Turan Dursun, İlhan Arsel, Erdoğan Aydın, Server Tanilli’ye Cevaplar

Within spread beside the ouch sulky and this wonderfully and  as the well and where supply much hyena so tolerantly recast hawk darn woodpecker

Ateist yazarlar ve eserlerindeki iddialara cevaplar II

Turan Dursun, İlhan Arsel, Erdoğan Aydın, Server Tanilli’ye Cevaplar

(Bu yazı ‘ana hatları ile’ Prof. Muhammet Altaytaş’ın ‘Hangi Din?’ adlı eserden faydalanılarak hazırlanmıştır.)

-Ateist yazarlarınca ileri sürülen ‘tüm iddialara cevaplar’ ilgili başlıklar altında bu çalışmamızda mevcuttur.-

Giriş

Din yaşam tarzının adıdır, yaşam tarzımız da dinimizdir. ‘Hangi kurallara göre’ yaşıyorsak dinimiz odur!  “Vahyin esas amacı, bir ‘hayat görüşü’ sağlamaktır.” (Selçuk Kütük, Deizm, s. 110) Bu nedenle de “Pek çok Müslüman, din terimini, hayat tarzı olarak çevirmeyi tercih etmektedir.” (Gai Eaton, İslam ve İnsanlığın Kaderi, s. 83) Din  iyiliği yaymak, kötülüğe engel olmak için gönderilmiştir. Pasifizm, nemelazımcılık, enaniyet, bencillik bir Müslümana asla yakışmayan özelliklerdir. İslam’da önce İman gelir. (Buhari, İlim, 49) Allah’a, tevhit bilinci ile iman/kabul gerekir. Daha sonra Ahlak gelir. (Muvatta, Husnü’l Halk, 8; Müsned, II/381) Hayatımızı İslam’ın emrettiği şekilde “ne kendimize ne başkalarına zarar vermeden” İyi, temiz, namuslu olarak yaşamak gerekir! İbadetler de ahlaklı yaşamayı sağlamak için emredilmiştir. (Ankebut, 45) Tüm  bunların pratiğe aktarılabilmesi için de toplumu ilgilendiren kurallar konmuştur. Muamelat, ukubat, adalet, insan hakları, hak/hukuk gibi kavramlar bu boyuttadır. Bu  sıralama önem sırasına göre dizilmiştir ve her üçünün toplamıdır İslam dini!

Turan Dursun

Babası daha doğmadan onun için kitaplar satın almaya  başlar. “Basra’da ve Kufe’de bulunmayacak ölçüde büyük bir din alimi” olacaktır. Küçük yaşta sıkıntılara maruz kalır. Çocukluğunu yaşayamaz. Dursun “Ne yapıp edip herkesi geçmeye” karar vermiştir. Arapça ve klasik medrese eğitimi alır ama bunları sadece hedefine götürecek ara basamak olarak görür. Ama  yaşadığı dünyadan tamemen habersizdir. Çocukluğunda koşullandığı “En önde olma”, “Kendisinden herhangi bir şekilde söz ettirme” tutkuları ve din  adına yaşadığı bütün negatif tecrübeler ileride bilinçaltından çıkacak ve büyük ölçüde şahsiyetini ve dine bakışına etki edecektir. Tüm olumsuzlukların sebebi olarak, dinle özdeşleştirdiği ve “Zalim baba” olarak nitelediği babasını görür. Onun yönlendirmesi ile küçük yaşta girdiği ve yasak olduğu içinde pedagojik formasyondan uzak bir ortama sahip medresede aldığı, modern bilimden ve güncel hayattan uzak eğitim onu hırçın ve agresif yapar. Yıllarını harcayıp aldığı eğitim gerçek hayatta hiçbir işine yaramamakta ve toplumda bklediği saygıyı da görmemektedir. İlkokulu dışarıdan bitirir, müftü olur, farklı uygulamaları ile dikkatleri üzerine toplamak ister, TRT’ye geçer namazı orucu bırakır. Tevrat ve İncil’de Kur’an’da anlatılanların benzerini görünce Hz. Muhammed’in “Bir sahtekar” olduğu fikrine varır ve peygamberlik inancını yitirir. Tabii onun bu  ifadelerinde samimi olduğunu düşünmemiz için onun Kur’an’ı hiç  okumadığını düşünmemiz gerekir. Çünkü bizzat Kur’an’ın birçok ayeti zaten bu benzerlikten bahsedilmektedir. Hatta tahrifleri dışında bu kitapları onayladığını da  belirtmektedir. “O an bende öyle bir hınç oluştu ki, çünkü din-peygamber benim gençliğimi çocukluğumu aldı. Onun yüzünden çocukluğumu yaşayamadım.” der. Dursun sadece dinle kavgalı değildir. Çevresi ile de uyumsuzdur. Gerek müftülüğü gerekse TRT’deki görevi esnasında yaşadığı sürgünlerin gerçek sebebi de budur. TRT’den ayrılmasına gerekçe olarak “Bunalım içine düşmek, iş çevresi ile uyumsuzluk, psikolojik  dengesizlik ” olarak gösterilir. O bu sürgünleri “Her yerde doğruyu söyleme kararlılığına bağlasa da” bu gerçekçi gözükmemektedir. O  hayatının her döneminde bulunduğu yer ve konumla uyumlu görüşleri, en sivri ve uç düzeyde savunmuştur. Müftülüğünde “İlerici din adamı”, TRTde “Katı laik”, emekliliğinde “Kesin din karşıtı” kesilir. Dini anlatırken kullandığı  üslup ancak kendi kişiliğini tanımlaması açısından bir anlam ifade edebilir. Üslup ve ifade tarzının sahibi ile alakası direk ve tartışmasızdır. Üslup, kimliktir; şahsiyetin ve marifetin yansımasıdır; aklın ve kalbin aynasıdır. Değerlendirmeleri çoğunlukla hamasi, agresif, hatta isterik denebilecek özellikler barındırır. O,  bir bilim adamı tavrından çok İslam’a duyduğu kin ve düşmanlık sebebi ile ne pahasına olursa olsun onunla mücadele eden bir savaşçı tavrı sergiler. Dünyayı tek başına değiştireceğine inanır. Adeta bir mesihtir o! Bu konuda, gerek ‘metodolojisini’ ve gerekse ‘iddialarını cevapladığımız’ yazıları tavsiye ederiz.

Erdoğan Aydın

Aydın, özellikle İslam’ın bütünü olarak algıladığı ‘sosyal ve hukuki’ boyutu ile ilgilenir. Dini aşmak gerektiğini savunur. Dini eleştirirken tarafsız ve nesnel bir konumda değildir. O olaylara sosyalist bakış açısı ile bakar ve eleştirilerini siyasi ve ideolojik bakış  açısına sahip biri olarak  yapar. Ama son zamanlarda artık kendini sadece “Özgürlükçü laik, seküler bir düzenden taraf” olarak ilan eder. Konu hakkında, ‘Erdoğan Aydın’a cevaplar’adlı yazımızı tavsiye ederiz.

