Oryantalizm Yanılgısı

351 kez görüntülendi

Oryantalizm Yanılgısı

Oryantalistlerin tüm iddialarına cevapları sitemizde bulabilirsiniz. Özellikle ‘’Tüm dinlerin özü İslam’dır’, ‘Kur’an’ın kaynağı nedir?’ , ‘Kur’an’ın aslı yakıldı mı?’, ‘Oryantalistler ve Hz Muhammed’, ‘İslam barış dinidir’, ‘İslam ve Rönesans’, ‘Şeriat ve kadın’, ‘Hz Muhammed neden çok hanımla evlenmiştir?’, ‘İslam’da kadın hakları’, ‘Misyonerlik’, ‘Batı medeniyeti’, ‘Papa’ , ‘Oksidentalizm’, ‘Oryantalist hadis anlayışı ve eleştirisi’ başlıklı yazılarımızı tavsiye ederiz.

Tanımı, tarihi, iddiaları, metot ve amaçları, yapılması gerekenler, amacımız

Metodumuz

Çalışmamızda kaynaklarımız arasına sadece İslami kaynaklar değil, bu kaynaklara objektif yaklaşan batılı oryantalistlerden de alıntılar ekledik. Bu sayede iddialarımızın iki taraftan da belgelendirilmesini amaçladık: “Veri aktarımını, oryantalist veriler üzerinden yaptım. Bu sayede, tarihi veriye karşı güven problemi yaşayan bir arkadaşımızın, en azından bu verinin Müslüman olmayan yazarlarca da kabul edildiğini bilmesi güven oluşturacaktır. Bu bağlamda çoğu alıntımız düşmanın itirafı mahiyetindedir.” (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 19)

Birçok örneği olmakla beraber birkaç örnek vermek gerekirse, Lemartine, Histoire de la Turquie Bismarck der ki: Şayet üç büyük ölçü olsa, modern tarihin büyük bir şahsiyetini Muhammed’le bir insan olarak mukayeseye kim cüret edebilir? Prens Bismarck: Ben Kur’an’ı her yönden inceledim. Onun kelimesinde büyük hikmetler gördüm. İslam düşmanları Kur’an’ı Muhammed’in kendi eseri olduğunu iddia ediyorlarsa da, ben şunu iddia ediyorum ki, Muhammed seçkin bir kıymettir. Seninle aynı asırda yaşayamadığım için çok üzgünüm Ey Muhammed. Öğreticisi ve yayıcısı olduğun bu kitap, senin değil. G. Bernard Shaw: Ben bu dikkat çekici adamı inceledim. Bana göre ona ‘deccal’ demek bir taraf, bilakis onu insanlığın kurtarıcısı olarak öğrenmek gerekir. Swamı Ramdas: Arabistan çöllerinden ilahi bir nur yükseliyor. Bu nur Tanrı’nın nurunun ta kendisidir. (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 13-15) Ama unutmamalıyız ki, tüm bu ve benzeri itiraflar bir Müslüman için asla bir kriter olarak kabul edilemezler. Osman Yüksel Serdengeçti: “Müslümanlığı, dinimizin ve Peygamberimizin büyüklüğünü o veya bu gibi Müslüman olmayanlardan öğrenecek değiliz. Onlar ne söylerlerse söylesinler, ister olumsuz, ister olumlu, bu sözler bizim imanımızı ne çoğaltır ne azaltır. Bizim yabancıların desteğine ihtiyacımız yoktur.” (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 4)

Tanımı

Oryantalizm ‘Doğu bilimi’ demektir. (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, 17) Kelime kökeni güneşin doğuşunu ifade eden Latince ‘oriens’ kelimesine dayanır. Oryantalizm; Özellikle Müslüman Doğu medeniyetinin (Din, edebiyat, dil ve kültürü dahil) bütün unsurlarını inceleyerek İslam dünyası hakkında batılıların sistematik bir bilgiye sahip olmalarını sağlayan, “İslam ve Batı medeniyeti arasındaki mücadelede Batı uygarlığı lehine veriler elde etmeye çalışan” bir akımdır. (G. Endress, an Introduction to Islam, s. 11; Günümüz Din ve Fikir Hareketleri Ansiklopedisi, Milletlerarası İslam Gençlik Konseyi, s.135; Meydan Larousse Büyük Lügat ve Ansiklopedi, “Oryantal”, IV/625; S. Germaner; Z. İnankur, Oryantalizm ve Türkiye, s 9; Selahattin Sönmezsoy, Kurân ve Oryantalistler, s. 25¸) Oryantalizm ile uğraşanlara oryantalist denir, Arapçası müsteşrik’tir. “Oryantalist (müsteşrik) yakın, orta ve uzak doğuyu dili, edebiyatı, uygarlığı ve dinleri ile incelemeye çalışan batılı bilim adamları için kullanılan bir terimdir.” (Abdülaziz Hatip, Kuran ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 17) “Oryantalizmle Doğu, Batılı gözle yeniden tanımlanır. Batı karşıtı olarak gösterilen Doğu, rahat bir vicdanla sömürülebilmek için ötekileştirilmiştir.” (Ömer Baharoğlu, Oryantalizm İslam ve Türkler, s. 14) “Said oryantalizmi, ‘Doğu kendilerini yeterince tanımaz, Batının onları tanıması ve onlar hakkında konuşması.’ şeklinde tarif eder.” (Bryan S. Turner, Oryantalizm Kapitalizm ve İslam, s. 119) “Katolik kilisesinin skolastik dünyası, dini ve kültürel ötekini her zaman bir hasım olarak görmüştür.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 68) “Avrupalı için ‘öteki’ Hıristiyan olmayandır. Öteki, dışlanır ve asimile edilir. Amerikan kıtası ise tamamen Latinleştirilerek asimile edilmiştir.” (Hilmi Yavuz, Modernleşme oryantalizm İslam, s. 56) Bu nedenle “İslam dünyasını yönetebilmek için batılıların yürüttüğü tüm çalışmalara oryantalizm de denebilir.” (Necdet Sevinç, Misyonerlik faaliyetleri, s. 11) Daha net bir tanımla “Oryantalizm siyasal emperyalizmdir.” (Ömer Baharoğlu, Oryantalizm İslam ve Türkler, s. 181) “Oryantalist ise, İslam’ı dize getirme mücadelesinin adı.” (Asaf Hüseyin, s. 53)

Tarihi

“Oryantalist/Müsteşriklerin Kur’an’a yaklaşımı aynen Mekke’li müşriklerin tutumu gibidir.” (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 75) Sadece “Müsteşrikler, Kuran’ın Hz Muhammed’in uydurup Allah’a nispet ettiğini iddia ederler. Mekke’deki müşriklerin yönelttikleri iddialar tarih içerisinde oryantalistlerce eklemeler yapılarak tekrarlamışlardır.” (Abdülaziz Hatip, Kuran ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 40; Hatice Er, Oryantalistlerin Kur’an vahyi ve Kur’an’ın kaynağına yönelik iddiaları, Yüksek lisans tezi, s. 147) “Önceden klasik oryantalistlerce işlenen tasvir ve imgeler yeniden güncelleştirilerek batılı zihinler, İslam ve Hz Muhammed aleyhine yönlendirilmektedir.” (Hıdır, s. 38) “Batıdaki Hz Muhammed imajı, “nesilden nesile aktarılan” bir mirasa yaslanan imajdır.” (Hıdır, s. 59) “Yazarların çoğunlukla birbirinin aynı olan iddiaları söz konusudur.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 27) “Hiçbir metin orijinal olacak kadar yeni değildir ve olamaz.  Referansları ise yine başka Avrupalı bilim adamlarındır. Bilgiler sadece egemenlik ve çatışmadan değil, aynı zamanda kültürden kaynaklanan bir antipatiden de oluşur.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 186) “Oryantalistler Kur’an’ı Hz peygamberin bir derlemesi olarak ele alır ve değerlendirirler ve bu iddia “katıksız tekrar ile birbirlerinden alıntı yaparak sanki gerçekmiş mertebesine yükselen” bir görüş haline gelir.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 60) “Oryantalistlerce günümüzde oluşturulan imaj, ortaçağdan kalma imajın devamı niteliğindedir.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 66) “Ortaçağdan itibaren İslam algısının değişmediğini, aksine pekiştiğini görmekteyiz.” (Prof Ahmet Yücel, Oryantalist hadis anlayışı ve eleştirisi, s. 27) “Yahudi ve Hıristiyanların, daha ilk günlerden İslam’a düşmanlıklarını Kur’an ayetlerinden öğreniyoruz. Bugüne kadar süren düşmanlıklar işte o günden beri başlamıştır.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 235) “Oryantalistler, tıpkı Peygamberimiz zamanındaki Mekkeli müşrikler gibi, geçmiş peygamberlerle ilgili bilgileri kendisine haber veren kimselerden aldığını iddia ederler ve bu konuda birbirinden farklı, birbiriyle çelişkili iddialar ileri sürerler.” (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 45) “Herhangi bir önemli husus da bile, görüş birliğine varabilmiş değillerdir.” (Mustafa Sıbai, s. 83) “Mekke müşriklerinin ileri gelenleri İslam’a karşı takındıkları olumsuz tavrın benzerini bugün hayli fazlasıyla görmekteyiz. Zira o günde İslam, ‘menfaatleri için ciddi anlamda bir tehdit idi bugün de.’ Batı, Hıristiyanlığı benimsediğinden dolayı İslam’a sonsuz bir kin beslemektedir.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun kalmasın, s. 86, 88) “Amerikalı tarihçi Washington Irwing, ‘Muhammed’in hayatı’ adlı eserinde şunları yazar: O, sağlam görüşlü ve namuslu biri miydi? Evet, O güvenilir biriydi. Ama İslam’a çağırmaya başlayınca düşmanlığı üzerine çekti; Çünkü putlara karşı çıkması Kureyş’in Kabe üzerinden  sağladığı kazanca son veriyordu.” (Afif  A. Tabbare, Ruhu’d-dini İslam, s. 456) 

Mekke’li müşriklerin ileri sürdüğü iddiaların tamamı çağımız oryantalistleri tarafından da aynen tekrar edilmiştir. Değişen tek şey, gerekçelerdir! Müşrikler, taassup ve maddi menfaat nedenleri ile peygamberimize karşı geldiler. Aynı nedenlerden ötürü günümüz ateist ve oryantalistleri de efendimize karşı çıkmaktadırlar. Dinsiz ateist veya oryantalist iddia, modern elbisesinin içerisinde en eski iddiaların tekrarından başka bir şey değildir. Modern çağda Medenî gözüken oryantalist fikirlerin gıdası, Mekke’li müşriklerin taşlaşmış kalplerinin geriye bıraktıkları artıklardan başka bir şey değildir. “İslam dinini, onun kutsal kitabı Kuran-ı Kerim’i ve yüce peygamberini yalan yanlış bilgilerle, uydurma isnat ve iftiralarla kötüleme gayreti yeni değildir. İslam’ın doğuşundan itibaren her dönemde bu tür davranışlar eksik olmamıştır.” (Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Dr. Ekrem Keleş’in, İlhan Arsel’in ‘Şeriat ve kadın’ adlı kitap hakkında hazırladığı eleştirel rapor, s. 5; Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 7) “Tıpkı Mekke’li müşrikler gibi onlar da, ta baştan itibaren, Peygamberi yalanlamakta kesin kararlı idiler.” (Abdülaziz Hatip, Kur’an ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 135, 339, 142, 246-247; Elmalılı, Hak Dini, III/Enam 33. Ayet tefsiri; İbni İshak, Sire, s. 169) “Müşriklerin ahlak ve toplumsal hayatlarında herhangi bir dinin tesiri yoktu. Allah’a, işini bitirip ayrılan, saltanat makamını insanlara bırakan bir sanatçı gözüyle bakıyorlardı.” (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s. 122)  “Oryantalizm gibi deizmin de izlerini cahiliye Müşrik Araplarında görmek mümkündür. Cahiliye Arapları, “Allah var fakat o peygamber göndermemiştir.” diyorlardı.” (Osman Nuri Topbaş, Aklın cinneti Deizm, s. 46) Rabbimizin buyurduğu gibi, “Onlardan öncekilerde onlar gibi demişlerdi. Kalpleri nasılda birbirine benzedi.” (Bakara, 118) 

Kur’an’ın kaynağı konusunda insanları şüpheye düşürmek için Müşrikler de oryantalistler de benzer iddialarda bulunmuşlardır. Mekke’li müşrikler peygamberimizi cinlenmekle (Zuhruf, 30; Tur, 29; Duhan, 14) itham ederlerken günümüz oryantalistleri ise sara veya epilepsi iddiasında bulunurlar. Mekke’li müşrikler putlar sayesinde ekonomik gelir elde eder ve statü kazanırken oryantalistler de ticaret ve İslam ülkelerini işgali/sömürüye öncülük etmeleri ile hem ekonomik gelir elde etmiş hem sömürgeci kurumlarda makam elde etmişlerdir. Dini nedenlerle müşrikler putlarını, oryantalistler de kendi dinlerini oryantalizm ve misyonerlik vasıtası ile savunup Müslümanları müşrik veya Hıristiyan yapmaya çalışmışlardır.

“İslam’a karşı çıkan toplumun o  zamanki önderlerinin tek korkuları çıkarları adınadır. Eğer o çıkarcılar, toplumun ileri gelenleri kişisel çıkarlarını değil de insanlığı düşünmüş olsalardı tüm insanlığın hidayetine vesile olacaklardı. Ne yazık ki, kişisel çıkarlar toplumsal menfaatlere baskın gelmiştir.” (Kerim Aytekin, Misyonerlere kanmayın, s. 76, 78) Tıpkı günümüz ateist ve oryantalistleri gibi!

“Avrupalıların İslam ile ilk tanışmaları hicretin 7. Yılında Hz peygamberin Bizans kralı Heraklius’a davet mektubu yazması ile başlar. Heraklius’un kendisine danıştığı Ebu Süfyan yalanları daha sonra ortaya çıkar korkusu ile her soruya doğru cevap vermiş, bu da Rum ileri gelenlerini kızdırmıştır. (Buhari, Cihad, 101; Ahmed, Müsned, I/263) Görüldüğü gibi daha ortada (Siyasi veya ekonomik) hiçbir sebep bulunmaksızın ‘sadece dini nedenlerle’ Avrupalı, İslam’a karşı tavır takınmıştır. Daha sonraki İslami fetihler bu düşmanlığı bilemiş, haçlı seferleri ile kin doruğa çıkmıştır.” (Prof Dr. Abdülaziz Hatip, Kuran ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 19, 20) Batıcı bir gazeteci olmasına rağmen Hıfzı Veldet Velidedeoğlu bile anılarında “Hristiyan milletler haçlı devri Avrupa’sından beri Türklere karşı devam ettire geldikleri düşmanlık duygusu ve peşin hükümlerden” bahsetmektedir. (Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Anıların izinde, s. 428) Yine bir Yahudi olan Prof. Fritz Neumark ise bu konuda şunları itiraf etmektedir: “Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı, Hıristiyanların hücrelerine sinmiştir. Diyelim ki laik şöyle dursun, Hıristiyan olsanız da siz düşman olarak bakmaya devam ederler.” (İbrahim Kuyumcu, Aydınlanma sürecinde köy enstitüleri, s. 316)

“İddiaların en eskisi, Dımeşki’ye aittir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 248; Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 12) “Dimeşkî’nin, İslam’ı ‘deccalin habercisi’ olarak sunduğu algı, bugüne kadar uzanacaktır.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 46) “John of Damascus (Şamlı İoannis veya Şamlı Yuhanna, Doğu dünyasında tanınan adıyla Yuhannâ ed-Dımaşkî), ‘De Haeresibus’ adlı kitabında İslam’dan söz eder. (Asaf Hüseyin, Batının İslam’la Kavgası, s. 13) Hıristiyanlar arasında İslam konusundaki ilk otorite olarak kabul edilmiş ve kaleme aldığı ‘Risale’de “gelecekteki bütün İslam karşıtı münakaşa eserlerin cephanesi” haline gelmiştir. (J. W. Voorhis, John of Damascus on The Muslim Heresy, The Moslem World, XXIV/391) John of Damascus, De Haeresibus adlı kitabı ile Hıristiyanlar arasında İslam konusundaki ilk otorite olarak kabul edilmiş ve kaleme aldığı risale’de “gelecekteki bütün İslam karşıtı münakaşa eserlerin cephanesi” haline gelmiştir. (J. W. Voorhis, John of Damascus on The Muslim Heresy, The Moslem World, XXIV/391) 1943 tarihinde vefat eden Duncan B. MacDonald tıpkı John of Damascus gibi, İslam’ın Yunan kilisesinin etkisi ile oluştuğunu ileri sürüyordu. Ona göre İslam, Musevi ve Hıristiyan inancına aykırı bir mezhep, bir dalalet idi, dolayısıyla da Müslümanlar ıslaha ihtiyaç duyuyorlardı. Bunu da yapacak olanlar misyonerlerdi. (Asaf Hüseyin, Batının İslam’la Kavgası, s. 80) Müslümanlara karşı olan tarihsel ön yargılar asla unutulmadı. (Hüseyin, s. 36) Çoğu oryantalist, İslam’ı aslında az gelişmiş bir din olarak görüyordu, oryantalistlerin ideolojisi değişmedi ve hala aynı şekilde sürüp gitmekte, aynı tavır değişik etiketler altında faal olmaya devam etmektedir. (Hüseyin, s. 36, 64) “Yuhanna ed-Dımeşki yazdıkları ile gelecekteki tüm oryantalistlere temel teşkil edecek ithamlarda bulunmuştur.” (İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, Mehmet Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 32) “Dımeşki’nin, İsmailî sapıklık başlığı altında İslam’a reddiye olarak yazdığı 15 sayfayı aşmayan risalesindeki iddialar, Normal Daniel’in (Islam and West, IX. bölüm) ifadesi ile daha sonra batıda, ‘nesilden nesile aktarılmış ortak bir algılama’ halini almıştır.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı,, s. 72) “8. yüzyıldan beri var olan nefret ve düşmanlık odaklı yaklaşım tarzının” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 69) “kökenini Dımeşki oluşturur. 1156’da ölen Peter el Venerable gibi birçok oryantalist, Dımeşki’den aldığı görüşleri aynen eserlerine aktarırlar.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 71) “Dımeşki ve Hıristiyan el-Kindi tarafında ortaya atılan olumsuz Muhammed tasavvuru Bizans ve batı Hıristiyanlığına ait eserlerde bir takım kurgusal-hayali öğelerle daha da olumsuz hale getirilmiştir.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 98) “Hz Muhammed’i tasvir ederken kullanılan aşağılayıcı üslup ortaçağda Dımeşki’nin temsil ettiği geleneksel üslubun devamıdır.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 293, 447) “Yuhanna ed-Dımeşki ortaçağda İslam hakkındaki bilgilerin temel kaynağıydı.” (Prof Ahmet Yücel, Oryantalist hadis anlayışı ve eleştirisi, s. 20) Edward Said, “Ortaçağ’dan bu yana Avrupa veya Amerika tarihinde İslam’ın nefret, ön yargı ve politik çıkarların oluşturduğu bir çerçeve dışında yaygın bir şekilde tartışıldığı ya da düşünüldüğü bir döneme rastlayamadım.” demektedir. (Asaf Hüseyin, s. 112) “Yuhanna ed-Dımeşki’nin Yunanca De Haeresibus adlı eserinin 15 sayfası, ‘İslamili sapıklık’ başlığı altında peygamberimize ayrılmıştır. Bu eser, İslam karşıtı polemiklerin en önemli kaynağı olmuştur. (Hıdır, s. 155) “Batıda II. Yüzyıldan beri ‘Muhammedilik’in sapkınlığı ve yalanlığı tezini’ işlemeleri, dozu değişse de günümüze kadar gelmektedir.” (Mehmet Emin Özafşar, Oryantalist Yaklaşıma İtirazlar, s. 16) Ortaçağda Hıristiyan yazarların çoğu, onun iddialarını tekrarlamıştır. Aslında, 19. ve 20. yüzyıldaki oryantalistlerin görüşleri de, Dımeşki’nin görüşlerine dayanır. Dımeşki üzerine ciddi araştırma yapan tarihçi Philip S. Khoury, Dımeşki’nin İslam ve peygamberimiz üzerine verdiği detayların pek çoğunun asılsız olduğunu ve İslam’a duyduğu düşmanlık ürünü olarak yazdığını belirtir. (Bekir Karlığa, İslam düşüncesinin batı düşüncesine etkileri, s. 70, Khoury’den alıntı) “1045 doğumlu Aziz Peter olarak tanınan Fransız rahip Pierre Maurice de Montboissier direktifiyle hazırlanan koleksiyon İslam’a XIV. yüzyıla dek saldırılır.” (Asaf Hüseyin, Batının İslam’la Kavgası, s. 16) “Peter the Venerable, Latinceye bazı eserleri tercüme eder. Bu eserlerde çarpıtmaya yönelik, tarihi gerçeklerle uyuşmayan, fantaziye dayalı çeşitli görüşlerden oluşur.” (Daniel Sahas, Islam, s. 86-70, 79-108) Peter, şöyle demektedir: “Muhammed bir peygamberse ben eşekten kötüyüm.” (Daniel Sahas, Islam, s. 42) Peter’in argümanları daha çok Yahya ed-Dımeşki’ye dayanır. (Hıdır, s. 177)

Mekke’li müşrikler ne ise oryantalist bakış açısı da aynıdır hem de tarih boyunca bu hiç değişmemiştir! “Mekke müşrikleri, Hz Muhammed’in Kuran’daki bilgileri Yahudi ve Hıristiyanlardan elde ettiğini iddia etmişlerdir. (Hıdır, s. 272) Mekkeli müşriklerle benzer şekilde, ortaçağ Hıristiyanlığı da Hz Muhammed’e karşı benzer imajlar ileri sürmüşlerdir.” (Hıdır, s. 76) ‘Birçok batılı oryantalist, Hz Muhammed’in ehli kitaptan Kuran’ı okuduğu öğrendiğini iddia eder. Onların asıl gayesi Kuran’ın kaynaklarını bulmaktır.’ (Fazlur Rahman, Kuran, s. 32, 250, 277; Hıdır, s. 25) “Resulullah devrinde yapılan itirazlar gözden geçilince ta asrımıza kadar yapılan itirazların da hemen o -Mekke’li müşrikler- devrinde yapılanlardan farksız olduğu anlaşılmaktadır.” (Süleyman Ateş, İslam’a itirazlar ve Kur’an-ı Kerim’den cevaplar, s. 8) “Müşriklerin fikirlerini devam ettiren “Oryantalistlerin de ideolojisi değişmedi ve hala aynı şekilde sürüp gitmekte, aynı tavır değişik etiketler altında faal olmaya devam etmektedir.” (Asaf Hüseyin, s. 64) “Oryantalizm, temel çıkış noktası olan ‘Hz Muhammed’in asla peygamber olmadığı’ iddiasını değiştirmiş değildir. Ön yargı değişmemiştir.” (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 243) “19. yüzyılda, çoğu oryantalist misyoner olan yazarların olumsuz peygamber imajı aynen devam eder.” (Hıdır, s. 111) “19. yüzyılın başlarında, Avrupa’ya kaçırılan yazma kitapların sayısı 250.000” (Mustafa Sıbai, s. 36) iken ve “19.’dan  ve 20. Yüzyılın ortalarına dek 150 yılda oryantalistlerin İslam hakkında yazdıkları 60.000 eser” (Edward Said, s. 316) ile oryantalistler Dımeşki’den itibaren devam eden düşmanca tutumlarını sürdürürler. “Yuhanna ed-Dımeşki’nin anlayışı günümüze kadar gelmiştir.” (Prof Ahmet Yücel, Oryantalist hadis anlayışı ve eleştirisi, s. 21) “Hz Peygambere ait ortaçağdaki imajla, günümüzdeki ‘modern ortaçağ’ imajı arasında alabildiğine benzerlik vardır ve bu imaj tarih boyunca tekrar edile gelmiştir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 23, 28, 29, 32, 33, 36, 45, 49, 53, 57, 66, 70, 71, 72, 77, 87, 91, 112, 132, 143, 155, 175, 239, 246, 276, 295, 365) Watt, Dünya ünlüleri arasında bugüne değin Hz Muhammed kadar dil uzatılan biri olmadığını, bunun sebebinin de asırlarca İslam’ın Hıristiyanlığın en büyük düşmanı olarak algılanmasının yattığını belirtir.” (M. Watt, Muhammed at Medina, s. 321-324, 332) “Oryantalistlerin İslam’a yönelik saldırgan tutum ve küfürleri ‘günümüzde nasıl ise, asırlar önce de’ öyle idi.” (Ömer Baharoğlu,  Oryantalizm İslam ve Türkler, s. 29) “Oryantalizm, haçlı seferlerine dek uzanır.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 10, 12, 119, 130) ve “Haçlı seferleri zamanındaki hissiyatın bir kısmı bugün bile varlığını sürdürmektedir.” (G. E. Philips, The Religion of the World, s. 113) “Batı ekonomik ve teknolojik sömürü ve tekelleşmeye yönelik planlarını uygulamayı sürdürmüştür. Ona karşı değer sistemlerini muhafaza eden tek medeniyet İslam medeniyetidir.” (Ziyaüddin Serdar, İslam medeniyetinin geleceği, s. 9) “Batı da haçlılardan bu yana karşıt olarak sadece İslam’ı görmüş ve  ‘hala’ görmektedir.” (Süphandağı, s. 70)  “Hala orta çağdaki İslam’a bakış açılarını korumaktadırlar.” (Hamdi Zakzük, s. 102) “Lord Cromer,  ‘Modern Mısır’ adlı kitabında, ‘Avrupalının akıl yürütmesi sağlamdır, mantık dersi almamış olabilir ama Doğuştan mantıklıdır” der, (Said, s. 48) “İlk Nobel edebiyat ödülünü alan ve İngiliz sömürgeciliğine övgüleri ile tanınan İngiliz Şair Rudyard Kipling, “Doğu doğudur, batı batıdır ve bu ikili hiçbir zaman bir araya gelemeyecektir.” demektedir.”  (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 13) “1936’da vefat eden sömürge şairi R. Kipling’in şu sözleri de çok şey anlatmaktadır: “Doğu doğudur, batı da batı. Bunlar asla bir araya gelemeyeceklerdir. Batılılar akılcı, barışsever, hürriyetçi, mantıklı ve gerçek değerleri kazanmaya muktedir kimselerdir. Doğulular ise bunlardan hiç birine sahip değildir.” (Hamdi Zakzük, s. 105, 115) “Avrupa’da,  ‘Doğu ile Batı birbirini anlayamaz’ sözü İngilizler arasında adeta bir darbımesel olmuştur.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 288) “Doğuya ait bilgilere sahip olan araştırmacıların genel eğilimi, Batıya ait bu bilgileri bir şekilde, Batı üstünlüğüne ve emperyalizmine hizmet edecek şekilde saptırmak olmuştur.” (Ömer Baharoğlu, s. 105) Ünlü araştırmacı Oliver Kontny’nin tespiti tam yerindedir: “Batı kendine bir totem kuruyor. ‘Ben Batıyım; akıl bilim, demokrasiyim. Sen ise Doğusun; Duygu, fanatizm, diktatörlük’ Batı için acilen bir zihniyet devrimine ihtiyaç vardır. Egemen düzeni mutlaklaştırıp, bu düzende yeri olmayanları hiçe sayan anlayış aşılmalıdır artık.” (Kontny, Oryantalizm ve ataerkillik üzerine, Doğu-batı, I/120)  Bu bakış açısı 1990’lı yıllarda Samuel Huntington tarafından da ‘Medeniyetler Çatışması’ adı altında yeniden dillendirilmiştir. Bu da aslında Batı’da hiçbir şeyin değişmediğinin göstergesidir! “İslam’ın Avrupa’daki rolünün çoğunlukla ihmal edilmesinin nedeni, oryantalizmin düşünüş biçimidir.” (Jack Goody, Avrupa’da İslam Damgası, s. 28; E. Said, Oryantalizm, s.2) “Oryantalistler kendilerini hem hakim hem savcı makamında görürler.” (Hamdi Zakzük, s. 104) “Oryantalistler tüm araştırmalarında sonucu önceden kararlaştırmışlardır.  Onlar İslam’ı, kendi anlayış ve düşünce değerlerine göre değerlendirir ve mahkum ederler.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 57) “Oryantalistler önce bir konuda kendi kesin yargılarını verdikten sonra, bu yargıyı haklı çıkarmak için veri toplamaya çalışmaktadırlar. (Yaşar, s. 116) “Oryantalizm, Haçlı Seferlerinin yenilgilerinin bir neticesidir. İslami araştırmaları, Haçlı Savaşları’ndaki hezimetlerin intikamını alma arzusundan ileri gelmektedir. (Muhammed Bakır el-Hakim, Oryantalistler ve Kur’an hakkındaki şüpheleri, s. 11-12) “Müslüman dünyanın askeri ve siyasi manevralarla alt edilemeyeceğini inanan İspanyol kardinal Segoviali John yeni bir strateji geliştirerek, İslam’ın teolojik argümanlarla önlenmesini önerir.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 110) “Haçlı seferleri ile beraber Moğol istilaları İslam toplumuna büyük zararlar verir ama amaçlarına ulaşamayan Hristiyanlar Arapça kürsüsü (Viyana, 1312) açarak İslam dini ile ilgili bilgileri toplayıp, bunun üzerinden İslam’a savaş açmaya karar verirler. Müslümanlara karşı olan tarihsel ön yargılar asla unutulmadı. Haçlı seferleri Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki nefret ve güvensizliği pekiştirdi ve kurumsal açıdan Batıda kiliseler bu çatışmayı insanların evlerine kadar soktu.” (Asaf Hüseyin, s. 18, 36) “Savaşla bir şey yapılamayacağını anlayınca, taktik değiştirerek oryantalizm çalışmalarına yönelmişlerdir. Oryantalizm, Müslüman ülkelerinde emperyalistlerce tam bir egemenlik sağlanması, gerekli şartları hazırlama görevini, ilim ve doğu halklarını tanıma adı altında gerçekleştirmiş, misyoner ve sömürgeci güçlere ilmi altyapı hazırlama görevini yerine getirmişlerdir.” (Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. III;  Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 7) “Bunun için oryantalistlerin yeterli olmadığını savunanlarda vardır. Oryantalist H. Gibb, “Doğu oryantalistlere bırakılamayacak kadar mühim bir bölgedir.” demektedir.” (Asaf Hüseyin, s. 63) “Avrupalıların İslam’a karşı duydukları nefret, şiddetli bir taassubun kurduğu temeller üzerinde durmaktadır. Avrupalı oryantalistlerin en ileri gelenleri bile, İslam konusunda tarafgirliğe kapılmaktan kurtulamamışlardır. ‘İslam daima hakimlerin önünde duran bir sanıktır, batılı oryantalistler suçu ispat için uğraşan savcı rolünü oynamaktadırlar. Avukat rolünü oynayanlar da müvekkilinin suçlu olduğuna bizzat inanmaktadırlar ve bu yüzden hafifletici sebeplerin göz önüne alınmasını istemektedirler.’ Meseleye, ‘daha önceden varılmış bir netice ve hüküm açısından’ bakmaktadırlar. Oryantalistler ‘şahitlerini, daha baştan ulaşmayı tasarladıkları sonuca göre’ seçmektedirler. “Oryantalistlerin büyük çoğunluğu papaz, rahip ve misyonerlerdendir.” (Adnan Muhammed Vezzan, s.  11) ‘İlk müsteşriklerde Hıristiyan misyonerlerdi. Oryantalistlerin İslam’a hücumları, onlara miras kalmış bir alışkanlıktır.’ Haçlı seferlerinin getirdiği etkilere dayanır. ‘Haçlı savaşlarının ruhu Avrupa’ya hakim ola gelmiştir.’ Misyonerler ve papazlar Müslümanlara çok kere putperest adını takarlar. Sanki bütün dünya Avrupa için, onun medeniyeti için var edilmiş, sanki diğer milletler birer hizmetçidirler.” (Muhammed Esed, Yolların ayrılış noktasında İslam, s. 61, 68, 80) “Oryantalist akademisyenler İslam söz konusu olduğunda oldukça cüretkâr, emredici bir amir konumundadırlar. Bir Hristiyan’ın kendi dini için söylediği gibi: “Kiliseye dair bir soru soran yabancı, içinde olmadıkça onu anlayamaz.” (Paul Ferris, The Church of England, s. 10) Hiçbir dinî sistemin dışındakiler, içeridenmiş gibi o sistemin ruh, mana ve önemini tam anlamı ile kavrayamaz.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 78) Ama “Oryantalistler, İslam’ı Hıristiyan tabir ve ifadelerle anlamaya çalışmaktadırlar. Dolayısı ile oryantalizm başarısız olmuştur.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 101, 106)

“Batı’nın Doğu’yu öteki olarak görmesi, İslam’ın tarih sahnesine çıktığı 7. yüzyıla kadar gider.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 13) “Müslümanlarla ilk karşılaşan Doğulu Hıristiyanlar, 7. yüzyılda İslam ile ilgili bir imaj oluşturmaya başlamışlar, daha sonra Latin batı dünyası bu imajı tamamlamıştır. Günümüzde de bu imaj varlığını, ‘tekrar edilmek’ suretiyle korumakta ve devam ettirmektedir.” (Annemarie Schimmel, XII. Asırda İslam dini ile Hıristiyanlık arasındaki münasebetler, AÜİF, 1953/2, s. 71; Fuat Aydın, Batı İslam Algısının arkeolojisi, s. 12;  Pr. Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 16, 105) “Tıpkı Doğulu Hıristiyanlar gibi, batılı Hıristiyanlar da İslam’ı, putperest, sapkın, Mesih karşıtı olarak sunar.”  (Fuat Aydın, Batı İslam Algısının Arkeolojisi, s. 28) “Bazı Amerikalı oryantalistler Avrupa dillerinde üretilen çalışmalara aşırı bağımlı haldedirler. (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 190) “Volney Kontu François de Chassaboeuf (1757-1820) yazdığı eser ile Kur’an ve Hz Muhammed hakkında iftiralarda bulunur. Yazarın bu görüşleri dünya çapında etkili olur. ABD Başkanı Thomas Jefferson kitabının çevirisini yapar. Daha sonraki yazarlar da bu fikirlerden etkilenir.” (Michael Curtis, Şarkiyatçılık ve İslam, s. 87) Zaten “Amerikan üniversitelerinde İslam araştırmaları, İslamiyet’e karşı şiddetli önyargı ve kini olanlar tarafından yönetilürken.” (Mustafa Sıbai, s.  94) siyasette de “İslam ABD’de hala sağcılara göre barbarlığın temsilcisidir; solculara göre ortaçağ dinciliğinin sembolüdür.  (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 17) “Avrupa’da da İslam ile ilgilenenlerin önemli bir kısmı dini, siyasi veya ideolojik önyargı ile hareket etmişlerdir. Oryantalistler, İslam medeniyetine taraflı bakmaktan kendilerini kurtaramamışlardır.” (Prof. İbrahim Sarıçam, Prof. Seyfettin Erşahin, Çağdaş çalışmalar ve oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 200)

850’lerde Paul Alvarus, “Hıristiyanların Arap roman şiiri okumayı sevdiğinden, Arap filozofları okuduğundan, kendi dillerini unuttuğundan” (K. W. Southern, Wester Views, s. 21) şikâyet ederken, 1300’lü yıllarda papaz Ricoldo de Monte Croce, Hıristiyanların hızla Müslüman olduğundan yakınmakta idi: “Ben kepaze oldum. Tanrı’nın sözü kepaze oldu. Tanrı İsa ve Meryem, Muhammed’e karşı Hıristiyanları desteklemiyor mu?” (Onur Bilge Kula, Alman Kültüründe Türk İmgesi II/44) Günümüzde de  “Oryantalist zihniyet; ırkçılığa ve göçmen krizine sebebiyet vermeyi sürdürmektedir.” (Yeni Şafak, 21 Temmuz 2019) Zamanla, “Yuhanna ed-Dımeşki’den başlayarak, Müslümanlara saldırmaktan daha çok, Hıristiyanların din değiştirerek Müslüman olmamaları için, Hıristiyanları ikna etmeyi hedefleyen, reddiye eserler ortaya çıkmıştır.” (Fuat Aydın, Batı İslam Algısının Arkeolojisi, s. 23) “Dımeşki, Kindi, Alfonsi gibi Hıristiyan müelliflerinin eserleri, Bizans üzerinden, Avrupa Hıristiyanlarına geçer ve bu İslam tasavvuru günümüze kadar aynen devam eder.” (Prof Adnan Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 205, 211, 215, 217; Prof. Dr. Fuat Aydın, Batı İslam Algısının Arkeolojisi, s. 131-133) “Doğu Hıristiyanları arasındaki İslam tasvirinin kökeni, Dımeşki’ye dayanır. Onun çizmiş olduğu İslam tasviri, kendisinden sonrakiler için hareket noktası oluşturmuş, daha sonrakiler üzerine eklemeler yaparak zenginleştirilmiştir. Olumsuz İslam tasviri, Dımeşki ile başlamış, Kindi ile zirveye oturmuştur. Günümüz oryantalistleri, Kindi’nin ileri sürdüğü görüşler dışında, yeni eleştiri getirmezler, yalnızca, var olanı detaylandırırlar. (Fuat Aydın, Batı İslam Algısının Arkeolojisi, s. 33, 34) “11. ve 13. yüzyıllarda Avrupa’da Hz Muhammed hakkında kitaplar yazılmaya başlanır. Bu çalışmaların hepsinin kökeni Bizans’ın söylenti ve hikâyelerine dayanır.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 82) “Yuhanna ed-Dımeşki ve Bizans kaynaklı söylenti ve hikâyeler Avrupa’nın İslam algısını belirlemiştir.” (Emine Öğük, Yeni ateistlerin yanılgıları, s. 34) “İslam karşıtı ilk polemikleri kaleme alan Şam’lı Yuhanna ed-Dımeşkî’nin, Hz Peygamberi “sahte bir peygamber” olarak suçlamasıyla, 2000’li yıllarda Amerika’lı Evangelist Jerry Falwell’in, Hz Peygamberin terörist olduğunu söylemesi arasında göz ardı edilemeyecek bir süreklilik vardır.” (Doç.  İbrahim Kalın, İslam ve Batı,  s. 14, 48) “İslam’a, teolojik, siyasi ve kültürel bir tehdit olarak algılama, ‘Orta çağdan itibaren günümüze kadar’ devam etmektedir.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 55) “Bu kitapların sunduğu Muhammed imajı, günümüze kadar Avrupa’nın İslam Peygamberi algısını (Psikolojik hasta, şehvet düşkünü, merhametsiz, Deccal, Hz İsa’nın zıttı, büyücü) belirlemiştir.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 83) “Sarazenler’e (Saracens: ortaçağda Haçlılarca Müslümanlar Araplara Halifelik kurumunu da kapsayacak şekilde verilen ve “Hristiyan olmayan” anlamına gelen isim) karşı ortaçağ bağnazlığı devam etmektedir.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 170-171) “Yaygın bir şekilde kullanılmamakla birlikte, Saracen ismi modern zamanlara kadar varlığını devam ettirmiştir.” (Pınar Savaş, Yüksek Lisans Tezi, Ortaçağ ingiltere’sinde “saracen” algısı) “Ortaçağda, Müslümanlara Sarazen, yani ‘çöl halkı veya İsmailî veya Hacerî’ isimleri verilirdi. (Hz Hacer’in, cariye olması nedeni ile küçümseme amacı ile Yahudi kaynaklı bu isim kullanılırdı) Bu iki isminde kullanımı, kökeni, Dımeşki’ye kadar gider.” (Prof. Dr. Fuat Aydın, Batı İslam Algısının Arkeolojisi, s. 24) “11. yüzyıla kadar kökeni Dımeşki’ye kadar dayanan, Sarazenler’in, Venüs anısına dikilen bir put olan Kabe’ye, Machomet’in altından yapılmış olan putuna, Allah ve ‘Habar’ adındaki iki puta taptıklarına dair görüşler, batıda oldukça yaygın bir inanış olarak inanıla gelmiştir.” (Prof. Dr. Fuat Aydın, s. 27) “Hz Muhammed’in üstadının, Kimisi Aryüsçü bir keşiş, Kimisi ise Nesturi bir keşiş olduğunu ileri sürer.” (Prof. Dr. Fuat Aydın, s. 36) “İslam Kılıç da yayılan bir dindir.  Bu görüş, 21. yüzyıla kadar savunulmuş bir ithamdır. Papa 16 Benedict, 12 Eylül 2006’da Bizans İmparatoru 2. Manuel Paleologos’un (1391-1425) bir İranlı müderrisle, Ankara civarında yaptığı bir tartışmadan zikrettiği, “Muhammed, vaat ettiği inancı kılıçla yayma emrinden başka hangi yeniliği getirmiştir, gösterin bana.” şeklindeki sözlerini nakletmiş, başlangıcı VII. yüzyıla kadar geri giden bu eleştirinin, günümüzde hala, İslam’ın kılıç ile yayıldığı anlayışının canlı bir konu olduğunu göstermiştir.”  (Fuat Aydın, s. 50) Görüldüğü ve devamlı altını çizdiğimiz gibi, “Hz Peygamber imajında tarih, post-modern versiyonları ile devam etmektedir.” (Hıdır, s. 365)  Batı neden ötekine ihtiyaç duymaktadır? “Şair, ‘Peki biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan? Bir çeşit bir çözümdü onlar sorunlarımıza.’ demektedir. Barbarların bir anda yok olmasıyla, eski sorunlar geri gelir, ülke yine kendisiyle baş başa kalır.” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 9) “Papa 16. Benedict’in İslam’a hakaret eden konuşması aslında, Hz Peygamber karşıtlığının en yetkili ağızdan tekrarından başka bir şey değildir. Batı ve Papalık aslında kendini kurtarmak istemekte, ‘ötekeleştirebilecekleri bir öteki’ bularak bu ‘şeytana karşı’ alacakları tutum sayesinde, Avrupa’yı Hıristiyan bir zeminde tutabilmeyi amaçlamaktadırlar.” (Hıdır, s. 381) “Aldığı tepkiler üzerine XIV. yüzyıl Bizans imparatoru II. Mihail Paleologos’tan alıntı yaptığını söyleyen papa ikinci kez bir gaf yapmış olur. Çünkü alıntıya katılmıyorsa onu referans almamalı, alınca eleştirmesi gerekirdi.” Aslında papanın bu sözü, bu tutumu klasik haçlı zihniyetini yansıtmaktadır. (Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş II, s. 178) “Papalık gerçekleri bilmiyorsa cahildir, biliyor da gizliyorsa haindir.” (Salih Kapusuz, Basından, 16.09.2006) “Kilise ve ruhban sınıfı iktidar imkanı bulursa, insanlığa ne büyük acılar yaşatacaklarının işaretini taşımaktadır bu cümleler. Yoksa ABD, İngiltere emperyalizm tarihi, engizisyon mahkemeleri, haçlı seferleri, Katolik kilisesinin Protestanlara uyguladığı işkenceler göz önüne alındığında ‘Sizin dininiz size, benim dinim bana’ diyerek Papa’nın yaptıklarına cevap vermeyi yersiz görürüz.” (Selahattin Çakırgil, Vakit, 16.09.2006)

“Yüksel Kocadoru, düşman Türk imajının köklerini Viyana’nın kuşatılmasından ve İstanbul’un fethinden daha eskilere bağlamaktadır ve esasen I. Haçlı seferlerinde yaratılan imaj devam etmektedir. Bizans kaynaklarında rastlanan Türk sözcüğüne dayanarak daha da geriye gitmek de mümkündür.” (Ali Osman Öztürk, Alman oryantalizmi, s. 37) “John Demescen (Yuhanna ed-Dımeşki), Kındî ile başlayıp sonra Bizanslı ve Batı Katoliklerince devam eden süreç günümüze kadar devam etmiştir. Bu sürecin modern vesiyonları karikatür krizi, Papa 16. Benedict’in konuşması, “Fitna ve Müslümanların masumiyeti” gibi filmler, karikatür sergi ve yarışmaları adı altında İslam’a yapılan saldırılarla devam etmektedir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 25) Dımeşki’den başlayan, İslam’ı karalayan önyargılı metinler, ‘birbirlerinden alıntı yapan yazarlar vasıtasıyla günümüze kadar’ aynen, sadece biraz ayrıntılı olmak şartıyla tekrar edilmiştir: İslam’a iftira atan Oryantalistlerin, yalan rivayet zinciri: Yuhanna ed-Dımeşki (ölümü, 753); Abdülmesih el-Kindi (ölümü, 850; Kitabının en son basım tarihi, 1887); Petrus Alfonsi (Ölümü, 1140; En son baskı, 1960); Saygın Peter/Peter the Venerable (Ölümü: 1156); Riccordo; J. Wycliff vd. günümüz oryantalistleri! “Avrupa kendi içindeki kadar kendi dışında da karşıtlarını üretmiştir. Dışındaki karşıt; ‘Doğu’dur. Batı Doğuya ‘dogmatik akıl’la yani ‘peşin hüküm ve kapalı zihinle’ yaklaşmıştır. Avrupa düşüncesi, kendi medeniyet dairesi içinde kritik aklı, kendi medeniyet dairesi dışında ise dogmatik aklı kullanmıştır ve kullanmaya devam etmektedir. (Hilmi Yavuz, s. 48) Bir Hıristiyan olan Edward Said “Ben Avrupa ve Amerika tarihinde İslamiyet’in ‘hiddet, önyargı ve siyasal çıkarların oluşturduğu bir çerçeve dışında’ genel olarak incelendiğini ve üzerinde düşünüldüğü döneme rastlamadım. Oryantalizm ideolojiktir ve kirletilmiştir.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 58, 60) demektedir. “Batı kaynaklarında İslam aleyhinde gerçekte bağdaşmayan tahfif edici ifadelerin varlığı dikkat çekmektedir.” (Emine Öğük, Yeni ateistlerin yanılgıları, s. 14) “Avrupalılar için İslam’ın hızlı yayılışını izah edecek iki temel argüman ortaya çıkmıştır: Şiddet ve cinsellik. Bu iki tema Hollywood filmlerinden karikatürlere kadar günümüzde aynen kullanılmaktadır.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 51)

