Ahiret
Peygamber Efendimize bir müşrik gelerek elindeki kemikleri ufalar ve şu soruyu sorar: “Senin Rabbin mi bu kemikleri diriltecek?” Bunun üzerine şu ayet iner: “Kendi yaratılışını unuttu da ‘çürüdüğü halde bu kemikleri kim yaratabilir?’ diyerek bize misal vermeye kalkıştı. Deki ‘onu ilk yaratıp meydana getiren diriltecektir.’ O yaratılışın her özelliğini bilendir.” (Yasin, 78-79) Ölen, çürüyen, toprak olan vücut ahirette, haşr günü yeniden nasıl diriltilecektir? Cevaba geçmeden önce insanın tanımını doğru yapmamız gerekir. İnsan sadece bedenden ibaret değildir. İnsan hem beden hem ruhtan oluşan bir bütündür: İnsan = Beden + Ruh. Beden; et, kemik, yağ ve sinirden oluşan ama aslında toprağın şekil değiştirmiş halinden başka bir şey değildir. Ruh ise Allah’ın ilk insan Adem’e (as) üflediği, ondan günümüze dek tüm insanların özünü oluşturan ilahi bir esintidir, cevher, özdür. Bir tohum düşünelim. Toprağa düşer düşmez tohum birden canlanır, hareketlenir. Toprağa kök salar, toprağı yararak yeryüzüne çıkar. Büyür, gelişir, dal-budak salar. Büyür, çiçek, yaprak, meyve verir ve daha sonra kendi gibi yüzlerce tohumu toprağa salar. Halbuki bu tohum toprağa düşmeden önce cansız idi. Onu toprak canlandırdı. Tıpkı bunun gibi, ölen bir insan, cansız olarak girdiği topraktan mahşer günü canlı bir insan olarak (Beden+ ruh) dirilecektir. Tohumu toprakta canlandıran su ve minerallerdir. İnsanın dirilmesi konusunda tek bilinmezlik, ölü bedeni bir araya getirip onu tekrar diriltecek, su ve minerallerin işlevini yerine getirecek olan ruhun mahiyetinin bilinmemesidir. Halbuki, ilk insan da çamur halinde iken onu insan haline getiren ona üflenen ruh idi. İşte öldükten sonra toprağa dönüşen bedeni diriltecek olan da yine bu toprağın ruh ile birleşmesi olacaktır. Dirilişin genel hatlarıyla formül şudur;
Ölü Beden (toprak) + ruh = İnsan ( Kıyamet günü, mahşer yerinde)
“Yeniden diriliş nasıl olacak? Nohut tanesi toprağa atarsanız, su ve Güneş’le buluşturursanız, tohum olur birden canlanır. İnsanı doğumla başlatıyorsunuz, doğum öncesi geçirilen evreleri göz ardı ediyorsunuz.” (Prof. Cağfer Karadaş, Kafama takılanlar 2, s. 70, 71) Haşr esnasında insanın dirilişine zemin hazırlayacak olan (Sahih-i Buhârî- İst: 1401 K Tefsirû Sûre, XXXIX/3, 78/1; Sahih-i Müslim- K. Fiten: 141-143; Sünen-İ Nesâi- K. Cenâiz, 117; Sünen-i İbn Mâce- K. Zühd, 32; İmam-ı Mâlik- El Muvatta- K. Cenâiz, 49. 2; İmam Ahmed b. Hanbel- El Müsned, III/28) “Acbü’z-zeneb, hiç yok olmayan, insanın yaratılış özü veya çekirdeğidir, yeniden yaratılış bunun üzerinden gerçekleşecektir.” (Y. Şevki Yavuz, Acbü’z-zebeb, DİA)
İnsan nasıl diriltileceğini daha iyi anlayabilmek için önce insan nasıl yaşar ona bir bakalım: Toprakta bol miktarda madensel mineraller bulunur. Bunlar bitkisel ve hayvansal gıdalar (ki hepsinin aslı topraktır, hepsi toprağın şekil değiştirmiş halidir) vasıtası ile insan vücuduna girince çeşitli şekillerde ve oranlarda birleşip vücut için gerekli enerji, doku, organları meydana getirirler. Vücudumuz mineralleri dışarıdan alır, işler, yeni bir formda gerekli yerlere gönderir. Yani vücudumuzu canlı tutan, yaşamın devamına vasıta olan mineraller toprak içinde karışık halde bulunurlar. İnsanlar bunları topraktan seçip, süzüp alamaz. Allah (cc) bu görevi bitkilere ve hayvanlara vermiştir. Kâinattaki her varlık (Casiye, 13) gibi bitkilerde insanlara hizmet amacıyla yaratılmıştır. Bitkiler kökleriyle toprağın içindeki mineralleri toplar ve bunları farklı şekil, boyut, renk, koku ve tattaki meyve sebzelere dönüştürürler.
