Ehl-i Sünnet

Within spread beside the ouch sulky and this wonderfully and  as the well and where supply much hyena so tolerantly recast hawk darn woodpecker

Bu konuyla paralel olan ‘Modernistler’, ‘Mezhepler’ ve ‘Hadis, sünnet müdafaası’ adlı yazımızı da tavsiye ederiz.

Ehl-i Sünnet, peygamber ve sahabesinin yolundan gidenler ve onun sünnetini birebir uygulayanlar demektir. Bu kelime aynı zamanda Sünni mezheplerin tamamını içine alan geniş kapsamlı bir terimdir. “Müslümanların % 90’ı Sünni, % 9,5’i Şii, % 0,5’i İbazi (ılımlı harici) olarak tasnif edilmektedir. Toplamda % 90 olarak verilen Sünniler fıkıh mezheplerine göre Hanefi % 45, Şafi % 28, Maliki % 15 ve Hanbeli % 2 oranlarında müntesibe sahip gösterilmektedir.” (Adem Arıkan, islami Arastirmalar, 2018, Cilt: 29, sayı: 2) Ehl-i Sünnet, sahabeden aktarılan hadisleri alınırken Şiilikte sadece on iki imamdan nakledilen hadisler delil kabul edilmektedir. Peygamberimizden sonra, İslam ümmetinden önce hariciler sonra Şiiler kopmuştur. Ehl-i Sünnet ise, peygamberimizden itibaren devam eden ana gövdenin adıdır! Zaten, Şii veya Sünni gibi isimler kullanılan metodolojiye göre verilen isimlerdir. Yoksa hazreti peygamberden itibaren ümmetin kopmadan devam eden ana gövdesi Ehl-i Sünnettir!

Ehl-i Sünnete göre hüküm çıkarmada başvurulan esaslar sırasıyla; Kur’an, sünnet, icma ve kıyas’tır. Ehli sünnete göre “İslam’ın bilgi ve hüküm kaynağı yalnızca Kur’an değildir; Kur’an, Sünnet, İcma ve Kıyastır. (ictihaddır) Biri çıkar da “Kur’an’da yok, şu halde İslam’da da yok” derse bu kişi kesin olarak hatalıdır, İslam bilgisi ve uygulaması sahih İslam’ın dışındadır.” (Hayrettin Karaman, Yeni şafak, 11 Ekim 2020)

İslam’ın ‘orta ümmet çizgisi’ Ehl-i Sünnettir. Hristiyanlar, Ehl-i Sünnetin peygamber kabul ettiği Hz. İsa’yı tanrı katına yükseltmiştir. Şiiler ise, diğer halifelerden üstün olarak Hz Ali’yi kabul ederken aynı zamanda bir kesimi de (Nusayriler) onu, Hristiyanların Hz İsa’ya yaptığı gibi tanrı seviyesini yükseltmişlerdir! Ali, Fatıma, Hasan gibi adları Ehli Sünnet çocuklarına isim olarak verir  ya Şiiler Ömer, Aişe ismi verebilir mi çocuklarına?! Ehli Sünnet çocuklarına Musa, İsa gibi isimler verir ya Yahudi veya Hristiyanlar hiç Muhammed ismi verdiler mi çocuklarından bir tanesine?

Ehl-i Sünnet ise, diğer üç halife gibi Hz Ali’yi de sever, saygı duyar. Hz. İsa diğer peygamberler gibi Ehli sünnet nazarında da bir peygamberdir. Hz Ali ise, diğer halifeler gibi halifedir! Ehl-i Sünnet içinde, gulat şiilerin aşırı 3 halife düşmanlığına rağmen, reaksiyon olarak Hz Ali düşmanlığının çıkmaması da orta ümmet olduğunun en büyük delillerindir. Ehl-i Sünnet, aşırı iki uç olan ‘tekfircilik ile gulat şia ve mealcilik’ ifratı ile ‘tarihselcilik, modernizm’ tefriti arasında, 1400 senelik İslam’ın ana çizgisini oluşturmuş olan orta yol çizgisindeki ümmetin ortak adıdır. Ehli sünnet, tekfirci olmayan selefilerden şirkten uzak duran tarikatçılara dek geniş bir yelpazeden oluşur! Ehl-i Sünnet, bir toprak parçasına sıkışmış basit bir yorum, belli bir zaman birimi için geçerli bir uygulama veya klikleşmiş basit ve küçük bir cemaat değildir. O, İslam’ın 1400 senelik tarihi boyunca binlerce alimin tefekkür, münazara, mücadelesi ile ortaya çıkmış olan fikir ve eserlerin farklı iklim ve kıtalardaki Müslümanlarca benimsenip etrafında kenetlenmesi ile İslam’ın ana gövdesini oluşturmuş İslam’ın ana damarıdır! “İslam‘ın ilk dönemlerinde ortaya çıkan ‘fırkalaşma’ olgusu, beraberinde son derece yoğun bir ilmi hareketlilik de getirmişti. O kaygan ve heterojen zeminde Ehl-i Sünnet ulemanın, Sahabe’den devralınan sahih İslami çizginin bir yandan gayrimüslimlere, bir yandan da içteki bidatçi fırkalara karşı müdafaası için gösterdiği gayret, sadece samimi bir bağlanışla değil, aynı zamanda yüksek bir ilmi performansla hedefe ulaşmıştı.” (Ebubekir Sifil, Milli Gazete, 13 Mayıs 2004)