“İspanyadaki Endülüs Emevi devletindeki Müslüman Hıristiyan arasında yaşanan fikri tartışmalar, haçlı seferleri, misyonerlik ve ticari egemenlik kurma kaygıları oryantalizmin başlamasında rol oynayan etkin faktörlerdir.” (Hamdi Zakzük, s. 26) “Oryantalistler, İslam araştırmalarında misyonerlik, ilmi, ticari, siyasi ve sömürgecilik gibi farklı amaçları taşımaktaydı.” (Mişel Cuha, ad-Dirasatul-arabiyye, s. 19-23; Mehmet Görmez, Oryantalizmi hadis araştırmaya iten temel faktörler, İslamiyat III, s. 11-31; i. H. Göksoy, Snouck-Hurgronje, Christian, DİA, XXXVIII, 340; Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. 90) “Oryantalizm’in tam olarak ortaya çıkış tarihi ve kim tarafından ortaya atıldığı bilinmemektedir.”  (Selahattin Sönmezsoy, Kur’an ve Oryantalistler, s. 29) “Araştırmalar oryantalizmin ne zaman doğduğu konusunda fikir birliğine varamamaktadırlar. Resmen ortaya çıkışı 1311’de toplanan Viyana Konsili’nin çeşitli batı üniversitelerinde Arap dili kürsüsü kurulması kararı ile başladığını iddia edilir.” (Said, Oryantalizm, s. 91; Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. V, s. 21) “Bir kısım araştırmacılar bu tarihin miladi 11. Yüzyılın başlarına kadar dayandığını ileri sürerken, Paret, Kuran’ın ilk defa Latinceye çevrildiği 12. Yüzyılın başını kabul eder.” (Rudi Paret, ed-Dırasetül-İslamiyye vel-Arabiyye Filcamiatil-Almaniyye, s. 9) ki “13. yüzyıldan günümüze dek yazılan kitapların çoğun sömürgeci düşmanlık ve dini misyonerlik maksadı ile yazılmıştır.” (Adnan Muhammed Vezzan,  s. 143) “Oryantalizm bilgiyi iktidar olmak, sömürmek için kullanmıştır.” (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 80) “Bazı çalışmalar, ilk Kuran tercümesinin yapıldığı 1143 tarihini oryantalizmin başlangıcı olarak kabul eder.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, 16) “Oryantalizmin ortaya çıkışını en erken milattan önce 4. Yüzyıla kadar götürenler.” (Ömer Baharoğlu, Oryantalizm İslam ve Türkler, s. 19) olduğu gibi,  “Necip el-Akiki’de, el-Müsteşrikun adlı eserine, Fransız Rahip Gerard de Oraliac’ın (940-1003) hayatına yer vererek eserine başlar ve bu tarihi esas alır. (Ömer Baharoğlu, s. 21) Oryantalizm ilk kez 1779’da İngiltere’de, 1799’da ise Fransa’da kullanılmaya başlanmıştır.”  (Abdülaziz Hatip, s. 18) Doğu araştırmaları bir anda ortaya çıkmamış, ülkeden ülkeye değişiklik göstermiştir. Bunda o ülkenin İslam ile temasa geçip geçmemesinin büyük önemi olmuştur. ‘Oryantalizmin birinci nedeni dini olmasıdır yani İslam dinini daha iyi tanıyıp, onunla en etkin şekilde mücadele edebilmektir.’ (Abdülaziz Hatip, s. 19) “Oryantalizmin kuruluş kararının verildiği 1245’te toplanan Viyana Konsiline” (A.L. Tibawi; Enver Abdülmelik, Hamid Algar, Krizdeki oryantalizm, s. 8) dikkat çekilse de aslında “İslam düşmanlarının ortaya koyduğu düşmanlığın, oryantalizmin başlangıcı olduğunu söylemek mümkündür. Hz Muhammed’in peygamberliği hakkında insanları şüpheye düşürtme gayreti ‘Mekke’li müşriklerden beri’ devam etmektedir. Oryantalistler, geçmiş asırlarda müşriklerin söyledikleri şeylerden başka bir şey söylememektedir. Eskilerin (Müşriklerin) mantığı yenilerin de mantığıdır. Zira küfür tek millettir.” (Vezzan, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 18, 29, 30, 37) Müşrikler Hz Muhammed için, “Bir topluluk kendisine yardım ediyor.” (Furkan, 4); “Bir insan ona öğretiyor.” (Nahl, 102) İşin ilginci 1400 senedir, günümüz oryantalistleri de dahil aynı ithamlar benzer mantık silsilesi içinde aynen devam ettimektedirler. “Ateistler ve misyonerler, Kuran’daki kıssaların, Hıristiyanlardan alındığını iddia ederler.” (İzzet Derveze, Kuran cevap veriyor, s. 224)  Mekke’li müşrikler, ‘kendi atalarının dinine’ (Maide, 104) aykırı bir din ile gelen; Politeizmi, putları, kumarı, içkiyi, ahlaksızlığı vb. reddeden bu dinin peygamberine ve getirdiği mesaja önyargı ile yaklaşmışlardır. Aynı bakış açısı oryantalistlerde de mevcuttur; Teslisi, aslında politeizmi (Baba, oğul, kutsal ruh) reddeden, (İsa, Meryem ve azizlerin heykelleri başta) putları reddeden ve ruhbanlık sınıfını onaylamayan bu din mutlaka sahte bir din olmalı idi! Öyle ya, bu din tüm ‘atalarının dinine’ karşı idi! (Namık Kemal, Renan Müdâfaanâmesi, s. 16) Emile Dermenghim: “Müslümanlar da Hıristiyanlar da birbirilerini yanlış anlamışlardır. Fakat şunu itiraf etmek gerekir ki yanlış anlama Batılıların tarafında Doğuluların tarafından daha fazla olmuştur. Batılı fırsatçı menfaatperest yazar ve şairler, İslamiyet’e asılsız hatta çelişkili ithamlarda bulunmuşlardır.” (Dr. Ğallab, Nazratul İştişrakiyye, s. 9; Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 12) diyerek önemli bir itirafta bulunmaktadır. Ama yine de her zaman “Oryantalistler tıpkı cahiliye dönemindeki müşrikler gibi şaşkınlığa düşmüş kendi kafalarındaki karışıklığı ve tutarsızlığı Hz. Muhammed’in davranışlarına yüklemeyi çalışmışlardır. Müsteşriklerin iddiaları aslında müşriklerin iddialarının bayatlamış tekrarından başka bir şey olmamaktadır. Aslında hayal gören, vehmeden, kafası karışık olan eski müşrikler ve yeni müsteşriklerdir.” (Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş II, s. 22, 27) “Oryantalistlerin her ne kadar metot ve yöntemleri farklı olsa da İslam’a yönelik bakışlarında bir değişiklik söz konusu değildir.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 72) “1843 yılından itibaren tarihi tenkit metodu ile İslam’a yaklaşılmış ama yine birden fazla tasavvur ortaya çıkmıştır. 20 yüzyılla ‘klasik ve revizyonist yaklaşım’ olarak iki bakış açısı ortaya çıkmış ama sonuç değişmemiştir.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 452) Goldziher, Caetani gibileri şu fikirdedir; Muhammed kavminin düştüğü bataklıkları gördükçe bunları kurtarmayı hayal etmiş, peygamber olduğuna inanmış, tasarladığı düşünceleri ebedi bir üslupla ifade ederek vahiy diye etrafına duyurmuştur. Bu iddialarıyla 1400 sene önceki Ebu Cehil gibi cahil müşriklerin fikrini tekrar etmiş oluyorlar. (Ateş, s. 126)  “Goldziher, Peygamberliğinin başlangıcında düşünceleri, ‘başkalarına ait’ örnekler şeklinde dışarıya aksediyordu.” (Goldziher, al-Akaide va’ş-Şeria fi’l- İslam, s. 8) derken aslında Kur’an’ın deyimi ile ‘Esatirul-awwalin: Eskilerin masalları’ demektedir Goldziher, tıpkı Mekke’li müşrikler gibi!” (Ateş, s. 127) Başlangıç ilkeleri ve ruhu, Mekke’li müşriklerin iddialarına dayanan; akademik anlamda 1311 tarihinde başladığı iddia edilse de Dımeşkî’nin ithamları ile başlayan bu süreç, İslam’ı olduğu gibi değil, görmek istedikleri gibi aktaran; odak noktasında Hz Muhammed’in peygamber olmadığı görüşünün yer aldığı; amacı elde edilen bilgilerle sömürgecilik, misyonerlik, ticaret geliri elde etmek olan ve doğu, özellikle de İslam ile ilgilenen bilim dalıdır. (Mekkeli müşriklerin dünya görüşlerinde ateist, Marxist ve oryantalist izler bulunmaktadır. Deist mantık (Ahiret inancını red): Müşrikler: “Biz ölüp toprak ve kemik haline geldikten sonra, biz tekrar mı diriltilecekmişiz?!” (Mü’minûn, 82; Vakıa, 47); “Hayat sadece bu dünya hayatıdır, ölürüz, yaşarız. Bizi ancak zamanın geçmesi helâk eder” (Casiye, 24); “Biz ölüp toprak ve kemik haline geldikten sonra mı diriltileceğiz?” (Sâffât, 15-16); “Bu dünya hayatımızdan başkası yoktur. Ölürüz, yaşarız, biz diriltilecek değiliz.” (Mü’minun, 37); “Dedi ki: “Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?” (Yasin, 78) Marxist ideoloji(-nin temel iddiası): “Alışveriş (ticaret) de riba gibidir.” (Bakara, 275) Oryantalist zihniyet (Muhammed Kur’an’ı İncil-Tevrat’tan alıntılarla yazdı iddiasının diğer bir versiyonu): “Onlara, “Rabbiniz ne indirdi?” diye sorulduğunda “eskilerin masallarını!” diye cevap verirler.” (Nahl, 24)

“Marksizm, oryantalist geleneği takip etmiştir.” (Bryan S. Turner, Oryantalizm Kapitalizm ve İslam, s. 16) Zaten “Marxizm sonuçta batı kültür dünyasının bir ürünüdür. Marx’ın ‘insanoğlunun yazgısını gerçekleştirmek’ gibi ifadeleri de (Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. 176) aslında batılı üstünlük ve yönlendirme mantığını kendisinin de taşıdığını göstermektedir. “Batı kaynaklı ideolojilerden Marx’ın ekonomik, Freud’un psikolojik, Darwin’in ise biyolojik teorileri oryantalizmin uç keşif kolları olarak tarihsel işleve sahip olmuşlardır.” (Süphandağı, s. 57)  “Asya’da özel mülkiyetin olmadığı görüşü destekleyen Boulanger ve Bernier gibi yazarlar, Asya’nın Avrupalılar tarafından sömürgeleştirilmesi için, sözde gizli bir bahane hazırlarlar. Hegel’e göre İslam, çoktan bütün ayrıntılarıyla tarih sahnesinden çekilmiştir. Komünist Manifestoda Marx ve Engels, batı kapitalizminin Çin ve Hindistan’ın  ilerlemeci bir güç olduğu görüşünü ileri sürerler. Özellikle İngiltere’nin, Çin ve Hindistan konusunda yürüttüğü sömürgeci siyaseti, Marx ve Engelsel’in görüşleri ile paralellik arz eder. Marx ve Engels’in Asya hakkındaki görüşlerinde kaynak olarak, Bernier ve İngiliz faydacılığı esas alınmıştır. 1853’de Engels’e yazdığı bir mektupta Marx, Bernier’in haklı olduğunu yazmaktadır.” (Bryan S. Turner, Oryantalizm Kapitalizm ve İslam, s. 21, 22) 

“Batının Hz. Muhammed’e bakışı, kendi kimlik anlayışı ile paraleldir. Batı Hz. Muhammed’e dini, siyasi/askeri, kültürel ve ekonomik etkenlerle bakmışlardır” (Prof. İbrahim Sarıçam, Prof. Seyfettin Erşahin, Çağdaş çalışmalar ve oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 199, 201) “Önce Ortodokslar, daha sonra Katolikler İslam’a saldırırken en son Protestan mezhebinin kurucusu Luther’de bu gruba dâhil olur.” (Asaf Hüseyin, s. 21) Luther de, ‘Refutation of the Quran’ adlı eserinde Hz Muhammed’i şeytanın oğlu ve sapkın bir hareketin kurucusu olarak ilan eder. Bu ‘sapkınlığın’ en önemli göstergesi olarak ta İslam’ın İsa’nın ilahlığını inkâr etmesini gösterir. (S. A. Francisco, Luther, s. 7-12) “Oryantalistler, yüzyıllar boyunca bıkmadan usanmadan benzer konuları işlemiş ve bu şekilde hedeflerine ulaştıracak büyük bir literatür oluşturmuşlardır.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 30) Aloys Springer, Muhammed’in sapık Hıristiyanlardan etkilenmiş olabileceğini iddia eder: “Zira bunların teslis ve İnciller ile ilgili görüşleri, Ortodoks Hıristiyanlardan farklıdır.” diye devam eder. (The life of Muhammad, s. 175) Yani, oryantalistlere göre teslisi reddeden her görüş sapıklıktır. C. S. Hurgronje, Muhammed’in Yahudilerden etkilenerek, ‘tek tanrı anlayışını ortaya attığını’, testisi reddettiğini iddia eder. (Mohammedanism, s. 45) “Teslis’ e karşı çıkan bir din Hıristiyan ilahiyatına karşı yapılmış açık bir meydan okuma idi. Oysa batıya göre Hıristiyanlık tek hak din idi.” (Prof. Seyfettin Erşahin, Derleyen, Prof Dr Adnan Demircan, Çağdaş çalışmalar ve oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 201) ‘İnciller dolayısı ile Hıristiyanlık hakikatin kendisi olduğuna’ göre, İncilleri tahrif edilmiş veya teslisi reddeden Hz Muhammed, ‘Hakikat düşmanı’, dolayısı ile ‘şeytanî’ olmak zorunda idi. (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 449) “Dogmatik bir anlayış içerisinde doğup büyüyen oryantalistler kendi dinlerine alternatif görüşler ileri süren ve kendi dinlerinin yanlışlığını iddia eden bu yeni dini kabul etmek istememektedirler. (İbrahim Sarıçam, Çağdaş çalışmalar ve oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 289) “Batıda Hz Peygamber, Hıristiyan bakış açısına göre değerlendirilmektedir. Üç dinin peygamber anlayışlarında farklılıklar vardır.” (Hıdır, s. 403) Hâlbuki “Hristiyanlar Hz peygamberi şiddet yanlısı olarak nitelerken, İslam hazreti İsa’yı bir peygamber olarak kabul eder.” (Emine Öğük, Yeni ateistlerin yanılgıları, s. 45) “İslam karşıtlığı daha ziyade Hz Peygamber üzerinden yürütülmektedir. Şu soruları yüksek sesle sormanın zamanı gelmiştir: Resulullah hakkında konuşurken en azından nezaket sınırlarını zorlamamak gerekmez mi? Müslümanların Hz İsa’ya gösterdiği saygıyı, batının da Hz Muhammed’e gösterme zamanı gelmedi mi?” (Hıdır, s. 28) Oryantalistler daha en başta ilk düğme yanlış iliklenmekte, gerisi de hep yanlış olmaktadır; ‘Teslis gerçek, tevhit yalan’ iddiası ile başlayan her hareket kendi içinde çelişen ve gerçeklere aykırı kurgulardan oluşan bir yalanlar zincirini doğurmakta, ne yalanlarını temellendirmede birleşebilmekte ne de gerçeğin üstünü örtmeye güçleri yetebilmektedir. Fück, siyasi ve dini nedenlerle İslam ve Hz Muhammed’e hep nefret ve kaygı ile bakıldığını söyler. “Avrupalı bugün bile Muhammed kelimesi ile sahte peygamberi düşünebiliyor ve İslam’ı, ateş ve kılıç ile yayılan bir sapık öğreti olarak düşünebiliyorlar.” (J. Fück, Die originalitat des arabischen propheten, s. 154-155)

İddiaları

“Muaviye’nin sarayında yetişmiş ve babası gibi maliye bakanlığında görev almış olan Hıristiyan Dımeşki  Ömer b. Abdülaziz döneminde görevden alınınca İslam aleyhine yazılar yazmıştır. Günümüzde de oryantalistlerin aynen tekrar ettikleri görüşlerin temelini atan Dımeşki, Müslümanların eski bir Afrodit heykelinin başı olan Hacerül-Esved’e taptığını ki, günümüz ateistleri bu iddiayı aynen dile getirmektedirler, Hz. Peygamber’in Tevrat ve İncil’den yararlanarak Kuran’ı yazdığını ki, Oryantalistler 1400 senedir bunu tekrarlarlar, aldığı vahyin aslında bir rüyadan farklı olmadığını (oryantalistler bunu saradan histeriye çeşitlendirirler), kölesi Zeyd’in karısı Zeynep’i baştan çıkardığını (aynen ateist ve oryantalistler tekrarlarlar) vb. ileri sürer.” (Bulut, s. 30) “Oryantalistler, İslam medeniyetini olduğundan farklı ve gerçeklere tamamen aykırı bir biçimde göstermişlerdir.” (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 22) “İslam; Şeytanın işi, Kur’an; saçmalıklar, anlamsız yazılar bütünü, İslam peygamberi ise yalancı, sahtekâr, deccal’dir.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 50) “Müslümanlar barbar, şehvet düşkünü, siyah, çirkin ve köpek kafalı idiler.” (Rana Kabbani, Avrupa’nın Doğu söylenceleri, s. 32-35) “Batı, Hıristiyanlığı şeytan ile savaşan bir din olarak görür. İslam hakkında kullanılan dil; zoolojik (hayvanbilimsel) bir dildir.” (Frantz Fanon, Yeryüzünün lanetlileri, s. 39) “Oryantalistlerin genel kabulü, Kur’an’ın, Hz Peygamberin yazdığı bir kitap olduğu şeklindedir.” (Hıdır, s. 119) “Onlara göre, şayet peygamberin vahiy almadığını ispat ederlerse, Kur’an’ın yazarı olduğunu ispat edip, İslam’ın çökeceğine inanmaktadırlar. (Hıdır, s. 402) “Oryantalistler Kur’an-ı Kerim’i Hz Muhammed’in yazdığını iddia ederler.” (İ. Goldziher, Muhammedanische Studien, c.1, s.10-11, TDV İslam Ansiklopedisi, c.14, s.108-11, İstanbul- 1996, H. R. GİBB, Muhammedanism, s.27-38’den nakiller için bak: Muhammed El-Behiy, İslami Düşüncede Oryantalist Etki, s.34-40) Hammer, “Muhammediler Kur’an’ın kelamullah olduğuna inanır. Biz de aynı kesinlikle Muhammed’in kelamı olduğuna.” demektedir. (Mehmet Akbulut, Tanrı Dersem Çık Allah Dersem Çıkma, s. 93) “Onlara göre, Kur’an, vahiy ürünü değildir. İslam ancak Kılıç zoruyla yayılabilmiştir. Bir taraftan İslamiyet’i yanlış tanıtmış, diğer taraftan Müslümanların zihinlerinde şüphe ve tereddüt uyandırmışlardır.” (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 16) “Eulogius, Mesih’in tanrısallığını kabul etmeyen İslam’ı, bir heretiklik olarak kabul eder. Hıristiyan entelektüellerine göre Muhammed, mesih karşıtı bir heretiklik (dinde sapkın), halk nazarında ise İslam, paganist (çok tanrılı yerel din) bir inanç olduğu, genel kanaat idi. Haçlı seferlerine katılan insanlara, yaptıkları savaşı meşru göstermek maksadıyla İslam’ı, Arap putperestliği bağlamında açıklamaya gayret ederler. (Prof. Dr. Fuat Aydın, s. 43, 44) Oryantalistlere göre “Kur’an’ı, Muhammed kaleme almıştır. Hıristiyanlık, ikna yoluyla; İslam, Kılıç yoluyla yayılmıştır.” (Prof. Dr. Fuat Aydın, s. 37, 41) “Norman Daniel, Hz Muhammed için, ‘Papa adayı bir kardinal idi, emellerine ulaşamayınca peygamberlik iddiasında bulundu,’ demektedir. Batıda yeni yetişen nesil de aynı fikirlerin sapkınlıkları ile beslenmektedirler. Amerika da ders kitapları İslam hakkında: ‘Bu din Muhammed adında zengin bir işadamı tarafından başlatıldı, peygamber olduğunu iddia etti.’ gibi söylemler içerir. (Ömer Baharoğlu, s. 31) Halbuki başka oryantalistler “zengin olmak için İslam dininin  Muhammed kurdu.” demektedirler! “12. Yüzyılın ilk yarısında Müslümanlar ise ‘putperest, Araplar Muhammed’e tapan, heykelleri ise kıymetli taşlarla süslü’ insanlardı!” (Normal Daniel, Islam and West, s. 109; Hişam Cuayyıt, Avrupa ve İslam, s. 24) “Oryantalistler hazreti Muhammed’in hayatı ile ilgili kitaplar kaleme aldılar. Bu çalışmalar Hz Muhammed’e yönelik bir karakter suikastını hedefliyordu.” (Asaf Hüseyin, s. 58) “Hıristiyanlar Hz Muhammed’e saldırırken, bunu kendi dini geleneklerine uygun bir çerçevede yapıyorlardı. Hıristiyanlığın merkezinde Hz İsa vardır ve o bir peygamber değil, tanrının oğludur. Hıristiyanlar aynı bakış açısını İslam’a da uygular ve İslam’ı bir Muhammedilik olarak görürler. Halbuki İslam’da hiçbir zaman Hz Muhammed ilahlaştırılmamıştır.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 84) “Oryantalistler kendi dinlerini İsa ile temellendirirler. Hıristiyanlık O’na nispet edilir ve ‘Nasranilik’ adı ile bu nedenle anılır. İslam’ı da efendimizin kurduğuna inandıkları için İslam için, Muhammedizm  adını kullanmakta sakınca görmezler.” (Hamdi Zakzük, s. 105) “İslam hakkında kullanılan, “Muhammedilik/Muhammedanism ve  İslam’ın kurucusu” ifadelerinden kasıt, Müslümanların peygambere tapan bir topluluk/putperestler olduğunu ifade etmektir.” (Hıdır, s. 58) Oryantalistlere göre “Müslüman idaresindeki Hıristiyanlara eziyet edilmekte idi.” (Bulut, s. 38) Thierry Hentsch’e göre ise bu iddialar gerçek dışı idi. (Thierry Hentsch, Hayali doğu, s. 56) “Oryantalistler Kur’an’ın ilahi kaynaklı olmadığını Hıristiyanlıktan esinlenerek yazıldığını, Hz. Muhammed’in okuma yazma bildiğini ve bazıları da bilmediğini, onun sara hastası olduğunu, Kur’an’da gramer hatalı bulunduğunu iddia ederler.” (Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş II, Hz Muhammed ve Kuran bağlamında oryantalistlere cevap, s. 6) “İslam’ın tanımlanması problemi daima oryantalizm söylemi için belli bir aciliyet arzetmiştir. Bu nedenledir ki Hristiyan çevrelerinde İslam’ı, Hristiyan kültürü üzerindeki bir parazit ya da Hristiyan inancının bir yan mezhebi olarak kategorize etmek gerekli görülmüştür.”  (Bryan S. Turner, Oryantalizm, postmodernizm ve globalizm, s. 46) “İlk dönem oryantalistleri cahildir, hayalcidir. Kur’an’ın, Rahip Bahira’dan alınan bilgilerle yazıldığını iddia ederler. İkinci dönemdeki oryantalistler ise İslam’a eleştirel yaklaşmış onu gözden düşürmeye çalışmışlardır. Üçüncü dönemde ise İslam’ı öğrenerek içinden yıkma gayretine girişmişler, yumuşak bir üslup kullanarak iftira ve hakarete devam etmişlerdir. Oryantalistler her dönemde Kur’an’ın ilahi kaynaklı olmadığı,  Muhammed’in eseri olduğu iddiası ileri sürülmüşlerdir.” (Yıldırım, s. 10) “Batının bakış açısına göre İslam Doğu’da, şehvet ve şiddet ile kurulmuştu. İslam hakkındaki çalışmaların çoğu, haçlı dönemine ait sert polemiklerin üzerine inşa edilmiştir.” (Hıdır, s. 33) “Kindi, Peygamberimizin savaşta dişinin kırılmasını, kendisinin melekler tarafından korunmadığına delil olduğunu ileri sürer.” (Prof. Dr. Fuat Aydın, s. 83) Halbuki kendi ilahı İsa’nın çarmıha gerilmesini normal kabul eden bu zihniyet, önce ‘insan sonra peygamber’ olduğunu ilan eden ve asla melek olmadığı defalarca Kur’an’da belirtilen birinin bizlere örnek olacak cesaret ve örnek hayatını karalamaya çalışırken, içine düştüğü paradoksu fark edememektedir! Kindi, Tanrı-oğul İsa’nın “mucizesi olarak ta “suyu şaraba dönüştürmesini” örnek vermektedir” (Prof. Dr. Fuat Aydın, s. 98) “Kindi, Müslümanlığın menfaat ve şehvet için yayıldığını söyler. Hâlbuki daha İslam’ın ilk ortaya çıktığı dönem incelendiğinde, bu iddia kendiliğinden çürümektedir: Mekke dönemi, zevk ve sefa dönemi olmayıp, acı ve ıstırap dönemi olarak, Müslümanlara hiçbir dünyevi getirinin olmadığı bir zaman dilimi olmuştur. Bunu, uzun zaman Medine dönemi de izlemiştir.” (Prof. Dr. Fuat Aydın, s. 87) Rodinson, Batı’nın Hz Muhammed algısını şöyle özetler: “Muhammed bir sihirbazdı, cinsel ilişkiyi serbest bırakmıştı ve Muhammed Müslümanların en büyük putu ve baş tanrısıydı.” H. Herkomer ise, ‘Ortaçağ edebiyatında İslam tasvirleri’ adlı çalışmasında şöyle der: “Avrupalı kardinaller, Muhammed’in Katolik bir kardinal iken, Hıristiyanlıktan ayrılıp doğuda yeni bir mezhep kurduğunu iddia ediyorlardı.” (Muhammed Umerâ, Vatikan ve İslam 5, 22 Ekim 2007) Francis Bacon, ‘Cesaret’ adlı makalesinde şöyle bir yalan uydurur: “Muhammed, dağı yanına çağırınca geleceğini duyurur. Halk toplanır, Muhammed defalarca seslenir dağa ama dağ yerinden kımıldamayınca utanmadan şöyle der: Dağ Muhammed’e gelmezse, Muhammed dağa gider.” (Altınoluk, 2006, Nisan, Sayı: 242, s.14) Avrupa’da İslam hakkında o kadar kötü imaj çizilir ki bir insanın düşüncesini kötülemek için “Muhammedî bir düşünce” diye bir tanımlama yapılırdı ve bu bakış açısı günümüze dek gelmiştir. (Hamdi Zakzük, s. 36) Nitekim bu yalan günümüzde Avrupa’da o kadar yaygınlaşmıştır ki, olmayacak şeyler için, özellikle İngilizcede (ABD dahil)  ve İspanyolcada da bir darbı mesel olarak kullanılır olmuştur. “Müslümanlar vahşi, Hz peygamber de şehvet düşkünlüğü ile suçlanmıştır.” (Mehmet Emin Özafşar, Oryantalist Yaklaşıma İtirazlar, s. 19) “Muhammed ise bir sahtekâr, kötü bir şehvet düşkünü ve şeytanla anlaşmış bir anti İsacı’dır.” (Özafşar, s. 25)  “Norman Daniel’ın (Islam and the West) ortaçağ Hıristiyanlık edebiyatı üzerine yaptığı çalışmalarda, İslam’a karşı yapılan hakaret ve olumsuz yaklaşımların ‘bilgisizlikten daha çok, kötü niyetten kaynaklandığını’ ifade eder.” (Özafşar, s. 22) Hollanda’nın önemli oryantalistlerinden Adrian Reeland, 1705’te yazdığı kitabında şunları yazmaktadır: “Elbette herhangi bir din, çürütülmeye değmez olarak düşünülürse, bu İslam’dır. Biri, iğrenç bir doktrin tasarlayacak olsaydı, bu ancak Muhammed olurdu. Muhammedî inançta hemen hiç güzel bir şey yoktur ve her maddesi yozlaşma içindedir. İblis ile Muhammed arasında büyük bir anlaşma vardır.” (Reeland, Four Treatises Concerning the Doctrine, s. 12)

Halbuki “Batı, değerler açığını ve çaresizliğini, güç gösterisi ile bastırmaya çalışır. Edward W. Lane, Doğuya dönük tasvirlerinde, “Doğulular aşırı bir cinsellik serbestisi ile ahlakı tehdit ediyor.” diyordu.” (Ömer Baharoğlu, Oryantalizm İslam ve Türkler, s. 67, 85) “Batı Doğuya hep cinsellikle yaklaştı. Batı Doğulu kadının haklarını savunur gözüktü. Aslında bu, sömürgeci girişimleri normal göstermek için ihtiyaç duyulan bir açıklamaydı.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. 13) “Batı İslam ile cinselliği özdeşleştirmeye çalışırken aslında her şeyde olduğu gibi bu konuda da kendi düşünce dünyalarını başkalarına yansıtmaktadırlar: Batının ‘Libido’ eksenli bakış açısının temelini, S. Freud’un cinselliği insan davranışlarının temel faktörü kabul eden görüşleri oluşturmaktadır.” (Prof. İbrahim Sarıçam, Prof. Seyfettin Erşahin, Mehmet Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 352) Mirza Ebu Talep Han 1800’lü yıllarda gelişmiş (!) Avrupa toplumunun ahlaki yapısı ile ilgili gözlemlerini paylaşır. Daha o yıllarda dışı cinsellik tüm avrupa’ya yayılmıştır: “İngiliz kadınları oldukça rahat davranıyorlardı. Her iki cinste birbirlerinin engellemesi olmaksızın istedikleri ile görüşmek için çevirdikleri entrikalar için bir servet harcamakta idiler. Evlerin hepsi mobilyalı, yerler ipek halı idi. Çoğunluk temizlik konusunda gereken özeni göstermiyordu. Şehirde bir tane bile hamam yoktu. Hollandalıların dillerini bilmememe rağmen dans esnasında bakışları ve mimikleri ile o kadar ne istediklerini anlatabiliyorlardı ki, her seferinde yüzüm kızarıyor ve böyle bir şeye alışık olmadığım için hemen salonun uzak bir köşesine çekilmeme sebep oluyordu. İngiliz subaylar Hollandalı kızlarla beraber oluyor ve sonra da onlardan birisiyle evleniyorlardı. İrlandalı ev sahibimin aşırı sıcak davranışların bana uygun gelmediği için buradan ayrılmak zorunda kaldım. Zenginler istediklerini yapabiliyor, ister kadın isterse erkek olsun istedikleri saatte istedikleri yerde kalabiliyordu. Bu onlar için özel yaşamdı ve kimse onları gözetlemiyordu. Bayan erkek ayırt etmeden istenen kişilerle beraber olmanın güzelliği onları bu tehlikeli geçici heveslerinin fazla esiri etmişti. Diğer bir hataları, onların çok iffetsiz olmaları ve evlenmeden sevgilileri ile birlikte aynı evde yaşamalarıydı. Neredeyse şehrin her mahallesinde genelev işletmekteydiler.” (Mirza Ebu Talep Han, Oksidentalizm, Doğulu bir gezginin gözlemleri, s. 42-43, 46, 94, 141-142, 185) 1900’lü yıllarda ise bırakın sokakları, Hristiyan kiliselerindeki eşcinsellik ve tecavüz olayları duyulmadan önce bile kiliseler ahlaksızlıkla da anılıyordu “Londra gazetesinde; katedralin baş rahibi, “genç kadın ve erkeklerin aşiftelik maksadıyla ibadet mahallerine gelmemeleri hususunda onları uyarıyordu.” (Daily Telegraph gazetesi, 27 Eylül 1904) “Batılılar, “İstilaya Avrupalılar ‘medeniyetin ithali’ ismini verdiler.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 271)  Halbuki amaçları yeni pazarlar bulmak, memuriyet isteklerine Doğu ülkelerinde kadrolar tedarik etmek, artan nüfusa yerleşebileceği yerler temin etmektir.” (Halil Halid, s. 69) Doğuda Avrupa için bir tehlike mevcut olmayıp, aksine Doğu alemi Avrupalılardan gelen bunca tehlikelere maruz kalmaktadır. Asıl tehlikeye maruz kalanlar Doğular ve tehlikeyi yaratanlar Batılılar değil mi.” (Halil Halid, s. 260, 268)  “Batılılar, İslamiyet’in başarıyla yayılmasını, çok kadınlar evlilik ve İslam’ın kılıcının zorlayıcı gücüne bağlamaktadırlar.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 124,126) “Batıda, duyulduğuna göre, bir kız dans arkadaşıyla gece yarıları bir arabaya binip, evine kadar onunla gelmekte serbestmiş. Biz Hıristiyan Avrupa’nın bu gibi medeni hareketlerini kabul etmeyeceğiz.” (Halil Halid, s.  178) “Edward W. Lane, Doğuya dönük tasvirlerinde, “Doğulular aşırı bir cinsellik serbestisi ile ahlakı tehdit ediyor.” diyordu.” (Ömer Baharoğlu, Oryantalizm İslam ve Türkler, s. 85)  “Oryantalistler İslam’ın yayılmasını iki nedene bağlamışlardır: Şiddet ve cinsellik.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 139; İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 51) Oryantalist söylem ve metinler incelendiğinde, onlardan tehlikeli bir cinsellik anlayışının sızdığı anlaşılacaktır. Bolidor Vercil, “İslam Kılıç zoru ile ve kadın anlayışındaki her şeyi mübah görmesi sebebiyle yayılmıştır.” derken, cehaletinden değil kininden konuşmakta idi. Louise Colet, “Doğu kadını bir makineden başka bir şey değildir. Erkekler arasında hiçbir ayrım yapmaz.” der.  Edward W. Lane, Doğuya dönük tasvirlerinde, “Doğulular aşırı bir cinsellik serbestisi ile ahlakı tehdit ediyor.” diyordu. (Ömer Baharoğlu, Oryantalizm İslam ve Türkler, s. 85) Thomas Carlyle ise, “Muhammed’in sahte bir peygamber, dininin ihtiraslar yığınından oluştuğu iddiası, bugün artık ayakta duracak vaziyette değildir.” (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 21) diyerek bir gerçeği haykırmakta ve  Kur’an’ı hokkabazlık eseri olarak itham etmek, benim aklımın almayacağı bir şeydir. (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 49) diye devam etmektedir.

Halbuki İngiltere’de ve Avrupa’da yaşayan ve sömürgelerinde de görev yapmış olan Mirza Ebu Talep Han, “Oksidentalizm, Doğulu bir gezginin gözlemleri” (1799-1805) adlı eserinde gözlemlerini şöyle sıralamaktadır: Kimliğinizle ilgili olarak, bütün yol boyunca yabancı olduğunuza daha doğrusu Avrupalı olmadığınız size hissettirilecektir. (s. 32) İngilizler Hindistan’da üst seviyede mevkileri işgal ediyor ve büyük bir ticari potansiyeli yürütüyorlardı. Ama bu kadar incelikleri Hindistan’a yansıtmayı asla düşünmüyorlardı. (s. 74) İngiltere’de İngilizcem İrlanda’dakine göre bin kez ilerlediği halde İngilizler bana daima yabancı olduğumu hissettirdiler ve hep bana mesafelerini korudular. (s. 82) sürekli tekrarlanan eşitlik kavramı aslında görünüşten başka bir şey değildi. Burada zengin ile fakir arasındaki uçurum Hindistan’a göre daha derindi. Hizmetçilerde  efendilerinden izin ve belge almadan ayrılamazlardı. Ayrıca burada onlara fazla saygı gösterilmiyordu ki, Hindistan’da bu durum daha insancıl ve yoğundu. (s. 141) Londra’da kaldığım süre içinde bana Müslümanlara ait özel konular hakkında sürekli sataşıldı ve bazı inançlarımı kendilerine çok gülünç geldiği söylendi. Türkler için şöyle diyorlardı: “Onlar kadar dünyada daha kötü alışkanlıkları olan başka bir millet yoktur.”  (s. 188-189) İngilizlerde gördüğüm bir diğer hata, onlardaki geçici heves ve saygısızlıktı. çok fazla paraya ve dünyanın işlerine düşkün olmalarıydı. Onlar böyle yaşamaya alışmışlar ve tadını çıkarıyorlardı ancak, cimrilik ve çekememezlik bu insanlar da basit bir düşünce olarak yerleşmişti. Onların nezaketlerinin ve yardımseverliklerinin altında çıkar ilişkileri yatmaktadır.  Onlar kavga çıktığında sadece seyrediyorlar ve zayıfın ezilmesine sessiz kalıyorlardı. Diğer hataları, nefislerini kontrol edememeleri ve çok şehvetli bir yaşamları olmasıydı. Diğer bir hataları da, İngilizlerin boş hevesleri ve kibirleri idi. Genellikle bu bilimdeki ilerlemelerinden kaynaklanmaktaydı. Yine diğer bir hataları yeni tanıştıkları birisi ile ilişkilerinde her zaman kendi çıkarlarını düşünmeleri idi. Yeni tanıdıkları kişiden bir yarar umut ediyorlarsa kesinlikle ona karşı alçak gönüllülük gösteriyorlar ve sevecen davranıyorlardı. Eğer çıkar elde edemeyeceklerini anladıklarında, başlangıçta gösterdikleri sevecenliği derhal bırakıyorlar ve soğuk davranmaya ve uzak durmaya başlıyorlardı. (s. 176-184) Genes’te halka açık alanlarda hiç fahişelerin olmaması dikkat çekiciydi. Hemen her köşe başında maaşlı hizmetlileri vardı ve erkekler bu kişilerle konuşuyor sonra eve çıkıyorlardı. Buradaki bir diğer adette kadınların genellikle iki eşlerinin olması idi. Bir erkek bütün gün karısıyla beraber olduğunda ve ikincisi gelip kapıyı vurduğunda, birincisi toparlanıp evden çıkıyordu. (s. 229) Avrupalılar, kadınlarının özgür davranışlarından fazlasıyla olumsuz etkilenmişlerdir. Avrupalı kadınlar çok serbest bir yaşama alışmışlardı. (s. 342, 344) 

Prof. C.E.M. Joad, Philosophy for our Times adlı eserinde şöyle der: “Asırlardan beri İngiltere’nin zihnine hakim olan düşünce, servet yığma arzusudur. Servetin çokluğu ve bolluğu, insanın şeref ölçüsüdür.” (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s.  242)

“Oryantalizm, İslam dünyasına ilişkin bilinçli bir çarpıtma ortaya koymakta idi.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. 39) “Orta çağdaki oryantalistler İslamiyet’te iyilik adına bir şey bulunmadığını düşünüyor, kaynaklarda bu kanaatlerine uygun düşen bilgilerden başkasına doğru gözle bakmıyor, İslam peygamberi ve İslamiyet hakkında kötülük içeren bütün dedikoduları dilden dile dolaştırıyorlardı.” (Rudi Paret, Dirasetü’l-İslamiyye, s. 9-10)  “Oryantalizm, batının hayal ettiği Doğu’yu ifade eder.” (İsmail Süphandağı, Batı ve İslam arasında Oryantalizm, s. 113) “Dini polemiklerin muhatabı hayali Müslümanlar idi. Onları da kağıt üzerinde kolaylıkla yok edebiliyorlardı.’ (Gerhard Endrss, An Introduction to Islam, s. 7) Halbuki Said’İn özeleştiri yaparak ifade ettiği gibi, “Kötü niyetimizi sorgulayabilsek gerçek İslam ile kafamızdaki İslam arasındaki farkı ayırt edebiliriz.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 110) Ama bu tarih boyunca nerede ise hiç gerçekleşmemiştir.! “İngiliz ilahiyatçı Humphrey Prideaux Hz Muhammed’in peygamber olmadan önce yaşamını yağma, soygun ve kan dökerek geçirdiğini iddia eder.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 79) Revizyonist oryantalistlere göre İslam tarihi: İslam, Sasaniler tarafından Filistin’den sürülen Yahudilerin Hicaz bölgesine gelişinden sonra ortaya çıkan Haceriler (Hagerine) adlı mesihi bir mezhebin içinden çıkmıştır. Hz Muhammed’de bu hareketin başına geçmiş, hareket içinde yer alanlar ‘Hacer’in Soyundan Gelenler’ anlamına gelen muhacirler olarak adlandırılmışlardır. Hicret Yahudi ve Arapların beraber Kudüs’e yaptıkları sefer olup, Kudüs’ün fethi sırasında Hz Muhammed hayatta idi. (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 159) Rahip M. the Confessor Müslümanları, “İnsan kılıklı vahşi yaratıklar, tanrının lanetlediği Yahudiler” olarak nitelendirir. Kitabında Araplar’dan kastı da Müslümanlardır. (Hıdır, s. 221-222) S. W. Muir, Hz Muhammed için, ‘O’nun kılıcı ve Kur’an, medeniyet ve özgürlüğün iki inatçı düşmanıdır.’ der. (Muir, The Life of Mahomet, I/522) Günümüz Evangelistlerinin liderlerinden Pat Robertson, Fox TV’deki konuşmasında Hz Muhammed için: “O bir soyguncu ve eşkiyadır. Bir canidir.” (10.09.2002) derken Jerry Falwell, CBS adlı kanalda,” Muhammed’in bir terörist olduğuna inanıyorum.” demektedir. (03.10.2002) Hz. Peygamberin soyunun İsmail’e dayanmasından ötürü, İslamililer olarak yapılan nitelendirme aslında bir aşağılama kastı taşır. Pavlus, İslamiloğullarını, kölenin çocukları olarak nitelendirir. (Galatyalılar, 4:22-25) “Oryantalizm, birkaç önermeye dayanır. Bunlar: Hıristiyanlığın ilerici ve dinamik, Müslümanlığın durağan olduğu inancı, İslam’ın durağanlaşmasını özel mülkiyetin olmamasına, yöneticilerin bulunmasına bağlanması ve İslam’ın kaderciliği beslediği görüşüdür.” (Bryan S. Turner, Oryantalizm Kapitalizm ve İslam, s. 17) Halbuki durum tam tersidir: “Hindistan başbakanı Cevahirl Lal Nehru, Discovery od India adlı eserinde, ‘İslam, Hint toplumunda sınıf ayrımını ortadan kaldırmış, dünyadan el etek çekmek arzularını yatıştırılmıştır.’ demektedir.” (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s. 174)  

“Hıristiyanlık İslam’a karşı iki yol tercih etmiştir. Birincisi siyasi ve askeri mücadeledir. Haçlı seferleri ve şark politikası ile bu metot uygulanmıştır. İkinci yol kalemle mücadeledir: Tarihi bilgiler tahrif edilmiş, kurgusal masallar anlatılmış, efsaneler uydurulmuş son olarak ta hakaret ve aşağılayıcı bir dil kullanılmıştır. Aydınlanma döneminde bu bakış açısı korunmuş, Hz Muhammed’e seküler bir bakış açısı ile bir devlet başkanına, bir fatihe indirgenmiş, bu sonuçta kişisel kabiliyet, ihtiyaç veya içinde yetiştiği ortamla irtibatlandırılmıştır.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 102-104, 449)

Oryantalizm‘de Doğu, önce Araplar ve İslam, sonra Osmanlı ve Türkler ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. “İslamiyet, batı için daima ‘özel bir tehdit’ temsilcisi olmuştur.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s.13, 89) “Batının bilinçaltındaki değişmeyen çizgi Doğunun her zaman Batı için bir tehdit olduğudur. Doğuya hükmedilmelidir. Oryantalizmin temeli, çatışma üzerine kuruludur.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. VIII-IV) “Batının bilinçaltındaki değişmeyen çizgi Doğunun her zaman Batı için bir tehdit olduğudur. Doğuya hükmedilmelidir. Oryantalizmin temeli, çatışma üzerine kuruludur. “Haçlı seferleri ile Doğu denince İslam anlaşılmaya başlanmıştır.” (Bulut,  s. VIII,  s. 24) “Oryantalist söylem, Doğulunun bütün günahlarını İslam’a yüklemiştir.” (Bryan S. Turner, Oryantalizm, kapitalizm ve İslam, s. 15-21) Haçlı seferleri ile de Hıristiyanlar ‘En çok arzuladıkları şeylere kavuşuyorlardı. Sofular tanrı yolunda eziyete, paragözler yağmaya, tüccarlar yeni pazara, küçük subaylar yaldızlı rütbelere, kahramanlar savaşa, dünyayı tanımak isteyenler yolculuğa’ (Emmanuel Berl, Atilla’dan Timur’a Avrupa ve Asya, s. 151) “Avrupa kutsal savaşlarda özümsediği kinden asla tam olarak kurtulamamıştır.” (R. Kabbani, Avrupa’nın doğu söylenceleri, s.15) “Haçlı seferlerinden günümüze kalan, tarihi İslam karşıtı teolojik ırkçılıktır. Haçlı seferlerinden sonra batılılar için Doğu demek; İslam demek olmuştur.” (Süphandağı, s. 93) Bu nedenle de Martin Luther’e göre ise Türkler ve Müslümanlar tanrının gazabı idiler. (Bulut, s. 56) ‘Türk, şeytanın hizmetçisi, son ve tehlikeli öfkesidir.’ (Onur Bilge Kula, Alman Kültüründe Türk İmgesi II/72) “Protestanların İslam’a bakışı genelde olumsuzdur. Luther Türkleri, ‘Şeytana tapıcılar’ olarak tanımlar.” (Hıdır, s. 87-88) “Luther, Müslümanların İsa’ya küfrettiğini söyler.” (Hıdır, s. 253) “Martin Luther, “Son nefesime kadar Türklere karşı savaşırım.” diyecek kadar Türklere karşı nefret ve öfke doludur.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 120) Ayrıca Martin Luther “Türk Almanların olumsuz öğretmenidir.” (Ali Osman Öztürk, Alman oryantalizmi, s. 5) demektedir. “1615 yılında W. Bedwell tarafından yayınlanan kitabın adı aynen şöyledir: Muhammed’in sahtekarlıkları: Yani kafir ve insan ayartan Muhammed’in çeşitli sahtekarlıkları, korkunç ve dinsizce davranışları.” (Hıdır, s. 90) Victor Hugo, ‘Les Orientales’ adlı eseri ile doğuyu barbarca bir vahşet cümbüşü, haremler, kesilen kelleler, çuval içinde denize atılan kadınlar, beyaz minareler, harem ağaları şeklinde tavir eder. Bu imaj öylesine yerleşir ki batılı insanın kafasına, doğuya gittiklerinde bu imajı ararlar, bu imaja uymayan ne varsa görmezden gelirler. (Bulut, s. 98) “Dante, 14. yüzyılda yazdığı İlahi komedya adlı eserde Hz Muhammed’i cehennemim en alt tabakasına yerleştirmiş ve sapkınlar arasında onu göstermiştir.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 73) ‘Mary Magdelene’ 15. yüzyılda yazılan bir piyestir ve burada da Hz Muhammed Sezar ve Firavun’un taptığı bir ilah olarak gösterilir. (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 43) “Erasmus, Türklere-Müslümanlara karşı din eksenli savaşa dair teo-politik kitaplar kaleme almıştır. Bugün Avrupa var olan bazı olumsuz Türk-Müslüman imajında onun etkisi büyüktür.” (Hıdır, s. 200) “Voltaire,’nin ‘La Fanatizme ou Mahomet’ adlı eserinde Hz Muhammed, ortaçağ geleneğine uygun en aşağılayıcı kelimelerle tasvir edilmiştir. Frederick’e yazdığı mektupta ise, ‘Muhammed’i oyunda gerçekte işlemediği bir suçu işlemiş gibi gösterdiğim için tenkit edilebilirim.’ diyerek çarpıtmasını açıkça itiraf etmiştir.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 52) Güya Hz Muhammed bir güvercini kulağındaki gizli bezelyeyi omuzuna konarak yiyecek şekilde eğitir, böylece vahiy getirdi şeklinde etrafına sunar. Bu kıssa aynen Shakespear’ın eserlerine de girmiştir. Ayrıca bir de bir boğayı eğiten Muhammed onu çağırınca hemen gelir ve önünde boğa diz çöker. (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 67) Oryantalistler, “Güvercin ve beyaz boğa’ kullanarak, Muhammed’in vahiy aldığını iddia etmiştir, görüşündedirler. Bu anlayış, hala varlığını devam ettirmektedir.” (Prof. Dr. Fuat Aydın, s. 51) P. Bayle, güvercin ve öküz kıssalarının uydurma olduğunun kabul edilmesi gerektiğine işaret eder. (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 83) “Pococke, Grotius’e: “Güvercine ait masalın delili nerededir?” diye sormuştu. Grotius, bir delil olmadığı şeklinde cevap verir. Artık bu gibi şeyleri atmak zamanı çoktan gelmiştir.” (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 22) “Henry Stubbe, Boğa ve güvercin kıssalarını saçma olarak nitelendirir ve hiç bir Arap kaynakta geçmediğinin altını çizer.” (H. Stubbe, An Account of the Rise and Progless of mahometanism With The Life of Mahomet, s. 149) Tabii böyle hayali birçok iddia Hristiyan dünyasında yaygındır: “Parisli Matthew Saracenlerin (Müslüman Arapların) domuz eti yemediklerini kaydettikten sonra buna gerekçe olarak “çünkü Saracenler domuzu insanın kardeşi olarak görmektedir” ve domuz eti yemenin Saracenlerin kutsal kitabında da yasaklanmış olduğunu ekler. Matthew, Müslümanların içki içmediğini de kaydetmiştir fakat bu yasağı da Hazreti Peygamber hakkında olumsuzluk isnat eden bir hikâye ile açıklamıştır.” (Pınar Savaş, Yüksek Lisans Tezi, Ortaçağ ingiltere’sinde “saracen” algısı, s. 80) “Bazı kayıtlarda da, Muhammed’in kendini içkiye verdiği, bir defasında Mekke’de büyük bir içki aleminden eve dönerken bilinçsizce bir dışkı çukuruna düştüğü; kısa süre sonra oraya gelen domuzların uyuyan Muhammed’i ısırdıkları anlatılır. Bu efsaneler o kadar yaygındı ki,  İngiltere’ye kadar uzanmıştır. (Prof. İbrahim Sarıçam, Prof. Seyfettin Erşahin, Çağdaş çalışmalar ve oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 213), “ölünce beni gömmeyin, üç gün sonra göğe çekileceğim.” Dediği ve 12 gün beklendiği halde göğe yükselmeyince defnedildiği, meşhur Roland Destanı’nda Saracenlerin aslında Mahumet (Hz. Muhammed), Apollin (Apollo) ve Tervagant (Termagant) isimli üç puta tapan paganlar oldukları, Muhammed’in “Şeytanın ilk doğan çocuğu” olduğunu gibi birçok iddia, batı literatüründe bilimsel eser adı altında yayınlanmıştır! Oryantalistler ayrıca Saracenlere ‘İsmailîler’ diye hitap ederler. Hz. İbrahim’in cariyesi Hacer’den doğan oğlu Hz. İsmail’in soyundan geldikleri için onları küçümsemek amacıyla bu adı kullanırlar. Müslümanlara ise ‘Muhammedî’ diye seslenerek aslında onların ‘Allah’ın değil’de ‘Muhammed’in dininden olduklarını’ iddia ederler. Oryantalistler Müslümanların ilahı olan ‘Allah’ kelimesini özellikle eserlerinde kullanırlar. Bundan amaç saygı değil, Müslümanların tanrısını kendi terimleri ile ifade etmekten kaçınmalarıdır! Zaten tüm bu çalışma boyunca Hz Muhammed kelimesinin geçtiği her yerde baştaki saygı ifadesi olan ‘Hz’ tarafımızdan eklenmiş olup hiçbir oryantalist eserine bu ifadeyi eklememiştir.