Popülâsyon Profesörü Joel Cohen ve Ekoloji Profesörü David Tilman: “Hiç kimse doğal ekosistemlerin insanlara bedava olarak sunduğu yaşam destek hizmetlerini temin edecek sistemlerin nasıl tasarlanacağını henüz bilmiyor.” (P. Raeburn, “Home wreckers”, Popular Science, January, 2000) derken aslında, Allah’ın iradesi ile daha ilk planlandığı andan itibaren Big Bang adlı patlamanın amacının insanlara hizmet eden bir evren oluşumu olduğunu itiraf etmektedir. “Evrendeki ‘insani İlke’ yani evrendeki her ayrıntı, insan yaşamını gözeten bir amaçla var edilmiştir, düzenlenmiştir. Yerçekimi var eden, insanın yaşamını amaçlamıştır.” (Metin Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 36, 45)
Toprakta mineral iken bitki onları meyve sebze haline dönüştürmüş, hayvanlar da bu mineralleri yiyerek et, süt, yumurta, bal… vs. haline dönüştürmüştür. Topraktaki mineraller, ya direk bitki veya dolaylı yoldan hayvansal gıdalar vasıtası ile insan vücuduna geçer ve tüm bunlar sayesinde insan yaşamını devam ettirir. Zamanı gelip insan öldüğünde de insan bedenindeki tüm mineraller doğal geri dönüşüm yolu ile yeniden toprağa karışırlar.
Çamurdan (Rahman 14) yaratılan ‘İlk’ insanın bedenini oluşturan tüm elementler aynen toprakta da bulunmaktadır. “Bilim, insan vücudundaki tüm elementlerin aynı zamanda toprakta da olduğunu belirtir. Kur’an’da insanoğlunun spermden, topraktan, sudan yaratıldığı ifade edilir.” (Zakir Naik, Gençlerin inanç sorunları, s. 28) Vücudumuz en az 25 elementten oluşur, yüzde 99’a yakınını 6 element oluşturur. %65 Oksijen, %18 Karbon, %10 Hidrojen, %3 Nitrojen, %1,4 Kalsiyum, %1,1 Fosfor. Geri kalan yüzde 1’5 kısmı ise Potasyum, Sülfür, Sodyum, Klor, Magnezyum ve eser miktarda Bor, Krom, Kobalt, Bakır, Flor, İyot, Demir, Manganez, Molibden, Selenyum, Silikon, Kalay, Vanadyum ve Çinkodan oluşturur. (https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/vucudumuzda-kutlece-en-cok-hangi-elementlerin-atomlari-bulunur; https://www.bbc.com/turkce/vert-fut-44926689) Oranlarını verdiğimiz temel maddelerin New York Borsası’ndaki değeri 4.5 dolardır. (https://www.aksam.com.tr/ramazan/insanin-ozu-toprak/haber-419561) Kısaca biz insanlar toprak sayesinde yaşamaktayız. İlk insan Hz. Adem topraktan yaratılmıştır. İlk önce toprak (Çamur) idik (Rahman, 14; Fatır, 11; Mü’minun, 12) ruh üflendi (Hicr, 29) insan olduk‚ Ölünce yine aslımıza dönüp toprak oluyoruz. Nasıl ki buz sudan oluşmuştur; eriyince yine aslına döner ve su olur. İnsanda eriyince; ölünce çürür ve aslına döner toprak olur. Ahirette işte ilk kez topraktan nasıl insan yaratılmışsa ikinci kez de yine topraktan yaratılacaktır. Bedeni canlı iken (Bitkisel ve hayvansal gıdaların ana maddesi olup) yaşamasına vesile olan toprak, mahşer günü yine hayat bulup dirileceğimiz kaynak olacaktır. Yani insan yürüyen, konuşan bir topraktır. Sadece şekil değiştirmiştir. İnsan yaşarken hayatını devam ettireceği maddeleri bitkiler vasıtasıyla topraktan alır. Kıyamet günü tüm canlılar gibi bitkilerde ölecektir. İşte insanı canlı iken topraktan bitki vasıtasıyla yaşatan Allah (c.c.) kıyamet günü bitki vasıtasını kullanmadan ( Çünkü onlar da ölüdürler) direk, vasıtasız topraktan insanı diriltecektir. (Bakara, 28) Nasıl? İlk insanı nasıl diriltmişse işte yine aynen öyle!
