Oryantalistler ve Hz Muhammed (sav)

BU AÇIK SÖZLÜLÜK, ÖZ GÜVEN VE ALLAH’A OLAN İTAAT-BAĞLILIK, BU KİŞİ Mİ YALANCI (!)
“Size ben, “Allah’ın hazineleri yanımdadır”, demiyorum; gaybı da bilmem. “Ben bir meleğim” de demiyorum. Sizin hor gördüğünüz kimseler için, “Allah, onlara asla hiçbir hayır vermez” de diyemem. Allah, onların içlerindekini daha iyi bilir. Böyle bir şey söylersem, o zaman ben gerçekten zâlimlerden olurum.” ( Hud, 31); “İslam’ı inkar edenler, “Bundan başka bir Kuran getir veya bunu değiştir.” dediler. De ki: Onu kendiliğinden değiştiremem, ben ancak bana vahyolunana uyarım.” (Yunus, 15); “Gözlerin, dünya hayatının süsünü isteyerek Müminlerden başka yana sapmasın. Nefsinin arzusuna uyan kişiye itaat etme.” ( Kehf, 28,29)
“Oryantalistler, dönemin ruhuna, ideolojilerine, inançlarına göre, oldukça fazla fantaziler, ideolojiler, tiplemeler üretmiştir ki, bunlar gerçek tarihteki İslam peygamberi değildir.” ( M. Di Cesari, The Pseudo-historical Image of the Prophet Muhammed in Medieval Latin Literature, De Gruyter 2012, Giriş, VII)
Anton Wessels: “Biz batılılar, Ortaçağlardan bu yana bize sunulan ( genelde negatif) bir Muhammed imajına sahibiz. Yapılan tasvirlerin gerçek kaynaklara dayanmayıp, temel olarak apolojetik/polemik bir amaca hizmet ettiği çok açıktır.” ( A. Wessels, Modern Biographies of the Life of the Prophet Muhammad in Arabic, Islamic Culture, XLIV/2, 1975, s. 99-105) İslam düşmanı Rudi Paret Hz Muhammed’in, “İnsanî büyüklüğünü kabul eder, gururdan tamamı ile uzak olduğunu” kabul eder. (Kur’an üzerine makaleler, s. 119,137)
“Hz Muhammed’in hayatı çok az insanın dayanabileceği mücadele ve zorluklarla geçmiştir. Kendisi saraylarda yaşanmamış, içkili eğlence partileri düzenlenmemiştir.” ( Selçuk Kütük, Deizm, s. 263)
“Hz Muhammed’in hayatının yarısı açlıkla geçmiş ve hiçbir zaman servet sahibi olmamıştır.” (Ey misyonerler cevap verin, Adnan Şensoy, s. 113 )
“Medine’ye göç ederken ona zulmeden insanlardan bazılarının emanetleri hala kendisindeydi.” (Cüneyt Avcıkaya, Kolaycılığa kaçmanın adıdır deizm, s. 106 )
“Peygamberimiz kıyametin ne zaman kopacağını bilmediğini Kur’an’da açıkça ilan etmektedir. (Ahzab, 63) Aynı şekilde ruh hakkında da kendisine sorulan sorulara pek az bilgiye sahip olduğu şeklinde cevap vermiştir.” ( İsra, 85) Günümüze kadar bile hala içeriği çözülemeyen bu konularda zaman kazanacak cevaplar verip neden rakiplerini susturmamış, ellerine koz vermiştir?
Tevbe 43. ayet: ‘Allah seni af etsin…Onlara niçin izin verdin?’ mealindeki ayet ile Hz Muhammed’in yaptığı bir yanlışlık gözler önüne serilmektedir. İsra, 73: Allah, Hz Peygamberin müşriklere az da olsa bağlanma tehlikesi geçirdiğini beyan etmektedir. Ahzab, 37: ‘İnsanlardan korkuyordun.’ demektedir. Hz Peygamber kendisine gelen vahye müdahale bile edememektedir. Kuran’ı Hazreti peygamberin kendisi yazsaydı, niçin Hz Peygamber içinden geçirdiği böyle olumsuzluğu deşifre ederek kendini sabote etsin? İsra, 86. ayette, “Dileseydik sana vahiy ettiğimizi kesinlikle gideririz.” denmektedir. Davasını şahsi menfaatler elde edebilmek için insanlara kabul ettirmeye çalışan bir insanın kitabına, ‘dileseydik sana vahiy ettiğimizi gideririz’ şekilde bir cümle yazmasındaki sebep nedir. Abese, 1. ayet: Hz Peygamber yanlış bir hareket yapmıştır ancak O sadece bir an için boş bulunarak bu durumdan ortamdan rahatsız olmuştur. Ama hemen Allah’tan adete azar işitmiştir. Bir anlık dalgınlıkla verdiği böyle bir tepkiden ötürü kimse kendi kendini bu şekilde eleştiremez. Böyle tenkit insan psikolojisine tamamen aykırıdır. Kasas, 56. ayette Allah, ‘Kendi izni olmadıkça Hz peygamberin bile kimseyi hidayete erdirmeye gücü yetmeyeceğini’ bildirmektedir. Kendini lider, önder yapmak için Kuran’ı yazdığı iddia edilen bir kişi, “Sizi cehennemden kurtaran benim.” neden dememiştir?
Uhud savaşında Hz Hamza şehit edilir. İşkence yapılır, çiğeri çıkarılır, kulak ve burnu kesilir. Hz Muhammed buna çok üzülür ve aynısını onlara yapacağını söyler. ( Vakıdi, I/290; İbni Hişam, II/95; Taberi, II/528) Ama nazil olan bir ayetle ( Nahl, 126) intikam yasaklanır. Hz Muhammed kendini zora sokacak ve intikamını alma sözünü geri aldırtacak ayeti neden Kur’an’a yazsın?
Yazdığı (!) esere bu ayetleri neden eklesin? : “Hiçbir şey hakkında sakın ‘yarın şunu yapacağım’ deme! Ancak, ‘Allah dilerse, inşallah yapacağım’ de. Unuttuğun zaman Rabbini an ve ‘Umarım Rabbim beni, doğruya daha yakın olana eriştirir’ de.” (Kehf, 23-24); “ Eğer, biz sana sabır vermeseydik, neredeyse sen onlara birazcık meyledecektin. O takdirde, muhakkak hayatın da, ölümün de azabını sana kat kat tattırırdık. Sonra, bize karşı kendin için hiçbir yardımcı bulamazdın.” (İsra, 74-75)
Kur’an’da Hz Muhammed’in bazı hataları da düzeltilir. Kitabı uydursaydı, kendisi ile ilgili inanılmaz insan algısı oluşturmak için Kur’an’ı kullanması beklenirdi. 197 Abese:3, 7, 10: Tevbe, 43; İsra, 73-74; Enfal, 63 gibi Kur’an’daki ayetler Hz Muhammed’in hataları söyler ve Kur’an ile ikaz edilen bir beşer olduğu ortaya çıkarılır. (Caner Taslaman, Neden Müslümanım? s. 198) Hz Muhammed, Allah’ın elçiliği vazifesine sıfırdan başlamıştır. İlmi, siyasi güç, insan kaynağı ve ekonomik güç açısından, hepsinden sıfırdan görevine başlamıştır. Hz Muhammed’in yaşadığı bölgede ve dönemde bir felsefe okulu yoktu. Bir gözlemevi evreni anlama çabası da yoktu. (s. 171) Hz Muhammed’in yaşadığı bölgede devlet tanımına uygun bir siyasi yapı da yoktu. Hazreti Muhammed’in düşmanları bu ‘Kur’an şehrin ileri gelenlerinden birisine indirilseydi ya’ (Zuhruf, 31) demişlerdir. Hz Muhammed, sıfır noktasındaki bir yetim olarak vazifesine başlamıştır. O dönemki Araplar dinlerine bağlı cahil bir toplum idiler. Hz Muhammed radikal bir dönüşüm gerçekleştirmiştir. (s. 172) Lamartine, ‘Eldeki araçların kıtlığı, ulaşılan sonucun muazzamlığı bir kişinin dehasının ölçüleri ise, tarihteki hangi insan Muhammed’e bu hususta kafa tutabilir?’ demektedir. ( Histoire de la Turquie, I/112) Kur’an tüm evrenin sonunun geleceğini iddia eder, bu iddianın bilimsel açıdan doğruluğu Hz Muhammed’in döneminde anlaşılamamıştır. Birçok kimse, Hz Muhammed ile alay etmiştir, menfaat için yalan söyleyen bir kimsenin böyle bir iddiada bulunması değil, bulunmaması gerekir! Bu bilgileri başkasından aldığı iddiası da geçersizdir. (s. 177) Birçok zaferine rağmen sade yaşantısından vazgeçmemiş, yaşamını değiştirmemiştir. (s. 190) Hindistanlı psikolog ve felsefeci Koneru R. Rao, ‘Şartlar değişti ama Allah’ın elçisi değişmedi, zenginlikte ve yoksullukta aynı kişiydi, aynı karakteri sergiledi.” Demektedir. (Rao, Muhammed the Prophet of Islam, s. 24) O hasırda uyumuş, elbiselerini yamamış ve ‘ben kral değilim, sadece sizden birisiyim’ diyerek (Beyhaki,Delailü’l-Nübüvve, I/274) sıradan bir yaşamı tercih etmiştir. O, en güçlü zamanında üstün cesaret ve fedakarlık, en güçlü zamanında örnek tevazu ve sadelik göstermiştir. Tüm bunlar menfaat elde etmek için, insanları aldatan veya akıl sağlığı normal olmayan birisinin benimseyeceği davranışlar değildir. Hz Muhammed aynı zamanda ilettiği mesajın titiz bir uygulayıcısı idi. (s. 192) Kur’an’da Hazreti Muhammed’in ismi 4 kere geçer, buna karşılık Hz Musa 136, İsa 25 kere geçer. Hz Muhammed’in babasından ve annesinden Kur’an’da hiç bahsedilmez. Hz İsa’nın annesi hazreti Meryem’in ismi Kur’an’da 34 kez geçerken çok sevdiği eşi Hz Hatice’nin ve oğlu İbrahim’in küçük yaşta ölümü onu çok üzer ama bunlar Kur’an’da yer almaz. Çünkü Kur’an şahıs değil Allah merkezidir. Peygamberler sadece mesajın aracıları olarak kitapta yer alır. (s. 195) Kur’an’da Hz Muhammed’in bazı hataları da düzeltilir. Kur’an ile ikaz edilen bir beşer olduğu ortaya çıkarılır. (s. 198) Muhammet din uydursaydı, kendi ait olduğu cinsi ve sınıfı kayıran, ayrıca İslam’ın ilk muhataplarının ileri gelenlerinin rahatça kabul edeceği bir din uydurması gerekirdi. (s. 305)
“Bütün bu eziyetlere tahammül edemezdi. Çirkin ve ağır muamelelere sabredemezdi. İslamiyet’e davetten önce herkes ona saygı gösterirdi. Bu sebepten sosyal statüsü büyük idi. Hatice’ül Kübra’nın servetiyle ticarete başlamıştı, bununla da, büyük bir servet elde etti. Ömrünün sonuna kadar bu servetle rahat geçinebilirdi. Kendisini bütün bu eziyetlere sokmaya lüzum yoktu. Peygamberliğini ilan ettiği zaman birçok düşmanlar ortaya çıktı. Akrabalarından birçok düşmanlar edindi. Eğer onun daveti Allah’ın emriyle olmasaydı, bir insan olarak bütün bu eziyetlere ve zahmetlere katlanamazdı. Amcaları ve yakınları, “sen bizim milletimizin arasına ayrılık soktun, cemiyetimizi birbirine düşürdün, bu işten maksadı nedir? Maksadın mal toplamaksa, eğer riyasete geçmek istiyorsan…hepsini verelim.” Cevap, “ben menfaat için sizleri davet etmiyorum.” (Operatör Doktor Mehmet Ali Derman, Çürütme (reddiye), s. 38-39) “Bütün Arabistan kendisine itaat ettiği halde, evinin bütün işlerini bizzat kendisi görürdü. Elbisesinin söküklerini bile kendi dikerdi. Yemeğini hizmetçi ile birlikte yerdi. Muhammed’in kurduğu birlik Bizans imparatorunu hezimete uğrattı. İran saraylarını yok etti. Zerdüşlü tarumar etti.” (Operatör Doktor Mehmet Ali Derman, Çürütme (reddiye), s. 79)