Dine bakış açıları

Dinin politeizmden/Çok tanrıcılıktan monoteizme/Tek tanrıcılığa  geliştiğini savunurlar. ‘Dinler, korku ve umut kaynaklı olarak sonradan yaratılmış olup, insanda var olan ölüm, cehennem ve tanrı korkusunu sömürerek  yaşamaktadır’ iddiasındandırlar. Yazarlara göre din; korku, çaresizlik, sırrını çözemediği olağan olaylar karsısında insanın cehaletini inançla telafi etme içgüdüsüdür. Onlara göre dinin tarihi insanlık tarihine göre yenidir. Dinler çok tanrıcılıktan tek tanrıcılığa doğru evrilmiştir. Bilimsel gelişmelerin dini ortaya çıkaran çaresizlik ve bilgisizliği yok ettikçe, gerçekte hiç bir şeyin tanrı tarafında yaratılmadığının ispatlanacağını iddia ederler. Bu iddiaya göre, dinlerin insanlık tarihinin ilk çağlarında çok daha etkin olması ve günümüze gelinceye dek artık ortadan kalkması gerekirdi. Ama tam aksi bir durum söz konusudur. Hatta ateizmin özel eğitimle halka aşılandığı birçok sosyalist ülkede günümüzde din ilk sırada halkın gündemine oturmuştur. Allah peygamber aracılığı ile kitaplar göndermiş, hak dini tebliğ etmiş fakat insanlar zaman zaman putlara, tabiat varlıklarına, heva ve heveslerine tapmış ve onları tanrısallaştırmıştır. Yani din politeizmden monoteizme değil, monoteizmden politeizme kaymıştır. O zaman Allah (cc) yeniden hak dini hatırlatan peygamberler göndermiştir. Bu konuda “İslam tüm dinlerin özüdür.” Ve “ateizm yanılgısı”  adlı yazılarımıza bakılabilir. Her üç  kitabi  din dışında, sabiilik, mecusilik ve Brahmanlıkta da dinin Adem ile başladığı kabul edilmektedir. Bu da zamanla bozulan dinlerin içinde kalan hak kırıntıların ortak paydalarından biridir. İnsan doğasının dine, dinin de  insan doğasına yatkınlığı da dinin ilahi  olduğunun bir ispatıdır. Allah insanın mayasına  inanma ihtiyacını yerleştirmiştir. Kesin olan bir şey varsa o da, nerede insan varsa orada dinin olduğudur. (Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, s. 32) Ünlü fransız düşünür Fellicien Challaye bu konuda benzer bir görüşü ifade eder: “İnsanın sonsuz varlığa bağımlı olması, onun önünde eğilip O’na tapması, O’nu  evlatça bir sevgi ile sevmesi akla uygundur ve doğaldır. Bu bağımlılık ve sevgi dinin temelidir.” (Challaye, Dinler Tarihi, s. 215)

Din insan ilişkileri

Yazarlara göre din insan özgürlüğünü kısıtlar, toplumdaki sömürü ilişkilerini meşrulaştırır. Halbuki ‘Sosyal Darwinizm’ ile asıl sömürüyü meşrulaştıran kendi savundukları evrim teorisidir! Yine onlara göre yoksullar tanrı tarafından sınandığını sansınlar, durumlarına katlansınlar. Kur’an’daki yaratılış inancının asıl kaynağı da onlara göre mitolojilerdir. Materyalizm, yaratılışı evrimci görüş, tesadüf ve şansa göre işleyen tabii eleme ile  açıklamaya çalışır. İnsan ile hayvanı aynı köklerde birleştirir. (Bu konularda ‘Evrim’ ve ‘Kader’ adlı yazılarımıza bakılabilir.) Ateistler İslam  dinini Hz. Muhammed ile başlatıp Hristiyanlık ve Yahudilikten de ayrı tutmaya çalışırlar. İslam’ı sabiilik’ten doğma bir din olarak kabul ederler. Ayrıca İslam’ın egemen sınıfın dini olarak ortaya çıktığını ileri sürüp, ticareti kabul etmesini de eleştirirler. Halbuki felsefe, sanat, ahlak, hukuk, politika gibi bütün ilimlerin kaynağının din olduğu birçok felsefe ve dinler tarihçisinin ortak görüşüdür. İslam’da hakim otoriteye itiraz olarak ortaya çıkmış, ilk inananlar hep zayıf ve köle kesimden olmuştur! Tarih boyunca da tüm peygamberler hak dini savunup batıl din ve dini anlayışlarla mücadele etmiştir. İnsanların sömürülme aracı olan ve yeteneklerini körelten hak din değil, batıl din ve dini anlayışlardır ki, materyalizm de bu batıl dinlerden biridir. Detay için, ‘Dinsiz toplum olmaz’ adlı yazımıza bakılabilir. Hak dinde -İslam’da- varmış gibi gözüken olumsuzluklar, dinin özünden kaynaklanmaz, bu dini pratiğe geçirmeyen insanların zaaflarından ve ahlaki yapılarından kaynaklanır. Detay için, ‘İslam ülkeleri neden geri?’ adlı yazımıza bakılabilir. Din sabun gibidir. Sabun satan bile sabunu kullanmazsa kirli olarak dolaşabilir. Böyle bir durumda hata sabunu kullanmayan kişidedir, sabunda değil. Unutmayalım ki bilim, sanat, ideoloji gibi kavramlarda aynen din gibi, insani veya ahlaki olmayan amaçlar için kullanılabilmektedir. Ateist yazarların akıl dışı ilan ettikleri   dini inkar yolunda ciltlerce kitap yazma  zahmetine katlanmaları, dine inanmadığını söyleyen insanların da bunları alıp okuması, zihinlerini meşgul etmesi hep, farkında olmasalar da, yukarıda bahsedilen, mayalarında/fıtratlarında var olan inanma güdüsünü örtüp yatıştırma gayretinden başka bir şey değildir. İnsan  ile hayvan arasındaki kesin fark, fiziki- biyolojik veya zeka  değil, her şeyden evvel manevidir. İnsanda faydacılığa dayanmayan ahlaki ve inanç davranışları vardır.

İslam

İslam, Hz. Adem’den itibaren gelen dinin ortak adıdır. Ali İmran, 67-68: “İbrahim, ne yahudi idi, ne de Hristiyandı: ancak, O hanif (muvahhid) bir müslümandı.”;  Zuhruf, 13: “O: “Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye dinden Nuh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri’ etti (bir şeriat kıldı).” Tüm ilahi dinleri Allah göndermiştir. Kurallar unutulup  bozuldukça yeniden hatırlatılmıştır. Bu gelenek son peygamber Hz Muhammed’e dek devam etmiştir. Bozulan dini metin ve ritüellerde farklılıklar gözükmesi ne kadar doğalsa, bozulmayan ve asıllığını muhafaza eden ritüel  ve ibadetlerinde benzerlik göstermesi o  kadar doğaldır. Birçok efsane de Nuh tufanından bahsedilmesi, tufanın olduğunun ve insanların dilinde dilden dile anlatıldığının göstergesidir. Zaten efsanelerde gerçek olan şeylerin zamanla mitleşmesi değil midir? Aynı şey, ilk insanın Hz Adem olarak kabul edilmesi, yaratılışın topraktan olduğunun kabulü içinde geçerlidir. Şunu da özellikle belirtelim ki, Sabiilik de Hz resul döneminde İsevi ve Musevilik gibi ilahi dinlerin bozulmuş bir halinden başka bir şey değildi. İlk dönem Abbas, Mucahid, Basri, Abdullah b. Zeyd gibi İslam alimleri Sabiileri,  İsevı ve Musevi karışımı bir din olarak anlatır. Özellikle Abbasi halifesi Me’mun zamanında tehditlerden kurtulmak için Harran halkı Sabii ismine sığınmışlar ve bundan sonra Sabiiler yıldız, gezegenlere tapanlar olarak tanınmaya başlanmışlardır. Bu konuda Şinasi  Gündüz’ün “Sabiiler” adlı eserine bakılabilir. Sabiiler konusunu, ‘Turan Dursun’a cevaplar’ adlı yazımızda ele aldık. İlginç olanda, ateistlerin İsmail Cerrahoğlu’nun kendi görüşlerini desteklediğini iddia ederlerken, aslında Cerrahoğlu’nun bunun tam tersini ifade etmesidir: “Haran Sabiileri bu ismi Memun zamanında almışlardır ve bunların Kur’an’da bahsedilen sabiilerle hiç bir ilgisi yoktur.” (Cerrahoğlu, Kur’an’ı Kerim ve Sabiiler, AÜİF, X/115) Zaten Dursun’un kaynak çarpıtması bir adet halini almıştır. Ateist yazarlar genellikle marksist ideolojının dine biçtiği şablona göre genelleme yaparak subjektif sonuçlara ulaşırlar.