İnsan ölünce toprak olur diyoruz peki ölüm nedir? Ölüm bir son, bir toprakta dağılıp sonsuz karanlığa gömülmek midir? Aslında ölüm diye bir şey asla yoktur. Ruhlar âleminden yola çıkan bir ruh için artık ölüm, bitiş, yok oluş asla söz konusu değildir. Bir insan toplam altı alemde yaşar.
Ruhlar alemi: Allah’ü Teala beden elbisesine sarıp dirilteceği tüm insanların ruhlarını cennet-cehennem yok iken bir alemde toplanmış ve onlara şu soruyu sormuştur. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Tüm ruhlar, “bilakis elbette sen bizim rabbimizsin “diye cevap vermişlerdir. ( A’raf 172 )
Anne rahmi: Her insan ruhlar âleminden sonra, sırası geldikçe dünyaya gelebilmek için anne rahminde belli bir süre yaşar. O mekan, kısa sürede olsa küçük bir dünya demektir o bebek için. Ruhlar âleminde ölüp anne karnında dirildiği gibi, doğum esnasında da ölüp ( Mekan değiştirip) yeni bir dünyaya gözlerini açar bebek. Temel mesele şudur: Ruh ölmemekte, devamlı mekan değiştirmektedir.
Dünya hayatı ve rüyalar alemi: Her ikisi de iki ayrı mekandır, iki ayrı dünyadır. Bu iki alem- dünya bir arada yaşanır. Dünyada insanın belli bir ömrü vardır.
Ölüm dediğimiz olay vuku bulunca insan bedeni mezarda çürür, ruhu ise “berzah alemi” denen dünya ve ahiret arası bir alemde, benzetme yaparak anlatalım, milyarlarca yatağın olduğu dev bir yatakhaneye yatırılır. İnsan rüyasında nasıl kabus görürken bağırır, acı çeker, korkar fakat dışarıdan bakılınca mışıl mışıl uyuyormuş gibi gözükürse, berzahta da kötülük yapan ölülerin ruhu için aynı durum söz konusu olacaktır. Ayet-i kerimede de, (Mahşer günü) “Derler ki: Vay başımıza gelenler! Bizi ‘yattığımız yerden’ kim diriltip kaldırdı?” (Yasin, 52) buyrulmaktadır.
Sonra beden topraktan dirilir, ruh bedene girer (Ruh+Beden) ve insan yeniden dirilir. Mahşer yerinde insanlar toplanır (Haşr) Ahirette insanlar amellerine göre mizanda tartılır. Sevabı çok gelen Allah’ın lütfu, rahmeti ile (Buhari, Rikak, 18; Müslim, Münafikin, 71-73) cennete, kötülüğü çok olan kendi yaptığı kötü, zararlı, pis işlerin sonucu olarak cehenneme girer.
Zaten her şeyin çift yaratıldığı (Zariyat, 49) alemde, dünyanın da zıddının olması akla aykırı değildir. “Varlıkların zıt çiftler halinde yaratılması da ahiretin varlığına delildir.” (Soner Duman, Allah’ım sorularım var, s. 158) Bu konu ayrıca ‘Deizm yanılgısı’ adlı yazımızda ele alınmıştır.
Özetle ruh ölümsüzdür. Ruhlar aleminden yola çıkan ruh, son durak olan cennet-cehenneme kadar mekan değiştirir. Biz her mekan değişimini ölüm diye adlandırsak ta, aslında her bir ölüm yeni bir mekanda dirilmedir. Yani ölüm, mekan değiştirmektir, yok olmak demek değildir. İki alem geçmiştir: Ruhlar Alemi ve anne rahmi; Şu an iki alemde yaşıyoruz; dünya Hayatı ve rüyalar Alemi. Gelecekte de iki alem yaşayacağız; Berzah alemi ve ahiret (Cennet- cehennem)
Ahiret inancı
Ahiret inancı insanda sorumluluk hissi uyandırır. Yapılan işlerin bir gün hesabının verileceğinin inancı, insanları kötü fiillerden uzaklaştırır, iyi işlere yönlendirir. Hesap günü bilinci, insanı insan haklarına saygıya götürür, zararlı davranışlardan uzak tutar ve yararlı ve faydalı olmaya yönlendirir, mutlu ve huzurlu kılar. Aile ve akrabaların çürümeyip, sonlu-karanlık bir gelecekte toprak olmak yerine; sonsuz, cennette yaşadığını, insanlara iyiliğin yarın (Ahirette) karşılıksız kalmayıp cennet ile mükâfatlandırılacağını, kötülük yapanların ise cehennem ile cezalandırılacağını bilmek, yaşlı hasta, mahkûm, idamlık, mazlum, fakirlere ümit; zina, rüşvet, cinayet, gösterişe engel olur ve sevgi, şefkat, sadakat, affetme, fedakârlık, ihlâs, şükür, kanaatin hakim olduğu bir bakış açısına sahip kılar. Bu nedenle gerçek Müslüman egoist, pragmatist, menfaatperest, yalancı, hilekar olmaz. Çünkü hayat sadece bu dünya ile sınırlı değildir, “Bi daha mı geleceğiz dünyaya.” mantalitesinde uzak, kötülük yapma imkanı varken bile ondan uzak durmaya çalışır, iyi olmak yönünde devamlı motive olur.