Günümüzde Ehl-i Sünneti birçok kesim suçlamaktadır. Ehl-i Sünnet’e karşı olmak ne kadar huzur verici ve rahatlatıcıdır da! Hem 1400 senedir, insan yapısından kaynaklanan ve doğal olarak ortaya çıkan eksik, yanlış, hataların sorumluluğu yüklenilmemiş olunmakta hem de yeni (!) bir iddiada bulunulduğu için daha hata yapılmamış, tertemiz ve bembeyaz bir sayfa ile ortaya çıkılmaktadır! Oysa tarihte söylememiş söz, fikir kalmamıştır! 100 sene sonra bu tür fikirleri kimse hatırlamayacaktır! Ta ki, amerikayı yeniden keşfetmek isteyen birileri çıkana dek! Kurtuluş ise hurafe ve şirkten temizlenerek rotadan; Ehl-i Sünnet çizgisinden sapmamaktadır.

Ehl-i Sünnet, 1400 senelik İslam tarihinin ana omurgası olduğu için ne şirke bulaşmış bazı tarikatlar, ne tekfirci bezı selefilik, ne sahabeye hakaret eden bazı şiiler ve ne de İslam’a ekleme veya çıkarma yapan ideolojiler İslam’ın özüne/bünyesine bir virüs gibi girip sızamamaktadır! Bir ucu tarikatlar, diğer ucu selefiliğe kadar uzanan geniş bir yelpazeye sahip olan Ehl-i Sünnet, bazı selefilerin tekfirciliğini tarikat ruhu ile aşarken, bazı tarikatlardaki şirke bulaşan fikirleri de selefiliğin tevhid akidesi ile düzeltecek, İslam’ın orta yolu; ümmetin kurtuluşu bu çizgide olacaktır!

“Ehl-i Sünnet, Kur’an -ı Kerim’de ya da sünnette geçen bir kavram değildir. Resulüllah’ın ashabına öğretip yaşadığı İslam’a uymayan inanç ve davranış gösterenlere karşı olan Müslümanların bir konum belirlemesidir. Yani bu kavramı bize Resulüllah öğretmedi, ‘biz Ali’nin şiasıyız/taraftarıyız’ diyenlere karşı tepki gösteren Müslümanlar kendi konumlarını belirleme ifadesi olarak ‘siz öyleyseniz biz de Ehlisünnet ve’l-cemaatiz’ dediler. Bu anlamda bunda bir sakınca yok ve farklı anlamalar içerisindeki konumunuzu kast ediyorsanız ben Ehl-i Sünnetim demenizde de bir sakınca yoktur. Ama asıl kimliğinizi belirlerken doğru olan, ben ‘Ehl-i Sünnetim’ demek değil, ‘ben Müslümanım’ demek olmalıdır. Pek çok İslam anlayışı var, sen nasıl bir Müslümansın diye sorulduğunda o zaman ‘Ben Ehl-i Sünnet bir Müslüman’ım!’ deriz ve Ehl-i Sünnet’le de Resulüllah’ın öğretip yaşadığı İslam’ı kast ederiz. “İslam küfrün ve inkarın alternatifidir, Ehl-i Sünnet ise diğer mezheplerin.”  Ehl-i Sünnet yerinde kullanılırsa doğru bir kavramdır ve biz Ehl-i Sünnetiz demekten gocunmayız ama o İslam’ın bir vasfıdır, kendisi değildir. Çünkü biz bugün Müslümanların onda birini oluşturan Şia’yı ve Ibadiyye’yi de, yanlış görmekle beraber, Müslüman sayarız. Müslüman ve İslam ümmeti dediğimizde hepsini kuşatırız. ‘Şia bizi öyle görmese bile!’ Zaten yanlış olmalarının bir sebebi de bu değil midir? Kaldı ki, özellikle günümüzde ‘Ehlisünnet’ ismine sürekli vurgu yapıp, kendi düşüncelerini bununla meşruiyet arayan pek çok kişi ya da grup, Ehl-i Sünnetten, yani İslam’ı Resulüllah’ın ve onun ashabının yaşama biçiminden, en az Şia kadar uzaktırlar. Hatta günümüzdeki tarikatların çoğu Ehl-i Sünnet değildir, batıni tarikatlardır.” (Faruk Beşer, Müslüman mıyız Ehlisünnet mi? Yeni Şafak, 1/05/2016) “Tarih boyunca İslam atölyesinde işlenen bütün fikirlerin yongaları (Küçük parçaları) sayılan şaz fikirler dahi atılmamış, bir tarafa kaydedilmiş, ama sevad-ı azam, ana damar, ana atölye orta çizgiyi hep muhafaza ede gelmiş, İslam’ın bütünlüğünü korumuştur. İcmaın bir anlamı da budur. İslam’ın bozulmadan sürmesinin garantisi de bu ittifaktır. Resulüllah (sa), ümmetin ihtilafı halinde bu ana damara, sevad-ı azama tutunmasını emretmiştir.” (Faruk Beşer, Yeni Şafak, 23.12.2018) 

