Tefsirde İsrailiyyât, Hadiste Mevzuât -Kitap Özetleri-

Within spread beside the ouch sulky and this wonderfully and  as the well and where supply much hyena so tolerantly recast hawk darn woodpecker

Tefsirde israiliyyât

Taberiden itibaren yetişen bazı müfessirler kendilerinden önce tedvin edilmiş eserlerden ne buldularsa aynen benimsediler. İslam’a yüzde yüz zıt olanlar bile bazı tefsirlerde yer aldı. (s. 18) Bazı hakikatler, efsane ve israiliyat içinde boğuldu. (s. 19) Yakup Aleyhisselam’ın lakabı İsrail’dir. Yakup, 12 yahudi boyunun atasıdır.

İsrailiyattan tefsire girmiş Yahudi kültürüne İsrailiyat denir. (s. 29) İsrailiyyat dediğimiz haberler, Yahudi ve Hristiyanlar kanalıyla Müslümanlara geçmiştir. (s. 73) İman edenlere düşmanlıkta ileri gidenler yahudilerdi. Bazıları zahiren Müslüman görünüp, din ve itikatlarını içlerinde gizlediler. (s. 82) Eski inanç ve dini görüşlerden bazılarını yeni girdikleri dine ve bunun mensuplarına naklettiler. Yahudiler, İranlılar kendi dinlerine son veren İslam’ı ve Müslümanları içten vurma çareleri aramışlardır. (s. 83)

İsrailiyatı rivayet edenlerden bazıları:

Abdullah ibni Abbas: İmamı şafii, Abdullah ibn abbas’tan rivayet edilen tefsire dair sahih hadislerinin tamamının 100 civarında olduğunu söyler. İbni Abbas’a nispet edilen ‘Tenviru’l Mikbas’ isimli eserin ona ait olduğu kabul edilmemektedir. (s. 86) Ebu Hureyre: Şöhret ve otoritesi istismara uğramış, hadis ve tefsir sahasında pek çok şey bu büyük insana izafe edilmiştir. (s. 88) Abdullah ibn-i Amr ibn-As: Bu sahabeden gelen, bilhassa mevkuf hadisler hususunda ulema titiz davranmış, onları almaktan kaçınmışlardır. (s. 90) Abdullah ibni Selam: Aslen Musevi iken Müslüman olmuştur. Tevrat’ı iyi bilen bir zat idi. Abdullah ibni Selam bütün yazarlara göre güvenilir bir insandır, buna rağmen bilhassa kendisinden gelen mevkuf hadisler hakkında dikkatli davranmak ve onların israiliyatlar olabileceği ihtimalinden uzak tutmamak gerekmektedir. Şöhreti çok büyük olan bu zatın isminin istismar edildiğini düşünmek de mümkündür. (s. 92) Temim et Dari: Aslen Hristiyan bir aileye mensup idi, Temim’den Müslüman topluma bilhassa Hristiyanlara ait bazı israiliyyatın geçtiği kesindir. (s. 93) Ka’bul Ahbar: Aslen Yemen Yahudilerinden idi. Onun vasıtasıyla tefsire pek çok israiliyat ve efsane girmiştir. (s. 95) Pek çok kez kendisi uyarılmıştır! Mesela ibni Abbas, ondan gelen bir sözü duyunca “Ka’b yalan söylüyor yalan, bu Yahudilerin sözüdür.  Ka’b bunu İslamiyet’e sokmak istiyor.” demiştir. (s. 96) Ondan gelen başka bir söz için İbni Mesud, ” Ka’b yalan söylemiş, demek o hala Yahudiliğini terk etmemiş.” demektedir. (s. 97) Hz Ömer de Müslüman olduktan sonra Tevrat’tan nakiller yapmaya devam ettiği için onu dövmüştür. (s. 98) Vehb ibni Münebbih: Aslen İranlı olan Münebbih, Yahudi rivayetlerin en mühim kaynaklarından birisidir. (s. 99) Onun vasıtasıyla İsrail’i rivayetlerden bir haylisinin İslam’a girdiğini rahatça söyleyebiliriz. Tabiinden sonra İsrail’i rivayetlerle meşhur olmuş şahıslardan birisi de ibnü’l-İshak’tır. (s. 100) Ehli kitap mühtedisi olsun veya olmasın, ilmi ile ün yapmış İslam büyüklerinin isimlerinin istismar edildiği ve söylemedikleri pek çok şeyin onlara nispet edildiğini hatırdan çıkarmamalıyız! (s. 101) Yaratılışa ait, geçmiş milletlere, peygamberlere, ahirete ait israiliyyat kökenli rivayetler tek tek ele alınıp kitapta tahlil edilmiştir. (s. 105-380)