Hz Peygamber salt lider gibi davransaydı, 10 yıl kendisine zulmeden şehrinden ayrılmasına sebep olan, hicret ettiğinde de kendisini rahat bırakmayan Mekkeli müşriklerden İntikam alırdı. (Prof. Cağfer Karadaş, Kafama takılanlar 2, s. 109 )
Resulü Ekrem Efendimiz, aşırı sevgiden dolayı kendisine secde etmek isteyen bir kimseye sert tepki göstererek izin vermemiştir. (Ebu Davut, Nikah, 40)
Şu ayetlerdeki samimiyet, dürüstlük, davaya bağlılık ve içtenliğe bakar mısınız? “De ki: “Ben kendim için, Allah’ın dilediği dışında ne bir fayda elde edebilirim ne de zarardan kurtulabilirim. Eğer gaybı biliyor olsaydım elbette bundan çok faydalanırdım, başıma kötülük de gelmezdi. Ben yalnızca inanan bir toplum için uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” (A’raf, 188)
Ebu cehil Hz Muhammed’e, ‘Biz seni yalanlamıyoruz. Fakat senin getirdiğin şeyleri yalanlıyoruz.’ demiştir. (Taberi, tefsir, III/246; Tizmizi, Tefsiru Sure 6) Kavmi, Hz Muhammed’e Emin lakabını vermiştir. (Kadı Iyaz, eş-Şifa bi Tarifi Hukukil-Mustafa, I/270) Peygamberliğini ilk açıkladığında, ‘Size dağın arkasında düşman var desem inanır mısız?’ diye sorunca, ‘Evet, Biz senin doğruluğunu tasdik ederiz. Çünkü şimdiye kadar sende doğruluktan başka bir şey görmedik. Sen yanımızda yalanla itham edilmiş bir insan değilsin’ demişlerdir. Ama onları İslam’a davet edince de hemen onu akılsızlıkla itham etmişlerdir. (İbn Sa’d, Tabakat, I/199-200; Buharî, Sahih, III/171: Müslim, Sahih, I/133-135; Taberî, Tarih, II/ 216) Peygamberliği kabul etmeyenler hatta ona düşman olanlar bile mal ve kıymetli eşyalarını kendisine teslim ediyorlardı. Hatta hicret ettiği gece bütün bu emanetleri alıp gitmek yerine, Hz Ali vasıtası ile sahiplerine teslim etmiştir. (İbni Hişam, Tarihun-Nebeviyye, II/485, 493)
“Muavviz kızı Rubeyyi’in düğününde küçük kızlar def çalarken şöyle derler: ‘Aramızda yarın ne olacağını bilen peygamber var.’ Peygamberimiz hemen müdahele eder: Böyle demeyin! ( Buhari, Megazi, 12;İbni Mace, Nikah, 21) “Ben resulullah olduğum halde akibetimin ne olacağını bilemem.” (Buhari, Cenaiz, 3); “Bilin ki, sizden hiçbiriniz ameliyle kurtulamaz. Sen de mi (amelinle kurtulamazsın) yâ Resûlallah? “Evet, ben de. Eğer Rabbim beni katından bir rahmet ve lütufla kucaklamazsa.” (Buhârî, rikâk 18; merdâ 19; Müslim, münâfıkîn 71-78)
Bu özellikler efendimizde olmasa idi zaten “Birbirini boğazlayan çöl bedevilerinin, gerçekten değerli ve mert olmayan bir insanın emrine girmesi mümkün olmazdı.” (Carlyle, Peygamber, Kahraman Muhammed, s. 40) İslam düşmanı Leone Caetani bile itiraf etmektedir ki, ”Ebu Bekir, Ömer, Abdurrahman b. Avf, Ebu Ubeyde b. Cerrah, said b. Ebi vakkas devirlerinin hiç şüphesiz en büyükleri olan bu zatlar, onun yalanlarını anlamayacak kadar kör ve idraksiz olduklarına ihtimal verilebilir mi? Hayatının son gününe kadar etrafındakilerin ona muhabbet ve sadakatleri arttı.” (Caetani, İslam tarihi, VII/370-373)
Arkadaşları Mekke’yi terk edip hicret ederken, yalnız kendisini, Hz Ebu Bekir ve Ali ile birlikte Mekke’de kalmaya zorlayan, Medine’ye davet edildikten sonra 2,5 ay daha kâfir ve düşmanları arasında kendisini bekleten ne idi? Neden önden gidip canını kurtarmamıştır? (A. Hatip, İddialara cevaplar, s. 68) Eğer peygamber yalancı olsa idi, bu kadar zorluk ve eziyetlere neden katlansın? Onun doğruluğunun en açık delili, gerek güçsüz gerek güçlü zamanlarında ardı arkası kesilmeyen sıkıntılara rağmen inancına sadakatle bağlılığını sürdürmesidir. O, bu yoldan asla dönmemiştir. (Abdülaziz Hatip, Kur’an ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 70)
Bazen en şiddetli ihtiyaç duyduğu zamanlarda, çok istediği halde vahye mazhar olamamıştı, demek ki bu tercih meselesi, seçilebilecek bir durum söz konusu olmayan bir hal idi. (Draz, en-nebeül-Azim, s. 63)
İlk vahyin gelişinden sonra uzun süre Hz Cebrail ikinci vahyi getirmedi. Bu üzüntülü ve ıstıraplı bir zamandı. (Buhari, 91/1; M. Hamidullah, Le Prophete de l’Islam, I/89) Bu süreyi fırsat bilen kavmi kendisine eziyet etmiş – hâşâ- şeytanının kendisini terk ettiğini iddia etmişlerdir. (A. Hatip, İddialara cevaplar, s. 90) Hz Muhammed yalancı olsa neden kendisine geldiğini ileri sürdüğü vahyi kesintiye uğratsın? Bu işin düzmece olduğunu bildiğine (!) göre, bu kadar neden etkilensin?
Kur’an, peygamberimize hitap ederken özel duygularını da topluma ilan eder. ‘Güzellikleri hoşuna gitse de, bundan sonra başka hanımlar alman sana helal değildir.’ (Ahzab, 52) Kendi yazdığı kitapta karşıtlarınca kullanılabilecek -hatta günümüzde bile hala saldırı için kullanılan- ‘güzellileri hoşuna gitse de’, gibi hitapları neden eli ile kitaba eklesin? ‘Ey peygamber eşleri, dünya süsünü istiyorsanız gelin sizi boşayayım’ mealindeki ayet (Ahzab, 28-30) Bu ayet indiğinde peygamberimiz nerede ise bütün Arabistan’a hâkimdi. Vahiy peygambere eskisi gibi sadelik içinde yaşamasını tebliğ etmektedir. Bu emir, dünya hayatına düşkün, servet peşinde koşan bir maddeperest tarafından yazılmış olabilir mi? “O, gösterişten uzaktır, elinde olduğu halde mal mülk edinmemiş, ipek giymemiş, basit bir evde yaşamıştır.” (Afif A. Tabbare, Ruhu’d-dini İslam, s. 454) Oryantalist F. Babinger de peygamberimizin mal ve servete değer vermeyen bir zahid olduğunu itiraf etmiştir. (Ekrem Sarıkçıoğlu, Batı dinler tarihinde İslam, s. 220)
Bir insan düşünün tüm Arabistan’ı alıyor ve sonra insanlara, ‘Bu benim eserim değil, ben ona bir şey eklemedim.’ diyor! (Muhammed Abdülazim Zerkani, Menahilül-irfan fi ulumil Kur’an, II/403-404) Hâlbuki insan fıtratı kendisini ebedileştirecek, sonsuzlaştıracak şeyleri sevmeye meyillidir. O ise, ısrarla insanlara, Kur’an’ı işaret eder. Eğer Kur’an, Muhammed’in eseri olsa idi onunla peygamberliğini değil, kendi –haşa- ilahlığını ilan ederdi. (A. Hatip, İddialara cevaplar, s. 100)
Müşrikler Kur’an’da bazı değişiklikler yapmasını isterler. Kur’an, O’nun sözü olsa bazı tavizler verebilirdi. “De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edecek olursam, elbette büyük bir günün azabından korkarım.” (Yunus, 15-16)
Peygamberimiz uykudan kalktığında, yatağa girdiğinde, yağmur yağdığında, yolculuk anında, savaşta, barışta, yni elbise aldığında, tuvalete girerken, çıkarken… Hep dua ediyordu. Yalancı olsaydı, acizliğini, fakirliğini ve hiçliğini itiraf ve günah işlemekten korktuğunu ilan eder miydi? (A. Hatip, İddialara cevaplar, s. 114)
Bedensel ibadetlere herkesten fazla devam eden (Buhari, Teheccüd, 6; Ahmed, Müsned, IV/251) gecenin son üçte birinde kalkıp namaz kılan (İsra, 79) doyuncaya kadar yemek yemeyen (Tirmizi, Şemail, s. 76; Müslim, Zühd, 22) deriden yapılmış içi hurma lifi dolu bir yatakta yatan (Buhari, Rikak, 17; Müslim, Libas, 38) farz namazlar dışında teravih, bayram, evvabin, ay ve güneş tutulması, istiska namazları kılıp ayrıca ramazan orucu dışında her hafta pazartesi ve Perşembe günü oruç tutan ve Rabbinin en ufak bir emrini bile çiğnemekten şiddetle kaçınan biri olan Hz Muhammed, hiç Allah’a itaatsizliğin en büyüğünü yaparak, onun adına kitap uydurabilir mi? (A. Hatip, İddialara cevaplar, s. 116)
O, en zor anlarında bile ilahi yardımdan mutlak surette emin bir şekilde, son derece soğuk kanlı hareket etmiştir. (A. Hatip, İddialara cevaplar, s. 119) “Allah seni insanların şerrinden koruyacaktır.” (Maide, 68) ayeti inince peygamberimiz kendisini korumakla görevli nöbetçilere, ‘Artık gidebilirsiniz, çünkü Allah beni koruma sözü verdi.’ demiştir. (Tirmizi, tefsir, III/410) Zatür-rika gazvesinde, ağaca asılan kılıcı alıp, peygamberimize, ‘benden korkuyor musun, sen, elimden kim kurtaracak’, diyen düşmana, ‘Hayır, Allah kurtaracak.’ (Buhari, Megazi, 31) cevabını vermiş, Huneyn gazvesinde, İslam ordusu dağılınca tek başına atını düşman ordusuna sürdü, müşrikler etrafını sardığında, ‘Ben gerçekten peygamberim, bunda yalan yok.’ diyerek onlara meydan okumuştur. (Buhari, cihad, 52;Müslim, cihad, 78-81) Tüm bunlar ve daha fazlası, uydurduğu tanrı adına kitap yazan birisinin tepkileri olabilir mi?