İslam ve Bilim

Atesit yazarlara göre insan hem dindar hem de akıl ve bilimden yana olamaz.
Peki, geröek nedir? Kur’an’a göre bilginin kaynakları, “Beş duyu organı, akıl-sezgi ve vahiydir.” Kur’an’da akıl kullanmayla ilgili olumsuz bir ayet bulunmaz. Kur’an tabiatla ilgili açıklamalarda bulunurken tabiat kurallarını inkar etmez, onun inkar ettiği, doğal sebeplerin işi yap-tır-an sebepler olarak görülmesidir. İlim kelimesi ve türevleri Kur’an’da 750 yerde geçer. (DİA, İlim maddesi)  İslam’da ilime büyük önem verilmiştir. İlk mescidi yanına hemen bir okul açılmış, bedir savaşında esirler okuma- yazma öğretmeleri karşılığı serbest bırakılmıştır. “Kur’an ve bilim” adlı yazımızda bu konular ele alınmıştır. Halife Me’mun Bizans’ı yendiğinde savaş tazminatı olarak eski Yunan yazmalarından başka bir şey istememiştir. Kurtuba’da halife El-Hakem’in 400.000 ciltlik kütüphanesi bulunmakta idi. 400 yıl sonra gelen “Bilge” diye anılan fransız kralının kütüphanesindeki cilt sayısı sadece 900 idi. Fransız Rosenthal’ın ifadesi ile  “İslam’da olduğu ölçüde hiçbir bir inanç sisteminde din-bilgi kaynaşması ayrılmaz bir şekilde gerçekleşmemiştir.” (Franz Rosenthal,  Knowledge Triumphant, 960, s. 334; Mehmet Aydın, İslama Göre İlim, D.E.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, İzmir, 1986, sayı III, s. 1) Karen Armstrong, “Arap Müslümanlar astronomi, simya, tıp ve matematik üstüne öyle başarılı çalışmalar yapıyorlardı ki, dokuz ve onuncu yüzyıllar boyunca Abbasi imparatorluğunda elde edilen bilimsel başarılar o zamana kadar tarihte elde edilenlerden daha fazla idi.” (Karen Armstrong, Tanrı’nın Tarihi, s. 225) demektedir. “Müslüman bilim öncüleri” adlı çalışmamız bu konuyu ele almaktadır.  Günümüz Müslümanlarının geri kalma nedenini İslam’a mal etmek ise yanıltıcıdır. Zira Müslüman olmadığı halde aynı durumda olan toplumlarda vardır. İslam bilime engel olmaz, aksine bilime motor görevi görür. ‘İslam ülkeleri neden geri?’ adlı yazımızda bu konular ele alınmıştır. Marksistler ne kadar bilimsel ve objektifdir? Mesela Felsefe Profesörü  Orhan Hançerlioğlu Marxizm  için “İçinde hiç bir hayal, kuruntu, inanç ve benzeri bilim dışı öğe yoktur. Kesinlikle gerçeğe dayanır ve insanları önyargılardan arındırır.” (Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, IV/90) cümlesi ne kadar önyargıdan uzak bir tanımlamadır? Bazıları ideolojilerini din gibi algılar.

Allah  inancı

Aydın, “Bilimin, yaşamın evrim sonucu oluştuğunu ispatladığını” iddia eder. Ayrıca, “İslam’ın tanrısının  eli, yüzü, sarayı: Arş, evi: Kabe vardır” iddiasında bulunur. Allah’ın varlığı, işaretleri bakımından apaçık, fakat zatının duyu organlarımız tarafından algılanamaması bakımından gizlidir. Allah’ın varlığını akıl bulabilir ama mahiyetini, özelliklerini akıl kavrayamaz. Voltaire, Hume gibi filozoflar mutlak ateizmin imkansız olduğunu söylemektedirler. Bu konularda, ‘Allah’ın varlığının ispatı’ ve ‘ateizm yanılgısı’ adlı yazılara bakılabilir. Allah’ın eli, yüzü gibi ifadeler mecazidir. Çünkü birçok muhkem ayette Allah’ın eşi ve benzeri olmadığı, hiç bir şeye benzemediği açıkça ifade edilmektedir. Şura, 11; Bakara, 117: “O, göklerin ve yerin yaratıcısıdır. O’nun benzeri gibi olan hiç bir şey yoktur.”;  İhlas, 4: “Hiç bir şey O’na benzemez.” Bu konu ‘Turan Dursun’a cevaplar’ adlı yazımızda ele alınmıştır. Ateist yazarların ruh halini Kur’an şöyle tespit eder: Ali İmran, 7: “Sana Kitabı indiren O’dur. O’ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşabihtir. ‘Kalplerinde bir kayma’ olanlar, ‘fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için’ ondan müteşabih olanına uyarlar.” Ayrıca Dursun, “Kur’an da tanrının birliğinin açık olmadığını, meleklerin ise tanrının yardımcıları-ortakları olduğunu” iddia eder. Halbuki Allahın eşi benzeri ortağı olmadığının, meleklerın de kul -yaratılan- olduğunu, mutlak güç ve iradenin de sadece  Allah’a ait oldugunu anlatan birçok ayet vardır. (İhlas 1, Müzzemmil 9, Sad 65, Fatır 53, Taha 98 vd.) Tevhid akidesi de ilk insandan itibaren ısrarla vurgulanan bir iman kuralıdır.  Ahzab 25: “Senden önce hiç bir elçi göndermedik ki, ona şunu vahyetmiş olmayalım: Benden başka ilah yoktur, öyleyse bana ibadet edin.” Bu konuda detay için, ‘Kur’an’da hitap tarzları’ ve ‘Kur’an ve mecaz’ adlı yazılara bakılabilir. Kur’an’da Allah inanan insana ilk yüzünü gösterir: Merhametli, keremi bol, bağışlayıcı, sınırsız ihsan sahibi. Fesat çıkaran, hafifmeşrep gafillere, hakkı örtenlere, zalimlere, sömürgeci kibirlilere ise ikinci yüzünü gösterir: Sert adil, şiddetli azap ve intikam sahibi. Toshihiko İzutsu şu harika tespitte bulunur: “Dindar mümin için bu iki cephe, tek Allah’ın iki farklı yanıdır ama sırf mantıki düşünen ‘alelade bir zihin’  için bu iki cephe birbirine zıt gözükür.” (Toshihiko Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, s. 218) Ateistler, amaçları bakımından  ikinci özelliği ön plana çıkarıp birincisini görmezden gelip  yok saymaktadır.