Kur’an’da geçen kıssalarda zaman yoktur, yer söz konusu edilmemiştir. (s. 102) Nur ve onunla birlikte yaratıldığı sayılan eşyaya dair haber israiliyyattır  (s. 107) Bakara, 102. ayette Harut ve Marut isimli meleklerden bahsedilir. Allah peygamberini hazreti Süleyman’ın sihirden ve sihirbazlıktan uzak olduğunu ifade eden ayeti indirmiştir. (s. 182) Belki yüzde doksan oranında; tefsirle, siyerle, peygamberler tarihi ve meğazi ile uğraşan ve akaid sahasında eser veren müellflerin rivayetleri hiçbir tenkite tabi tutulmadan alınmışlardır. Haberleri rivayet veya dirayet yönünden ve bazen de her ikisi bakımından tetkik edenler oldukça azdır. İsrailiyattan olan haberlerin naklinde sayısız mahzurlar vardır, birçok yönleri ile bunlar batıl ve lüzumsuzdur. (s. 198) Babil’in neresi olduğunu tayin için ortaya atılan görüşlerin sayısı ona varmaktadır ama bunların yeri tefsire dair eserler olmamalıydı çünkü bunlar ayetten gaye olan irşad ve öğütleri bir ölçüde gölgeliyor ve muradı ilahi bunlar arasında kaybolup gidiyor. (s. 199) Harut ve Marut ile ilgili kıssalar, Zühre’ye ait haberler, söylentiler hadis ilmi ile meşgul olan bilginleri rahatsız etmişlerdir. İbn-i Kesir, “Harut ve Marut’a ait bir takım haberler israiliyat haberleridir çünkü bu hususta sahih senedi olan ve muttasıl olarak kendisi merfu olan bir hadis yoktur.” Demektedir. (s. 206) Ashab-ı Kehf kıssası, Kehf suresi 9-22. ayetlerde geçer. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, İbnü İshak’ın bu konudaki rivayeti için, “usulü hadisce ihticaca salih değildir” der. (s. 222) Ashab-ı Kehf’e ait Hz peygamberden bize hiçbir haber ulaşmamıştır, haberin detaylarına da zaten ihtiyaç yoktur. El-Kasimî bu konuda, ‘seleften pek çok rivayetler nakledilmiştir, bunların ekserisi israiliyattır, içlerinde öylesi vardır ki, elimizde bulunan hak dinin prensiplerine aykırı oldukları için onların yalan olduğuna kesin olarak hükmedilir.’ demektedir. (s. 224) İbni Kesir, ‘Allah bize ashabı kehf’in kıssasını bildirmiştir, ondan ibret almamızı istemiştir, mağaranın hangi dağda veya kasabada olduğunu bize haber vermemiştir çünkü bundan bize bir fayda yoktur, dini bir gaye de bunda mevcut değildir, eğer bunda dini bir fayda olsaydı Allah ve onun elçisi bize mağaranın yerini bildirirdi.’ demektedir. (s. 227) İsrailiyatın arkasına düşmenin ve bunlarla vakit geçirmenin hiçbir lüzumu yoktur. (s. 228) Talut ve Calut olayı: Bakara suresi 246. ve 251. ayetlerde Talut ve Câlût’tan bahsedilir. Kur’an’ın 6 ayet içinde özet ettiği bu kıssa ile ilgili görülen hadiseler, savaşlar, kahramanlıklar akıl almaz biçimde genişletilmiş ve kitaplara cüz cüz bilgiler dağıtılmıştır, bunların lüzumsuzluğunu ve pek çoğunun israiliyyat olduğunu ortadadır. (s. 230) Davut’un Calut’u sapanla öldürmesi konusundaki rivayetlerin tamamı israiliyattır. (s. 248) Sekînet, hafiflik ve telaşın zıttıdır. (s. 259) Karun hakkında detaya Kur’an-ı Kerim’de ve Hz peygamberin hadislerinde en ufak bir bilgiye tesadüf edilmez,  bunlar tamamı ile israiliyat haberleri ve rivayetlerdir. (s. 285) Razi, ‘faydasız ve lüzumsuz bilgilerdir bunlar, yapılacak en güzel iş bunlara kitaplarda hiç yer vermemektir.’ demektedir. (s. 286) Çoğu zaman söylenenler birbirine zıttır, yapılacak en güzel şey, Kur’an’da anlatılanlarla yetinmek ve bunları bir kenara atmak ve tafsilatı, ‘alem-ül gayb’ olan Allah’a havale eylemektir. (s. 287) Mikail, İsrafil ve Azrail’in yeryüzüne toprak almaya gidişleri ile ilgili rivayetler, İslam öncesi dönemin hurafeler ve israiliyat kaynağı olan belli şahıslar, Tevrat ve onların açıklamalarıdır. (s. 306) Havva’nın Hz Adem’in sol eğe kemiğinden yaratılmış olduğu yolundaki uzun ve detaylı bilgiler, karşılıklı konuşmalar ve bunlara dair olan detayların aslı yoktur, bunlar genel hatlarıyla israiliyattır. (s. 310) Kitab-ı mukaddes’in Tekvin 2-17. ayetlerinde “ve rab, iyilik ve kötülüğü bilme ağacından yemeyeceksin çünkü ondan yediğin günde öleceksin” denilmektedir. (s. 317) Hz Adem’e yasak ağacın Havva tarafından yedirilmesi ile ilgili olarak aktarılan rivayetler ve diğer detaylar İslami değildir, bunları doğrulayacak sahih eserlere de sahip değiliz. (s. 319) Hz Adem’in üzerlerini incir yaprakları ile örtmesi ile ilgili rivayetler kitabı mukaddesten alınmıştır. (s. 322) Tefsir ve diğer İslami eserlerde yer almış Hz Nuh ile ilgili o kadar çok şey vardır ki, bunların hemen hemen tamamı Tevrat’a dayanır, Cenab-ı  Hak tarafından Kur’an-ı Kerim’de belki onlarca yerde tahrif edildiği, bozulduğu, ilahi hüviyetten zalim insanların eliyle sıyrıldığı bildirilen Tevrat’a ve onun açıklamalarına ihtiyaç yoktur. (s. 352) Kur’an-ı Kerim ilk yapılan mabedin Mekke’deki Kabe olduğunu bize bildirir. (Ali İmran, 96) Bu evin ilk olarak Hz İbrahim ve oğlu İsmail tarafından yapıldığına dair açık beyanlar vardır. (Bakara, 127)