Üstte cehennemde Muhammed resmi ve altta iki dişi meleğin ayakları altında çiğnenen ve elinde Kur’an bulunan Hz. Muhammed tasviri (Belçika’da Dendermonde, Flanders’deki Church Of Our Lady Kilisesi’nde 17. yüzyıl sonlarında Mettehuz van Beveren tarafından yapılan, yaklaşık olarak da 300 yıldır sergilendiği kaydedilen ahşap heykel)  “Avrupa Muhafazakarlarının Sesi” sloganıyla yayın yapan Brusselsjournal adlı haber sitesine göre, heykel, Hıristiyanlığın İslam üzerindeki üstünlüğünü, zaferini temsil ediyor. (Yeniçağ, 08/05/2008)

                                                                                 

Muhammed (“Machomet”) ayaklar altında, ayin kitabı 1500 tahta baskısı.    1493 yılında yayınlanan Muhammed mahkemede

“Bacon, Türkleri ahlaktan uzak, sanatsız, bilimsiz, bir arsayı ya da günün bir Saatini bile hesaplanamayan, yemekte kıt; pis, kısaca; insan toplumunun yüz karası olarak tasvir etmekte idi.  Türkler için, ‘canavarlara karşı kibar olan gaddar insanlar’ tanımı da ona aittir. Montaigne, Haşhaşileri sadık Müslüman olarak tanımlarken, Dante, Muhammed’i cehennemin 8. katında resmetmek de idi. Bruno, Türkleri Antik Roma tarihindeki vahşilerle, Godlar, Vandallar, Lombardlarla bir tutarak, ‘kitapları yok eden kimseler’ olduğunu söylemektedir. Humphrey Prideaux, Muhammed’i cahil bir barbar, şehvet düşkünü ve kötü ruhlu bir sahtekar olarak tasvir ediyordu. (Michael Curtis, Şarkiyatçılık ve İslam, s. 42,45) “Avrupalılar, İslam Kültür ve medeniyetinin başarılarının İslam dinine rağmen gerçekleştiğine inanmıştır. “Renan, Harun Reşit ve Me’mun’un İslamiyet’e inanmadıklarını iddia etmektedir.  Kindi, Farabi, İbni Sina’nın hayat hikayeleri, Sokrat’ın Galilee’nin, Rousseau’nun maceralarına kıyas mı kabul eder?  Sokrat idam edilmiş, Galileo engizisyon mahkemelerinde işkencelere uğramış, Rousseau tutuklanmakla tehdit edilmiştir. İbni Rüşd, bir müddet Meraşek’te mahzun ve terk edilmiş bir halde kalmıştır. Fakat öldüğü zaman, hem büyük bir memuriyete hem de birçok servete sahip idi. İbn-i Sina, iki İslam devletinde başbakanlık; İbni Rüşd, iki İslam devletinde baş katılık makamlarına sahip olmuşlardır. Bu hakikat, Müslümanlar katında felsefenin aşağılanmış mı olduğunu, yoksa saygın bir konumda mı olduğunu fiilen ispat eder.” (Namık Kemal, Renan Müdâfaanâmesi, 36, 39,  s. 41) Bacon, Farabi ve İbni Sina’nın aslında Hıristiyan olduğunu ileri sürebilecektir. Selahattin’de tıpkı İslam filozofları gibi, yer yer gizli bir Hıristiyan bir Şövalye olarak Avrupa’da anılır. Bacon gibi Sandys’e göre de Müslüman filozoflar aslında Hristiyan idiler. Aydınlanma filozofu Voltaire, söz konusu İslam olunca, akılcılıktan, hümanizmden, hoşgörüden hiçbir iz kendisinde göremeyiz. Yazdığı piyeste Peygamberimizi; Fanatik, kaba, sahtekar, şehvet düşkünü biri olarak lanse eder.”  (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 56, 74, 114, 115) “Peygamber Muhammed’in fanatizmi” isimli oyunda Voltaire, ‘kimsenin, deve tüccarı Muhammed’in davranışlarını mazur göremeyeceğini’ yazmaktadır. Diderot, Muhammed’in insanları din değiştirip, güzel kadınlarla birlikte olma zevkine ulaşmaya ya da ölümü seçmeye zorladığını yazmaktadır. (Michael Curtis, s. 47) İngiltere sınırları dışına hiç çıkmamış olan ve Osmanlı Devleti’nin askeri ve siyasî tarihiyle ilgili yazılmış ilk İngilizce kitabın yazarı olan Richard Knolles, ‘Türklerin erdem ve insanlıktan nasip almadığını’ yazmaktadır. Ona göre Türkler gaddar ve kalleştir. (Michael Curtis, s. 66) Sir William Eton, 1799 yılında yazmış olduğu kitapta, modern Avrupa’nın büyük bölümü, yurtsever, yardımsever, soylu, sosyal çevreyi süsleyip çekici hale getiren, hassas zevkler yaratan, dişil toplumun etkilerine atfedilebilir bir yapıdadır. Türkler ise aksine, sevgi anlayışları, arkadaşlık ya da saygıdan öte, cinsellik üzerine kurulu barbarlardır. (Michael Curtis, s. 92) “Siyasi alanda Doğu despotik, baskıcı, kapalı, gerici gösterilmelidir ki aydınlanmış medeni Avrupa’nın emperyalist müdahalesi meşru ve anlamlı hale gelebilsin. Yarı barbar toplumlar ancak Avrupa’nın bir pazarı oldukları zaman medeni milletler kulübüne dahil olabilirler.” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 112, 114) Şark despotizmi kavramının aksiyomatik olarak başlangıç noktası Montesquieu’dur. (Michael Curtis, s. 102) Montesquieu’ya göre ‘Doğudaki  kadınlar köle, Monarşik rejimdeki kadınlar özgürlük içindedir.’ (Michael Curtis, s. 124) demektedir. Montesquieu, Hıristiyanlığın despotizme engel olduğunu ileri sürer. Hıristiyan ülkelerdeki iç ve dış politik eylemlerin İslam ülkelerinden daha merhametli olduğunu, Müslümanların daha zalim olduğunu da iddia eder. Ona göre İslam, zalimdir ve tembelliğe teşvik eder. (Michael Curtis, s. 127) Türkler, ‘tüm ulusların en cahilidir. Şerefe, yaşama ve halkların sahip olduğu mülke çok az önem verilir’, diye onları eleştirir. (Michael Curtis, s. 144) Hâlbuki Ortadoğu hakkında uzman olan birçok isim, onun bir şekilde, Ortadoğu hakkında hatalı veya eksik bilgi sahibi olduğunu kolaylıkla anlayabilir. (Michael Curtis, s. 146) “G. Botero, “Osmanlı’da halk, tebaa değil emirleri kanun yerine geçen despot büyük Türk’ün kararlarına bağlı olan köleler” olduğunu ileri sürerken (Michael Curtis, s. 59) 1786’da Fransız Büyükelçiliği görevini yürüten Choiseul Kontu Gouffier, “Osmanlı’da işler kralın tek efendi olduğu Fransa’dakinden farklıdır. Osmanlı’da sultan, hukuk adamlarını, âlimleri, yüksek mevki sahiplerini ve artık mevkilerinde olmayanları da ikna etmesi gerekmekteydi.” demektedir. Anquetil-Duprrron, “Doğu rejimlerinin, şeytanın somut hali olarak suçlanması oldukça haksızdır” (Michael Curtis, s. 93, 146) derken, 1829’da Türkiye’de ve doğuda birçok yere seyahat eden İngiliz Deniz subayı Adolphus Slade, “Osmanlı sultanının sınırsız yetkilere sahip olmadığını, yetki ve gücünün çeşitli faktörler ile kontrol altında tutulduğunu” söylemektedir.” Fransız Castellen ise “Osmanlı padişahlarının iradesi Kur’an hükümlerinden üstün değildir.” (Antoine Laurent Castellan, Moeurs Usages, Costumes des ottomans et abrege de leur historie, III/14; La Turquie actuelle, s. 12) demektedir. Görüldüğü gibi, “Şark despotizmi kavramı, Doğu toplumlarının ve politikalarının içinde olduğu gerçekliği tarafsız bir şekilde analiz edip anlatılmaktan daha çok, Batının bu toplumlar üzerindeki emperyalist ve sömürgeci hâkimiyetini veya batının politik hedeflerini desteklemek için kullanıldığı görüşü post modern görüşlerin genel özetidir. Şu bir gerçektir ki Doğu hakkında kaleme alınmış metinlerin bir kısmı, batılı devletlerin ve ticari şirketlerin temsilcileri ve memurları tarafından yazılmıştır. Bu yazarlardan bir kısmı da, kendi ülkelerindeki yani Avrupa’daki despot yöneticilere karşı, aşırı monarşik gücün kısıtlanması ve sınırlandırılması çağrısında bulunmak için, Doğu despot imgesini kullanmışlardır.” (Michael Curtis, s. 98) “Avukat ve gazeteci olan Linguet, şark despotizmi kavramının özellikle Hindistan’daki İngiliz egemenliğini haklı göstermek için kullanılan bir kurgu olduğunu.” (Michael Curtis, s. 92) ifade etmektedir.

“Kendini ontolojik manada evrenin merkezinde gören bir topluluk olan Batı,  herhalde başkalarını barbar, parya olarak görmekten çekinmeyecektir.”  (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 7)  “Oryantalistlere göre İslam, şeytanın işidir, Muhammed yalancı, Kurnaz ve İsa düşmanıdır. Müslümanlarda vahşi ve barbar yaratıklardır. (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 237) “Eski Yunanlıların, Yunan olmayanları barbar olarak tanımlaması yüzyılları aşan yaygın bir uygulamaydı. Yüksek bir kültür inşa ettiklerini inanan Romalıların, şiddet ve barbarlığı bir eğlence ve zevk objesi haline getiren gladyatör oyunlarına düşkünlükleri bilinmektedir.” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 64, 68) Oryantalizm, kendisinden farklı görüp ötekileştirdiği Doğuyu, dini açıdan şiddet, uydurulmuş ve şeytan işi; devlet yönetimi açısından despot ve totaliter; halk açısından cahil ve kaderci; yaşantı olarak hayalperest ve cinsellik dolu; sanat olarak ta egzotik ve dişil görürken, yüzlerce yıldır işgal ettikleri ülkelerden elde ettikleri kaynaklarla günümüzde ulaştıkları teknolojiyi yine sömürülerini devam ettirmek için kullanmakta, kendilerine “üstün, haklı, uygar, efendi” rolünü biçmeye devam etmektedirler. Batı asla aynaya bakma ihtiyacı hissetmezken, en objektif ve hümanisti bile, son sınıra geldiğinde ‘kendi kültür, din veya milletini’ öncelemekte, onların yanında olmakta; haklı haksız olduğuna bakmaksızın kendi kültürlerinin yanında durmaktadırlar. Batılılar, kendileri hakkında gerçekleri dile getirenlere ise asla tahammül edemezler. İslam hakkında gerçekleri yazabilme cesareti gösterenler ya fakirlik içinde dışlanmış olarak yaşayıp ölmüşler ya eserleri çok sonraları ancak basılabilmiş ama mutlaka hepsi çok yönlü saldırıya maruz kalmışlardır. En son bilinen örneklerden olan, Edward Said’in, oryantalizm adlı eseri basıldığında kendisi sayısız eleştiri yağmuruna tutulmuştur: ‘Uydurmacı’ (Justus Weiner, Commentary, Eylül 1999); ‘Filistin’in düzmece peygamberi’ (The Wall Street Journal, 26 Ağustos 1999); ‘İkiyüzlü’ (Daniel Pipes, Jerussalem Post, 6 Eylül 1999); ‘Arap propagandasının aşağılık uydurması’ (Leon Wieseltier, The New Republic, 7 Nisan 1979, s. 29); ‘ Oryantalizm sözcüğünü kirleten, tarafsız ve iyi niyetli oryantalistlerin çalışmaları lekeleyen, masum bir çalışma alanı olan oryantalizmi siyasallaştıran’ (Bernard Lewis, Oryantalizm sorunu, The New York Review of Books, 24 Haziran 1982, s.49-55) vd. Görüldüğü gibi oryantalizm alanında ‘doğruları yazma cesareti gösteren’ asla cezasız kalmamaktadır, ne geçmişte ne günümüzde! Halbuki “Edward Said’in yayınladığı Oryantalism adlı bu eser ‘güç ve bilginin nasıl kaçırılmaz olarak birleştirildiğini’ göstermede önemli yer tutmakta.” (Bryan S. Turner, Oryantalizm, postmodernizm ve globalizm, s. 20) idi. Said diğer bir çalışmasında da bu konuya değinir: “Oryantalizmin adlı eserinin temel konusu bilgi birikimi ile güç arasındaki ilişkidir.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 9) Bunun ifşa edilmesi de ona suç (!) olarak yetmişti zaten.

“Oryantalistlerin hemen hepsi ya Hıristiyan rahip, ya sömürgeci zihniyetin temsilcisi ya da Yahudi’dir.” (Mustafa Sıbai, s. 91) “Oryantalistlerin çoğu asker, misyonerdir.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 104) “Ernest Renan anlayışında olan Avrupa alimlerinin bizimle ilgili her sözü, kendilerince, hiç bir delile ihtiyaç duymadan apaçık ve kesin gerçekler olarak kabul edilir.” (Namık Kemal, Renan Müdâfaanâmesi, s. 20) Birçoğu din adamı veya misyoner olan bu oryantalistler hareket noktası olarak kendi dinlerinin hak/tek doğru olduğunu kabul ettikleri ve ateistler ise materyalist oldukları ve metafiziği reddederek olaylara baktıkları için her iki kesim de daha araştırmaya başlamadan Hz. Muhammed’i peygamber, İslamiyeti bir din, Kur’an’ı ilahi kitap olarak görmemekte dolayısı ile başta zaten bir ön kabul ile İslam’a bakmaktadırlar. İlk düğme yanlış iliklenince de artık geriye sadece, ‘o halde Kur’an’ın yazarı olan bu Muhammed İslam dinini nasıl uydurdu?’ sorusuna cevap aramak kalmakta ve tüm İslami kaynakları bu ön yargılı bakış açısı ile incelenmektedir. Fakat işin asıl ilginç yönü, her oryantalist yazar Kur’an için farklı neden, kaynak ve amaç ileri sürmüş ve vardıkları sonuç ile de ‘birbirlerini yalanlayarak’ aslında iddiaları çelişkiler yumağı haline dönüşmüştür. Oryantalist yayınlar içinde objektif ürünler olsa da unutulmamalıdır ki bunlarda son aşamada her zaman sömürge, misyonerlik veya ticari amaçlar için kullanılmıştır! Hadis fihristi  Concordance veya yazma eserlerin basılması gibi çalışmalar istisna bu iddiamızın istisnası değildir. Mesela ilk Kur’an Ansiklopedisini oryantalistler yazmış ama içi tamamen uydurma ve saptırma ithamlarla doldurulmuştur. Bu iddialara cevaplar tek tek verildiği halde yeni baskılarında da bu cevaplar esere alınmamış, hiçbir düzeltme yapılmamıştır! “Oryantalistlerce yazılan ve ilk baskısı 1913-1938’de, ikincisi 1954-2005’te yayınlanan ve Türkçeye’de tercüme edilen The Encyclopedia of Islam/İslam ansiklopedisindeki birçok hata İslam âleminden gelen uyarılara rağmen ikinci baskısında da aynen tekrar ettirilmiştir.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 135) Kısaca hadis, İslam tarihi veya Kur’an üzerine yapılan çalışmalar tamamen taraflı, objektiflikten uzak ve peşin hükümlü olarak kaleme alınmıştır. Sonuç olarak ta, “İslam dünyasında gelişmeye devam eden yüksek seviyede bir matematik ve teknik hareketlilikle ilgili elde edilen sonuçların önemi, onlar üzerinde çalışma yapmaya ‘cesaret etmiş’ oryantalistler tarafından bile tam olarak anlaşılamamıştır.” (Prof. Dr. George Saliba, İslam Bilimi ve Avrupa Rönesans’ının Oluşumu, s. 40) Misyonerlik ve sömürü için oryantalistleri yetiştirip Arapça öğrenmeye kendileri başladıkları halde “Salamanka Üniversitesi’nden Profesör Hernan Nunez, Louvainli Nicolas Clenardus’ a şöyle demektedir: “Bu barbar dil Arapça neyinize? Latince ve Yunancayı bilmek yeterli.” Diyebilmektedir. Ünlü 19. Yüzyıl oryantalistin, Gazali sonrası iki eseri dikkatle okumalarına rağmen, ‘Sırf böyle bir şey aramadıkları için’ eserlerin içerdiği ‘özgünlüğü fark edememiş’ olmaları, kendilerini doğrulayan beklentileri gerçekleştirecek şeyleri aradıklarının göstergesidir.” (Saliba, s. 233) “Hıristiyanlık dünyasında, Haçlı Seferleri yerine başka bir yol bulunmuştur.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 237) “Haçlı seferlerinden itibaren fazla bir şey değişmemiştir. Kâfirlerle savaş yerine onlara İncil okutma  -misyonerlik- kavramı gündeme gelmiş, Arapça çalışmaları başlamış, içine ticari ve emperyalist amaçlar eklenmiştir. Oryantalistlerin çoğu önceden tasarlanmış fikirlerden oluşan çıkarımlarla ortaya çıkmışlardır.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 112) “Oryantalizm, emperyalizmin İslam dünyasına sızmakta kullandığı bir araçtır.” (Muhammed Bakır el-Hakim, Oryantalistler ve Kur’an hakkındaki şüpheleri, s. 13) “Batılı olmayan halkları denetim altına almak için kültürleri ve dinleri hakkında daha çok bilgiye acilen ihtiyaç duyuluyordu. Hıristiyan ve Yahudi Bilginler İslam’a karşı yeni bir cephe açtı. Edward Sait oryantalizmi, ‘doğuyu denetim altına almak, kullanmak, işbirliği yapmayı öğrenmek amaçlı’ olduğunu söyler. Oryantalist çalışmalar, sömürgecilerin amaçlarının gerçekleşmesi için bir vasıta olarak sömürgeleştirilen memleketlerin pasifizasyonu konusunda bir kılavuz haline gelmiştir. Oryantalistler Müslümanların aşağılığını ve Batının üstünlüğünü yazıp çizdiler. Böylece sömürgecilik bu halkları uygarlaştırma için atılmış bir adım olarak mazur gösteriliyordu. Oryantalizm bir sömürgeci strateji idi. Sömürgeciler ve oryantalistler İslam ülkelerinde birbirlerinin çalışmalarını tamamladılar.” (Asaf Hüseyin, s. 54-55, 61, 68) “Emperyalist ülkelerde kilise ve Dışişleri Bakanlığı ile yan yana yürümektedir.” (Mustafa Sıbai, s. 91) “Emperyalist olmayan ülkelerde veya İskandinavya ülkelerinde oryantalizm, sönük geçmektedir.” (Mustafa Sıbai, s. 91) Kısaca, “Oryantalistler, Müslümanları yok etmeyi arzulamaktadırlar.” (Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. 4, 12, 16) “Oryantalistlerin amacı ya misyonerlik ya emperyalizmdir. Oryantalistler kin ve taassuptan kurtulamamışlardır. Eserleri önyargılıdır, amaçların İslam’ı yıkmak için bahane bulmaktır. Tarihi olayları değiştirerek açıkça yalan söylemekten çekinmezler, sahtekâr ve hayalcidirler. Hz. Muhammed’e olan kin ve düşmanlıklarında sınır yoktur. Nezaketten yoksundurlar. “Kendilerine verilen cevaplara hiç bakmadan aynı lafları yüzlerce yıldır tekrar etmekten usanmazlar.” Toleransı hep karşı taraftan beklerler! Sığ düşüncelidirler ve dogma propagandacılarıdırlar. Kilisenin derin etkisindedirler. Şımarıktırlar, kendilerini sürekli efendi, Müslümanları daima köle, mahkûm olarak görürler.” (Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş II, s. 221-226) Onlar “Ne akademik işbirliğini kabul etmişler ne de insani ilişkileri geliştirmeye yanaşmışlardır. Çatışmayı maskeli bir şekilde devam ettirmektedirler. Zamanımızda hala Kur’an’ın Hz Muhammed tarafından İncil-Tevrattan alıntılarla yazdığını iddia etmektedirler.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 113) Halbuki ABD yönetiminin “Vietnam trajedisinden öğrenmiş olunması gereken bir ders varsa, o da ülkelerin nasıl gelişmeleri gerektiğini buyuracak ehliyete sahip olmadıkları.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 140)  gerçeği idi ama ne tarihte ne günümüzde Batı asla ders almamıştır!

Metot ve amaçları: Oryantalizm, misyonerlik ve emperyalizm

Şarkiyatçılık adı ile de bilinen ve tarafgirli bir bakış açısı ile ‘odak noktasını’ İslam kültür ve medeniyetinin irdelenmesinin oluşturulduğu oryantalizm, Batılıların ‘kendi kültürlerinin merkeze alarak’ Doğu halkı ve özellikle İslam medeniyetini ‘öteki’leştirmiştir. “Batılı bilince göre, ‘değer kazanmak’ veya kaybetmek, tarihin öznesi olan ‘batıya yakınlık’ veya uzaklık ile ilgilidir.” (Süphandağı, s. 108) “Günümüzde batı dünyasının bilinçaltında Müslümanlar ‘öteki’ olarak kodlanmıştır. ‘Arapların ardından’ Osmanlı ile yüzleşmeye başlamasından sonra Avrupa’nın ‘ötekisi’ Müslümanlar anlamında Türkler olmuştur. Martin Luther’in, ‘Türklere karşı Ordu vaazı’, Erasmus’un, ‘Barbarlara karşı Türklerle Savaş’ adlı eserleri mevcuttur. Batı, kendi medeniyetini merkeze alıp, diğer kültür ve medeniyetleri ona göre değerlendirir ve onları ‘öteki’ olarak tanımlar. Müslümanlar, Avrupalı bakış açısına göre “barbar, putperest, kafir” olarak algılanmıştır. Batılı, kendisindeki tüm olumsuzlukları kendi kurguladığı ‘ötekine’ yükleyerek deşarj olur, günahlarından arınır, rahatlar ve böylece düşmanı hep kendi dışında arar.” (Hıdır, s. 71-74) “Doğu ile Batı arasında ayırımın başlangıç noktasıdır oryantalizmdir.” (Ömer Baharoğlu, Oryantalizm İslam ve Türkler, s 16) “Avrupa kendi kimliğini oluştururken, bir ötekini ihtiyacı duyar. Öteki Doğu’dur. Merkez Batı’dır; eleştirilen, yorumlanan, aşağılanan doğudur.” (Hilmi Yavuz, Modernleşme, oryantalizm, İslam, s. 56) “Oryantalizm, çıktığı günden bu yana Doğu hakkında onu dışlayan, aşağılayan ve sömürgeleşmesine yol açan bir iktidar söylemi yaratmıştır.” (Ömer Baharoğlu, s. 111) “Oryantalizm zamanla, Doğuluların egemen batıya boyun eğdirme programına dönüşür.” (Ömer Baharoğlu, s. 23)  “Oryantalistlerin yaklaşım tarzı, kötü niyet ve İslam’da noksan ve kusur arama üzerine kuruludur.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 75) “Avrupa emperyalizmine karşı direnişin temel dayanak noktası dindir.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 134) Oryantalistler araştırmalarında, tarihi, dini, siyasi ve en önemlisi ekonomiyi hep merkeze almış ve genelde Doğu ama özellikle de İslam’a karşı daima önyargılı ve suçlayıcı bir dil kullanılmış, ‘var olan değil gösterilmek isteneni’ aktarılmıştır. Çünkü  şu an Batı’nın dünyaya uyguladığı sömürüye engel olacak tek gücün İslam olduğunu bilmekte ve buna göre hareket etmektedirler. “Oryantalistler Budizm, Hinduizm vb. gibi insan kaynaklı dinler hakkında her zaman tarafsız/objektif oldukları halde, söz konusu olan din İslam olunca saldırgan ve aşağılayıcı bir din kullanmayı tercih etmektedirler. Şurası kesin ki Hıristiyanlık alemi İslam medeniyetini her zaman kendileri için bir tehdit olarak görmüşlerdir.” (Hamdi Zakzük, s. 104) “Avrupalılar İslam’a diğer milletlerden küçük gözüyle bakarlar.” (Namık Kemal, Renan Müdâfaanâmesi, s. 18) “Bosnalı Müslüman kardeşlerimizin medeni Avrupa’nın gözleri önünde bir soykırıma uğramıştır. Haçlı zihniyeti günümüzde de bütün hızıyla devam etmektedir. (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s.  9) İslam medeniyetinin hakimiyetine karşı duyulan tepkinin bir ideoloji halinde nesillerden nesillere intikal etmiş bulunmaktadır. Günümüzde Bosna-Hersek’te, Çeçenistan’da, Filistin’de, Afganistan’da, Irak, Azerbaycan ve Kıbrıs’ta cereyan etmekte olan hadiseler bu zihniyetin en açık örneği olarak gözlerimizin önündedir. (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s.  42) Dinsiz ol veya Buda dinini kabul et; fakat kesinlikle, asla Müslüman olma! Medenileşmiş halkın, ta haçlıların mutaassıp devirlerinden beri miras olageldiği İslam düşmanlığının etkisi pek yamandır.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s.  151) “Oryantalizm İslam’ın tahribine yönelik önemli bir araç haline geldi. Oryantalizmin ana görevi sömürgeleşmeye engel olacak İslam’ın pençelerini sökmekti. Oryantalizm İslam’a batılılaştırılmış bir yorum getirdi ve cihat, ümmet, tevhid gibi İslami kavramların gerçek anlamlarını çarpıttı. (Asaf Hüseyin, s. 55) Hindistan ve Çin Dahil doğunun öteki bütün medeniyetleri yenilgiye uğratılmıştır. Batıya bir türlü tamamen boyun eğdirilememiş görünen sadece İslam’dır. Batı kendi dini olan Hıristiyanlık dahil her şeye galebe çaldı, kendine güvenini arttırdı ama İslam karşısında bunu gerçekleştiremedi. İslam’a olan düşmanlığı arttı.” (Asaf Hüseyin, s. 113) Günümüz yazarlarında da bu düşmanlık aynen devam eder: “Hıristiyanlığın zararlı bir rakibi var ise o da, İslam dinidir. İslamiyet’te bizim için kuvvetli ve tesirli bir düşmanlık vardır.” (Sir William Muir, Muhammedan Controversy, s. 2) Aynı yazar, “İslam’ın siyasi itibarı ortadan kaldırıldı; ama Avrupa’nın büyük devletleri tarafından icra olunan manevi nüfus korkarız ki, nispeten daha az öneme sahiptir.” de demektedir. (Sir William Muir, Muhammedan Controversy, s. 100) “Hiçbir din, İslamiyet’le ilgili iddia edildiği gibi, ‘batı medeniyetini tehdit ediyor’ türünden bir değerlendirmeye tabi tutulmamıştır.” (Said, Haberler ağında İslam, s. 13) “ABD’deki İslamofobi’nin büyükbabası kabul edilen Daniel Pipes, 1990’da National Review için yazdığı bir makalede, ‘Müslümanlar asimilasyona karşı en dirençli görünenlerdir.’ (Nathan Lean, İslamofobi Endüstrisi, s. 34) diye yazarak bunu açıkça ifade etmektedir. Daniel Pipes 10 küsür yıl sonrada benzer şeyleri tekrar eder: “Faşist ve komünist tehlikeleri yendik ve şimdi de İslamcı tehlikesini yenmemiz gerek.  İslam hukukunun tümüyle uygulanmasını isteyenlere karşı çok katıyım. İslamcılığı milliyetçi bir Yahudi veya köktendinci Hıristiyan’dan çok daha büyük bir tehdit olarak görüyorum.” (Akşam, 08 Ocak 2013) “Birinci Dünya savaşından sonra İslam dünyasında uyanma başlar. İslam’ın, özellikle batının sömürüsüne karşı çıkabilecek tek ideolojiyi temsil ettiği düşünülmektedir.” (T. Hentsch, Hayalı Doğu, s. 206)  “Oryantalizm, Bir hayali İslam tasarısıdır! 14. Yüzyıldan itibaren Batı kendisini İslam’ın tam karşısındaki zihinsel mekanda konumlandırmış, arayı olabildiğince açmış ve peşin hükümlü tavırla, var olabilecek en aşırı noktaya ulaşmıştır: Oryantalizm!” (Hilmi Yavuz, s. 124) “Oryantalist düşüncenin temelinde, hayali  fakat kesin çizgilerle ayrılmış iki coğrafya yatar. İslamiyet’in kaderi çok özel bir düşmanlık ve korku ile izlenmek olmuştur. Bunun temel nedeni batının İslamiyet’i Hıristiyanlığa ciddi bir rakip olarak görmesidir. İslam, batıya hiçbir zaman tümüyle boyun eğmeyen tek medeniyet olarak görülüyordu.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 38-39) “İslam’ın yayılışı, durağanlaşan Hıristiyanlığa kırbaç etkisi yapmıştır.” (Thierry Hentch, Hayali doğu, s. 98) “Batı bizim aktüel gücümüzden çekinmemekte, Müslümanlarda var olan potansiyel güçten çekinmektedir. En telaş ettikleri husus etkili bir İslam devletinin kurulması ve birleşik İslam bloğudur.” (Meryem Cemile, İslam ve Oryantalizm, s. 111) “Batının yüreğinin en gizli köşelerinde hep bir orta Doğu korkusu saklı kalmıştır. Ya Ortadoğu da yeniden bir İslam uygarlığı ortaya çıkarsa. Ya birlik çizgisinde el ele verip yeniden tek ülke olursa, o zaman batılılar kimleri sömürebilecektir?” (Mehmet Kahraman, Batıdan kendimize bakmak, Yedi İklim, sayı 58, s. 38) “Aydınlanma, rönesanstan sonra da batılı insanın zihni aynı kalmış, sadece şekil değişikliğine gidilmiştir.” (Süphandağı, s. 106) “Haçlı Seferleri’nin, askeri ve siyasi yönlerden hezimete uğramasından bu yana batılılar, İslamiyet’ten başka yollarla intikam almak fikrinden, bir an olsun vazgeçmediler.” (Mustafa Sıbai, s. 95) “Haçlı seferleri ile istenen sonuç elde edilemeyince İslam’ı araştırma ihtiyacı doğar.” (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 59) “İşgal, haçlı seferlerinin yenilgisinin intikamını almak Avrupa için her zaman bir ideal olmuştur. Bunun için de Müslüman ülkeleri çok iyi tanımak gerekmektedir.” (Edward Said, Oryantalizm, s. 68-70) “Oryantalizm Müslüman ülkelere egemen olmak için bir rehber vazifesi gördü. Askeri ve siyasi istiladan sonra oryantalizm, Müslümanların zihinlerindeki manevi direnci zayıflatmak, onları din ve kültürleri hakkında şüpheye düşürmek için çalışmalara yönelmişlerdir. Bu sayede son kaleleri de düşürmek amaçlanmaktadır.” (Hamdi Zakzük, s. 46) “Oryantalizm, siyasi bir organizasyondur. Müslümanlara egemen olmak için doğuyu, İslam’a ait bilgileri elde etmek isteyen organizasyondur. Sömürgeciliğin hizmetinde olan oryantalizmin amacı, Müslüman kişiliği ortadan kaldırmak, kültüre bağlılığı azaltmak, kişinin Allah ve peygamberi ile olan ilişkisini kesmektir.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 17) “Misyonerliğin ileri karakolu olan müsteşriklerin esasa gayesi, İslam’ın özünü teşkil eden esas kaynakları bulandırmak, Müslümanları inandıkları değerlere karşı tereddüt uyandırmak, onları şüphe girdabında boğmaktır. Onlar ihtilafları körükleyerek işe başladılar. Toplumlara hangi yol ve yöntemle gireceklerini öğrendiler. İslam medeniyeti, İslam kültürü gibi tamamıyla insanın istifadesine sunulmuş bir manzume karşısında şaşkına dönmüşlerdir. Halbuki ‘Batı almadan hiçbir şey vermez ve daima verdiğinin fazlasını alır.’ Onlar arkeolojik kazı yaparken bile antik kentleri ve eserleri çaldılar.”   (Ali Osman Ateş, Oryantalistlerin Hz. Peygamber İle İlgili  İddialarına Cevaplar, s. 11) İşin diğer bir yönü ise Doğu hakkında yapılan bu araştırmalar, sömürge ülkeleri için bir ön bilgi ve sömürüye altyapı niteliği taşımış, gerek aydın gerek devlet düzeyindeki küçümser ve sübjektif bakış açısı da sömürgecilere hem psikolojik hem de fikri altyapı oluşturmuştur. Kısaca “Oryantalizm, ilmi olmaktan çok sömürgecilik, misyonerlik, Siyonizm, ticari çıkar gibi etkenlerin ilim kisvesi altında ortaya konmasından ibarettir.” (Abdülaziz Hatip, Kuran ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 35) M. Hamdi Zakzük, ‘Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması’ adlı eserinin sunuş bölümünde “Oryantalizmin, sömürgeci batının fikir ve zihniyetini temsil ettiğini, haçlı seferleriyle Müslümanların kuvvet kullanılarak yenilemeyeceğini anlayan batının, oryantalistler vasıtasıyla Müslümanları tanıyarak misyonerlerle Müslümanlara karşı sefere çıkıldığını” belirtir. “9 Mayıs 1636 yılında Cambridge üniversitesi Arapça bölümünün açılışında bölüm başkanına hitap eden yazıda şöyle denmektedir: “Biz sadece dil ve edebiyat öğretmek istemiyoruz, ticaretimizi artırmak yanında Kilisenin sınırlarını genişletmek, Hıristiyanlığı yaymakta  istiyoruz.” (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, Sunuş bölümünden, s. 8) “Ticaret, din ve askeri çatışmalar, oryantalizmin ana sürükleyici gücünü oluşturur. Doğu hakkında bilgi edinme, Avrupa’nın, Orta Doğu ve Asya üzerindeki yayılma tarihinden ayırt edilemez.” (Bryan S. Turner, s. 106) 

Efendi onlardır!: “Oryantalistlerin de dogmaları vardır: “Batı gelişmiş, insancıl ve üstündür. Doğu ise aşağı derecedendir. Doğu Batılı bakış açısıyla tanımlanmalıdır.” (Asaf Hüseyin, s. 67) “Batının diğer kültürleri hor görmesini mümkün kılan ise emperyalist güçtür.” (Gai Eaton, İslam ve İnsanlığın Kaderi, s. 21) “19. asırdaki ekonomik kalkınma batıda büyük bir kibir ve ırkçı yaklaşımlar neden olur. Güç kendilerinde olduğuna göre kendi dışında kalanların kendilerine hizmet etmeleri gerektiğine inanırlar. Bu da sömürgeciliğe yönelmelerine neden olur. (Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. VI) “Batı medeniyeti ile övünmek ve Doğunun zamanımızdaki arka arkaya gelen mağlubiyetini görmeye alışmak, Batılıları büsbütün şımartmış, şirretleştirmiştir.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 173) “Avrupalılar, kendilerini bir merkez aktör olarak konumlandırabilmek ve sömürgeciliği meşrulaştırmak için Batılı ve çoğunlukla Hıristiyan olmayan toplumları gayri medeni olarak tasnif etmek durumundaydılar. Medeniyet kavramı, Avrupa merkezciliği ve Avrupa sömürgeciliğini meşrulaştırmak için elverişli bir araç olarak kullanıldı.” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 39, 45)

“Müsteşrikler, batı medeniyetinin kafalarda egemen olmasını amaçlamaktadırlar. Kendi Medeniyetlerinde bir nevi kutsiyet meydana getirerek alternatifsiz bir yol olduğu izlenimini vermeye çalışmaktadırlar.” (Maşallah Turan, Batılı iki müsteşrik W. Montgomery Watt ve Rudi Paret’in İslam’ı algılama biçimlerinin kritiği, s. 9, 73) “Batılılara göre, Batı her zaman egemenliğin ve efendiliğin adıdır. Batı, Doğu ile arasına bir mesafe koymak, ayrım yapmak için oryantalizmin bilgi birikimi ve kendisine sunduğu teçhizata başvurmuştur.” (Ömer Baharoğlu, s.  104; Yaşar, s. 17)  “Batı, kendisine teslim olunmasını istemektedir.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 120) Oryantalizm “Doğu’ya hâkim olmak, onu yeniden kurmak ve onun amiri olmak için Batı’nın bulduğu bir yol” (Edward Said, Oryantalizm, s.15-16) ve “Bir sömürge doktrinidir. Amaç, Batının üstünlüğünü daha belirgin bir şekilde göstermektedir.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin Kısa Tarihi, s 13) “Batı belli bir yaşam biçimini, kültür formunu ifade etmektedir. Batı sadece İslam dünyasını değil, Amerika’yı, Çin’i, Hint, Afrika ve Uzakdoğu Asya’yı sömürgeleştirmiştir. Bu Sömürgecilik etkilerini popüler kültürden ekonomik küreselleşmeye kadar pek çok alanda göstermeye devam etmektedir.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 28, 33) 

“Batı tarafından bilinmeyen yok hükmündedir. Bir şey zamanla Batılı tarafından önce keşfedilir ve sonra da adam edilir.” (Süphandağı, s. 67) Avrupa tarihi kendini yücelterek ve ön plana çıkararak okutur ve bunu Doğuya kabul ettirmeye çalışır. (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 18) Avrupa devleti bakış ‘yakın doğu’ sözü ile ‘Doğu Avrupa’yı kast ederken bile, bu mekâna olan sahiplenmeyi açıkça ifade etmektedir. Avrupa için kendisinin ilk defa gittiği her coğrafya birer ‘keşif’tir. Coğrafi keşifler sözüde Avrupa merkezli bir bakış açısının ürünüdür. Batı dışı her türlü bilim, düşünce yok sayılmıştır. Bu mümkün olmasa bilim insanlarının ismi değiştirilmiştir.  İbni Sina’nın adı Avicenna, el-Kindi Alkindius, İbni Rüşt, Averros olarak değiştirildi. (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 37) Amerika’ya niçin ‘Uzak Batı’ denmiyor? (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 15)

Aslında Montgomery Watt’ın “Endülüs’te Müslümanların kültürel üstünlüğü karşısında ezilen ve çoğu rahiplerden oluşan oryantalistler, kendi halklarına her şeye rağmen Hıristiyanlığın üstün olduğunu gösterebilmek için İslam imajını çarpıttılar.” (Adnan Odabaş, Dikkat misyoner geliyor, s. 20) şeklindeki itirafının da gösterdiği gibi, ortada sadece bir kıskançlık vardır. Ve emperyalizm ile elde edilen güç sayesinde bu eziklik kendini üstün gö-ste-rme şeklinde ortaya çıkmıştır! Devam edelim.