“Hristiyanlar Tevrat ve inciliden çaldığını söylüyorlar. Gerçek bu şekilde olsa Muhammed, nasıl olurda kendisini kınayan, eleştiren ayetler söyler ve bunları niçin eserine barındırsın?” (Mauell King, 17 Ocak 1915 yılında Theo Theoavnard kilisesinde verdiği konferanstan nakleden, Ömer Rıza Doğrul, Kur’an nedir? s. 103)
Peygamberimiz Kur’an’da eski peygamberlerin mucizelerinden bahseder. Bu Müşrikler ve Yahudilerinde kendisinden mucize beklentilerine yol açar. Fakat her seferinde Peygamber Efendimiz kendisinin sadece elçi olan bir insan olduğunu belirterek onlara cevap verir. (A. Hatip, İddialara cevaplar, s. 298)
Kur’an’da peygamberimizin kınanması, Kur’an’ın Allah kelamı olduğunun delilidir. Hz Peygamberin uydurması olsaydı, kendi kendini kınaması düşünülemezdi.(Yardımcı Doçent Doktor Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler, Müşkilü’l Kur’an, s. 236) Tebbet suresi, 1. ayet: “Ebu Leheb’in iki eli kurusun kurudu da.” Allahu Teala’nın, Ebu Leheb ve karısının iman etmeyeceklerini önceden haber vermesi, Kur’an’ın mucizelerindendir. Zira insanın son nefesteki durumunu Allah’tan başka kimse bilmez.(s. 550) Bu ayet aslında Hz Muhammed’in Allah’a olan güvenini ve samimiyetini de göstermekte değil midir?
.
Hz Muhammed ve İslam hakkındaki genel iftira
“Kendilerine ayetlerimiz açıkça okunup anlatılınca bize geleceklerine inanmayanlar, “Bundan başka bir Kuran getir veya bunu değiştir” dediler. Onlara şöyle de: “Onu kendiliğimden değiştirmeye hak ve yetkim yoktur, ben ancak bana vahyedilene uyuyorum. Eğer rabbime itaatsizlik edersem şüphesiz dehşetli bir günün azabından korkarım.” ( Yunus, 15)
İçeride İlhan Arsel, Turan Dursun başta, dışta tüm oryantalistlerin ortak iddiası Hz Muhammed (sav) tarafından ortaya çıkardığı, kendisini lider olmak için uydurduğu bir din olduğu iddiasıdır. Onlara bir kaç soru soralım:
Kral olmak isteyen bir insan, toplumda kökleşmiş, benimsenmiş yanlışlara (İçki, kumar, fuhuş v.b) savaş açıp, üstüne bir de maddi ve bedeni açıdan insana zor gelecek işleri ( Namazdan zekata ) insanlara farz kılar mı? Amaç taraftar toplamaksa akla epey aykırı bir yöntem, yoksa amaç ego tatmini ve krallık değil mi idi, ne dersiniz?! Amaç kendini yüceltmekse neden yazdığı (!) kitapta kendini defalarca (Enfal, 68; Tevbe, 43; Tahrim, 1; Tevbe, 80; Kehf, 28; Nisa, 105; Yunus, 42,99; Abese, 10) hatalarından dolayı azarlanıp, hatalarını ortaya döksün? Hem ‘tek’ olmak varken neden tüm peygamberler arasında son sırada yer aldığını ( Tüm dinlerin özü İslam’dır adlı yazı) iddia etsin? Diğer peygamberlerin açığını sayarak kendini yüceltmek varken, kendi hatalarını ortaya dökerken, diğerlerini neden yüceltsin? Fetih suresi, 27. ayete bakıyoruz süper bir özgüven. Hudeybiye anlaşması ile Kabeye ziyaret yapılamamış ve görünüşte Müslümanlar aleyhine olan bir anlaşma imzalanmış. Ama ayete bakıyoruz, ‘güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz.’ diyor. Bu ayeti kime güvenerek kitabına (!) koyabilmiştir? Mekke’de, o zor ve zulüm, işkence altında yaşanan 12 yılın tam ortasında inen Zümer suresi 39-40. ayetlerde de aynı kendinden emin tutum: “De ki: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın. Ben de yapacağım. Kişiyi rezil edici azabın kime geleceğini ve sürekli azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz!” Bu fütursuzca, kendinden emin tavrı her peygamberde görmek mümkündür. Mesela, tanrı kral olduğunu ilan eden firavun, Hz Musa’nın yüzüne karşı kendisini öldürme tehdidinde bulununca, Hz Musa tek başına onun yüzüne haykırır ( Mümin, 27): “Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığınırım.” Hz Resul’ün tek başına başladığı o zorlu yolda her zaman tek dayanağı Allah (azze ve celle) olmuştur! Şura, 10: ” İşte o Allah benim rabbimdir; yalnız O’na güvenip dayanmışımdır ve daima O’na yönelirim.”
Menfaat için, kral olmak için yola çıkan biri (!) bu sözleri neden insanlara söyler? “Ben de öleceğim, ben de insanım, Allah’ın hazineleri yanımda demiyorum, ben melek değilim, bende ‘sizin gibi’ vahye uyuyorum.”( Zümer, 30; Enam,50; Kehf, 110; ç) “Beni Allah’ın bana verdiği makamın üstüne ( Hıristiyanların Hz İsa’ya yaptığı gibi) çıkarmayın.” ( Hanbel, III/154) Hazreti Muhammed, ticaretten siyasete, sosyal hayatın aile hayatına, hayatın her alanında, her kademede, her çeşit durumla karşı karşıya gelmiş; olumlu olumsuz, müspet menfi her türlü olayla karşılaşmış ama her zaman çizgisine, ahlakını, fedakarlığını, sevecenliğini korumuştur. Zafer kazandığında, mutlu olduğunda da; kaybettiğinde, üzüldüğünde de; toplum içinde de, ailesi arasında da… hep aynı çizgiyi korumak, üstün niteliklere, ahlaka sahip olmanın göstergesidir. Onu lider örnek şahsiyet yapan da budur.
Daha Mekke’de o işkence, zulümlerin en doruk noktasında iken hangi güce dayanarak Hz muhammed Kureyş suresi inince Kabe’ye gitmiş ve çoğu akrabası ve tanıdığı olan müşriklerin karşısına geçip bu sureyi okumuştur. Onların tüm dünyalık tekliflerini elinin tersi ile itmiş ve, ‘Artık sizin dininiz ve benim dinim var, sonsuza dek ayrıyız.’ mesajını verebilmiştir? nerede mantık, nerede plan nerede dünyalık gayeler…!?
Okuma bilmeyen ( Ümmi peygamber adlı yazımıza bakılabilir) bir kişi kitap yazacak, ilham aldığı iddia edilen insanların adlarına bakıyoruz hepsi birbiri ile tezat ( Kuran’ın kaynağı nedir adlı yazımıza müracaat) ve delilsiz! Ayrıca ortaya konan eser (!) edebi ve şair dolu bir ortamda herkese meydan okuyarak, hadi bir ( tek sure veya ayet bile olsa )benzerini getirin (İsra, 88; Hud, 13; Bakara, 24) diye çağrıda bulunacak, bu ne ego (!) Kuran’daki bilimsel ayetleri nasıl keşfetti bu cahil insan… Romalıların yenildiği savaş daha tazeliğini korurken, bir kaç yıl içinde İran’ı yeneceklerini nereden bilebildi bu insan? Lut gölünün, dünyanın en derin yeri olduğunu nasıl bilebildi? ( Rum suresi, 1-3) Ebu Leheb’in imansız 15 yıl daha yaşayacağını nereden bildi? (Tebbet, 3)
Kendi yazsa kitabı, en ihtiyaç duyduğu anda neden ayet indirmesin?! “İfk olayı, kıblenin değişmesi” konularında olduğu gibi. ( Bu konular sitemizde ele alındı) Neden aylarca insanların konuşmasını engellenmedi ifk olayında, kıble için istekli olduğunu ayet açıkça ifade ederken neden yıllarca beklendi?!
Hz Ebu Bekir, mali destekte bulunduğu Mistah b. Usase’nin, Hz Aişe’ye atılan iftiraya inanıp dinlenilmesinden dolayı üzülmüş, bir daha ona yardım etmeyeceğini söylemiş ancak inen ayetler ( Nur, 22), yardıma devam etmesini emretmiştir. (Buharî, Meğazî, 34; Tefsîru’l-Kur’ân, 6; Müslim, Tevbe, 56) Kim eşine iftira atılınca buna inanan ve bunu yayan birine yardıma, hem de başkasının yardımını kesmesine rağmen, devam edilmesini kendi yazdığı (!) kitapta isteyebilir? Hiç ses etmese, zaten Hz Ebu Bekir, yardımı kendiliğinden kesmiş olacaktır!
Kendini zora sokacak bu ayetleri neden yazdığı kitaba eklesin? : Hac, 52: “Senden önce hiçbir resul ve nebî göndermedik ki, o bir temennide bulunduğunda şeytan ille de onun arzularına bir şeyler katmaya kalkışmasın.”; İsra, 73-75: “Az daha seni bile, iftira edesin diye, fitneye düşüreceklerdi. Eğer biz sana direnç vermemiş olsaydık.”; Şura, 24: ” (Ey Muhammed! ) Allah dilese senin kalbini de mühürler. Allah bâtılı siler ve gerçeği sözleriyle ortaya çıkarır.”
İnşirah, 1-4. ayetler, zorluklar karşısında Allah’ın yardımından bahseder. Kendi yazdığı (!) kitapta övgüyü, kudreti kendi öz benliğine bağlamak yerine bir insan neden acizliğini ilan edip, Allah’tan yardım aldığını, bu sayede ancak acizlikten kurtulabildiğini ilan etsin?
Uhud savaşından sonra inen ayet; Ali İmran, 159: “Sen onlara sırf Allah’ın lutfu sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.” Kuran’ı Hz. Muhammed yazsa, Uhud Savaşı’ndan sonra kendi sözünü dinlemedikleri için savaşın yenilgiyle sonuçlanması ne sebep olan sahabeye, üstünlüğünü pekiştirme ve kendini üstün göstermek için bir fırsat doğmuş iken, bunu değerlendirmeyip, en üstün olan ilahi bir varlık tarafından kendisine verildiği belli olan bu ayeti, Kuran’a neden eklesin?
Peygamberimizin devesi kaybolmuştu. Yahudi münafıklarından olan Zeyd ibn. al-Lust; “Muhammed kendisine gökten haber geldiğini söylüyor. Oysa kendi devesinin nerede olduğunu bile bilmiyor.” demişti. Bu haber Allah’ın elçisine ulaştı. Resulullah: “Vallahi ben ancak bana bildirilenden başkasını bilemem, şimdi Allah devenin şu şib’de (vadide) olduğunu bildirdi, yuları bir ağaca takıldığından gelemiyor.” Müslümanlar gidip baktılar, deveyi Resulullah’ın dediği yerde buldular (İbn-i Hişam, I/527) Biliyorsa neden münafıklara koz verdi, bilmiyorsa nereden öğrendi?