İsrailiyatın zararları: Kur’an’ın esas gayesi olan kıssalar üzerinde düşünmek yerine başka hayal ve hurafelere kafa yorulmuştur, büyük çoğunluğu ehli kitabın eserlerine dayanan, geri kalanları da kıssacıların ve hadis uyduranların düzmesi ve İslam’a düşman çevrelerinin üretimi olan israiliyyat, müminleri bir ölçüde Kur’an’dan ve hadisler uzaklaştırmıştır. (s. 383) İsrailiyyat denen şeyler Hz peygamberin hadislerine tercih edilmiştir, akıl dışı hurafe dinlemeye alıştırılan insanlar ciddi konulara itibar etmez bir hale getirilmiştir. Bir eserin veya müellifinin büyük olması ayrıdır, o eserde israiliyyatın bulunmadığı ayrıdır. İnsanlarda, herhangi bir sahada otorite kabul edilen kişilerin hata yapmayacağı, eserlerinde hatalı noktaların bulunmayacağı inancı vardır. Sevmenin ve benimsemenin de bir sınırı ölçüsü olmalıdır. “Senin bir şeyi aşırı derecede sevmen seni kör ve sağır eder.” (Ebu Davud, edep, 116; Ahmet, V/194)

Herhangi bir eserde İslami yönden küçük veya büyük bir hatanın veya hatalı bir görüşün tespit edilmesi, bazı insanları hiç de uygun olmayan bir kanaate sevk etmektedir. O da, bu eserlerin tamamen terk edilmesidir. Bu noktada yapılacak iş, bu eserlerin iyi yönlerinden istifade etmek, eksiklerini tespit edip, ilmi usuller dairesinde edep ve terbiye dairesinde ilme, akla ve kaynaklara istinaden hataları göstermektir. (s. 384)