“İslamiyet’le ilgili haberlerde de tam bir etnosentrisizm (Kendi kültürünün bütün kültürlerden üstün olduğu inancı) vardır.”  (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 12) Alexis de Tocqueville, “Hıristiyanlık, modern ahlak kanunlarının en büyük kaynağıdır.” (Michael Curtis, s. 229) derken Curtis, ‘Hıristiyanlık, medeniyetleri özgürlüğe ve demokrasiye taşıyabilmiş ve sosyal gelişim ve yüce vazifeler için gerekli bir koşul olmuştur’ (Michael Curtis, s. 232) “Batı, imtiyazlı ve hâkim olan, ilerici tarafı temsil eder. Doğu ise gericidir.” (Mahmut Mutman, “Oryantalizmin Gölgesi Altında: Batı’ya Karşı İslâm”, Oryantalizm, Hegemonya ve Kültürel Fark, Derleyen: F. Keyman ve arkadaşları, s. 28-31;  Recep Şentürk, “Oryantalizm ve Sosyal Teori”, Oryantalizmi Yeniden Okumak-Batı’da İslâm Çalışmaları Sempozyumu, 11-12 Mayıs 2003, s. 45-47; İsmail Süphandağı, Batı ve İslam Arasında Oryantalizm, s. 49) “Neyin müsaade edilebilir, neyin edilemez olduğuna ABD karar verir.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 28) “18. yüzyılın sonlarında, Batı ötekine (Doğuya) karşı uygarlaştırıcı bir misyon yüklenir. (Recep Boztemur,  Marx, Doğu sorunu ve Oryantalizm, Doğu Batı, sayı 20, I/135) “Oryantalist düşünce üstünlük psikolojisi içinde konuşur ve ‘ötekini’ söylemleri ile yeniden üretir. Modernizm ise, Batı dışı toplumları batılılaştırmayı hedefleyen bir ideolojik projenin adıdır. Oryantal söylem, ‘öteki’ olan Batı dışı toplumlara yetersiz ve eksik olduklarını empoze eder.” (İsmail Süphandağı, Batı ve İslam arasında Oryantalizm, s. 12-13) “Batı, karşıtını üreterek varlığını canlı tutabilmektedir. Batı sömürücü karakterini, ötekine karşı militarist  tutumunu gizlemektedir. Özne, Avrupa insanıdır. Öteki ise nesnedir. Öteki ile diyalog ya hakimiyet kurmak ya da ötekini kendi içinde eritmek amacıyla geliştirilmektedir.” (Süphandağı s. 44, 51) “Osmanlı ve cumhuriyet aydınlarının farkına varamadığı şudur: Avrupa’nın zihin tarihi, 18. Yüzyılla sınırlı olan bir aydınlanma düşüncesine indirgenemez. Avrupa’nın zihin tarihi ‘kendi karşıtını üreten süreçlerin’ tarihidir.” (Hilmi Yavuz, Modernleşme, Oryantalizm ve İslam, s. 43) “Kendisini kalın duvarlar gerisine hapseden bir Avrupalının insanlık barışına bir katkıda bulunabilmesi de beklenemez.” (Süphandağı, s. 48)  “Her durumda odak noktası Batıdır.” (Âlim Arlı, Oryantalizm, Oksidentalizm ve Şerif Mardin, s. 22) “Oryantalist söylemin başlıca özelliği, “Batı’nın benzersizliğini” göstermek için farkı vurgulamaktı.” (Bryan S. Turner, s. 59) “Doğu’yu kurtarma görevinde Batı efendidir, Doğu’ya düşen rol ise efendi karşısında köle olmaktır.” (Süphandağı, s. 114) “Asırlarca batılılar tarafından ezilen Yahudiler, günümüzde batılıların ileri karakolu olarak bir anda ezenlerin safına geçebilmişlerdir.” (Kemal Tahir, Sanat edebiyat notları 4, s. 39) “Batı kendini, evrensel aklın ve medeniyetin tek temsilcisi olarak görmektedir.” (Hıdır, s. 31) “Doğu kendini tanımlayamaz, savunamaz onun bir başkası tarafından temsil edilmesi gerekir; bu işlevi yapacak olan ise Batıdır.” (Hilmi Yavuz, Modernleşme Oryantalizm ve İslam, s. 41) Kendi dışındakileri “üçüncü dünya” gibi kategorilere ayıran Avrupa’nın asıl amacı, dünyanın geri kalanının aşağılanması ve aşağılanmış haliyle farklılaştırılmasıdır. Böylece kendi üstünlüğünü daha rahat bir şekilde kabul ettirecek bir alan yaratmış olacaktır. Batının kurguladığı Doğu kavramı coğrafi olmaktan öte,  ideolojiktir. (Yüksel Kanar, Batı’nın Doğu’su, Avrupa Barbarlığının Küreselleşmesi, s. 1-2, 72) “Batının yükselişinde oryantalizmin payı küçümsenemeyecek kadar önemlidir. Zira oryantalizm, batının üstünlüğünü vurgulamak, bu üstünlüğün yayılmasını sağlamak, ötekilere bunu inandırmak ve Doğunun farklılıklarını ortaya dökmenin, Doğunun zenginliklerini edinebilmenin ideolojisi olmuştur.” (Ömer Baharoğlu, s. 68) “Batı, Batılı olmayanlara “çağdaş ”, kendisiyle “eş zamanlı” olma hakkı tanımaz.” (Nilüfer Göle, “Batı Dışı Modernlik: Kavram Üzerine”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, III/60) Batılı olaylara iki ayrı pencereden bakar. Mesela bir “Fransız, kendi gibi batılı komşusuna hoşgörülü iken öteki kabul ettiği ve yönettiği zannettiği ülke  halklarına ise alaycı, küçümser ve merhametsizdir.” (Attila ilhan, Hangi batı, s. 41) “Oryantalizmin kurumsallaştırdığı zihinsel kopma, Doğunun Batı ile değil fakat Batının Doğu ile olan diyalogsuzluğunun asıl nedenidir. Oryantalizm, bir monologdur.” (Hilmi Yavuz, s. 125) “Batı ötekini dışlayarak kendini rahatlatmıştır.” (Süphandağı, s. 102) “Batılı ruh kendi olumsuzluklarını ötekinin üzerine yıkarak, günahlarından arınmayı düşünmüştür. Yunan’da yabancıyı barbar olarak gören düşünce, bütün batı tarihi boyunca değişmeden devam etmiştir.” (Süphandağı, s. 98, 104, 121) “Avrupa bireyi, her şeyi kendisi için isteyen, maddeye ancak ona sahip olmak ya da egemen olmak için yaklaşan bir bencilliğe sahiptir. Edgar Morin, ‘Avrupa’yı Düşünmek’ adlı kitabında, ‘dialojik’ olarak bir kavramdan bahseder, yani ‘kendi karşıtını üretmek ve onunla çatışmasını sürdürerek verimli bir ilişkiye girebilmek.’ Morin, Avrupa kültürünün ayırt edici özelliğini anlayabilmek için bu kelimeyi kavramanın zorunlu olduğunu belirtiyor.” (Hilmi Yavuz, s. 47)  Sör Walter Scott’un ‘Tılsım’ adlı romanından bir alıntı: Roman kahramanı Sir Kenneth, Müslüman bir Arabı bir çölde köşeye sıkıştırır ve ona şunu söyler: “Bana asıl garip gelen nedir bilir misin? Sizlerin şeytanın evladı olmanız değil, bununla övünmeniz!” (Said, Oryantalizm, s. 138) “Sir William Eton, 1799 yılında yazmış olduğu kitapta, Osmanlı İmparatoru için, “tanrının sesi ve gücünü tek bir insanda birleşiyor” derken, başka bir yerde, “müftünün, dini ve ruhani konularda lider konumda olduğunu ve ayrıca subaylar, ulema ve bakanlardan oluşan büyük bir divanında sultan’ın gücünün sınırlayıcı” olduğunu yazarak kendi ile çelişmekte idi. Aynı yazar, Türkler ve Avrupalıları da karşılaştırır. Ona göre modern Avrupa’nın büyük bölümü, yurtsever, yardımsever, soylu, sosyal çevreyi süsleyip çekici hale getiren, hassas zevkler yaratan, dişil toplumun etkilerine atfedilebilir bir yapıdadır. Türkler ise aksine, sevgi anlayışları, arkadaşlık ya da saygıdan öte, cinsellik üzerine kurulu barbarlardır.” (Michael Curtis, Şarkiyatçılık ve İslam, s. 69) Kısaca, Romalılardan beri kendilerinden olmayanlar barbardır: “Avrupa kültürü yüksek diğer kültürler ise barbardır.” (Ali Osman Öztürk, Alman oryantalizmi, s. 16, 19)

John M. MacKenzie: “Oryantalist incelemeler, batının entelektüel, teknolojik, siyasi, askeri ve iktisadi üstünlüğünün ifadesinin bir yolu oldu. Oryantalizm iktidarın bir aracı ve hâkimiyetin sembolü bir yapıyı temsil eder, hakikati değil.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin Kısa Tarihi, Küre, İstanbul, 2004, s. 4-5)  Montesquieu, 18. Yüzyılda “Doğu despotizmi” fikrinin yayılmasına en büyük katkıyı sağlarken aslında doğuya bir kez bile ayak basmadığı gerçeği görmezden gelinmekte idi. Doğuya seyahat yapmış olan Abraham Hyacinthe Anquetil-Duperron ‘Legislation orientale’ adlı eserinde, doğuda despotizm kavramının tanıtıldığı gibi olmadığını, bireylerin serbestçe mülk sahibi olduğunu, hükümdarlarında uyması gereken kurallar olduğunu, doğu konusundaki yanlış anlayışın istisnalar, suistimaller ve ihlallerin abartılması, çarpıtılmasından kaynaklandığını söylemekte, doğu despotizmi kavramı ile Avrupa’nın doğuyu sömürme faaliyetlerini meşrulaştırdığını vurgulamaktadır. (Bulut, s. 81, 83) Montesquieu: “Türkler dünyanın en çirkin insanlarıdır. Karıları da kendileri gibi kuru, huysuz, çirkindir. Türkler eşek olacaklar öbür dünyada. Sırtlarında Yahudileri Cehenneme taşıyacaklar. “Montesquieu bizi bu kadar tanır. Batı yazarlarında ciddiyet ve dürüstlük aramayacak kadar Batı irfanının aşinası olanlar için bu hükümlerin tek orijinal tarafı terbiyesizliktir.” (Cemil Meriç, Bu Ülke, s. 194) “Oryantalizm, batılı emperyalist efendilerin Doğuyu işgal etmelerini meşrulaştırmış ve altyapısını hazırlamıştır. Ortaçağ sanatında birçok tabloda, Hz İsa’yı çarmıha gerenlerden birisi Müslüman olarak tasvir edilir.” (Yaşar, s. 19) “Avrupa tarihi ötekileştirerek sömürme tarihidir. Avrupa ötekini gözlemden daha çok hayal ile tasvir eder. Bu hayalin temelini korku, hedefini sömürü belirler. 17. YY eserlerini inceleyen Montesquieu, 18 YY.’da ‘Doğu desptizmini’ ilan etmekte, batılı ressamlar hiç görmedikleri (Oliver Kontny, Oryantalizm ve Ataerkillik Üzerine, Doğu-Batı, 20/121-136) haremin birçok resmini yapmakta idi. (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 45, 60) Oryantalist ressamlar Avrupa şehirlerinde platolar oluşturmuş, hayallerindeki doğu imajını buralarda resme dökmüş, harem veya köle pazarında diye resmettikleri kadınlar ise Avrupalı model veya kuzey Afrikalı Yahudi kadınlardan oluşturmuşlardı. (Roger Benjamin, The Oriental Mirage, Orientalism, s. 7-31) M. de Chabrol, Mısırlılar hakkında, “Onlara ‘en doğru fikirleri ve Avrupa uygarlığının aydınlığını’ götürebilmiş olsaydık, bu adamlardan umutlu olmaya hakkımız olmaz mıydı?” (Bulut, s. 118) demektedir. İtalyan başbakanı Silvio Berlusconi’nin “Üstün değerlere sahip Batı yeni insanları Batılaştırıp (Occidentalize) fethetmek zorunda.” (International Herald Tribune, 27 Eylül 2001) derken “kökleri eskiye dayanan oryantalizmin devam ettiğini gösterir.” (Bulut, s. 143) “19. yüzyılda Oryantalist bakış açısı tamamı ile tepeden bakan kibirli bir şekle dönüşür.” (Hamdi Zakzük, s. 39) “Lord Cromer,  ‘Modern Mısır’ adlı kitabında, ‘Avrupalının akıl yürütmesi sağlamdır, mantık dersi almamış olabilir ama Doğuştan mantıklıdır” der, (Said, s. 48) “Batı Doğuyu anlatırken aslında kendini anlatmaktadır. Doğu despot ise aslında Batı despot değildir.  Kölelikten bahsediliyorsa aslında bu Batının ne kadar özgürlükçü olduğuna duyurmayı amaçlamaktadır.” (E. Said, oryantalizm, s. 144) Mısırı İngiltere adına 25 yıl yöneten Lord Cromer: “Doğulular yalancıdırlar. İngiliz ırkının doğruluk ve asaletine ters düşerler.” (Said, Oryantalizm, s. 62) derken, Shotat ve Stam: “Bizim “ulus”umuz, onların “kabileleri”; bizim “din”imiz onların “hurafeleri”; bizim “kültür”ümüz, onların “folkrolu”; bizim “sanat”ımız, onların “el işleri”; bizim “miting”lerimiz, onların “ayaklanmaları”; bizim “savunma”mız, onların “terorizmi” vardır.” (Ella Shotat, Robert Stam, Unthinking Eurocentrism s. 2) demektedir. Batının gözünde Doğu tuhaftır, anlaşılmazdır ama Batı onu anlayacak kalıplarda bulmuştur: “Biz diğer kültürleri, onların tuhaflıklarını anlaşılabilir kılabilecek, önceden var olan bir kural ya da söylev içine yerleştirerek anlıyoruz.” (B. Turner, Oryantalizm, Kapitalizm ve İslam, s.108) “Batı Doğu adına konuşur ve onu temsil etmelidir. Batı Doğuya hep cinsellikle yaklaştı. Doğulu kadının haklarını savunur gözüktü. Avrupa, Doğuya aydınlık ve özgürlük götürme görevini üstlenmiş olarak kendini her zaman doğunun efendisi gördü. Aslında bu, sömürgeci girişimleri normal göstermek için ihtiyaç duyulan bir açıklamaydı.” (Bulut, s. 13) “Batının hayal dünyasında doğu imajı; gittikçe, gidip almaları için kendilerini bekleyen edilgen bir nesneye dönüşmektedir. Avrupa kendini dünyanın merkezinde görmekte, sadece merkezi değil tarihi de kendini merkeze alarak bir düzene sokmaktadır.” (Bulut, s. 77) “Batıya hâkim olan üç etkin faktör vardır: Yunan felsefe ve aklı, Hıristiyanlık inancı ve endüstri devrimi ile beraber ortaya çıkan emperyalist dünya görüşü.” (Ömer Baharoğlu, s.  65) “Batının İslam algısını, hakim medeniyet olma duygusundan ve Greko-Roman ve Yahudi-Hıristiyan köklerinden bağımsız ele alamayız. Batı medeniyetinin kökleri Greko-Roman kültürü ile Yahudi ve Hıristiyan geleneğidir. Eski Yunan kültürü, politeist yani çok tanrılı bir dine sahip idi. Yunan siyasi-toplumsal yapısı Yunan olmayanları barbar kabul ediyordu.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s.  14, 29) “Batı, Yunan-roma ve Hıristiyan üçlemesinin terkibinin sonucudur.” (Süphandağı, s. 34, 44) “Oryantalistlere göre “tarih Yunanlılarla başlar.” (M. Guidi, Trois de L’Institut de phlilogie et d’histoire orientales, s. 171) “Arap dünyasının kültürünü karşılamak amacıyla, antik çağın yeniden canlandırılması birçok cephede yürütülmüştür.” (Jack Goody, Avrupa’da İslam Damgası, s. 74) “Oryantalistlere göre her şey batı ile başlar ve biter.” (A.L. Tibawi; Enver Abdülmelik, Hamid Algar, Krizdeki oryantalizm, s. 12) “Oryantalist mantık için insan  denince antik çağdan itibaren günümüze dek Avrupa insanı anlaşılır. Geri kalanlar özne değil, incelenmesi gereken nesneler bütünüdürler.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s.15) “Oryantalizmin görevi, Doğu’nun sonsuz karmaşıklığını, belli tipler, karakterler ve kurumlar haline dönüştürmekti.” (Bryan S. Turner, s. 45) “Dünyanın Avrupalılaştırılması, evrensel bir kimlik üretmek anlamına gelmediği gibi, aksine tek tipleştirici bir özellik sergilemektedir. Müslüman’ın tanrı iradesi karşısında tek tipleşeceğinden söz eden oryantalist söylem, dünyanın, Avrupa merkezci bir söylemle ‘batılı özneye bağlı olarak tek tipleştiğini’ göz ardı etmektedir.” (Süphandağı, s. 141, 194)

Sömürgecidirler!: “Oryantalizm doğunun incelemesi ve elde edilen verilerin batının siyasi ve iktisadi amaçları için kullanılmasını, Avrupa merkezcilik ve ötekileştirmeyi bünyesinde barındırır.” (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 17) “Batıda hadis araştırmalarının misyonerlik ruhunun egemen olduğu dönemde değil de, siyasi-ticari gayelerin sömürge hareketlerine dönüştüğü zamanlarda çoğalması, araştırmaların akademik merak, misyonerlikten çok siyasi amaçları hedeflediği görüşünü desteklemektedir.” (Prof Ahmet Yücel, Oryantalist hadis anlayışı ve eleştirisi, s. 50) Goody, Avrupa’nın ilerlemesini sömürgeciliğe ve merkantalist ekonomiye borçlu olduğunu söyler. (Jack Goody, The Ttheft of History, s. 6) “Batılıların, doğunun zenginliğine ve kültürel mirasına duyduğu ihtiyaç tarih boyunca sürmüştür. Avrupa medeniyeti, doğunun artı-ürününü hem ticaret hem yağma yolu ile tarih boyunca elde etmiştir.” (Bulut, s. 15, 19) “Oryantalistler, batılı ülkelere akıl hocalığı yapmak için doğunun dil, din, düşünce tarzlarını araştırmışlardır. Oryantalizmin hedefi, dinleri uğruna cihad etmek ve Hıristiyanlığa alternatif olan İslam’ı kötüleyip, yerüstü zenginliklerini de sömürmektir.”  (Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. VIII) “Oryantalistler direkt olarak sömürge dairelerine bağlıdırlar.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 18)  “Oryantalizmin teçhizatları ile kendini geliştiren Batı, oryantalizmi kullanarak Doğuyu sömürmeye çalışır.” (Ömer Baharoğlu, s 100) “Sömürgeciler, müsteşriklik kültüründen istifade etmişlerdir. Oryantalistlerin yazıları, emperyalizmin dokümanlarına dönüşmüştür. Sömürgecilik oryantalizme yeni bir boyut kazandırmıştır.” (Ahmet Kavas, “Geçmişten Günümüze Fransız Şarkiyatçılığı ve Kurumları, s. 112-113) “Emperyalizm için oryantalizm, kesinlikle bir ihtiyaçtır. Bu nedenle Napolyon 1798 de Mısır’ı işgal ederken yanlarında, bilim adamları, araştırmacı getirmişlerdir.” (Ömer Baharoğlu, s. 112) Curtis, “Fransa’nın, Arapları akıllıca yönetmek ve kültürlerini veya Fas mimarisini tahrip etmemek için, İslami hayat tarzı hakkında araştırmalar yapmalıdır.” (Michael Curtis, s. 236) der. “Oryantalizmi teşvik eden ana itici güç, ticaret, rekabet ve askeri çatışmadan kaynaklanıyordu. Bu nedenle Orient Bilgisi, Avrupa’nın Orta Doğu ve Asya’ya yayılımı tarihinden soyutlanamaz.” (Bryan S. Turner, s. 67) Lord Curzon, ‘Doğu araştırmalar okulları’nın açılımının önemini belirtirken “İmparatorluğun devamı için bunu zaruri gördüğünü, Doğudaki mevkilerinin korunmasına yardım edeceğini” ifade etmekte idi. (Hamdi Zakzük, s. 46) “Oryantalistler İslam ile mücadele dürtüsü veya misyonerlik içgüdüsü ile görev yaparlar ve eserleri diplomat, misyoner ve işadamlarını eğitmeye yarar.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 58) “Doğu  hakkındaki araştırmalar İtalya’nın sömürgeci yayılım politikalarının en değerli yardımcısı değil midir?” (A. Cabaton, L’orientalisme Musulman et L’Italie Moderne, III/24) “Oryantalistlerin çoğu sömürüye aracı olmakta ve İslam’ı karalamaya çalışmakta idiler.” (Bulut, s. 76) “Oryantalist Volney yaptığı doğu seyahatleri ile Fransız ordusunu bekleyen tehlike, sıkıntı ve ihtiyaçları belirler. Ona göre İslam, Mısır toplumunun gerilemesinin önünde bir engel, Kuran birbirine zıt ve gülünç-tehlikeli yargılar dizisidir. (Bulut, s. 93) Sömürgecilik faaliyetlerinin yoğunlaştığı 18. yüzyılda tanışılan yeni toplumlarla ilişkilerin nasıl yürütüleceği sorunu ortaya çıkar. Sömürünün sürekliliğinin sağlanması gerekmektedir. Oryantalist çalışmalar işte bu aşamada hızlı bir ilerleme gösterir. (Bulut, s. 105) “19. yüzyılın ortalarından sonra Avrupa’nın doğu hakkındaki görüşünü belirleyen etken emperyalizmdir.” (Bulut, s. 110) “19. yüzyıldaki İslam araştırmaları, sömürgeci devletlerin dış politikalarına uzman desteği sağlamayı amaçlıyordu.” (M. Türköne, İslamcılığın doğuşu, s. 38) “Artık mümkün olan tek evrensellik vardır. Avrupa modelini bütünü ile benimsemek. Bu zorunludur!” (Bulut, s. 111) “Oryantalist değişimler, doğu üzerinde egemenlik kurma arzularının yeni siyasi, sosyal, iktisadi ve askeri alanlarda meydana gelen değişikliklere uygun olarak gözden geçirilmesinden başka bir şey değildir.” (Bulut, s. 124) “Oryantalizme yüklenen sorumluluk; Batı dışı toplumların geleceklerinin, sömürgeci devletlerin tasarladıkları şekilde gerçekleşmesi için yeniden tasarlamaktır.  Bu nedenle birçok batılı ülke gibi ABD’de, yeni egemenlik alanlarına ilişkin bilgi ihtiyacını karşılamak üzere peş peşe araştırma kuruluşları kurar.” (Bulut, s. 153, 154) “Doğu hakkında her konuşulduğunda aslında bir ‘menfaatler örgüsü’nden bahsedilmektedir. Doğu, ‘Batı’da ve batı için’ ifade ettiği ile önem kazanmaktadır.” (Bulut, s. 166, 167) “Batının masum olan bir Doğu fikri yoktur. 19. yüzyıldan sonra yeni bir oryantalist tipi ortaya çıktığını söyler Said, ‘imparatorluk ajanı’ oryantalistler.” (Bulut, s. 171) “Emperyalizm, Oryantalist bilgiden yararlanmıştır.” (Hamdi Zakzük, s. 43) “Namık Kemal, ‘İspanyollar Gırnatayı aldıkları zaman halkı din değiştirmeye zorlamış ve ateşlerde yakmıştır. Biz İstanbul’a aldığımız vakit, her mezhep sahibine rahatça dini törenlerini yapması için izin verdik. İslamlığın siyasi hükümleri ilerlemeye engel değildir.’ demektedir.” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 59) “19. YY. boyunca İslam ülkeleri baştan sona batılı sömürgecilerin istilasına uğramıştır. İşgallerinin devamlı ve hakimiyetlerinin sağlam olması için oryantalistlerin bilgileri özellikle önem arz etmeye başlar. Birçok Oryantalist bizzat bu amaçla sömürgeci işgal kuvvetlerinin emrince çalışmaya başlar.” (Hamdi Zakzük, s. 45) “Batılılar Doğu üzerine ürettikleri tüm siyasal, dini, kültürel, askeri hedeflerde oryantalizme başvurmak zorunluluğundaydılar.”  (Ömer Baharoğlu, s. 89) “Oryantalist terimi 1973 yılında Paris’te düzenlenen 29. Uluslararası oryantalistler kongresinde terk edilmiştir. Bunun iki sebebinden biri de oryantalizmin Sömürgeciliğin suç ortağı olmasıdır.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. 1-2) “Oryantalizm terimi 1973 kaldırılmış yerine insanları ürkütmeyecek bir kelime bulunmuştur: Modernleşme!” (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 55)

“Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması” adlı eserin takdim bölümünde Dr. Ömer Ubeyd Hasene “Oryantalistler, misyonerlik ve sömürgeciliğin ilmen destekleyen temel bir kaynak fikren besleyen bir kök, sömürgeci güçlere  ilmi teçhizat üreten manevi bir madendirler. Kültür savaşında Müslüman nesilleri batının hedeflerine yönelik eğitimde oryantalizmin kullanılmış” ve “Oryantalizmin kültür emperyalizminin bir aracı haline gelmiştir.” (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 14) derken Ömer Ubeyd Hasene’de oryantalizmi şöyle tanımlamaltadır; “Müslümanların inançlarını tahrip etmek, fikir binalarını yıkmak için İslam dünyasına gelen misyoner ve sömürgeci güçlere ilmi techizat üreten manevi bir maden ve fabrikadır.” (Selahattin Sönmezsoy, Kur’an ve Oryantalistler, s. 27) Ayrıca Said’in de belirttiği gibi “Liberalizm, sömürgeciliğin ince yüzü.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 75) olarak dünyadaki hâkimiyetini sömürgecilik üzerinden devam ettirmektedir.

İkinci Dünya savaş sonrasında sömürgeci ülkeler sömürgelerine bir dizi taviz vererek oralarda tutunabilirler. (Bulut, s. 135) Bu dönemde pek çok sömürgeye bağımsızlık “verilmiştir.” Bu bağımsızlıklar ‘emperyalizmin onayladığı’ biçimsel türden bağımsızlıklardır. (E. Said, Kültür ve emperyalizm, s. 21) “Oryantalistler zamanla dış işleri bakanlığı ile irtibatlı çalışarak İslam dünyasının yöneticilerini de etkilemişlerdir.” (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, Sunuş bölümünden, s. 8) “Avrupalılar sadece İslam topraklarını işgal etmediler aynı zamanda, klasik İslam geleneği ile irtibatını koparılmış yeni siyasi ve fikri elitler ürettiler. Modernleşme adına yaşanan sekülerleşme ve köksüzleşme Batıya karşı derin şüpheler yaratmıştır.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 40) “Batılılaşmış seçkinler arasında çıkan milliyetçi önderler” kendilerini yönetme hakkı talep ediyorlardı. (Bulut, s. 137) Bu sayede batılılar devasa ‘sömürge bürokrasisi’ yükünden kurtulmakta idiler. Ayrıca Batı dışı halkların tepkileri, artık, ‘sömürgeci batıya’ değil, öncelikle toplumların idaresini ellerinde bulunduran “batıcı seçkinlere” yönelmekte idi. Yeryüzündeki teknolojinin kaynağı sınırlı ülkelerin elinde tutulmak (Oral Sander, 20 YY tarihinin temel özellikleri, s. 32) isteniyordu. (Bulut, s. 138-139) Kısaca, “İslam ülkelerinde siyasi sömürgecilik azalsa da yerini kültürel emperyalizme bırakmaya başlamış.” (A.L. Tibawi; Enver Abdülmelik, Hamid Algar, Krizdeki oryantalizm, s. 188) ve “Oryantalistler yeni yeni batılı devletlerin vesayetinden kurtulmaya başlayan devletleri de boş bırakmamış ve Müslüman halkın maddi manevi yükselişlerine kızgınlık duymaya devam etmektedirler.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 100) “Misyonerliği ve oryantalizmi, dinsel ve siyasal emperyalizmin ta kendisi olarak göstermek ve Doğu toplumlarına sızan truva atı olarak görmek yanlış olmaz.” (Ömer Baharoğlu, s. 51) “Bütün İslam âleminde, misyonerlik ve oryantalizm emperyalizmin iki ayağıdır.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 214)

Misyonerlik yaparlar! : “Oryantalizm, ortama göre şekillenen bir çeşit misyonerliktir.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 223) “Haçlı hareketini rahatlatmak için oryantalizm,  çok boyutlu araştırmalara koyulmuştur.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 19) “Haçlı seferlerinin başarısızlığından ve ezikliğinden kurtulamayan Batı, bu ezikliği oryantalist metin ve söylemlerde saldırgan bir tutumla ve hayali kurgulamalarla gidermeye çalışmıştır.  Oryantalizm vasıtası ile İslam hakkında iftiralar ortaya atılmış, İslam saldırgan, yakıp yıkan, şeytani duygularla simgelenen bir din olarak sunulmuştur. Hıristiyan Batı, Hıristiyanlığın yaygın olduğu coğrafyalarda, geniş bir kesimin gönlünü fethetmesini hiçbir zaman hazmedememiştir. Buna karşı en kapsamlı tepki, Haçlı Seferleri ile gösterilmiştir. Fakat amaçlarına ulaşamayınca, Müslümanların karşısına, silah yerine misyonerlikle çıkmaya karar verilmiştir.” (Ömer Baharoğlu, s. 38-39) “Oryantalizm, ilk defa rahipler eliyle başlamıştır, günümüze kadar da aynı şekilde devam etmektedir. Hıristiyan Batılıların gözünde İslam, Hıristiyanların tek rakibi durumundaydı.  Her şeyden önce, birer din adamı olan rahipler, İslam araştırmalarında misyonerlik hedeflerini unutmadılar. Müslümanların manevi miraslarına şüphe sokabilmek için, İslam’a ait bütün değerleri, kendi kültürleriyle yetişmiş Müslümanların gözünde küçük göstermeye çalışmışlardır.” (Mustafa Sıbai, s. 38, 39, 91) “Hazreti peygamberin peygamberliğinin güvenilirliğine ve İslam’ın ilahi kaynağı olan vahye şüphe sokmak: Oryantalistlerin hepsi, ya Musevi ya Hıristiyan’dı. Kendi peygamberlerini kabul ederler ama Hazreti Muhammed’in peygamberliğini kabul etmezler. Bu durum, çoğunluğu ruhban, papaz veya misyoner olan bu insanların benliklerine işlemiş dini taassuptan kaynaklanan inadî inkardan başka bir şey değildir. Oryantalistler, Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğini de kabul etmezler. İslam’ın da ilahi bir din olduğunu inkâr ederler. Buna delil olarak, İslam dini ile Hıristiyanlık ve Yahudilik arasındaki bazı benzer noktalara dayanan kuru iddialar ileri sürerler.” (Mustafa Sıbai, s. 44-45) “Onlara göre ilahi dinlerin esasları birbirine zıt olmalıdır. Sanki bir dini gönderen Allah, diğerini gönderen Allah’tan başka bir varlıktır.” (Mustafa Sıbai, s. 47) “Oryantalizm akademik bir çalışma gibi gözükür ama aslında o, misyonerlik, sömürgeciliğin bir parçasıdır. Oryantalizm, askeri savaş yerine fikri bir savaş olarak yeni bir şekil almış çağdaş haçlı savaşlarının bir parçasıdır. Amaçları, Müslümanları batılılaştırmak ve İslami kimliklerini eritmektir.” (Adnan Muhammed Vezzan, s.  12, 127) “Oryantalizmin hem akademik, hem emperyalist ve hem de misyonerlik amacı bulunmaktadır. Hristiyanlaştırmak istenilen kişilerin dillerini bilmek zorunlu görülüyordu.”(Bulut, s. 7-8) “Emperyalizm, İslam aleminde nüfusunu sürdürmek ve rahat bir şekilde yerleşmek için misyonerlik ve oryantalizmi araç olarak kullanır. Oryantalizmi hazırlayan başka sebepler, ticaret ve siyasettir.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 230) “Hıristiyanlaştırmak istediği kimselerin dillerini bilmek zorunlu olduğu için oryantalizme yani Doğu dil ve kültürlerine yönelik çalışmalar misyonerlikte büyük önemli yer tutar.” (Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 31) Misyonerliğe hazırlık için öncelikle Doğu dillerini öğrenme faaliyetine geçerler. Fransız Guillaume Postel, ‘Arapçayı güzelce öğrenen kimse, İncil kılıcıyla bütün Hıristiyanlık düşmanlarını yenip, onların kendi inanç ilkeleri ile karşılarına çıkıp mağlup edebilir. Bir tek dili bilmek suretiyle kişi bütün dünya ile ilişki kurabilir.’ demektedir. (M. Hamdi Zakzuk, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 19) Müslümanları Hıristiyanlaştırmak amaçlı bu çalışmalar 13. yüzyılda yoğunlaşır. 1312’de Viyana’da Arapçanın 5 Avrupa üniversitesinde öğretilmesine karar verilir. Amaç Hıristiyanlaştırmak yoluyla Müslümanlara boyun eğdirmektir. (Johann Fueck, Die  Arablaction Studien  in Europe, s. 21-22) Haçlı seferleri ile siyasi ve ekonomik bazı başarılar elde edilse de, dini anlamda fazla bir başarı elde edilemez. Bu nedenle Hıristiyanlaştırma yöntemi değiştirilir: Roger Bacon’a göre “Tebliğ/misyonerlik Hıristiyanlığın genişleyebileceği yegane yöntem ve yoldu.” (Opus Maius, s. 121) “Oryantalistin hedefi, Batı için potansiyel tehlike gördüğü İslam’ı, türlü oyunlarla, ‘objektif görünerek’ eleştirmek, kendi vatandaşlarını uyarmak, Müslümanları, dinlerinden soğutmaktır.” (Prof. Dr. Mehmet Maksutoğlu, Oryantalist Anlayış, Mirat Haber, 08 Eylül 2019) “İslam bu memleketlerde sömürgecilerin uzun müddet oturabilmeleri için Müslümanların dinlerinden uzaklaştırılmaları gerekiyordu.” (Prof. Muhammed Kutup, İslam’ın etrafındaki şüpheler, s. 14 ) “Louis Massignun: “Onların her şeylerini yıktık, derin bir boşluğa düştüler.” diyerek hedeflerine ulaştıklarını, Nöldeke’de: “Eserlerimin gayesi, doğuyu ne kadar küçük gördüğümü kanıtlamaktadır.” derken ne kadar objektif olduklarını ilan etmektedir.” (Osman Cilacı, Hıristiyanlık propagandası ve misyonerlik faaliyetleri, s. 41-43) Batıda İsa tanrı kabul edildiği için Hz Muhammed’de put ilan edilmiş, İsa ile ilgili kaynak eserler hep polemik dolu olduğu için, efendimizin hayatını anlatan siyer kitaplarına da bu gözle bakılmıştır. Batı, kendi dininde gördüklerini İslam’da aramıştır. Bulamayınca da çarpıtmış, değiştirmiş ve polemikleştirmiştir. Spencer’in -ve aslında çoğu oryantalistin- İslam’a bakışını, K. Armstrong şöyle değerlendirir: “Meselelere bakışında temel bilgi hataları yapmakta, mevcut delilleri kasten değiştirmekte, okuyucuyu aldatmaktadır. (Armstrong, Balancingvthe Prophet) Amerikalı yazar Sherry Jones’un, ‘The Jewel of Medina’ adlı romanı için Texas üniversitesinden İslam tarihi uzmanı Denise Spellberg şöyle der: “Benim kurgu dolu çalışmalarla sorunum yok. Ancak, tarihi belgeleri kasten çarpıtan çalışmalarla problemim var. Bu eser, Batıdaki insanların İslam hakkındaki cahillikleri üzerinden avantaj elde girişiminden başka bir şey değildir.” Yazar Jones’un Şiilerle olan bağlantısı da ilgi çekicidir. Hz Aişe hakkındaki negatif iddiaların arkasında Şiilerin olabilme ihtimali bulunmaktadır. (Hıdır, s. 387-388) “Misyonerlik ve oryantalizm aynıdır. Aralarındaki fark şudur: Oryantalizm, araştırma süsüne bürünmüş ve araştırmalarının akademik bilimsel araştırmalar olduğunu söylemiştir. Misyonerlik ise, sadece halk arasında ve halk seviyesinde kalmış, onlara yönelik olmuştur.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 218)  “15. yüzyılın ortalarında Segovialı John savaş yerine diyalog ile Hıristiyanlığın yayılması ve bunun için de Kur’an’ın  da çevirisinin yapılması fikrini savunur.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 74) “Nicolas de Cusa ise ‘Cribratio Alcorani’ adlı eserinde Kur’an’ı tümden reddetmek yerine, pek çok ayeti bağlamından kopararak teslisi destekleyecek şekilde yorumlamayı ve bu şekilde Hıristiyanlığın gerçek kurtuluş dini olduğuna Hz Muhammed’e tasdik ettirmeye gayret eder. Ona göre teslis Muhammed’in onayladığı bir görüştür. Nicolas’a göre Hz Muhammed İsa ölmedi derken bedenen değil ruhen ölmediğini kastetmiştir. Zaten Kur’an’a göre Allah yolunda ölenlerin gerçekte diri olduğu ifade edilmektedir.” (Nicolas de Cusa, Cribratio Alcorani, s. 1033) “Tek bir dili (Arapça) öğrenmek suretiyle yenilebileceğini ileri sürenler.” (Edward Said, Oryantalizm- el- İstişrak-, s. 81; Fuck, Die  Arablaction Studien  in Europe, s. 39) olduğunu gibi bu amaç yanında “Ticari ve Hıristiyanlaştırma” gibi amaçları yan yana olduğunu ifade ederek, misyonerlik ile oryantalizm arasındaki ilişkiyi açıkça ortaya koyanlarda vardır.” (Hamdi Zakzük, s. 33) Batı için “Doğunun mekanı, sömürgeleştirilmesi gereken bir arazidir.” (Süphandağı, s. 60) “Edward Said’e göre Doğu, Batının ‘ekonomik kaynaklarının bulunduğu yer’in adıdır.” (Süphandağı, s. 17) “Doğunun ekonomik kaynakları usulüne uygun sömürüldü. Sömürü hunharca ve vahşice idi. Geri kalan zamanda ise Doğuya düşen görev, bir pazar olması idi.” (Süphandağı, s. 65) “Doğu, Avrupa için hammadde ve Pazar anlamına gelir ve her ikisi için de oryantalist çalışma zorunludur.” (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 53) “Sömürge döneminin gayesi, batılı ihtiyaçlara göre şekillendirilmiş insan gücü üretmekti. Diğer amaç da, bu pazarı batılı tüketim malları için genişletmekti.” (Philip G. Altbach, Gail P. Kelly, Sömürgecilik ve eğitim, s. 69, 179-184) “Batı zevkleri, yaşam biçimleri reklam, gazete, filmler ve bireysel numuneler aracılığıyla yaygınlaştırıldı. Batılılaştırılmış insan gücünün üreticileri olarak Afrika üniversiteleri, önemli bir rol oynamıştı.” (Philip G. Altbach, Gail P. Kelly, Sömürgecilik ve eğitim, s. 71, 72) Dolayısı ile  “Ticari ham maddelerin ele geçirilme isteğinden sonra oryantalist bakış açısı,  bir siyaset aracı olarak işlev görmeye başlar.” (Oğuz Adanır, Occıdentalısme, Doğu batı dergisi, sayı 14, Nisan 2001, s. 100)

Görüldüğü gibi gerek Ku’an gerek İslam ve gerek “Hz Peygamberin hayatına dönük oryantalist ilginin dini, siyasi, sanatsal, edebi, sosyo-kültürel, ekonomik ve oryantalistik pek çok sebebi vardır.” (Hıdır, s. 24)

İslamofobi

-Batı medeniyeti adlı yazımızda da bu konu ayrıca ele alınmıştır-

“19. Yüzyılda bir Türk tehdidi kalmamıştır.” (Ali Osman Öztürk, Alman oryantalizmi, s. 21) Hatta İslam tehdidi bile! İslam ülkelerinin toprakları hatta daha da önemlisi eğitim ve kültür yolu ile Müslüman halkların zihinleri işgal edilmiştir. Doğal ve tarihi zenginlikler sömürülmüş, İslam’ın sadece birkaç ritüeli o da ruhsuz ve amaçlarından yoksun şekilde toplumlarda uygulanır olmuştur. O halde hala bu İslam korkusu nedir, nedendir?! Aslında en kısa tanımı ile, kendisine düşman ilan etmediği zaman birbiri ile kanlı mücadelelere giren Batı medeniyeti islamofobi sayesinde hem iç dinamiklerini canlı tutmakta hem bu tehdidi (!) göstererek büyük rantlar elde etmektedir. Tüm toplumların zihni altyapılarında ise şu endişe mevcuttur: Ya bir gün bu Müslüman halk yeniden uyanırsa! Ve asıl sorulması gereken soru: Biz Müslüman halklar bu gücün, cevherin, değerin ne kadar farkında olacağız?!

Yunanca  korku anlamına gelen ‘Phobos’ kelimesinden türemiştir. Terim olarak ‘İslam’dan korkma, çekinme ve uzak durma’ anlamlarına gelmektedir. The Runnymede Trust tarafından 1997 yılında hazırlanan ‘Islamophobia: A Challenge For Us All’ isimli raporda İslamofobi, “Müslümanlara karşı duyulan temelsiz korku ve hoşnutsuzluğu ihtiva eden bir bakış açısı veya dünya görüşü” olarak tarif edilmiş ve Müslümanlara karşı toplumsal dışlama ve ayrımcılık olduğu vurgulanmıştır.  (Lacivert Dergi, 04 Haziran 2014) Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı İzleme Merkezi tarafından 2015’te yayımlanan “İslamofobi Raporu’nda ise İslamofobi, ‘Müslüman karşıtı ırkçılık’ olarak tanımlanmaktadır. “İslamofobi bugün maalesef Avrupa Devletleri, kurumları ve toplumlarında normalleşmiş olan bir ırkçılık türüdür.” (SETA Avrupa İslamofobi Raporu 2017) “İslamofobi İslam ve Müslümanlara duyulan nefret, düşmanlık ve ayrımcılıktır.” (Nathan Lean, İslamofobi Endüstrisi, s. 46) Ramon Grosfoguel, “biyolojik ırkçılığın yerini kültürel ırkçılığa bıraktığını”. (Grosfoguel, Colonial subjects/Koloniyal özneler, s. 25) yazmaktadır. Artık “Yeni ırkçılık, kültürel ırkçılık” (Irkçılığın dönüşümü: kavramsal ve kuramsal bir analiz, Emine Erden Kaya, Şenol Durgun, Akademik Hassasiyetler, 2020, , cilt: 7, sayı: 13, s.92) halini almıştır.

“Irkçılık, Avrupalıların içini kaplamıştır. Onlara göre beyaz adamı dayanak olarak almayan diğer medeniyetler aslı ve temeli olmayan çürük medeniyetlerdir.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 137) Günümüzde artık “Genetiğe dayalı biyolojik ırkçılığın ve kan bağının yerini zamanla kültür temelli bir ırkçılığa bırakması karşımıza İslamofobi sorununu çıkarmış; sadece Avrupa değil, Amerika ve tüm Dünya’da varlık gösteren İslam düşmanlığının meşruiyeti olarak bu yeni tür ırkçılık modeline tüm Dünya sıkı sıkı sarılmıştır.” (Sena Okumuş, Almanya’da aşırı sağın teşkilatlanması ve İslamofobi, yüksek lisans tezi, Ağustos 2021, s. 1)

“İslamofobi, Batı’nın İslam’ı kendi istediği şekilde insanlığa tanımlama çabasıdır.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun Kalmasın, s. 91) “İslamofobi, Müslümanların siyasi alanda düşmüş oldukları zayıflıktan kaynaklanmaktadır. Dağılmışlık kendimizi ifade edememe, başkalarının karalamalarının önünü açmıştır.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun Kalmasın, s. 90) “İslamofobi tarihi neredeyse İslam’ın doğuşuyla aynı yaştadır. İslam yeryüzüne indiğinden beri onu sevip kabul edenlerle birlikte kin besleyip düşmanlık yapanlar her zaman olmuştur.” (Ali Akdemir  Avrupa’da İslamafobi, kuresel Siyaset, 8 Ağustos 2020)

Avrupa kültürü, kendisini Doğu kültüründen ayırıp, Doğu ile mukayese ederek “güç” ve “özdeşlik” kazanmıştır.  Oryantalist fikirler, daima bu medeniyetler arasında yaşanan tarihi problemleri ve çelişkileri ‘canlı tutarak’ bugüne taşımıştır. İslamofobinin ekonomik temelli olduğu gibi tarihi ve dini temeli bulunmaktadır. Basın ve siyasilerce devamlı bu korku canlı tutulmakta ve oy ve paraya dönüştürülmektedir.  “Oluşturulan imaj, daha çok imajı oluşturanlar tarafından özellikle basın, yayın, bilim ve sanat yollarıyla geniş kitlelere aktarılır, onlara uzun vadede kabul ettirilir ve bundan uzun vadede çıkar elde edilir.” (Ali Osman Öztürk, Alman oryantalizmi, S. 40) “Bağnaz blog yazarları, ırkçı politikacılar, kökten dinci liderler, Fox haber uzmanları ve dindar Siyonistler bir nefret endüstrisi kurmuşlardır. Başka birileri için kılıç şakırtıları, finansal olarak kazançtır.” (Nathan Lean, s. 40, 58) Mesela Irkçı politikacı G. Wilders, ırkçılığı reddeden ‘Kur’an’ı ‘faşist bir kitap’ olarak nitelendirir.’ (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 371) “Çoğu Amerikalı ve Avrupalı için, onlara İslamiyet’i sunan kültürel mekanizma, büyük çapta, radyo televizyon, gazete ve dergilerden oluşur. Eğer İslamiyet bize karşı ise bizim de ona bir tepki geliştirmemiz gerektiğinden kuşku duyulmayacaktır. Asıl istenen de budur.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 80) “Özellikle batı medyasının yoğun kampanyası birçok sıradan insanın zihninde, İslam ve Müslüman terimlerinin terör, anarşi, savaş, kan, intikam ve şiddet çağrışımı yapmasını sağlamıştır.” (Prof Şinasi Gündüz, Dinsel şiddet, Sevgi söyleminden şiddet realitesine Hıristiyanlık, s. 10) Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş: “Medya, İslam karşıtı eylemlerin lokomotif gücü. Emperyalist amaçlarla üretilen ırkçı içerikler medya vasıtasıyla yayılarak dünyadaki İslam karşıtı eylemlere zemin hazırlamaktadır.” (Habertürk, 10.04.2023) ve AB Bakanı Ömer Çelik: “Avrupa’da ırkçılığın yerini İslamofobi yer almıştır. Yeni ırkçılık kültüreldir.” (Haber Türk, 1.4.2017) derken haklı tespitlerde bulunmaktadırlar.

İslamofobiyi canlı tutan körükleyen ve öncülük edenler: Haçlı askerleri, gezginler, ressamlar, edebiyatçılar, sanatçılar, filozoflar, din adamları, misyonerler, oryantalistler ve medyadır. Batıda “Bazıları dini bazıları da seküler-kültürel gerekçelerle İslamofobik bir düşmanlık içine girilmektedir.”  (Doç. Dr. İbrahim Kalın, Derin Tarih, Ocak 2018, Sayı:70, s. 49) ve “İslamofobi, cezası olmayan bir ayrımcılık türüdür.” (İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, s. 242) “Sömürgeci Avrupa devletlerinin, Batı-dışı toplumları bir ‘öteki’ olarak eşit yahut muhatap kabul etmeleri söz konusu değildi.” (İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, s. 233) Bunun sonucu olarak ta ne yazı ki, Dortmund üniversitesinden Wolfram Richter’in ifadesiyle, “İslam karşıtlığı Avrupa’da uyanan antisemitizm hastalığının yeni bir yüzüdür. Yeni holochost’un kurbanları ise Müslümanlar olacaktır.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 381) Çünkü batıda rahatlıkla “İslamiyet’i hoşunuza gitmeyen her şeyle bağdaşlaştırabilmektedirler.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 76) “Sömürgeciliğin düşünüş ve görüşü batının kurumlarında çok güçlü bir şekilde yerleşmiştir. Sömürgeci düşünüş ve görüşlerini devam ettirmek amacıyla ders kitapları ve çocukların hikaye kitapları gençlerin zihinlerini İslam aleyhine düşüncelerle doldurmak için kullanılmaktadır.” (Asaf Hüseyin, Batının İslam’la Kavgası,  s. 95) “Sömürgeciliğin düşünüş ve görüşü Batının kurumlarında çok güçlü bir şekilde yerleşmiştir. Sömürgeci düşünüş ve görüşlerini devam ettirmek amacıyla ders kitapları ve çocukların hikaye kitapları gençlerin zihinlerini İslam aleyhine düşüncelerle doldurmak için kullanılmaktadır.” (Asaf Hüseyin, s. 95) “Danimarka halk okullarındaki 5. sınıf öğrencilerine din dersinde okutulması planlanan yardımcı kitabın ‘İslam’la ilgili bölümü, terörizm başlığı altında’ anlatılmaktadır. Kitapta ‘her ne kadar her Müslüman terörist değil ise de, her terörist Müslüman’dır.’ ifadesi yer almaktadır. Kitabın yazarları papaz olan Chiristian Meidahl ve eşi Henny Nörgaard’dır.” (Milliyet, 21.11.2006)

Halbuki  “Müslümanlar üç yüz yılı aşkın süredir sürekli şiddete, işgallere, savaşlara ve katliamlara maruz kalmışlardır. Yeraltı ve yer üstü kaynakları sömürülmüştür. Bilinçli ve sistematik bir şekilde Müslümanların kutsallarına hakaret edilmekte, değerleri aşağılanmaktadır. İslâm toplumları somut işkencenin yanında soyut ve kültürel bir işkenceye de tabi tutulmaktadırlar. Günümüzde de İslamofobi güçlenerek Batı’da bir endüstri hâline gelmektedir.” (Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez, 18.05.2013) Aslında bir korku değil, tarihi kökleri olan bir düşmanlık söz konusudur: “Avrupada islamofobi değil, İslam düşmanlığı var.” (Türkiye, 5.8.2014) “İslamofobi Üzerinden Otoriter Bir Avrupa İnşa Ediliyor. İslam düşmanlığı üzerinden yeni bir Avrupa dizayn ediliyor. Bu yeni Avrupa’nın daha özgürlükçü bir Avrupa olmayacağı açık. Aksine İslam düşmanlığı üzerinden daha otoriter ve daha sağcı bir Avrupa inşa ediliyor. ‘Müslümanları ötekileştirmenin ve onlara ayrımcılık yapmanın hukuki, siyasi, toplumsal ya da iktisadi ciddi bir bedeli yok.’ Bu iddiamızın basit bir kanıtı var. Sadece bugün Avrupa’da Müslümanlarla ilgili yapılan herhangi bir tartışmanın ya da yasanın başka bir dini cemaati hedef aldığını düşünelim. İslamiyet kelimesini silelim ve yerine Hristiyanlık, Yahudilik, Budizm veya başka bir dini yazalım. Sonuç hepimizi şaşırtacaktır.” (Enes Bayraklı, SETA, 8 Aralık 2020) “Avrupa’nın zihin tarihinin ürettiği birey, ‘özel birey’dir. Bencil, kendi benliğini her şeyin üstünde tutan bir birey. Almanlarla Fransızların özgür insanlar olduklarını doğrudur ama özgürlük kavramını ‘yalnız ve yalnız kendileri için’ geliştirmiş oldukları da aynı ölçüde doğrudur.” (Hilmi Yavuz, Modernleşme, Oryantalizm ve İslam, s. 45)

“Haçlı savaşlarında sömürgecilik konusunda bir başarı elde edemeyince Batı, İslam ile barışarak Müslümanların inancını zayıflattıktan sonra, fikir bazında savaşa başvurur. Zamanla sömürgecilik ile güçlerini toplayan Batı, yeniden saldırıya başlar.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 21) “Batılı zihninde hiç düşmeyen, Türklere karşı eziklik ve onlardan intikam alma güdüsü, güç Batının eline geçince onu harekete geçirmiştir.” (Ömer Baharoğlu, s. 91) ‘İnsan Irklarının Eşitsizliği Üzerine’ isimli bir eser yazan Fransız düşünür Arthur de Gobineau, “Türklerin de içinde bulunduğu sarı ırk ile insan değil de insansı sayılan siyah ırk, Medenileşmeye yönelik tabii bir isteksizliğe sahiptir.” (Gobineau, The Inequality of Human Races, s. 205) demektedir. Bu anlayış bir istisna değildir ve günümüzde aydın kabul edilen kişilerce de savunulmaktadır. Batılı-beyaz ırkın diğer ırklardan üstün olduğu fikri Batı’da filozof Voltaire, sosyal bilimci Montesquieu gibi aydınlar tarafından da devam ettirilmektedir. İngiliz filozof John Lock “İnsan beyazdır. İnsanın özünü içeren şey beyazın özünü de içerir!” (Koray Şerbetçi, “İslamofobinin Tarihsel ve Kültürel Kökenleri”, İslamofobi ve Batı’da Yükselen Irkçılık, s. 11-13) diyerek beyaz ırka sahip olmayan insanları insan bile saymamaktadır. Filozof Hegel ise “Siyahların doğuştan özgürlük dürtüsüne sahip olmadıklarına ve çocuksu mahlûklar olduklarını” düşünmekte idi. (Selim Özarslan, Avrupa’da İslamofobi’nin Tarihi Kökleri ve Güncel Nedenleri, s. 67)

1603 yılında General History of the Turks (Türkler’in Genel Tarihi) isimli eseri yazan İngiliz papaz Knolles, Türkleri, “Dünyaya dehşet saçan teröristler” olarak nitelemekteydi. Shakespeare’in cümlelerinde Türk, “şehvetperest”, “cinsel edepten mahrum âciz bir hayvan”, “zalim ve sinsi bir insan” olarak takdim edilmekteydi. Luther ise, Türkler’i kötülemek için daha da ileri gidiyor ve Türk’ün tecessüm etmiş şeytan ya da şeytanın ta kendisi olduğunu söylüyordu. İslami fetihlerin hemen akabinde oluşmaya başlayan bu imaj çerçevesinde Hıristiyanlık “Tanrının dini”, Hıristiyanlar “Tanrı’nın askerleri”; Müslümanlık “şeytanın yolu”, Müslümanlar ise “şeytanın askerleri” idi. Dolayısıyla, iki din ve iki dinin mensupları tam zıt istikametlerde duruyorlardı. (Prof. Dr. Mehmet Özdemir, İslamî Araştırmalar Dergisi, C. XIII, S. 2, (Ankara) 2000, s. 174-177)

Voltaire, ‘Bütün tarihçiler, uyduruk masalları tekrar edip durdular. Fatih İstanbul’u kan ve ateşe boğan bir barbarmış. Çoğu birer alfabetik yalan dergisi olan sözcüklerimizde, böyle gülünç masallara sık sık rastlanır.’ (Voltaire, Türkler Müslümanlar Ötekiler, s. 32)  Marc Galle, ‘Sözcüklerimiz, Türk kimliği ile ilgili olumsuz tanımlar içeren deyimler ile doludur.’  der. Fransızca ve İspanyolca’da ‘suçlu’ anlamına gelen, ‘Türk kafası’ (Cabeza de Turco, tete de Turc) Almanca’da ise ‘sahtekar’ anlamında (Türken) deyimi kullanılır. İngilizcede, Turk aynı zamanda, gaddar, vahşi insan anlamında kullanılır. (Galle, Sevilmeyen ülke Türkiye, s. 11) İngilizcede, ‘yaramaz çocuklar’ için kullanılan kelime, ‘küçük Türk’ şeklindedir. Primo Levi’ye göre ‘musulman’ sözcüğü Nazi toplama kamplarında, ‘pes eden’ tuttukları için kullanılmıştı. (Jack Goody, Avrupa’da İslam Damgası, s. 30) “Batı’da kullanılan ırkçı söylemlerin bazıları şunlardır: İtalyanca’da “Anneciğim, Türkler geliyor”, Türkleri korkunç olarak gösteren söylemle beraber “Türk gibi pis kokmak” söylemi; Sırpça’da “Bir köpeğe bir de Türk’e güvenilmez” ve “Bir Türk gibi bencil” ve “Türk” kavramı Sırpça ‘da kadınlara haksız ve eşit olmayan bir şekilde davranan eski kafalı ve kaba erkeği anlatmak için ırkçı bir söyledir. Yunanca’da “Öfkesinden Türk oldu” fazlasıyla sinirlenen birisini anlatmak için kullanılır. “Seni Türk!” bilgisiz birisini anlatmak için kullanılan ırkçı bir Rumence söylemdir. Fransızca ‘da da “Türk kafası” ve “Gerçek bir Türk” gibi bilgisiz, inatçı, kaba ve acımasız kişileri anlatmak için kullanılan ırkçı söylemler vardır. Aynı şekilde Felemenkçede “Türk” sözcüğü, kirli, barbar veya kana susamış anlamında, “Türk’e benzemek” pis ya da iğrenç anlamlarında kullanılır. İspanyolcadaki “Türk” sözcüğü, birisini aşağılamak için kullanılabilir. “Türk” sözcüğü Malta’da, yapısı gereği korkulan ve istenmeyen korkunç bir kişiyi tanımlamak için kullanılabilmektedir. Bütün bu söylemler bir takım tarihi söylenti veya efsanelere dayandırılıp, kuşaklardır tekrarlanmış ve toplumların hafızalarına yer edinmiştir. Batı’da da gösterilen yüzlerce Hollywood filmi üzerine yaptığı araştırmada Jack G. Shaheen, Arapların hemen her zaman acımasız katil, tecavüzcü, petrol zengini aptal ya da kadın istismarcısı gibi şekillerle sunulduğunu göstermiştir. Çokseslilik ve ifade özgürlüğü söylemlerine rağmen ve aktif faaliyet gösteren yüzlerce gazete, dergi, kitabevi, televizyon kanalı, radyo istasyonu, sinema şirketi gibi araçlara rağmen; bütün bunların sadece sayılı birkaç büyük şirketin kontrolünde olduğu durumu dikkate alındığında, Batı medyasının kendi içerisinde gerçek anlamda bir çoksesliliğe sahip olduğunu söylemek bir yanılgıdır.” (Ali Akdemir  Avrupa’da İslamafobi, kuresel Siyaset, 8 Ağustos 2020)

“Alman halk sanatında Türk imajı, din düşmanı ve Hristiyanlık için bir tehdit biçiminde ortaya çıkar. Türklere atfedilen cinayet ve gaddarlık öykülerine geniş yer verilir.” (Ali Osman Öztürk, Alman oryantalizmi, s. 27) “Kaffeelied adlı Alman şarkısında, “Çok kahve içilmemesi, bunun bir ‘Türk içkisi’ olduğu, insanları hasta edebileceği” iddia edilmekte, “kahveyi bırakamayan Müslüman gibi olunmaması” gerektiği talep edilmektedir. (Ali Osman Öztürk, Alman oryantalizmi, s. 49) Stemmle’nin kitabında Hussan; vahşi, öfkeli bir Müslüman’dır: Biri inanıyordu Muhammed’e. Ve doluydu kinle nefretle. Adrian ise Hristiyan’dır, kibar ve eğitimlidir: Güvenilirdi diğerine zor günde. İyi Hristiyan, soylu bir adam. (Ali Osman Öztürk, Alman oryantalizmi, s. 69-70) Almanca’da Türklerle ilgili deyimler: Yaşlı bir Türk gibi kokmak. (Ali Osman Öztürk, Alman oryantalizmi, s. 117); Sarımsakçı (Ali Osman Öztürk, Alman oryantalizmi, s. 118); Einen Türken  Bauen: Uyduruk, sahtekar, uydurmacı. (Ali Osman Öztürk, Alman oryantalizmi, S. 119, 125); Kümmeltürke: Dar kafalı, palavracı.” (Ali Osman Öztürk, Alman oryantalizmi, s. 127) anlamında kullanılmaktadır. 

