ve başkanlığına da Zeyd b. Sabit’i getirmiştir. (Zencani, Tarih-ul Kur’an, s. 39-40; el- İtkan, I/50; İbn-i Kutaybe, el- Maarif, s.260) “Zeyd bin Sabit peygamber zamanında Kur’an’ı tamamen ezberlemiş idi.” (Ahmed, Müsned, I/ 379, 389, 405) Ayrıca Peygamber Efendimizin vefat edeceği yıl, Resulullah, Kur’an’ı, Cebrail’e nasıl arzetmiş ise Zeyd  de yazdığı bütün ayetleri Hz. Peygambere arz eylemiş, böylece; “arza-i ahireyi yani son arzolunanı yazmış idi. (Tecrid-i Sarih Tercemesi, VIII/317-318) “Biz Resulullah’ın huzurunda Kur’an’ı bir araya toplardık.” (Müstedrek-ul Hakim, 11/611 ve 129, Zerkeşi, Burhan, I/237,256,235; Suyuti, İtkan, I/57, 60; Müsned-i Ahmed, V/185) diyen “Zeyd bin sabit, Medine’de devamlı olarak vahiy kâtipliği yapmıştı. Zeyd bin Sâbit hem vahiy kâtibi, hem hafız, hem de Hz peygamberin son okumalarında yanında bulunmuş birisi olduğu için Kur’an toplama işinde başkanlık kendisine verilmiştir.” (Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 53, 70) Hz. Ebubekir; Zeyd’e, hafızasına asla güvenmemesini, her ayet için iki delil olmak üzere, iki şahıstan yazılı nüsha aramasını emretmiştir. (Ebu Davud, Ulumu’l-Kur’an, s.901; Cezairi, et-Tıbyan, s.100; Sabuni, et-Tıbyan fi Ulumi’l-Kur’an, I/77) Kendilerinde Kur’an’dan yazılı parça bulunan herkesin bunları Zeyd’e getirmesini şehirde ilan edilmiş, Hz. Ömer de, şahitlerin ellerindeki nüshaların, Hz. Peygamber tarafından kontrol edilmiş olup olmadığını yeminle tahkik ve tesvik etmiştir. Zaten Zeyd, vazifeyi ilk kabulü sırasında, Hz. Ömer’in kendisine yardımını şart koşmuş, o da ciddi bir şekilde yardım etmiştir. (Süyuti, Itkan, I/73) Süreç boyunca “Zeyd, iki şahidden aşağısını kabul etmiyordu. Bu iki şahitten maksad, hıfz (ezber) ve kitabet (yazı)dır. Bütün bunlardan gaye de; yalnız ezbere dayanmayıp, bizzat Resulullah’ın huzurunda yazıldığını görme zorunluluğudur.” (Fethu’l-Bârî, IX/12; M. Hamidullah, Kur’an-ı Kerim Tarihi, s. 50) Zeyd, “Kur’an ayetlerine en çok vakıf olan kişileri toplamış ve getirilen ayetlerin, Peygamber nezaretinde yazılmış olduğuna en az iki şahit bulunduruyordu.” (Selahattin Sönmezsoy, Kur’an ve Oryantalistler, s. 172) Tüm ayetler tek tek yazılı ve ezber yolu ile belgelenir, delillendirilir ve kayda alınır. (Askalani, Fethu’l-Bari s.92; Hamidullah, Rasulullah Muhammed s. 198) Hz Zeyd Kur’an’ı toplarken de “Sahabe, Kur’an ın cem edilme sürecinde sadece hafızalarına ve kendi Mushaflarına itimat etmemiş, bilakis toplu bir çalışma ile bunu gerçekleştirmişlerdir.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun kalmasın, s. 286); “Eğer toplama işi ezbere dayansaydı, Zeyd’in kendisi zaten hafız olduğu için başkalarına başvurmasına gerek kalmazdı.” (Buhari, Fedailül Kur’an, no: 4986-88, s. 922) Sadece Uhud savaşından 4 ay sonra Bi’ri Maune’de 70 hafızın şehit edilmesi, Resulullah’ın vefatından bir kaç ay sonra sadece Yemame savaşında 400-500 civarında hafız sahabenin şehit olması hadiselerii bile efendimiz dönemindeki hafızların sayısı hakkında bir bilgi vermesi açısından önemlidir. İşte bu kadar hafızın içinde “Komisyon başkanı “Zeyd başka hafızlarla da yetinmeyip, her ayet hakkında ‘mukabele görmüş’ iki yazılı şahit aramıştır.” (Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 114) Sahabelerden 24 kişinin, Peygamberin zamanında Kur’an’ı bir araya topladığı rivayet edilmektedir. (Zencani, Tarih-ul Kur’an, s.47; Tefsir-i İbn-i Kesir, IV/28; Tarih-u Vasit, s. 102; el-itkan, I/72; Feth-ul Bari I/49; Tabakat-u İbn-i Saad, II/113; Tenzih-i Tarihi Dimeşk, V/448) Cem/Toplama esnasında hafızlar kadar “İki-üç surenin dışında bütün Kur’an’ı topladık” diyen sahabelerin (Sindi’nin Sahih-i Buhari’ye haşiyesi, III/147; Sahih-i Buhari, II/201, III/147; Tabakat-u İbn-i Sad, II/112-113; Cami li Ahkâm-il Kur’an, I/56-57; İtkan, I/70-71; Tefsir-i İbn-i Kesir, IV/28; Fethul Bari IX/49; Tirmizi, Câmi-us Sahih, V/666; el-İstiab, el-İsabe’nin haşiyesinde, III/s.224) Mushafları da komisyonda mukayese edilmiştir. Hafızlar ve yazılı Mushaflar Hz Zeyd liderliğindeki, sayısı 5 ile 18 olarak rivayet edilen (Ö.N.Bilmen, Tefsir Tarihi,   s.22; Tabakat-u İbn-i Saad, II/112-114; Zerkeşi, el-Burhan, I/241; el-İtkan, I/72; Feth-ul Bari, IX/48; Tehzib-i Tarihi Dimeşk, V/448; Mecma-uz Zevaid, IX/312; Tabakat-u İbn-i Saad, II/113-114; Feth-ul Bari, IX/48, el-İtkan, I/72; Zencani, Tarih-ul Kur’an, s.46; Ebyari, Tarih-il Kur’an, s.95) hafızlar komisyonunca incelenir, denetlenir ve Kur’an bir kitap haline getirilir. “Kur’an-ı Mübin tamamıyle toplandıktan sonra, Hz. Ömer, Ashab-ı Kiramı toplamış ve onlara mushafı tek tek okumuştur. Ashab, tamamıyle okunanı tasdik edip onaylamış, içlerinden hiçbir itiraz vaki olmamıştır.” (İsmail Hakkı İzmirli, Tarih-i Kur’an, s.11) Daha sonra bu tek ilahi kitap (mushaf) yaklaşık 30 sene annemiz Ümmü Selemeye emanet edilir. (Buhari, III / 196)

Hz Zeyd’in “Tevbe Suresinin son iki ayetini; “Ebu Huzeyme el-Ensari’den başkasının yanında bulamadım.” şeklindeki sözü (Buhari, Tefsiru sureti 9/20) gerek Oryantalistler ve gerekse ateistlerce farklı şekilde yorumlanmaya çalışılmıştır. Hâlbuki Zeyd b. Sabit’in ‘Tevbe Suresinin son iki ayetini; “Ebu Huzeyme el-Ensari’den başkasının yanında bulamadım,” derken “yazılı nüsha olarak” bulamadım demek istemektedir. Yoksa sahabeden birçoğu gibi bu ayetleri Hz Zeyd’de ezbere biliyordu. Ama şartlar gereği bu iki âyeti de yazılı bir belge bulmadan yazamıyordu. ‘Yazılı olarak Huzeyme’nin yanında bulunca’ bu iki ayette resmiyet kazanmış olur. (Elmalılı, Hak Dîni, III, 2654-2655) Yoksa zaten hafızların ezberinde ve namazlarda okunmakta idiler! Diğer yandan Hz. Zeyd’in bu sözü bir gevşekliğin değil, ciddiyet ve gayretin işaretidir. Demek ki, Zeyd gibi ayetleri ezberlemiş hafızlar, Tevbe Suresi’nin son ayetini kesinlikle bildikleri halde ancak belgelenmesi için ‘şahitli yazılı belge’ arıyorlardı. Dikkat edilirse; bu iddiada bile, ‘bilinen bir ayetin araştırıldığı’ itiraf ediliyor. Yoksa tesadüfen ele geçmiş bir yazının derlenmesi söz konusu değildir. Nitekim mezkûr ayet de, bir sahabinin yanında yazılı olarak bulunarak belgelenmiş ve mushafa alınmıştır. Ayrıca şu hususun altını özellikle çizmek gerekir, Hz. Zeyd’in başkanlığındaki komisyon üyelerinin her biri ayrı ayrı mushafı cem etmişlerdir. Yani her birinin bir mushafı vardı ve daha sonra bu dört mushaftan tek mushafa ulaşılmıştır. Hz. Zeyd bu komisyondaki üyelerden sadece biri idi ve rivayettede görüldüğü gibi sadece Hz. Zeyd bu ayeti ‘yazılı olarak’ bulmakta zorluk çekmişti.

Ateist bir yazar Suyuti’den alıntı yaparak İbni Ömer’in, “Hiçbiriniz, Kur’ân’ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum) demesin. Bilemez ki Kur’ân’ın çoğu yok olup gitmiştir. “Ne kadar ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum” desin yalnızca.” (Suyuti, İtkan, II/32) dediğini iddia etmektedir. Halbuki bu yazar “Suyuti’den aldığı Arapça metinde İbn Ömer’e nisbet edilen sözü, bilerek veya bilmeyerek yanlış çevirmiştir. Kendi çevirisine göre îbn Ömer:” Kur’ân’ın çoğu, yok olup gitmiştir.” demiş. Halbuki bu Arapça sözün anlamı öyle değildir. Dursun’un bu metne yaptığı çeviri aslında tamamen yanlıştır. Çünkü yüklemi baştan olumsuz alarak “Hiçbiriniz, Kurân’ın tümünü aldım demesin” şeklinde çevirmiştir. Oysa yüklem olumsuz değil, vurgulu olarak olumludur. “Biriniz Kur’ân’ın tamamını aldım (elimdedir) diyor.” şeklindedir. Devamı “Bilemez ki Kurân’ın çoğu yok olup gitmiştir” şeklindeki çeviri de yanlıştır. Doğrusu şu: “Tamamını nereden bilecek? Bundan birçok Kur’ân (âyeti) gitmiştir (kaybolmuştur).” Îbn Ömer bu sözüyle, Kur’ân’ın çoğunun neshedildiğini anlatmaktadır. Dursun’un çevirisi ile İbn Ömer’in sözü arasında büyük fark var. Çünkü “Kur’ân’ın çoğu” ifadesi başka, “Kur’ân’dan birçok âyet” ifadesi başkadır. Birinde Kur’ân’ın çoğunun kaybolduğu ifade edilirken ikincisinde Kur’ân’dan âyetlerin ‘neshedildiği’  anlatılmak istenmektedir. İşte İbn Ömer’in sözü ikinci türdendir.” (Prof. Süleyman Ateş, Gerçek Din Bu, s.124) Peki nesh nedir? Kur’an üslubuyla ‘tedriciliği yani kolaydan, zora doğru eğitimi’ insanlara öğretmektedir. Aynen Hz. Aişe’nin dediği gibi “İnsanlar Müslümanlığı kabul ettikten sonra helal ve harama dair ayetler indi. İlk evvel “içki içmeyiniz” tarzında ayet inseydi “içkiyi terk etmeyiz” diyecek yahut ilk evvel “zina etmeyiniz” tarzında ayet inseydi, herkes “zinayı terk etmeyiz” diyecekti.” (Buhari, Telifü’l-Kur’an Babı; Ömer Rıza Doğrul, Âişe, İslam Tarihi Ansiklopedisi, I/ 203) Nesh konusu ‘Kur’an’da çelişki yoktur!’ başlıklı yazımızda ele alınmıştır.