Sonuç: Kur’an’ı Hazreti peygamber binlerce hadisi ile açıklamış, tarif etmiş, tatbikatlar yaparak tefsir ve izah etmiştir. (s. 385) Peygamberimiz, “Ehl-i kitaba bir şey sormayınız, onlarca anlatılanları ne tasdik ne de tekzip ediniz.” buyurmuştur. (Ahmet, Müsned, 3/338; Buhari, İtisam, 25; Davut, İlim, 2) Kur’an ve hadislerde mevcut şeyler Müslümanlara bilgi olarak yeterlidir.  (s. 386)

  Doç Abdullah Aydemir, tefsirde İsrailiyyat

*

Mevzu hadisler

Sonradan Müslüman olup Muhammed ismini alan Leopold Weiss: “Hiçbir yalan hadis muhaddislere gizli kalmamıştır.” (Muhammed Esed, Yolların ayrılış noktasında İslam, s. 97)

Kur’an-ı Kerim bize gelen haberleri araştırmayı emreder. (Hucurat, 6) Peygamber efendimiz, ‘Kim benim ağzımdan bilerek hadis uydurursa, cehennemdeki yerini hazırlasın’ buyurmuştur. (Buhari, I/36; Müslim, I/10; Ebu Davud, III/435; Tirmizi, I/126; İbni Mace, 14)

Uydurma (Mevzu) hadislerin söz olarak hiçbir değeri yoktur. (s. 21) Sahabelerden İmran b. Husayn, ‘Ashap katiyen hadis uydurmaz fakat hadis naklinde bazı hatalara meydan verebilir.’ demektedir. (s. 26) Peygamber efendimiz daha hayattayken onun aleyhine yalan söylenmiş, o da söylemediği bir sözü kendisine nispet etmeyi şiddetle yasaklamıştır. Bu nedenle sahabeler hadis rivayetinde son derece titiz davranışlardır. (s. 28) Peygamberimiz vefat ettiğinde şaşkına dönen bazı Müslümanlar onun ölmediğini, Hz İsa gibi göğe alındığını söylemeye başladılar. (s. 29)

Hadis uydurmanın sebepleri: Bazı fırkalar hadisler üzerinde tahrifler yapmışlardır, bunun bir sebebi kendi aleyhlerine ve işlerine gelmeyen hadisleri peygambere nispetini inkar etmek,  ikincisi, hadisler uydurarak bunu Peygamberimize isnat etmek şeklinde olmuştur. (s. 31) Şii imamlardan ibni Ebil Hadîd, “şunu bil ki, fazilet ile ilgili uydurma hadisler ilk defa Şia tarafından ortaya konmuştur, onlar önce hazreti Ali hakkında çeşitli hadisler uydurdular.” demektedir. Aşırı bir Şii görüntüsüne bürünen Abdullah ibn-i Sebe de, Müslümanlar arasında fitneye sebep olacak birçok hadis uydurmuştur. (s. 32) Şiiler, hariciler, Abbasiler, kaderiye, mücessime gibi birçok gruplar hakkında birçok hadisler uydurulmuştur. (s. 36-42) Mezheplerin mutaassıp taraftarlarından bir kısmı, basit ayrıntıları büyüterek ana meseleler haline getirmiş ve mezheplerinin tatbikatını tasvip edecek olan hadisler uydurmaktan çekinmemişlerdir. (s. 47) Milliyetçilik duygusu ile de hadisler uydurulmuştur. (s. 48)

İslam düşmanları kasıtlı olarak hadisler uydurmuştur. Amaçları dini bozmak, İslam’ı gülünç duruma sokarak alay etmek, bu şekilde halkın kalbindeki din hakkında birtakım şüpheler uyandırmaktır. (s. 51) Meşhur dinsiz Abdulkerim bin Ebi’l-Avca, “dininizde helalı haram haramı da helal göstermek üzere 4000 hadis uydurdum” itirafında bulunmuştur. (s. 54) Dine hizmet etme arzusuyla da hadisler uydurulmuştur. İyi bir şey yaptığını zannederek, zahit veya mutasavvıf görünümlü bazı kişiler hadisler uydurmuşlardır. (s. 57) Meysere bin Abdirabbih, çevresince çok sevilen bir zat idi. Vefatına yakın, “Rabb’inden ümit var ol” dendiğinde, “nasıl olmam ki, hazreti Ali’nin faziletleri hakkında 70 hadis uydurdum.” cevabını verebilmiştir. (s. 58) Normalde bu insanlar mevzu hadis dışında yalan söyleyebilecek insanlar değillerdi. (s. 59) Halkı ibadetlere yöneltmek için, detayları mahsul ürünü uydurma, mükâfatı bol olan birçok hadis uydurmuşlardır. (s. 60) Şahsi menfaat düşüncesi ile de hadisler uydurulmuştur. (s. 61) Uydurdukları sözleri sahih hadislerle karıştırmak suretiyle veya uydurma bir senet ile veya hem senet hem metini birbirine karıştırmak suretiyle hadisler, sahih gibi gösterilmeye çalışılmıştır. (s. 70)