Ahzab, 37. ayet inince Hz Resul çok zor durumda kalır. ( Detay, Efendimiz neden çok hanımla evlenmiştir adlı yazıda) Burada önemli olan, Hz Peygamberin bir süre açıklamaktan çekindiğin bir meseleyi, Kuran’la kendisine bildirildikten sonra bir saniye bile tereddüt etmeden, istemediği halde, insanlarla bunu paylaşmasıdır. Nitekim Hz Ayşe, bu çarpıcı tabloya dikkat çekerek: “Eğer hazreti peygamber, Allah’ın kitabından bir şey gizleseydi, bu ayeti gizlerdi.” diyecektir. ( İbni Kesir, tefsir, ilgili ayet; Tirmizi, Tefsir 34; İbni Hacer, Fethu’l-Bari, 8/524)
Ahzab, 53: “Ey iman edenler! Yemek için çağrılmaksızın ve yemeğin pişmesini beklemeksizin Peygamberin evine girmeyin, …Çünkü bu davranışınız Peygamberi rahatsız etmekte, fakat o sizden de çekinmektedir. Allah ise, gerçeği söylemekten çekinmez.” buyrulmaktadır. Ayet, Allah (c.c.) katından gelmemiş peygamber eliyle yazılmış olsaydı, niçin Peygamber ayete rahatsız olduğunu yazdırsın ve içinde gizlediği şeyi ortaya çıkarsın. “Ben insanlara rahatsız olduğumu söyleyemem, insanlar sonra hakkımda ne düşünür!” diyerek bunu içinde saklıyorsa, ayeti daha sonra yazıya geçirtirken, rahatsız olduğunu belirtmez ve ekletmezdi. Ayrıca direkt hadis olarak ta emir verebilirdi! Ama ayet Allah’tan indiği için tüm bunlar söz konusu olmamıştır!
Ahzab, 50. ayette ise, “Ey peygamber! Sana şu kadınları …helal kıldık.” buyrulur. Efendimiz sayılan bu kadınların hiç biri ile evlenmemiştir. Ayet, tüm müminlere hitap eder zaten. Hz. Peygamber (sav), zaten ‘evlenmeyeceği’ kadınlar için niçin ayet yazdırıp, üstüne ‘artık kimseyle evlenemezsin’ desin?
Soylu bir kabileden bir kadın hırsızlık yapmıştır. Cezasını düşürebilmek için yollar aradılar ve Resulüllah’ın çok sevdiği Üsame’yi şefaatçi olarak ona gönderdiler. Peki kendi çıkarını ve geleceğini düşünen biri şu cevabı verebilir mi idi?: “Bak Üsame, İsrailoğulları bu sebeple helak oldular; içlerinden soylu birisi suç işlerse ona ceza uygulamazlar, sıradan birisi işlerse uygularlardı. Vallahi Muhammed’in kızı Fatıma da olsa onun da elini keserim.”’ ( Buhârî, Enbiyâ 54, Megâzî 53, Hudûd 11, 12; Müslim, Hudûd 8, 9. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 4; Tirmizî, Hudûd 6; Nesâî, Sârik 6; İbni Mâce, Hudûd 6) En sevdiği evladı Fatıma bir gün ondan ev işlerinde yorulduğunu ifade ederek, evi için bir hizmetçi tutmasını rica eder. Efendimiz bu isteği, elindeki parayı eğitimle uğraşan suffe ashabına ayırdığını söyleyerek geri çeviriri. ( Buhar, F. Humus, 6 ) Torpil, iltimas, adam kayırma yok!
Pedro Alfonso gibi öncü oryantalistlerden günümüze dek devam eden bir iddia vardır: ‘Kuran’ın, Muhammed’in hiç mucize göstermediğini onayladığını’ ileri sürer. ( N. Daniel, Islam and the West, s. 68) Kuran’ı Hz Muhammed yazdı ise, neden ona mucizeler gösterdiğini eklemesin. Kuran’da o kadar itiraz edilen husus ( putperestliğin reddedilmesi;Tevhid inancının öncelenmesi, içkinin yasaklanması vb.) varken, araya kendini öven bir kaç mucize örneği neden eklemedi?
Hz Muhammed, – İddia edildiği gibi – İncil’den alıntı yaptı ise neden İsa’nın tanrı olduğunu reddetti, Yahudilikten kopya çekti ise neden tanrı anlayışı ırkçı değil, Mekke müşriklerinin geleneklerinden etkilendi ise neden putlara tapmayı yasakladı?
“Allah Resulü’nün bağlılarının sayısı az, maddi güçleri de zayıftı. Düşmanlar ise, ehl-i kitaptan, putperestlerden zengin, güçlü, sayıca çok olan insanlardan oluşuyordu. İnananlar, her türlü tehlike, hakaret ve işkenceye maruz kalacaklarını bile bile inanıyor ve İslam ümmetine katılıyorlardı. Müslüman olanlar, baskı, işkence ve onları eski çizgisine çevirme çabaları ile karşılaşıyorlardı. ( İzzet Derveze, Kuran cevap veriyor, s. 125) İlk Müslümanlar, dinleri uğruna mallarından, vatanlarından, akrabalarından, çıkarlarından vazgeçiyorlardı. (s. 126) Habeşistan’a hicret edenler; fakir değil, Kureyşli ailelerin oğulları, lider ve önde gelenlerinin çocuklarıydı. ( İbni Hişâm, Siyer, II/322-330) Tüm bunlar son derece güçlü bir bağlılık ve büyük fedakarlığın somut örnekleridir. ( s. 127) Hz Peygamberi öldürmek istemişler, birçok tuzaklar kurmuşlardır. ( s. 129) O derece ki, Müslümanlar artık şu şekilde dua etmeye başlamışlardır: “Rabbimiz! Bizi, bu halkı zalim olan şehirden çıkar, bize katından bir yardımcı ver.” ( Nisa, 75) Müslümanlar hicret etmesinler diye tutuklanıp zincirlere vurulmuş, hapse atılmışlardır. ( İbni Hişâm, III/355) Hicretten sonra da, saldırılar, savaşlar devam etmiştir. Medine’ye hicretten hemen sonra, Yahudiler Müslümanlara karşı Mekkeli müşriklerle ittifaklara başlarlar. (Derveze, s. 141) Münafıklar ortaya çıkar, her fırsatta Müslümanları içten bölmeye çalışır…Neden tüm bu işkence, eziyet?! Sonu belli olmayan bir yola ve tüm bu baskılara gögüs gerebilmenin temelinde yatan güç ve bu gücün kaynağı ne?
Peygamberimiz İslamiyeti uydurmuş olsa aşağıdaki olayda namazı Allah beşe çıkardı dese kim itiraz ederdi? Ama o açıkça Allah’ın emrinin olduğu yerde kendisinin hatalı olduğunu açıklamaktan çekinmedi. Kendisine ağır gelse de, hazreti Zeynep ile evliliğini ilan etti, tepkiler geleceğini bildiği halde Miraç olayını açıkladı, gece kalkıp namaz kılma gibi ağır ibadetleri özümsedi…
Resûlullah namazı bize beş rekât olarak kıldırdı. “Ey Allah’ın Resûlü, namaza ilâve mi yapıldı?” diye sorduk. “Bu da nereden çıktı?” buyurdu. Bunun üzerine, “Beş rekât kıldırdın.” dedik. “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Sizin hatırladığınız gibi hatırlarım ve sizin unuttuğunuz gibi unuturum.” buyurdu. Sonra iki (secde ederek) sehiv secdesi yaptı. (Müslim, Mesâcid, 93)
Peygamberimiz bir insandır ve Allah bunu özellikle tekrar tekrar hatırlatıyor. ( Fussilat, 6; Kehf, 110; Müminun, 24, 33-34) Hz Muhammed, bugün asgari ücretli biriyle aynı standardın da altında yaşıyordu. Bir insan, kendi ailevi durumunu kendi iradesiyle kayıt altına alıp gelecek nesillere aktarır mı? (A. Bayraktar, Ateizmus 1, s. 55-56)
Mekke’li müşrikler zamanla peygambere yaklaştılar ve ona katılmak istediklerini söylediler. Fakat bunun için peygamberin fakir kimselerle ilişkisini kesmesini şart koştular. Kehf, 28. ayet: “Rızâsını dileyerek sabah akşam rablerine dua edenlerle olmak için elinden gelen çabayı göster. Dünya hayatının çekiciliğine meylederek gözlerini onlardan çevirme! Bizi anmaktan kalbini gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme!” ve Enam 52-53. ayetler: “Rablerinin rızâsını isteyerek sabah akşam O’na yalvaranları kovma! Onların hesaplarından sana sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara sorumluluk yoktur ki onları yanından uzaklaştırıp da zalimlerden olasın.Aramızda Allah’ın kendilerine lutufta bulunduğu kimseler de bunlar mı?” demeleri için onların bir kısmını diğerleriyle işte böyle imtihan ettik. Allah şükredenleri bilmez mi?” ile bu teklifi reddetmeyi ve müşriklerin sözlerine uyulmaması gerektiği emredilmiştir. Dünyalık makam zenginlik peşinde koşan (!) birisi, böyle bir durumda zenginlerin tarafını mı tercih ederdi yoksa fakirleri mi?
Hz Muhammed bir Arap lideri olmak isteseydi, bölgenin veya milletin önderi olmak isteseydi, Arabistan buna çok müsait idi. Bir Arap Birliği kurabilir, açılan bu bayrağın altınada ilk toplananlar ise, amcası Ebu Cehil, Rabia’nın oğlu Ukbe ve diğerleri olurdu. Mekke’de iken hayatlarının en büyük hadisesinde, onun onu hakem yaparak şereflerin en büyüğünü ona vermemişler miydi? ‘Eğer reislik istiyorsan, ölünceye kadar başımızda riscal dememişler miydi?” (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s. 110; Ayrıca, İbn Hişam,I/265; Belazuri.Ensabu’I-Eşraf,I/230;İbnu Seyyid’n-nas,Uyunu’l-eser, 1/132; İbn Kesir, es-Sîretu’n-Nebeviye, 1/474; Beyhakî, Delail’u’n-Nübüvve-şamile- 2/63; Taberî, 2/218-220) Resulullah’ın yüzüne bütün kapıları kapanmış, geçeceği bütün yollar kesilmiş, aynı durum çevresindekilere de yapılmışken o, gerek kendi çağındakiler ve gerekse ondan sonrakilere verdiği eşsiz mücadeleler ve büyük fedakarlıklarla; züht ve takvası, sade yaşantı ile eşsiz bir örnek olmuştur. (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s. 356)
“Bir insanın ömür boyunca sizden namaz kılmanızı istemesi ona ne kazandırır? Seher vakti uyandırıp neden ibadet etmemizi ister?” (Hacı Ali Şentürk, Teolojik Sancı Deizm, s. 132)
Bir gün kendisinden mal ve para isteyen bir göçebe Arap var gücüyle elbisesine asılıp, çeker. Hz. Muhammed sendeler. Elbisenin çekildiği yere de kan oturmuştur. Hiçbir şey söylemez, emir verir. Arap’ın develerine mal yüklenir. (Kadı İyaz, Şifa-yı Şerif, s.107) Kral olmak isteyen, ego peşinde koşan, mal-servet ve makam için din bile uyduran (!) biri böyle mi davranır?!