“İslamofobinin tarihi kökleri vardır. İslam’ın terörizmin sebebi olarak gösterilmesi, Amerika’nın müdahaleci dış politikası, otoriter rejimlere olan Batı desteği, Batının İslam ülkelerini işgalleri ve sömürmeleri ve İsrail’in katliamlarının incelenmesinden daha kolaydır.”  Avrupa ve Amerika’nın İsrail’den Irak-Suriye işgallerine dek dış politikalarının geri tepmesinin önemsiz gibi gösterilmesi, bu politikaların sonucu İslam dünyasındaki geniş halk kitleleri arasında meydana gelen Amerikan ve batı karşıtlığını önemli ölçüde arttırmasını gizleyememektedir.” (Nathan Lean, İslamofobi Endüstrisi, s. 19, 21) Bosna Hersek İslam Birliği Başkanı Husein Kavazovic: “Genel yargının, Bosna Hersek ya da Saraybosna’da İslamofobi ile karşılaşılmayacağı yönünde olduğunu belirterek, “Görüyoruz ki durum böyle değil. İslamofobi bir tür ırkçılıktır. Bir arada (Bosna Hersek’teki gayrimüslimlerle) yaşıyor, birbirimize sık sık görüyor olsak da maalesef durum böyle.”  (AA, 24.05.2022) derken aslında İslamofobi’nin temelinin tanımak veya iletişimden çok din temelli olduğunun altını çizmektedir. “Önemle altını çizmek gerekir ki son yıllarda İslam dünyasında meydana gelen şiddet olayları, bizatihi İslam’dan kaynaklanmamaktadır. Gerek çağımızdaki pozitivist eğitim anlayışı gerekse modern zamanlarda gelişen kimi ideolojilerden etkilenme hali; sömürge, istilalar, işgaller ve zorba yöneticilerin gölgesinde şekillenen ‘yaralı bilinç’ler, bu olayların başlıca nedenleri arasındadır.” (Nathan Lean, İslamofobi Endüstrisi, s. 9)

“Düşman Türk imajının sermayesi din ve siyasettir. (Ali Osman Öztürk, Alman oryantalizmi, s. 38) Din adamları, medya ve siyasilerin ekonomik nedenlerle alevlendirdiği İslamofobi’nin sonuçları:

24 Ağustos 2010, Michael Enright, ‘selamun akeyküüüüm’ diyerek ticari taksiye biner ve şoför Şerif’i boğazından ve kol, yüz, parmaklarından bıçaklar. Yakalanınca polis memurlarına, ‘bu adam beni soymaya çalıştı’, diye bağırır. ‘Neyi yanlış yaptım?’ diye haykırır. (Nathan Lean, s. 29) Polislere ‘bir vatansever’ olduğunu söylemektedir. (22 Eylül 2010, New York Daily News)

Hızlı bir siyonist olan oryantalist Bernald Lewis, Ekim 1976’daki BM Genel Kurulu kararı ile ‘Siyonizm ırkçılık olarak kabul edilince’ Times’ta yazdığı 3 makale (8-20-21.10.1972) ile bu kararı eleştirir ve asıl Nazilerin Arap ülkelerinde bulunduğunu ileri sürer. (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 156) Nil deltasındaki Bahrü’l-Bakar’da öldürülen 40 öğrenci olayı için  “Legal and Illegal Bombing” şeklinde çirkin başlığını makalesine (The Daily Telegraph, 2.6.1970) seçen A. L. Goodhart, çocukların öldürülebilmesini de meşru görmüştür. (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 167) Aradan geçen 50 yılı aşkın zamanda bir şey değişmiş midir, asla! “İsrail, İkinci İntifada’dan bu yana 3 bini aşkın Filistinli çocuğu öldürdü Verilere göre bu yılın ilk 6 ayında 304 çocuk tutuklandı, içlerinden 155’i halen cezaevinde bulunuyor.” (Independent Türkçe, 21 Kasım 2020) Neden ise çok basittir: “Oryantalistlerin gözünde İsrailliler, ‘Haçın hilalden intikamını alan’ haçlılardırlar.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 162) ve “İsrail, batının orta doğudaki ileri karakoludur.” (Jiri Schneider, Israel, biu.ac.il,  6 Mart 2010, s. 7) Zaten bu nedenle daha sonra ABD başkanı da olacak olan Joe Biden: “Eğer bir İsrail olmasaydı çıkarlarımızın korunabildiğinden emin olmak için bir tane (İsrail) kurmak zorunda kalabilirdik” demiştir.” (Türkiye, 02.10.2013)

“ABD’de 11 Eylül’den sonra 9 senede 11 Müslüman’ın terör eylemi yaptığı saldırılarda toplam 33 kişi öldürülmüştü. Buna karşılık ülkede aynı zaman zarfında yaklaşık 150.000 cinayet işlenmişti.” (Nathan Lean, s. 39) Craig Monteilh, sahtekârlık ve sahte çek yazmaktan mahkûm olmuş birisidir. Yeleğinin düğmesine kamera bağlanır ve Müslüman olmuş biri gibi CAIR Los Angeles şubesinin içine sızması istenir. “Müslümanlara cihada hazırlanmak, alışveriş merkezini bombalamaktan bahsedince” cami imamları onu FBI’a yani onu kendilerine gönderen resmi kuruma şikâyet eder. (Nathan Lean, s. 245) 19 Şubat 2012 tarihli bir haber: ABD’yi sarsan tuzak. Washington’da kongreye intihar saldırısına hazırlanırken yakalanan 29 yaşındaki el-Halife’yi, FBI muhbirlerinin yönlendirdiği ortaya çıktı. Adalet bakanlığı sözcüsü muhbirlerini savundu ve muhbirlerin zanlıya bozuk silah ve sahte intihar yeleği verdiğini söyledi. “FBI her aşamayı kontrol altına aldı.” diye konuştu. Birçok şehirde FBI ajanları İslam’ı şiddet eğilimli bir din olarak tanıtan eğitimler alırlar. İslamofobik yazarların kitapları okutulur. Hz Muhammed karalanır. (Nathan Lean, s. 253) 22.08.2012 tarihli diğer bir haber: New York polisi, 6 yıllık Müslüman takibinde tek terör ipucuna rastlamamış.

“Daha önce, Hıristiyanlara karşı Yahudilerin kullandığı yorumlar, şimdi Hıristiyan ve Yahudiler tarafından İslamiyet’e karşı kullanılmaktadır.” (Prof. Dr. Fuat Aydın, Batı İslam Algısının Arkeolojisi, s. 23) 1800’lü yıllar Amerika’nın Katolikler tarafından ele geçirileceği hikâyelerle doludur. Amerika’da artan İrlandalı ve Alman göçmenlerden şüphe duyanlar, baskıcı Katolik değerlerin Protestan değerleri yerinden edeceğine inanmaya başlamışlardı. (Nathan Lean, s. 63) Bu konuda açıktan ilk görüş bildiren telgrafın mucidi Samuel F. B. Morse idi. New Havenli presbiteryen papaz Lyman Beecher, Katolikliği sadece Hıristiyanlığa değil ABD ve dünya içinde bir tehdit olarak görür. (Nathan Lean, s. 65) “yürütmenin başındakilerin Katolikliğin bulaşıcı zehriyle lekelenmişliğine inanmak için çok geçerli sebeplerimiz var.” diye yazmaktadır. (Nathan Lean, s. 66) 1887’de APA adlı bir dernek kurulur. Amaçları Katolik göçünü kısıtlamak, kamu eğitim sisteminden Katolik öğretmenleri çıkartmak, Katoliklere kamu dairelerini yasaklamaktı. (Nathan Lean, s. 68) Daha sonraki yıllarda da McCarthy, komünizmin Amerikan politik sistemine sızdığını ileri sürmüştür. Kısa zamanda 10.000’den fazla Amerikalı işinden olur. (Nathan Lean, s. 72-73) Almanya’da Berlin duvarının yıkılması ile başka bir ideolojik tehdit boşluğu doldurmaya başlar. (Nathan Lean, s. 78) 11 Eylül’den sonra İslami öcü, Amerika’nın uzun canavar hikayeleri tarihinde en yeni bölümü temsil etmeye başlar. (Nathan Lean, s. 83) ‘Öcü, barbar, öteki’ olanlar 1790’dan sonra İlluminati, 1850’ler Katolikler, 1900’lerde Komünizm ve şimdi Evanjelik Hıristiyan kaynaklı korku salgını ile kışkırtılan İslamofobi. (Nathan Lean, s. 84)

Vietnam savaşı için Kennedy, ‘Pek az nesil, özgürlüğün en fazla tehlike altında olduğu bir zamanda onun büyük savunucusu olma rolüne mazhar olmuştur, bu bizim iyi talihimidir.’ (J. F. Kennedy, 1962 Kongre konuşması) derken geride “dört milyon sivil ile bir milyondan fazla komünist savaşçı hayatını kaybetmiştir.” ABD başkanı Bush’ta ‘Irak’a özgürlük ve demokrasi’ getirmek için 20 Mart 2003 tarihinde işgale başlar ve ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin “savaşın vahim bir hata olduğunu belirttiği” (Aljazeera,1 Temmuz 2014) bu işgal girişiminde de 1,5 milyondan fazla insan ölmüş, milyonlarcası da ülke dışına 5 milyon insan göç eder ve en az  870.000 çocuk yetim kalır: ABD Başkanı Bush, ‘Irak’ta demokrasi doğuyor.’ (16.06.2004) diyerek girdiği Irak’a getirilen demokrasi (!) sonunda önce Irak ambargosu (1990-2002) nedeni ile çoğu çocuk 1.5 milyon Iraklı sivil hayatını kaybeder. Petrol koruma altına alınmış, ülkenin bankaları yağmalanmış, işkence ve tecavüzler sonucu ülkede eğitim ve sağlık iflas ettirilmiştir. ABD başkan yardımcısı Dick Cheney, ‘Düşmanımızın ölülerini sayacak değiliz’ diye açıklamada bile bulunabilmiştir. Ama 13 yıl sonra gerçek ortaya çıkar ki ‘Irak, yalan söylenerek işgal edilmiştir.’ ABD’nin Irak’ı işgaline kaynaklık eden İstihbarat raporları yalan çıkmıştır. (BBC, 18 Mart 2013) Eski ABD Dışişleri bakanı Condeleezza Rice, ‘Irak’a demokrasi için gitmediklerini’ (Sputniknews, 12.05.2017) itiraf etmektedir. İşin daha kötü tarafı “Emperyalizm altında inleyen ülkelerinden kaçmak zorunda olan insanlar, gittikleri ülkelerde düşmanca bir faşist uygulamalar zinciri ile karşılaşmaktadırlar. Toplumda endişe Müslümanlara yönlendirilmekte ve korkunun gücünü çok iyi bilen sağ kanatta bu belirsiz zamanları kendi avantajlarına kullanmaktadır.” (Nathan Lean, s. 37) Korku endüstrisi İslam korkusunu topluma yayar, basın bu yolda kullanılır ve sonunda silah sanayi kazançlı çıkar. Afganistan’dan Irak, Sudan’a birçok İslam ülkesi işgal edilir, bombalanır.

“Spencer’e göre ‘gizli cihad’ ile teröristler, ‘Özgür insanların diyarı’ Amerika’yı silah, bomba ile değil topluma sıradan amerikalı olarak sızan doktorlar, avukatlar, bankacılar ve gazetecilerle yıkacaklardır. Robert Spencer Katolik bir ailede büyümüş Türk kökenli birisidir. Dünyanın en hoşgörüsüz dini olarak İslam’ı ilan eden Spencer’ın yazılarını Prof Carl Ernst dâhil birçok ünlü İslam uzmanı reddederler. (Nathan Lean, s. 119, 117)

“Kendini ‘adil ve dengeli’ olarak tanımlayan Fox Haber, korku tüccarlığı yapmanın merkezi olmuştur. Fox haber kanalının sahibi Roger Ailes Müslümanlara karşı kişisel bir paranoyası olan biridir. Oklahoma City’de saldırı olur. S. Emerson, J. Stewart,  D. Pipes, V. Cannistraro gibi analistler ve Newsday, New York Post, Chicago Tribune, New York Times gibi birçok gazete hemen Müslümanları suçlar. Ama saldırgan Timothy McWeigh adlı bir ABD Ordusu gazisi idi, Müslüman değildi ve beyazdı. Timothy Mitchell’in dediği gibi, ‘Uzman görüşü toplumsal olayları şekillendirmeye yarar, toplumu bilgilendirmeye değil’ (Mitchell, Rule of experts Uzmanların kuralları, s. 118) Daniel Pipes ve Neal Livingstone, Ortadoğulu suçlulardan bahsetme meyilli idiler. Zira Araştırmaların finanse edilmesi için bu gibi bağlantılar gerekiyordu, aynı zamanda kendi mevcut konumları da tamamen terörizm danışmanlığı üzerine kurulu idi. McVeigh suçunu itiraf ettikten sonra bile Livingstone, McVeigh’in saldırıları gerçekleştirmek için Müslüman teröristlerle ‘çalışmış olabileceğini’ açıklar”. (Nathan Lean, s. 123-136) TLC kanalı 2001’de All-American Muslim adlı bir program yayınlar ve program seyirci rekoru kırar. Galler ve Spencer reklam veren şirketlere tepki gösterilmesini ister ve 64 şirket reklamlarını geri çeker. (Nathan Lean, s. 137, 138) “Avustralya’da bir medya araştırması Fox TV’nin de sahibi olan Robert Murdoch’ın sahibi olduğu beş büyük gazeteyi bir yıl boyunca inceler. Araştırmada, haberlerin büyük bölümünün İslam karşıtlığını kışkırttığı ortaya çıkar. Buna göre Murdoch’a ait beş gazete olan The Australian, The Daily Telegraph, The Herald Sun, The Courier Mail ve The Advertiser gazetelerinde, 2891 makalede “İslami terörizm” veya “Müslüman zulmü” deyimlerine yer verilmiştir. Ayrıca bu gazetelerde bir yılda yaklaşık İslam’la alakalı bir yılda 3000 olumsuz habere yer verilir. Bu rakam ise her gün neredeyse Müslümanları terörizmle ve şiddetle ilişkilendiren sekiz habere denk düşmektedir. Araştırmaya göre Murdoch medyasında bir günde yayımlanan 8 makale ve yılda 152 kapak ile Müslümanlar eleştirilmekte ve İslam olumsuz manada ele alınmaktadır.” (Timeturk, 15.03.2018) Fransız dergisi Causeur’den İslam düşmanlığı: Bizi koronavirüs değil, İslam tehdit ediyor. Hayat tarzımızı öldüren, medeniyetimizi mezara koyan çok daha ciddi bir tehlike ile karşı karşıyayız. Koronavirüsle mücadele için gösterdiğimiz çabanın sadece yüzde 20’sini ülkedeki diğer enfeksiyonu (Müslüman nüfusu kast ediyor) gidermek için harcasaydık, Fransa çok daha güzel bir yer olacaktı. (Haber 7, 26 Mart 2020)

Cumhuriyetçi başkan adayı Gary Bauer, ‘Biz tüm insanların eşit yaratıldığına ve yaratıcı tarafından bağışlandığına inanıyoruz, bu arada belirteyim millet, kastettiğim Allah değil’ derken, AFA yöneticisi Bryan Fischer, ‘Tehdit radikal İslam değil, İslam’ın kendisi’ demektedir. AFA lideri, Amerika’ya gelen beyazların, yerli halkın topraklarına el koymak için Hıristiyan inancı tarafından kendilerine bahşedilmiş ahlaki bir yetkiden bahsedebilmekte, ‘Hıristiyan olsalar ve asimile olsalardı durum daha kansız olurdu.’ diyebilmektedir. (Nathan Lean, s. 169) Fischer, İslam’ın, Yahudilik ve Hıristiyanlıktaki ahlaki geleneğe eşit bir alternatif olamayacağını da ileri sürmektedir. (Nathan Lean, s. 173)

İslam düşmanı çark nasıl işler, finansman nasıl karşılanır? Peter King, baktığı her yerde Müslüman teröristleri görmektedir. İşin ironisi ise King, terör örgütü IRA ile sıkı bağlantılara sahipti ve bunu o da inkar etmiyordu. “Gerçek şu ki IRA ABD’ye hiçbir zaman saldırmamıştır” demektedir. (Nathan Lean, s. 242) Aubrey Chernick az tanınan bir güvenlik yazılım şirketi sahibidir. Şirketini IBM, 2004 yılında 750.000.000 dolara satın alır. Önce bir vakıf kuran Chernic, daha sonra bu vakıf üzerinden Spencer, Geller, Horowitz, Gaffney, Pipes… gibi İslamofobik kuruluş ve şahısların her birine yüzbinlerce dolar dağıtır. Od Yosef Chai Yeshiva’nın başkanı Rabbi Yitzhak Shapira, Ocak 2010’da yerel bir camiyi kundaklamaya çalışırken yakalanır. Bu kişi aynı zamanda, ‘Bebekler dahil, Yahudi olmayanlar doğaları gereği merhametsizdirler’ diyen birisidir! (Nathan Lean, s. 225-226) İsrail konusu İslamofobi ile yakından bağlantılıdır. Dindar Siyonistler için Filistinliler sadece davetsiz yerleşimci ve Araplarda değil, hatta onlar sadece Müslüman da değillerdir. Onlar Yahudi değildirler! 2001-2007 arasında İsrail senede, işgalin ilk 20 yılı süresince olandan daha fazla Filistinli öldürmüştür. (Nathan Lean, s. 207) David Gaubatz Müslümanları beyaz saraya sızmakla itham eder. Daha sonra oğlu Chris’in içeri sızdığı tespit edilir. Chris, 12.000’den fazla belgeyi çalmıştır. (Nathan Lean, s. 209) EMET (Ortadoğu Gerçeği için Bağış) adlı lobinin ‘Saplantı: Radikal İslam’ın Batı’ya Karşı Savaşı’ adlı filmi 70’den fazla gazete ile 28.000.000 aileye ulaşır. Yapımcılar başta Haham Raphael Shore (Dünya Bülteni, 24.09.2008) olmak üzere İsraillilerdir. Ama zamanla yolsuzluk iddiaları ile grup çöküşe çeker. Filme bağış yaptığı iddia edilen Barry Seid, 2008’de şirkete yaklaşık 17.000.000 dolar vermiştir. Ancak böyle biri yoktur! Barre Seid diye biri vardır o da hiç yardım yapmamıştır! (Nathan Lean, s. 223) Lübnan doğumlu bir Hristiyan ve Evanjeliklerin, sert İsrail yanlılarının ve ‘Çay Partisi’ Cumhuriyetçilerin gözüne girmeye çalışan ‘ACT for America’ grubunun kurucusu Brigitte Gabriel, “10 yaşında bir gece odasında bir roket patlayınca, radikal İslam’ın dünya hâkimiyeti için verdiği savaşı fark ettiğini” söyler. Ergun Caner gibi Brigitte Gabriel de yaşam öyküsünü, aşırı görüşlerini pazarlayabilmek için kullanmıştır. Hâlbuki komşuları onun yaşamının herkesinki nasılsa öyle olduğunu söylemektedirler. (Nathan Lean, s. 175) Bir başka komşusu da onun için, “O hiçbir zaman kendini Arap olarak görmedi, hep Finikeli olduğu hayalini kuruyordu” demektedir. Gabriel, 1975’te, ‘kafir Hıristiyanlara cihad edenin Hizbullah olduğunu’ söyler. Halbuki Hizbullah 1982’de kurulmuştur. Gabriel, İslam ve şiddetin birbirinden ayrılamazlığını iddia eder. “Kur’an’a inanan, camiye giden, her cuma ve günde 5 kere ibadet eden Müslümanlar aslında radikal Müslümandır” der. Hani İslam’ın dünyaya katkılarından bahsedilir ya, cebir falan. Aslında onlar gayri Müslimlerdir. Ve bu icatlar Müslüman beyni olmayan beyinlerdendi. Ve işte İslam’ın tüm tarihi budur. (Nathan Lean, s. 177) 2009’da Gabriel’in senelik kazancı 180.000 dolardır. (Nathan Lean, s. 181) Obama’nın Müslüman olduğunu ileri süren Tony Perkins, ‘Ku Klux Kaln yöneticisi David Duke ile mali ilişkiye’ girerken aynı zamanda ‘beyaz üstünlüğünü savunan’ CCC konseyine de katılır. Tüm bunlar İslamofobi ile ırkçılığın büyük ölçüde örtüştüğünü de göstermektedir. (Nathan Lean, s. 167)  Mail sahtekârlığı ve güvenlik suçlamalarıyla 1990’da tutuklanan ve cezaevinde 2  sene yatan İnternet Evanjelisti Bill Keller, ‘İslam barış dini değildir, hiçbir zaman da olmamıştır’ der ve alaylı bir şekilde güler. (Nathan Lean, s. 141) 2008 Mayıs ayına kadar 2.500.000 dolar toplayan Keller, yılda 30-35.000 dolar topladığını iddia etmekte ve kayıp ruhları Mesih’e götürmenin verdiği tatminin tüm çabalara değdiğini belirtmektedir. (Nathan Lean, s. 147) Babası Türk, annesi İsveç’li olan, anne babası ayrı olan ve 17 yaşında Hıristiyan olan Ergun Caner ise Evanjelist Liberty Üniversitesi ilahiyat fakültesi dekanı yapılır. Kendini Hıristiyan olan eski bir cihadist olarak tanıtır. Onun dokunaklı hidayet öyküsü, kendi dinlerinin üstünlüğü ile ilgili güvence sağlamaktadır dinleyenlere. İstanbul’da doğduğunu söyler ama resmi mahkeme kayıtları onun İsveç’te doğduğunu, daha 3 yaşına basmadan 1969’da Ohio’ya göçtüğünü göstermektedir. “Irak’taki insanları özgürleştirdikleri için” salon dolusu askere teşekkür eden Caner, Amerikan özgürlüğünün değerlerini över ve İslam faşizmi altında pek çok sene yaşadığını açıklar. Kur’an’da bize, ‘Allah a’loosh ar turoos’ diyen bir ayet vardır diyen ve Arapça olmayan kelimelerin sonuna ‘ayn’ veya ‘in’ ekleri getirerek Arapçalaştırdığı ortaya çıkan Caner’in çocukluk yılları, hukuk sistemi acı bir velayet davasının detaylarını belirlemeye uğraşırken belirsizlik içerisinde geçmiştir. Caner kardeşler mahkeme sonunca Hıristiyan anne Monica’nın gözetiminde büyürler. “Annem, babamın çok sayıdaki eşlerinden biriydi” der Caner ama babası boşandıktan sonra başka bir kadınla evlenmiştir sadece. Caner’in cihadist iken son anda Mesih tarafından kurtarılma öyküsü 2010 yılına dek ona gerekli makam ve şöhreti sağlamıştır.  Haziran 2010 tarihinde, çelişkili tarih, isim ve yer adlarından dolayı dekanlıktan uzaklaştırılır. (Nathan Lean, s. 150- 157) Caner, “Liberty Üniversitesi, Caner’i Ruhban Okulu Dekanlığından Çıkarılır. Bir İslam uzmanı olarak güvenilirliğini şişirmek için biyografisini tahrif etmiştir.” (www.christianitytoday.com, 26 Haziran 2010)  “11 Eylül saldırılarının ardından “Ben Türkiye’de babam tarafından bir cihadçı ve ABD karşıtı olarak büyütüldüm. Amerika’ya çocukken geldiğimde terörist olmaya gelmiştim ama Hz. İsa kalbimi değiştirdi” diyen ve DVD ile kitap satışlarından zengin olan Caner atıldıktan sonra 7 ay sonra Teksas’a taşınarak burada 200 öğrencinin eğitim gördüğü Arlington Baptist College isimli bir okul ile anlaşmaya varır. Ancak bu karar okuldaki diğer eğitimcileri çılgına çevirmiştir.” (Gazete Vatan, 22.01.2012) Oklahoma’da bir grup, eyalette şeriat yasasının yasaklanması için çalışmalarda bulunur. Halbuki eyalette böyle bir yasa yoktur. New Gingrich ise, “ABD hükümetinin fedaral mahkemelerde şeriat kanununun tanınmasını yasaklayan yasa çıkarması gerektiğini söyler”  Böyle bir çalışma olmadığı halde! (Nathan Lean, s. 183) Gingrich’in kariyeri fırsatçılık örneğidir. Üç evlilik ve kanun dışı ilişkisi siyasi kariyerini sekteye uğratır. 2009’da Katolikliğe geçer. (Nathan Lean, s. 186) Bir Fransız gazeteci olduğu söylenen Jean Paul Ney:  “En iyi Müslüman ölü Müslüman’dır. AB uyarı amacıyla Erdoğan’ın sarayını bombalamalı ve bu pislikten kurtulmalı.” diyen bu Ney, bir keresinde Fildişi sahillerinde yapılacak darbeden üç-dört gün önce haberdar olmuştur. 20 yıl yatması gerekirken de nasıl olduysa 5 ayla kurtarmıştır. Defalarca hapse girip çıkmış ve Fransa’da ‘Canal Plus ve Itele’ için programlar üretebilen bu ‘gazetecinin’ ilişkiler ağına bakmaksak: Onu mahkemelerde savunan avukat, Ermeni lobisinin çok iyi tanıdığı ve bildiği, aynı zamanda da Fransa’daki Ermenistan Büyükelçiliğinin avukatı olan, zenginlerin avukatı Sevag Torossian beş parasız bir serseri başıbozuğu savunmaktadır. Jean Paul Ney’in aleni olarak bilinen ve Fransızların cohabitation dedikleri biçimde birlikte yaşadığı bir kadın vardır. Adı Frédérique Romano-Scialom. Babası Dominique Romano bir Yahudi. Pek çok alanda çalışması var ve çok zengindir. Fransa-İsrail Vakfı’nın da kurucusudur aynı zamanda. Romano’nun İbranice “Savaşçı” anlamına gelen ve Ariel Şaron’un lakabı olan “Guibor” adlı bir şirketi de vardır. Sonunda Jean Paul Ney yargılandığı ve defalarca hapse girdiği Fransa’dan kaçıp Çin’e yerleşir. (Fuat Uğur, Türkiye, 25.05.2017) İslam düşmanının bir ucu Fransa’da ve Ermeni Diasporasında diğeri Çin ve İsrail’dedir!

Peki ‘gerçekte’ bombaları patlatan, sivil katleden, çocuk öldüren kimlerdir?: “ABD’nin ‘yanlışlıkla’ katlettiği siviller. ABD’ya ait savaş uçakları, dün gece Suriye’nin Halep kentinde bir camiye hava saldırısı düzenledi. ABD, yaptığı katliamı kabul ederek, “El-Kaide zannettik” açıklamasını yaptı. ABD’nin bu açıklaması, son birkaç yıldır Ortadoğu’nun pek çok ülkesinde ‘yanlışlıkla’ yaptığı katliamları hatırlattı: 2007’de Afganistan’da 136 sivili katletti! Irak’ta sivil bina hedef alındı: 10 ölü. Gerani ve Gangabad Katliamları: 140 ölü! ABD bile bile hastane vurdu! Kunduz’da yine ‘yanlışlıkla’ katliam: 33 ölü. ABD Rakka’da da sivilleri bombaladı. ABD: “El-Kaide zannettik. Ve bugün… ABD uçakları Halep’te camide katliam yaptı. Liste uzayıp gidiyor.” (Yeni Şafak, 17.03.2017)  ABD başkanı Trump, 26.05.2017 tarihinde ramazan mesajı yayınlar ve “Amerikan halkı adına tüm Müslümanların huzurlu bir ramazan geçirmenizi diliyorum.” der. Ertesi gün ABD koalisyon güçleri Deyr ez-Zor vilayetine bağlı Mayaadin bölgesinde gerçekleştirdiği bombardımanda en az 35 sivili katleder. Saldırıda hayatını kaybedenler arasında kadın ve çocuklar da bulunmaktadır. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin (SOHR) yaptığı açıklamada 23 Nisan- 23 Mayıs arasında koalisyonun düzenlediği hava saldırılarında 225 sivilin hayatını kaybettiğini açıklar. Orta Doğu’daki sivil ölümlerini izleyen Londra merkezli topluluk Airwars, bu hafta başlarında yalnızca Irak ve Suriye’de 366 sivilin öldüğü tahmininde bulunur. (Sabah, 27.05.2017) MİT üst düzey görevlisi Gündeş’in belirttiği gibi, “Basının itiraf edemediği bir gerçekte, bölgedeki bütün çatışmaların İngiltere ve Amerika’nın örtüşen gündemlerinin sonucunda ortaya çıkmasıdır.” (Osman Nuri Gündeş, İhtilallerin ve anarşinin yakın tarihi, s. 499) Evet, ‘Barış ve demokrasi’ sözünü ağızlarından düşürmeyen ülkeler en çok savaş açan, sivil katleten ve silah satan ülkeler olmaktadır! “ABD Başkanı George Bush, 11 Eylül’deki intihar saldırılarının ardından terörizme karşı ”Haçlı Seferi” başlattığını söyler, ancak bunun zaman alacağını, bu yüzden de Amerikan vatandaşlarının sabırlı olmasını ister.” (Hürriyet, 17.09.2001); “Bush: Bu bir haçlı seferi. Bush, başlatılan mücadelenin bir haçlı savaşı olduğunu söyledi. Haçlı seferi sözünden sonra çark ederek Müslümanların gönlünü almaya çalışan ABD Başkanı George W. Bush, ABD’de Müslümanlara yönelik saldırı ve tacizlere son verilmesi çağrısında bulundu.” (Milliyet, 18.09.2001) Ve yıl 2004: “Bush ve Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin Seçim kampanyası başkanı Marc Racicot’un Florida’da yeni kampanya çalışanlarına gönderdiği bir mektupta, Bush, ”Terörizme karşı küresel bir haçlı seferine liderlik ediyor” diye övülür. (Hürriyet, 19 Nisan 2004; Akşam, 20 Nisan 2004)

Anders Behring Breivik, 2011’de Oslo’da terör saldırısı gerçekleştirir ve 77 kişiyi öldürür, 242 kişi yaralar. Katil kendini tapınak şövalyelerinin modern zaman lideri olarak görmektedir. Aryan gözükmek için estetik ameliyat geçirmiştir. 1683 Viyana kuşatmasından 400 sene sonra 2083, yılı yayınladığı manifestosunda önemli bir yer tutuyordu. “Bana Müslümanların kâfirlere cihat ilan etmeden ‘Müslüman olmayanlarla barış içinde yaşadığı tek bir ülke’ gösterin.” demektedir manifestosunda. (Nathan Lean, s. 259-267) Pamela Geller, bu faciayı Müslümanlara atfeder. Hiçbir delile ihtiyaç duymadan bu barbarca suçun ancak bir Müslümanca işlenebileceğine inanmaktadır. Fox haber olayı Müslüman aşırılıkçıların işi ilan eder. J. Rubin, “Cihadistlere karşı savaş açmanın çok masraflı olduğunu düşünenlere karşı akılları başlara getiren bir ikaz.”  olarak yorum yapar. Murdoch’un sahibi olduğu Wall Street Journal’da benzer yorumlar yapılır.  New York Times, İslamcı teröristleri sorumlu tutmak için bolca sebep bulur. (Nathan Lean, s. 268) Fox haber yapımcısı Bill O’Reilly, “Breivik Hıristiyan değildir. İsa’ya inanan hiç kimse kitlesel cinayet işlemez, o kesinlikle bu inancın mensubu değildir” demektedir. Bryan Fishman, el-kaide’den gördüklerini öğrendiğini ileri sürer. Psikiyatri ekibi onun hakkında şu teşhisi koyar: Paranoyak şizofren. (Nathan Lean, s. 271-273) Breivik İslam düşmanı kurum ve şahısların fikirlerinden etkilendiği kesindir. Manifestosu Evanjelist Hıristiyan, Siyonist ve islamofobi yazarlarından alıntılarla doludur. R. Spencer, Geller bu kişilerin başındadır. Spencer, 162 kere referans gösterilmiştir, Geller ise 12 kere. (Nathan Lean, s. 277) Saplantı filminden de etkilenen katil aynı zamanda bir İsrail sevdalısıdır. Katilin 7 kere kendisinden alıntı yaptığı ve kendisi ‘Güvenlik politikası merkezi’ kurucusu olan Frank Gaffney’ye, “yazılarının şiddetli sonuçlar için kullanılmasıyla ilgili ne düşündüğü” sorulduğunda, “Manifesto, şeriatı hâkim kılmayı uman Müslümanlar tarafından oluşturulmuş bir komplo da olabilir. Manifestonun etraflı bir araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu” söyler. “Bu işin arkasında Müslüman kardeşler olabilir miydi?” sorusuna cevabı ise, ‘kesinlikle’ şeklindedir! İsviçre’de minareler 2009 yılında yasaklanır ki zaten ülkede toplam 4 minare mevcuttur. (Nathan Lean, s. 281) Fransa’da ise Müslüman kadınlara peçe yasaklanır. Bunu Belçika takip eder. Norveç minareye karşı çıkar. Hollanda’da Geert Wilders, ‘Kur’an’ı faşist bir kitap’ olarak nitelendirir. Nefret suçu ile tazminata mahkum edilen Wilders’in tazminatını Daniel Pipes’in başında bulunduğu Orta Doğu forumu öder. (Nathan Lean, s. 287) Saplantı ve Fitne  adlı İslam düşmanı filimler de Breivik’in manifestosunda 30 kere geçmektedir. Katilim facebook arkadaşlarından 600’den fazlası da İngiliz ırkçı kurum EDL üyeleridir. İsviçre’de cami yapılacak yere domuz eti parçaları ve 120 litre kanı dökülür. Fransa, İngiltere’de camilere saldırılır. (Nathan Lean, s. 293, 294) Peki kimdir bu Geert Wilders? “ Saf kan bir Hollandalı değil! Annesi Endonezya kökenli bir Yahudi aileden geliyor. Dahası, saçları da sarı falan değil aslında, bildiğiniz siyah! Ama “milliyetçilik” oynadığı için, saçlarını cırtlak civciv sarısına boyatıyor! Zaten bilenler bilir… Hollanda’da Wilders’ın arkasında, sadece Yahudiler duruyor. Wilders’ı gerçekte, Yahudiler finanse ediyor, Yahudiler destekliyor! Yani Wilders’ın vahşi İslam düşmanlığının nedeni Yahudi faşizmi.” (Mehtap Yılmaz, Akit, 14 Mart 2017) “Katolik bir ailede büyüse ve ‘Hristiyan demokratlar müttefikim’ dese de, 1963 doğumlu Wilders kendini agnostik olarak tanımlıyor. Wilders’ın İslam karşıtı düşüncelerinin gelişmesinde ise gençliğinde 2 yıl süresince İsrail’de kalmasının, bu sürede “anti-demokratik” olarak tanımladığı Arap ülkelerine yaptığı gezilerin etkili olduğu yorumu yapılıyor.   Hollandalı aşırı sağcı Özgürlük Partisi (PVV) lideri, 15 Temmuz’da Türkiye’de yaşanan darbe girişiminin başarısız olmasına da üzüldüğünü söylemiş, “Askeri rejim, her halükarda Erdoğan’dan iyidir” demiştir.” (BBC Türkçe, Takvim, Milliyet, 14 Mart 2017)

Ünlü Alman dergisi Der Spiegel, bir kapak yapar: Kapakta, elinde Türk bayrağı tutan genç bir kız, arkada Kur’an kursuna giden Müslüman kızlar ve ellerinde Uzakdoğu sporu yapanların kullanılan çeşitli aletler bulunan Türk gençleri bulunmaktadır. Derginin yaptığı tastamam şudur: Tehlikeli yabancı iddialarını yeniden gündeme getirmek ve üstü kapalı bir biçimde Türklere karşı olan tepkileri meşrulaştırmak. Amaç, Türk azınlığı her türlü eşitsizliğe ve zor şartlara boyun eğdirerek, teslim olmaya zorlamaktır. (Hilmi Yavuz, s. 77) Dikkate değer olan neo-nazi dazlak çetelerinin, Türklere karşı giriştikleri kıyımları, Alman halkının dilini, dinini, kimliğini korumaya çalıştıkları bağlamında, bir çeşit meşru müdafaa gibi gösterilmeye çalışılması tehlikesidir. Justin Mccarthy, Death ABD Exile (Ölüm Sürgün) ve Müslims and Minorities (Müslümanlar ve azınlıklar) adlı eserlerinde, Birinci Dünya Savaşı’nda ölen Müslüman Türk ve Kürtler’in sayısına 2,5 milyon, 1821-1922 yılları arasında zorla göçe zorlanan Müslümanların sayısı 5 milyon, Bu yıllar arasında ölen Müslüman sayısını beş buçuk milyon olarak belirtir. (Hilmi Yavuz, s. 78) Doktor Andrew Mango, ‘etnik temizliğin kurbanı Müslümanlar olunca, nedense kimse bu konuya eğilme geriye duymamaktadır.’ demektedir. (Hilmi Yavuz, s. 79) “Seyahat edebiyatının tek özelliği, Müslümanların köleci ve kötü olduklarını ispat etmektir.” (Bryan S. Turner, s. 24) “Seyahat yazılarını çoğunlukla diplomat kişiler, misyoner, asker ve ticaret adamları yazmışlardır.  Seyahat yazıları casusluk için de kullanılmaktadır.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 138, 141) “18. ve 19. yüzyıllar boyunca birçok gezgin İslam topraklarının uzak köşelerine yolculuk etti. Yazdıkları kitaplara bakıldığında, İslam’a olan düşmanlıkları açık bir şekilde görülmektedir.  O halde bunlar halkından ve dininden nefret ettikleri ülkeleri seyahat etmek için niçin bu kadar zahmete katlanmışlardı? Bunun iki amacı vardı: Ticari sömürü ve politik istihbarat. (Asaf Hüseyin, s. 37-38, 47) Günümüzde bu tür gezginlerin yerini batılı istihbarat örgütleri almış bulunmaktadır. Bu elemanlar gazeteci veya iş adamı, yardımsever görüntüsü altında Müslüman ülkelere sızmaktadırlar. Topladıkları istihbarat kendi ülkelerinin çıkarlarını doğrultusunda kullanılmaya devam etmektedir. (Asaf Hüseyin, s. 50) “Thomas Thornton, Avrupalı seyyahların Türkiye hakkındaki gözlemlerinden şikâyet eder ve onların Türklerin davranışlarını, adetlerini ‘yüzeysel ve kasten hatalı bir şekilde gözlemlediklerini ‘ söyler.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 143) Knut Hamsun, 1899 yılında İstanbul’a bir seyahat gerçekleştirir ve bunu ‘İstanbul’da iki İskandinav Seyyah’ adıyla bir arkadaşı ile beraber kitaplaştırır. Kitabında Hamsun şunları yazar, “Türkler adam yemekten vazgeçeli beri, bir arada bulunmanın bir tehlikesi kalmamış artık. Vahşi Türkler ile anlaşmak mümkünmüş, diye düşünüyorum.” 20. yüzyılın başında Avrupalının zihnindeki Türk imajı işte budur: Türklerin sultanı, Hıristiyan etini yemekten vazgeçmiş midir acaba? Gerçekte ise insan eti yemek pratiği, 17 ve 18. yüzyıllarda Avrupa’da görülmüştür, Avrupalının zannettiği gibi Osmanlı’da değil!  (Hilmi Yavuz, s. 84) Avrupalı Katolikler Fransa’da ve İrlanda’da; Protestanlar ise Hollanda’da, insan eti yediklerine dair belgeler vardır. (Herbert H. Roven, John De Witt, Grand Pensionary of Holland; Giles Deleuze, Spinoza, Philosophie Pratique, s. 22) Bu konuda özet bilgi için, ‘Derin Tarih’ adlı derginin Mart 2019 sayısına ve Emrullah Kaleli’nin ‘Haçlı Seferlerinde Yamyamlık Hadiseleri’ (Turkish Studies – Historical Analysis Volume 14 Issue 2, 2019) makalesine bakılabilir.