Ehl-i Sünnet’e mensup olanlara ‘Sünni’ denilir. Ehl-i Sünnet’in karşıtı Ehl-i Bid’at’tır ve bu gelenekten ayrılanları ifade etmek için kullanılır. Mehmet Evkuran’ın ifadesi ile “Sünnilik, ortaya çıkış sürecindeki gelişmelere bağlı olarak savrulmaları engelleyen ve aşırı uçlar arasında bir dengeyi merkeze alan ve orta yolcu bir yaklaşımdır. İslam dünyasındaki kuşatıcı ve kucaklayıcı ana dini akımdır. Dinin kendisi değildir. Dini anlama ve yorumlama biçimlerinden biridir. Bunların en doğrusu denilebilir.”

Ehl-i Sünnet, İslam düşünce tarihinde, İslam mesajının anlaşılması ve yaşanması konusunda Müslümanların ihtiyaçlarını karşılayacak çözümler üreten, siyasi-itikadı ve aynı zamanda fıkhi bir düşünce ekolüdür. Ehl-i Sünnet, Hz. Peygamber ve ondan sonraki ilk nesillerin din anlayışına bağlı kalan ve ‘genel dini akımdan ayrılmayan’ kimselerin adıdır. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, tek bir eğilimi temsil eden bir akım olmayıp, farklı eğilimleri içinde barındıran dini-toplumsal yapıdır. Bu yapıyı temsil eden Sünniler, Hadis taraftarları, Eşarilik ve Maturudilik adı altında güçlenmiş ve günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.

Eşariler’den Abdülkahir el-Bağdadi, Ehl-i Sünneti “Ehl-i bidatın görüşlerini reddeden kelam, fıkıh, tefsir, kıraat ve Arap dili alimleri, şeriata bağlı sufiler, Müslüman mücahidler ve Sünni akaidin hakim olduğu coğrafyada yaşayan Müslüman halk kitlesinden oluşur.” (el-Fark beynel fırak, s. 12, 189-191) şeklinde tarif etmektedir. İbn Hazm İslami mezhepleri, ‘Ehl-i Sünnet ve cemaat, Mutezile, Mürcie, Şia ve Hariciler olarak beş grupta toplamış, bunlardan Ehl-i Sünnet’i hak ehli”, onun dışındakileri ise, batıl ehli” olarak belirttikten sonra, ‘Ehl-i Sünnet’i, sahabe ve tabiinin seçkinleri, ehl-i hadis ile onlara uyanlar’ (İbn Hazm, el-Fısal, II/113) diye tanımlamıştır. İmam Tahavi ise bu konuda şunları söylemektedir: “Bu din, ifratla tefritin ortası, teşbihle tatilin (Allah’ın sıfatlarını tümden reddetmek) ortası, cebr ile kaderciliğin ortası, ümitsizlikle aşırı güvenin ortası, korku ile ümidin ortası bir yoldur. İşte dinimiz, zahiren ve batınen budur. Tefrika görüşlerden, reddedilen mezheplerden, müşebbihe, mutezile, cehmiyye, cebriyye, kaderiyye v.s. gibi Ehl-i Sünnet ve’l cemaat’e muhalefet eden, yanlışa sapan mezheplerin görüşleri Ehl-i Sünnet alimlerince incelenmiş ve delillere dayanan ikna edici cevaplar verilmiştir.” (Tahavi, Şerhu akiteti’t- Tahaviyye, 587)