Hz Osman döneminde İslam coğrafyası genişlediği, çeşitli lehçeler ortaya çıktığı için her bölgeye gönderebilmek üzere ‘yine’ Zeyd bin Sabit liderliğinde bir hafızlar komisyonu kurulur ve bu Kur’an hafızları kontrolünde Kur’an kopyalanıp çoğaltılır. Kur’an, Hz. Resul’den itibaren hem yazılı hem ezber iki koldan günümüze dek kesintisiz gelmiştir!

Osman döneminde Müslümanların hâkimiyetinde olan topraklar Arabistan’ın sınırlarını aşmıştı. Ana dili Arapça olmayan birçok Müslüman Kur’an’ı Arapça okumada zorlanıyordu. Ayrıca genişleyen coğrafyada Araplar arası lehçeki, şive farklılıkları ortaya çıkar. Bu farklı okuyuşlar karşılıklı suçlamalara da dönüşebilmekte idi. (Buhari, II /196-19; Ebu Davud, 316/928) Hz Osman “Hafsa Mushafı”nı ister. (Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 129) Hz. Ebu Bekir, Kur’an’ı toplama esnasında Zeyd’e itimad etmişti, Hz. Osman’da yazma işini Hz Zeyd’e verir.” (Bedrüddin Muhammed b. Abdillah ez-Zerkeşi, el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’an, Tahkik: Yusuf Abdurrahman el-Mer’aşeli, Beyrut, 1990, I, 331) Hz. Osman, Hafsa’daki Mushaf’ı getirtip çoğaltmaları için dört kişi görevlendirdi: Zeyd, Abdullah ibnu Zübeyr, Said ibnu As, Abdurrahman ibnu Haris. Zeyd dışında üçü Kureyşli’dir. İhtilaf ettikleri noktalarda ”Kureyş lisanı ile yazmalarını, çünkü Kur’ân’ın onların lisanı ile indiğini” (Buhâri, Fezâilü’l-Kur’ân, 2) söyler. Böylece “Kur’an kureyş lehçesine göre yazılır.” (Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 73; Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 128)

Benzer bir mantık bu 20. yüzyılın başlarında ülkemizde de yaşanmış, Ömer Seyfettin’in, 11 Nisan 1911 yılında, Genç kalemler dergisinde yazdığı ‘Yeni Lisan’ adlı makalesinden sonra İstanbul ağzı, yazı dili olarak ülkemizde kabul edilmiştir. Bu mantığın benzerini de Hz. Zeyd 1400 sene önce pratiğe geçirmiştir. Amaç, anlam değişikliğine neden olmadan ümmetin vahdet/birliğini sağlamaktır. Aynı lüzum daha sonrada ortaya çıkmıştır ve bu normal bir durumdur, art niyetli kişiler dışında bu durumdan bir anormallik arayanda çıkmamıştır.

“Hz Osman Arap olmayan Müslümanların sayısı artınca işi kayıt altına almak için ümmeti bir harf lehçe etrafında toplamıştır.”  (Selahattin Sönmezsoy, Kur’an ve Oryantalistler, s. 175) Hz. Osman ‘okuma farklarını ortadan kaldırıp Müslümanları bir tek kıraatte birleştirmek amacıyla’ (Beyhekî, es-Sunen, Kitabu’s-Salât, 2/42; Zerkâni, I/180; El-Kâmusu’l-Muhit, 111,127; Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 115; Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 129, 132, 143; Prof. Adnan Demircan, Siyer Konusunda Bilinmesi Gereken 88 Soru , s. 26) diğer bütün özel mushafların ve Kur’ân parçalarının yakılmasını emreder. (Beyhekî, es-Sunen, Kitabu’s-Salât, 2/42) Hz. Osman örnek mushafları büyük İslâm merkezlerine gönderirken kırâat ihtilâfını ortadan kaldırmak maksadıyla “Ben yanımda bulunan sayfaları yok ettim (sildim). Siz de (bundan başka) yanınızda bulunanları siliniz.” der. (İbn Ebi Dâvud, s. 22) Özel mushafların yakılmasının diğer önemli bir nedeni de, ayetler kenarına tutulan notların vahiy ile karıştırılmasıdır! Bazı Mushafların imlâ kâidelerine sahib olmayışı, Kenarda Kunut duaları gibi notların tutulduğu, içinde eksik veya (Hadislerin sayfa kenarlarına not edilmesinden kaynaklanan) fazlalıkların olduğu mushaflar, yolunda türlü çileler çeken ‘sahabenin de onayıyla’ yakılmıştır. (Subhi Salih, Mebahis, s. 78; Suyuti, el-İtkan, I/135; Bâkıllâni, Kitâb Nüketi’l-İntişâr, li Naki’l-Kur’ân, s. 401) Sahabeden hiç kimse itirazda bulunmamış (İbn Ebi Dâvud, s. 12; İbn Atiyye, Mukaddemetân fî Ulûmi’l-Kur’ân, s. 45, 52; İbn Hacer. X, 395) aksine onaylamıştır. (Ebu Ubeyde, Fedailul Kur’an, s.117; İbnul Cezeri, en-Neşr, I/32; es-Sabuni, Tibyan, s. 60)

İbni Hacer Askalani’ye göre ise Osman diğer nüshaları yakmamış, okunmasını düzeltmiş, düzelmesi mümkün olmayanları toplamış, yanlış okumaya, hatalı okuyuşa meydan vermemek için bozmuş suyla silmiştir. Noktasız “Haraga” kelimesi yakmak anlamına gelirken, “Haraga” noktalı olarak yazılırsa yırtmak anlamına gelir. ‘Düzeltilmesi mümkün olmayan sayfaları yırttı, attı’ demektir. Oryantalistlerden Schwally, Hz. Osman’a isnat olunan bu yakma işini çok şüpheli bulduğunu söyler. Nöldeke de, yakma yerine, yıkanıp temizlenip ve o malzemenin yeni bir yazı için kullanıldığını ileri sürer. (Theodor Nöldeke, Kur’ân Târihi, s. 110) Hz. Osman’ın, özel mushafları yaktırdığı rivayet edilmektedir ama onun bu emrine uymayıp kendi özel mushaflarını saklayanların bulunduğu da tarihen sabittir. Çünkü Hz. Alî, Abdullah ibn Mes’ud, Übeyy ibn Ka’b’ın özel mushaflarından söz edilmektedir. (Kurtubî, 1/53) Bu Mushaflara dokunulmamış olmasının nedeni düzgün ve imla kurallarına uygun olarak yazılmış olmalarıdır. Buhârî’nin rivayetine göre Hz. Âişe, mushafını görmek üzere gelen bir Iraklıya, özel mushafını göstermiştir. (Buhari, Fedâilu’lKur’ân, b. 5, h. 14)

“Aslından ve hafızlar komisyonunca çoğaltılan” yedi kopya, Medine mescidinde halkın huzurunda açıktan okunmuş (Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 130) tüm sahabece de onaylanmış (İbn Atiyye, Mukaddemetân fî Ulûmi’l-Kur’ân, s. 78) ve sonra çeşitli ülkelere gönderilmiştir. (Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 116) Çoğaltıldıktan sonra Hz. Hafsa’ya iade edilmiş (Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 72) olan ana Mushaf ölünceye dek Hafsa annemizin yanında kalmış, Medine valisi olan Mervân ibn el-Hakem, yakmak üzere o nüshayı istemişse de Hz. Hafsa vermemiş, mü’minler annesi vefat ettikten sonra Mervân o Mushafı alıp (Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 118) yakmıştır. (el-Fethu’r-Rabbânî, 18/34)

“Hz Ebu Bekir’de, Osman’ın yapmış oldukları işler arasındaki fark şudur: Hz Ebu Bekir hafızların şehit düşmesi ile Kur’an’dan bir şeyin eksilebilme korkusu ile Kur’an’ı Cem ettirmişti ve bundan dolayı da tek bir nüsha yazdırmıştı. Hazreti Osman ise, bu yazılan Kur’an-ı Kerim’in Hz peygamberden işitilmiş olan okunuşunun dışındaki başka okunuşlar ortadan kalkması için Kureyş lehçesiyle yazıya geçirmiştir.” (Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 75)  “Hz Osman gerek kendisinde bulundurduğu gerekse diğer şehirlere gönderdiği mushaflara hiçbir itiraz vaki olmamış, kısa süre sonra da bunlardan yapılan alıntılarla Kur’an, birçok Müslüman’ın elinde görünmeye başlanmıştır.” (Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 76) “Kureyş lehçesi Hicazlıların ve diğer Araplarının lehçelerinin en fasihi; Açık ve düzgünü idi. Kur’an Kureyş lehçesiyle nazil olmuştur. Kur’an’ı farklı lehçelerle okumaları ciddi ihtilafların ortaya çıkmasına neden olunca Hz Osman, Kur’an lehçesi üzerinde birleşme kararı alıp bunu resmi musafta uygulamaya sokmuştur. Kuran’ın sadece bazı kelimelerin farklı okuyuş biçimleri ile kıraatler ortaya çıkmıştır. Kur’an o kadar asla uygun, dikkatlice, titiz bir şekilde korunmuştur ki, bırakın bir cümle veya bir ayetin değişmesini, bir kelimesinin bir harfi bile farklı biçimlerde okunmuş ise, o bile mutlaka kayıt altına alınmıştır.” (Prof. Dr. M. Halil Çiçek, Müşkilu’l-Kur’an’ı Yeniden Değerlendirmek, s. 86-88) “Yedi harf hiçbir zaman yazıya geçmediğinden bunlar ne Ebubekir mushafına ne de Osman mushafına dâhil edilmemiştir.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 139)