İlahi kitap ve peygamberlik

Dursun, Kur’an’ın kaynağı olarak özellikle Yahudiliği gösterir ve “Muhammed’in peygamberliği maddi çıkar ve şehevi arzuları için araç olarak kullanmıştır”, “Kur’an’ın aslı yakılmış”, “Kur’an’da da çelişkiler vardır” iddialarında bulunur. Bu konulara cevap için, ‘Oryantalistler ve Hz Muhammed’, ‘Hz Muhammed neden çok hanımla evlenmiştir?’, ‘Kur’an’ın kaynağı nedir?’ ve ‘Kur’an’ın aslı yakıldı mı?’ adlı yazılarımıza bakılabilir. Allah peygamberler göndererek insanları kula kulluktan kurtarmayı, sömürülmelerine engel olmayı amaçlamıştır. ‘Kul olmak’ adlı yazımıza bakılabilir. Peygamberler ‘aracı değil, yol gösterici’dirler. Vahiy  vasıtası ile Allah kulları ile irtibat kurar ve onlara mesajlarını iletir. Tüm emir ve yasaklar insanların faydasınadır. ‘İslami emirler, yasaklar ve hümanizm’ adlı yazımıza bakılabilir. Dursun,   yine belgelerde tahrifat yaparak İbni Haldun’un da  kendisi ile aynı görüşte olduğunu “Peygamberin  gereksizliğini ileri sürdüğünü” iddia eder. Halbuki Haldun’un asla böyle bir iddiası olmamıştır. O sadece “Bazı medeniyetlerin peygambersiz de tarihte kurulabildiğini” ifade etmiştir. Haldun,  hiç bir şekilde genel olarak insanlığın ilahi rehberliğe, peygamberliğe ihtiyacı olmadığını veya kendisinin böyle bir inancı olduğunu ifade etmemiştir. O İslam’a inanan mümin bir sosyal bilimcidir. (İbn-i Haldun, Mukaddime, I/274-276 ve aynı yerde  Uludağ’ın ‘3’ no’lu dipnotu.) Dursun, anla-ya-madığından -birçok konuda olduğu gibi- yine bir fikir adamından seçerek aldığı bir görüşü, bütünlüğünden kopararak “İşine geldiği gibi” yorumlamış ve kendi görüşüne dayanak sağlamaya çalışmıştır. Aydın’ın, İbni Sina gibi filozofların peygamberliği, felsefenin gücü olarak görüp reddettiği şeklindeki görüşü de gerçeği yansıtmamaktadır. İbni Sina’ya göre “İnsan için mucizelerle desteklenmiş bir peygamber gereklidir.” (İbni Sina, Necat, s. 339) Hatta peygamberliği savunduğu “İsbatu’n-nübuvvat” adlı bir eser bile vardır. Ayrıca İbni Sina, “Berahime’nin aklın ve bilimin yeterliliği tezinden hareketle nübüvveti inkar edişine karşı, aklın ve bilimin verilerinden hareketle nübüvveti ispat etmiştir.” (İlhan Kutluer, Bilgi ve Hikmet, Yaz- 1995, Sayı ll, s. 94-110) Bu yazarların iddialarının aksine “İslam filozoflarından Farabi de nübüvveti inkar eden veya gereksiz görenlere reddiyeler yazmıştır.” (Mehmet Bayraktar, İslam Felsefesine Giriş, s. 158) Dursun’un komik iddiasının aksine, ‘İmanın Yemenli’ olduğu şeklindeki hadisin söylenmesinin sebebi de, Peygamberimizin, “yüreklerinin pek yufka” olduğunu söylediği (Müslim, I/72; Buhari, IV/1594, 195; Tirmizi, V, 726; Müsned, II/252, 267, 380) ‘Yemen halkının imanı tereddütsüz kabullerine karşı söylenmiş bir övgü sözü.’ (Ayşe Esra Şahyar, ‘İman Yemenlidir, Hikmet Yemenlidir’ Hadisi Üzerine Din, Şehir ve Medeniyet İlişkisi Bakımından Bir Değerlendirme, Hadis Tetkikleri Dergisi (HTD), X/1, 2012, pp. 32) olmasından başka bir şey değildir. İkrime ve Mukatil dedi ki: Yemen’den mü’min ve itaatkar olarak yedi yüz kişi gelmişti. Kimisi ezan okuyor, kimisi Kur’an okuyor, kimisi “Lâ ilahe illallah” diyerek tehlil getiriyordu. Peygamber buna çok sevindi. (Müslim, I/72; Buhâri, IV/1594, 195; Tirmizi, V/726; Müsned, II/252, 267, 380; Ebû Yala, Müsned, IV/384; Taberânî, Müsnedu’ş-Şâmiyyîn, I/283) ve Nasr Suresi nazil olup, ‘Allah’ın yardımı’ efendimize müjdelenince, Allah’ın Resulü şöyle buyurdu: “Allahu ekber! Allah’ın yardımı ve fetih geldi! Yemen ehli geldi. Kalbi mütehassıs bir kavim. İman, Yemenlidir; fıkıh, Yemenlidir; hikmet, Yemenlidir.” (Fahruddin Razi, Tefsir-i Kebir Mefatihu’l-Gayb, XXIII/519) Özetle, “Hz. Peygamber’in güzel tutum ve davranışlarından dolayı sahabilerini takdir edip övdüğü gibi ferdi övgülerin yanında toplu olarak da övdüğü sahabiler vardır.” (Kadir Demirci, İman da hikmet de yemendedir hadisine dair bir inceleme,  Dini Araştırmalar, Ocak – Haziran 2011, Cilt : 14 Sayı : 38, s. 119) ve biri de Yemen’den gelen bu Müslümanlar için söylenmiştir. Ama Dursun’un bu sözü almış ve “imanın ticari ve dini bir merkez olan Yemen kaynaklı olduğu Peygamber de itiraf etmiştir!” şwklinde yorumlayacak kadar uç fikirler ileri sürmüştür! İşin ilginci İslam’da hata arayan oryantalistlerin bile aklına bu fikir hiç gelmemiştir! Bu da bizim ateistlere nasip olmuştur! ‘Çağdaşları Hz Resul’de asla ahlaki bir kusur görememişlerdir! Sabırla katlandığı eziyet ve imtihanlara göğüs gerişi sadece onun kendine ve Allah tarafından verilmiş olan ödevine derin imanıyla açıklanabilir.’ (M. G. Watt, Hz. Muhammed, s. 246) K. Armstrong, Hz Ömer’in Arap  şiirine olan kusursuz  vukufiyetinin altını çizdikten ve “Şairler dilin kusursuz kullanımı konusunda ona danışırlardı.” dedikten sonra “O  öyle bir metne (Taha ve Hadid surelerinin ilk ayetlerine) daha önce hiç rastlamadığından onun olağanüstülüğü karşısında adeta çarpılarak teslim olduğunu” söylemekte ve Kur’an’ın şiir dahil başka insan kaynaklı sözlere benzemediğinin altını şu sözlerle çizmektedir: “Kur’an’ın bu tür bir etkisi olmadan İslam’ın 23 yıl gibi kısa bir sürede kök salmış olması olanaksız görünüyor.” (K. Armstrong, Tanrının Tarihi, s. 196-198) Kur’an, geleneksel geçmişlerinden zorlu bir ayrılmayı olanaklı  kılan güçlü bir duygu darbesi ile insanların uyanmasına neden olmuştur. Dursun gibileri siyasi taktik olarak müşriklerin kullandığı yöntem ve iddialara sahip çıkmaktadır. Bazı kişiler görünüşte Müslüman oluyor, bir müddet sonra İslam’dan döndüklerini açıklıyorlar ve şöyle diyorlardı: “Ben ne öğretip kendisi için yazdımsa Muhammed yalnızca onu bilir, başka bir şey bilmez.” Amaçları Müslümanları dinlerinden döndürmek ve onların şevklerini kırmaktı. Ali İmran, 72: “Kitap Ehlinden bir bölümü, dedi ki: İman edenlere inene  gündüzün başlangıcında inanın, bitiminde ise inkar edin. Belki onlar da dönerler.”  İslam tüm insanlığa gönderilen kuralların genel adıdır: Ali İmran, 84:  “De ki: Biz Allah’a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarına indirilene, Musa’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere iman ettik. Onlardan hiç biri arasında ayrılık gözetmeyiz. Ve biz O’na teslim olmuşlarız.” Bu konu, ‘İslam tüm dinlerin özüdür’ ve ‘Turan Dursun’a cevaplar’ adlı yazılarda ele alınmıştır. Hz. Muhammed’in – haşa- şehvet düşkünü biri olduğu iddiaları haçlı seferleri sırasında batılılarca ortaya atılan  kasıtlı  ve amaçlı iddialardır. (Watt, İslam ve Hristiyanlık, s. 21) Yine oryantalist Ronald Victor Courtenay Bodley de bu tür iddiaları yalanlamakta ve kabul etmemektedir. (Bodley, Hz Muhammed, s. 102) Bunun böyle olmadığını önyargısız Batılı oryantalistler bile görürken yerli ateistlerin bu iddiaya sarılmaları, onların son tahlilde aslında kime hizmet ettiğini göstermesi açısından da dikkate değerdir. Şehvet için evlense idi Hz resul pekala zengin, soyu ve güzelliği ile öne çıkmış Mekke ve Medine’li kızlarla evlenebilirdi. O asla peygamberliği şahsi çıkarı için kullanmamıştır. Mütevazi yaşamı bu iddiaları yalanlamaktadır. Hz Resulun ev hayatı, dar gelirli ve sıkıntılarla iç içe olan bir yaşamdır. Onun hanımları, ağırlarına da gitse, zor da olsa bu yaşam biçimine katlanıyorlardı. Ahzab, 28-29: “Ey peygamber, eşlerine söyle: “Eğer siz dünya hayatını ve onun süslü-çekiciliğini istiyorsanız, gelin sizi yararlandırayım ve güzel bir salma tarzıyla sizi salıvereyim. Eğer siz Allah’ı, Resûlü’nü ve ahiret yurdunu istiyorsanız artık hiç şüphesiz Allah, içinizden güzellikte bulunanlar için büyük bir ecir hazırlamıştır.” Hz peygamber ve ailesi özellikle Medine döneminde devlet başkanı olarak krallar gibi saraylarda ve lüks içinde yaşayabilirdi. Fakat o  inancı gereği Medine’de mescidin bir bölümünde ümmeti ile iç içe ve mütevazı bir yaşamı tercih etmiştir. Bu konularda detay için ‘Oryantalistler ve Hz Muhammed’ ve ‘Hz Muhammed neden çok hanımla evlenmiştir?’adlı yazılarımıza bakılabilir. Suyuti’nin bazı rivayetlerinden hareketle Kur’an’a yapılan saldırılar da vardır. Ama Ö. R. Doğrul ‘un da dediği gibi: Suyuti hadis konusunda şayanı itimat olmadığında ittifak vardır. Buhari gibi muhaddisler, Suyuti’yi tekzip ederler. Bu konuda detay için, ‘İslam alimlerinin objektifliği’ adlı yazımıza bakılabilir. Tarih boyunca olduğu gibi bu günde dünyanın her yerinde -Mezhebi farklılıklara rağmen- bütün mushafların aynı olması, Kur’anın korunmuşluğunun göstergesidir.  Mervan B. Hakem’in  Hafsa’nın yanında olan Kur’an nüshasını o ölünce yaktırmasının sebebine gelince, Hz Osman’ın çoğalttığı mushaf tek lehçede -Kureyş  lehçesine göre- yazılmıştı. ‘İlk mushaf Kur’anı koruma amacıyla yazılmışken, çoğaltma işlemi artık bu aşamayı geçmiş ve lehçede birliği amaçlamaktadır.’Zaten hafızlar varken Kur’an nasıl değiştirilebilirdi ki? Çoğaltılan Kur’an’lar zaten bu Hafsa’nın mushafından çoğaltılmıştı. Hz Hafsa daha sonra da yıllarca bu Kur’anı yanında bulundurmuştur. Bir tek kelime bile değişse -hafızlardan başka- Hz Hafsa buna itiraz etmez mi idi? Hafsa’nın yanındaki Kur’an ile çoğaltılan Kur’an’lar uzun yıllar bir arada olmuştur. 18. yüzyılın sonlarında, Münih üniversitesi 42.000 Kur’an nüshası üzerinde 60 yıl süren bir çalışma yapar. Tüm  mushafların aynı oldukları sonucuna varırlar. (M. Hamidullah, Kur’an-ı Kerim tarihi dersi, s. 9) Kur’an’ın değiştirildiğini iddia eden Dursun’un diğer taraftan Tevrat’ın tahrif edilmediğini savunması hangi tarih ve bilimsel gerçeklerle açıklanabilir? “Kur’an’ın  iç düzeni kitapların değil hayatın iç düzenine benzer. İnsan hayatında olduğu gibi Kur’an’da da iman, ibadet ve ahlaki  yaşantılar  bir bütün oluşturacak şekilde baştan sona serpilmiştir. Kur’an edebiyat değil hayattır, hayat tarzıdır. Kur’an insanı hayatın içinde eğitmeyi amaçlar.” (Aliya İzzetbegoviç, Doğu ve Batı Arasında İslam, s. 23) Detay için, ‘Kur’an’ın kaynağı nedir?’ ve ‘Kur’an’ın aslı yakıldı mı?’ adlı yazılarımıza bakılabilir.