“Ümmetin toplumsal bütünlüğü açısından avantaj sağlayan bu ana damar çok farklı görüşleri bünyesinde barındırdığından yekpare, statik ve tekdüze bir yapı değil, İslam tarihi boyunca çok farklı görüşleri ve tarihsel figürleri içinde barındıran dinamik ve çok renkli bir oluşumlar manzumesi veya yelpazesi olarak görülmelidir. Çünkü Ehl-i Sünnet kavramı farklı tarihsel dönemlerde farklı fikri ekollere isim olarak verilmiş, farklı tarihsel süreçlerde farklı oluşumlar tarafından temsil edilmiştir. Ehl-i Sünneti hakkında “havz-ı kebir-büyük havuz” veya bir “koalisyon” nitelendirmeleri yapılmıştır. Sünni gelenek içindeki alimler arasında da önemli görüş ayrılıkları mevcut olagelmiştir. Örneğin; İslam tarihinin erken dönemlerinde nasların zahir anlamlarını esas alan ve teviline karşı çıkan, akli argümanlarla inanç esaslarını temellendirmeye dayanan kelam metoduna cevaz vermeyen Selefi anlayış Ehl-i Sünnet’i temsil ederken, ileriki yüzyıllarda kelam metodunu kullanan Eşari ve Matüridi gibi imamlar Ehl-i Sünnet’in en önemli temsilcileri olmuşlardır. Öte yandan Ehlu’r-rey  ve Ehlu’l-eser hadis ayrışmasının her iki tarafı da Ehl-i Sünnet’in en önde gelen temsilcileri olarak  Ehl-i Bidat’a karşı ortak mücadele vermişlerdir. Hasan el-Basri, Ebu Hanife, Ahmed b. Hanbel, İbn Küllab, Kalanisi, Haris el-Muhasibi, İmam Eş’ari ve İmam Matüridi gibi farklı özellikleri öne çıkan şahsiyetler, Ehl-i Sünnet’in en meşhur prensiplerinin savunuculuğunu yapan ve Ehl-i Bidat’la mücadele eden alimlerdir. Sünniliğin öğretilerinin teşekkülünde en etkin olmuş mezheplerden biri olan Mutezile başta olmak üzere, mezhepler tarihinden bildiğimiz mezheplerin büyük çoğunluğu yok olmuştur. İslam dünyası günümüzde alt gruplarıyla birlikte iki büyük ana fırkaya ayrılmış vaziyettedir: Ehl-i Sünnet ve Şia. Şia’nın üç büyük alt grubu ise İmamiyye, İsmailiyye ve Zeydiyye’dir. Allah’ın sıfatları: Allah’ın zati sıfatları konusunda İslam mezhepleri arasında ihtilaf yoktur. İhtilaf, Allah’a görme, işitme, konuşma gibi bazı özellikler yükleyen sübuti sıfatlar ve haberi sıfatlar denilen insan biçimci benzetmeler türünden olan sıfatlar konusundadır. Bir uçta bu sıfatları ifade ettikleri şekilde anlayan Müşebbihe ve Mücessime kategorisi altında mütalaa edilen fırkalar vardır. Bunlar Allah’ın bu tür sıfatlarını yaratıkların sıfatlarına benzetme hatasına düşmektedirler. Karşı uçta ise Allah’a herhangi bir sıfat yüklenemeyeceğini savunan, dolayısıyla tatil’e yani sıfatsız bir uluhiyet anlayışına düşen Mutezile vardır. Onlara göre ise Allah, zatından ayrı sıfatlarla değil zatıyla bilir, görür, işitir, konuşur ve yaratır. Bu konuda Ehl-i Sünnet teşbihe de, tatil’e de düşmeksizin orta yol çizgisini korur. Onlar Kur’an’da Allah’ın bu sıfatları kendisine yüklediğini, dolayısıyla bunları tasdik etmek gerektiğini, inkarın küfür olduğunu savunurlar. Allah’ın sıfatları ne Mu’tezile’nin savunduğu gibi zatının aynı, ne de Mücessime ve Müşebbihe’nin savunduğu gibi zatının gayrıdır. Sıfatlar Allah değildir, fakat Allah’tan başka da değildir, Allah ile kaimdirler. İnsan İradesi ve Hürriyeti: Bu konuda Cebriye mezhebi, Allah’ın mutlak iradesi karşısında kula hiçbir inisiyatif vermeyerek bir uca sürüklenirken, Mutezile mezhebi ise Allah’ın, kullarına dileme gücü verdiği ve kulların fiillerine hiçbir müdahalesi olmadığını savunarak karşı uca sürüklenmektedir. Ehl-i Sünnet bu konuda da itidal ve denge çizgisini hassasiyetle korumaktadır. Kullar ne Mutezilenin dediği gibi fiillerinin yaratıcısıdırlar, ne de Cebriyenin dediği gibi rüzgar önündeki yaprak misali ilahi iradenin figüranlarıdırlar. Fiillerinin kesbedicisidirler ama yaratıcısı değillerdir. Yaratma sadece Allah’a mahsustur. Kul diler; kesbeder, Allah da dilerse yaratır. İman Amel İlişkisi: Hariciler büyük günah işleyenlerin dinden çıkıp kafir olduğu görüşündedir. Mutezile ise imandan çıktığını fakat hemen küfre düşmediğini, imanla küfür arasında bir yerde (el-menzile beyne’l-menzileteyn) durduğunu, tövbe ettiği ve o günahı terk ettiği takdirde İslam’a döneceğini, tövbe etmeden ölürse kafir olarak öleceğini savunmaktadır. Mürcie ise iman ile amel arasında ilişki olmadığı kanaatindedirler. Ehl-i Sünnet ise imanla amel arasındaki irtibatı koparmaksızın arada ayniyet olmadığını savunur. Onlara göre büyük günah işleyen tövbe etmese bile mümindir ama fasık yani günahkar mümindir. Tövbe etmeden ölürse Allah dilerse affeder, dilerse günahı oranında azap eder. Ne kadar günahkar olursa olsun kıble ehlinden ölenlerin cenaze namazı kılınır ve onlar için mağfiret dilenir. İnsanlar hiçbir kişi hakkında cennetlik veya cehennemlik hükmü veremez, bunu ancak Allah bilir. Ehl-i Sünnet bu konularda da yine itidalini ve kucaklayıcılığını sergilemektedir: Mümkün olduğunca ‘Ben Müslüman’ım’ diyenleri İslam dairesinden dışlamayarak kucaklayıcılığını ve kuşatıcılığını ortaya koyarken diğer yandan Allah’ın mutlak iradesine de sınır koymama hassasiyetlerini sürdürmektedirler.” (Prof. Dr.Selahattin Polat, Stratejik Olarak Ehli Sünnet Bilinci, Takdim Dergisi, sayı: 1)