Oryantalist ve ateistler bu süreçten hareketle belli ithamları ortaya atmaktadırlar. (M. İzzet Derveze, el Kıır’ân ve’l-Mülhidun, s.326) Eğer “Hz. Osman’ın yazdırdığı Mushaf, Hazreti Resulünkinden farklı olsaydı, Hz Osman’dan sonra halife olan Hz Ali kendi mushafını resmileştirilirdi. Hz. Ali’nin mushafının tek farkı, surelerin iniş  sırasına göre düzenlenmesidir.” (Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 117) Zaten günümüzde de Kur’an’lar iniş sırasına göre de basılabilmektedir! Hz Ali şöyle demektedir: “Ey insanlar! Osman hakkında aşırı sözler söylemeyin, ona mushaflar yakıcısı demekten sakının. Vallahi o, Mushafları biz Muhammed’in ashabı önünde yaktı. Osman zamanında yönetici ben olsaydım, aynısını yapardım.” (İbn Ebi Dâvud, s. 13, 22; Kurtubi, I/54; Mukaddemetân, 52); “Vallahi, bunları bize, Rasulullah’ın ashabına danışmadan yakmadı” demiştir. (Zerkâni, Menâhilu’l-İrfân fi Ulumi’l Kur’ân, I/262) İlk başta “mukatta harflerinin vahiy kâtiplerinin isimlerin baş harflerine işaret ettiğini iddia eden fakat daha sonra bu iddiasından vazgeçen.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 151) Oryantalist T. Nöldeke bile şöyle demektedir: “Böylece devlet adamı olarak Osman, en anlamlı işi yapmış, hâtırasını taçlandıran tek hareketi gerçekleştirmiştir. Abdullah bin Ömer ve Ali gibi ileri gelen kişiler her ne kadar kişisel siyâsal olarak Osman’a karşı idilerse de bu konuda onunla uyuşmuşlardır.” (Nöldeke, Kur’ân Tarihi, s. 63) Schwally, “Kur’an insanın beklemeyeceği büyük bir titizlik ve mükemmellikle korunmuştur.” (Schwally, Die Sammlung des Qurans, II/93) demektedir. Hz Ebu Bekir’in kitap haline getirdiği ana Mushaf ile Hz Osman’ın çoğaltıltığı Mushaflar yaklaşık 15 sene bir arada, aynı ülkenin sınırları içinde bulunmuş ve bunlardan binlerce hafız yetişmiştir. Bu hafızların ezberledikleri arasında tek bir fark olduğuna dair ne bir olay, ne bir söz günümüze dek gelmemiştir. Hayatlarını feda ettikleri ve her namazda okuyup kurallarına göre yaşadıkları Kur’an’da ufacık bir değişiklik yapılsa, tek başlarına Mekke müşriklerine direnen, isyan eden, işkenceleri göze alan sahabe itiraz edip isyan etmez mi idi? “Hem ellerinde mevcut olan hem gözlerinin üzerinde olduğu, Allah’tan olduğuna inandıkları için bu metinde oynanmasına, eklemeye çıkarmaya elbette müsaade edemezlerdi.” (Caner Taslaman, Neden Müslüman’ım? Deizme Cevap, s. 340) “İlk Müslümanlar, İslam’a girmenin büyük bir risk taşıdığı dönemde her şeyi göze alarak İslam’ı seçmişler, uğruna canlarını ve mallarını feda etmeyi göze almış nesillerdir.” (Prof. Dr. Sait Şimşek, Asrı saadette ve H. Raşidin döneminde Kur’an eğitimi, I. Kur’an sempozyumu, 1-3 Nisan 1994, s. 395) Bu neslin Kur’an’ın bozulması, değiştirilmesine izin vermeyeceği ortadadır! Kendilerini Kur’an bilgini sayan kimi ateistler, Müslümanlardaki bulunup ta diğer milletlerde olmayan icazet metodundan habersizdir aynı zamanda. Prof. M. Hamidullah şöyle der: “Kur’an’ın bütün metnini ezberleme alışkanlığı Hz. Peygamber (s.a.) zamanından başlar. Halifeler ve İslâm devlet reisleri daima bu alışkanlığı teşvik etmişlerdir. Başlangıçtan beri Müslümanlar bir eseri müellifinin veya icazetli bir talebesinin huzurunda okumayı ve karşılaştırmayı, zamanında gerekli düzeltmeler yapılmış ve tespit edilmiş metnin rivayeti için yazılı iznini (icazetnamesin) almayı âdet edinmişlerdi. Kur’an’ı ezberden okuyanlar yahut sadece yazılı metni yüzünden okuyanlar da aynı şeyi yaptılar ve bu iki kol günümüze kadar böylece devam etti. Bu işin dikkat çeken yönü şuydu: Her üstat kendisi tarafından verilen icazetnamede talebesinin yalnız okuyuşunun doğruluğunu değil, aynı zamanda kendisinin üstadından işittiği okuyuşa uygun olduğunu açık bir şekilde söyler ve kendi üstadının da üstadından bunu böyle okuduğunu ve talebesine öyle öğrettiğini zikrederek zincir Hz. Peygambere kadar devam ederek götürülür. Bu satırların yazarı Kur’an’ı Medine’de şeyh Hasan eş-Şair’den okudu ve aldığı icazetnamede diğer bilgiler arasında üstatların ve üstatların üstatlarının zinciri nihaî kısımlardaki üstadın aynı zamanda Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. İbn Mesud, Hz. Übey İbn Kâab ve Hz. Zeyd bin Sabit’den (ki hepsi ashaptandırlar. Allah Cümlesinden razı olsun) okuduğunu kayıt eder. Hafızların sayısı dünyada şimdi yüz binlerle sayılmaktadır ve metnin kopyaları (Yani Kur’an-ı Kerîm’in aslî nüshaları) dünyanın her tarafında bulunur ve birinin metniyle diğerinin metni arasında kafiyen fark bulunmaz. Bu kayda değer bir noktadır ki, hafızların hafızalarındaki Kur’an ile eldeki Kur’an metni arasında hiç bir ayrılık yoktur. ( Prof. M. Hamidullah, İslam Giriş, s. 42) Bu açıklamalar ve gerçekler ateist ve oryantalistlerin ithamlarının delilsiz, asılsız ve bâtıl olduğu ortaya koymaktadır. (Zerkâni, Menâhilu’l-İrfân fi Ulumi’l Kur’ân, I, 261; Subhi es-Salih, Mebâhis, s. 82)

Ateist iken İslam’a dönüş yapan Dr. Altay Can Meriç tarafından yazılan eserden alıntılarla konumuzu özetleyelim: Kur’an’ın yazılması Nebi yaşarken vahiy katipleri tarafından yapılıyordu. Kur’an tahrif edildiyse neden ashap arasında bu konuda bir savaş çıkmadı? (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 24, 29)  Emeviler Kur’an’ı tahrif etselerdi onları yıkan Abbasiler, tahrifi yedi cihana duyururlardı. Abbasiler Kur’an’ı tahrif etselerdi Endülüs Emevi Devleti Kur’anı tahrif ettiğini ilan ederdi. (Meriç, s. 30) Kur’an -haşa- tahrif olsaydı halkın da sürekli namazda okuduğu musaf’ın tahrifinden haberdar olacağını düşünmek gerekir. Hz Ali’yi -haşa- kafir ilan eden haricilerin nasıl Kur’an tahrif edilir de, tek bir ses dahi etmez? Hz Muhammed’den 200 yıl sonra doğan Kadı Abdulcabbar’ın şu tespitleri önemlidir: “Rasulullah’ı yalanlayan kitaplar İslam Devleti’nin en güçlü ve en hakim olduğu dönemde yazıldı. Ravendi, El-Kindi, Er- Razi… gibi İslam düşmanlarının eserlerini sen, bu kitapların bir harf bile değiştirmeksizin sıra sıra Müslümanların dükkanlarında açıkça sergilendiğini görüyorsun. Müslümanlar onları eleştirmek ve cevap vermek için neşrediyorlar.” (s. 32) Tayyar Altıkulaç “birbirinden çok uzak coğrafyalarda ve birbirini görmemiş kâtipler tarafından istinsah edilmiş” bu nüshalar bize göstermektedir ki, sayfalardaki satır sayıları ayrı da olsa içerikleri aynıdır. Yani “nereye gitsek aynı mushafla” karşılaşılmaktadır. (s. 80)  İncelediğimiz Mushaflardaki ayetlerin tertibi, elimizdeki Mushaflarla aynıdır. Aynı Yüzyıl içerisinde çeşitli dönemlere ait olduklarını gösterdiği bu mushaflar arasında fark olmaması, vehim ortaya atmaya çalışanlara susturucu bir delil olacaktır. Yeryüzünde, böylesine çok ve erken döneme ait yazması olan başka bir metin daha yoktur. (s. 81) Yazmalar; hafızların ezberleri, eski tarihi kaynaklardaki bilgiler ve akli delillerle uyumlu çıkmıştır. Bu, yeryüzüne hiçbir metninin ulaşamayacağı bir tarihi güvenirlik seviyesidir. (s. 82) Sahabe samimiyet ve fedakârlıkla iman ettiler. Kur’an tahrip edilseydi, sahabe topluluğu muhakkak buna tepki gösterirdi. (s. 94) 

“Hicri 1’inci yüzyıla ait mushaflar listeleyen Prof. Sergio Noja Noseda günümüzdeki Kral Fuad Baskısı mushafındaki metinlerin yüzde 83’ünün aynısının Hicri 1. yüzyıl listesinde yer aldığını tespit etmiştir. Diğer bir araştırmada ise, elimizdeki mushaf ile Hicri 1’inci yüzyıldan elimizde bulunan mushaflar arasında yüzde 96,1’lik örtüşmeyi olduğu görürlür. Noseda’nın yüzde 83 bulgusu sadece Hicazi hattıyla yazılan parşömenlerle sınırlıydı ancak son bulgular ve testlerle yüzde 96,1’e çıkmaktadır. Geri kalan yüzde 3,9’luk fark ise o döneme dair mushafların kendilerinin eksikliğinden değil bize ulaşan parçaların eksik olmalarından dolayıdır.” (Bülent Şahin Erdeğer, independent türkçe, 23 Haziran 2021) 