Yıl 2023, aylardan Haziran. İsveç ve Danimarka vatandaşı olan Rasmus Paludan, Pegida hareketinin Hollanda’daki lideri Edwin Wagensveld, Norveç SIAN adlı ırkçı grubun yöneticisi Anna Braten, İsveç’te ateist ve PKK’lı Salvan Momika Kur’an yakmaya devam etmektedirler! Daha önce de defalarca İslamî kurumlara defalarca saldırılar yapılmıştır. Örneğin; Almanya’da 2012’den bu yana 78 camiye saldırı oldu. (Hürriyet, 21 Ağu 2014); Fransa’da cami önüne domuz leşi bırakıldı. (Ensonhaber, 23 Eylül 2014); Avrupa’da ırkçılar camileri hedef alıyor. (NTV, 26 Aralık 2014); Almanya’da camiye ırkçı saldırı.  (Sözcü, 15 Nisan 2022); Avrupa’da camiler Müslüman karşıtı saldırılara hedef oluyor. (AA, 21 Ağustos 2014); Viyana’da Türk Camii kapısına domuz organları bıraktılar. (Sözcü, 26 Aralık 2014); Bosna Hersek’teki bir cami avlusuna domuz leşi bırakıldı. (AA, 21 Ağustos 2020); Cami önüne domuz leşi. (Milliyet, 23 Eylül 2014); Almanya’da cami kapısına domuz kafası asıldı. (AA, 17 Mayıs 2020); Almanya’da cami kapısına domuz başı asıldı. (İndyturk, 5 Aralık 2021); Almanya’nın Dortmund kentinde cami kapısına gamalı haç çizildi. (AA, 9 Şubat 2022); Cami kapısına gamalı haç çizdiler. (Cumhuriyet, 2 Ocak 2014); Caminin kapısına gamalı haç çizdiler. (Hürriyet, 20 Kasım 2017) Müslüman kadına saldırdı, 2 kişiyi öldürdü; ABD’de Jeremy Christian adlı beyaz ırkçı bir kişi, biri başörtülü diğeri siyahi iki kadına trende hakaret ederek saldırdı. İki kadına bağıran Christian, “Müslümanlardan nefret ettiğini” ve “Müslümanların cani olduğunu” söylerken orada bulunan bazı vatandaşlar tarafından sakinleştirilmeye çalışıldı. Kendisine engel olmak isteyen üç kişiyi bıçakladı, olayda iki kişi öldü. (Mepanews, 28 Mayıs 2017) Fransa’da İslam düşmanlığı tırmanıyor! Türk derneğine çirkin saldırı. Paris’teki Türkiyeli Yurttaşlar Meclisi adlı derneğin duvarına “İslam=Mort (ölüm)” yazılarak spreyle saldırı gerçekleştirildi. (Sabah, 9.11.2020) Almanya’da İslam düşmanlığı tırmanıyor. Alman hükümetinin, Sol Parti’nin soru önergesine verdiği cevapta, Temmuzdan 17 Eylül’e kadar toplam 188 İslam düşmanlığı suçunun kayıtlara geçtiği ifade edildi. Saldırılar nedeniyle sadece soruşturmaların bulunduğu ancak hiç kimsenin gözaltına alınmadığı belirtildi. (Sabah, 9.10.2020) ABD’de İslam düşmanı gruplara 106 milyon dolara yakın fon sağlandı. ABD’de 2017-2019 döneminde Müslüman karşıtı gruplara 106 milyon dolara yakın kaynak aktarıldığı ortaya çıktı. (TRT Haber, 12.01.2022) Fransa’da kurumsallaşan Müslüman karşıtlığı endişe veriyor. (TRT Haber, 09.11.2022) ABD’de bir üniversitede Kur’an-ı Kerim sayfalarını yaktılar. ABD’de bir üniversitede Kur’an-ı Kerim sayfalarını yaktılar. Arizona Eyalet Üniversitesinde İslam düşmanları, Kur’an-ı Kerim sayfalarını yırtıp yaktı. (11.12.2021) Fransa’da saldırı girişimi! Aracını camiden çıkanların üzerine sürdü. (TGRT Haber, 29.06.2017) Londra’da bir araç camiden çıkan yayaların arasına girdi: Ölü ve yaralılar var. (Posta, 19 Haziran 2017) Kanada’da Müslüman anne-kıza İslamofobik saldırı Kanada’nın Hamilton kentinde, Müslüman anne ile kızı, bir kişinin İslamofobik saldırısına maruz kaldı. (AA;  14.07.2021) “Batı ülkelerindeki İslam ve Müslümanlık karşıtı bazı gruplar ile terör örgütleri, onlarca yıldır çeşitli eylemler yaparak camilere, ibadethanelere ve Müslüman derneklerine saldırı düzenliyor. “2016 yılından Ocak 2017’ye kadar toplam 2800’den fazla islamofobik saldırı” gerçekleştirildi. İşte Batıda yükselen İslamofobik saldırı bilançosu: ABD: Donald Trump’ın başkan seçildiği Kasım seçimlerinden sonra ise ırkçılık yükselişe geçti. ABD’de bugüne kadar 450’den fazla islamofobik saldırı yapıldı. Bu saldırılar özellikle kasım seçimlerinden sonra daha da arttı. ALMANYA: Almanya’da bugüne kadar 260 islam karşıtı eylem düzenlendi. 664 sığınmacı müslüman mültecinin saldırıya uğradığı ülkede 60’dan fazla camiye saldırı düzenlendi. AVUSTURYA: 90’dan fazla saldırı. BELÇİKA: Nüfusun yüzde 60’ı müslümanları tehdit olarak görüyor. Müslümanların yüzde 71’i kendilerinin terörist olarak görüldüğünü düşünüyor. Halbuki terör örgütlerine kucak açan ve teröristlere sahip çıkan ülkelerin başında Belçika yer alıyor. Ülkede 20’den fazla islamofobik saldırı gerçekleşti. FRANSA: Müslüman karşıtı gösterilerin en yoğun olduğu ülkelerden birisi. Özellikle müslümanlar ile diğer dine mensup kişilerin karşı karşıya getirilmeye çalışıldığı ülkede 360’tan fazla saldırı oldu. HOLLANDA: İslamofobik çevreler ülkede en çok camileri hedef alıyor. Öyle ki Hollanda’da yaşayan Türk vatandaşları ve diğer Müslüman ülkelerin vatandaşları, ibadet için gittikleri camilerin, ibadet esnasında kapılarının kapalı tutulması konusunda şu günlerde çalışma yapmaya başladılar. Hollanda’da bugüne kadar 100’den fazla saldırı gerçekleşti. Bu saldırılardan 20’den fazlasında ise camiler hedef alındı. İNGİLTERE: Başkent Londra başta olmak üzere ülke genelinde bugüne kadar 1000’den fazla saldırı düzenlendi. Genel olarak bu saldırıların çoğu Müslümanları hedef alsa da asıl hedefin yüzde 60’lık oranla Müslüman kadınlara yönelik olduğu belirtiliyor. İSVEÇ: 30’dan fazla saldırı. KANADA: İslam karşıtı saldırıların en az rastlandığı Kanada’da bugüne kadar 20’den fazla saldırı yapıldı. Bu saldırıların en büyüğü ise geçen günlerde bir camiye yapıldı ve saldırıda 6 kişi hayatını kaybetti. NORVEÇ: Norveç’te radikal sağcı Norveç Savunma Ligi ile Norveç’in İslamileşmesini Durdurma Hareketi taraftarlarınca onlarda kez İslamofobik saldırı gerçekleştirildi. YUNANİSTAN: Müslüman mültecilere sözlü ve fiziki saldırılar yapıldı. ‘İslam Avrupa Dışına’ gibi söylemler de ise son günlerde artış yaşanıyor.” (Sabah, 1.2.2017) vd.

“Müslüman karşıtı nefret suçu işleyen esas kişiler çeteler değil, çok çeşitli ‘ana akım medya ve politik yorumların yansıması’ olarak Müslümanları suistimal etmek, onlara saldırmak hakkın olduğuna inanan basit bireyler tarafından yapılmaktadır.” (Vikram Dodd, Guardian, 27.1.2010) “İslamofobi endüstrisi İslam karşıtı nefrete sebep olmaktadır. Ürettikleri ön yargıların sonuçları küçük olmayacaktır. Onlar marjinal gruplar değildir. ‘Daha ziyade politik ve kâr hatırına’ insanları farklı azınlık gruplarına bölmek amacında olanlara karşı direnmek ve karşı durmaya acil ihtiyaç vardır. Zamanın ilerlemesi ile ön yargılar daha da derinleşecek ve yerleşecektir.” (Nathan Lean, s. 301)

“Prens William’ın Ukrayna açıklaması tepki çekti. Avrupa’da değil de Afrika ve Asya’da savaş ve kan dökülmesine daha çok alışkın olduklarını söyledi. William, Ukrayna’ya da seslenerek, “Hepimiz arkanızdayız” dedi.” (Sabah, 11.3.2022) “Rusya-Ukrayna savaşında ırkçı söylemler! ‘Mavi gözlü ve sarı saçlı insanlar ölüyor’ ABD merkezli CBS NEWS muhabiri Charlie D’Agata canlı yayında “Burası on yıllardır kaosla yaşayan Irak veya Afganistan değil. Burası böyle şeyleri görmeyi hiç ummadığınız medeni Avrupalılara has bir kent.” ifadelerini kullanması izleyenleri şaşırttı. ITV News muhabiri Lucy Watson da bir tren istasyonundan yaptığı yayında “Ukraynalıların başlarına düşünülemez bir şey geldi. Burası gelişmekte olan bir üçüncü dünya ülkesi değil, burası Avrupa.” ifadelerini kullandı. BBC’ye konuşan Ukrayna’nın eski başsavcı yardımcısı David Sakvarelidze ise canlı yayında “Benim için bu yaşananlar çok duygusal, çünkü mavi gözlü ve sarı saçlı Avrupalıların öldürüldüğünü görüyorum” dedi. Fransız kanalı BFM TV’de konuşan başka bir yorumcu, “Putin’in desteklediği Suriye rejiminin bombalarından kaçan Suriyelilerden bahsetmiyoruz, Avrupalıların bizimkine benzeyen arabalarla kendilerini kurtarmak için ayrılmalarından bahsediyoruz” dedi. Fransız Gazeteci Ulysse Gosset’i ise yaptığı bir yayın sırasında “21. yüzyıldayız, bir Avrupa şehrindeyiz ve sanki Irak’ta ya da Afganistan’daymışız gibi seyir füzesi ateşi var, hayal edebiliyor musunuz!” ifadelerini kullandı.” (Hürriyet, 28 Şubat 2022)  “Ukrayna duyarlılığı altında ikiyüzlü ırkçılık! Boşnaklar da mavi gözlüydü. ABD ve Avrupa TV’lerinden ekrana yansıyan ‘Ukrayna duyarlılığı’ ikiyüzlü ırkçı yaklaşımı ortaya koydu: Sarışın mavi gözlü insanlar saldırıya uğradı. Bizim gibi arabalara biniyorlar. Burası Afganistan, Irak değil!” ‘Mavi göz duyarlılığı’ akıllara Avrupa’nın göbeğinde soykırıma uğrayan Boşnakları getirdi. Bosnalı Sırp çeteler, Yugoslavya’nın dağılması sürecinde Müslüman Boşnaklara karşı sistematik soykırım uyguladı. 1992-95 arasında ‘sarışın, mavi gözlü’ 300 binden fazla Boşnak katledildi. Batı da soykırımı izlemekle yetindi.” (Star, 1 Mart 2022)

“Polonyalı politikacı Tarczyński: 2 milyon Ukraynalı mülteci aldık 1 tane bile Müslüman almayacağız. Gurur duyuyorum.” (Yeni Şafak, 11/04/2022) “Paralı askerler Ukrayna’da. Sivillerin vurulması, kadın ve çocukların öldürülmesi savaş suçu. Bunlar durmalı.” (Ukrayna savaşı hakkında konuşan bir Avrupalı, Ülke TV haberden bir kesit) I. ve II. dünya savaşlarını sizler çıkarmadınız mı? Asya ve Afrika’daki iç savaşların, işgallerin nedeni siz batılı sömürgeciler değil mi idiniz? Fransa, ABD, İsrail, Çin, Rusya, İngiltere dahil Avrupa ülkeleri Libya, Çeçenya, Afganistan, Irak ve işgal ettikleri birçok ülkede sivil Müslüman halkı, çocuk, kadınları öldürürken bu sözler neden hiç edilmedi!

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş Kastamonu Üniversitesi İlahiyat Fakültesince düzenlenen 4. Uluslararası Şeyh Şaban-ı Veli Sempozyumu’nun açılış programında yaptığı konuşmada, “İslamofobi” kelimesiyle ilgili önemli bir çağrı yaptı: “Son günlerde ‘İslamofobia’ diyoruz. Lütfen bu tabiri kullanmayın. Bu emperyal bir dilin parçasıdır. Fobi, kendiliğinden olan bir korku demek. Kişinin yenemediği, doğal olan bir korkudur. Ama bugünkü dünyada var olan, adına emperyal dilin İslamofobia koyduğu şey, üretilmiş bir İslam düşmanlığı, üretilmiş bir İslam karşıtlığıdır.” (Yeni Akit, 05.05.2017)

‘Lanetli kurt adam’ filmi. ‘Vampirler başkaldırdı’ denirken vampirler, ‘lailahe illellah’ diye bağırmaktadırlar.

Conan; çizgi roman da bile bilinçaltına mesaj: Cadıların işaretinin hilal olduğunu haykıran kötü cadı!

‘Aslan Kral 2’ adlı çizgi filmden; İyi yürekli aslan kralın kötü yürekli kardeşi, sırtlanlarla anlaşma yapıp kardeşine komplo kurarken, “savaşa hazır olun” komutunu verirken sahnede gözüken hilal.

                                   Yedinci oğul adlı film

 “Güneşin Gözyaşları” adlı filminden iki kare: ABD askeri “bunu nasıl yaparlar?” diye sorunca, iki kerede kadın aynı cümleyi tekrar eder: “Bunlar böyledir işte” diye cevap verir. Bunlar dediği Müslümanlar, böyle dediği: Müslümanların din adamlarını öldürüp, kadınlara tecavüz edip işkence ile çocuklar dahil öldürmesi, masum köylüleri katletmesi! Tabii söylemeye gerek yok, ABD askerleri masum köylüleri korumak için Bruce Willis önderliğinde canlarını hiçe sayarlar…

  ‘Gecenin Dişleri’ adlı filmde, vampirlerin broşu 

“Walt Disney in 1992 tarihli Alaaddin adlı çizgi filminin şarkısı sözleri şöyle Başlar: “Ben uzak bir diyardan geliyorum, orada kervan develeri dolanır, orada çehreni beğenmezlerse kulağını keserler. Evet, barbarca bir şey…. Ama ne yaparsın, bu benim ülkem işte” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 71) 

‘Da Vinci Şifresi’ adlı filmde kilisede üstüne basılan bir kilim ve üzerindeki desen!

 Gitar Hero oyunu

“Günümüzde, piyasadaki dijital oyunlar, arka planda İslam düşmanlığına zemin hazırlamaktadır.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 393)

 Apple Arcade’in lansman oyunlarından Sneaky Sasquatch , tuvalet kapısı ve yine hilal!

Bilimsellik iddiası: “Oryantalizmin bilimsel merak kaynaklı olduğunu, bilinmeyen olarak nitelendirilen ve gizemini koruyan Doğu’nun dillerini, kültürlerini araştıran disiplin olduğunu savunan kesim olmuştur. Bu kesim, araştırmalarını objektif bir metotla yürüttüklerini savunsalar da, yaptıkları çalışmalarda Batı’nın Doğu üzerindeki maddi/manevi sömürgecilik faaliyetlerini görmezden gelmişlerdir.” (Furkan Emiroğlu, Oryantalizm nedir?, İlim ve medeniyet, 23 Ocak 2018) “Oryantalistlerin araştırmaları bilimsel havaya bürünmüş bir şekilde saklanan emperyalist hedeflerdir.” (Muhammed Bakır el-Hakim, s. 26)

Michael Curtis, emperyalizm veya misyonerlik amaçla değil de, Batı Avrupalıların başka nedenlerle Doğuya ilgi ve meraklarının olduğunu savunur: Gezginlik, ticaret, bilim adamlığı! Amaç, ‘Doğu toplumlarına ışık tutmaktır!’ Bunun aksi durumlar ise ‘nadirdir’!  (Michael Curtis, Şarkiyatçılık ve İslam, s. 450) Yine bir İngiliz bilim Bernard Lewis 1979 yazında, “Ortadoğu araştırmalarının durumu”nda çıkan, ‘Amerikan bilim adamı’ adlı makalesinde şöyle demektedir: ‘Avrupalı olmayan medeniyetler bugün bile, ‘entelektüel merak’ sahibi olmanın nedenini anlamakta çok güçlük çekerler. İlk Avrupalı Mısırolog ve arkeologlar Orta Doğu’da kazıya başlayınca halk onları casus ya da ajan olarak nitelendirmişlerdi.’Aslıda, “Oryantalizmi akademik merak saikiyle açıklamaya uğraş veren ve tüm eleştirilerini bu iddia üzerine kuran Bernard Lewis’in ABD siyasetiyle ilişkilerinin niteliğine bakmak dahi bu konuda yeterince açıklayıcı olacaktır.” (Yücel Bulut, Orientalism’in Ardından, Sosyoloji Dergisi, 3. Dizi, 24. Sayı, 2012/1, 1-57) “Oryantalizmi masum bir akademik merak ürünü olarak değerlendiren bu tanımların dışında söz konusu disiplini hıristiyan misyonerliği (R. Paret, The Study of Arabic and Islam at German Universities, Wiesbaden 1968, s. 5; M. Rodinson, Batıyı Büyüleyen İslâm, s. 46; M. Hamdi Zakzûk, Oryantalizm veya Medeniyet Hesaplaşmasının Arka Plânı, s. 8) ve sömürgecilikle iş birliği içerisinde (Edward Said, Oryantalizm) değerlendiren görüşler de bulunmaktadır.” (TDV İslâm Ansiklopedisi, Oryantalizm,  III/428-437)  “Hâlbuki Avrupa’nın yabancı kültürlere ilgi her zaman işgal, sömürme,  ticaret sebeplerle olmuştur! ABD’nin bölgesel araştırmalar geliştirmesinin temel nedeni siyasal olmuştur.” (Leonard Binder, Orta Doğu hikâyesi, s. 1) “İş alemi ve hükümet arasındaki ilişkilerin günden güne gürbüzleştiği bir ortamda, bir kültüre ilişkin bilgilerin gerçek amacı ne olabilir? Bugün İslamiyet’e ilişkin hemen hiçbir çalışma bağımsız ve çağdaş baskılarından korunmuş değildir. İslamiyet uzmanı akademisyenler hep bir ağızdan İslamiyet’in Batı’yı tehdit ettiğini haykırırlar.” (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 162, 163, 167, 168, 177)

“Kendi entelektüelini yetiştiren oryantalizm, bu durumu sömürgeci dö­nemde siyasal bir misyon olarak kullanmıştır. Batı tarih yazılımıyla, sömürge faaliyetleri bir paralellik göstermiştir. Bu çerçevede biyolojik bir felsefe olarak darwinizm, sosyal darwinizm şekline bürünmüş; canlılar arasındaki sınırsız mücadele olarak algılanan biyolojik darwinizm, Batılı için sosyal darwinizm haline alıp sömürmenin meşru bilimsel bir aracı halini alabilmiştir. Böylece Doğu’ya yönelik hakimiyet alanının genişletilebilmesi mümkün olmuştur. Entelektüeller, nihaî noktada sömürgeci oryantalizmin öncü misyonerleri, va­zifelerini yerine getirmişlerdir.” (Ahmet Davudoğlu, “Batı’daki İslâm Çalışmaları Üzerine”, Marife, sayı: 3, Kış Konya 2002, 49)

“Zamanla savaş ile alt edilemeyen ‘dinsizler’ Hıristiyan yapılmaları için Arapça başta İslami ilimlerle ilgili Avrupa da eğitimlere başlanır. Onların dini araştırılmalıdır ki ‘eksik/kusurları’ gün yüzüne çıkarılabilsin.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 53) “İslam inanç sistemini çürütmek için dil öğrenmek gerekliydi. 1321’de Viyana Konsülü ile dil okulları açılma kararı alınır. (Bulut, s. 49) Cuseli Nicholas ise, Kur’an’da üç dairenin mevcut olduğunu iddia eder. İlki Nasturi Hıristiyanlığı, ikincisi İslam peygamberinin Yahudi danışmanlarınca sokulmuş Hıristiyan karşıtı fikirler ve son olarak peygamberin vefatından sonra Yahudi musahhihler tarafında sokulmuş kötülükler. (Bulut, s. 52) Barthelemy d’Herbelot’nun öncülüğünde İslam Ansiklopedisinin ilk taslağı hazırlanır. Amaç Müslümanların güçlü veya zayıf yanlarını öğrenebilmektir. (Bulut, s. 70) 1793’de Fransa’da okul açılır, ‘amaç İslam inanç sistemine sızmak olduğu için, en basit veri ve bilgiler dahi fişlenip kayda geçirilir.’ (Ömer Baharoğlu, s. 25) 

“Oryantalistler, ilmi gibi gözüken çalışmalarını çoğu zaman İslami bir konuyu çürütme gayesi ile yapmakta, dini inancı ve İslam şeriatını zayıflatma amacını gütmektedirler.” (Dr. İbrahim el-Lebban, el-Müsteşrikûn ve’l-İslam, s. 15)  “Oryantalistlerin önemli bir eksiği de Müslümanların genelini temsilden uzak figürleri ön plana çıkarmaları ve tüm İslam âlemini temsil etme eğilimini o seçtikleri kişilerde görmeleridir. Oryantalistler bilerek ve açık bir şekilde İslam âlemindeki çeşitli eğilimleri seçip, onları ön plana çıkarıyorlar. Çalışmalarında politik çıkarlar gittikçe artmakta, yoğun bir siyonist etki yazılarında görülmektedir. Oryantalistlerin İslam üzerine yaptıkları çalışmada anlaşılması gerekli temel nokta objektiflik, akademik metot, tarafsızlık ve benzeri konulardaki iddialardır. Halbuki kendileri belirli bir inanç ve belirli bir eğilimle İslam’a yaklaştıkları için yukarıdaki kavramları teğet geçmektedirler.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 194-195, 198) “Oryantalistik çalışmalar, doğunun güçlü taraflarını bulup zayıflatmaya dönük bir araçtır. Oryantalistik çalışmaların temelinde sürekli olarak batının üstünlüğü anlayışı vurgulanır. Batı düşüncesine göre Doğu, batının yönetimine ihtiyaç duyan cahil, ilkel toplumlardan meydana gelmiştir.” (Yaşar, s. 21-22)

Oryantalist çalışmalarda objektiflik, tarafsızlık ve bilimsel namus aramak:

Avrupa’da İslam dinini incelemekle uğraşanlar, ya Hıristiyanlığa inanırlar ya da inanmazlar. Eğer Hıristiyanlığa inanan biri ise, bu incelemelerinde, nesnel gerçeklik yani mutlak doğru ile şahsi fikir ve hislerini birbirinden ayırması zor oluyor. İslam dini Hıristiyanların gözünde ilahi olmadığı için, Hıristiyan alimlerinin İslam dini için yapacakları araştırmalarda, ellerine geçen kitapta saldıracak yer aramaktan ibarettir. İnanmayanlara gelince, bütün dinlere bilimsel gelişmelerin en kuvvetli engel gözüyle bakmaktadırlar. (Namık Kemal, Renan Müdâfaanâmesi, s. 16) 

Müslüman olduktan sonra ‘Seydi Abdülkerim’ olarak adını değiştiren Roger du Pasquier şöyle söyler: “Batı hiçbir zaman gerçek anlamda İslamiyet’i tanımadı. Hıristiyanlar sürekli olarak ona iftira ve hakarette bulundular. Batılıları birçoğuna göre İslam üç şeyden ibarettir: Fanatizm, kadercilik ve çok evlilik. Batıda yapılan Doğu araştırmaları tarafsız bir bilimsel anlayışla yapılmamıştır.” (Pasquier, Decouverte de l’Islam, s. 16) “Batının Doğu incelemelerinde akademik bir gayeye rastlamak neredeyse imkansızdır.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 50) “Tercüme veya fihrist çalışmaları da, görünürde ilmi çalışma gibi gözükse de gerçek hedefleri, Allah’ın kitabı hakkında insanları şüpheye düşürmek amaca ulaşmak için birer vasıta olarak kullanılmak olmuşlardır.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 32, 33, 77) “Amaçları ilmi araştırma değil, fikir savaşı ve dini yıkımdır.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 31) “Doğu ile ilgili çalışmalar, öncelikle Batı için hazırlanmıştır. Batının Doğu ile çatışma içinde olması, bu bilgilerin düşmanca bir duygunun altında biçimlenmesine yol açmıştır.” (Baykan Sezer, Şarkiyatçılık üzerine, Türk kültürü araştırmaları, sayı 1-2,  s. 170) “Çoğunluğu dindar olan İslami araştırmalarla meşgul Hıristiyan oryantalistlerin pek çoğunun, kendi dininin teslis, çarmıha gerilme ve kendisini feda etme gibi temel inançlarını inkâr edip karşı çıkan bir dini araştırdıklarını unutmaları çok güçtür. Yine İslam dininin birçok doğu ülkelerinde Hıristiyanlığa galip gelip onun yerini aldığını unutmaları kolay değildir.” (İbrahim el-Lebban, el-Müsteşrikûn ve’l-İslam, s. 34) “Oryantalistler, İslami konularda araştırmaya, zihinlerinde peşin fikirle başlarlar ve o peşin fikre delil aramaya çalışırlar. Kullandıkları delinin sağlamlığı, taşıdıkları peşin fikirleri desteklemesi ile doğru orantılıdır. Bu nedenle, çok kere kişisel olaylardan, genel kurallar çıkarırlar. Böyle olunca da, içlerindeki peşin fikir, tarafgirlik ve hastalık olmasa, kendilerini kurtarabilecekleri çelişkilere düşerler. (Mustafa Sıbai, s. 75) “Hem fertler arası ilişkileri düzenleyen hem de nefis tezkiyelerini sağlayan bir din olarak İslam, batılıların belirlediği din standardının dışına çıkmaktadır. Ne tuhaftır ki batılılar İslam hakkında verdikleri bu hükmü, mesela içinde sosyal ilişkileri belirleyen hükümler olan Yahudilik için uygulamazlar.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 57) Blachere “Biz Doğu’nun dini kitapları arasında Kur’an kadar, okunuşuyla fikri düzenimizi dağıtan bir kitap görmedik.” (Blachere, el-Kur’an, s. 41) demektedir. Doğal olarak ta “Düşmanlık ve kıskançlık gölgesinde objektifliğin gerçekleşmesi mümkün değildir.”  (Adnan Muhammed Vezzan, s. 96) “Oryantalizmin temeli doğruluğa ve objektifliğe hiçbir zaman dayanmamıştır.” (A.L. Tibawi; Enver Abdülmelik, Hamid Algar, Krizdeki oryantalizm, s. 9) “Oryantalistler ne kadar bilgili olursa olsun, objektif olamadı.” (Asaf Hüseyin, s. 28) “Oryantalistler objektif gibi görünüyorlardı. Bir insan fizik bilimiyle uğraşırken objektif olabilir fakat din, kültür ile ilişkin alanlarda bu mümkün değildir.” (Asaf Hüseyin, s. 58) “Doğu ile özdeşleşen İslam ve Batı ile özdeşleşen Hıristiyanlık arasında süren savaş, hala insanlık tarihinin ayrılmaz bir öznesidir. Bu savaşta ‘Bizler ve ötekiler’ veya ‘ seçilmişler ve lanetliler’ ayrımı, İslam’la ilgili yorumlarda başlıca etkeni oluşturmuştur.” (Ömer Baharoğlu, s. 28) “Oryantalistler zayıf hadislere dayanmakta bir sorun görmezler. Tarih ve siyer kitaplarında doğruluğu ispatlanmamış zayıf haberleri inceden inceye araştırırlar. Bu gizli defineyi (!) ortaya çıkarmada ve zayıf rivayetleri arayıp bulmada tükenmez sabırları vardır. Çoğu zaman iddialarını çürüten nas (ayet/hadis) ve haberleri, delilleri görmezden gelirler.” (el-Lebban, el-Müsteşrikûn ve’l-İslam, s. 33) İşin ilginci birbirinden alıntılar ile  bu delilsiz düşmanca iddialar zamanla şöhret bulup hakikatmiş gibi algılanmaktadır.” (Hamdi Zakzük, s. 73) “12. ve 13. yüzyıllarda Müslümanlara ait birçok bilimsel eser batı dillerine Peter El Venerable’nin teşviki ile gerçekleşir. Amaç, Haçlı seferleri ile Hıristiyanlaştırılamayacağı ortaya çıkmaya başlayan Müslümanları misyonerlik faaliyetlerinde kullanılmak üzere İslam kaynaklarında bulunacak hataları arama gayretidir. Sonunda misyonerlerin kullanabileceği yedi eserden oluşan Toledo Külliyatı/ kolleksiyonu ortaya çıkar.”  (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 42) “1312 yılında Viyana’da toplanan konsül ile Arapça öğrenimi kararı alınır. Raymond Lull, ‘Arapları dininden döndürmenin en iyi yolunun Arapça’yı öğrenmek olduğunu’ görüşünü bu konsülde kabul ettirir.  1294 yılında Papa V. Silistin ile konuşur, ‘Eğer barışçıl çalışmalarla İslam ülkelerinde başarı sağlanamazsa, zor kullanarak Müslümanlar Hıristiyanlaştırılsın’ teklifinde bulunur. Arapçayı öğrenen misyonerler tercüme faaliyetlerine yönelirler, ilk Kur’an tercümelerini yapanlar Toledo kesişleridir. Roger Bacon (1220-1292) bir kitap yazarak Papaya sunar ve ‘Arapça eğitiminin, İslam’a sızma konusunda yardımcı olacağının’ özellikle belirtir.” (Ömer Baharoğlu, s. 44) “Theodor Nöldeke, 1887 yılında, bir oryantalist olarak “Tüm çalışmasının Doğu halklarına dair ‘olumsuz kanaatini’ teyit etmeye yönelik olduğunu” vurgular. (Ömer Baharoğlu, s. 221; Yaşar, 22) “Cambridge Üniversitesinde Arapça kürsüsünü açan kişiler gayelerini, 9 Mayıs 1936 tarihli resmi yazıda şöyle açıklamaktadırlar: ‘Hedefimiz, Doğu ülkeleri ile yapılacak ticaret yolu ile devlete ve krallığa yararlı bir hizmet yapmak ve kilisenin sınırlarını genişletmektir.” (A. J. Asbesry, The Cambridge Scholl of Arabic, s. 8) Bu bakış açısı batı dünyasında çok uzun bir müddet İslamiyet’in yanlış bilinmesine, bu yüzden de İslam’a karşı kin duymasına neden olmuştur. Bu doğal olarak misyonerlik faaliyetlerinin bir sonucuydu. Bu sonuçta oryantalistlerin büyük payı vardır. Misyonerlik, ‘ötekine’ yönelik üstünlük mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Oryantalizm gibi misyonerlikte, sömürgeciliğin keşif koludur!”  (Ömer Baharoğlu, s. 50) Ama günümüzde oryantalistler tüm bu “emperyalist ve misyonerlik amaçlı çalışmaları” bilimsel merak ile açıklamaktan çekinmemektedirler! “Müsteşrikler şüpheli olan ne ise, naklediyorlar. Çünkü bu metot onların menfaatine daha uygun görülmektedir. Kur’an’da ihtilaf ve çelişki bulunduğu yönündeki iddialar, Batıda ilk olarak Abdülmesih b. İshak el Kindi’ye nispet edilen ‘Risale’ adlı eserde görülmektedir. (Flamur Kasami, Kur’an’da çelişkili gibi görünen ayetler, s. 56, 68) Rudi Paret, ‘Hıristiyan bilim adamlarının İslam ile tanışırken, Hıristiyanlığa düşman bir dinde iyiliğin bulunmasının mümkün olmadığı şeklinde peşin bir hüküm taşıdıklarını’ itiraf eder. (Paret,  ed-Dırasetül-İslamiyye, s.9) “Cambridge Üniversitesi Hıristiyan ilahiyat fakültesi mezunu olan ve Londra Üniversitesi Doğu araştırmaları enstitüsünde ‘İslam ülkelerinde uygulanan medeni kanunlar’ bölümünün başkanı olan, Profesör Anderson, sırf İslam’da kadın hakları konusunda doktora tezi hazırlayan bir öğrencisinin, İslam’da kadın hakları olduğunu delilleri ile ortaya koyduğu gerekçesi ile tezini başarısız saymıştır. İskoçya’da bulunan, Glasgow Üniversitesi İslami araştırmalar bölüm müdürü, bir rahip ve bir misyoner idi. Oxford Üniversitesi, İslam Arap araştırmalar bölümü müdürü ise, bir Yahudi’ydi ve en basit bir Arapça cümleyi bile tercüme edemezken, fakültede, tefsir ve fıkıh üzerine dersler vermekteydi.” (Mustafa Sıbai, s. 86) “Oryantalistlere finansal sağlayan kuruluşların başında da, Rockefeller Vakfı ve Ford Vakfı gibi Yahudi şirketler bulunur.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 234) 

Tebbet suresi, Ebu Leheb’in kâfir olarak öleceğini önceden ilan eden bir suredir. Leheb aslında azıcık aklını kullanıp, “Ben Müslüman oldum” dese, Hz Muhammed zor durumda kalacaktır, Kur’an – Haşa – yalancı çıkacaktır! Önceden (3. ayet ile) verilen bu haber, zamanla gerçekleşir ve Kur’an’ın ilahi bir mucizesi olarak tarihe not edilir. Peki, bu mucizevi ayete oryantalistler nasıl yaklaşmaktadır? 40 yıl Tel Aviv Üniversitesinde ‘İslam Araştırmaları bölümü profesörü’ olan oryantalist Uri Rubin tarafından yazılan, “Abu Lahab And Sura CXI” adlı makalede, Tebbet suresinin 3. ayeti yani, “O ( Ebu Leheb) alev alev yanan ateşe atılacak” mealindeki ayet meali ‘yoktur’! Sadece 18 ile 21. sayfalarda, ayetmmealini vermeden kendi yorumlarını yazarken 3. ayet diyerek yazmakta ama mealini vermemektedir! Neden? Çünkü ‘önceden hedeflediği amacına ulaşması için 3. ayet ona engel’ olmaktadır, o zaman bu ayet, değersiz; yok hükmündedir! Oryantalist Loth, Kur’an’daki “Yâ sîn, Hâ mîm” gibi sure başlangıçlarının  Medine’de indiğini ve oradaki Yahudiler’den etkilendiğini ileri sürer. Hâlbuki bu şekilde başlayan 29 surenin 27’si Mekke’de, sadece ikisi Medine’de inmiştir. (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 76) Meşhur oryantalist Jeffrey, bir taraftan sahabe’nin elinde yazılı Kur’an ayetlerinin olmadığını iddia derken başka bir yerde ise, İbni Mesud, Ali, Ubeyy ve Ebu Musa’nın Kur’an cemlerine sahip olduğundan bahsetmektedir. (Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 67) “Başta Goldziher olmak üzere, oryantalizm sıfatı ardına saklanarak dinlerini hiç ön plana çıkarmadan İslam’a olan düşmanlıklarını kusma fırsatlarını bulmuş Yahudi kökenli oryantalistler bulunmaktadır.” (Hamdi Zakzük, s. 48) Yahudi iken sonradan Müslüman olan Margaret Marcus (Meryem Cemile) “Oryantalistler kendi misyoner amaçlarına hizmet eden yazarların fikirlerini göklere çıkarırlar.” (Meryem Cemile, İslam ve Oryantalizm, s. 48) derken aslında eski dindaşlarını anlatmaktadır. Meşhur oryantalist “Goldziher, İslami kaynaklar hakkında yalan söylemekte, yorumlarda aşırılığa, delil olamayacak şeyleri delil gibi sunmaya çalışmaktadır. Goldziher, Demirî’nin,  ‘hayvan kitabı’ ya da ‘Bin bir gece masalları’ veya çeşitli yazarların edebiyat kitaplarındaki uydurulmuş rivayetlere itibar etmekte, önemli deliller gibi sunmakta.” (Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. 15) ve buradan hareketle ‘İmamı Azam’ın, Bedir Savaşı mı önce yoksa Uhud mu önce, bunu bilmediğini’ ileri sürmektedir. Halbuki “Büyük fıkıh alimi Ebu Hanife’nin sadece öğrencilerinin yazmış olduğu siyer kitaplarına (Siyeru’l-Evzai, Siyeru’l-Kebir) bakılsa, büyük imamın, bu konudaki ilmi derecesinin ne kadar olduğunu rahatlıkla görebilirdi.” (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 77) “Bu meşhur oryantalist, Ebu Hanife’nin hayatını anlatan birçok ilmi eser’i görmezden gelip, kendi amacına hizmet edecek, ilmi hiçbir delili olmayan böyle bir kitabı kaynak göstererek, yazılarındaki objektiflik ve ilmi seviyeyi ortaya koymaktadır.” (Mustafa Sıbai, s. 77) 

James William Hampson Stobart, ‘Kuran’ın, biraz şiir kabiliyeti olan ve biraz Yahudi efsanelerine yabancı olmayan herhangi bir kişinin ilahi vahiy iddiasını taşımadan yazabileceği bir eser olduğunu’  iddia eder. (İslam and its Founder, s. 68) Ama, 600’lü yıllarda fil suresine nazire yapmak için, Müseylemetül kezzab’ın uydurduğu:” el-Fîlu me’l-Fîlu ve mâ edrâke me’l-fîlu lehu zenebun kasirun ve hurtumun tavil: Fil, filin ne olduğunu bilir misin? Onun kısacık bir kuyruğu ve uzun bir hortumu var…”(el-Amidi, Gayetu’l-Meram fi ilmi’l-kelam, 344; el-Îcî, el-Mevakıf, 3/393) gibi rezalet uydurmalardan en son, 2000’li yıllarda “The True Furqan” adlı uydurma kitaba dek birçok denemeler olduğu ama hepsinin başarısızla sonuçlandığından habersizdir! “Entelektüeller, profesörler, şairler toplanın ve ülkemiz için bir kitap yazın. O kitabı, yavaş yavaş insanları eğiterek uygulayın. Bizi kısa sürede Çin ve ABD’den daha güçlü hale getirecek bir eser ortaya koyun, böyle bir eser ortaya koyun. İşte aciz bırakmak (mucize) budur. Bu Kur’an’ın mucizelerinden biridir, bu kadar kısa sürede böyle bir toplumsal atılımın, dünya tarihinde başka bir örneği yoktur. Tarihte böyle etki bırakmış bir şahsa deli diyebilir miyiz? Üstelik o, bu etkiyi önceden bildirmiş ve haber vermiş iken. Hele de bu kişi 40 yaşına kadar siyasetle uğraşmamış, 53 yaşına kadar da komutanlık yapmamışsa. Mekke’deki dönemin semeresi ileride valiler ve komutanlar olacak muhacir nesliydi.” (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 287-288) “Kur’an misli eserlerinizi yazıp toplumun ahlakını değiştirin! Siz de Çin ve ABD’yi mağlup edeceğimiz eserlerinizi ortaya koyun.” (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 413)

“Sıbai, Yahudi asıllı oryantalist Schacht ile görüşür ve ona Goldziher’in İslami metinleri tahrif ettiğinden bahseder. ‘Bu konuda hata etmiştir’ der Schacht. ‘Bu sadece soyut bir hata mıdır? diye Sıbai sorunca, Schacht öfkelenir. Başka bir konudaki hatalarını da delilleri ile ispatlayınca, ‘Bu da Goldziher’in hatası ama alimler hata etmezler mi?’ diye cevaplar Schacht. Konuşma devam ettikçe oryantalist Schacht kinlenmeye başlar. Sıbai sonunda şöyle söyleyerek konuşmayı bitirmek zorunda kalır: “Şüphesiz senin isimlendirdiğin bu tür hatalar, geçen asırda meşhur hale gelmiştir ve sizden herhangi bir oryantalist bunları ‘ilmi gerçekler’ diye kullanmaktadır.” (Sıbai, el-İstişrak, s. 54-55)   

Katolik savunucusu, karşılaştırmalı dinler konusunda uzman ve doktora öğrencisi olan Luis, ‘10 yıl boyunca İslam’ı araştırmış ve entelektüel ve ruhsal yönden iflas etmiş bir din olduğu sonucuna’ varmış! 10 yıllık bilgi birikiminin göstergesi: “Fatiha” suresinde “kaç rekat var?” şeklinde kendisine sorulan soruya verdiği cevap: “2!” En ılımlı oryantalist olarak bilinen “M. G. Watt, ‘ Müslümanlar ve Araplar savaş toplumudur, barış toplumu değildir. Savaş Arapların bir özelliğidir ve onu sistemli hale Muhammed sokmuştur’ der. Dünya savaşlarını çıkaran bu toplumun içinden biri olan profesöre, bir öğrenci Bakara suresi 216. ayetini (Hoşunuza gitmediği halde, yine de size savaş farz kılındı.) okuyunca adam şaşırıp kalır ve sessizliğe sarılır.” (Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. 3-4) “Papaz ve oryantalist olan Watt, Kuveyt üniversitesinde verdiği bir konferansta, ‘İslam ve Müslümanlara özgü yazdıklarımızda insaf ve objektiflik içerisinde kalmaktayız.’ (M. Abdülfettah Ulyan, Adva’ ale’l-İstişrak, s. 11) demektedir. Bu sözlerin birer aldatmaca olduğunu, aynı oryantalistin İngiltere’de Edinburgh Üniversitesinde yapılan 10. oryantalizm toplantısında sünnet, rivayetler ve İbni İshak’ın tarihinden bahsederken, hiçte ‘İslam ve Müslümanlara uygun olmayan ifadeler’ kullanarak (Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. 108)  göstermiştir. “M. Watt Hz Muhammed’i daha iyi bir imajla ortaya koymaya çalışmaktadır. Muhtemelen soğuk savaş dönemi komünizme karşı işbirliği siyasetinin de etkisi ile “Hz Muhammed kendi dönemi, yer ve zaman şartları ile değerlendirilmelidir.” demektedir. Watt’a göre “Araplara bir din lazım idi ve Muhammed’de tam zamanında bu ihtiyacı gidermiştir. ” (Montgomery Watt, İslam ve toplumsal dayanışma, s. 269) Watt bir dünya savaşı olur da İslam dünyaya hakim olursa nelerden insanlığın yoksun kalacağını şöyle sıralar: “Kimse İslam’ın kökeninin Yahudi ve Hıristiyanlığa dayandığını bilmeyecek, İslam, dünya toplumunun kültürel zenginliğini yok edecektir.” (Watt, İslam ve toplumsal dayanışma, s. 276) Carl Brockelmann tarafından yazılan, ‘İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi’ adlı kitabından verelim. Yazara göre, Müslüman Arap idareciler, sonradan Müslüman olan ve Arap asıllı olmayanları, raiyye; ‘sürü’ gözüyle gördükleri, iddiasında bulunur. Halbuki, ‘Rai’ kelimesi ‘Lider, başkan’ ve ‘Raiyye’ kelimesi ise ‘kavim, millet, topluluk’ anlamına gelir. Ayrıca raiyye kelimesi, sadece yabancılar için değil, ‘ bütün halk’ anlamında kullanılır. Ayrıca bir hadiste (Buhârî, Cum`a 11, İstikrâz 20, İtk 17, 19, Vesâyâ 9, Nikâh 81, 90, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 20; Ebû Dâvûd, İmâre I/13; Tirmizî, Cihâd 27) ‘Hepiniz çobansınız, emriniz altındakilerden sorumlusunuz.’  anlamındaki meşhur hadiste, ‘Rai’ kelimesinin ‘Emanete güvenilir muhafız olan, emriniz altında bulunanlara adaletli davranan’ anlamlarında kullanıldığı görülür. Başka bir hadiste (Buhari, Ahkam 8:8 /107 ; Müslim, İman 63:1/88) ‘Raiyye’ kelimesinin ‘Müslümanlar’ anlamda kullanıldığı da, görülmektedir. (Mustafa Sıbai, s. 80) Albert Hourani, Ortadoğu siyasetinde güç mücadelelerinin, geleneksel olarak soyluların siyaseti olduğunu (A. Hourani, Ottoman reform ABD the politics if notables) ileri sürer. Bu görüşün zıttına başka bir oryantalist, Fransız asıllı Protestan Diplomat ve İngiltere’nin Osmanlı Büyükelçisi Pauk Rycaut, 17. yüzyılın sonlarında Osmanlıda eksiklik olarak, Avrupa ülkelerinin aksine yüksek mevkileri elinde bulunduran “asil kana” sahip bir soylular sınıfı da Osmanlılarda yoktu, demektedir. (Michael Curtis, Şarkiyatçılık ve İslam, s. 61) “Gibb ve Bowen, İslamiyet’in şahsi teşebbüsün söndürülmesine neden olduğu iddia edilmektedir.  Weber’in İslami bilgisi, Yahudilik ve Hıristiyanlık hakkındaki bilgisine göre çok zayıftır. Ona göre İslam toplumu, akılcı bir kapitalist ruh ortaya çıkarmamış ya da çıkmasına katkıda bulunmamıştır.” (Bryan S. Turner, s. 24, 26) Weber, amaç olarak kapitalizmi hedeflemiştir, ona ulaşan her şey iyi, doğrudur. Tersi ise, zararlı, yanlıştır.  Weber’e göre, İslam’da kapitalist gelişme için gerekli olan hukuk geleneği yoktur. (Bryan S. Turner, s. 93)  derken Faik Bulut gibi ateist yazarlar da, İslam’ın kapitalizm ile iç içe olduğunu iddia eder ve tıpkı oryantalistler gibi önyargılı, peşin hükümlü olduğu için ve tüm önyargılılar gibi aynı konuda birbirine zıt fikir ileri sürer ve gerek ateist gerek oryantalistler bu önyargılarından ötürü İslam’ın ruhunu asla kavrayamazlar.