Selefiyye ve Maturidiyye ve Eş’ariyye olarak, metod bakımından üçe ayrılmaktadır. Selefiyye, yorum ve teşbihe kaçmadan nasları olduğu gibi kabul edenlerin mezhebidir. Mesela İmam Malik: “Şüphesiz ki Rabbiniz Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra da Arş üzerinde istiva etti” (A’râf, 154) aâyetinin tefsirinde: “İstiva malumdur, keyfiyyeti ise meçhuldür. Bu konuda soru sormak bid’attır” demiş, teşbih ve te’vile gitmemiştir (Kurtubi, Tefsir, VII/217-218) İmam Maturidi ve Eş’ari’nin temsil ettiği Ehl-i Sünnet-i amme ise, Cenab-ı Hakkı mahlukata benzetmekten tenzih gayesiyle müteşabih nassları tevil etmişlerdir. (İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlmi Kelam, s. 97) Günümüzdeki Selefiler, sünneti devreden çıkaranlardan ve ‘Kur’an  İslam’ı’ dedikleri şeyin de vahiy İslam’ı değil, kendi küçük akıllarının İslam’ı olduğu anlaşılanlardan (Faruk Beşer, Sünnetin vahiy ile ne alakası var? Yeni Şafak, 30/08/2015) daha tutarlı olarak, ‘Kitap ve sünnet önümüzde, onlara bakar hüküm veririz, mezhepler sonradan ortaya çıkmış bidatlerdir’ demektedirler. Ama onlar da sıkıştıklarında işin içine kendi yorumlarını katıyorlar, ya da ‘bu konuda Bin Baz şöyle diyor, İbn Teymiye böyle demiş’ demek zorunda kalıyorlar. İşte bu da görüş bildirme adına bir mezhep edinme değil midir? Bunun diğerinden farkı nedir? Yeter ki, mezhep içtihatlarını sabit din olarak görmeyelim.” (Faruk Beşer, Yeni Şafak, 21/08/2015)

Ehli Hadis (Hanbeli ekolü), kelam ilmine ve tevile karşıdır. Metin üzerinde yorum yapmazlar. Nasları zahirine göre aldıklarından mücessimeye düşme tehlikesi söz konusu olabilmektedir. Bu nedenle Ehl-i Sünnet’te en güzel tasnif; ehli hadis ve ehli rey ya da selef ve halef veya kelam ve nakil şeklinde bir tasnif olur. Peki, ehli hadis ile ehli rey ilişkisi nasıl olmalıdır?
Muhaddis el-A’meş Ebu Hanife’ye: “Sizler doktorsunuz, bizler ise eczacıyız” (İbn Abdilberr, Camiu beyani’l-ilm, II/131) diyerek olayı formüle etmiştir! Ehli rey ilaçlar arasında doğru olanı seçen doktor, ehli hadis ise ilaç makamındaki hadisler üzerinde uzman olup onları doktor için hazır hale getiren kişilerdir!

Günümüzde ne yazık ki Ehl-i Sünnet olduğunu söyleyenler de karşı olanlar da Ehl-i Sünnetin tanımını ve sınırlarını ne yazık ki bilememektedir. Birbirlerini tekfir etme noktasına gelen selefilik de sufilik de, Ebu Hanife’de Buhari’de Ehl-i Sünnetin içindedir. Zaman, onların bir arada yaşanıp içselleştirilebileceğini, kabul edilip pratiğe yansıtılabileceğini bizlere göstermiştir.