Melek inancı

Ateistlere göre melekler tanrının ortaklarıdır. Rabbin ise kürsüsü, tahtı vardır.
Nahl 49-50: “Göklerde ve yerde olan ne varsa, canlılar ve melekler Allah’a secde ederler ve onlar büyüklük taslamazlar. Üstlerinden (her an bir azab göndermeye kadir olan) Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyi yaparlar.” Melekler ortak değil memurdurlar. Ama asla Rabbimizin kainatı idare etmesi için bir varlığa ihtiyacı yoktur. Bu sadece Rabbimizin kendi seçtiği idare tarzıdır. Yoksa “Her şey O’na muhtac, o kimseye muhtac değildir!” (İhlas, 2) Kur’an’daki arş kelimesi de mecazidir. Yaratılanlar üzerindeki ‘hüküm ve idaresini’ temsil eder. Melek iyiliğin, şeytan kötülüğün temsilcileridirler. Bu konuda, ‘Kur’an’da hitap tarzları’ ve ‘Kur’an ve mecaz’ adı yazılarımıza bakılabilir.

Ahiret

Aydın, ahiret inancının emekçi, dar gelirli ve ezilen kesimin avutulmasına ve uyuşturulmasına hizmet ettiği görüşünü ileri sürerek klasik materyaşist tezi tekrarlar. Halbuki ahiret inancının temel fonksiyonu, dünyadaki ahlak imtihanında ve sorumluluk duygusunun kazanılmasında bir basamak teşkil etmesidir. Ahirete gerçekten inanan insan, davranışlarını seçerken iyi olanı tercih eder. Kaybolmuş cüzdanın sahibini aramak bilimsel ve rasyonel olmayabilir ama ahlaki ve ahiret inancının pratiğe yansıması olması acısından önemlidir. Yurdumuzda hangi şehire gidilirse gidilsin “Kayıp cüzdan bulunmuştur” anonsu duyulabilir. Bunu hangi medeni Batı ülkesinde görebiliriz? Ahiret inancı iddianın aksine direk dünya ile alakalıdır. Yoksa dünyevi sorumlulukların ertelenme nedeni değildir. İsra, 72: “Kim bu dünyada -Haksızlık karşısında veya hakkı savunma karşısında- kör ise, O, ahirette de kördür ve yol bakımından daha ‘şaşkın bir sapıktır.”; Şura, 39: “Müminler haklarına saldırıldığı zaman, birlik olup karşı koyanlardır.” İslam, dünya hayatını iyi ve ahlaki temelli güzelleştirmek için gönderilmiştir ve ahiret inancı da bu değişimin bir parçasıdır. Kur’andaki cennet cehennem tasvirleri müteşabih ayetler grubuna girer. Cennet veya cehennemden daha üst bir makam vardır o da Rızaullah’tır! Tevbe, 72: “Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah’tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” Allah insan ilişkisinde temel etken sevgiye dayanır. Esma’u-l Hüsna’da -99 isimde- iki üç  tane isim (Zalimlere karşı) Kahhar-gazap  ifade eder. Geri kalan tümü,  rıza ve muhabbet  anlamı içerir. İslam’da asıl olan ibadet/ahlak ile dünya ve ahirette mutluluğunu kazanmaktır. İslam ne Yahudilik gibi sadece dünya ve ne de Hristiyanlığın iddiası olan sadece ahiret için çalışmaya dönük bir dindir. Ahiret mutluluğunun ancak dünyayı  güzelleştirmekle mümkün olacağını kabul eden bir dindir. İslam’da ceza da sadece kötülüğün önlenmesinde bir tedbir olarak kullanılır! Unutulmamalıdır ki, ödül ve ceza evrensel bir kabul gören eğitim ilkesidir. Ama belli bir kesimin bilinçaltı,  cezalandırılma duygusu ile hareket edip sadece gazap ayetlerini görüyorsa, bu o bakış açısına sahip insanların kendi iç dünyaları hakkında da bizlere ipuçları verir. Bu aslında, Allah’ın insanların içine koyduğu vicdanın, ateistleri rahatsız etmesinin bir göstergesinden başka bir şey değildir. Bu kesim neden mükafat; cennet, rızaullah ayetlerini hiç göremezler? Sebep suçluluk psikolojisi mi, yoksa  kalplerinin katılaşması mıdır acaba? Bu konu hakkında ayrıca ‘Ahiret, beden, ruh ilişkisi’, ‘Deizm yanılgısı’ ve ‘Allah kalpleri mühürler mi?’ adlı yazılarımızı da tavsiye ederiz. 