“Batı üniversitelerindeki Müslüman doktora öğrencileri sınavı geçmek için oryantalist teorilerin bilmek değil, aynı zamanda bunların temelden doğru olduğunu kabul etmek zorundaydılar.” (Asaf Hüseyin, s. 56) “Avrupa’da mastır ve doktora yapan öğrencilere sözlü sınavlarda daima sorulan soru: “Schact’ın hadis’e olan ilişkin teorisi hakkında neler biliyorsun?” (Tibawi; Abdülmelik, Algar, s. 192) “Ezher Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve kahire Üniversitesi Edebiyat fakültesi mezunu Doktor Emin el Mısrî, İngiltere’de, oryantalist Schacht’ın iftiralarına cevap vermek için bir tez almaya karar verir fakat diğer oryantalist Profesör Anderson, ‘onun kitabını tenkit tez konusu olmaz, abes bir şey olur.’ diyerek bu teklifi reddeder. Bunun üzerine üniversiteden ayrılarak Cambridge Üniversitesi’ne başvurur. Orada, aynı konuda tez almak ister fakat orada da ret cevabı alır. Sonunda bu tez çalışmasından vazgeçmek zorunda kalır. Oryantalistlerin hilelerini açığa çıkaracak tezler hazırlamalarına müsaade edilmemektedir.” (Mustafa Sıbai, s.  91-94) Görüldüğü gibi “Oryantalist gelenek sanıldığı gibi güçlü değildir ve aynı zamanda çözülmemiş analitik sorunlar barındırmaktadır.” (Bryan S. Turner, s. 64) 

 “İlk Kur’an tercümesi, Fransız papaz Peter the Venerable’in önderliğinde, Robert von Ketton tarafından yapılan Kur’an tercümesidir.” (Hıdır, s. 139-140) Müsteşriklerin yaptıkları çevirileri üzerine yaptığı araştırmalar sonucu Prof. Dr. Salih Akdemir şu tespitte bulunur: “Onlar (müsteşrikler) tarafından yapılan tercümelerin sağlıklı olmadığını, kasıtlı ya da kasıtsız birçok hata ihtiva ettiğini burada özellikle belirtmek isteriz.’’ (Salih Akdemir,  Cumhuriyet Dönemi Kur’an tercümeleri, s. 42) Zaten Kur’an’ı ilk tercüme ettiren Fransız başrahip Pierre le Venerable, “İslam’ı yaymak için değil, ona reddiye yapmak için çeviri yapıyoruz, İslam’ı yenmek için onu tanımak gerekir.” (Jacques  Waardenburg, E. De l’Islam,  VII/738; M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması,  s. 29) derken, yazdığı İslam tarihi Türkçeye de çevrilen ve birçok insanın zihnini bulandıran Leone Caetani “Vazifelerimizden biri bu savaşçı dinin insanlığa verdiği zararı tarafsız olarak anlatmaktır. İslamiyet inananlarının derin inançları dolayısı ile Hıristiyanlık mezhebinin ilerlemesine büyük bir engeldir.” (Annali Dell’İslam, II/16-20) diyerek yapılan tüm bu çalışmaların  objektiflikten ve ilmi olmaktan ne kadar uzak olduğunu açıkça itiraf  etmektedirler. Yazdığı eserin cevapları bu çalışmamızın ayrı bir bölümünde ele alınmış olan Caetani, peygamberimizle ilgili birçok ithamda bulunmuş ve sonra bu iddialarını çürüten rivayetler için ise, sonradan uydurulmuşlardır anlamında; “Daha sonraki fikirlerin yansımasıdır.” (Leon Caetani, İslam tarihi, I/389-390) diye sübjektif bir değerlendirmede bulunmuştur. Yani bu oryantaliste göre, efendimizi öven veya iftiralarına cevap veren rivayetler “Muhtemel değildir” “Sonraki fikirlerin bir yansımasıdır.” Ama İslam’a saldırı malzemesi olabilecek olan her rivayet sağlamdır, güvenilirdir. Bu rivayet dini değil, havyalarla ilgili edebi bir eserde olsa bile! Dolayısı ile bir şeyin sağlamlığının ölçüsü ilmi bir takım kriterlere uyması değil, oryantalistlerin gönüllerindeki duygulara hizmet etmesi olmaktadır. Yine Caetani, Hişam b. Urve’nin Hz Aişe’den hadis rivayet edemeyeceğini çünkü Hişam’ın vefat tarihi 146 iken Hz Aişe’nin vefat tarihinin ise 58 oldu, dolayısı ile bu iki kişinin birbirlerini görmeleri imkânsız olduğunu ileri sürer. Bu şekliyle iddia doğru gözükmektedir ama Caetani bir şeyi gizlemektedir. Hadisi rivayet eden Hişam hadisi “babasından” almış, babası Hz Aişe’den dinlemiştir ama Caetani ‘babasını’ isnad zincirinden silince ortada birbirini görmesi imkansız iki ravi kalmaktadır! Caetani bir taraftan “hadisleri daha çok genç sahabece aktarılmış, Ebu Bekr, Ömer, Osman gibi daha yaşlı sahabe ise neden daha az aktarmış?” diye sorarken, diğer taraftan da, “Hadisler, bizi II. Hicri asırda yaşayan Müslümanların, ‘Muhammed’in ne söylemiş olmasını istediklerini’ gösterirler. Muhammed’in ne söylediğini bildirmezler.” diyerek aslında, birçok oryantalist gibi, hadislerin II. asır Müslümanlarının uydurduğunu ileri sürer. Eğer genç sahabeler hadisleri uydurmuşsa, II. asır Müslümanlarını bu oryantalistin devamlı suçlaması nedendir? Hadisler II. asırda uydurulmuş olsa idi, hadis rivayetini genç  sahabeye söyletip te 1300 sene sonra gelecek olan oryantalistlerin bile eline itiraz edebileceği bir koz vermek yerine, neden Hulefâ-yi Râşidîn, Aşere-i mübeşşereden rivayet ettirmemişlerdir? Hem sonra neden uydurdukları (!) hadislerin sıhhat derecelendirmesini yapmak için, uydurulan isnad zincirindeki insanların hayatlarını tek tek araştırıp ciltler dolusu eserler yapma zorunluluğu hissetmişlerdir? Onlar mı çok saftı, Caetani mi çok kurnaz? Ayrıca yine sormak gerekiyor, genç sahabeye hadis rivayet etme hakkı tanımayanlar, 1300 sene sonra, hem de Hıristiyan oldukları halde nasıl İslam tarihi yazma hakkını kendilerinde bulabilmektedirler? Yine ‘neden daha yaşlı sahabeler hadis rivayet etmedi?’  diyen Caetani’ye, yaşlı sahabe diye adlarını saydıkları arasında yer alan Ebu Bekir’in evinin mescide bir mil uzakta olduğunu ve ticaretle uğraştığını, Ömer’in de ticaretle uğraşıp günaşırı Medine’ye gelebildiğini, Hz Osman’ın da hurma ticaretiyle uğraştığını hatırlatıp, mescidin yanında bulunan ve kendilerini ilme adamış bu genç sahabilerin daima efendimizle içli dışlı olup O’ndan daha fazla hadis rivayet edebilmelerini gayet normal olduğunun nasıl olur da farkına varamaz? Bu arada II. asırda, Ebu Hureyre’nin haberi olmadan kendilerini ravi gösterip hakkında hadis senedi oluşturan (!) Muhaddisler yüzünden Caetani, neden Ebu Hureyre’yi suçlayıp eleştirmektedir? Ateist iken sonradan yeniden İslam’a dönen sayın Meriç’in tespiti çok yerindedir: “Hz Muhammed yaşamamıştır gibi ilginç bir iddianın sahibi aynı zamanda, evlilikleri üzerinden itirazın da sahibi olabiliyor. Özellikle oryantalist yazarlar Bu açıdan ilginç örneklerdir.” (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 142-143) Ülkemizde ateizmin yayılmasında yazdığı eser nedeni ile önemli yer tutan Caetani’nin çarpıtmalarına örneklere devam edelim: İbn-i Abbas, peygamberimizin eşi Meymune annemizin yeğenidir. Yani Meymune annemiz, İbn-i Abbas’ın teyzesidir. Ayrıca İbn-i Abbas, peygamberimizin de amcasının oğludur. Abbas ‘akıl baliğ olmadan önce’ küçük bir çocuk iken, bir gece efendimizde misafir kalır ve onlarda geceler. Gece yatakta efendimiz ve eşi yastığın uzunluğuna başını koyar, küçük Abbas ise enine. Yani ‘L’ şeklinde yatarlar. Sonra gece efendimiz -Kendisine farz, ümmetinin ise kılmakta serbest bırakılan- gece namazını kılmak için kalkar. Abbas’ta uyanır ve onunla kalkar, efendimiz başını, kulağını okşar (Bunlarda çocuk olduğunun delilleridir) ve beraber namaz kılarlar. Abbas daha sonra bu çocukluk devri hatırasını anlatır. (Buhari, I/53-53) Ama Caetani (İslam tarihi, V/199) bu olayı eserinde nasıl aktarır: “Kendi kendine paye vermek, Muhammed’le samimiyetini göstermek için, Muhammed ve zevcesi ile aynı yatakta yattıklarını anlatır.” Caetani, yastığı, yatak; Abbas’ı çocuk değil, delikanlı; Meryem ve efendimizi ise akrabası olmayan biri gibi göstermiştir! Caetani’nin bilimsel (!) bakış açısına başka bir örnekle devam edelim. Caetani, Nisa 15. ayette geçen, “Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara sizden dört şahit isteyin. Eğer şahitlik yaparlarsa, ölünceye kadar veya Allah onlara bir çıkış yolu verinceye kadar evlerde tutun.” ayetini bakın nasıl anlamıştır? Ayeti okuyan herkes, bunun bir ev hapsi cezası olduğunu hemen anlar ama bakın Caetani bu ayeti nasıl yorumluyor: “Kur’an iki yerde zina cezasında bahseder. Birincisi kadını canlı canlı bir yere kapayarak açlıktan öldürmek…!” (VI/348)  Başka bir örnek: Caetani Hayber savaşı sırasında efendimizin dua ettiğini ve “Allah’tan hücum edeceği memleketteki bütün malları, kendine bahşetmesi için yalvardığını.” yazar ve “Müslümanların büyük kısmının kâfirlerin mallarını elde etmek için bu yeni dine girdiğini” (V/82-83) iddia eder. Peki gerçek aslında nedir ve efendimizin duası nasıldır?  Efendimiz duasında Allah’ın büyüklüğü anıldıktan sonra duasına şöyle devam eder: “Ey her şeyin sahibi Allah’ım! Senden bu yerin, hayrını ve iyiliğini, ‘bu yerin halkının, hayrını ve iyiliğini, bu yörede bulunan her şeyin hayrını ve iyiliğini’ dileriz.” (İbn-i Hişam, III/343) Efendimizin savaşacakları yerin halkını iyiliğini dahi dualarında Yaradandan talep etmektedir. Onların sadece ‘Hayr’ını istemektedir! Hayr, yani güzellik, iyilik! Devam edelim: Caetani, efendimizin “Ben çok şiddetli-öfkeli bir adamım, bazen gözlerim hiddetten kararıyor.” diye dua ettiğini (İslam Tarihi, IV/351) yazmaktadır. Halbuki bu duanın aslı: “Ey Allah’ım! Bende sonuçta bir insanım. İnsanların kızdığı gibi benimde bazen kızdığım, darıldığım olabilir.” (Vâkidî, II/554-555; Ahmed b. Hanbel, X/233; Köksal, XIII/65) şeklindedir. Caetani yine ve birçok kez yaptığını yapar ve efendimizin Osman b. Ebi’l-As’a söylediği: “Ey Osman! Namazı itidal üzere kıldır. En zayıf olanları göz önünde bulundur, onların içinde yaşlı, küçük, zayıflar bulunabilir.” şeklindeki sözünü, (Müsned, I/165) “En zayıfların (yani pek isteye isteye namaz kılmayanların) halini de göz önünde bulundur.” şeklinde tercüme eder. (VI/291) İslam muhaddislerini durmadan uydurmacılık ve yalancılıkla suçlayan Caetani, iddialarını bir kez bile ispatlayamazken kendisinin içine düştüğü bu durum acaba nasıl yorumlanabilir, kararı okuyucuya bırakıyoruz. Caetani, İbni- Hacer’e  dayanarak “İbrahim’in cenaze namazının kılınmadığını” aktarır. (I/93) Halbuki İbn-i Hacer, İbrahim’in cenazesinin kılınıp kılınmadığı hakkındaki iki rivayeti de sıraladıktan sonra, Nevevi’nin dört tekbirle namazının kılındığı görüşüne katıldığını belirtmektedir. (İbn-i Hacer, İsabe, I/93) Yine Caetani, İbn-i Hacer’e dayanarak bir hadisin kesin doğru olduğunu (VII/8) ileri sürer ki, aslında İbn-i Hacer  hadis hakkında İbni- Abdulberr’in “sahih değildir.” dediğini aktarmaktadır.  (İsabe, I/94) Ayrıca Caetani’nin hayli önemsediği en büyük kaynağı İbn-i İshak’ta, bu hadisin ravilerinden Abdullah b. Ebi bekr’in hadisini kabul etmediği görülmektedir. Yine Caetani, İbn-i Hacer’e dayanarak, “İbrahim’in ancak  sekiz ay yaşadığını.” aktarır ki (VII/9) aslında İbn-i Hacer, İbrahim’in sekizinci yılda vefat ettiğini bildirmektedir! (İsabe, I/95) Merhum Asım Köksal Caetani’nin özentisizliği (XII/89, XVI/ 412); yanlış okuma (XIII-XIV/8 XV/37, XVII/332); Kaynakları yanlış-keyfî değerlendirme-yorumlama (XIII-XIV/57, 83,90, XIII-XIV/101, XV/142, XVI/70, XVII/110,132,140); Olayları ve okuduğunu kavrayamama (XIII-XIV/71, XV/552, 562, XVI/80,101,112,272,329, 353, 399, 403, XVII/32, 85, XVII/120,165); İsimleri karıştırma (XIII-XIV/96,286); yanlış tercüme (XIII-XIV/236, XV/519, 523,544, XVI/291, 375, XVII/30, 41, 49,87,88, 90,91, XVII/120,124,144,149,160, 162,173,174,176, 178, 217); tezatlarına örnekler (XIII-XIV/56,83); arzu ve amacına uygun, tek kaynaklardan aldığı haberleri değiştirerek aktarması (XV/27-29, XVI/86,91,440); kaynakları tahrif (XV/48, 133,XVII/135,185, 317) şeklindeki eksikliklerine bir çok örnek vermektedir. Tüm bunlardan sonra hadis alimlerini hadis uydurmak, tahrif etmek ve “Müslüman hadisçiler bazen çok saf bir şekilde  boş boğazlık yaparlar.” (V/285) şeklinde suçlamalarda bulunmakta olan Caetani’nin önce kendisinin aynaya bir bakması lazım gelmez mi idi? Kısaca Caetani defalarca tarihi rivayetler arasında dilediğince dolaşmakta, istediğini alıp istemediğini görmemezlikten gelmekte, anlamamakta, anlamak ta istememektedir. Uzatmadan son bir örnek ile bitirelim ki, Merhum Köksal’ın Caetani’ye verdiği cevaplardan oluşan ve özeti buçalışmamızda da olan kitabında bu konuda birçok örnek mevcuttur. Hz Aişe, ‘Hayber fethi olunduktan sonra’ sade yaşamında belki çok az da olsa bir değişiklik olur düşüncesi ile “Hayber fethedildiğinde (Bu söz bile fetihten sonra sözün söylendiğinin delilidir) artık, hurmaya doyarız.” diye insani bir temennisinde bulunur. Dikkat lütfen, ‘altın, mal, atlas, ipeğe doyarız’ değil, zaten Arap çöllerinde bolca bulunan ‘Hurma’ya, azıcıkta olsa doymak ümidini’ dile getiriyor Hz. Aişe annemiz. Caetani ise bakın bu sözü nasıl yorumlar: “Anlaşılıyor ki, Hayber’i zapt etmeyi, açlıktan kurtulmak için arzu ediyorlardı.” (V/65) Evet, Oryantalist Caetani’nin eserleri ile ateist İhan Arsel’in eserlerinin İslami kaynakları yorumlayış tarzları aynıdır; Önyargılı, subjektif, bilimsellikten uzak ve düşmanca! “Ulrich Harmann’ın ifade ettiği gibi oryantalistler özellikle “İslam hakkında düşmanca bir ruh” taşımaktadırlar. Batının çıkarları doğrultusunda işlev gören oryantalizm, Batı’nın İslam ülkelerindeki menfaatleri devam ettiği müddetçe önemini koruyacaktır.” (Hamdi Zakzük, s. 49-50, 52) Mustafa el-Azamî’nin ‘Kuran Tarihi’nden, oryantalistlerin ilmi seviyeleri konusunda bir örnek daha aktaralım: Prof. A. J. Wensinck, İslam’daki kelime-i şehadetin peygamberimizden sonra  Suriye’deki Hıristiyanlardan Sahabelerce alındığını iddia eder. Wensinck, kelime-i şehadetin namazda devamlı okunduğunu öğrenince iddiasını değiştirip, namazın da peygamberimiz zamanında olmadığını, sonradan sahabelerce uydurulduğunu ileri sürer. Halbuki kelime-i şehadet, ezan ve kamette de okunmaktadır ve ne yazık ki Wensinck, ezan ve kametin İslam’a ne zaman girdiği (!) konusunda bizi bilgilendirmemektedir! “Bugün doğunun birçok yazılı eseri batı müzelerini süslemektedir. Ama aslında bu durum avcının avladığı geyiğin kafasını salondaki şöminenin üstüne asmasına benzemektedir.”(Bulut, s. 9-10) “12. ve 13. yüzyıllarda İslam’ın kendisini nasıl tanımladığı değil, İslam’a karşı Hıristiyanların olumsuz olarak nasıl ikna edilebileceği önemli görülmüştür.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 82) “Oryantalistler Kur’an’ın kendini nasıl tanımladığına bakmazlar. O insan ürünüdür ve bu bilgi asla sorgulanamaz.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 191)

Protestan’ların kurucu lideri Luther, Theodor Bibliander tarafından Latinceye tercüme edilen Kur’an’a bir önsöz yazarak ”Kur’an’larının ne kadar tanrı belası, ne kadar bozuk, ne kadar umutsuz, yalanlar ve uydurma efsanelerle dolu bir kitap olduğunu Hıristiyanlara göstermek suretiyle Muhammed’e ve Türklere bundan daha çok can sıkacak ve daha fazla zarar verecek bir şey olmaması beni buna sevk etti” notuyla, Basel kent konsiline tercümeyi sunmuş ve 1543’te de bu çevirinin basılması sağlanmıştır. (Hakan Olgun, Luther ve Reformu, s.191) “Luther Croce’nin Kur’an karşıtı kitabını tercüme etmiş ve amacının, ‘Muhammed’in inancının ne kadar bozuk olduğunu Almanlara öğretmek’ olduğunu ifade etmiştir.” (Hıdır, s. 206) Protestanlığın kurucusu “Luther’in bu eser ve söylemleri, günümüzde de radikal evangelist Protestanların “İslam karşıtı-kültürel ırkçı” söylem ve eylemlerinde etkilidir.” (Hıdır, s. 204) Jomier ise Kur’an’ın Hıristiyanları Müslüman saydığı iddiasında bulunur. (O. P. The Bible and the Quran, s. 27)

“20. yüzyılda İslam ve Müslümanlar hakkında sert ve radikal kampanyaların hız kesmelerinin esas nedeni, bilimsellikten ziyade, soğuk savaş ortamıdır. Ama Doğu bloku yıkılınca İslam yeniden düşman ilan edilmiş, ortaçağ söylemi güncellenip yeni modern argümanlarla tekrarlana gelmiştir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 121) “Batının İslam dünyasına bakışını esas belirleyen bilimsellikten ziyade, Batının ‘Ben’ merkezci medeniyet algısı ve ‘öteki’leştirici tavrıdır. Doğu blokunun yıkılmasından sonra batı, düşman olarak artık komünizmi değil İslam’ı görmeye başlar. Özetle oryantalizm, ortaçağdan itibaren İslam’a karşı olan negatif tutumunu güncelleyerek devam ettirmektedir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 366, 370) “Huntington, ‘Globalleşen dünyada mücadelenin asıl kaynağı ideolojik veya ekonomik değil kültürel’dir” (Hilmi Yavuz, Modernleşme, Oryantalizm ve İslam, s. 54) derken aslında yeni bir şey söylemiyor, oryantalist söylemeyi tekrarlıyor.  “Sovyet komünizmin çöküşü, İslam’ın global konumunu çok önemli, ancak sorunlu hale getirmektedir.” (Bryan S. Turner, Oryantalizm, postmodernizm ve globalizm, s. 31) Jos Krassen, “İdeolojik tehdit (Rusya) var iken, Türklerin başka dinden veya başka medeniyetten olmalarına hiç önemsenmezdi. Sovyet tehdidi ne zamanki son buldu, Avrupa gerçek yüzünü Türklere gösterdi, Avrupa’nın yüzü, oryantalizmin ve Hıristiyanların gerçek yüzüdür.  (Hilmi Yavuz, Modernleşme, Oryantalizm ve İslam, s. 55) “Batı, genellikle kendini güvensiz hissettiği durumlarda Hz Muhammed’e saldırmış, yardıma ihtiyaç duyduğu durumlarda (Mesela Sovyet tehdidine karşı) ise dost ilan etmiştir. Avrupa’nın din düşmanı olduğu söylenemez. Buda, Zerdüşt, Konfüçyüs gibi din kurucularına olumlu yaklaşırlar. Söz konusu din, İslam olunca sorun başlamaktadır. (Prof. İbrahim Sarıçam, Prof. Seyfettin Erşahin, Çağdaş çalışmalar ve oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 218) “Haçlı saldırılarının getirdiği yenilgi ve taşıdıkları dini taassup oryantalistleri İslam’a düşman bir konuma oturtmaktadır.”  (Adnan Muhammed Vezzan, s. 97)    Kısaca,  Muhammed Gazali’nin ifade ettiği gibi, “Oryantalistler sadece İslam’a düşmandır.” (Difa’ anil-Akide ve’ş-Şeria zıdde Metainil-Müsteşrikin, s. 13)

“Batı İslam düşmanlığını başka etiketler altında devam ettirmektedir. Eski nefret ruhu hala akademik etiketler altında sürmektedir.” (A.L. Tibawi; Enver Abdülmelik, Hamid Algar, Krizdeki oryantalizm, s.117,  118, 124) “Batı, İslam kültürüne karşı derin nefret” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 15) duyar. “Oryantalistler “had safhada taraflı” insanlardır.” (A.L. Tibawi; Enver Abdülmelik, Hamid Algar, Krizdeki oryantalizm, s. 145) “Mustafa es-Sıbai, oryantalistlerin özelliklerini şöyle sıralar: Hedeflerinden bazıları:  İslami metinleri, önceden verdikleri peşin hüküm-kararlarla değerlendirmek; metinleri, şüphe oluşturmak için anlamından saptırmak; kaynak göstermede rahat-serbest davranmak.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 14) “Oryantalistler, araştırdıkları tarihi olaylarla, bunların sebep ve sonuçlarını ortaya koymakta, taraflı tutum takınırlar.”  (Mustafa Sıbai, s. 81) “Batılı oryantalistler çoğunlukla taraflı, olumsuzluğa ve gerçeğin inkârına daha yakın olmuşlardır.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 173)  “Birbirini tekrarlayan ve birbirinden alıntılarla yapılan iddialarda bilimsel kılıf seviyesine ulaşabilmektedir.” (A.L. Tibawi; Enver Abdülmelik, Hamid Algar, Krizdeki oryantalizm, s. 128) “Batının bütün İslami inceleme ve araştırmaları ile bilimsel gerçeklikler arasında daima şu iki engel bulunmuştur: Avrupa siyaset adamlarının ve askeri kesimin dini taassubu. Batılıların son iki yüzyılda uğraştıkları maddi ve ilmi gücün, tarihçi ve yazarlarının gurura kapılmalarına neden olması.” (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 96, 97) “Oryantalistler Avrupa merkezcidirler. Bilimsellikten önce siyasi kanaatlerini önplana çıkarırlar. Mükemmel avukat kötü yargıçtırlar.” (A.L. Tibawi; Enver Abdülmelik, Hamid Algar, Krizdeki oryantalizm, s. 150-151,154; Adnan Muhammed Vezzan, s. 106) “Muhammed Esed, ‘yolların ayrılış noktasında İslam’ adlı kitabında; Oryantalistlerin en ileri gelenleri bile, İslam konusunda inceleme ve yazılarında kendilerini bilimsel olmayan tarafçılığa kaptırmaktan kurtulamamışlardır. (Muhammed Bakır el-Hakim, Oryantalistler ve Kur’an hakkındaki şüpheleri, s. 23) demektedir. İslam daima yargıçların önünde duran bir sanıktır. Oryantalistlerin yargılama yöntemleri bize engizisyon mahkemelerini hatırlatmaktadır. Her meseleye daha önceden varılmış bir netice ve hüküm açısından bakıyorlar. Oryantalistler kanıtlarını daha baştan ulaşmayı tasarladıkları sonuca göre seçmektedirler. (Muhammed Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslam, s. 49-50; el-İslam ala Müfteriki’t-Turuq, s. 53)

“Oryantalistlerin İslam’a beslediği kin ve nefret kadar başka kültürlere düşmanlık beslemezler. Birçokları için İslam, yargıcın karşısında duran bir sanık durumundadır. Oryantalistlerin tutumu bize, engizisyon mahkemelerinin tutumunu hatırlatmaktadır. Oryantalistler tüm araştırmalarında sonucu önceden kararlaştırmışlardır.  Onlar İslam’ı, kendi anlayış ve düşünce değerlerine göre değerlendirir ve mahkum ederler. ” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 20, 57) 

Oryantalistlerden hemen tamamına yakınının kendilerinden öncekilere bir şekilde atıfta bulundukları görülmektedir. (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 411) Ganalı Müslüman araştırmacı Jabal Muhammad Buaben, ‘Image of the Prophet Muhammad in the West’ adlı eserinin I. bölümünde, ‘Oryantalistlerin İslam’ı ve onun tarihini ele alırken kullandıkları rivayetlerin hemen tamamında kendi işlerine yarayan, kendi tezlerini kuvvetlendirecek rivayetleri ele aldıklarına, diğer görüşlere ise yer vermediklerine dikkat çekmektedir. (Buaben, s. 4) “Oryantalistler, bilgiler içinden iddialarına uygun olanları seçerek, peygamberimize saldırmayı da ihmal etmemişlerdir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 47, 116) “Oryantalistler cımbızlama yöntemi ile kaynaklardan alıntılar yaparlar ama aynı kaynaklardaki verilen cevapları göz ardı ederler.” (Ali Bulaç, Kur’an’a Deist itirazlar, Umran, Kasım 2011, 207. Sayı, s. 60-67)  “Batılı oryantalistler de kaynakları tanımasına rağmen onlardaki bilgileri çarpıtmaktan, işlerine geleni cımbızla çekip almaktan ve işlerine geldiği gibi bir metot uygulamaktan geri kalmamışlardır.” Tilman Nagel, ‘Die Islamische Welt Bis 1500’ adlı eserinde, ‘Avrupa’da ortaçağdan 19. yüzyıla kadar peygamberin siyah renklerle karakterize edilmediği ya da peygamberliğinin alaylı bir şekilde tartışılmadığı an adeta yok gibidir.’ demektedir. Oryantalizmde “Bilgi yerine kurgu hakim olmuş, amaç Hz Muhammed’i sahte peygamber olarak göstermek olduğundan, ulaştıkları tüm kaynaklara bu açıdan bakmışlardır.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 448)  Batıda ilk ansiklopedi olarak kabul edilen, ‘Bibliotek Orientaile’de D’Herbelot’ adlı eserde şu yazar: “Muhammed; meşhur düzenbaz.” (Hıdır, s. 96) Efendimizi düzenbazlıkla suçlayan Avrupalılar “İbni Sina ve İbn Rüşd gibi Müslüman filozofların gizli Hıristiyan olduklarını iddia edebilmekte idiler. (Prof. İbrahim Sarıçam, Prof. Seyfettin Erşahin, Çağdaş çalışmalar ve oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 203)  

H. Stubbe’nin, 1671’de yazdığı peygamber öven eseri ‘An Account of the Rise’ ancak, 1911 yılında basılabilmiştir. (Hıdır, s. 98; İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, s. 209) 1832 tarihinde vefat eden Goethe, peygamberimizi öven şiirler yazmış, ‘İslam’ adı ile eser ancak 2013 tarihinde Türkçe olarak yayınlanabilmiştir! 18. YY. boyunca daha objektif yaklaşımlarla İslam hakkında yorumlar yapılsa da amaç “Daha etkin metotlarla Hıristiyanlığın İslam’la mücadele etmesini sağlamaktan” başka bir şey değildir. Mesela Hadrian Reland, ‘Diyanetü’l-Muhammediye’ adlı eserini yazma amacını “Şeytanın tuzak ve hilelerini derinlemesine ortaya çıkarmak için ve İslamiyet’i daha iyi tanıyarak onunla en güvenilir ve en güçlü bir şekilde savaşmak” olduğunu belirttiği halde yazdığı bu kitap Katolik Kilisesince okunması yasaklanan arasına eklenmekten kurtulamaz. Bu dönemin “daha ılımlıları” arasında sayılan Simon Ockley bile, peygamberimizi “Kötü ve hilekâr” olarak nitelendirmektedir. (Hamdi Zakzük, s. 35)

İstisnai olarak Michael H. Hart, Lev Tolstoy, Thomas Carlyle peygamberimizi öven yazılar yazmışlardır. Örneğin Goethe, Mahomets Gesang adlı şiirinde Hz Muhammed’i över. Ünlü divanında: “Kur’an için, onun kitapların kitabı olduğuna, Müslümanlık gereği inanıyorum” der. Thomas Carlyle, On Heroes Hero-Worship and The Heroic in History adlı eserinde Hz Muhammed için, “kahramanın en büyük özelliği samimiyetidir, bu da onun görüşünün doğruluğunun bir sonucudur. Peygamberler arasında kahraman olarak ele alınmaya müsait en uygun örnek Hz Muhammed’dir.” (Thomas Carlyle, Kahramanlar, s. 65-66) demektedir.

“Oryantalizm ne Batılıların İslam’ı, ne de Müslümanların Batıyı daha iyi anlamasına bir katkı sağlamamıştır.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 139) Sonuç itibari ile bu kadar önyargılı eserleri yüzlerce yıldır yazan oryantalistlerin kitaplarından etkilenip ateist olan veya sekülerizme kayan insanlarımızı uyarmak bizim en önemli görevimiz olduğunun tekrar altını çizelim!

Oryantalistlerde insanlık aramak

Oryantalistler ‘bilimsel araştırma’ kılıfı altında elde ettikleri bilgileri bağlı oldukları devlet yöneticileri ile paylaşmakta ve “Irkçılığı körükleyip bütünlük içinde yaşayan halkları bölmek suretiyle küçük gruplar haline getirip, böl, parçala, yönet formülünü uygulamayı hedeflemektedirler. “Oryantalizmin genel yönü, farklılıklar ve ayrılıklar konusuna önem vermektedir.” (Bryan S. Turner, s. 122) “Siyasi işgal ve emperyalizmi ondan daha kurnaz ve yıkıcı olan kültür emperyalizmi izledi. Oryantalist eğitim ve misyonerlik, Müslümanların yaşadıkları hayat hakkında şüpheler yayma görevinde işbölümü yaptı.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 239) “Oryantalistlerin eserlerinde en göze çarpan husus, yazdıklarının kendi şahsi görüşleri olmayıp, bir tabiat kanunu gibi, kimsenin soru sormaya cesaret edemeyeceği, itiraz edemeyeceği mutlak hakikatler gibi sunulmasıdır. Küstahlık ve gururda o kadar ileri gitmişlerdir ki, Müslümanlara dinlerini nasıl reforme etmeleri gerektiğini emretme hakkını kendilerinde görürler.” (Meryem Cemile, İslam ve Oryantalizm, s. 128) Hatta kendilerini o kadar bu işe kaptırmışlardır ki, artık dinimizi bile onlar bize öğretmeye kalkmaktadırlar: “Biz, İslam’ın eskiden olduğu gibi, aynı tekdüze biçimde kalmasına müsaade etme hakkına haiz değiliz. İslam değişecektir. İslam’ın realize edilmesinde, biz Hıristiyanlara az görev düşmüyor.” (Misyoner Prof. Kenneth Cragg, The Call of the Minaret (Minarenin çağrısı), s. 208) Aslında bu iddialı cümleler şu görüş yanında hiçbir şeydir: Alphonse Mingana, “İslam alimlerinin baştan beri Kuran’ı hem yanlış yazmış hem de yanlış yorumlamış olduğunu” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 63) ileri sürebilmiştir. Ve “Tüm oryantalistler gibi Smith’te Müslümanlara akıl vermekten geri kalmaz: “İslam’ı aydın bir insanın kabul edebileceği bir hale getirmek gerekir. Kuralları yeni anlayışa göre formüle edilmelidir.” (Wilfred Cantwell Smith, Modern Çağda İslam, s. 178) Bu formüller nedir: Arapça yasaklanmalı, camilere sıra konmalı, batı stili org eşliğinde ilahiler söyleyen korolar oluşturulması. Smith amacının Hıristiyanlığa adaptasyon olmadığını da ısrarla belirtir. Amacı sadece ortaçağ anlayışı yerine modern anlayışın oturtulmasıdır! (Smith, Modern Çağda İslam, s. 204) Hâlbuki aslında “Oryantalistlerin sömürgecilik hedefi söz konusudur. Müslümanların kendi kültürlerine olan güvenlerini zayıflatmak, çeşitli ülkelerde yaşayan Müslümanlar arasındaki kardeşlik ruhunu zayıflatmak için İslam öncesi var olan ırkçılık duygularını canlandırmak, aralarındaki anlaşmazlık ve ihtilafları artırmaya” (Mustafa Sıbai, s. 51) çalışmışlardır. “İslam medeniyetini yok sayıp, tarihi köklerinden kendilerine yeniden bir medeniyet kurma hayali, bağımsızlığını kazanan hemen hemen Tüm İslam ülkelerinde yaşatılan ve sonradan üretilmiş bir ideolojidir!” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 9-17) Oryantalistler “Müslümanların ruhundaki manevi direnme gücünü kırmak için İslami eserleri incelemişlerdir. Sonunda Arap ülkelerinde, zamanla izleri silinmiş, Arapların Müslüman olmalarıyla adı sanı unutulmuş tarihi ırkçılığı körüklüyorlar. Mısır’da firavuncuğu, Suriye Lübnan ve Filistin’de Fenike’ciliği, Irak’ta Asuriliği canlandırmaya çalışıyorlar.” (Mustafa Sıbai, s. 40) “Mısır’da firavunculuk, Suriye’de ve Irak’ta Asurculuk, Kuzey Afrika’da Berberilik, Suriye ve Lübnan’da Fenikecilik, Türkiye’de Şamancılık’ın diriltilmesini teşvik etmişlerdir. (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 218) “Mısır’da firavunculuğu, Irak’ta Asuriliği, Kuzey Afrika’da berberiliği canlandırmaya gayret etmektedirler.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 44) “H. Corbin gibi kimi oryantalistler, mezhepçilik ve fırkacılık ateşini körüklemeye gayret etmiştir. İran’ın İslam öncesi tarihi ile ilgilenip İran’da 2500 yıllık bir monarşi görüşünü öne süren Pehlevi’ye yazdıklarıyla katkıda bulunmuştur.” (Asaf Hüseyin, s. 67) “Oryantalistler, Hindu Müslümanlara İslam öncesi geçmişleri için sistematik bir bakış açısı sağladılar.” (Philip G. Altbach, Gail P. Kelly, Sömürgecilik ve eğitim, s. 36) “Fransız Katolik enstitüsü üyesi olan Baron Carra de Vaux, İslam dünyasında milliyetçilik duygusunu canlandırmak ve dini cemaat düşüncesini zayıflatmak için farklılıkları vurgulayarak İslam dünyasını parçalamayı tavsiye etmekte idi. Sömürgeci güçleri rahatsız eden İslam bir tehlike oluşturuyordu.” (Asaf Hüseyin, s. 52) İlk Türkoloji Fransa’da kurulmuş, ilk ırkçı fikirler Yahudilerden çıkmıştır.” (Pr. Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve oryantalistler, s. IX) “Mısır milliyetçiliği ve İran’ın bağımsızlığı için yürütülen kampanyalara  Edward G. Browne destek olmuş, Arap milliyetçiliğini W. S. Blunt desteklemiştir. Michael Curtis, “Batılıların Doğu ülkeleri üzerinde yürüttükleri çalışmaların doğu üzerinde güce sahip olma arzusuna sahip emperyalist veya sömürgeci bir yaklaşımla sıkı sıkıya bağlı ‘olmadığını’ belirtmek yerinde olacaktır. Doğu üzerinde yürütülen batılı çalışmaların bir tür ‘sömürgeci güç olduğunu tartışmak mantıksızdır.’ Hatta Napolyon’un Mısır işgalini Curtis, ‘bir çeşit Kahire’yi modernleştirmek’ olarak açıklamaktadır. Haçlı seferleri Arapların servetini ya da topraklarını ele geçirmek için açgözlü bir istekle başlamamıştı. Aksine, Haçlı Seferleri katılımcılar için maliyetli bir girişimdi.” (Michael Curtis, Şarkiyatçılık ve İslam, s. 7, 11, 22, 28) Avrupa bu sömürgecilik hareketini modernleştirme/medenileştirme söylemiyle yapar. Avrupa kendini evrensel değerlere sahip takdim eder. (Samir Amin, Avrupa-merkezcilik, Bir ideolojinin eleştirisi, s.15; İmmanuel Wallerstein, Avrupa Evrenselciliği,  iktidarın retoriği, s. 40) İslam modeli dialog üzerinden, batı modeli çatışma üzerinden bir değerlendirmedir. Medeniyet götürmek “beyaz adamın yükü” ise, dünyanın geri kalanı batıdan o yükü sırtından indirmesini rica edecektir. (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 118) Batının tüm amacı, ekonomik olarak maliyetli olsa da, Doğu’ya özgürlük getirmek ve onları medenileştirmektir. Sömürge amaçlı olmayan bu çalışmalara emperyalist yakıştırması da mantıksızdır zaten. Öyle ya, “İslam Orta Çağa sıkışıp kalmıştır. Batı tarafından çıkarılması gerekmektedir, bu siyasi işgali ya da ekonomik işgal şeklinde olabilir. O halde batılı bireylerin, İslam coğrafyasında yaptıkları için vicdan azabı çekmesine gerek yoktur. Çünkü ‘Batı, medeniyete kavuşturmak için’ işgal etmektedir. Doğu, Batı tarafından zorla geliştirilmelidir. Bunun sömürgeciliği meşru kılan yapısı oldukça açıktır.” (Meriç, s. 351, 353) “Oryantalizm, merkezi Avrupa olmak üzere, dünyanın her yerinde kolonicilik ve emperyalizmle hem eş anlamlı hem de eş amaçlıdır.” (Ömer Baharoğlu, s. 118) “Batı düşüncesinde medeniyet kavramı sömürgeciliğin öncü kolu olarak kullanılmış ve aslî  manasından koparılmıştır.” 19. yıl Avrupa devletleri, insan topluluklarını köleleştirirken, medenileştirme kavramına başvuruyordu.” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 16, 32)  “Avrupalılar Medenileştirme görevlerinde kendilerini bir yetkiye sahip bulunmuş sanıyorlar. Haçlı ruhu da denilebilecek bu zihniyet görünüşte kendisini insanlığı kurtarmaya görevli bir mümessil rolü oynamaktadır.  İstiklalleri ortadan kaldırmak, Mukaddes sayılan her şeylerini ya bozmak gibi işlere ‘Medenileştirmek’ ismi verilemez. (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s.  43-45) Batı Avrupa devletlerinin sömürgeler kazanma yöntemi iki türlüdür. Birincisi, ele geçirilen ülkenin yerli halkının kendi çıkarlarını engel olabileceklerini hissederse, onları ortadan kaldırmakta güçlük çekmezler, sağ kalanlar olursa onlar da Hıristiyanlaştırılarak ancak kendilerine has bir ‘aşağı sosyal tabaka’ dairesinde kalırlar ve daima istilacılara hizmet vesilesiyle görevlendirilirler. İkinci yöntem, ülke halkının kendilerine has medeni durumlara sahip olmalarıdır. Güya bunlar ülkelerine getirilen medeni idarenin bir türlü anlayamazlarmış: Dolayısıyla medenileştirmesi amacına ulaşmak için gerekli her türlü fedakarlığı yerine getirilmesi gerektiğinden muhalefet edenler ‘zorla bastırılmalı’ imiş. (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 245)  “Avrupa, Doğuya aydınlık ve özgürlük götürme görevini üstlenmiş olarak kendini her zaman Doğunun efendisi gördü. Aslında bu, sömürgeci girişimleri normal göstermek için ihtiyaç duyulan bir açıklamaydı.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. 13) Halbuki amaç, “Yeni pazarlar bulmak, memuriyet isteklerine Doğu ülkelerinde kadrolar tedarik etmek, artan nüfusa yerleşebileceği yerler temin etmektir.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 69) Servet kaynakları halkın istifadesinden ziyade istilacılarının kârı dikkate alınarak işletilir. Avrupalıların istila ettikleri Asya ve Afrika ülkelerinin birçoğu ‘anonim şirketler’ vasıtasıyla yönetilmişti. (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s.  251) Sömürge düzeninde asıl amaç “vurgunculuk hevesi, zenginlik hırsı, mal sahibi olma amacı ve hükmetme arzusudur” ve bunlar “medeniyet kılıfı ile saklanmaktadır.” Hıristiyan aleminin işlediği barbarlıklara, medeniyet ıslahatları ve insanlık hizmetleri adları takılıyor! (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 281-282)

Emperyalizm, bedenden önce ruhların köleleştirilmesi programıdır. Kolonyal toplulukların öncelikle zihin dünyalarının ele geçirilmesi gerekirdi. Bunun içinde kapsamlı ve disiplinli eğitim programları düzenlenmeli, kolonilerideki geri kalmış insanlar (!) eğitilmelidir. (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 110) Batının Yahudi-Hıristiyan ve seküler medeniyeti, Avrupa ile sınırlı kalmayacak kadar büyük ve önemli bir hazinedir. Gerektiğinde zorla kabul ettirilmelidir. Sömürgecilik, modern Avrupa’nın kendini gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğu bir kaynaktır. Sömürgeleştirilmiş öteki üzerinden kurulan hayali kimlikler, Avrupalı aydınların kendilerini daha iyi ve daha üstün hissetmelerine de katkı sağlıyordu. Avrupalı milletlerin kendi aralarında gözetmek durumunda oldukları eşitlik ilkesi, batılı olmayan toplumlar için geçerli değildi. (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 111) “Coğrafi keşiflerin sebepleri; Yeni pazarlar bulmak, memuriyet isteklerine Doğu ülkelerinde kadrolar tedarik etmek, artan nüfusa yerleşebileceği yerler temin etmektir.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 69) Misyonerlerin Afrika içerisinde güya Hıristiyan ve medeni yapmak iddiasında bulundukları yerlileri, eşya ve sanayi işinde çalıştırmışlardır. (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 97)

Lamartine “Doğu ülkeleri üzerine araştırmalar yapıp, 1833 yılında, Fransız parlamentosuna projesini sunar: “Roma Dünyası yeniden kazanacaktır. Modern Avrupa, eski Roma’dır. Avrupa; Asya ve Afrika’yı kolonize etsin. Uygarlığıyla ve ilerici dini ile oralarda yayılsın ve siz baylar, bu ‘kutsal insanlık zaferinin’ başına geçin.” (Lamartin, Doğu sorununa ilişkin görüş ve yazılar,  s. 31-32) “Amerika’da, Irak’a ‘Demokrasi, uygarlık ve barış getirme’ palavraları kullanarak sızmıştı.” (Ömer Baharoğlu, s. 120) “Batılılar Doğuyu, öteki olarak ele almış, ruhsuz bir obje gibi incelemişlerdir. Böyle bir yaklaşım, sömürgeciliği de kolaylaştıran bir ortam yaratmıştır.” (Ömer Baharoğlu, , s. 122) “Fanon, ‘insanı düşünmekten başka bir meselesi olmadığını ilan etmekten vazgeçmeyen’ Avrupa’nın her bir başarısının, insanlığın çektiğini acılar pahasına gerçekleştiğini biliyoruz.” demektedir.” (Frantz Fanon, Yeryüzünün lanetlileri, s. 251) Jean Paul Sartre, ‘Yeryüzünün lanetlileri’ adlı eserin önsözünde şunları söyler: “Eğer dayanabilirsen, kendimize bakalım. İnsanlığımızın çırılçıplak haliyle yüzleşelim. Gördüğümüz, bir yalanlar ideolojisinden, yağmaya mükemmel bir meşruiyet hazırlamaktan başka bir şey değildir. Tatlı sözler, duyarlılık iddiaları, saldırganlığımızın bir kılıfıydı.” (Sartre, Yeryüzünün lanetlileri, s. 24) “Batılıların; Amerika, Asya ve Afrika’da yaptığı soykırım ve sömürgeler neredeyse meşru ve haklıymış gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.” (Ömer Baharoğlu, s. 107) “Alphonse de Lamartine, ‘Doğu yolculuğu’nda, “Osmanlı İmparatorluğu yıkılırsa orada ‘uygarlaştırıcı’ bir yönetim kuracaktır ve bölgenin varlığı ve milliyet özellikleri güvencede olacaktır.” demektedir.” (Said, s. 121) Petrarca, Hıristiyan Batının, Doğuya karşı ‘insanlığın son kalesi’ olduğuna inanıyordu. (Michael Curtis, s. 44) “İngiliz ekonomi politiği “Doğu toplumları, ancak yabancı bir işgal tarafından değiştirilebileceği” görüşünü kabul eder.” (Bryan S. Turner, s. 24) 

Siyonizm’in önderliğini yapan Balfour Deklarasyonu’nun fikir babası, Arthur James Balfour, 1910 yılında, İngiliz avam kamarasında şöyle bir konuşma yapar: “Doğulu ulusların bizim yönetimimiz altında olması iyi midir?  ‘İyidir’ derim ben! Onlar için Mısır’da olsak ta, sırf onlar için orada değiliz, gene de Avrupa için oradayız.” (Said, s. 42) “Emperyalizmle ilerlemeyi özdeşleştiren Leroy Bealien, ‘Sömürgeciliğin, sömürülen topluma hayat kazandıracağını, hatta onun doğuşunu sağlayacağını.” yazmaktan çekinmemiştir. Ona göre bir toplum, yüksek bir olgunluk ve güç düzeyine ulaştığında sömürgeciliğe girişir. Sömürdüğü topluma şekil verir, gelişimini gözetir ve doğuşunu sağladığı topluma hayat kazandırır.” (Agnes Murphy, Fransız emperyalizmin ideolojisi, aktaran, Necdet Sevinç, Osmanlı’dan günümüze misyonerlik faaliyetleri, s. 22) “Gabriel Charms daha açık konuşur: “Avrupalı güçler Doğuda olmayınca, Akdeniz ticaretimiz bitti demektir, Asya’daki geleceğimiz bitti demektir. Güney limanları bizim için öldü demektir. Ulusal zenginliğimizin en önemli kaynaklarından biri kuruyup gitti demektir.” (Murphy, Fransız emperyalizmin ideolojisi, aktaran Sevinç, s. 22) “Chateaubriand, Müslümanların şöyle tasvir eder: Özgürlük hakkında hiçbir şey bilmiyorlar. Ayrıca edepten, ahlaktan yoksunlar. Haçlılar daha ziyade yeryüzünde cehaleti (yani İslam’ı) zorbalığı, uygarlık düşmanı bir inancın mı yoksa modern insanda hikmet dolu bir antik çağ ruhunun uyanmasını sağlayan itikadın mı galip geleceğini öğrenmenin peşinde idiler.” (Said, s. 184) Bu cümlede, ‘Bir uygarlığı yok etme’ siyasetinin ‘uygarlık götürme’ söylemiyle perdelendiğini açıkça görebilmekteyiz. “Uygarlık götürme hastalığı 1000 yıldır oryantalist söylemin dilinden düşmediği için, yani Haçlı Seferlerinin başlangıcına neden olanı Papa II. Urban’ın fetvalarından günümüze kadar, hem oryantalizme hem de emperyalizme, tarih-aşırı bir kimlik kazandırmıştır.” (Ömer Baharoğlu, s.  34) John Stuart Mill şöyle der: “Despotizm politikaları yani işgal, baskı, sömürgeleştirme, kültürel yabancılaştırma barbarlara yönelik muamelede ‘meşru’ bir yönetim şeklidir.” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 73)  19. Yüzyıl Avrupa aydınlarının çoğunluğu Mill ile aynı görüştedir. (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 74) Bir Alman Generali, ‘Savaş, medeniyet için ahlaki bir mecburiyet ve vazgeçilmez bir faktördür.’ demektedir. (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 81) Batıda bazı gazeteler, Türk esaretinden kurtulan Doğu Hıristiyanlarının süratle medenileştiklerinden bahsetmekte idi. (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 85) Jules Harmand, ‘işgal medeniyet için kaçınılmazdır.’ derken Lord Curzon, ’emperyalizm, sömürgeleştirilenler için ahlaki ve maddi nimet kaynağı olan ilahi bir kaderdir.’ demektedir. (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 110) Lee Harris’in, ‘medeniyetin koruması’ ile kastettiği şey ‘Amerikan emperyalizminin herkes tarafından meşru kabul edilmesidir.’ (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 118) “J. B. Kelly, ‘Arabistan, körfez ve Batı’ adlı kitabında, Asya ve Afrika ülkelerindeki sorunlar için çözüm olarak yeniden işgali önermektedir. Sanki oradaki sorunların nedeni bu işgaller değildir!” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 15) Ne 1970’lerde ne de günümüzde hiçbir şey değişmemiştir: “28 Haziran 1970 tarihli New York Times gazetesinde George Ball, ‘Orta doğudaki Amerikan çıkarlarının çok önemli olmaları nedeniyle, Başkan’ın Amerikalıları muhtemel bir orta doğu ‘işgali’ olgusuna karşı “eğitmesi” gerektiğini’ söylüyordu.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 67) Kısaca, “Sömürgecilik, evrimcilik ve ilerlemeci tarih anlayışı, ilkel toplumların ancak dışarıdan radikal müdahalelerle dönüşebileceği kabulünü de insanlara dayatmaktadır.” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 72)

Curtis, “Batı ülkelerinin Arap ve İslam ülkelerindeki sosyal ve politik tutumda değişim yaratılması için harcanan çabaya destek bulunmasının, demokrasiyi desteklemesinin ya da ‘insancıl amaçlar doğrultusunda müdahalede bulunmasını’ gerekli olup olmadığı hala bir sorundur” (Michael Curtis, s. 455) diye yazabilmektedir. “Fransa’nın Afrika’daki hâkimiyet hegemonyası, doğunun yaşam şartlarını iyileştirecek, daha az gelişmiş olan bu ilkellerin çağdaşlaşmasına yardımcı olacaktır. Fransız emperyalizmini savunan Michael Curtis’e göre Fransa, Akdeniz ve Kuzey Afrika’daki konumunu, İngiltere’nin egemenliğine karşı kurmak zorundadır. Ona göre savaş, toplumların ufkunu genişletir, alevlendirir, insanlara hareket zemini sağlar. Ülkeyi güçten düşüren savaş değil, barışseverliktir. (Michael Curtis, s. 233-235) Michael Curtis, Fransa’nın rekabet halinde bir ülke olarak gördüğü İngiltere’nin, Sepoy İsyanını bastırması sırasında gösterdiği şiddetin de medenileştirme misyonu olduğuna inanmaktadır. (Michael Curtis, s. 247) Bu vahşeti şöyle yorumlar “Bu vahşileri yönetmek için aldığınız ünvan, onlardan daha iyi olduğunuzu göstermektedir. Yapmanız gereken onları cezalandırmaktır; ‘onlar gibi davranmak’ değil.” Yazar yapılan bu katliamı ‘Hıristiyanlığın ve medeniyetin zaferi sayılan bir başarı’ olarak yorumlar. (Michael Curtis, s. 253) Bir ulusun, ‘ruhunun sömürgeleştirme sayesinde ayakta tutulabileceğini’ ileri sürer. (Michael Curtis, s. 257) “İngilizler, doğudakiler gibi barbar veya yarı barbar toplumlar üzerinde hegemonya kurmaya belki de en uygun toplumdur. Çünkü tüm Medeni toplumlar içerisinde kendi geleneklerine kesinlikle en sağlam şekilde bağlı olan toplum onlardır” der. (Michael Curtis, s. 308) Curtis, ‘İslam’ın ortaya çıkışından beri Avrupa için daimi bir tehdit oluşturmuş olmasının tarih gerçekliğine’ dikkat çeker. (Michael Curtis, s. 444) ve şöyle devam eder: Batının son  yüzyıllar boyunca Doğuya karşı takındığı tutum ve davranışlar ile ilgili bir ‘suçluluk kompleksinin’, bir nebzeye kadar hala Batı kültürü içinde ‘kol geziyor’ olduğu şüphesiz olsa da, iki unsuru hatırlamak faydalı olacaktır: Öncelikle Doğu, ‘Batının Doğuya yönelttiği  saldırganlığa’ karşı pasif kalmamıştır. Batılıların, Doğu toplumlarındaki ‘arzu edilen ilerici değişiklikler olarak gördükleri unsurları geliştirmek adına’ gerçekleştirdikleri faaliyetler ve girişimleri hatırlamak da aynı zamanda faydalı olacaktır. Yazar ayrıca, Batı toplumlarının öteki kültürlerle uğraşırken emperyalizm, ırkçılık veya avrosantrik (Avrupa ve Avrupalılara ve onların kültürüne odaklanan) bir tutum  takınmadıklarını ileri sürer. (Michael Curtis, s. 445) ve yapılan zulümleri dile getirmeyi de ‘modern İslami tutuculuk ‘ olarak nitelendirir. Kısaca yazar, Müslümanların yaptıklarını, Avrupalıları  ‘aşağılama’ olarak nitelendirirken, kendi yaptıkları katliamları, “medenileştirme, modernleştirme” olarak takdim etmektedir. Avrupalıların kendisini savunmasını ve Müslümanlara karşı saldırılarının emperyalizm olarak suçlanmasını ‘ironi’ olarak nitelendirir. Edmund Burke ise, İngiltere gibi demokratik bir devletin, despotik bir devleti yönetirken olumsuz bir şekilde etkileyebilme ihtimali olabileceği konusunda endişelidir! (Michael Curtis, s. 452)  Adam Smith, anti-emperyalist birisidir (!) ve sömürgelerin vergi mükellefi İngilizler’in sırtında ağır bir yük olduğunu belirtmekte ve bir İmparatorluğun güç kazanması için, ne mali ne de askeri bir katkısı olmayan sömürgelerin ‘gösterişli donanımını’ eleştirmektedir. James Mill, sömürgeleştirmenin İngiltere için ‘çok sorumluluk olduğunu, genel anlamda anavatanda daha az yatırım yapılmasına neden olduğunu, büyük masrafları anlamına geldiğini’ ileri sürer. Michael Curtis, benzer görüşteki diğer yorumları da sıraladıktan sonra, ‘Emperyalizmin Avrupalıların tüm önemli görüşlerinin doğasında otomatik olarak var olmadığı sonucuna varılabilir.’ (Michael Curtis, s. 453) sonucuna ulaşır. Yazar, ‘yer verdiğimiz yazarların görüşleri ‘emperyalist kibrin göstergeleri ya da doğunun maruz kaldığı sömürgeci aşağılamanın tezahürleri değildir’ (Michael Curtis, s. 443)  diyerek aslında gerçeklerin farkında olup üzerini örtmeye çalıştığını gizlemeye çalışmaktadır. Curtis ve kitabında fikirlerini ifade ettiği diğer yazarlar, sömürgeciliğin, emperyalizmin, Batı hegemonyasının bir modernizasyon aracı olduğu, ilerleme ve gelişim sağladığı görüşüne sahiptirler. Bu yazarlar, batılı ülkelerin, daha az gelişmiş toplumlara, Batı medeniyetini götürmek görev ve ideali olan bir medenileştirme misyonuna önayak olması gerektiği görüşünü (Michael Curtis, s. 456) ileri sürerler.