Oryantalistlerin iddia ettiği gibi, Müslüman tarihçiler İslam tarihinden bir şey gizlemek isteselerdi, Peygamberimizin ölüm anında çektiği acıları (Tirmizi, Cenaiz, 8; Nesai, Cenaiz, 6) gizlerlerdi.
Hangi batıl din (!) savaşın ortasında, canının derdine düşmesi gerekir iken insana namazı ihmal ettirmez? Neden orucu emreder, inanları aç bırakır ve taviz vermez? Maide, 67. ayette “Allah seni koruyacak” diyor. Zamanının mafya babaları bu adamı neden öldüremedi? Saf, 8. ayetinde “Allah nurunu tamamlayacak” diyor ve bu adam inen son ayete kadar yaşıyor ve nuru da tamamlıyor! Kim korudu bunu? Oryantalistlerin iddia ettiği gibi, Hz Muhammed, vahşi, gaddar bir toplumu ıslah etmek için bu dini uydurdu ise, Kuran’da toplumsal ayetlerin yanında ibadet, itikad ayetlerine neden yer verdi? Toplumsal bir düzen için putları reddetmenin ne gereği vardı? Hangi kuvvetle içkiyi, fuhşu yasaklıyor? Binlerce insan neden bu kadar kolay vazgeçiyor rahat hayatından, bu adam için?
Kur’an olgusu karşısında Resulullah, efendisi huzurunda duran, ondan yardım ve af dileyen, emir ve yasaklarına uygun çeşitli şekillerde onun azarlamasına maruz kalan, Allah’ın zayıf bir kulu olarak bir tabloda gözükür. (Muhammed Bakır el-Hakim, Oryantalistler ve kuran hakkındaki şüpheleri, s. 41 ) “De ki, ben bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.” (Yunus, 15-16) “De ki; Ben yalnızca sizin gibi bir beşerim.” (Kehf, 110); “Deki; Ben Allah’ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok iyilik yapmak isterdim.” (Araf, 188); “De ki; Ben gaybı da bilmem. Size ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyarım.” (Enam, 50)
İtâb (ikaz) ayetleri aslında Kur’an’ın kaynağının Muhammed (as) olmadığının da delilidir. “Allah seni affetti. Sen onlara ne için izin verdin.” (Tevbe, 43); “Allah günahlarını bağışlar.” (Feth, 2); “Ey peygamber eğer tebliğ yapmazsan risalet vazifesini yapmamış olursun.(Maide, 67); “Eğer seni sebatkar kılmasaydık, gerçekten neredeyse onlara birazcık meyledecektin. Sonra bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın.” (İsra, 74-75)
Hz. Peygamber bazı ayetleri unutmaktan endişesi eder. “Kur’an’ı okumakta acele etme ve Rabbim benim ilmimi artır de.” (Taha, 114); “Resulüm! Vahyi çarçabuk almak için dilini kımıldatma.” (Kıyame, 16 -18) Kendisinden kaynaklanan bir vahye tabi olan kimse, kaybolmasından ya da unutulmasından endişe ederek, onu anımsamak için bu denli ısrarcı ve aşırı bir ihtiyaç hissetmezdi. Tarihi gerçekler sayesinde Hz Muhammed’in vahiyden bir şeyi kaçırma endişesi çektiğini biliyoruz. Bazen vahiye çok ihtiyaç olduğu durumlarda bile vahiy kesiliyordu. Hz peygamberin çok istemesine, çok arzulamasına rağmen ona vahiy gelmiyordu. İfk olayında vahyin nasıl geciktiğini kim unutabilir ki?! Neden o ruhban elbisesi giyip kafiyeli sözler söyleyip buhurlar tütsüleyip eşini iftiracıların iftirasından kurtarmak için bir vahiy uydurmadı? Vahiy, rabbi dilediği zaman geliyordu. Yine rabbi dilediği zaman vahiy kesiliyordu. (Muhammed Bakır el-Hakim, Oryantalistler ve kuran hakkındaki şüpheleri, s. 45-48 )
“Muhammed bin Abdullah, başarısını savaştan ziyade iş dünyasındaki duruşuna borçlu olan Arabistan’ın en saygıdeğer kabilesi Kureyş’ten gelmiştir. (Benedikt Koehler, İslam’ın Erken Döneminde Kapitalizmin Doğuşu, s. 11) Hz. Muhammed, zamanının en zengin Arabıydı. Eşi Hz Hatice ile Hz Muhammed, Mekke’nin en beğenilen muhitinde bir ev sahibiydi. Mekke’deki tüccarların çoğunluğu yeni öğretiye karşı düşmandılar. İslam, Mekke’nin ticari usulüne karşı bir tehdit oluşturdu. (s. 12) İş adamları, ilk önce Hz. Muhammed’e taleplerini ılımlı hale getirmesi için rüşvet teklif ettiler ( onu şehrin en zengin adamı yapmayı vadettiler). Ama bu, başarısızlıkla sonuçlanınca onu boykot edip şehirden sürdüler. (s. 13) Mekke’deki hemşerileri, onun işine karşı bir boykot başlatıp onu şehirden dışarı çıkmaya zorladıklarında bir zamanların başarılı iş adamı, tam olarak iflas etmişti.” (s. 34) Batılı bir yazarın bile bu aktarımları aslında oryantalist iddiayı kökünden çürütmekte değil midir? Daha ilk başta kendi akraba ve iş çevresi O’na karşı çıktı. Zenginlikse zengin idi hatta daha fazlası teklif edildi! Ama O ne yaptı, hem de bir ticaret erbabı iken, tüm malını mülkünü inandığı ve tek başına iken başladığı davası uğruna harcadı, elindeki tüm mal varlığını hatta canını bile inancı uğruna ortaya koydu, defalarca sınandı, zorlandı, işkence, zulüm hem de 23 yıl boyunca. Ve tüm hayatı boyunca hep sade yaşadı…!
Hazreti Muhammed Kur’an’ı kendi yazsa içine neden “ben de sizin gibi bir insanım”, hadisinde, ” ben kuru et yiyen bir kadının oğluyum” vb. desin, kendisinden 1300 yıl sonra yaşayan bir sufiye bile neden su şiiri yazdırsın, bu sevgiyi neden azaltsın?! “Sana Kur’an demese, ben sana insan demezem” (Dîvân-ı Seyyid Nigârî, s. 262) Dünyalık menfaat için Allah’tan kitap aldığını söyleyecek kadar pragmatist olsa hazreti Muhammed, kendi resimlerinin her yere astirtip, dev heykellerini yaptırıp saraylarda yaşamaz mıydı?
Ateist ve Oryantalist Paradoks !
1- Ateist ve oryantalistler, hem Hz Muhammed Hindistan’dan Yunanistan’a O günkü Tıp bilgilerini gizlice okuma yazma öğrenerek topladığını ileri sürerek, Kuran ve sünnetteki bilimsel mucizeleri açıklamaya çalışırlar, hem de ondan sonra Kuran ile Tevrat ve İncil arasındaki, başta itikadî birçok farklılıkları açıklamak için, Hz Muhammed’in, Tevrat ve İncili ‘okumadığını, işittiğini, dolayısıyla, yanlış anladığı için Kuran’a yanlış aktardığını ileri sürerler… O kadar gizli gizli okumayı ve birçok dili öğren, yetmedi, Tıp, astronomi, Matematik çalış sonra, asıl iddian (!) olan din konusunda eksik bilgi topla!!!
2- Oryantalistler hem ‘Kuran’ı Muhammed yazdı, hadisler ve İslam tarihi sonradan uyduruldu’ derken bir taraftan da, bu uydurulduğunu iddia ettikleri kitapları kaynak gösterip İslam’a saldırmaktadırlar. Uydurma ise neden kaynak gösteriyorsunuz, değilse neden inanmıyorsunuz? “Batı’da sîret kaynaklarına (Hz Muhammed’in hayatını anlatan eserlere) polemik eserler, bilimsel olmayan, objektiflikten uzak eserler gözü ile bakılır. Ama bu eselerde yer alan, mesela, Garanik Hadisesi gibi bilgileri, İslam ve Hz Muhammed’e karşı kullanmaktan çekinmezler.” Günümüzde Hz Muhammed’in hayatı hakkında yazılan eserlere ve hadise, ‘kurgulanmış bilgi’ gözü ile bakan oryantalistler, bu bilgiler içinden iddialarına uygun olanları seçerek, peygamberimize saldırmayı da ihmal etmemişlerdir. (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 47, 116)
Burada şu soru akla gelebilir, oryantalistlerin İslami kaynakları delil gösterip İslam’a saldırmalarını biz çelişki olarak nitelendiriyoruz da, biz neden bazı oryantalistlere cevap verirken başka oryantalistleri fikirleri delil gösteriyoruz, bu da bir çelişki değil midir?
Çelişki değildir çünkü, oryantalistler, önyargılı oldukları konularda dinimize saldırırken kullandıkları kaynakları, ‘önyargılı olmadıkları konularda’ tarafsız gözle inceleyerek eserler ortaya koyabilmektedirler. Aramızdaki fark, biz İslami tüm kaynakları (Kuran, hadis, siyer vb.) kabul ederken onlar tümünü reddetmekte ama istisna da olsa, bazen vicdanlarının sesini dinleyerek veya önyargılı oldukları konu dışındaki konuları daha bir objektif dille doğruları ifade edebilmektedirler. Bizler, oryantalistlerin İslami kaynakları uydurma kabul etmelerini zaten reddedip, İslami kaynakları alıp onların İslam’a saldırmada kullandıkları görüşlerin yanlışlığını ispat ederken, diğer taraftan metot olarak çelişkili davransalar da, kaynaklarımızı doğru yorumladıkları yerleri de aynen alıp aktarıyoruz. Kendi içlerindeki çelişkiyi gösterip, kaynaklarımızdan hareketle ortaya attıkları iftiralara cevap veriyor, “bizim zaten kabul ettiğimiz bu kaynaklardan alıntılayarak vardıkları” objektif görüşlerini ise, sübjektif iftiralarına cevap niteliğinde aynen aktarıyoruz. Kısaca, bizim metodumuzda çelişki değil tutarlılık ve metodiklik söz konusudur!
“Hz Muhammed hanımlarıyla kerpiç ve hurma dallarından yapılmış, damına el ile ulaşılabilen basit kulübelerde yaşadı. Bir öğün yemeği asla bir kaptan fazla olmazdı. Elbiseleri ve ev eşyaları son derece sade idi.” (T. Nöldeke, Das leben Muhammed, s. 184)
Hayatı böyle bir evde geçen birisine atılan iftiraların haddi hesabı yok!
Peygamberimiz, Hz. Aişe annemizin evinde iken, duvarın dibine düşmüş ve tozlanmış bir parça ekmek görür. Efendimiz hemen onu alıp, siler ve sonra yer. Sonra da Hz. Aişe’ye şöyle der: “Ya Aişe! Allah’ın nimetine karşı güzel davran ve bil ki, bir hane halkına küsen bir nimet, onlara bir daha zor geri döner.” (İmam Şaranî, Levakihu’l-Envar fî Tabakati’l-Ahyar Tercümesi, s. 351. ) Bu bakış açısına sahip olan ve tozlanmış bir parça ekmeğe hürmet gösterip onu yücelten bir insanı, nasıl bir vicdan karalama çabasına girer!?