Hadis alimleri, yalan hadis uyduranları tek tek isim isim tespit etmişlerdir. (s. 71) Hadis uyduranlardan hastalandığında hadis uydurduğunu itiraf etmiş olan Nasr bin Tarif, iyileştikten sonra yalancılığına kaldığı yerden devam etmiştir. (s. 81) Ahmet bin Hanbel ve Yahya bin Main bir mescidde namaz kılarken kendi adlarının anılarak hadis rivayet edildiğini duyarlar. Adamın yüzüne yalancılığını vurduklarında, “aynı isimde sizden başka kimseler yok mu dünyada?” diyerek onlarla alay eder bir tavırla adam oradan uzaklaşır. (s. 86) Bir başka kıssacı, sadece bir senet ezberlediğini ve duyduğu her hadisi bu senetle rivayet ettiğini de itiraf etmiştir. (s. 87) Halk kıssacıların zihni yapılarından hoşlandığından, onların etrafında toplanmakta idi. Hatta bir vaiz, içinde dua yazılı küçük bir kâğıdı göstererek “bu Musa’nın duasıdır, kim okur veya yanında taşırsa üzerinden farz namazlar düşer.” diye bağırmaktaydı. Çevresini ellerinde para ile o kâğıt parçasını almak için insanlar kuşatmıştır. (s. 88) Cahil halk tabakası, İslam alimleri ile kısacılar arasında cereyan eden çetin savaşlarda kısacıların taraflarını tutmuşlardır, hatta muhaddis Şa’bi, bir mescitte bir uzun sakallı ihtiyar bir adamın hadis uydurduğunu görür, itiraz eder. Kıssacı halkı galeyana getirir, muhaddis üzerine insanları salar. Muhaddis ancak ‘uydurma hadisi kabul ettiğini yemin ederek söyleyince’ serbest bırakılır. (s. 89) Ünlü İslam alimi Suyuti bile, kıssacıların aleyhinde konuşuyor diye halk tabakası tarafından ölümle tehdit edilmiştir. (s. 90)

Uydurma hadislere karşı öncelikle isnat bilimi geliştirilir. Bu sadece Müslümanların icat ettiği orijinal bir sistemdir. (s. 95) Hz Ömer ve Hz Ali gerektiğinde ravilere yemin ettirerek istinadı arayan kişilerdendi. (s. 96) Muhaddisler raviyi tenkit etmeyi gıybet saymazlar. (s. 97) Muhaddisler adalet ve zapt şartlarını ravide aramışlardır. (s. 108) Hataları görülen raviler cerh edilmiştir. Rivayetleri zayıf görünmeyen raviler, sika kabul edilmiştir. (s. 111)  Senet zincirini tenkit prensibinin amacı, güvenilir hadis metinleri elde etmektir. Muhaddislerin senet tenkitine gösterdikleri özeni metin tenkitine gösteremedikleri iddia edilmiştir. Aslında senet tenkiti gibi görünen birçok hususların metin tenkiti olduğunu ileri sürmek mümkündür. Birçok araştırmacı, metin tenkiti sözü ile hadislerin günümüz ilim ölçülerine ve akıl prensiplerine uygun olup olmadığını kastettiği bilinmektedir fakat henüz ilmin kesin bir neticeye ulaşmadığı bazı hususlarla bağdaşır görülmeyen hadisleri hemen mevzu saymakta acele etmemek lazımdır. (s. 118) Metin tenkitinin daha sahabe devrinde başladığını gösteren örnekler vardır. Sahabelerin ravinin sika ve sadık oluşunu, rivayetin sıhhati için yeterli bulmamış ve bu bakış açısı daha sonraki nesillerce de aynen korunmuştur. (s. 121) İslam alimleri hadis usulünü geliştirmişler, mütevatir, hasen, mürsel, müdrec, fert, garip, şaz vd. gibi birçok hadis terimleri ortaya koymuşlardır. (s. 125) Muhaddisler hadisini rivayet ettikleri kimseyi hayatı boyunca kontrol altında bulundurmuşlardır, bu konularda tabakat kitapları yazılmış, rical ilmi ortaya çıkmıştır. (s. 132) Hadis almak için Medine’den Mısır’a giden, haftalarca yolculuk yapan hatta bir harf için bile seyahat edenler olmuştur. (s. 133) Muhaddisler, hadisleri uydurma haberlerden ayırarak muhafaza etmeyi dünyada yapılabilecek en faziletli bir amel olarak kabul etmişlerdir. (s. 134) Zayıf hadisler gibi uydurma hadisleri de araştırılarak sadece bunların bir araya toplandığı mevzuat kitapları yazılmıştır. (s. 138-168)