Dört mezhebi anayol kabul edip, yola devam eden akımdır Ehl-i Sünnet. İmam Şafi, Medine’de İmam Mâlik’ten fıkıh ve hadis ilmi almış, Süfyan b. Uyeyne’den, Fudayl b. İyaz ve amcası Muhammed b. Şafi ve diğerlerinden hadis rivayet etmiştir. İmam Şafi, H. 187’de Mekke’de ve 195’te Bağdat’ta İmam Ahmed b. Hanbel ile buluşmuş ve ondan Hanbeli fıkhını ve usulünü, Kur’an ‘ın nasih ve mensuhunu öğrenmiştir. Bağdad’ta onun eski mezhebinin esaslarını ihtiva eden “el-Hucce” adlı eserini yazmış sonra H. 200’de görüşlerinin en çok yaygınlaşacağı Mısır’a gitmiştir. 204/819’da Receb’in son cuma günü Mısır’da vefat etmiştir. (el-Hudari, Tarihu’t-Teşrîi’l-İslami, s. 254; Muhammed Ebu Zehra, Usulü’l-Fıkh, s.12.; ez-Zühayli, el-Fıkhu’l İslami ve Edilletüh, I/35, 36; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam Hukuku, 9, 78) İmam Malik, Ebu Hanife ile görüşüp, onunla münazaralarda bulunurdu. Onların bu görüşmeleri gayet nezih bir şekilde cereyan eder ve her biri diğerinin fıkıhtaki üstünlüğünü överdi. Bunun gibi o, Keys, Evzai, Ebu Yusuf, Muhammed b. Hasan, Hammad vb. çağın seçkin alimleri ile ilmi sohbetlerde birlikte olur, onlarla bir araya gelme fırsatı bulduğunda bunu hiç bir zaman kaçırmazdı. İmam Malik’in ilimdeki büyüklüğü hakkında, onun önünde diz çökmüş ve ilminden feyz almış büyük fakih İmam Şafi şöyle demektedir: “Malik, Allah Teal’nın, Tabiinden sonra kullarına karşı hüccet olarak gönderdiği bir insandır.” (Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis İstilahları, s. 330)

Hangi alim kimden ders aldı?