Hz Muhammed’e üstlenmiş olduğu görevden vazgeçirmek için tehdit, hakaret, vaadler, dünyevi şeref ve saltanat tekliflerinde ( Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 33) bulunulmuş, zamanla zenginlik ve makam yenileri eklenmiş ( Arnold, s. 36) fakat tümü, Hz Muhammed tarafından geri çevrilmiştir. Kendisine mal, liderlik, krallık teklifini neden ” Bir elime ayı bir elime güneşi koysanız İslam’ı anlatmaktan vazgeçmem.” (İbni Hişam, Siratün- Nebi, I/418; Taberi, Tarihül-Umumi vel- Mulük, II/66, Taberi, Camiül Beyan, XXIII/71-72; Kadi Beydavi, E. Tenzil, II/339) diyerek reddetmiş ve daha sonra yıllarca – 3 yılı tecrit, ambargo altında 10 yıl civarında tehdit, saldırı, hakaret, suikast, tüm malını din yoluna kaybetmeyi göze almıştır. Öyle ki açlıktan karnına taş bağladığı, aylarca evinde sıcak yemek yiyemediği, sirke ile kuru ekmek yiyip sonra “Ne güzel nimet” buyurduğu, yatak olarak hasır kullanıp, yatağından kalkınca hasırın izlerinin vücudunda belli olduğu, gelen birçok hediyeyi evine girmeden dağıttığı düşünülürse! Muhammed (as) zaten Hılful fudul derneğine üye, çevresi zenginlerle çevrili, hacerul esved’i yerine koyması olayı zaten şöhretini tüm Mekke’ye yayar, O’na herkes Muhammed’ul Emin diyor, Kendisi zaten Mekke’nin ileri gelen lider bir kabilesinden ve akrabaları hep yönetici kesiminden insanlardan oluşurken böyle biri peygamberlikten önce de sonra da birçok fırsatı elinin tersi ile itip hep zor olan yolu, İslam’ı tebliğ etme yolunda can-mal her şeyini feda etmiştir O büyük insan. Hele hicret olayı tamamen bu iddia- iftira-yı geçersiz kılar: Düşünsenize mal, mülk, hatıra, anı her şey terk ediliyor, mantık mı bu? Bir topluma girince başköşeye değil, boş olan yere otururdu.“Dünya benim neyime? Benim ile dünyanın misali, sıcak bir günde yolculuk yapan bir biniciye benzer ki, bir saat ağacın gölgesinde dinlenir, sonra da orayı terk edip gider.” (Bihar’ül-Envar, c.16, s. 239). Oğlu İbrahim vefat ettiği zaman güneş tutuldu ve insanlar İbrahim’in ölümünden dolayı üzgün olduğu ve bunun peygamberin azametinin delili olduğu konuşmaya başlarlar. Hz Muhammed :” Ay ve güneş Allah’ın iki nişanesidir ve asla kimsenin ölümü için tutulmazlar.” buyururlar ( Buhârî, II, 24; Müslim, III/28-36) Kendi menfaati için din uyduran (!) böyle fırsatı neden kaçırsın ki? Kuran’da var olan, kendini hatalarından ötürü uyaran ayetler ne olacak? Şöhret düşünen insan hatasını belgeler mi yoksa saklar, gizler mi? 40 yaşından sonra zıvanadan çıkan (!) bir insan resim-heykelinin yapılmasını neden yasaklasın? Ölümsüz olma isteği ile yapılan dev heykeller, piramitler düşünülürse bu mantıksız değil mi?
Aişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûl–i Ekrem’in ailesi bir koyun kesmişlerdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir ara: “Ondan geriye ne kaldı?” diye sordu. Hz. Aişe: Sadece bir kürek kemiği kaldı, cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber; “Desene bir kürek kemiği hariç, hepsi duruyor!” buyurdu. (Tirmizî, Sıfatu’l–kıyâme 35) Ümmü Seleme radıyallahu anha’nın evinde bir koyun kesilmişti. Derisi yüzülünce, aç olduğunu söyleyen bir fakir çıkageldi. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizzat kendisi kalktı, koyundan bir parça kesti, pişirdi, adama yedirdi. Fakir kalkıp gitti. Bir başka fakire haber verdi. O da geldi Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona da bir parça kesip yedirdi. Haberi alan fakirler geldiler. Hz. Peygamber de kesilen koyunun eti bitinceye kadar onlara yedirdi. Bunun üzerine Ümmü Seleme radıyallahu anha; Ya Resulellah, keşki koyunumuzdan bir parça da bize ayırsaydınız, biz de yeseydik, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şu cevabı verdi: Allah’a yemin ederim ki kestiğimiz koyunun tümü şimdi bizimdir. (Beğavi, Şerhu’s-sünne, VI, 135-136) Bu bakış açısına sahip birini dünyalık peşinde koşmakla itham etmek, kelimenin en azı ile, insafsızlık değil midir? Bir insan hem kafasından bir din kuracak (!) hem gece kalkıp namaz kılmak (İsra, 79), haftada en az iki gün oruç tutmak (Tirmizi, Savm,44; Nesai,sıyam, 36; İbn Mace, Sıyam, 42; Ahmed b. Hanbel 6/80; Tirmizi, Savm, 44; Nesai, Sıyam, 70), günde beş vakit dışında ayrıca namazların farzları dışında ekstradan sünnet namaz (Tirmizi; Salât, 189; Nesâî, Kıyâmül-Leyl, 66; İbn Mâce, İkâme, 100; Müslim, Misâfirîn, 96, 97; Tirmizî, Salât, 190) denen fazladan namaz kılacak ve bunu her gün vefat edene dek tekrarlayacak!
Savaş ganimetlerinden kendi payına düşenlerin gideceği yerler ise bellidir ( Enfal, 41) Vefat ederken ne kızı ne de damadını vekil bırakmıştır. “Milletin efendisi millete hizmet edendir” buyurur. Halkına hizmet eder, su dağıtır, işleri paylaştırır, kendine üzerine düşeni kendi yapar- Mescit yapımında, hendek kazmada, piknikte… – hep bir iş yapar, ayağının bağı çözülünce bağlamak isteyene ” Hayır bu kendi işini başkasına gördürmek demektir, ben efendi değilim” diye reddeder . Ayrıca gelecekle ilgili ayetler için ne denecek: İran Bizans savaşından hicret öncesi tecrit esnasında kabe’ye asılan anlaşmanın başına gelene mucizevi olaya dek.
Halbuki bizzat kuranda : “Geleceği Allah’tan başka kimse bilemez.” buyrulur. Yani gelecekle ilgili doğruluğu daha hayatta iken bile ortaya çıkan şeyleri peygamberimiz Allah’a izafe etmiş, ‘O bilmiştir’ diye bildirmiştir. ” Sizin unuttuğunuz gibi ben de unuturum.” (Ebu Avane: Müsned: 2-201, İbni Hanbel: 6- 107) buyurmuş ve Mekke’yi fethettiği günlerde yanında iken peygamberimizin haşmetinden titreyen kişiye:” ‘Kendine gel! Ben bir hükümdar değilim. Ben ancak, Kureyş kabîlesinden kurumuş et yiyen bir kadının oğluyum.” (Sünen-i İbn-i Mâce, 2/1100-1101)demiştir. Ya peki -Haşa- kendi yazdığı kitapta insan kendini neden uyarılara muhatap kılsın: Âma bir kişi ile o anda başka bir şeyle uğraştığı için yeteri kadar ilgilemeyen peygamberimizi uyaran (Abese:1-11), kendisine deliller eksik ulaşınca hatalı bir hüküm vermek üzere iken uyaran (Nisa:105-109), ayrıca ” Ey Muhammed peygamberlik görevini tam yap” şeklinde uyarı (Maide, 67) ayeti dahil bu tür ayetleri kişi neden kendi yazdığı (!) kitaba koyup kendi kendini zor duruma soksun? “De ki ey Muhammed: bende sizin gibi bir insanım.” ( Fussilat, 6) ayetini hangi dünyevi emelleri olan saf kitaba koyar ki? Peygamberimiz başına gelenlere sabretsin diye kuranda örnekler anlatılır ( Hud,120), “Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben ancak bana vahyedilene tabi oluyorum.” (Ahkaf, 9) , ” Size Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Ve size, ben bir meleğim de demiyorum.” diye yazan bir kitabı insan kendi eli ile neden yazsın ki…?!
Mümin, 55. ayette, ‘Günahının bağışlanmasını dile’ buyrulmaktadır. Bu bir ifşa, gizlenilmesi gereken şeyi yaymak değil midir? Kendini hatasız göstermek varken neden daha üstün bir otoriteye yönlendirme yapsın bu metnin yazarı (!) Merkeze kendisini koyması ve üstünlüğünü her an ön plana çıkarması gerekmez mi idi?
Mekke fethedilince amcası olan Hz Abbas Kabe’nin anahtarını Hz Muhammed’den ister. Efendimiz anahtarı amcasına verir. Ayet iner, “işi, ehline verin.” (Nisa, 58) Efendimiz anahtarı tekrar amcasından alır ve anahtarı daha Müslüman olmamış bir sülale olan Şeybe ailesine geri verir. (Vâkıdî, II, 837-838) Müslüman olan aile büyüğünü gücendirme ihtimalinden, daha yeni kazanılmış zafer ortamında bu ayetin inişini hangi mantık izah edilebilir?
Tebük seferinde münafıklara izin verince ” Allah seni affetsin; doğrular sana belli olup, yalancıları bilmeden önce, niçin onlara izin verdin? ” (Tevbe, 43) ayetini kendi yazdığı kitaba insan neden eklesin, hatasını gizlemesi gerekmez mi idi…!? Ama bu ve benzerleri için mazeret arayan, ‘O ayetler tevazulu, alçakgönüllü gözükmek için oraya koymuştur.’ diyen çıkacaktır. Hatta ‘ Allah ve melekleri Muhammed’e salat ederler sizde O’na salat edin.’ (Ahzab, 56) ayetinden hareket ederek bakın aslında kendini nasılda yazdığı kitapta övdürüyor diyen de çıkmadı mı? Halbuki bilmez ki salat dua demektir, yani ‘ Ey Allah’ın kulun Muhammed’e yardım et, O’nu tıpkı İbrahim aleyhisselama davrandığın gibi aziz kıl ve O’nu da mübarek kıl.’ deriz. Yani O nebi aleyhisselama sadece dua eder, makamının yüce olmasını temenni ederiz. Kısaca iddia edilenin tam tersine bir anlamı vardır ayetin. Cehennemi hak etmek ise bol iftira, yalan ve önyargı ile mümkündür ancak!