Kader

Kader insanı pasifleştirir mi? Böyle bir şey olsa ilk Müslümanlar üzerinde bu etki neden hiç gözükmemiştir? Bilimin gelişmesi ile insanın sınırsız güç ve iradeye erişebileceği iddiası ne kadar mümkündür? Bilim ilerlemeye mi yıkıma mı neden olmaktadır. Bilim sömürü aracına dönüşmüş müdür? İddiaları ile pratiği ne derece örtüşmektedir? Necm, 39: “Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur.”; Tur, 21: “İman edenler ve soyları kendilerini imanda izleyenler; Biz onların soylarını da kendilerine katıp-ekledik. Onların amellerinden hiç bir şeyi eksiltmedik. Her kişi kendi kazandığına karşılık bir rehindir.”; Fussilat, 46: “Kim salih bir amelde bulunursa, kendi lehinedir, kim de kötülük ederse, o da kendi aleyhinedir. Senin Rabbin, kullara zulmedici değildir.”; Şura, 30: “Size isabet eden her musibet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah,) Çoğunu da affeder.”; Ankebut, 41: “İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır.”; Nisa, 79: “Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahit olarak Allah yeter.” Dünyadaki haksızlıklardan dolayı dini sorumlu tutmak sadece “Hedef saptırmaktır!” Kur’an’a göre bütün adaletsizliklerin sebebi, mal biriktirip ihtirasla çoğaltmaya çalışan değersiz insanlardır. Hümeze, 1-3: “O kişinin vay haline ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanıyor.” Tekasür 1-2: “Mal, mülk ve servette çoklukla övünmek, sizi tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi. Öyle ki (bu,) mezarı ziyaretinize (ölümünüze) kadar sürdü.” Bu konularda detay için ‘Kader’, ‘Kötülük/şer Allah’a izafe edilebilir mi?’ ve ‘Allah’ın kalpleri mühürler mi?’ adlı yazılarımıza da bakılabilir.

 Ahlak- hukuk

Ateist yazarlar, İslam’da kadının cinsel meta olarak görüldüğünü iddia ederler. Onlara göre, öbür dünya korkusu ile insanlar sindirilmiştir. İslam’ın köle kavramına bakışı eleştirilir, “Kur’an sadece Arap toplumuna seslenir” derler. Erkeğin kadından üstün kabul edildiği ileri sürer, ‘şeriatın kuralları değişmezdir’ derler. İslam’da hoşgörü ve özgürlüğün olmadığını söyler ve cihadı reddederler. Özel mülkiyeti kabul etmesinden dolayı İslam’ı eleştirirler ve dinsiz de ahlakın olabileceğini iddia ederler. Kısaca onlara göre din karanlık, kötülük ve işkencedir. Sırası ile cevaplara şu başlıklardan ulaşılabilir: ‘Modernizm ve kadın’, ‘Batı medeniyeti’, ‘İslam, kölelik’, ‘ateistlere cevap’, ‘Kader’, ‘İslam’da kadın hakları’, ‘Kur’an’da çelişki yoktur’, İslam fıkhı’, ‘İslam barış dinidir’, ‘İslam savaş hukuku’, ‘dinsiz ahlak olur mu?’, ‘Evrim’, ‘Ateizm yanılgısı’, ‘İdealler ve tarihten pratik realiteler.’ (İslam, kapitalizm ve sosyalizm konusu zamanla eklenecektir, bi-iznillah!) İslam, İnanç, ahlak, ibadet ve hukuk sistemi ile bir bütündür. Önce inanç, sonra ahlak sonra ibadet, hukuk gelir. Mesela, İslam’ın ilk şartı  kelime-i şehadet, tevhitle alakalıdır. Oruç nefse hakimiyet, zekat ise yardımlaşmayı ve sosyal adaleti amaçlar. Hiç bir emir-yasak diğerinden ayrı veya bağlantısız değildir. Ahiret inancı olmazsa, dünyada ahlak, adalet, erdem gibi soyut kavramlar  adına can, malını feda edenlerin davranışları hangi akli ve bilimsel ölçü ile kazanım hanesine yazılabilir? Zekat, kurban, sadaka ile alınteri ile kazanılan malın bir kısmı ihtiyaç sahiplerine verilirken, yerde bulunan bir cüzdanın sahibini aranırken, ahlaksızlık yapma imkanı varken bile bundan uzak durulurken, fakire yardım, mazlumu destek olunurken, tüm bunlar hangi rasyonel ve bilimsel yaklaşımla temellendirilebilir? Tam aksine,  başkasına faiz ile para vermek rasyoneldir ama ahlaki değildir. Dinsiz ahlak ne derece mümkün olabilir? Böyle bir ahlakın normları evrensel olabilir mi? Mesela günümüzde eşcinsellik artık normal hale getirilmeye çalışılan bir cinsel hastalık türüdür. Bunu kabul eden ahlaklı mı olacaktır? Bu yaygınlaşırsa aile ve toplum, nesil nasıl ayakta kalacak ve insanlık nasıl korunacaktır? Asıl sorunda materyalizmin sınırları içinde insanın ahlaklı kalıp kalamayacağıdır. Maide, 8: “Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”;  Nisa, 135: ”Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.”; Leyl, 19-20: “Onun yanında hiç kimsenin karşılığı verilecek bir nimeti (borcu) yoktur.  Ancak yüce Rabbinin rızasını aramak için (verir)”;  Ali İmran, 92: “Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.” İbadetler ilahi bir terbiye metodudur. Ahlakı destekler! Ramazan da topluma hakim olan o  maddi ve manevi havayı hangi materyalist sistem gerçekleştirebilir? Sadaka maddiyata olan eğilimi köreltir, hac birlik ve evrensel kardeşlik bilincini aşılar. Allah gruplaşmayı, parçalanmayı sürekli olumsuzlar, kardeşlik seviyesine varan birlikteliği över Veda hutbesi başta numarasını verdiğimiz ayetlerde bunları hedefler: 3/103, 49/13, 6/159, 42/13,3/105, 9/7 vd.