Ehl-i Sünnetin genel özellikleri

Tekfirci değildir; “ehli kıble tekfir edilemez!” görüşünü kabul eder. Ehl-i Sünnet tekfirden sakınılması konusunda büyük hassasiyet göstermiştir. Hanefi alimi imam et-Tahavi, ‘Ehli kıbleden hiç kimseyi cennete veya cehenneme indirmeyiz, onların gizli hallerini Allah’a havale ederiz.’ (Tahavi, el Akidetü’t-Tahaviyye, s. 21)  demektedir. Müctehid imamlar, “Kıble ehlinin tekfiri caiz değildir.” hükmünde ittifak etmiştir. (İmam-ı Azam-ı Fıkh-ı Ekber, s. 424, Molla Hüsrev- Düreri’l-Hükkam, II/376) “Ehl-i bidat mezheplerinden bazısının diğer Müslümanları tekfir etmesine rağmen, Ehl-i Sünnet’e göre kim olursa olsun ehl-i kıbleden hiç kimse tekfir edilmez; onların arkasında namaz kılmamazlık edilmez; büyük günah da işleseler onların cenaze namazı kılınır ve hayır dua edilir.” (İbn Mace, Cenaiz, 31; Acluni, Keşfü’l-Hafa, II/32) “Ehl-i kıble zarurat-ı diniye üzerinde ittifak eden kimselerdir.” (Ali el-Kari, Şerhu’l-Fıkhı’l-Ekber, 139) Ehl-i kıbleyi, Ehl-i Sünnet ve ehl-i bidat şeklinde ikiye ayıran alimler Mutezile, Şia, Kerramiye, Mücessime, Müşebbihe, Mürcie gibi bid’at mezheplerini de ehli kıbleden saymışlar; fakat açıkça İslam’ın temel nasslarını değiştiren, bozan, reddeden Batınilik, Gulat-ı Şia, Hariciye (Müslüman kanını helal saymışlardır), Cehmiye, Bahaiye, Kadıyanilik, Ahmedilik, Nusayrilik, Dürzilik gibi fırka ve mezhepleri ehl-i dalaletten saymışlardır. Açıkça kelime-i şehadet getiren ve kıbleye dönüp namaz kılan her Müslüman, cemaattendir; bir insanın diliyle söylediğinin aksini yapana kadar ona inanılır; Hz. Peygamber’in bu konudaki “Kalbini yarıp da baktın mı?” (Buhari, Zekat, 1; Müslim, İman, 8) buyruğu esas alınır.  Nitekim Resulullah Efendimiz, Ebu Zerr’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, “Kimse kimseyi fasıklıkla itham etmesin. Buna hakkı yoktur. Aynı şekilde küfürle de itham etmesin. Şayet küfür ithamında bulunur da, itham edilen böyle bir sıfatın sahibi değilse, bu sıfat muhakkak itham eden kimseye döner” buyurmuştur. (Buhari, Edep, 44) “Halife Hz. Ali’ye karşı olan Hariciler, “Hüküm vermek yalnızca Allah’a aittir” (En’am, 57) mealindeki ayeti kendilerine göre yorumlayıp Hz. Ali’nin, Muaviye ile ihtilafında çözümü hakeme bırakmasını tekfir sebebi saymış ve ona “kafir oldun” demişlerdir. Büyük fıkıh (İslam ibadet ve hukuk) alimi Serahsi bu konuyu değerlendirirken iki önemli kuralın altını çizer: Hz. Ali, onların doğru olmayan tevillerine dayanarak yaptıkları bu ağır ithama karşı misliyle mukabele etmedi, onları, yanlış da olsa bir ayetin teviline (yorumuna) dayanmaları sebebiyle “din kardeşleri” olarak kabul etti, hayat ve söz hakkı tanıdı. Şu halde Ehl-i Sünnete göre, tevil varsa tekfir yoktur.” (Hayrettin Karaman, Ehl-i Sünnet tekfirden kaçınır, Yeni Şafak, 8/01/2016) Elbette tarihi süreç içinde Ehl-i Sünnet içinde de birbirini tekfir edenler de çıkmıştır ama bu bir kural olarak yerleşmemiş, ümmetçe benimsenmemiş ve istisna olarak kabul edilmiştir ve Ehl-i Sünnet bünyesine yabancı olduğu için zamanla bu aşırı tepkiler devamlılık kazanmadan ortadan kalkmıştır! Tarihi süreç içinde Buhari ve Ebu Hanife birbirileri ile zıtlaşma içinde olmuştur ve bu gizli saklı bir şey değildir. Ama zamanla bu ayrılık ortadan kalkmış ve her ikisi de Ehl-i Sünnet içinde özümsenmiş ve benimsenmiştir. Olayların içinde iken gösterilen tepki, olaydan uzaklaştıkça azalmış ve herkes hak ettiği makama, mertebeye sahip kılınmıştır! Bu ve benzeri örnekleri gösterip Ehl-i Sünneti eleştiren kardeşlerimize bir kaç hatırlatma yapalım. ‘Modernist/mealci/mutezili’ gibi isimlerle anılan ve günümüzde Ehl-i Sünneti eleştirenlerle bir bakalım: Prof. A.B., Prof. MÖ’ü eleştirirken; M.Ö., M.İ’nu Kur’an  usulü konusunda eleştirmekte, A.B. ayrıca M.İ.’nun evrim konusundaki görüşlerini kabul etmemekte, Prof  İ.G. ise, Kur’an usulü konusunda M.İ.’nun yaklaşımını eleştirmekte, Prof. M.Ö., Prof C.T. ve A.B’a eleştiri getirmekte ve tüm bu eleştirilerde bazen ağır ithamlarda da bulunabilmektedir! Daha bu kişiler ortaya çıkalı, meşhur olalı 15-20 sene olmamıştır ve sonuç ortadadır! Benzerinin yaşandığı ve zamanla suların durulduğu, ana damar olan Ehl-i Sünnete eleştiri yaparken biraz da bazı kesimler kendilerine bakmalardır! Tarihte  Mutezile’nin “mihne olayı” ile günümüzde mealcilerin kendi yorumlarını “indirilmiş din” diye kutsayıp Ehl-i Sünnet görüşleri “uydurulmuş din” diyerek tekfir etmeleri arasında hiçbir fark yoktur ve aslında salt akıl ve aktüel bilimin çizgisinin 1400 senedir pek değişmediğinin de göstergesidir! Yine hatırlatalım ki, Allah azze ve celle bize Müslüman adını vermiştir (Hac, 78) ama daha sonrada mümin (Hucurat, 14) olmamız gerektiğinin de altını çizmiştir. Yani, mealcilerin “müslüman” sıfatı yeter çağrısı, Kur’ani açıdan eksiktir!

Ehl-i Sünnet, hadisi red etmeyen ama israiliyat ve mevzu hadise de karşı olan, şirke bulaşmayan tasavvufu savunan, farklı-yeni fikirlere hoşgörü ile bakan, belki ilk başlarda bu yeni fikirlere tepki verilse bile zamanla bu tepkiyi azaltıp, 1400 senelik çizgiyle uyum içinde olacak şekilde bu fikirleri benimseyen bir fikir akımıdır. Tevhid akidesine zerre toz kondurmayan, tevil yolu ile de olsa bu ana fikre karşı ortaya atılan fikirleri eleştirip, ‘kişileri değil, fiilleri’ reddeden ve aklı reddetmeyip, aklın konumunu da ilahi vahyin sınırları içinde kabul eden yolun adıdır.