“Allah’a karşı yalan söyleyen ve doğru kendisine geldiği zaman onu yalan sayandan daha zalim (daha haksız) kim olabilir? Kâfirlerin yeri cehennemde değil midir? ( Kıyamet günü ) Yaptıkları amellerin kötülükleri karşılarına çıkmış ve alay edip durdukları şeyler, kendilerini sarmıştır…(O günden sakının ki günahkar) nefis şöyle diyecektir: Allah’ın yanında yaptığım kusurlardan dolayı yazık bana! Doğrusu ben alay edenlerdendim.” ( Zümer, 32, 48, 56)
Ruh
“Sana ruhtan sorarlar; de ki: ‘Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir.” (İsra, 85) ayetinden anladığımıza göre ruh hakkındaki bilgimiz de çok sınırlıdır.
İnsan beden ve ruhun birleşiminden oluşur. Bedeni yukarıda anlattık. Ruh ise Allah’tan gelen (Secde 9, Hicr 29) ve vücudu canlı, gören, düşünen, hisseden bir varlık kılan ilahi bir lütuftur, hediyedir.
“Ruh bedenin suretine giren, süratle hareket eden ve uzun mesafeleri kolayca alan, ancak bedenden bağımsız insanın bilişsel yönünü idare eden nurani ve latif bir cevher olarak nitelemişse de, ruhun mahiyeti ile ilgili görüşler birbirinden farklılık arz etmektedir. Ruh, bedenin sultanı konumundadır.” (Prof Temel Yeşilyurt, Çağdaş inanç problemleri, s. 113, 115)
Ölü bir insan düşünelim. Eli, kolu, beyni, gözleri, kalbi… vücudu tam olarak yerindedir. Bu insana fıkra anlatsak, bilmece sorsak, korkunç hikâyeler, hüzünlü olaylar anlatsak bir tepki verir mi? Canlı iken her fıkraya gülen, hüzünlü her olaya üzülen, korkan, sevinen, hisseden bu insana ne olmuştur? Daha doğrusu can alıcı soru şudur: Ölürken insandan eksilen nedir ki, o olmayınca neşe, sevinç, hüzünde onunla beraber gitmektedir?
Kalbin çalışmasına engel olan, kan dolaşımı durduran, beyin faaliyetlerini sona erdiren, vücuttan ayrılması ile vücudun işlevlerini sonlandıran nedir? İnsanları yaşatan beden ve onun işlevleri değildir. Bunlar hayatta olmanın göstergeleridir. Tüm bunlar vücutta var iken de hayatın sona ermesine neden olan, vücuttan eksilen şey nedir? Duygularımızı var eden, hissiyatın kaynağı ruhtur. Yoksa sevinme, üzülme, fikir, düşünce gibi kavramları, kuru bir vücut organları arasındaki elektrik akımı ile izah etmek mantıksızdır. Ruhla beraber duygu vardır. Ruh emaneti geri alınınca, duygu, his, düşünce de vücudu terk eder. “Beyin ve bilinç aynı şey değildir. Beyin bir araba ve bilinç ise onun sürücüsüdür. Ruh, insanı canlı varlık yapan ve bedeni yöneten manevi cevherdir.” (Hamza Andreas Tzortzis, Hakikatin izinde, Din bilim Ateizm, s. 173, 200); “Düşüncenin belirli bir sinirsel etkileşim olduğunu söylemek, adalet fikrinin kağıt üzerine yazılmış birkaç şeyden başka bir şey olmadığını iddia etmek kadar anlamsızdır.” (Selçuk Kütük, Ateizm Yanılgısı, s. 41,42, 44) ; “Ruh nedir? ‘Bedenin sürekli değişmesine’ karşılık, benlik şuurunun değişikliğe uğramadan kalması, ‘bedenden farklı bir unsurun varlığını’ gösterir. Beden ve uzuvlar, ruhun kullandığı aletlerdir. Ruh, bedenin sultanı konumundadır.” (Prof Dr Temel Yeşilyurt, Çağdaş inanç problemleri, s. 112, 115)
S. Lewis, “Sizin bir ruhunuz yok, siz zaten ruhsunuz. Bedeniniz var.” demektedir. (Mustafa Akyol, Bilim, din ve ateizme dair modern ezberlerin sonu, s. 23) Kanadalı nörobiyolog Wilder Penfield, ‘zihnin gizemi’ isimli kitabında, ‘aklı, beynin içindeki sinirsel işlemler bazında açıklamanın imkansız olacağı kesin olarak gözüktüğü için, varlığımızın iki önemli unsuru, yani madde ve ruh açısından açıklanması gerektiğini düşünüyorum.’ demektedir. (Penfield, The mystery of the mind, s. 123)