İslam hukuku

İslam hukukunun en büyük özelliği esnekliğidir.  Konu için “ İslam fıkhı” adlı yazımıza da bakılabilir. Nisa, 58: “Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor! Doğrusu Allah, işitendir, görendir.”; Ali İmran, 108: “Bunlar sana hak olarak okumakta olduğumuz Allah’ın ayetleridir. Allah, alemlere zulüm isteyen değildir.”; Bakara, 185: “Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez.”; Maide, 6: “Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.”; Lokman, 20: “Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip-tamamlamıştır.”; Ali İmran,  159: “İş konusunda onlarla istişare  et.”; Şura, 38: “Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında danışarak yaparlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler.”; Şura, 15:” Emrolunduğun gibi doğru bir istikamet tuttur. Onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Ve de ki: Allah’ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adaletli davranmakla emrolundum.”; En’am, 152: “Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiç bir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah’ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.”; Bakara, 188: “Birbirinizin mallarını haksızlıkla yemeyin ve bile bile günahla insanların mallarından bir bölümünü yemeniz için onları hakimlere aktarmayın.”; Ali İmran, 130: “Ey iman edenler, faizi kat kat arttırılmış olarak yemeyin.”; Nisa, 2: “Yetimlere mallarını verin ve murdar olanla temiz olanı değiştirmeyin. Onların mallarını mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu, büyük bir suçtur.”; Şura, 40: “Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür.Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah’a aittir. Gerçekten O, zalimleri sevmez.”; Maide, 1-2: “Ey iman edenler, sözleşmelerinizi yerine getirin  Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoyduklarından dolayı bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah’tan korkup-sakının.”; Fetih, 17: “Kör olana güçlük (sorumluluk) yoktur, topal olana güçlük yoktur, hasta olana da güçlük yoktur.”; Bakara, 173: “O, size ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı kesin olarak haram kıldı. Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtaç kalırsa, taşkınlık yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla (ölmeyecek oranda yiyebilir), ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.”; Maide, 3: “Kim ‘şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla  karşı karşıya kalırsa’ -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”Kur’anda 228 ayet hukuki talimatlara ayrılmıştır. 70’i  aile, 70’i  medeni hukuk, 13’ü yargılama, 10’u anayasa, 10’u ekonomi, 25’i uluslararası ilişki, 30’u ceza hukuku. Tüm bunların amacı ise  ahlaka dayalı bir toplum düzeni inşa etmektir. “ İslam’da kadın hakları”  konusu dışında son yüzyılda gerçekleşen cinsel devrimle birlikte batıda genellikle çıplaklığı, özelde kadınların bedenlerini cinsel cazibe uyandıracak şekilde fütursuzca sergilemeleri, bir marifet gibi medeni olmanın ölçüsü haline getirilmiştir! Çıplaklık bir özgürlük  kullanımı mı yoksa  kadının kişiliğini , insanlık onurunu ve kadınlığını tahrip eden, onu sadece erkeğin cinsel arzularına hitap eden bir metaa dönüştüren bir tutum mu olduğu, ciddi  şekilde tartışılması gereken bir sorundur. Detay için, ‘Modenizm ve kadın’, ‘Batı medeniyeti’ adlı yazılarımıza bakılabilir.

İslam iktisadı

İslam iktisadı denince öncelikle akla İslami metafizik ve ahlaki değerlerin hakim olduğu bir iktisadi yapı gelmelidir! Bu yapıda; Her şeyin asıl sahibi Allah’tır. İnsanın mülkiyeti sadece “emanet sahipliğinden” ibarettir. Mala aşırı tutku aldanıştır. Maide, 17: “Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah’ındır; dilediğini yaratır. Allah her şeye güç yetirendir.”;  Hümeze, 2-4: “Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanıyor. Hayır; andolsun o, ‘hutame’ye atılacaktır.”; Haşr, 7: “Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet olmasın.”; Bakara, 3: “Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.” Kur’an’da mülkün kazanılması ile sabır, şükür, çömertlik, iyilikseverlik, dostluk, dayanışma, huzur  gibi ahlaki değer ile zekat, sadaka, infak, helal kazanç hatta namaz gibi ibadetler arasında  yakın alaka vardır. Tüm bunlardan asıl gaye ise ‘Erdemli insan’ yetiştirmektir. İslam zorlama ile yapılan imanı geçerli kabul etmez. Allah yoluna güzel öğüt ve hikmet ile çağırma emredilir. Nahl, 125: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.”; İsra, 29: “Ve de ki: “Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin.”; Yunus, 99: “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü’min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın?”; Gaşiye, 21: “Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın.”; Bakara, 256: “Dinde zorlama (ve baskı) yoktur.  Şüphesiz, doğruluk sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.”

Cihad

Bakara, 190: “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez.”; Enfal, 61: “Eğer onlar barışa eğilim gösterirlerse, sen de ona eğilim göster ve Allah’a tevekkül et. Çünkü O, işitendir, bilendir.”; Hac, 39-40: “Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla, onlara karşı savaş açılana (mü’minlere, savaşma) izni verildi. Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye güç yetirendir. Onlar, yalnızca; “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır.”; Tevbe, 36: “Gerçek şu ki, Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah’ın kitabında on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte dosdoğru olan hesab (din) budur. Öyleyse bunlarda kendinize zulmetmeyin ve onların sizlerle topluca savaşması gibi siz de müşriklerle topluca savaşmayın. Ve bilin ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir.”; Nisa, 75-76 : “Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz . İman edenler Allah yolunda savaşırlar; inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır.”; Bakara, 192: “Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir.”; Ankebut, 46: “İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, Kitap Ehliyle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: “Bize ve size indirilene iman ettik; bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuz.”; Mümtehine, 8-9: “Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için arka çıkanları dost edinmenizden sakındırır. Kim onları dost edinirse, artık onlar zalimlerin ta kendileridir.” Batının reformları ve aydınlanma çağı adını verdiği süreç devamlı olarak ateist yazarlarca övülür ve örnek gösterilir. Halbuki Hristiyanlık tecrübesinin İslam ile özdeşleştirilmesi yanlıştır. Çevre kirliliği, ırkçılık, silahlanma, tüketim çılgınlığı, açlık, iki dünya savaşı, gelir dağılımındaki adaletsizlik gibi hususlarda hep bu bilim/aydınlanma çağının sonuçlarıdır. İnsanlar tanrısızlık adına birçok kötülükler yapmışlardır. Sadece din adına mı savaşalar yapılmıştır? Bu konuda, “İslam barış dinidir.” ve “İslam savaş hukuku” başlıklı yazılarımız tavsiye ederiz. Modern Batılı araştırmacı Leslie Lipson’un da ifade ettiği gibi, İslam inançlarında, Hıristiyan teolojisinde bulunduğu türden, Tanrı’nın insan biçiminde, bakireden doğma bir oğulun babası olması ve onun yeniden dirilmesi hikayesine, üçlü birlik kavramı gibi doktrinlere, İsa’nın yaşamını ve ölümünü kuşatan mitlere vs. yer verilmez. Batı felsefesinde insan hakları tanrıya ve kutsala karşı bir bağlamda ancak gelişebilmiştir. İslam’da ise tersi bir durum söz konusudur.

Gelen mesaj ve cevabımız: Arkadaşlar kesin bilgi yayalım. Eğer bu siteyi Kur’an ve yöneten arkadaşlarımız objektif olsalar idi yazarların karakterlerini değil; kitaplarında İslam dini ile ilgili bilgileri ve kaynakları kontrol edip bu kaynakların doğru olup olmadıklarını araştırırlardı. Ayrıca eğer ellerindeki bilginin, inandıkları şeyin doğru olduğundan emin olsalardı (yani korkmasalardı) arkadaşlar o kitapları da okuyun Kur’anı da okuyun, karşılaştırın derlerdi. Eğer gerçekten korkmuyor iseler, bu mesajı yayınlarlar. Ve o kitaplarda geçen; İslam ile ilgili tek bir örnek vereyim bununla ilgili objektif ve lafı eveleyip gevelemeden bir cevap verebilirler mi görmek isterim. Kur’an’da geçen (Nisa 34) Erkekler, kadınlardan üstündür, çünkü Allah onları birçok şeylerde kadınlardan üstün etmiştir, çünkü onlar, kadınları, mallarıyla geçindirirler, doyururlar; iyi kadınlar da itaatli olurlar ve Allah, onların hakkını nasıl korumuşsa onlar da, kocaları yanlarında olmasa bile, iffetlerini korurlar. Kadınlarınızın serkeşliğinden korkunca onlara öğüt verin, onları yatakta yalnız bırakın, dövün onları. Fakat itaat ettikleri takdirde de aleyhlerine bir sebep araştırmayın, şüphe yok ki Allah çok yüce ve büyüktür. Şimdi bunda ne var diyeceksiniz. O zaman şunu soruyorum: Hatice’nin sahip olduğu mal varlığı ile Muhammed Peygamberi geçindiriyor olması onu Muhammed veya erkeklere göre üstün kılmaz mı? Muhammed Peygamberi doyuran Hatice değil midir?