Ateistler ve oryantalistler, “Ahzab, 56. ayette, Allah Muhammed’e salat ediyor.” diyorlar. Salat kelimesinin her yerde namaz olduğunu zannediyorlar. Kur’an’da salat kavramının Allah’a nispetle kullanıldığında ‘rahmet ve bağışlama’; meleklerin nispetle kullanıldığında ‘dua’; Hz Peygamberin nispetle kullanıldığında da ‘dua ve bağışlama talebi’; müminlerin nispetle kullanıldığında da ‘dua ve namaz kılmak’ anlamında olduğunu bilmiyorlar. (Prof. Cafer Karadaş, Ateist ve deistlere cevap, s. 42)
Oryantalistler efendimize şehvet düşkünü yaftasını da yapıştırmak isterler. Kadınlara düşkün olsa peygamberimiz, vefatından yıllar sonra bile, en genç hanımı olan Aişe annemiz, Hatice annemizin arkasından ” O yaşlı bir kadındı, ondan daha iyisini Allah sana verdi.” deyince ona, ‘Allah bana ondan daha hayırlısını vermemiştir. Herkes beni yalanlarken o tasdik etti.’ (Hanbel, VI/118) der mi idi? Egosit ve şehvetperest olsa anı yaşamak dururken eskiyi yüceltir mi idi? Aişe annemiz bir hanım sahabi için ‘kısa boylu’ ifadesini kullanınca efendimiz gıybet yapmaması için onu ‘ Öyle bir söz konuştun ki, denize atılsa denizi bulandırır.’ şeklinde uyarır mı idi? Kimse görmüyor, ‘Hee!’ de, geç! Ama efendimiz için önce ahlak ve İslam’ın emir ve yasakları gelirdi, O’nun görevi tebliğ etmek ve insanlara ‘güzel örnek’ olmak idi. Bu hadisleri yine bizzat Aişe annemiz aktarır ki bu da O’nun şerefini göstermektedir!
Oryantalistler bir taraftan Hz. Muhammed’i tarih bilmiyor, mesela İsa ve Musa’yı aynı zamanda yaşadı zannediyor derlerken diğer taraftan Muhammed İncil ve Tevrat’ı inceledi Kuran’ı da bunlara dayanarak yazdı, ithamında bulunurlar. Yani oryantalistler peygamberimizi eleştirmek için hiçbir metot, kural tanımadan peygamberimize saldırmaktadırlar. Oryantalistlerin çoğu ise Müslüman hadisçilerin hadis kriterlerine uymayan rast gele kitaplara girmiş rivayetleri İslam hakkında temel kaynak kabul ederler. Mesela el-Eğani, el-İkdul-ferid, Kitabul hayavan, Kitabul mearif gibi edebiyat kitaplarında bulunan bazı rivayetleri kesin delil olarak ileri sürerler.
“Oryantalistler, herhangi bir önemli husus da bile, görüş birliğine varabilmiş değillerdir.” ( Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 83)
.
Son cevap batılı bir tarihçinin araştırma sonucundan
.
Oryantalist Johann Fück, kendisi de dahil tüm oryantalistlerin, efendimizi tam manası ile asla anlayamayacaklarını şöyle itiraf eder: ” Akılcı birimin unsurları bu insanın şahsiyetinin sırrını çözmede yeterli olmayacaktır ve bizler analizle onun ruhunu harekete geçirip ıstıraplı bir mücadelenin ardından – tanrı’nın kendisini bir peygamber ve bir uyarıcı olarak seçtiğine inanmasını sağlayan şeyi – deneyimle tahlil edemeyeceğiz.” ( Fück, Die Originalitat des arabischen Propheten, s. 145)
Müslüman Fransız oryantalist Nasiruddin Denier, oryantalistlerin yüzlerce yıl devam eden araştırmaları sonucu hiçbir şey elde edemediklerini söyler: ” Bu kadar uzun süre süren araştırmalar yaptıktan sonra, Hazreti Peygamberin hayatına dair sağlam görüşleri yıkmaları, meşhur rivayetleri çürüğe çıkarmaları beklenirdi. Ellerine bir şey geçtiğimi ? Ne gezer… En küçük bir yeni şey ispat edemediler. Aksine, Fransız, İngiliz, Alman, Belçikalı, Hollandalı …ne kadar oryantalist varsa, hepsinin ileri sürdükleri yeni görüşlerin hepsinde, yığınla karışıklık ve saçmalıktan başka bir şey bulunmaz oldu. Dahası, bakarsın biri, diğerinin reddettiğini kabul etmiş, ya da aksine, birinin kabul ettiğini, öteki reddetmiş. Bu çelişkileri saymaya kalksanız, iş çok uzar, sonunda İslam alimlerinin yazdıkları yere dönmekten başka elimizde bir şeyin kalmaz.” ( Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 82)
“Oryantalistlerden Müslüman olanlar hakkı tanır, bunu dile getirir, onların pek çok safsatalarını ve objektifsizliklerini ortaya koyarlar.” ( Pr. Adnan Muhammed Vezzan,Oryantalizm ve oryantalistler, s. 98) “İlmi bir yönteme bağlı kalmak genellikle araştırmacıları aynı ve yakın sonuca götürür. Şayet oryantalizm araştırma ve incelemeleri objektiflik ve ilmi yönteme bağlı olarak gerçekleşmiş olsaydı, varılan sonuçlar bakımından aralarında ayrılıkların olmaması gerekirdi.” (Nezir Hamdan, er-Resul fi Kitabati’l-Müsteşrikin, s. 161 ) “Oryantalistler gerçekleri sunma konusunda çelişkiye düşmeksizin tek bir yöntem üzerinde birleştikleri olmamıştır.” ( Pr. Adnan Muhammed Vezzan,Oryantalizm ve oryantalistler, s. 110)
Altay Can Meriç’in eserinden devam edelim: Samimiyet delillerinde, çoğunlukla sıradan bir siyasi önderin kendi iradesiyle tercih etmeyeceği şeyleri yaptığını göstereceğiz. (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 158) “İnsanların sevdiği şeyleri yasakladığı, sevmediği şeyleri emrettiği” sorusunu siyasetten cevaplamak imkansızdır. (s. 160) Fuhuş, içkiyi yasaklamanın, orucu emretmenin ne gibi bir siyasi menfaati olduğunu açıklaması gerekir. Hz. Muhammed bu emir ve yasaklarla neden işini zorlaştırsın? Toplumsal bir hareket başlatmaya çalışan bir yalancı olsaydınız bu denli şiddetli mükellefiyetleri mecbur eder miydiniz? Aksine, Hayat tarzlarını olumlayarak arkanızda toplamaya çalışırdınız. Muhtemelen iki içecek vardı: su ve şarap. Şarabın yasaklanması, esasında çoğu kişi için tek içeceğin su olması anlamına geliyordu. Onu böyle davranmaktan alıkoyan irade neydi? (s. 162) Savaş esnasında risklere rağmen terk edilmeyen namaz ibadeti siyaseten nasıl açıklanabilir. Hz. Peygamber toplumdaki baskı ve talebe rağmen, kulluk mükellefiyetinden asla taviz vermemiştir. (s. 167) Siyasi menfaat için yalan söyleyenin tavrı, mükellefiyetleri askıya alarak taraftar toplamaya çalışmaktır. Nebi neden tepki çekmesine neden olacak bu mükellefiyetlerle işini zorlaştırdı. (s. 168) Tarih boyunca hangi toplum önderi, özetlediğimiz şekilde, hitap ettiği toplumun değer yargılarına muhalefet edip onları şiddetli mükellefiyetle sorumlu tutarak davetine başlamıştır? Ayrıca sünnetlerle hedeflenen ibadet düzeyi sınırsıza yakındır. (s. 169) Tüm bu mükellefiyetlerle haşa bilerek yalan söyleyen bir yalancı peygamberin gözettiği siyasi maksat ne olabilir? Hz. Peygamber, bu mükellefiyetleri, onlara emrettiği gibi kendisi de yerine getiriyordu. Bahsi edilen mükellefiyetleri bir ay yerine getirmeye çalışın. Kendinizi bu sorumluluklardan kaçmak için türlü bahaneler uydururken bulacaksınız. Bugünkü büyük işlerle uğraşan bir toplum önderi, sizce neden böyle bir yükle işini daha da zorlaştırsın. Nebi insanları mükellef tuttuğundan daha fazlası ile kendisini mükellef tutuyor. (s. 170) Hiçbir hareket adamı, toplumun tamamının kabul ettiği değerlere, durduk yere muhalefet etmez. Hedefine fayda sağlamayacak, pratik faydası olmayan ve sadece zararı olacak temel şeylere yönelmez, gerilimler, hedeflerine ulaşmasına mani olacaktır. (s. 172) Maide Suresi 104 ayet: “Ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda gitmeyen kimseler.” Normalde siyaseten bu söylem bir intihardır, hiçbir toplum önderi, amacına direkt hizmet etmediği için lüzumsuz yere toplumla böyle bir çatışmaya girmek istemez. (s. 189) Ölüp gitmiş insanların hükmü üzerinden siyaseten güç kaybetmesini sağlayacak ne gibi bir menfaat olabilirdi? Ebu Leheb, Hz. Muhammed kabile bağları gereği onu koruyacağını ilan etmiş ve himayesine almıştı. (s.196) Reinhart Dozy: Ebu Leheb, yeğeninin yanına döndüğünde, babamın cehennemde olduğuna nasıl inanırsın? diye bu çok açık soruyu Hz. Muhammed’e sordu. Hz. Muhammed de aynı açıklıkla yanıtladı, son koruyucusunu yitiriyor ve hayatını tehlikeye atıyordu. Artık evinde bile tehdit altındaydı. (s. 197) Margoliouth: “İslam kardeşliği doktrini insanların atalarıyla övünmesini sona erdirmişti. Tüm Araplar eşitti ya da sadece dindarlıkları ile farklılaşabileceklerdi ve bu takdim ile birlikte tamamen yeni bir dönem başlamıştı.” Veda hutbesinde Arapların Arap olmayana, Arap olmayanın araba Takva dışında bir üstünlüğü yoktur. (İbni Hanbel, V/411) buyrulur. ( s. 201) Bu hadis siyaseten açıklanabilir mi? Bu hutbenin dinleyicileri arasında, Arap olmayan kaç kişi vardı da bu uyarı onlara yapılmıştır diyelim? (s. 202) “Muhammed Yalan söyleyen bir toplum önderi idi” diyenler, kavmin güçlülerinin anlaşma isteklerini reddetmesini, yaşıyor oldukları dünyevi lezzetleri, şarap, fuhuş ve benzeri yasaklamasını siyaseten açıklamak zorundadır. Onun bu tavrı Medine’de de sürmüştür. İsa’nın Allah’ın Peygamberi olduğunu, ilan etmesi, Yahudilerle olan ilişki açısından kritik olmuştur. Hristiyanlara yaranılmaya da çalışılmıyor, teslis açık ifadelerle reddediliyordu. (s. 218) Yalan söyleyen birisi olsaydı, tüm grupları karşısına almasındaki neden ne olabilirdi? Montgomory Watt; “Hz Muhammed inancında, tamamıyla kusursuz bir samimiyete sahiptir.”