Corpus Coranicum projesi ve çoğu İslam düşmanı olan oryantalistlerin itirafları

Gotthelf Bergstrasser ve Arthur Jeffery, Kur’an’ın eleştirel bakış açısı ile değerlendirmesini hedefleyen bir proje başlatır. Jeffeey, yıllarca tefsir, sözlük, kıraat kitapları toplar. Bu proje kapsamında 9 bin Kur’an, eski el yazması fotoğrafı ve 11.000 el yazması toplanır. Toplam 42.000 kadar belge bir araya getirilir. Çalışma 50 yıl sürer. (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 155) Daha sonra bu projeyi Otto Pretzl yürütür. Tüm bu çalışmaların sonunda Otto, sonuç olarak raporunda şunu yazar: “Elde edilen Kur’an nüshaları üzerine yapılan detaylı incelemeler sonucunda, değişik dönemlere ait olan bu mushaflar arasında hiç bir farklılığa rastlanmamıştır.” (Pretzl, Apparatus Criticus zum Koran, s. 13) “Nüshalar arasında bir-iki hattat (el yazısı ile yazan sanatçı) hatası dışında hiç bir fark olmadığı görülür. Bu hatalar ise sistematik olmayıp daha sonraki el yazmalarında yinelenmemekte, aksine düzeltilmektedir.” (Hamidullah, Allah’ın elçisi, s. 182) Oryantalistlerin itirafları ile devam edelim: Paul Casanova, “Kur’an’ın tamamının aslına uygun olduğu görüşünü kabul ediyoruz.” (Casanova, Mohammed et la Fin du Monde, s. 9, 125); Christiaan S. Hurgronje’de bu görüşü destekler. (Hurgronje, Mohammedanism, s. 26); Charles Cutler Torrey, “Kur’an, ilk hali ile hiç değişikliğe uğramadan elimize ulaşmıştır.” (Torrey, The Jewish Foundation of İslam, s. 2); Rudi Paret, “Bazı surelerin yüzlerce ayetinde kıraat farklılıkları rivayet edildiği halde, denebilir ki, Kur’an bütünü ile tam güvenilir bir kaynağa sahiptir. Çünkü Muhammed’in arkadaşları, Kur’an’ı ağzından dinledikleri gibi onun önünde vahiyleri tekrar aynen okumuşlardır. Biz hiçbir zaman Kur’an’ın tamamından bir ayetin bile Muhammed’in bizzat kendisinden gelmediğini kabul edecek bir gerekçeye sahip değiliz. Hiçbir din kurucusunun mesajı Muhammed’in tebliği kadar güvenli bir şekilde bugüne intikal etmemiştir. Osman mushafı aracılığı ile tespit edilen bu metinler, gerçekten kanıtlı olarak nitelendirilebilir. Yazıyla tespitinin yanı sıra kesintisiz devam eden sözlü rivayet de orijinal metnin süre gelmesi için ikinci bir önemli garanti teşkil etmiştir. Şurası bir gerçek ki, Osman’ın hilafeti zamanında yapılan Kur’an redaksiyonu esnasında sahte metinler şöyle dursun, gerçek anlamda bozuk bir tek metin bile ana metne kabul edilmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.” (Paret, Kur’an üzerine, s. 60); Sprenger, cem esnasında bazı müdahaleler yapılma ihtimalinin olduğunu, bununla ilgili bir veri olmaması nedeni ile de sonuç itibari ile ‘Kur’an’ın sıhhatinden şüphe etmek için bir sebep yoktur.’ (A. Sprenger, The Life of Mohammed  From Original Sources, s. 63) sonucuna varmaktadır.  Muir, Kur’an’ın bir bölümünün kayıp veya değiştirildiği görüşünü reddeder, Kur’an ayetlerinin Hz Muhammed zamanında hem ezber hem yazılı olarak korunduğunu belirtir, en son Hz Osman zamanında hazırlanan nüshasında günümüze kadar sağlam bir şekilde geldiğini söyler. (W. Muir, The life of Muhammad, s. 14-26); Montgomery Watt, “Bugün elimizde bulunan kitabını esas olarak Osman mushafı olduğu kesindir.” (Watt, Kur’an’a giriş, s. 55-60, 65); John Burton, “Bugün Elimizde bulunan Kur’an, bizzat Muhammed’in mushafıdır.” (Burton, The Collection of the Quran, s. 138); Harald Motzki, “Müslümanların bu konudaki iddiaları ve verileri, batılı uzmanların ileri sürdükleri görüşlerden daha tutarlıdır.” (Motzki, Alternative Accounts of the Quran’s Formation, s.60); Angelika Neuwirth, “Kur’an’ın dizaynına bakıldığında, bugün elimizde bulunanın Osman mushafı olduğu akla uygun gözükmektedir.” (Neuwirth, Quran and History, s. 11); Fred McGraw Donner, “İslami kaynaklar, Eski Ahit’e nispeten çok hızlı bir şekilde billurlaşmıştır. Emevi halifeleri kendilerine Kur’an’dan dayanak bulamadıklarından, ayetlerin zorlama tevilini yapmışlardır. Hâlbuki eğer Kur’an bu dönemde oluşsaydı, işlerine gelen birkaç maddeyi ona eklemeleri çok daha makul ve pratik olurdu.” (Donner, Narratives of Islamic Origibs, s. 29, 52); Gregoryen Schoeler, “Kur’an’ın mushaflaşması ile ilgili olarak geleneksel İslam tarihinin verileri genel olarak doğrudur ve Muhammed vefat etmeden tüm vahyin yazıya geçirilmiş olması büyük olasılıkla gerçektir.” (Schoeler, The Codification of the Quran, s. 779); Nöldeke, Hz Muhammed’in vahiylerin yazılmasına önem verdiğini belirtir ve Hz Muhammed’den sonra tahrifat yapıldığı iddialarına karşı çıkar. (T. Nöldeke, Tarihul Kur’an, s. 210; T. Nöldeke, Kur’an Tarihi, s. 98); Sprenger Kur’an’ın toplanması esnasında dışarıdan müdahaleler yapılma ihtimali ile ilgili bir veri olmaması nedeniyle, sonuç itibari ‘Kur’an’ın sıhhatinden şüphe etmek için bir sebep yoktur.’  (A. Sprenger, The Life of Mohammed  From Original Sources, s. 63); Muir, Kur’an’ın bir bölümünün kayıp veya değiştirildiği görüşünü reddeder, Kur’an ayetlerinin Hz Muhammed zamanında hem ezber hem yazılı olarak korunduğunu belirtir ve en son Hz Osman zamanında hazırlanan nüshanında günümüze kadar sağlam bir şekilde geldiğini açıklar. (W. Muir, The life of Muhammad, s. 14-26); Edward Sell, ‘The Recensions of the Quran’ adlı çalışmasından gulat Şia’nın iddia ettiği Kur’an ayetlerinin çıkarıldığı iddiaları için, tarihi kanıtların Şii iddialarını desteklemediğini belirtir. (E. Sell, The life of Muhammad, s. 116); Watt, ‘Bugün elimizde olan Kur’an’ın 650-656 arasında zikri geçen komisyonca oluşturulan resmi metnin aynısı olduğu kesindir.’ görüşündedir. (M. Watt, Kur’an’a giriş, s. 55-60, 65) Zaten oryantalistlerin iddia ettiği gibi Kur’an iki asır sonra oluşturulan anonim bir metin olsa, daha en başta Dımeşki, Kindi, Timothy, Teophanes olmak üzere bu durumu kullanmazlar mıydı? (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 165) “Bugün dünyanın birçok yerinde ilk asırdan bu yana bize gelen Kur’an el yazmaları mevcuttur.” (T. Nöldeke, The Quran, s. 27; Miguel Jose, El Coran, s. 491; Hans C. Graf von Bothmer, Karl-Heinz Ohlig und Gerd Rüdiger Puin, “Neue wegw der Koranforschung”, Magazin Forschung, 1 (1999), s. 33-46) Birmingham el yazması, Kur’an’ın günümüze gelen en eski parçalarından biridir ve dünyada radyokarbon tarihlendirme bu el yazmasının,% 95.4 olasılıkla 568-645 tarih arasındaki bir döneme ait olduğu tespit edilmiştir. (https://www.birmingham.ac.uk/facilities/cadbury/birmingham-quran-mingana-collection/birmingham-quran/what-is.aspx;https://www.birmingham.ac.uk/news/latest/2015/07/quran-manuscript-22-02-15.aspx )

Kur’an’ın 7 harf üzerine nazil olması ve Kureyş  lügati ile yazılıp çoğaltılması

Hişam b. Hakim b.Hizam’ın, Fürkan Sûresini, Resulullah’ın bana okutmuş olduğu, benim okuduğumdan başka bir şekilde okuduğunu duydum. Nerede ise (kızgınlığımdan) üzerine atılacaktım. Sonra (Namazı, bitirip) dönünceye kadar bekledim, sonra ridasını göğsünün üzerinde topladım, onu Resulullah (s.a.v)’in yanına götürdüm ve dedim ki: ‘Ben, bunu, Fürkan Sûresini sizin bana öğrettiğinizden başka türlü okurken duydum.’ Bana (Resulullah) dedi ki: ‘Hişamın yakasını bırak.’ Sonra, ona; ‘oku!’ dedi. O da okudu. (Resulullah) dedi ki: ‘Böylece nazil oldu.’ Sonra bana dedi ki: ‘Oku!’. Ben de okudum. (O zaman da) buyurdular ki: ‘Böylece nazil oldu. Muhakkak ki Kur’an, yedi harf üzerine nazil olmuştur; bunlardan hangisi kolayınıza gelirse onu okuyunuz.” (Buhârî, Husumat: 27; Müslim, Salat-ül Müsafirin: 17) ‘Yedi harf, yedi Arap lehçesi veya yedi vecih demektir. Resulullah’tan işitmiş olmak şartıyla Kur’an’ın değişik vecihlerde okunmasına izin verilmiştir. Bunun hikmeti, hadislerden de anlaşıldığına göre, Kur’an okumayı kolaylaştırmaktır. “Kur’an’ın ilk muhatapları, kabileler halinde dağılmış olduklarından aralarında telaffuz farkları vardı. Bu özür sebebiyle onlara bir ruhsat verildi. Yedi farklı vecihle okuma (kıraat) izni verilmişse de, kitabet (yazı, hat) sadece Kureyş lehçesi üzere olmuştur. Bu da, ihtilafı en aza indirmiştir. Zira kolaylaştırmayı gerektiren özrün ortadan kalkmasından sonra, asli harfin yazımı, okumada esas olmuştur: Özrün ortadan kalkması ile yedi harfe verilen muvakkat müsaade sona ermiştir. Zira lehçeler arasındaki ayrılık ve yaygın ümmilik, Kur’an’ın toplayıcılığı ve ümmiliğin azalmasıyla giderilmiştir.” (Yıldırım, Oryantalistlerin Yanılgıları, s.73) Kadi İyad’a göre; “Yedi harf hakkındaki bütün rivayetler, başkasının okuyuşunu kınamaktan menetmek gayesini ortaya koymaktadır.” (Adil Kemal, Ulumu’l-Kur’an, s.85,86) Hz. Osman’ın, Zeyd b.Sabit’e verdiği talimat: Buhari’nin rivayet ettiği hadiste, Hz.Osman’ın, istinsah heyetinde bulunan Kureyşli üç kişiye: “Siz ve Zeyd b.Sabit, Kur’an’dan herhangi bir şeyde ihtilaf ederseniz, onu Kureyş’in lügatı ile yazınız. Çünkü (Kur’an) onların diliyle inmiştir” (Buhari,VI.99) dediği belirtilmiştir. Bu hadiste belirtilen husus; Kur’an’ın birbirinden farklı ayetlerinin mevcut olduğu değildir. Buradaki talimat, Kur’an istinsah edilirken/kopyalanırken lehçe bakımından bir ihtilaf olursa, hemen Kureyş lugatine göre düzeltilmesi ve yazılması şeklindedir. Çünkü değişik okuyuşlara müsaade olsa da Kur’an, Kureyş lehçesi üzerine nazil olmuştu. (Şihabuddin Ebu’l-Fadl Ahmed b. Ali b. İbnu’l-Hacer el-Askalani, Fethu’l-Bari, VII/644; Muhammed b. İsmail b. İbrahim el-Buhari, Sahih-i Buhari, VI/224) “Kur’an-ı Kerim’in kıraatında çok az farklı tarz vardır. Bunlar da zaten anlam bakımından bir ihtilaf ve tenakuz oluşturmamakta, aksine müfessirin önüne geniş bir yorum alanı açmaktadır.” (İsmail Cerrahoğlu, Tefsir usulü, s. 95,102) “Kur’an-ı Kerim’deki kıraatlerin farklı oluşu, Müslümanlara bazı kolaylıklar sağladığı gibi, bir kısım ayetlerin manalarının anlaşılmasını ve bazılarından da farklı hükümler çıkarılmasını sağlamıştır. Farklı kıraatler, birbirini tutan ve kuvvetlendiren bir bütünlük göstermektedir. Değişen manalar birbirini desteklemektedir.” (Dr Sabri Demirci, Kur’an’da çelişkili ayetler meselesi, s.196 ) 

Hafs Mushafı ile Verş (Warsh) Mushafı arasında fark var mıdır?