Yine bir ölü düşünelim, gözleri vardır fakat göremez. Halbuki canlının gözü ile aynı gözdür ölünün gözü de. Soru: Ölürken bu insandan ne eksilmiştir ki gören gözler görmez olmuştur. Beyin hücresinde görme olayı bir elektron coşkusundan ibarettir. Beynimizin görme ile görevli merkezini binlerce kez büyütsek, karşımıza sadece hücre içinde belli noktalara yığılan elektron dizilimine rastlarız. Peki bu elektrik sinyallerini anlamlı görüntü şeklinde ‘gören’ kimdir? Gören beyin Et parçası, protein, yağ molekülleri) olamaz. Gözden gelen elektronları anlamlı görüntüye beynimiz dönüştürür ama beyin hem ekran hem göz (İzleyici) olamaz!
Kendimize soralım: “Ben” dediğimiz varlık kimdir? Çocukken ‘ben’ dediğimiz vücudumuzdan şu an geriye hiç bir şey kalmamış, bedenimiz kendini yenilemiş durumdadır ama biz hala ‘Ben’ demeye devam ediyoruz! “Benim evim, benim elim, benim bedenim.” Tamam da o ‘ben’ kimdir?! Et, kemik, yağ, protein yığını olan bu beden kendi kendine ‘ben’ deyip, düşünüp, görüp sevinip üzülebilir mi? Et yığını kendine ‘ben’ diyebilir mi? İşte aslında kendine ‘ben’ diyen, bedenimiz değil ruhumuzdur.
“İnsan bedenen yaşlandığı halde hala neden içinde koşmak, daha çok yaşamak isteği vardır? Çünkü bedenden ayrı bir de asli cevher olan ruh vardır ve bu ruh ölümsüzdür! “Ben varım.” derken bu “Ben kimdir? Nerededir?” Varlığımız (ben) belirli bir beyin hücresinde veya vücudumuzun herhangi bir organında yer almaz. Vücudunuzdaki hücreler sürekli değişir ama “ben” yine de aynı kalır. Var olduğumu nasıl bile bilebiliyorum?” sorusuna bir profesörün verdiği ünlü cevap, ” Peki bu soruyu ‘kim’ soruyor?” şeklindedir. Benlik, bizim ‘olduğumuz’ şeydir, sahip olduğumuz değil. Bilgisayarın yaptığı şeyi ‘anladığını’ söylemek, bir akım kablosunun hür irade sahibi olduğunu ya da bir müzik çalarım çaldığı müziği anladığını ve ondan keyif aldığını söylemek gibi bir şeydir.” (Anthony Flew, Yanılmışım Tanrı Varmış, s. 168)
Gören, düşünen, duygulanan, hisseden (6. his, telepati, psikometri) hep ruhtur. Buna en güzel örnek çizgi filmlerde seyrettiğimiz dev robotlardır. Robotun baş tarafında bir insan bilgisayar tuşları, çeşitli kollar, düğmelerle dev robotu yönetir. Dövüştürür, yürütür, hareket ettirir. Fakat robotu o insan terkedince geriye paslanmaya başlayan bir metal yığını kalır. Tıpkı onun gibi, ruhumuz, robotu yöneten insan; bedenimizde ise robot gibidir. Ruh beynimizi bilgisayar tuşları gibi kullanıp bedenimizi yönetir. Ruh çıkınca geriye çürümeye başlayan, et ve kemik yığını kalır. Bazı alimler bunu “ Ruh binici, ceset attır.” şeklinde tarif etmiştir. “İslam düşüncesinde insan, ben diye işaret edilen, ruh ile desteklenmiş beden olarak tarif edilmiş.” (Prof. Cağfer Karadaş, Kafama takılanlar, s. 61)
Parapsikoloji ilmi, ruhun faaliyetlerini pozitif bir bilim dalı olarak ele alır ve inceler. İnsanların bakışlarıyla kaşık, çatalı eğmesi, bir kişinin bir eşyasına dokunup, o kişi hakkında doğru bilgi verilmesi, karşıdaki insanın düşüncelerini okunması, astral seyahat gibi paranormal olaylarla ilgilenir. Bizim evliya kerametleri dediğimiz olaylara rasyonalist (Akılcı) bir açıklama getirmeye çalışır. Bunda özellikle kuantum fiziği ve izafiyet teorisinden istifade eder.