Hangi konulardaki hadisler mevzu olabilir? Senenin veya haftanın belirli gün ve gecelerinde kılınması tavsiye edilen namazlar hakkındaki hadisler, Recep ayı ve bu ayda tutulacak oruçların faziletleri hakkındaki hadisler, belirli tarihlerde bazı hadiselerin cereyan edeceğini haber veren hadisler, kıyamet alametlerinin belirli aylarda ortaya çıkacağını beyan eden hadisler, Türkleri-Habeşlileri-Sudanlıları kötüleyen hadisler, Ebu Hanife ve imamı Şafii’nin adlarını anarak öven veya kötüleyen hadisler, Hızır ve İlyas’ın hayatlarından bahseden hadisler, mürcüye-kaderiye-eşariye mezheplerinden bahseden hadisler, bazı şehir ve memleketleri öven veya kötüleyen hadisler, aşure gününün faziletlerinden, belli gıda maddelerini öven, hazreti Ali’ye Peygamberimizin vasiyette bulunduğunu iddia eden, Kur’an-ı Kerim surelerinin faziletleri hakkında bahseden çoğu rivayetler, imanın artığını söyleyen hadisler.

“İslam düşmanları kasıtlı olarak hadisler uydurmuştur. Amaçları dini bozmak, İslam’ı gülünç duruma sokarak alay etmek, bu şekilde halkın kalbindeki din hakkında birtakım şüpheler uyandırmaktır.” (Prof. Yaşar Kandemir, Mevzu hadisler, s. 51) Din düşmanlarının uydurduğu sözde hadislerin diğer bir zararı da, dini kabule mütemâyil olanları veya gerçek İslam’ı anlamayan cahil Müslümanları dinden soğutmuş olmasıdır. (Kandemir, s. 191) Güya Müslümanları dine teşvik etmek hayaliyle uydurulan sözler nasıl ki onları sınırsız bir af ve merhamet ümidiyle dini ihmale veya tamamen uzlete sevk etmişse, terhîb (korkutma) düşüncesi ile uydurulan hadisler de aynı tesiri göstermiş, bu sefer de ayağını yanlış atmanın günah olduğunu, en ufak bir dikkatsizce davranışı ile cehennemin en korkunç çukurlarına atılacağını duyan bir Müslüman, ya tamamen dinden soğumuş veya lakayt kalmış veya cehenneme atılmak korkusuyla dünyevi vazifelerini tamamen ihmal ederek ibadetle meşgul olmuştur. İslam’ın azılı düşmanları onu dışarıdan yıkmaya çalışırken bunlar da, Müslümanlığın çehresini değiştirmek ve Müslümanları tembelliğe sevk etmek ve hatta dinsizlere bol bol malzeme vermek suretiyle içten yıkmaya uğraşmışlardır. (Kandemir s. 193) İslam alimleri üzerlerine düşen görevleri yapmış, hadisleri mütevatir sahihinden zayıf uydurmasına dek, tek tek tespit etmiş ve kitaplarını almıştır. Fakat okuma görevini ihmal eden bazı cahil halk tabakası bu bilgilerden uzak oldukları için İslam adına birçok uydurma rivayetleri din diye kabul etmiş, bu da İslam’ın gerçek ruhunun toplumca topluma tam olarak yansımasına engel olmuştur. 

  Prof. Dr. Mehmet Yaşar Kandemir, Mevzu Hadisler 

..

.