İslam âleminin büyük çoğunluğunu Hafs kıraatı ile Kuzey Afrika ülkelerinde okunan mushaf ise genellikle Verş kıraati ile basılmıştır. Okuyuşların farklılığı, Kur’an’da farklı kelimeler olduğu anlamına gelmemektedir. Verş Mushafındaki okuyuş tarzı ile Hafs Mushafındaki okuyuş tarzı arasında, manayı bozacak şekilde bir tezat yoktur. Farklı diye verilen örneklerinin tümünün de aynı anlama gelmesi buna işaret etmektedir. Bu farklılık, ‘zıtlık, farklılık’ anlamına gelmemekte, ‘aynı kelimenin ifade edebileceği iki veya üç mana ifade edilsin’ diye, kelimenin kalıbının farklı şekillerde okunmasından ibarettir. Konuyu batılı bir araştırmacıdan alıntı ile özetleyelim: “Bütün bunlar, hem grafik biçiminde hem de sözlü biçiminde dikkat çekici bir şekilde bütüncül bir aktarıma işaret ediyor. Muhammed’in ölümünden sonra Kuran’ın aktarımı, organik olmaktan çok esasen statikti.” (Adrian Brockett, “The Value of Hafs And Warsh Transmissions For The Textual History Of The Qur’an” in Andrew Rippin’s (Ed.), Approaches of The History of Interpretation of The Qur’an, 1988, Clarendon Press, Oxford) Yazar aynı makalede, “Eğer Kur’an sadece ağız yoluyla aktarılsaydı, hadislerde olduğu gibi bir çeşitlilik söz konusu olabilirdi. Ya da sadece yazılarak aktarılsaydı yazım hatalarından kaynaklı değişiklikler olabilirdi. Ama hem ağız yoluyla hem de yazılı aktarılmış olması aralarında bir paralellik olmak zorunda bırakıyor.” demektedir. Kısaca, Mushaflar arasındaki farklar okuma ile ilgili olup anlam bakımından aralarında bir fark yoktur. Konuyu Suudi Arabistan mushafları örneği ile bitirelim: Hafs mushafı ile yazılışları farklı gibi gözükse de aslında sadece, “tecvitli yazılış stili” ile bu Kur’an’lar yazılmıştır. Yani, kelimeleri aynı olmasına rağmen, yazılışları farklıdır çünkü tecvit kuralları kelimelere uygulanarak Mushaf basılmıştır.

Ateist bir yazar: “İbn Mesud’un “Mushaf’ında Fatiha Suresi gibi çok temel bir sure yok. Felak ve Nâs sureleri, Ali’nin surelerinin sırası bugünküne uymuyor.” demektedir. “Kur’an son sene iki kere Cebrail ve efendimiz arasında karşılıklı okunmuştur.” (Burhan fi Ulumi’l-Kur’an, I/213) Bezzar, ‘Sahabeden, Hz. Peygamberin bu sureleri namazda okuduğuna dair sahih haberleri’ bildirirken (Suyuti, ed-Dürru’l-Mensur 6/416; İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 8/742-743) Sahih hadislerde de Hz. Peygamberin, “Felak ve Nas surelerinin kendisine Allah tarafından indirildiğine” dair açık beyanı vardır. (Müslim, el-Müsafirin, 264/814; Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 1; Ebu Davud, Salat, 354; Nesai, İstiaze, 1) Nevevi de, Felak-Nas surelerinin Kur’an’da olduğuna dair Müslim’deki hadise yer verdikten sonra, “İbn Mesud’un buna aykırı sözler söylediğini rivayet edenlerin bu ‘rivayetlerinin’ reddedildiğini” belirtmiştir. (Nevevi, Şerhu Müslim, 6/96) İbn-i Mesud’un Fatiha ve Muavezeteyn surelerini Kur’an’da olmadığına dair rivayetler için Fahreddin er-Razi, “Asılsız” derken (Razi, 1/190), Kadı Ebu Bekr, “Böyle bir rivayet sahih olarak gelmemektedir.”  demekte, İmamı Nevevi Müslim şerhi  Mühezzeb’te: “Bütün Müslümanlar felak-nas ve Fatiha’nın Kur’an’dan olduğunda ittifak ve icma etmişlerdir.  İbni Mesud’dan ‘rivayet edilen’ şey batıldır ve doğru değildir.”; Nevevî, ‘Şerhu’l-Mühezzeb’de bu rivayetlerin batıl olduğunu söylemiş, İbn Hazm’da “Bu İbn Mes’ud’a iftiradır” (Osman Keskioğlu, Kur’an-ı Kerim Bilgileri, s. 102) demektedir. İbn-i Hazm “Bu İbn-i Mesud’a bir iftira ve uydurmadır.” (Kadhu’l-Mualla Tetmimu’l-Muhalla) derken Bakıllani “Eğer böyle bir  şeyi İbni Mesud iddia etse,  sahabiler bunu tartışır ve bu mesele toplumda yayılırdı. Ama böyle bir şey olmamıştır.” tespiti ile iddiayı yalanlamaktadır. (İ’cazu’l-Kur’an, s. 292) Tüm bunlar iddianın uydurma olduğunu ispat eder. (Bedreddin Muhammed b. Abdullah ez-Zerkeşi, el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’an, II/127-128) Bazı özel mushaflarda surelerin farklı sıralanabildiği veya bazı ayetlerin eksik olduğu zaten bilinen bir gerçektir. (Ebûbekir ibn Dâvûd, özel sahâbî mushaflarındaki farkları Kitâbu’l-Mesâhif’inde toplamıştır)  İbni Mesud’un da bulunduğu cemaat namazlarda söz konusu iki sure okurmuş ve bu konuda herhangi bir itiraz da gerçekleşmemiştir. (Keşmirî, Faydu’l-Bâri alâ Sahihu’l-Buhâri IV/261) Ayrıca İbn Mes’ud, Hz. Osman’ın çoğalttığı mushafı kabul etmiş biri idi. (Zerkani, Menahil-ul İrfan, 1/284). İbnu’n-Nedim’de, İbn Mes’ud mushafından bir nüsha gördüğünü ve onda Fâtiha’nın yer aldığını bildirir. (Nedim, Fihrist, s.26) Zira Fatihasız namaz olmaz. Müslim’de Ahmed bin Hanbel ve İbn Hibban’da Muavvizeteyn’in namazda okunduğuna dâir hadisler vardır. Asım’ın kıraati, Irak’tan yâni İbn Mes’ud’dan gelmiştir. Onda Muavvizeteyn ve Fatiha sureleri vardır. (Zerkânî, I/275-276) Daha da önemlisi bu iki sureyi, İbni Mesut tarafından yazılmadığını söyleyen rivayetin “ehad hadis” olması yani kesinlik bildirmeyen bir rivayet olmasıdır! Tabii, bu bilginin ateist veya oryantalistlerce bir önemi yoktur, ne manaya geldiğini bilip bilmedikleri konusu da ayrı bir mevzudur! Bu iddianın diğer ironik tarafı da, ‘Sana Mushafı’ndan hareketle oryantalist ve ateistler Kur’an üzerinde şüphe oluşturmak istemişler ama onların “Fatiha ve Felak-Nas surelerinin Kur’an’dan olmadığına dair iddiaları da Sana Mushafı’nın keşfiyle tamamen geçersiz hale gelmiştir.” (Bülent Şahin Erdeğer, independent türkçe, 23 Haziran 2021) Sana Kur’an’ı ile ilgili iddiaların  cevaplarına da ‘Kur’an’da çelişki yoktur’ adlı yazımızdan ulaşabilirsiniz.

Oryantalist Emile Dermenghem’in iddiaları: “Son ve kat’î metne gelince Halife Muaviye zamanında Haccac tarafından -tıpkı Osman’ın tatbik ettiği usul üzere- tertip edilmiştir. Asıl metne bir takım ilâveler ve haşiyeler katılmadığı yahut bazı parçaların çıkarılmadığı bilinemediği gibi bu artık ve eksiklerin nisbetini tayin etmek de imkânsızdır.” Bir kere Kur’an Haccac tarafından tertip olunmamıştır. Haccac tarafından harekelenmiştir. Hareke konması ile tertibi farketmek gerektir. Bu oryantalistin diğer iddiasına da  başka bir oryantalist, William Muir’in ‘Life Of Mohammed; Muhammed’in Hayatı’ adlı eserden cevap verelim: “Bizim elimizde bu işin (Kur’an’ın cem ve tertibin) dikkatle ve tam olarak yapıldığı hakkında daha bol teminat var. O da şudur: Daha Hazreti Muhammed’in hayatından itibaren Kur’an’ın cüzleri, kısımları yazılı olarak bulunuyordu. Hiç şüphesiz Kur’an’ın cem’inden önce bunların sayısı çoğalmıştı. Meselenin daha mühimmi, bu nüshalar okumayı bilenlerin hepsinin elinde mevcut idi. Biliyoruz ki, Zeyd’in cemetmiş olduğu Kur’an’ı halk, cem’inden sonra hemen elden ele yaydılar. Doğrudan doğruya onu okumaya koyuldular. Pek makul olarak şu neticeyi çıkarabiliriz: Zeyd o yazılı olan bütün cüzleri, parçaları topladı. Bu, ashabın bildiklerine uygundu. İşte ondan dolayıdır ki, bütün ashabın ikrar ve kabuliyle o yazılı parçaların yerine Zeyd’in topladığı Mushaf kaim oldu. Kur’an’ı cemedenler, onun bir kısmını, bazı âyetleri veya elfazı ihmal ettiler, diye bir haber göremiyoruz. Veyahut o yazılı cüzlerde bulunan bir şeyin cemolunan Mushaftakilerden başka türlü olduğuna dair bir şeye rastlamıyoruz. Eğer böyle bir şey olmuş olsaydı, şüphesiz ki gözden kaçmaz ve Hazreti Muhammed’in en ufak iş ve sözlerini ihtiva eden ve hatta en ehemmiyetsiz olan bir şeyi bile kaçırmıyarak eski senetlere tedvin olunurdu. Kesin inançla söyliyebileceğimiz netice şudur: Zeyd’in ve Osman’ın Mushafı yalnız dikkatle yapılmış değil, belki vakıaların delâlet ettiği veçhile tam ve kâmildir. Onu cemedenler vahiyden hiç bir şey ihmal etmiş değildirler. Yine böylece, en kuvvetli delillere dayanarak te’kiden söyliyebiliriz ki, Kur’an’dan her âyet, Muhammed’in okuduğu gibi dikkatle doğru olarak zaptolunmuş ve harekelenmiştir.” (Osman Keskioğlu, Kur’an Tarihi, s. 332 – 337)

Önemli not: Ateistler ilk Mushafları görmek istemektedirler. Şahsen sahaflara özel merakı olan birisi olarak, 100 yıllık bir kitabın bile ne halde olduğunu çok iyi bilen birisi olarak bu iddiaları en hafif deyimi ile ütopik olarak nitelendiriyorum. Ezberlenmesi için sayfa sayfa paylaştırılmış olan ve en az yüzlerce kilo olan Mushafların, yüzlerce yıl süreç haçlı seferleri, Moğol istilaları gibi savaşlar, göçler, hava şartlarından günümüze kadar tek parça olarak gelmesini beklemek hayalperestlikle, realist, rasyonalist, pozitivist olmayıp önyargılı olmakla ancak açıklanabilecek taleplerdir. Sahabeler döneminden günümüze gelen Mushaflar için, Altay Cem Meriç’in ‘Peygamberliğin İspatı’ kitabın 42-89. Sayfalarına bakmalarını tavsiye ederiz.