(s. 241) Leone Caetani, “Muhammed, hiçbir zaman bir saray hayatı kurmadı. Gayet mütevazi bir surette, alelade faniler gibi yaşadı. Kendisini tekmil kusurları ile olduğu gibi gösterdi. Buna rağmen, onu yine sevdiler.” (s. 244) Hodgson: “Muhammed her türlü lüksten uzak, tamamen basit ve mütevazi bir yaşam sürmüştü. Kendisine genellikle kolayca ulaşılabilirdi.” Lesley Hazleton: “Mekke’nin fethinden sonra Muhammed istemiş olsaydı saray inşa edip hanedanlık başlatabilirdi. Aksine o, Mekke’yi başkent ilan etmemiş ve Medine’ye geri dönmüştür.” Edward Gibbon: “Muhammed kraliyetin ihtişamına hor görüyordu.” Reinhard Dozy: “Hiçbir zaman zenginlik aramadı.” Bodley: “Hz Muhammed, bir halı üzerinde uyuyor ve ev işini bizzat kendisi yapıyordu.” (s. 245) Fetihlerinden sonra bile Hz Muhammed, o Münzevi yaşayış tarzını değiştirmedi. Emile Dermenghem: “Peygamber hiçbir zaman Dünyaya meyletmedi, dünya malına ve paraya tamahta bulunmadı. Büyüklük taslayıp övünmedi. Evini süpürdüğünü elbiselerini yamadığını kapıcıları olmadığını görüyoruz.”( s. 246) Morgoliouth: “pahalı eşyalardan sonuna kadar kaçındı.” Armstrong: “Arabistan’daki en güçlü adam haline geldiğinde bile lüksten nefret ediyordu. Asla bir takımdan fazla giyeceği olmamıştı. Kendisine hediyeler verildiğinde hepsini yoksullara dağıtırdı.” (s. 247) Hitti: “sahip olduğu elbiseleri sık sık tamir ederken görülüyordu.” (s. 248) Hz Ayşe, “evimizde, Bazen iki üç ay geçerdi de, ateş yanmazdı.” Nebi koca bir toplumun tek yöneticisi idi. Ancak buna rağmen hanımları, geçim darlığından şikâyet ediyorlardı.(s. 249) Emile Dermenghem: “Resulullah uzanmış yatıyordu, vücudunda hasır liflerinin izleri görülüyordu.” Hazleton: “Uyuduğu odada ne bir kilim, ne bir yatak, ne de bir konfor eşyası vardı, bir devletin yöneticisini arayacağı son yer gibi geliyordu.” (s. 250) Margoliouth: “Muhammed’in kendisine tabi olanların yaşadığı sefaleti onlarla beraber paylaştığını kabul etmemiz gerekir. Verilen zekatları kendi özel ihtiyaçları için kullanmayı reddetmişti.” (Margoliouth, Muhammed ve İslamın Yükselişi sayfa 212).( s.251) Kavmine muhalefet ediyor ve onların uzlaşma çabalarını reddediyordu. Menfaat zaten düşmanları tarafından kendilerine en zayıf günlerde teklif edilmişti. Onun pek çok davranışının siyasi menfaatlerine ters düşmesi olgusunu nasıl açıklayacağız? (s. 257) Montgomory Watt: “Hz Muhammed aleyhindeki yaygın temelsiz iddialardan biri onun, tutkularını ve şehvetini tatmin edebilmek için kendisinin de sahte olduğunu bildiği dini öğretileri savunan bir sahtekâr olduğudur. Bu bir hilekârın ya da yaşlı bir şehvet düşkünü işi değildir.” (s. 260, 261) Leone Caetani: “Etkili silah, Muhammed’in şahsen sahip olduğu büyük etkiden ibarettir. Muhammed samimi, namusluydu.” (s. 261) Montgomory Watt: “Samimiyetsizlik ve sahtekârlık suçlaması, hala zaman zaman bu tür suçlamalar yapılmaktadır.” (s. 262) Maxime Rodinson: “Samimi bir Muhammed’i açıklamak, sahtekâr bir Muhammed’i açıklamaktan çok daha kolaydır.” Emile Dermenghem: “O’nun samimiyetinden asla şüphe edilmesi mümkün değildir. Onun özü ve sözü, kesinlikle doğru idi. Bütün hayatı daima sıkıntılar çektiğini göstermektedir.” (s. 264)
.
Cevapların devamına, ‘Efendimiz neden çok hanımla evlenmiştir‘, adlı yazımızdan ulaşabilirsiniz!
Not: Peygamberimiz hem devlet başkanı, hem başkomutan, hem İmam Hem vaiz, hem baba, hem dede, hem çölden gelen biriyle de, çevredeki devlet, krallık, imparatorluklardan gelen elçilerede muhatap olan; hem de dini veya sosyal her türlü soruya muhatap olan birisi! Ve tüm bunlardan sonra evine gittiği zaman veya arkadaşlarıyla beraber ki yaşantısında normal-sıradan bir insan gibi hayatına devam eden birisi: Ayakkabısını başkasına bağlatmayan, topluma girince özel ilgi beklemeyen aksine bir hizmetçi gibi arkadaşlarına hizmet eden, evinde kendi söküğünü kendi diken, yemeye veya şatafata İzin vermeyen, devamlı öldürülmek istenen, iftiraya uğrayan ama yine de temizliğinden davasına; mücadelesinden ahlakına…asla taviz vermeyen birisi!Tek Başına tüm dünyaya,sirke, zulme karşı çıkma cesaretini gösteren, dünyalık hiçbir makam, nimet tekliflerini kabul etmeyen birisi… hem insan ve hem üstün örnek sahibi olarak o bir peygamber! işte Onu Üstün yapan bu!
“Muhammed kendi halkınınkinden daha rahat bir hayat tarzı sürdürmek için hiçbir arzu taşımıyordu.” ( Gai Eaton, İslam Ve İnsanlığın Kaderi, s. 220) “Peygamber birçok seferi yönetmiş, öğretmenlik yapmış, ailesine ve arkadaşlarına da ayıracak zaman bulmuştur.” ( s. 228) “Camiye bir battaniyeye sarılmış olarak geldiğinde, yüzünde ölüm alametleri görenler olmuştur. “Eğer aramızda haksız yere dövülmesine neden olduğun biri varsa” demişti, ‘ işte sırtım, vurun ve hakkınızı alın.’ ( s. 243) “Hz Muhammed, hem cesareti, hem de şefkatinden dolayısıyla sevilir. Sadece bir savaşçı ve insanların önderi olduğu için değil, mükemmel koca, mükemmel bir baba ve mükemmel arkadaş olduğu için de sevilir. Ona en yakın olmuş insanlar, ‘havariler’ olarak değil, arkadaşlar (Ashab) olarak bilinir. Hz Muhammed olmasa bu dünya soğuk ve tahammül edilmez bir yer olurdu.” ( s. 125) “Hz Muhammed’in geleceği garanti altında gözüküyordu.” ( s. 193) ‘Geleceğinden emin olan’, Hılful Fudul’a üye olup zenginlerle iç içe bulunan, Hacer ül Esved’di yerine koyarken gösterdiği çözümlerle kabile reislerince sözüne itimat edilen Hz Muhammed’in, tüm bunları neden terk edip, 12 yıl işkenceyi göze alsın, 2 yıl özel olarak Müslümanlar tutsak hayatı yaşarken, eşi vefat etmiş, Ebu Talip hemen sonra vefat etmiş, yani hüzün yılı yaşayan Muhammed, neden sonucu belirsiz bir yola girsin? Mesajının içeriğinde de o dönemin müşriklerini çekecek ne putlar vardır, ne içki, nede Mekkeli Arapların müşriklerin hoşuna gidecek kabilecilik…Aksine zekat oruçtan tevhid inancına dek hep o dönemde tepki çekecek kurallar zinciri ile gelmiştir…!
Kimdir Hz Muhammed (sav)
Tanrı kabul edilen putları kırıp yerine tek ilah kavramını yerleştiren, ırkçılığın ortamında yetişen topluma ümmet bilinci oluşturan, kumarı yasaklarken, zekatı emreden ve benzeri birçok ibadeti dini bir emir ve yasaklar zinciri olarak toplumu yerleştiren, gece kalkıp saatlerce namaz kılarken, iftar etmeden üst üste günlerce oruç tutan birinin davetini önce neden fakir, köle, ezilmişler kabul etmiştir? Çevresindekiler kendisinden mucize beklerken oğlu İbrahim vefat edince güneş tutulur ama bunu, “Bunlar hiç kimsenin ölümünden veya yaşamasından/doğmasından dolayı tutulmazlar.” diyerek çevresine açıklar. Etrafına korku salan adamı adil halifeye; 9 arkadaşını para için öldüreni dünya malına önem vermez birine, köle olan kişiyi ‘efendi’ diye hitap edilen bir şahsiyete dönüştüren, tarihte hiç bir zaman bir devlet kurup dünya tarihinde hiç bir söz sahibi olmayan Arapları çok kısa bir zamanda 3 kıtaya yayılmış bir devlet kurduran, elde edilen yerlerin kültürü içinde erimeyip onları kendi kültürlerine dönüştüren, dünya ilim tarihine damga vurduran bilgin ve dünyaya ahlak abidesi olacak bir çok şahsiyetler yetiştirenden bir ortamı kuran, düşmanlarını af ederek kazanan, toplumu değiştirip yeni bir kültür oluşturup yüzlerce yıl sonra bile hala devamını sağlayan, barışı amaçlayan ama cihadı göz ardı etmeyen, güçsüz olduklarında ezilirken güçlü olunca tüm dini grupları bir arada yaşatabilen bir dünya görüşü oluşturan kaç önder şahsiyetin fikirleri bu kadar uzun süre yaşamıştır? İskender’den Timur’a, Lenin’den Hitler’e vb.nin fikirleri ne kadar yaşamıştır? Ruhbanlık yerine ilahi kanunları merkeze yerleştiren, yaratıcının altında tüm kulları eşit kabul ettiren bir fikri ilan eden, tevhid-ahlak-adalet ve emanet eksenli bir din kuran, ibadetten ahlaka, siyasetten imana tüm esasları tek tanrıya bağlayan, baba, dede, yetim, fakir, zengin, yönetici, komutan vb. olup halkla iç içe yaşayan bir insan, daha önce siyaset, ekonomi, toplumsal konularla ilgilenmeyen ama zulme, yalana, şirke, torpile vb. karşı, adaleti, danışmayı, işi ehline vermeyi vb. temel esasları savunan ve insanlık tarihini tevhid eksenli bir merkeze oturtan, hem şirkle, Hıristiyanlıkla, Yahudilikle farklı bir din ilan eden, dini esaslarının tümünün tutarlı ve yaşamla iç içe olan biri deli, menfaatperest, yalancı olabilir mi?
İmandan hukuk’a özgün bir sistemi, okuma bilmeyen bir kişi nasıl kurabilir? Hayatı ilkesel olarak geçiren, oğlunun vefatı sırasında güneş tutulmasından mal mülk tekliflerine dek hepsine sırt dönen, her şeyi elinden alınıp her türlü zulmün kendine yaşatıldığı şehre geri dönüp fethettiğinde herkesi af eden biri. İçinde bilimsel ayetler olan, gayb haberlerini barındıran bir kitabı tebliğ eden biri. Geçmiş toplumlarla ilgili bilgiler Kuran’da farklı geçer. Davud (as) başkasının eşine sarkan, Lut (as) kızı ile zina etmemiştir, Süleyman (as). müşrik değildir, Eyyüp (as) asla hastalıklarına isyan etmemiştir vb. Kuran, Rumların savaşı kazanacağını nereden biliyordu? Hudeybiye anlaşması şartları Müslümanların aleyhine gibi iken efendimiz neden bu şartları kabul etmiştir? içinde hukuk, iktisat, sosyo-psikolojik içeriğe sahip, toplumu tamamen değiştiren bir eseri cahil biri mi yazmıştır? Köylü bir çiftçi de okuyup anlıyor bu kitabı, ABD’li matematik profesörü de okuyup ikna olup iman edilen kuramsal bir eseri cahil biri mi yazmıştır?
.
.

Oryantalistlere cevaplar
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.