Kısaca Ehl-i Sünnet ana damardır! Güncellenmesi gereken yerler olabilir, yeni sorunlara cevaplar gerekebilir hatta zamanla yanlışlanan yönleri de ortaya çıkabilir ama tamamen red sadece zaman kaybıdır! Ehl-i Sünnet, ana damar olarak; akılcı, batini tüm yorumları geride bırakarak tarih sahnesinde ortaya çıkan aşırı görüşleri törpüleyen, eksik kalan fikirlerin içini doldurup bünyesinde toplayan ve böylece yoluna devam eden İslam’ın ana yorumudur! Ehl-i Sünnet bu yeni görüşlerle ufkunu açar, bünyesine aldıkları ile de gelişerek yoluna devam eder. O, fikirleri edille-i şeriyye süzgeçten geçirerek alır, büyür ve yoluna devam eder. Bunun için ise yeni fikir, içtihatlara gerek vardır. Bu yolda da  kendisine, ‘Müctehit hata yaparsa bir sevap alır, doğru yaparsa iki sevap’ (Buhari, İ’tisam, 21; Müslim, Akdıye, 15)  hadisini kılavuz edinir. Müctehidin hataları, niyeti, sevabı onunla Allah arasındadır! İsmet sıfatlı hiç bir insan ve hatasız tek bir kul ve eser yoktur! Dolayısı ile mezhepler asla din değil, sadece ilim ve ihlasına güvendiğimiz aâlimlerin Kur’an ve sahih sünnetten anladıklarıdır; yorumlardır! Tarih içinde ümmetin sınırları genişledikçe ve ictihat kapısı kapandıkça nasıl hurafe, bidat ve şirk ümmetin içine İslami görüntü şeklinde girmişse, aynı etki fikirsel bazda Ehl-i Sünnet ana damarını da etkilemiş ve zamanla bozulmalar ortaya çıkmıştır. Fakat bu damarın tecrübesinden faydalanmamak ve üzerine önce Kur’an sonra sahih sünnet eksenli ve geçmiş ulemanın yorum ve metotlarından istifade ederek yeniden ekleme yapmamak ve aksine sıfırdan yeni bir akım ortaya çıkarmaya çalışmak, Ehl-i Sünneti 1400 sene geriden takip etmekten başka bir sonuç doğurmayacaktır! Tarih; akıl, vahiy, sahih sünnet ve insan faktörü ile Ehl-i Sünnet çizgisini oluşturmuştur. İnsanlar “yeniden” aynı tecrübeleri yaşayarak gelecekleri nokta, Ehl-i Sünnet çizgisi dışında başka bir şey olmayacaktır! Eleştiriye, vahiy eksenli bir arınmaya evet, amerikayı yeniden keşfettirecek zaman kaybına kesinlikle hayır!

Oryantalizmden etkilenen tarihselcilik ve mutezili /aklı önceleyen akım olan mealcilik! İkisi de aşırı uçtur. Gulat ve tekfir gibi bunları da Ehl-i Sünnet aşmalıdır! Eğer iddia edildiği gibi Sünnetin devre dışı bırakılması Müslümanların saflarını birleştirecek olsaydı, Mealciler tek vücut olur, kısa zamanda pek çok fırkaya ayrılmaz, liderlerinden birbirine aykırı görüşler sadır olmazdı. ‘Sünnet’in ümmeti parçaladığını söyleyenler bugün bir ilmihal kitabı yazmaktan aciz oldukları gibi, namazın ne ve kaç vakit olduğu noktasında dahi ittifak edememektedir. Bir kısmı namazın beş, diğeri dört, üç, başka bir grup da iki vakit olduğunu savunmaktadır. Hatta namaz yerine dua kavramını koyanlar bile mevcuttur! Yine, “İsrailiyyat, Mevzuat, Rical İlmi” ve “Kıyas, Tevil” gibi metotlardan habersiz olanlar, Ehli sünneti; taklitçi ve sorgulamayan ilan edebilmektedir…

ABD; milliyetçilik ve wehhabilikle, Rusya; Şiilik ve sufizm ile sömürüden pay almak istemektedir. Önlerindeki tek engel ise orta yol ümmeti olan Ehl-i Sünnet’tir!

“CIA eski başkanı Graham Fuller, ‘İslam’sız Dünya’ adlı eserinde, ‘ABD’nin dünya hakimiyeti önünde’tek engel sunni Müslümanlardır. Vehhabilerle ortak çalışıyoruz. Şiileri kullanıyoruz. Sunni iktidarların yıkılması ile önümüzdeki engel kalkacak büyük İsrail kurulacaktır.’ demiştir.” (M. Necati Özfatura, Türkiye, 25.7.2017)

Nurettin Yıldız, Ebu Bekir Sıfil, Faruk Beşer, Yusuf el-Kardavi, Hayrettin Karaman gibi alimler günümüzde ehli sünnet geleneği içinde olup, kendilerinden istifade edilecek alimlerimizdendir.

İslam rejimi adı altında wehhabiliği ve şiiliği topluma empoze etmeye çalışan, vahdet kılıfı altında mezhepçilik yapan İran ile Suud rejimlerinin Allah ıslah etsin! Yaşasın ümmet şuuru odaklı Ehl-i Sünnet merkezli İslam anlayışı! İslam alemi ümmetim, Ehl-i Sünnet mezhebimdir!

 

TAGGED:
Leave a comment