Mushafları görmek için 4 kere Yemen’e giden Prof. Dr Altıkulaç : “Çalışanlar, mahzeni açtıklarında, içeride Mushaf parçaları dolu olduğunu görüyor. Niçin parçaları diyoruz? Çünkü İslam’ın ilk dönemlerinde Mushaflar bol olmadığı için cemaat parçalayarak kısım kısım okuyor. Elden ele kullanılarak bunlar yıpranıyor. Yazının gelişmesinden sonra Mushaflar çoğalınca, bu parçalar sağda solda kalmasın diye depolanıp bir yerde saklanıyor. Sahabe dönemine ait olanlar da var, ikinci ve üçüncü asra ait olanlarda bulunuyor. Sahabe dönemine ait Mushaf parçaları akademik dünya tarafından incelenip bugünkü Mushaf’la aralarındaki herhangi bir farklılığın olmadığını gösterebilecek önemli bir kaynak. Bu Kur’an’ı Kerim’in değişmeden günümüze kadar geldiğini ortaya koyulması açısından çok önemli olacaktır. Baktığım parçaların günümüzdekilerle karşılaştırmasını yaptığımda Kur’an’ın hiç değişikliğe uğramadığı açıkça görülüyor. Burada bulunan Mushaf parçaları arasında İslam’ın ilk yıllarına ait, hicretin ilk dönemlerine uzanan çok sayıda Mushaf parçaları var.”  (Bugün, 10 Şubat 2013)

Medine Mushafı: Bu Tarihî Eser, Uzun Yıllar Medine’de Ravza-ı Mutahhara’da Muhafaza edildi. Eser’in orada Mahfuz bulunduğunu, Muhtelif Tarihler’de Seyyahlar ve Meraklılar tarafından görüldüğü biliniyor. Mevlana Şiblî Tehzibu’l-Ahlaq Mecmuası’nda (H.1329/M.1911) Bu Nüsha’nın h735 Senesi’nde orada görüldüğünü kaydediyor. Eser I. Cihan Harbi’ne kadar hep Medine’de Muhafaza olundu. Harp Esnası’nda ne olur ne olmaza karşı, oradan nakledilerek Emin Yerler’de Muhafaza edilen Kıymetli Eserler Mekanında Hükümetçe o da Muhafaza altına alınmıştı. Harp bittikten sonra yine oraya İade edildi. Rusya Müslümanları’ndan Musa Carullah Bigiyev, 1930 da Bolşevik Rusya’dan kaçtıktan sonra, Yakın ve Uzak Şark’ta dolaşırken Kur’an ve Mushaf’a ait Kıymetli Tetkikat’a İmza attı.  Bunları Hindistan’da neşretti. Mezkur Nüsha’nın Medine’de Ravza-i Mutahhara’da Mahfuz bulunduğunu, Medine-i Münevvere’de Mücavirliği Esnasında Eseri orada gördüğünü söyler.

Mekke Mushafı: Mevlana Şibli Mekke’deki Nüsha’nın Hicret’in 735. Senesi’nde orada bulunduğunu ve görüldüğünü söyler.

Kufe Mushafı: Hz.Osman tArafından Kufe’ye gönderilen Nüsha, Meçhul bir Tarih’te Çukurova’nın Tarsus Şehri’ne gelmiş, orada Mahfuz imiş Tarsus, Abbasiler Zamanı’nda Önemli bir Serhat Şehri’ydi. Me’mun, Seyfu’d-Devle, Şair Mütenebbî oradadırlar. Qufe Mushafı oraya her halde Abbasiler  Zamanı’nda gelmiş olacak. Abbasi Halifeleri orada yaşardı. Nüsha orada Muhafaza olunmakta iken sonraları, Suriye’deki Humus Kalesi’ne nakledilmiş H.1050-1143/ (M.1640-1730) arasında yaşayan Meşhur en-Nablusî (H.1100/M.1689) Senesi’nde yaptığı Seyahati’nde bu Nüsha’yı Uzun Boylu Tawsif eder. Bu Nüsha 1.Cihan Harbi’ne kadar Humus’ta korunmuş, Harp Esnası’nda o da Diğer Kıymetli ve Tarihi Eserler gibi Muhafaza altına alınmış.

Şam Mushafı: Şam’a gönderilen Nüsha, Qudus’le Dımışk-ı Şam arasında bulunan Taberiye’de Mah­fuz iken, sonraları Şam’a nakledildi.”İlaveli Esmaru’t-Tevarih” şunu kaydediyor:” Nakli Mushaf-ı Şerif-i Osmani Becamii Dımışk ez-Taberiye, Sene 492″  İbnu Kesir (h.8.yy) Şam Nushası’nı bizzat görmüştür. Şöyle der: ” Hz. Osman’ın çoğalttığı Mushaf Nushaları’na gelince bugün için onların en Meşhuru Suriye’de Şam Camii’nde bizzat gördüğüm bu Değerli, Büyük Kitap, Güzel, Açık ve Güçlü Hat ve Kaliteli bir Mürekkep’le Deve Derisi üzerine yazılmıştır.” (İbnu Kesir/ Fezailu’l-Kur’an) M.Şibli’nin (Şibli,M/ Tehzibu’l-Ahlaq Mecmuası,  1913) yazdığına göre Ebu’l-Kasım es-Sebti, h657 Senesi’nde Şam Camii­’nin Maksuresi’nde Hz. Osman tarafından oraya gönderilen Mushaf’ı görmüştür. Abdulme­lik de h.725 de bu Nüsha’yı orada gördüğünü söylüyor. İbnu’l-Cezerî (h.751-833/ m.1350-1429) Zamanı’nda Şam’da Mescidü’t-TeVbe’de hıfzolunan bu Nüsha daha sonra Emevi Cami­i’ne naqledilmiş, İbnu’l-Cezerî, Şam Mushafı’nı gördüğü gibi Mısır’da da Mesâhif-i Em­sar‘dan bir tane gördüğünü söylüyor. Lala Mustafa Paşa’nın h.982 Tarihli Vakfiyesi’nde Şam’da ki Mewkufatı zikrolunan Hums Arazisi’nde “Vakf-ı Mushaf-ı Seyyidina Osman” diye bir kayda rastlanıyor ki bundan o Tarih’te Musfah-ı Osman Vakfı bulunduğunu anlıyoruz. Demek Mushaf-ı Osman oradaymış. Mevlana Şiblî’nin İslam Alemi Seyahati Esnası’nda İstanbul’a geldiğinde bu Nüsha’nın Mah­fuz olduğunu öğrendiğini söylüyor. Çağdaş Alimler’den Şamlı Şeyh AbdulHakim Efganî, Şam Mushafı’ndan bir Nüsha İstinsah etmek istemiş. 1.Harp’ten önce bu İş’e başlıyarak  Şam Mushafı’nın Yazısı’nı ayniyle Muhafaza ve Şeklini Taqlid ederek Harf ve Kelimeler’in Suratı’nı, İmlasını koruyarak Re­sim yapar gibi Satırları aynen nakletmiş ve Tam bir Nüsha çıkarmıştır. Şam’da AbdulHakim Efganî’nin İstinsah ettiği Nüsha Mevcut’tur.

Dr. Muhammed İbni Lütfî es-Sabbâğ, “Lemehât fî Ulûmi’l-Kur’ân” adlı kitabında; “Osman’ın Mushaflar şimdi nerede?” başlıklı kısımda şöyle demektedir: Hicri 614 yılında ölen İbni Cübeyr, Seyahatnâme’sinde, Dımışk Câmi’inden  söz ederken şunu zikretmiştir : “Mısırdaki yeni maksurenin doğu rüknünde (köşesinde) büyük bir dolap (hazâne) vardır ki içinde Osman’ın mushaflarından bir mushaf bulunmaktadır. O, Osman’ın Şam’a gönderdiği mushaftır. Dolap her gün nazmın ardı sıra açılır. İnsanlar ona dokunup öpmekle teberruk ederler. Onu uğurlu sayarlar.” (el-Burhan, 1/235-el-İtkan, 1/60) İbni Faldan el- Ömeri Ö.Hicri 749) de Dımışk’ta bir mushaf görmüştür. Onun Osmani mushaflardan biri olduğunu anlatıp “Onun sol tarafında, müminlerin emir Osman ibni Affan’ın hattıyla “Osmani mushaf” diye yazılı olduğunu söylemiştir. (Mesalikü’l-Ebsar fi memaliki’l-Emsar, 195) İbni Batuta, Şam’daki nüshadan ayrı Basra’da Osmani mushafından bir tane daha gördüğünden bahseder. (Rıhletü İbni Batuta, 1/116) Dr. Abdurrahman eş-Şehbender demiştir ki: Dımışk-ı Şam’da bu Osmânî mushaflardan bir nüsha elde ettim. Maalesef onu, otuz yıl önce Emevî Camiini yakıp kül eden yangında ateş telef etmiş.” O, bu sözü, M. 1922 yılının Nisan ayında yazmıştır. (Müzekkirât-ı Abdurrahman eş-Şehbender, s. 34) Üstad el-Kevserî’nin zikrettiğine göre; Şeyh Abdulhakîm el-Efgânî (ö.H. 1326-M.1908), ölümünden önce bu Osmânî Mushaf’ın resmine (yazı ve imlâsına) uygun bir mushaf kopya etmiştir. Kevserî, bu Osmânî Mushaf’ın, Birinci Dünya savaşı sırasında İstanbul’a nakledildiği zannındadır. Efgânî’nin kopya ettiği mushafın ise Dımışk’taki adamlarından birinde mahfuz olduğu zikredilmiştir. (Makâlâtu’l-Kevserî, s. 12) Yine Kevserî, Küfe Mushafının, Humus’ta bulunduğunu ve onun, Birinci Dünya Savaşı sırasında başkent İstanbul’a götürüldüğünü zikretmiş, ancak Humus’ta hangi mescidde bulunduğunu zikretmemiştir. Nitekim Kevserî, Medine’de bulunan Medine mushafının da, Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul’a götürüldüğünü zikretmiştir. (Makâlâtu’l-Kevserî, s. 12) İstanbul’da “Türk ve İslam Eserleri Müzesinde” şu tarihi mushaflar bulunmaktadır. 457 numarada: Hz. Osman imzasını ve hicri 30 yılını içeren Mushafı Şerif. 557 numarada: Hz. Ali’nin imzasını içeren Mushafı Şerif. 458 numarada: Hz. Ali’nin yazısı olduğu belirtilen Mushafı Şerif. Hz. Ömer’e nisbet edilen ve ceylan derisine yazılmış, tahtaya yapıştırılmış bir Kur’an sayfası. (Ulumu’l-Kur’an,187–190) Prof. M.Tayyib Okiç (Allah rahmet eylesin) şu bilgileri vermektedir: “Hz. Osman tarafından muhtelif bölge merkezlerine gönderilen mushaflardan üçü hakkında bilgi vermek mümkündür: Şam’a gönderilen mushaf:  Yedinci ve sekizinci (Hicri) asırlarda görülmüştür. Bu nüshayı bizzat gören sekizinci asrın meşhur alimi İbnu Kesir (774/1373), bunun 518 hicri (1124) tarihlerine doğru Taberiyye şehrinden Dımaşk’a (Şam’a) nakledildiğini söylemektedir. (Tefsir-i İbnu Kesir Zeyli, s.15) Yaklaşık 700 yıl önce yaşamış, İbnu kesir (1301-1373)’in meşhur tefsiri bugün elimizde olduğuna ve mevcut Kur’an’daki aynı ayetleri kelimesi kelimesine tefsir ettiği bilindiğine göre demek ki; Kur’an bize kadar müteselsilen ulaşmıştır ve hiçbir şüpheye asla mahal yoktur). Şibli Numani (1914), bu nüshanın Sultan II. Abdülhamid (1918) zamanında bir yangın esnasında yandığını söylüyorsa da ez-Zencani ve Abdülvahab Hamuda’ya göre; bunun evvelce Petersburg’da olup da şimdi İngiltere’ye nakledilmiş  bulunan nüshanın aynı olduğunu kuvvetle tahmin etmektedirler. Diğer taraftan meşhur Türk mütefekkiri merhum Musa Carullah (1369/1949), merhum Ömer Rıza Doğrul’a gönderdiği bir mektupta; evvelce Semerkant’ta iken sonradan Petersburg’a nakledilen bu nüshanın, 1923’de Taşkent’teki Beylerbeyi Camiine kaldırıldığını yazmaktadır. Medine’de ‘el-Mescidü’n-Nebevi’de bulunan nüsha: Bu nüshanın ise, (654/1356) tarihinde vuku bulan yangından kurtulduğunu es-Samhudi’den öğreniyoruz. Musa Carullah’a göre; bu nüsha, orada bugüne kadar muhafaza edilmiştir. Osman Keskioğlu, aynı mushafla ilgili olarak: “Musa Carullah Bilgi, 1930’da Bolşeviklerin Rusyasından kaçtıktan sonra yakın ve uzak şarkta dolaşırken Kur’an ve mushafa ait epeyce tahkikat yapmış, bunları Hindistan’da neşretmiştir. Mezkur nüshanın Medine’de Ravza-i Mudahherada mahfuz bulunduğunu, Medine-i Münevvere’de mücavirliği esnasında eseri orada gördüğünü söylemektedir” (O. Keskioğlu, Kur’an Tefsiri, s.247) demektedir.   Basra Mushafı:  Şibli tarafından zikredilen bir rivayete göre; Kurtuba’ya, oradan Portekiz’e ve daha sonra Fas’a getirilmiş ve burada uzun zaman kalmıştır. Bu mushafın, şehadetine tegaddüm eden anlarda bizzat Hz .Osman tarafından okunan nüsha olduğu ve hatta üzerinde kan lekeleri bulunduğu hakkında da bazı rivayetler vardır. İbnu Batuta (779/1377)’nın ifadesine göre, bu kan lekelerini havi nüsha, sekizinci asra kadar mevcut idi” (İlahiyat Fak. Usul-ü Tefsir Notları, s.51) “Osman’ın çoğalttığı Mushaflardan biri hicri 4. asırda biliniyor ve okunuyordu.” (Casanova: Muhammed Et-Lafin du Monde, s. 25)