Hz Adem’i yarattığı zaman Allah O’na ruhundan üflemiştir. Çamur halindeki Hz. Adem’e Allah (cc) kendi ruhundan üflemiş, çamur ruh ile birleşince insan dirilmiştir. Ruh çıkınca insan bedeni yeniden çamur- toprak olan aslına, özüne dönmektedir.
Ruh bize Yüce Yaradan’ın bir hediyesidir; onunla yaşar, duygulanır, “Ben’im” deriz. O çıkınca kokuşan, çürüyen bir ceset kalır geriye. Demek ki önemli olan ruhtur; ruh güzelliğidir. Beden ve bedenin güzelliği geçicidir. Efendimizin evliliklerinde de bu husus göze çarpar. Hz. Resul’un evlendiği annelerimiz belki dul ve yaşlı idiler ama ruhları güzeldi, temiz, ahlaklı, edepli idiler.
Hz. Resul’de bu nedenle “evlenilecek kadında sülale, mal ve güzelliğe değil öncelikle ahlak, huy (ruh) güzelliğine bakın” buyurmuşlardır. (Buhârî, nikâh 15; Müslim redâ 4, 6, 8, 53, 54, fiten 86; Tirmizî, nikah 4; Nesâî, nikâh 10, 13; îbn Mâce, nikâh 6/38; Dârimî, nikâh 4; Ahmed b. Hanbel, I/92, 457, II/428, IV/92, 153, 377.Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, 8/61)
Özetle; İnsan = Beden + Ruh; Beden = Et + Kemik = Çamur; Ruh = Rabbimizden esinti, Beden/Çamur + Ruh = İnsan; Beden/Çamur – Ruh = Ölüm (Geriye çamur-toprak kalır.) Asıl olan ruhtur. Onu da her şeyimizi olduğu gibi, ‘Hayy’ olan Allah-u Teala (cc) vermiştir.
Ruh, nefis
Beden yaşlanıyor, zayıflıyor, hastalaşıyor ama içimizde bir şey, genç ve sağlıklı iken yaptıklarımızı yapmaya devam etmek istiyor. Ama beden buna engel oluyor, normalde sadece materyalist açıdan bakacak olursak beden zayıfladıkça istek, arzularında azalması, zayıflaması gerekir. Bedenle uyumsuz olarak daima genç kalan bu cevher ruhtur. Eğer bedeni arzularımızı kontrol altına alır, dünya ve ahiret dengesini güzel kurarsak bu arzular bizi cennete yükseltir. Eğer sadece materyalist açıdan olaylara bakar ve sadece dünya hayatına odaklanırsak, o arzu ve istekler bizi ‘esfele safilin; belhüm edal’ çukuruna düşürür.
Ruh ve can arasındaki ilişki!
Can bedenle irtibatlı bir konudur. Ruh, benzetme yaparak açıklayacak olursak, arabanın kontağını açan ve kapatandır. Ruh bedene girince arabayı çalıştırır ve can bedenle etkileşime girer. Ruh çıkarken de kontak kapatılır ve bedenin tüm işlevleri sona erer. Beden ortadadır ama arabayı çalıştıracak kalmayınca araba nasıl çalışmazsa, ruh çıkınca da beden tüm işlevlerini yitirir.
Doğumdan Sonra Hayat Var mı ?