Cevap: Karakteri üzerinden efendimize saldıran eserlerin yazarlarını bu sav ile mi korumayı düşünüyorsun Mustafa arkadaş? Aslında paradoksa düşmedin mi? Bu çalışmamız zaten ateistlerin fikirlerini çürütmektedir. 30 küsür yıldır ateist/oryantalist eser, makale, yazıları okurum. Zaten burada da önce iddialarını verip sonra cevaplamakta değil miyiz? Ayrıca bu ateist yazarlar efendimizin şahsına o kadar hakaret ederken aklınıza gelmeyen bu hümanist yaklaşım, ateist yazarlara çamur atınca değil; gerçeği dile getirince mi birden aklınıza düştü? Yine savunduğunuz ateist yazarlar gibi, biz kendilerine hakaret etmedik, iftira atmadık ama onlar efendimize, hem de en olmadık isnatlarla iftira attılar! Ayetler geçmiş gelecek tüm insanlığa hitap eder ve ona göre hüküm bildirir. Efendimize hitap eden ayetlerin bile amacı ümmete hitaptır. Bu konu, ‘ateistlere cevap’ adlı yazımızda ele alındı! Bu ayetin amacı da genele hüküm vermektir. O hüküm de 1400 senedir uygulanmaktadır! Ayette “Allah’ın, (iki cinse) birbirinden farklı özellik ve lütuflar bahşetmesi ve mallarından harcama yapmaları sebebiyle” erkekler kadınlardan sorumlu tutulmuştur. Erkeklerin bazı özellikleri ‘ve’ ekonomik sebepler ayette sıralanır. Ayrıca meali de yanlış verdiniz. Diyanet meali: “Allah’ın, (iki cinse) birbirinden farklı özellik ‘ve’ lütuflar bahşetmesi ve mallarından harcama yapmaları sebebiyle erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar. Sâliha kadınlar Allah’a itaatkârdır; Allah’ın korumasına uygun olarak, kimsenin görmediği durumlarda da kendilerini korurlar. (Evlilik hukukuna) baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.” Sadece mal sahibi olmak söz konusu değildir ayette! Verdiğin örnek üzerinden konuşursak; Sermaye Hatice annemizden emek efendimizdendir. Çalışan da efendimiz idi, evlenirken mihir verende, aileyi her türlü tehlikeye karşı koruyan da! Hatice annemizden önce de efendimiz ticaretle uğraşırdı evlendikten sonrada! Yani evi geçindiren ve sermayeyi artıran efendimizdir! Bu konuları ele aldığımız “İslam’da kadın hakları” ve “Hz Muhammed neden çok hanımla evlenmiştir?” adlı yazıları ayrıca tavsiye ederiz. Aslında sizin sorunuz bile, Kur’an’ı Hz Muhammed’in yazmadığının delili değil midir? Kendi yazdığı (!) bir kitaba kendi geçmişi ile çelişen bir hükmü kural olarak neden koyar ki? Demek ki tüm ithamınız mesnetsiz, temelsiz ve tarafgirlik dolu! Kısaca, o kadar da korkutmadı bizi yazdıklarınız. Zaten korksa idik, 30 küsür senemizi bu yola verip bir de üstüne “önce ithamları sonra cevapları” yayınlamaz idik! Korkusuz ve tarafsız kalmanın formülü ile bitirelim: Lâ ilahe ‘illâ’ ALLAH!

Soru: Aynı köşeyi Arif Tekin için de ayırabilir misiniz. Özellikle Kur’an’ın kaynağı konusuna.Yazarın alıntıladığı kaynaklardaki olayların aslı astarı nedir cevaplarsanız sevinirim

Cevabımız: Halit kardeşim, Arif Tekin’in iddiaları Turan Dursun’unkilerin yanında çok hafif kalıyor. Yazdıklarında (Kur’an’ın kökeni, efendimiz ve hanımları, Sümerler vs.) klasik materyalist felsefeye oryantalist iddiaları ekleyip hayal dünyası ile süslemekten başka bir şey değil!  Ama onları da aşmış bu arada: Zamanında yaşayan müşrikler ve yüzyıllardır İslam’da hata arayan oryantalistler, Kur’an’a ‘kaynak’ iddiasında o kadar çok farklı ve çelişkili iddialarda bulundular ama gelin görün ki, hepsinin atladığı (!) bir (başka ve asıl) kaynağı Arif arkadaş, 1400 sene sonra fark edip gün yüzüne çıkarıyor! Önce karar verip sonra delil bulma gayretlerini oryantalistler çok yapar ama Tekin hepsini sollamış gözükmektedir. Kur’an’ı Hz Muhammed mi yazmıştır? sorusunun cevabı, “Kur’an’ın kaynağı nedir?” adlı yazımızda ele alıp işlenmiştir. Gelelim yazının kaynakları sorunuza: Sadece Zeyd’in Süryanice öğrenmesi konusunu sana açıklayacağım, yazarın hayal gücünün sınırsızlığının buradan anlaşılacağını umuyorum. 35 yaşında ümmi olan (Delilleri ile ‘Ümmi peygamber’ başlığı altında konu ele alındı) Hz Muhammed, Kabe’de Süryanice kitap buluyor ve bu Kur’an’ın kaynağını oluşturuyor?! Müşriklerden gizlice (!) elde ettiği ‘Kabe’deki’ bu kitabı Arapça okuma bilmeyen peygamber, Süryanice olarak okuyup, Kur’an’ın temellerini atıyor. Öyle gizli ki bu kitap, efendimizin vefatında uzun yıllar sonra bu kitaptan, hem de İslam tarihi yazan Müslüman yazarlar bahsedilebiliyor?! Peki, o zaman Zeyd’den neden Süryanice öğrenmesini istiyor Efendimiz? İfşa olmamak için tersi olması gerekmez miydi? Peygamberimiz Zeyd’den Süryanice öğrenmesini istemiştir, bu doğru ama Kur’an’ın kaynağının Süryani eser olduğu iddiası nasıl gerçek olsun, çünkü Efendimiz Zeyd’den Süryanice öğrenmesini ‘Medine’de’ istemiştir! (Tirmizi, İstizan: 22; Ebû Davud, İlim: 2; Müsned, V/136) Peki Zeyd ne zaman okuma yazma öğrenmiştir? Meşhur Bedir savaşında (624) esir alınanlardan (Tabakat, II/22; DİA, XXIX/5) öğrenmiş, daha sonra vahiy katibi olmuştur! Ne yani, Mekke’de 13 sene Efendimiz kime ne anlatmıştır? Medine’ye hicrette uydurduğu (!) dinin kurallarını, tercüme ettirerek peygamberliğinin son birkaç senesinde mi ortaya koymuştur? O zaman süryaniler neden bu dine koşarak gelmemişlerdir, neden onlar, ‘Ama bu inanç siztemi bizimkilerle aynı’ dememiştir?! Sorular çok! ‘Kur’an’ın kaynağı nedir?’ adlı yazımızda bize gelen bir soruya, “Sayın Çelen” diye başlayan cevabımızın soru kısmı yine Arif Tekin’in bir iddiasına cevabı içerir. İsteyen bu yazarın hayal dünyasına bir örneği de orada bulabilir.

 

ilhanarsel-turandursun-eaydin-stan-1

 

2 Comments