                                             

Gelen sorular ve cevaplarımız:

Ubeyd bin Kab mushafında ahzap suresi bakara suresi kadar uzundur bu nasıl olur? Ayrıca şu iddiaya cevabınız nedir: “İslam alimleri tarafından Şia olarak hor görülen ancak Abbasiler doneminde baskın din adamı topluluğu olduğu da hiç söylenmeyen kişilerin Kur’an hakkındaki görüşlerini bir oku derim. Ki günümüz tam nüshalarinin ilk kopyalarinın görüldüğü dönemler tamda bu adamların yaşadığı dönemlere denk gelir. Dolayisıyla Islam alimleri kendilerini yirtsalar da ellerinde bu adamların öncesine dair herhangi bir tam nüsha olmadığı için iddiaları havada kalır. Mesela Tabersi’nin Rabbil-Erbab’ı. Ya da Debistan- I Mezahib veya Tarihul Masahif gibi. Daha niceleri var. “

Cevaben: Bu rivayet ahad bir haberdir, hadis ilmi açısından ‘zayıf’ bir rivayettir. ( Müsned, tahkik: Şuayb, el-Arnavut, Âdil Müşid, muessesetu’r-risale, 1421/2001, Müsned, Ensarın Müsnedi Bölümü, hadis 20701, ilgili hadisin tahkiki) Ayrıca bu haber, Buhari ve Müslim gibi hadis kitaplarında da geçmez! Kur’an’ın ayetleri, böyle ahad/tek şahıstan gelen, mutevatir olmayan rivayetlerle ispat edilemez. (Cezerî, el-Fıkhu ala’l-Mezahibi’l-Arbaa, 4/257; Ayrıca bakınız: Menahilu’l-irfan, 1/288,430-432; Müsned, tahkik: Şuayb, el-Arnavut, Âdil Müşid, Muessesetu’r-risale, 1421/2001) Rivayet eden ravileri ele alalım: Senedlerindeki ravilerden Asım b. Behdele zayıf bir ravidir: Hafızasının güçlü olmadığı, hayatının sonunda rivayetlerinde çelişkilere düştüğü bilinmektedir. Şuayb Arnavut da, Behdele hakkında şöyle demektedir: “O, iyi biri ise de, hafızası güçlü olmadığından rivayetlerinde şüpheye düşmüştür.” Ayrıca diğer rivayetlerde ravi olarak adı geçen İbn fudale ile Yezid b. Ebi Ziyad adlı ravilerde hadis alimlerince zayıf ravi olarak nitelendirilirmişlerdir. Kur’an’ın ‘Tam’ orijinalinin Abbasiler döneminde ancak tamamlandığı iddiası çok mesnetsiz bir iddia. Ayrıca üslubunuzun da hayli sorunlu olduğunu ifade edelim, ‘Yırtındığımız da yok, hor gördüğümüzde’. Neyse, konuya dönelim; demek 4 halife dönemi ve Emeviler dönemindeki Müslümanlar ne olduğunu tam bilmedikleri bir kitabı inanıyorlardı? O kadar emek, fedakârlık hep boşuna idi. Hem de eksik bir kitap için! Demek sahabe ve tabiin denen dönem imansız idiler, öyle ya, Kur’an’ın tek ayetini inkar küfürdür ki, ortada Kur’an yok, iddianıza göre! Peki olmayan Kur’an, peygamberimizin vefatından 120 sene sonra nasıl bir anda tamamlanış oluyor?! Aslında bu iddia, Kur’an’ı bozma denemelerinin bir parçası olmasın? Tarihte ve hatta günümüzde bile ortaya yeni Kur’an iddialarını atanlardan -ki en sonuncusu bir rahip- bu iddianın ne farkı var? Aslında mushaf ortada iken, ona alternatif olarak sonradan ortaya atılan bir iddiaya ‘gerçek’ diye savunmanız, önyargınızı göstermiyor mu? Bu arada belirtelim, biz şiayı hor görmeyiz, aksine, ehli kıble tekfir edilmez, ehli sünnet kuralı gereği, onları Müslüman kardeşimiz kabul ederiz. Ama hor görme konusunda şii kardeşlerimizden aynı tavrı görmediğimiz ayrı ve uzun bir konu! Şimdi de kaynaklarınıza bakalım: Tabersi’nin Rabbil-Erbab: Gulad denen, aşırı şii akımına mensup bir yazardır. İddiaları günümüz şiileri tarafından bile red edilmektedir. Debistan-ı Mezahib: Bir kere eseri yazan yazarın adı bile belli değildir. British Müzesinin Farsça el yazması katalog bölüm sorumlusu Charles Rieu, ‘yazarın Müslüman olmadığını’ belirtir. Muhammed Kazvini ise yazarın ‘zerdüşt dinine mensup’ olduğunu belirtir ve sonra İslam ile ilgili alaycı üslupla yazdığı bölümleriden örnekler gösterir. Eseri Tahran’da yayınlayan Rahim Rızazade’de yazarın Müslüman olmadığını ifade eder. Tarihul Masahif: Kitap adı net değildir. Eğer Kitabul Mesahif ise de, Tarihul Kur’an ve’l Masâhif ise de her iki yazar da Müslüman’dır ve bu rivayetleri kabul etmezler. Hatta Carullah, Ubeyy b. Ka’b’ın özel mushafı olduğunu ancak bu durumun Hz Ebu Bekir döneminde herhangi bir ayrılığa yol açmadığını özellikle belirtir. (Târîhu’l-Kur’ân ve’l-Mesâhıf, s. 25) Diğer yazar zaten meşhur bir İslam alimi olan İbn Ebû Dâvûd’dur. Kaynak ve yazar belli ederseniz, sevinirim. Yoksa benzer rivayetleri ben de siteme aldım ama red ediyorum!

Soru: Mekke’ de 10 yıllık süreç içerisinde Kur’an’ ın 3/2 si inmiş bulunuyor. Vahiy ilk geldiği günden beri yazılıyor ise Mekke de birçok vahyin yazıldığı materyal bulunuyor demektir. Peygamber bir gece ansızın acelece Mekke’ yi terk ederken, en az 10 deve yükü olan bu vahiy materyaller Medine’ye nasıl, ne şekilde, ne zaman ulaştırılmıştır?