Anne rahmine düşen ikiz kardeş anne karnında doğmak üzeredir. Biri diğerine, “Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz.” der. “Ama ben gitmek istemiyorum.” diye haykırmış kardeşi. “Hep burada kalmak istiyorum.” “Elimizden gelen bir şey yok. Hem, belki doğumdan sonra hayat vardır.” “Bize hayat veren o kordon kesildikten sonra bu nasıl mümkün olabilir ki? diye cevaplamış öteki. “Bize hayat veren kordon kesilirse nasıl hayatta kalabiliriz, söyler misin bana? Hem, bak bizden önce başkaları da buraya gelmiş ve sonra da gitmişler. Hiçbirisi geri gelmemiş ki bize doğumdan sonra hayat olduğunu söylesin. Hayır bu her şeyin sonu olacak.” Bütün bunları söyledikten sonra eklemiş: “Hem belki de anne diye bir şey yok!” “Olmak zorunda” diye itiraz etmiş kardeşi. “Buraya başka türlü nasıl gelmiş olabiliriz, nasıl hayatta kalabiliriz ki? ” “Sen hiç anneni gördün mü ? diye üstelemiş öteki. “O belki de sadece zihinlerimizde var. Bir annemiz olduğu düşüncesi bizi rahatlattığı için onu belki de biz uydurduk. ” (Elif Aktuğ, Yeni Şafak, 29 Mart 2001, Anthony de Mello’dan alıntı ) “Anne karnındaki bir bebeği düşünelim. Onunla konuşup şöyle diyebilsek, ‘Burası senin asıl hayatın değil, öyle bir aleme gideceksin ki o alemin ömrü burası gibi kısa değil, gideceğin alemde görkemli bir gök kubbe, çeşitli yiyecekler içecekler var. Bebeğin yaşadığı alemin şartlarına göre, bu dünya hayatının anlayabilmesi mümkün olur mu? Elbette ki olmaz ve bu doğal bir şeydir. Şu an içerisinde bulunduğumuz hayata nispetle, Ahiret hayatı ile ilgili anlatılan şeyler de bizim için böyledir.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun kalmasın, s. 144)
İnsan evladı doğmadan önce de toprakta mineral halinde idi. Anne baba o topraktan elementleri çeşitli vasıtalarla vücudunda depoladı, sonra sperm ve yumurtalık birleşti ve zaman içinde doğum vasıtası ile insan dünyaya geldi. Ölümden sonra da tıpkı ilk doğum gibi, tabiata dağılan elementler bir araya gelecek ve insan diriltilecektir. “(Resulüm!) De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın ve Allah’ın ilk yaratılışı nasıl başlatıp devam ettirdiğini görün. Allah, daha sonra ikinci hayatı da işte böyle gerçekleştirecektir; Allah her şeye kadirdir.” (Ankebut, 20)
“Anne karnındaki çocuğun ayaklarının olmasına rağmen daracık bir mekanda bulunması ve hareket imkanının olmaması ya da gözleri olmasına rağmen karanlık bir ortamda olması aslında kendisini dışarda bekleyen ve bu organların faaliyette olacağı bir dünyanın varlığına bir işarettir. İnsanda da tatmin edilmeyi ve kullanılmayı talep eden öyle his ve istekler var ki bu dünya hayatında gerçekleşemiyor. Demek ki insanı ölümden sonra çok daha gerçek ve geniş bir başka alem beklemektedir. Allah’ın bize bizden daha yakın olduğunun en açık delili, insanların kendi vücutlarında meydana gelen olayların (Kalbin atmasından ciğerin nefes almasına) hiçbirisini kendilerinin organize ediyor olmamasıdır. Sağlığımızı korumak için salgın hastalık bulunan yerlere gitmekten kaçındığınız gibi, nefse cazip gelen tekliflerin yapıldığı yerlerde iradeye hakim olmak zorlaşıp hataya düşme riski artacağından bu tip mekanlardan uzak durmak gerekir. Paramızın ve malımızın kıymetini bildiğimiz kadar yaratılmış olmamızın, hayatımızın değerini ve anlamını biliyor muyuz? En basit bir kum tanesinin bile içinde milyarlarca atomun bulunması, her birinin yüzlerce bağıntı ve formül ile hareket etmesi bir tasarımın varlığını çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Buradan gökyüzüne dönüş yapalım… Canlı varlıkları cansız bileşenlere indirgemek suretiyle açıklamanın imkanı yoktur, atomları yan yana dizilerek bir insan elde etmek mümkün değildir. Küçücük bir elma çekirdeğinin toprağın altında ve karanlık bir ortamda tek başına yaptığı elmayı günümüz teknolojisinin yapmaktan aciz olması hiçbir şeyin basit ve sıradan olmadığını göstermektedir. Tüm bunlar aslında basit hiçbir şeyin olmadığı, her şeyin tam manasıyla bir sanat eseri olduğunu gösteriyor. Canlı ve kompleks yapıya sahip bir organizma basit parçalara ayrılmak suretiyle bir analize tabi tutulursa, bir noktadan sonra ‘hayat’ kaybolmakta ve cansız organik veya inorganik bileşenlere ulaşılmaktadır. Çok basit yapıya sahip organik yapıların bileşenleri, molekül yapıları ve hangi elementlerden teşekkül ettiği bilinmesine rağmen söz konusu atomlar aynı sırada dizilse bile ortaya ‘hayat’ çıkmamaktadır. Canlı varlıklar Allah’ın ‘hayy’ ismini yansıtırlar. Hayy olan Allah’ın bizdeki yansımasının kıymetini, bu dünya için belirli bir süre boyunca süreceğini ve ‘asıl ölümün, Hayy olan ile irtibatı kaybettiğimizde başladığını’ asla unutmamalıdır! Herkes kendine layık olan mekana yerleşir. Cennet ve cehennem her şeyin dengesini ve kararını bulduğu yerdir. Allah, tüm insanların kalbine, güzelliğe ve hakikate karşı bir istek ve öz yerleştirmiştir. Kömür ve elmas, her ikisi de karbon bileşiklerinden oluşur. İnsanlar, kendilerine verilen kabiliyeti doğru kullanırlarsa elmas gibi parlar, doğal özelliklerini bozup kömüre dönüşmeyi seçenler ise sonuç olarak, kendilerini yakarlar. İtikadı bozuk olan adamın cehennemi ebediyyen hak etmesinin sebebi kendisine olduğu kadar diğer insanlara, topluma zarar vermesi ve tabiatı hakir görmesidir. Dünya hayatını ahirete tercih eden adamın hali elinde tuttuğu büyükçe bir elmas parçasını bir parça şekerle değişen çocuğun davranışına benzer. Basit, geçici ve sıradan bir lezzet uğruna ebedi bir hayatı kaybetmeye razı olmak hiçbir akıllı insanın işi olamaz. “Hesap meydanında toplanıldığı zaman, dünya hayatında ne çektiğimiz sıkıntıların elemi kalacak ne de neşeli günlerin tadı ağzımızda kalacaktır.” Elde kalacak olan tek şey Allah adına yapılan işler olacaktır. ‘Hayatta başarılı olmak’ ifadesindeki ‘hayat’ kelimesinin sadece dünya hayatına özgü kılınması karşımıza çok ciddi bir problem olarak çıkıyor. Önümüzde ebedi bir hayatın var olduğundan şüphemiz yoksa ‘hayatta başarılı olmak’ ifadesi ile ahiret hayatındaki başarımızı kastediyor olmamız gerekir. İnsan dünyada değil, cennette veya cehennemde ebedi olarak kalmak üzere yaratılmıştır. İnsanlar nedense, Allah’ın cennet vaadine karşı oldukça tok gözlü ve müstağni davranıyorlar. Ahirete nazaran çok az bir servet sayılacak dünya malı ile kanaat ettiğini insan bir anlasa…!” ( Selçuk Kütük, Çözümlü Dünya Ahiret Problemleri) ; “İnsanın benlik, bilinç, anlam varlığı olması, onun şahsiyet sahibi bir varlık olduğuna işaret eder. Bu durum, sadece biyolojik varlık olmakla izah edilemez.” ( Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 269) ; “Hangi söz ya da iyilik, bencil robotlara etki edebilir?” ( Urhan Veli, Kişiliğin Doğası, s. 128) ; “İnsanın susuzluğunu giderecek su bulunmaktadır, aynı şekilde insandaki ölümsüzlük duygusunu karşılayacak bir alemin de bulunması gerekir.” (Prof. Doktor Soner Duman, Allah’ım sorularım var, s. 32 ) ; “İnsanın içinde bir ebedilik duygusu, Bir de kusursuzluk arzusu bulunmaktadır. Bu ikisini bu dünyada karşılamak imkansız. İki duygunun karşılanacağı bir yerin veya zamanın olması gerekir.” (Prof. Cağfer Karadaş, Kafama takılanlar 2, s. 79, 80 ) ; “Yüce Allah’a ve ahirete inananların, dünya hayatları anlamlıdır.” (Prof. Ramazan Altıntaş, Gençler inançtan soruyor, s. 149 ) ; “Ahiret, mağdur ve mazlumların uğradıkları haksızlıkların gidereceği yerdir. Ahireti inkarcıların, dünyadaki kötülükleri teşvik edici olduğunu ateistler göremiyorlar.” (Prof. Cafer Karadaş, Ateist ve deistlere cevap, s. 49)
Ey Ateist, deist, agnostik arkadaş! Bu dünyada her kötülüğün cezasının karşılığını bulamadığını ikimizde görüyoruz. Bir teist olarak ben, ahirette kötülerin ceza göreceğine kabul ederek bu soruna bir cevap verebiliyorum. Peki ya senin cevabın?! Kapkaranlık, soğuk, buz gibi bir hiçlikten başka ne?…