Cevaben: Mekke’de yazılması: Hz. Ömer’in Müslüman oluşuna neden olan ve  Tâ-hâ sûresinin tamamının yazılı olduğu “sahifenin” varlığı, Kur’an’ın erken bir dönemde Mekke’de yazıyla kayıt altına alındığını açıkça ortaya koymaktadır. (İbn Hişâm, es-Sîratü’n-Nebeviyye, I/271; Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed eş-Şeybânî, Fedâilu’s-Sahâbe, I/279; Abdurrahman b. Ebû Bekr Celâlüddîn es-Suyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, V/560) Kalem sûresinin birinci ayetinden hareketle (Ziya Şen, Kur’an’ın Metinleşme Tarihi, 71-75. Ayrıca bk. Zeynel Abidin Aydın, Kur’an’ın Metinleşme Tarihi, 73-77); ve aynı surede geçen “kalemin yazdıkları” cümlesinden kastın yazılan Kur’an ayetleri olduğu kabul belirtilmiş (Ebû Ubeyde, Mecâzü’l-Kur’ân, thk. Muhammed Fuad Sezgin, II/264; Ebû Muhammed Sehl b. Abdullah et-Tüsterî, Tefsîru’t-Tüsterî, thk.Muhammed Bâsil, 174; es-Semînu’l-Halebî, ed-Dürrü’l-mesûn fî ‘ulûmi’l-Kitâbi’l-meknûn, thk. Ahmed Muhammed el-Harrâd, X/399; Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkânî, Fethu’l-kadîr, V/318-319; Ahmed b. Mustafa el-Merâğî, Tefsîru’l-Merâğî, XXIX/28; Abdurrahman b. Nâsır b. Abdullah es-Sa‘dî, Teysîru’l-kerîmi’r-Rahmân fî tefsîri kelâmi’l-mennân, thk. Abdurrahman b. Muallâ elLüveyhik, 878; Muhammed Tâhir İbn Aşûr, et-Tahrîr ve’ttenvîr, XXIIX/58-61); Abese, 16. ayette geçen “Bu Kur’an, değerli, güvenilir kâtiplerin elleriyle tertemiz, şerefli ve mukaddes sayfalar üzerine yazılan (bir kitaptır)” ayeti; Cum‘a sûresi 5. ayette geçen “sefera” kelimesi “vahiy kâtipleri”; “suhuf” kelimesi de Kur’an ayetlerinin yazıldığı malzeme anlamına gelmesi (Şevkânî, Fethu’l-kadîr, V/463; Muhammed Hamdi Yazır Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, VIII/416; Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, X/321-326; İbn Aşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, XXIX/117; Hayreddin Karaman v.dğr., Kur’ân Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, V/482; Taberî, Câmiu‘l-beyân, XV/8571-8572; Sa‘lebî, el-Keşf ve’l-beyân ‘an tefsîri’l-Kur’ân, X/132; Mâverdî, en-Nüket ve’l-‘uyûn, VI/204; Zemahşerî, Keşşâf, IV/679; İbn Atiyye, el-Muharraru’lvecîz fî tefsîr-i kelâmi’l-vecîz, V/438) Kur’an’ın daha Mekke’de yazılmaya başlandığı delilerindendir. Furkân sûresindeki,‘Bu Kur’an/ayetler onun başkasına yazdırıp da (ezberlemesi için) kendisine sabah akşam okunan önceki insanlara ait masallardır’” (Furkan, 4-5) ayetleri de Kur’an’ın Mekke’de yazıldığı konusunda önemli bir veri ve delildir. Müşrikler vahyin, vahiy kâtipleri tarafından satırlar/cümleler halinde yazıldığını gördüklerini itiraf etmektedirler. (Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXIV/433;Zemahşerî, Keşşâf, III/257) Ayrıca, Abese ve Tûr sûrelerinde geçen “suhuf”, “rakkin menşûr” gibi ifadeler, Kur’an’ın düzgün yazı malzemelerine yazıldığını göstermektedir. Yine ayrıca, Zeyd b. Sâbit’in: “Rasulüllah’ın yanında Kur’an’ı rikâ‘dan (deri, kağıt gibi yazı malzemelere verilen isimdir: Ebû Bekr Muhammed b. el-Hasen b. Düreyd el-Ezdî, Cemheretu’l-lüğa, thk. Remzi Münir Ba‘lebekî, II/767; Zeynuddîn Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû Bekr er-Râzî, Muhtâru’s-sihâh, 127; Muhammed b. Mükerrem b. Ali ibn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, h. 1414), 8:131; Ebu’l-Feyz Muhammed b. Muhammed Abdurrezzâk ez-Zebîdî, Tâcü’l-‘arûs, XXI/113-115)  telif ederdik” (Ebû Abdullah el-Hâkim Muhammed b. Abdullah en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek ale’s-sahîhayn, II/249) hadisi ile “Rasûlüllah’ın komşusuydum. Vahiy indiğinde bana haber gönderir ben de (yanına gidip) inen vahiyleri yazardım” (İbn Ebî Dâvud Süleymân b. Eş‘as es-Sicistânî, Kitâbü’l-mesâhif, thk. Ebu’l-Usâme Selîm b. ‘Îd el-Hilâlî, 124) rivayeti, ayetlerin hem Mekke’de ve hem de Medine’de Hz. Peygamber’in kontrolünde yazdırıldığını göstermektedir.  “Hz peygamber vahiy katiplerine yazdırıp etrafına tebliğ etmiştir.” (İspanyalı eski Katolik papaz Abdullah Tercüman (Anselmo Turmeda), Hristiyanlığa Reddiye, s. 6) Peki Kur’an’ın hepsi ‘sadece’ peygamberimizin evinde mi yazılı olarak bulunuyordu? Efendimiz yanında ayrıca, vahiy kâtiplerinin evinde (Hamidullah, İslam Peygamberi, II/700); farklı sahabelerin ellerinde (M. S. Muhaysin, Tarihu’l-Kur’an-i’l-Kerim, s. 154); Bazı Müslümanların yanında (Derveze, el-Kur’anü’l-Mecid, s. 49); Sahabilerin evlerinde (Zahid el-Kevserî, Makalat, s. 8) Kur’an ayetlerinin yazılı olarak bulunduğunu tarihi kayıtlar bize haber vermektedir. Mekke’den Medine’ye aktarılması: Kur’an ayetleri I. ve II. akabe biatları esnasında gelen Müslümanlar vasıtası ile Medine’ye aktarılmışlarıdır. Semhûdî’den nakledilen bir habere göre Hz Muhammed 10 sene boyunca inen ayetleri içinde barındıran bir belgeyi Zuraykoğullarından Rafi’ malik ez-Zurakî’ye vermiş (İbnü’l-Esir, Üsdü’l-Ğabe, II/157. Ayrıca bakınız: Ahmet Güner, Asrısaadette mescidler, IV/201) o da bunları inşa ettiği mescidde etrafındakilere okuyup Müslüman olmalarına neden olmuştur. (N. Semdûdî, Vefau’l-Vefa, III/857; M. hamidullah, İslam Peygamberi, I/154;Ömer Dumlu, Kur’an tefsirinde yöntem, s. 15; İsmet Ersöz, Kur’an tarihi, s. 69) Ayrıca her sahabi de hicret ederken kendi Kur’an yazmalarını yanlarında taşımışlardır. (Ziya Şen, Kur’an-ı Kerim’in yazılması, Diyanet dergisi, XLVI/I, s. 51)

 

en-eski-kuran1-2

 

eneski-kuran-2-2

             

ilk-kuran-1-2                                             

en-eski-kuranlardan-1

ilk-kuran-1

eneskikuran-1-2-3

 

 

 

 

Kuran’ın Aslı Yakıldı mı? Kuran’ın Yazılması, çoğaltılması Konusuna Ait Etiketler

Bu Konuyu Sosyal Medyada Paylaş

Yorumlar

  1. admin dedi ki:

    Soru: Hıristiyan iken Müslüman olup okuma yazma bildiği için bir süre vahiy katipliği yaptıktan sonra tekrar Hıristiyanlığa geri dönen Abdullah İbnu Sa’d İbni Ebî Sarh hakkında…

    CEVABIMIZ:
    Sayın K.
    Kafir olan birinin söyledikleri ile mi Kuran’ı değerlendireceğiz?
    Kuran fasık haber verince bile araştırın ( Hucurat, 6 )demiyor mu ki nerede kaldı “Kafirin haberi?”
    O katip kafir olmadan önce görevinde aksaklık yapsa idi mutlaka uyarılırdı. Efendimiz önce ezberler sonra vahyi duyururdu. Eksik- hatalı vahyin yayıldığına dair bir rivayet asla gelmemiştir günümüze. Zaten ilahi koruma buna da izin vermezdi !

    Başa dönersek dünyalık nedenlerle ( Para, şöhret, makam…) dinden her zaman dönen olmuştur. Neccaroğullarından hıristiyan iken Müslüman olup sonra yeniden irtidat eden kişi de Ebi sarh ta benzer cümlelerle çevre bulmaya çalışmışlardır, bu gayet doğaldır, ” ‘Ben ne öğretip kendisi için yazdımsa, Muhammed yalnızca onu bilir, başka bir şey bilmez.’ ( Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l Menakıb/25,c.4,s.181-182;Tecrid, hadis no:1477. Kaynağndan olayı aktaralım:
    Bir adam vardı. Neccaroğullarından. Hristiyanlığı bırakmış Müslüman olmuştu. Bakara ve Ali İmran surelerini okumuştu. Peygambere de vahiy yazıyordu. Sonra, yeniden Hristiyan oldu ve kaçıp Hristiyanlara katıldı. “Ben ne öğretip kendisi için yazdımsa, Muhammed yalnızca onu bilir, başka bir şey bilmez.” demeye başladı.”
    Allah (c.c.) adama öfkelenmiş, boynunu kopararak öldürmüş. Hristiyanlar, gömmüşler adamı. Ama sabah bakmışlar, ölüsü ortada. Ve kefensiz. Hristiyanlar; “Muhammed’in adamları kefenini soymuş, kendisini de işte böyle ortada bırakmışlar.” diye konuşmuşlar. Adamı bir daha gömmüşler. Bu kez biraz daha derince. Ertesi gün sabah yine aynı durum. Sonra aynı konuşmalar. Sonra yeniden ve daha derine gömme. Sonra aynı durum ve aynı yorumlar. Bir kez daha ve derince gömme. Aynı durum. Bakmışlar ki bu böyle sürüp gidecek, adamı gömmekten vazgeçmişler artık.)

    Kuran’ın kaynağı konusunda çeşitli görüşler ileri sürüldü oryantalistlerce ama onlar bile bu iddiaları ciddiye almadılar.
    bu kişilerin irtidat sebepleri 1400 sene sonra araştırılınca bulunması imkansız hale gelmiştir. mesela nisa 105-115. ayetler Tu’me b. Ubeyrik hakkında iner. Hırsızlık yapmış ve suçu bir yahudiye atmıştır. ayet suçunu ifşa edince “Beni bırakıp Yahudi’yi savunan böyle bir din olmaz olsun” diyerek İslam’la bağını koparmış ve “mü’minlerin yolundan” ayrılarak Mekke’ye gidip müşriklere katılmıştır.

    Bu örnek bize yol göstersin kardeşim, makam şöhret, hırs tarihte insanlara neler yaptırmadı ki? işin ilginç yanı bu rivayetler hiç gocunulmadan bizzat “İslami kaynaklarda” aktarılır. çekinecek- saklayacak bir şeyimiz yok ki. hak yolda devam eden o kadar katip varken ayetlerin doğruluğunu değil sadece yazımını üstlenen bir kişinin irtidatı ancak “İmtihan dünyasında kaybedenler safında olanlar” ile açıklanabilir. Kimi müşrik kimi kafir olmuştur kazanan ise hak din İslam’da olanlar olmuştur.

    sizin takıldığınız nokta: İslam’dan çıktıktan sonra İslam hakkında konuşanların söylediklerinin doğru olduğunu kabul etmekten aynaklanıyor.

    Sizi bir an onların yerine koymanızı rica edeceğim, Müslümanlar içinde idiniz – Ne için Müslüman oldu iseniz, Allah bilir! – sonra irtidat ediyorsunuz, biri müşriklerin arasına dönüyor, diğeri Hıristiyanların. Nasıl karşılanır, sizden ne beklentilere girilir, siz neler konuşur, çevrenizce daha fazla kabul için ne abartılara girersizin !?

    Dünya imtihan dünyası. Herkes ilmi aklı seviyesinde imtihan olur. Namaz kılarken bile Allah için kılınmıyorsa o ibadet kabul olmaz. Kuran’ın ezber ve yazılı iki koldan kesintisiz günümüze gelişi konusunda bir sorun yoktur. Oryantalist- ateist blok olanı kıvırma, olmayanı var gösterme çabasından asla vazgeçmez, sizde bunlara bence fazla takılmayınız .

    İsterseniz son olarak sitemizdeki hıristiyanlıkla ilgili bölümü ( http://islamicevaplar.com/incil-hiristiyanlik-papa.html ) gözden geçirerek yanılan tarafın kim olduğuna bir kez daha şahitlik ediniz.

    Muhammed EHAD

Yorumu Cevapla [ Yoruma cevap yazmaktan vazgeç ]


Yukarı Çık