Victor Gillam, Judge dergisi, 1 Nisan 1899 tarihli “Beyaz Adamın Yükü” adlı karikatür. Yükü taşıyan İngiltere ve ABD! yüzsüz batı! Hem sömürür hem de üzerimizde yüksünüz diye lanse eder!

“Afganistan’daki Müslümanlar iyidir, çünkü ABD çıkarlarına uygun kabul edilmektedirler. (Günümüzde ise -2023-  aynı insanlar Taliban adı altında düşman ilan edilmişlerdir.) İslamiyet hakkındaki açıklamalar esas itibariyle, İslam dünyasındaki ulusal çıkarlara gerekçe bulmak üzere düzenlenmiştir. (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s.174-176) “Amerikalıların çoğu Amerikalı avukat ve politikacı Patrick Henry’yi, ‘Bana ya istiklal ya ölüm verin’ dediği için fanatik kabul etmez. Ama Ray Moseley, 25 Kasım tarihli Chicago Tribune yazdığı makalede, ‘Ölümün bir şeref olduğunu düşünen insanlar, tanım itibariyle fanatiktirler. Şehadet iştiyakı İran’ın Şii Müslümanları arasında sivrilmiştir.’ yazabilmektedir.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s.141) “Pek az kişi Sovyetlere karşı Afgan direnişini, İsrail’e karşı Filistin direnişi ile eş tutacaktır.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 149) “Bir Filistinli bir yerleşimciyi rehin alırsa bu ‘terörizm’dir. Bir İsrailli 3.000 çocuğu öldürürse bu ‘kendini savunma’dır. Bu mantıklı mı? ” (Jackson Hinkle, Twitter, 31 Ekim 2023) “Oryantalistler, Doğu medeniyetlerinin Avrupa medeniyetine ne kazandırdığını belirleyerek onları bu eksen üzerinde değerlendirirken, zamanla özünü tanımaya dönük Doğudaki faaliyetlere de fundemantalizm adını vermiştir.” (Abdullah Topçuoğlu, Postmodernizm ve İslam, s. 218) “Batılılar, yabancı istilaya direndikleri zaman bunun adı, vatanseverliktir olur ve öve öve göklere çıkartılır.  Aynı şeyi, Doğulular yapınca bu, ‘yabancı düşmanlığı’ ve ‘yobazlık’ olur. (Rene Guenon, Modern dünyanın bunalımı,  s. 132) “Toprakları işgal edilen, onurlu ve özgür vatandaşları köleleştirilen, tarihi ve medeniyeti reddedilen İslam dünyasından, tüm bunların nedeni olan Batıya tepkiler olması doğaldır.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 20) “Amerika’daki kürtaj kliniklerini bombalayan papaz Michelle Bray, Oklahama’daki hükümet binasını bombalayan Timothy McVeigh, Amerikan hükümetine savaş açan David Koresh, katolikler ve protestanlar arasında onlarca yıl süren çatışmalar, Bosna’daki Ortodoks Sırpların katliamları, tecavüzleri, Amerika’daki evangelist grupların Irak’ta katlettiği yüz binlerce masum Müslüman Yakın tarihte Hıristiyanlık adına pek çok cinayetin işlendiğini göstermektedir. 1994 yılında Brooklyn’li  bir psikolog olan Baruch Goldstein, el Halil Cami’ne giderek sabah namazında, namazı kılan Müslümanların üzerine ateş açar ve 38 kişiyi katleder. Yahudi Başbakan İzak Rabin’i, terörist bir örgüt üyesi olan Yigal Amir öldürür. En son Yeni Zellanda’daki katliamda camide 50 Müslüman şehit edilir vd.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 167, 168) “İslam, ulusal sınırları aşmaktaydı. Sömürgecileri İslam’ı ciddi bir şekilde araştırmaya yönelten şey, işte bu endişeydi. İslam yeniden yorumlanmalıydı. Cezayirli Muhammed Ben Rahal konuyu şöyle özetliyordu: “Eğer bir Müslüman vatanını, dinini savunursa bir vatanperver değil vahşi bir kimse olarak görülür. Kahramanlık gösterirse fanatik olarak adlandırılır. Yenilgi esnasında tevekkül gösterecek olursa kaderci olarak isimlendirilir. (Asaf Hüseyin, s. 52) İsrail’in Filistinlilere veya Lübnan’a yönelik saldırıları ‘misilleme’ olarak görülürken, Filistinlilerin İsrail’e gerçekleştirdiği bir hücum ‘terörist saldırı’ olarak nitelendirildi. İslam konusunda olumsuz olan her şey haber olarak görülmektedir. (Asaf Hüseyin, s. 115-116) Bir gazete (The Chicago Tribune) Arapları suçlayarak, “Arapların İsrail’e ortadan kaldırmaya yönelik bir silah olarak Filistin problemini yarattıklarını” yazıyordu. Amerikan deniz bombardımanında sivil halk hedef alınır. Ama bunun fazla bir haber değeri yoktur. Ama eğer böyle bir bombardıman İsraillilere karşı Müslümanlar tarafından gerçekleştirilmiş olsaydı, kuşkusuz geniş bir şekilde haber yapılırdı. Washington Post’un bir muhabiri, “İsrail’in tek amacı Lübnan’ı terörizm tehlikesinden kurtarmaktı” diye yazmaktadır. İsrail’in misket bombalarının biri hastaneye isabet etmesi bir savaş kazası olurken bunu İsraillilerin yaptığını gösteren hiçbir delilin bulunmadığı da ifade ediliyordu. Bu ve benzeri birçok delil olayın dini boyutunu, batının anti İslami geleneğini gözler önüne sermektedir. Gazeteci, batı toplumunun bir ürünüdür ve ister seküler olsun ister dini, bu toplumun bütün geleneklerini aynı oranda özümsemeye müsaittir. Verilmek istenen mesaj Müslümanlar ne kadar seküler hale getirilirse herhangi bir ülkedeki batı çıkarlarını o kadar az tehdit ederler. Kitle iletişim araçları batılı haber ajanslarının denetimi altındadır, medya kamuoyunu etkilemek için güçlü bir araç olarak kullanılmaktadır ve politik, ekonomik ve stratejik çıkarlara hizmet etmektedir.  Medya, dünyadaki batı yanlısı devletlerin yanında yer almaktadır, medya batı’nın propaganda silahı haline gelmiş ve İslam ise onun en zavallı kurbanıdır. (Asaf Hüseyin, s. 118, 127) “Oryantalist mantığa göre bir Batılının yurdunu diğerlerine savunması kahramanlık, bir Doğulunun adı geçen özneleri, meziyetleri savunması ise, gericilik, taassup, uygarlık düşmanlığıdır. İngiliz işgaline karşı Sudan Müslümanlarının verdiği mücadeleyi, Julious Richter şöyle yorumlar, ‘Bu İslami taassup, kültüre karşı bir hınçtan ve dar ufuktan kaynaklanır.’ (Richter, History of the protestant missions in the near East, s. 47) Michael Curtis, “Müslümanların kendini savunmasına ise militan (Michael Curtis, s. 448, 449) ve daha genel anlamda, terör diye tanımlamaktadırlar. Avrupa’da yaşayan Müslümanların (entegrasyonu değil ) asimile olması gerektiğini savunur! (Michael Curtis, s. 449)  yapılan zulümleri dile getirmeyi de ‘modern İslami tutuculuk ‘ olarak nitelendirir.  (Michael Curtis, s. 452) “Hıristiyan kilisesi’nin gazetecileri, bazı Yahudiler bu hücumların ön saflarında yer almaktadır. Bu insanlar, Hıristiyan çeteler tarafından icra edilen kanunsuzluk ve terör hareketlerine sempati duymakta, Sultan’ın askerleri de bunları bastırdığında onları acımasızlık ve zalimlik ile onları suçlamakta ve bu bastırma hareketini Muhammedî fanatiklik olarak nitelendirmektedirler. Ona göre, Fransa evinde laiktir, ama dışarıda emperyalizmin ajanları olan papazları korumaktadır.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 28)  

“Bir taraf için terörist olan diğer taraf için özgürlük savaşçısı olabilmektedir. Fakat bu taraflardan biri gücü eline geçirdiğinde hemen meşruiyet kazanmaktadır.” (Jack Goody, Avrupa’da İslam Damgası, s. 179) “Terörist nitelemesi, gücü elinde bulunduran devletlerin kendi ideolojik amaçlarına karşı çıkan muhaliflerine yaptıkları bir yakıştırma olarak kabul edilmiştir.” (Emine Öğük, Yeni ateistlerin yanılgıları, s. 119)  “1998 yılında ABD, kimyasal silahlar için malzeme ürettiğini iddia ettiği Sudan’daki bir fabrikayı vurmuş. Ama bu fabrikanın söz konusu malzemeyi üretip üretmediğine ilişkin kuşkular seslendirilmiştir. Bu saldırıların uluslararası hukuktaki yeri nedir? Aynı saldırıların Japonya’nın 1942 yılında Hawaii’ye düzenlediği önleyici saldırılardan ya da Almanya’nın 1930’lu yıllarda birçok ülkeyi işgal etmesinden ne farkı vardır? Sudan, Usama bin Ladin’i barındırdığı için ABD tarafından tehdit olarak görülür. Ancak bu durumun, ABD’nin IRA örgütü için para toplayan kişileri barındırmasından ne farkı vardır? Bu durum herhalde İngiltere’ye, ABD deki hedefleri bombalama hakkı vermez. Saddam, İsraillileri kendisi için bir tehdit olarak görme hakkına sahip değil miydi? Terörizmin gerilla savaşı olarak karşımıza çıktığı yaygın durumlardan biri, kişinin ülkesinin düşman güçlerince işgal edilmedir. Tıpkı II. Dünya Savaşı’ndan sonra da tüm Avrupa’nın karşılaştığı durum gibi. Bu direniş işgal güçleri tarafından kaçınılmaz olarak terörizm olarak görülecektir, ama işgal güçlerinin kendileri de sık sık teröristi taktiklere başvurmuşlardır. Örneğin işgal güçleri sivil halkın üzerine ateş açmakta çoğu zaman bir sorun görmemektedir. (Goody, s. 182, 184) Medyada Filistin’li savaşçılar hemen hemen her zaman terörist olarak yer alır. Genelde aşırı dini görüşler ile hareket eden İsraillilerdir. ABD’deki yerli topluluk Çerokilerin 3000 silahlı adamı asker değildir. Zira asker sözcüğü sömürgeciler ya da eski İngiliz askerleri için kullanılmıştır.   Devlet terörizminin birçok örneğine yakın geçmişte de rastlanmıştır. Mesela CIA’nın Güney Amerika’da beğenmediği hükümetlere karşı savaşan silahlı grupları, Şili’de Allende ve Nikaragua’da Sandinistaları teşvik etmesi bu türdendir. Demokratik güçlerin kendi kısa ya da uzun vadeli çıkarları için bu türden terörist faaliyetlere destek vermesini hiçbir şey engellememiştir. Hatta bunu özgürlük mücadelesi kisvesine bürünmüşlerdir. İsrail devletinin kurulmasıyla teröristlerin statüsü değişmiş ve daha önce illegal olan bu terörist örgüt daha sonra devletin ordusu haline gelmiştir. Aslında 17. yüzyıl Amerika’sında olan biteni tekrarlanıyordu. Zira bu dönemde, Avrupa’dan gelen sömürgeci göçmenler, Kızılderililerin topraklarını ellerinden almış ve kalanları da koruma bölgelerinde sürmüşlerdir. (Goody, s. 187, 189-190) İslamî grupların kolayca terörist olarak damgalanmaları, onların siyasi ve sosyal gündemlerinin gözden kaçırılmasına yol açmıştır. Filistin ve Keşmir’in bağımsızlığı, batılı güçlerin petrolleri çıkarması gibi konular gözden kaçırılmaktadır. İsrail’in yakın doğuya nüfuz etmesi başka bir tür Haçlı savaşı olarak görülebilir.” (Goody, s. 20, 21)

“Oryantalizmin işlevi, oryantal toplumları yönetilebilir ve kavranabilir seviyeye indirmektir.” (Bryan S. Turner, s. 77) “Oryantalist mantık, Doğunun insanını, yönetimleri istenilecek bir sorun olarak görmüşlerdir.” (Ömer Baharoğlu, s. 87) “Batı oryantalizminin gerçek amacı, Müslüman Doğu ülkelerinin dilini, dinini, tarihini, kültürünü mükemmel bir şekilde öğrenip bu ülkelerin ele geçirilerek yeniden kurulmasında, yönetilmesinde ve sömürgeleştirilmesinde kullanmaktır. Oryantalist General Von Niedermayer bilgisini ve tecrübesini Nazi Alman devletinin hizmetine sunmuştu.” (Enver Altaylı, Ruzi Nazar, s. 115, 146) “Batıda ise İslam imajı tamamen oryantalistlerce belirlenmiştir.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 187) “Bir Hıristiyan misyoneri veya Yahudi din adamı olan bir oryantalist, herhangi bir İslami konuya, kendi öz kültürünün tesiriyle bakmaktan kendini ne ölçüde koruyabilir?” (Mustafa Sıbai, s. 17) Zaten “Oryantalizmde daha başlangıcında papazlar, Hıristiyanların elinde gelişip, sonra misyonerliğin temsil ettiği fikri ve sömürgeciliğin temsil ettiği silah gücü haline gelmiştir. Oryantalizm, misyonerlik ve sömürgecilik gücüne dayanarak günümüze kadar gelebilmiştir. Oryantalizm ruhbanların ve misyonerlerin omuzlarında ayağa kalkmıştır.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 19, 48) “Genelde İslam ve özelde hadis hakkında araştırma yapan oryantalistler, kendi tarihsel ve kültürel arka planlarından etkilenmişlerdir.” (Harald Motzki, Hadis tarihlendirme metotları, s. 113) “Kilise, Müslümanlığı karalama ve onu Avrupalı mensuplarına çirkin bir imaj ile sunmak için oryantalistleri görevlendirmiştir. Bunların çoğu aynı zamanda Hıristiyan din adamıydılar. Oryantalist Carra de Vaux şu itirafta bulunur: “Muhammed batıda uzun zaman çok kötü olarak tanındı. Kendisine nispet edilmedik hiçbir hurafe ve hakaret bırakılmadı.” Oryantalistler misyonerlerle de yardımlaşarak, Müslümanları inançlarından şüpheye düşürtmek ve sömürgecilere daha kolay teslim olmalarını sağlamaya çalışmışlardır. Çünkü sömürgeciliğin bir aleti durumundaki oryantalizm, İslam dünyasında kendilerine karşı olan gücün temel unsurunun İslam dini olduğunu çok iyi kavramışlardır.” (Prof Dr. Abdülaziz Hatip, Kuran ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 22) 

Oryantalizm her zaman Batı’ya hizmet eder: C.E.M. Joad şöyle der: Bir İngiliz bilmeyerek yahut bilmezden gelerek milletlerin uğradıkları acıları unutarak, İngilizlerin barışçı bir millet olduklarına inanılır. Başkalarını savaş delisi ve kan dökücü olmakla suçlar. Elindeki bitmez tükenmez serveti, kendisi ile paylaşmak isteyenlere, savaş delisi lakabını takar. Batıda savaşların demokrasiyi korumak için yapıldığı ne kadar söylenirse söylensin, hakikat ortadadır. Bu savaşlar sadece, kuvvet yarışına girişen blokların mücadelesidir. (Guide to Modern Wickedness, s. 180, 191) “Müsteşriklerin herhangi bir konuda insaf ve orta yol üzere olmaları bizi aldatmamalıdır. Çünkü çok geçmeden başka bir konularda dengesiz ve aşırılıkları hemen kendini gösterir. Bu yüzden aynı müsteşriki bazımız, ‘İslam’ı öven ve takdir eden biri’ olarak görürken başka birimiz aynı şahsı ‘İslam düşmanı ve İslam’ı karalayıcı’ olarak görebilmekteyiz.” (A. Hatip, İddialara cevaplar, s. 26) “Arap dostu olarak tanınan (L. Massignon, Situation de l’Islam, I/11) Louis Massignon, Fransa’nın Filistin ve Suriye yüksek komiser yardımcı olarak çalışır. Fransa’nın, “sonuna dek tutmak istemediği sözlerin bir güvencesi” olarak Fransız hükümeti tarafından kullanılan bir figür olur.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. 150) “Müslüman olduğunu açıklayan ve Hollanda’nın Endonezya sömürge valiliği de yapan S. Hurgronje’nin yazdığı ‘Mekka’ isimli eseri de olan bu yazarın, “Düşmanını iyi tanırsan onu kolayca alt edersin.” sözüdür. “Oryantalizmin temelleri, 17. Ve  18. yüzyıllara kadar gider, 19. yüzyılda büyük bir patlama yaşar.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı,s. 138) 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa’da, Arapça kürsüleri kurulmaya başlanır. Amaç sadece ilmi değil, daha çok ekonomik çıkar ve misyonerliktir. 19. yüzyılın ikinci yarısında İslam dünyasının yaklaşık yüzde seksenini işgal etmiş olan Avrupa, hükmettiği coğrafyanın insanları hakkında bilgi sahibi olmak zorundaydı. Hollanda’lı A. Relandus, 1704’te Mahommedica adlı eser yazar. Yazar, eserini ‘İslam’la daha iyi mücadele etmek amacıyla yazdığını’ söylerken, kendisi İslam propagandası yapmakla suçlanmıştır. (Hıdır, s. 111-114) “Hindistan valisi Hestingens şöyle diyordu: “İngiltere’nin saldırgan ruhu, öte yandan İngiliz vatandaşlarının kayıtsız hatta teşvik gören ahlaksızlığı, ulusal ünümüze, silahlarımızın ve kuvvetimizin verdiği zarardan daha korkunç zarar vermiştir.” Tarihçi Mill diyor ki:’ Ode ülkesi daha önce yüksek bir refah düzeyinde idi. Fakat memurların çokluğu, aylıların yüksekliği, emekli, asker ve sivillerin masrafları dayanılmaz bir hale geldi.’ Zamanla İngiltere bütün ülkede düşman kabul edilir hale gelir. Mister Hestingens, olayı şöyle özetler: Biz diyoruz ki, ‘Siz bu orduyu istemiyorsunuz fakat onun masraflarını ödemeye mecbursunuz.’) Lord Dalhussi, 1836 yılında imzalanan anlaşmaların hükümlerini bozarak Ode’yi İngiliz ülkesine katar. Halbuki Mister Key’in dediği gibi, bu ülke başındaki hükümdar ülkemizin dostu idi, halkı ordumuza dahil edilmişti. Lord Kornawellis şüphesiz ‘adaletli’ bir adam idi. Lord Tingmaus ‘dinine düşkündü.’ Lord Velesley ‘büyüktü.’ Fakat Ode hükümdarına yaptıkları işlemde zerre kadar adalet, beceri, büyüklük veya din düşkünlüğü yok idi.” (Lord John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur’an’ı Kerim; Hazreti Muhammed (sav)’den Özür Diliyorum,  s. 77, 79) “Papa 4. Nikola şöyle demişti: “Verilen sözü tutmamak günahtır ama Müslümanlara verilen söze itibar etmek daha büyük bir günahtır.” (İspanyalı eski Katolik papaz Abdullah Tercüman (Anselmo Turmeda), Hristiyanlığa Reddiye, s. 14) Türk sadrazamının İngiltere elçisi Sir Robert Ensley’e verdiği resmi yazı, İngiliz milletvekili Mister Grey tarafından 1792 yılı 29 Şubatında avam kamarasında okunur: İyi huylar çoktan Avrupa’dan kovulmuştur. İngiltere insanları alıp sattığından ona hiç güvenmemek gerekir. Sizin dostluğunuza, yardımınıza istekli değiliz. (Rusya ile arabuluculuk önerisinde bulunmaktadır İngiltere) Bakanınız sadece, paraya taptığını haber aldığımız ulusunuzu eğlendirmek için bir iş çevirmektedir. Sizin ayırt edici özelliğiniz cimriliğinizdir. Siz tanrısınız alır ve satarsınız. Taptığınız paradır. Bakanlarınız ve ulusunuzun gözünde her şey ticarettir. Türkler hile ve oyun bilmezler. Sizin gibi herkesi yoldan çıkaracak bir ulusun nesine güvenilebilir? Hâlbuki Türk, hiçbir söz vermesine, şerefine karşı koymuş mudur? Asla! Buna karşılık hiçbir Hıristiyan devleti faydanın ve hırsın gerektirdiği zamandan başka hiçbir sözünü tutmuş, hiçbir taahhüdünü yapmış mıdır?  Hayır! Eğer siz, denildiği gibi dünyanın en alçak Hıristiyan ulusu değilseniz, en atak ve en sahteci ulusu olduğunuz gerçektir. Sizin aranızda yaptığınız barışlar rüşvete dayanır. Osmanlı vezirleri Avrupalıların sözlerini çok dinlemişler fakat her zaman hainlik görmüşler, satılmışlar ya da aldatılmışlardır. Sizin amacınız bütün insanlığı birbirine düşürmek sonra faydalanmaktır. Sizin dininiz para kazanmaktır. Taptığınız put cimriliktir. (Lord John Davenport, s. 80-82) Bir yüzyıl öncesi için Oskar Koliing ise bakın ne demektedir: “16. Asır Türk idarecilerinin, zavallı halkın hukukunu korumak huşusundaki gayretleri önünde eğilmek arzusunu duyarız. Türk yöneticileri, en buhranlı zamanlarında bile, Düşmanlarına veya dostlarına karşı olan taahhütlerini bozmak hatasına asla düşmek istememişlerdir.” (Macar Serhadlerinde XVI. Asır Türk Devri, Türkçe’ye Trc. Ülkü, nr. 82, s. 309, nr XVI. 91. 50)

Tarihte de durum aynıdır. Sokrates’in: “üç şey için şansa teşekkür ederim… Yunanlıyım barbar değilim.” (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 42) derken, Yunan medeniyetini Pers medeniyeti ile karşılaştıran Aristo ise ‘Uygun olan Yunanlıların barbarlar üzerinde hüküm sürmesidir.’ (Aristotle, Politics, 1252 b4) diyerek, son tahlilde herkesin kendi üyesi olduğu grubun tarafında duracağını ispat etmektedir. Oryantalistler gibi basın çalışanları için de bu aynen geçerlidir: “Her normal insan gibi bir muhabirde, içinde doğup büyüdüğü bir takım değer yargılarını, kendi toplumunun alışkanlıkları, oldukları gibi kabullenir. Yabancı kültürleri ve toplumları tarif ederken kendi eğitiminden, ulusal kimliğinden ve dininden sıyrılmayacaktır. (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 83) ‘Kısaca olaylar -Tepkiler- kültürün sonucudur.’ Komünist propagandaların, baskılarla yönlendirildiğine inanırlar. Ancak kendi ülkeleri söz konusu olduğunda, Amerikalıların çoğu basın tarafında çizilen sınırlardan ve uygulanan baskılardan (Ülke çıkarlarında, basının devletle ilişkisine dek) habersizdirler. Bir avuç şirket basın tekeli oluşturmuş ve dünyayı yönlendirirler.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 85-88) “Özellikle haberlerde İslam hakkında eksik ve hatalı bilgiler ortaya atmışlar ve bunları da ‘uzman’ sıfatı ile yapmışlardır.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 188) “Amerikan basınında tek parça ve kemikleşmiş bir İslamiyet kavramı yer etmiştir.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 131) “İslamiyet hakkında konuşacak kişi bazı fikirleri kanun seviyesinde kabul etmelidir. Örneğin ‘İslamiyet orta çağdan kalma ve tehlikelidir, İslam düşman bir kültürdür.’ İslam hakkında konuşmak isteyen önce bu fikri göz önünde bulundurmalıdır.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s.181, 189)

“Sömürgeci devletler kültürel ve askeri sömürgeleri altındaki ülkeleri nasıl idare edeceklerinin bilgilerini, Müslüman halkı nasıl dejenere edip dinlerinden uzaklaştırıp kendilerine tabi kılıp, taklit ettireceklerinin metodunu, yolunu oryantalistlerden öğrenirler.” (Hamdi Zakzük, s. 70) “Oryantalistlere büyük maaş ve makamlar sağlanmıştır. Siyaset ve kilise çevrelerince oryantalistlere büyük önem verilmektedir.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 10) Oryantalist Karl Heinrich Becker, Alman; oryantalist Snouck Hurgronje, Hollanda;  oryantalist Barthold,  Rus; oryantalist Sacy, Louis Massignon ve Hanotaux Fransız emperyalizmine hizmet eder.” (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 45) Zaten “Oryantalistlerin çalışmalarına emperyalist devletlerin verdiği ekonomik destek göz önüne alınınca, başından itibaren akademi ile ulusal güvenlik çıkarları arasında çok güçlü bir bağ kurulduğu ortaya çıkmaktadır.” (Bulut, s. 158) “Batı’nın İslam imajı ve “oryantal toplumları” analizinde, emperyalist politikaların rolü  belirleyici idi.” (N. Daniel, Islam and West, s. 44) “Özellikle 19. yüzyıldan sonra oryantalizm, emperyalizme malzeme sağlayan bir kurum haline gelir.”  (Ömer Baharoğlu, s. 27) Kısaca “İslamiyet uzmanı olup ta hükümete danışmanlık yapmayan veya şirket, basın hesabına çalışmayan hemen hiç kimse yoktur.” (Edward Said, Haberlerin ağında İslam, s. 9) “Profesörler, İngiliz ve Fransız koloni bakanlarına ve özel sektöre de zaman zaman danışmanlık yapmışlardır.” (Said, s. 177) “Sömürgeleştirilen her ülkede oryantalistler tercüman, askeri ateşe, sekreter, akademisyen olarak bol kazançlı makamlara geldiler. (Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. 25) Hatta bu durum sadece akademisyen veya oryantalistler için değil, İslam hakkında haber yapan basın mensupları için de geçerlidir: “Her Amerikan muhabiri kendi ülkesinin çıkarları olduğunu ve ülkesinin bir süper güç olduğunu bilmekle yükümlüdür. Kendi şirketinin Amerikan gücünün bir parçası olduğunun farkındadır ” (Said, İslam, s. 83, 84) İslam’a en hoşgörülü yaklaşanlardan biri olan oryantalist Watt, “İslam’ın köklerinde Yahudilik ve Hıristiyanlığın tarihi etkisi ve Arap monoeizmi olduğunu” ileri sürer. (A.L. Tibawi; Enver Abdülmelik, Hamid Algar, Krizdeki oryantalizm, s. 194; Çağdaş çalışmalar ve oryantalistlerin siyere yaklaşımı, İbrahim Sarıçam, Prof. Seyfettin Erşahin, s. 282; İslam and the Intefration of society, s. 293; Montgomery Watt, Hz Muhammed’in Mekke’si, s. 84) İslam hakkında ‘en objektif yazarlardan olan’ Slomp’tan yapacağımız alıntı da aynı düşüncenin izlerini taşır: “Muhammed bir peygamberdir; ancak İsa ise peygamberin ötesinde özelliklere sahiptir. Dolayısı ile Hz Peygamberden üstündür.” (Slomp, Het debat over de christelijke erkening van Muhammed, s. 64) “Sömürgecilik Oryantalizmin birikimlerinden istifade etmiştir.” (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 61) “Napolyon’un Mısır seferi, kalemin kılıçla ittifakını gösteren bir seferdir.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. 102) “Napolyon Mısır savaşında çok farklı yöntemler kullanmıştır. Napolyon,  amacının Mısır’ı memlüklerin zülmünden ve Hindistan’ı da İngilizlerin elinden kurtarmak olduğunu ilan etmiş, halifenin dostu olduğunu belirtmiş, bildirisine de besmele ile başlamıştır. Bildiride Fransa’nın gerçek bir Müslüman ülke sayılabileceği iddiası bile ileri sürülmüştür.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. 90) “Napoleon Bonapart, Mısır’ı elinde bulunduran Memluklularla savaşmadan önce bir ferman yayınlar : Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla. Allah’tan başka ilah yoktur. Onun bir oğlu olmadığı gerçektir. Memluklular, yeryüzünün bu en güzel beldesinde fesat içerisinde hareket etmişlerdir, fakat alemlerin rabbi olan Allah, artık onların hükmünü sona ermesini takdir etmiştir. Ben buraya sizin haklarınızı, zalimlerin elinden almak için geldim ve ben Allahü telâya, memluklulardan daha fazla kulluk eder, onun Peygamberi Muhammed’e ve kitabı Kur’anı Kerim’e onlardan daha fazla Hürmet ederim. Ey kadılar, şeyhler ve İmamlar. Halkınıza şunu söyleyin; Fransızlarda Sadık Müslümanlardır. Fransızlar, papalık merkezini yerle bir etmiştir. Osmanlı sultanının – Allah onun saltanatının daim kılsın – en sadık dostu Fransızlardır. Bize yardıma koşacak olanlar için de büyük nimetler vardır. Bütün ahali, camilerde namazları adet olduğu üzere kılmaya devam edecektir. Bütün Mısırlılar yüksek bir sesle şöyle diyecektir: Allah, Fransız ordusunu muhafaza etsin.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 130-133) “Richard Simon, İslam’ın savunuculuğunu üstlenen biri olarak ün salmıştır. Ama o bile son tahlilde, Müslümanlığın iyi yanlarını Hıristiyanlık ve Yahudiliğe borçlu olduğunu ileri sürer. M. Rodinson tarafından “İslam peygamberini yücelten” bir kitap olarak tarif edilen Henri Boulainvilliers’in ‘Vie de Mahomed’ adlı eserde İslam’dan ‘tarihsel bir felaket’ olarak bahsetmektedir.” (Bulut, s. 79) G. Sale, 1736 da yayınladığı İngilizce Kur’an-ı Kerim Tercümesi’nde şunları yazmaktadır: “Hz. Muhammed’in Kur’an-ı Kerim’in müellifi/yazarı olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Kur’an’ı yazarken de başkalarından az yardımda görmemiştir.” Hâlbuki G. Sale  “Yarı Müslüman “kabul edilecek kadar objektif (!) kabul edilen birisidir. (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 75) Sale tercümeden amacını ise şöyle açıklamıştı: Çalışmanın başlangıcı okuyucuya, benim Hıristiyanlığa karşı İslam’ı savunacağım intibaını verebilir. Fakat ben açıkça ifade edeyim ki, benim planım bunun tam tersidir. (Sale, Reflections on Mohammedism, s. 2) Constantin-François de Chassebof Volney, Mısır’ın işgalini Mısır’ın kurtarılması olarak ilan eder. (Hentsch, Hayali Doğu, s. 163) Günümüzde de benzer kurtarıcılık rolünün en çok bilineni de ABD’nin Irak’ı Saddam despotluğundan kurtarıp Irak’a demokrasi getirme vaadidir. Sonuç, 500.000 ölü, milyonlarca evsiz ve yurtsuz mülteci. Ama petrol artık ABD’nin kontrolündedir!

Kısaca, “İstisnai olarak ortaya çıkan bir takım objektif çalışmalarda bile hiç bir zaman, Hz Muhammed’in peygamberliği kabul edilmemiştir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 60) Hüseyin Akgün’ün, “Goldziher ve hadis” adlı eserinden devam edelim: “İslam’ın kendi doktriner resmi şekliyle bile, felsefi kafaları tatmin edebilecek yegâne din olduğunu akıllıca tespit ettim.” diyen Goldziher son tahlilde, “Benim idealim, Yahudiliği de benzer bir rasyonel seviyeye yükseltmektir.” diyerek yine kendi dinine hizmet etmeye çalıştığı görülmektedir. David E. Stannard, “Ne zaman yerliler barış istediyse, hep İngilizler tarafından sahte bir anlaşma yapıldı ve ardından da İngilizler, barış zamanında olduğunu sanan yerlilere beklenmedik bir biçimde tekrar saldırdılar.” demektedir. (Sefa M. Yürükel, Batı tarihinde insanlık suçları, s. 44) “İslam’a insaflı bir şekilde bakan az sayıdaki oryantalistte, içinde yaşadıkları ortam onların İslam’ı gerçek manada anlamalarına engel olmuştur. Oryantalist araştırmaların asıl amacı Müslümanlarla mücadele ederken yararlanmaları için misyonerlere malzeme hazırlamaktı. Bu nedenle söz konusu araştırmalar hiçbir zaman sağlıklı, iyi niyetli ve tarafsız olmamıştır.” (Muhammed Gallab, Nazaratün istişrakiyye fil-İslam, s. 8) “Batılılar İslam milletlerini insaflı ve tarafsız bir şekilde düşünmemektedir. Mısırlıların bir yabancı devletin medeniyeti altına girmeye çok muhtaç olduğu ilan edip duranlar, Bulgarlara tam bir istiklal verdirmeye ve onları dışarının vesayetinden kurtarmaya uğraşıyorlar. Bulgarları genellikle Mısırlı’lardan daha medeni saymak, Avrupa’ya mahsus olan uydurma safsatalardandır.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 289) “Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye bakışında iki belirleyici düzlemden söz edilebilir, birincisi ekonomik,  ikincisi din.” (Hilmi Yavuz, s. 52) “Hiçbir ülke, Türkiye gibi batılılaşmaya çalışmamıştır. Avrupa hiçbir zaman, Türkiye’nin batılılaşma çabalarını ciddiye almamıştır. Bu çabaları küçük görmüştür. Türkiye’yi küçük görmekte haklıyız. Çünkü bizi taklit edene niçin saygı duyalım. Ben ancak medeniyetime katkıda bulunabilecek olana saygı duyarım.” (Arnold Toynbee, uygarlık sınavı adlı eserinden nakleden Hilmi Yavuz, Modernlesme Oryantalizm ve İslam, s. 68)

“Oryantalistlerin çoğu, İngiliz şirketinin resmi görevlileri ile bazı misyonerlerden oluşuyordu. İngiliz oryantalizmi, yöneten ile yönetilen arasındaki psiko-kültürel boşluğu köprü olmayı amaçlar. Oryantalistler, Hindulara İslam öncesi geçmişleri için sistematik bir bakış açısı sağladılar. Oryantalistler, Hindistan’daki İngiliz düzeninin muhkem kullanması için araç olurlar. Oryantalistler, kamu görevlileridirler. İngiliz oryantalist siyaseti, Avrupa düşüncelerinin yayılımını sağlamıştır.” (Philip G. Altbach, Gail P. Kelly, Sömürgecilik ve eğitim, 35-37, 44) 

Yapılması gerekenler

Öncelikli hedefimiz; Batı kültürü karşısında eziklikten kurtulmak olmalıdır! Bunun için gerek tarihi köklerimizde gerek kaynaklarımızdan hareketle geleceğe dönük dinamizmi harekete geçirecek özgüven bizde fazlası ile vardır.

Beyrut Safir Gazetesi Sahibi Talal Selman’ın Milliyet Gazetesi Yazarı Can Dündar’a söylediği, “Doğu’da bir numaralı devlettiniz, Batı’da son numarala olmayı tercih ettiniz.” sözünün benzerini merhum Erol Güngör’de ifade etmektedir: “Avrupa Ortak Pazarının kuyruğu mu, yoksa Ortadoğu’nun başı mı olacağız? Bize düşman olan ve düşman kalacak olan bir medeniyetin çöpçülük hizmetini mi yoksa kendi medeniyetimizin öncülüğünü mü yapacağız?” (Erol Güngör, Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, Ötüken Yayınları, s. 261-266)

“Kendimiz kalarak ötekine açılmayı öğrenmek zorundayız.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 10)  “İslam medeniyeti kendi dışındaki din ve kültürleri kucaklayabilecek esnekliğe sahip bir dünya görüşüne dayanmaktadır.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 19) “İslam ve batı Medeniyetleri, ‘iyilikte yarışan topluluklar’ (Maide, 48) oldukları zaman barışa ulaşılacaktır.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 21) 

“Dr. Mustafa es-Sıbaî: “Bizim, batılıların kültürünü araştıracağımız, onlardaki din, ilim ve medeniyeti tenkit edeceğimiz bir gün gelecektir.” demektedir. (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 126) O gün artık gelmiştir. “Oksidentalizm doğunun özgürleşme hareketleri ile ortaya çıkmış, Fransızca ‘occident’ kelimesinden türemiştir. Türkçe ‘Batı bilimi’ şeklinde tercüme edilebilecek bu kavramın garbiyat veya istiğrab kavramı ile de ifade edilebilir.” (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 65) Oksidentalizm, ‘Batı’yı anlamaya çalışma ve karşı söylem üretmeye çalışılma’ sürecidir. “Oksidentalizm, medeniyetler tarihi yazımlında bir denge sağlamayı amaçlamaktadır, onda bir emperyalist hâkimiyet düşüncesi gözükmez.” (Hasan Hanefi, “Oryantalizmden Oksidentalizme”, Uluslararası Oryantalizm Sempozyumu, s. 80-82; Âlim Arlı, Oryantalizm, Oksidentalizm ve Şerif Mardin, s 60) “Müslüman’a yakışan Kur’an’ın bakış açısı ile olayları değerlendirmektir.” (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 55) Bu konuda ana ekseni de,  “Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletten alıkoymasın.” (Maide, 7) ayeti oluşturmalıdır. “Oksidentalizm, medeniyetler tarihi yazımlında bir denge sağlamayı amaçlamaktadır, onda bir emperyalist hâkimiyet düşüncesi gözükmez.” (Hasan Hanefi, “Oryantalizmden Oksidentalizme”, Uluslararası Oryantalizm Sempozyumu, s. 80-82; Âlim Arlı, Oryantalizm, Oksidentalizm ve Şerif Mardin, s 60) Batı bir coğrafyadan daha çok bir yaşam tarzıdır. (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 76) “Oksidentalist öncelikle Doğu’yu çalışmalı ve kendi saf ‘ben’ini ortaya koymalıdır.” (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 72) “Oksidentalizm, Ben’i ortaya koyacak, Batı’nın gözlüklerini çıkaracak, hem kendi toplumuna hem de batı toplumuna kendi gözlükleriyle bakacaktır ve sonuçta kendini tanımanın özgüveni ile görevini daha doğru şekilde yerine getirecektir.”  (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 151) Oksidentalizmin  temeli modernleşmeye tepki ve sömürgelerin bağımsızlıklarını  kazanırken kullandıklarına dayanır. (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 98) “Nasıl Avrupalıların başkalarını çözümlemeye hakları varsa, Başkalarının da batıyı çözümlemeye hakları vardır.” (Samir Amin, Avrupa-merkezcilik, s. 125) Oksidentalizm bağımsızlık mücadeleleri ile paralellik gösterir, bu mücadele ikinci dünya savaşında başlamıştır. (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 105) “İslam ülkeleri bağımsızlaşmıştır ama işgalciler  kültürleriyle beraber tekrar geri dönmüş, zihinleri işgal etmiştir. Oksidentalizm, Batı’yı uyarırken, Doğu’yu da uyandırma gayreti içindedir. Sadece askeri değil, ekonomik ve kültürel işgalden de kurtulunması gerekmektedir.  Oksidentalizm kültürler arası bir dengeyi savunur. Sanki Avrupa dışı halkların varlığı, Avrupa tarafından bilinmelerine bağlıdır.” (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 111-13) Kısaca oksidentalizm, önce kendini tanıma sonra tanıtma ve ötekileştirmeden muhatabını tanımak demektir. Sömürgecilik karşıtıdır ve insani-dini-ticari iletişime açıktır.

Oryantalizmin amacı hammadde, toprak ve iş gücüde dâhil hâkimiyet kurmaktır. Oksidentalizm amacı ‘ben’i önyargılardan kurtulmak ve ötekini aydınlatmaktır. Oryantalizm egoist ve ırkçıdır. Oksidentalizmde kendini müdafaa vardır. (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 8) Oryantalizm ile önce sömürgecilik sonra zihinsel işgal amaçlanırken oksidentalizm ile bir özgürleşme hareketine girilir. (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 12)

“İslam, Yahudi ve Hıristiyanlara hukuki bir statü vermiş, din özgürlüklerini güvence altına almıştır ki, dinler tarihinde bu ilk defa olan bir şeydir.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 49) “Yaklaşık 400 yıl boyunca Müslümanlar, Yahudi ve Hıristiyanlarla özgür fakat rekabetçi bir ortamda, ortak bir kültürün inşasına katkıda bulunmuş ve birbirlerinden çeşitli şekillerde etkilenmiştir. Endülüs kültürü iki dünyanın barış içinde yaşayabileceğini gösteren çarpıcı bir örnek olarak tarihe geçecektir. Endülüs’te farklılıklar bir çatışma gerekçesi değil, iyi ve güzel olan da yarış için bir zemin oluşturmuştur.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s.85-93) “Yapılması gereken, Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanları ortak ahlaki ve manevi değerlerde buluşmaya davet etmektir. Kendimiz kalarak evrensel değerlere sahip çıkabildiğimiz gün, yerel olanla evrensel olan arasındaki gerilimde bitecektir.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 183) 

Tabii bizi ‘öteki’leştiren Batı’ya da büyük görevler düşmektedir: “Politik düzeyde olduğu kadar, dini düzeyde de İslam’la bir uzlaşma sağlamak Batının en başta gelen hedefleri arasında yer alması gerektiği gibi, geleceği için de son derece elzemdir.” (Gai Eaton, İslam Ve İnsanlığın Kaderi, s. 53); Avrupa’da on milyonlarca Müslüman yaşamaktadır ve bu İslam’ın artık bizzat Avrupa’nın içinde yaşadığını göstermektedir. Jack Goody’nin Batılılara teklifi ise İslam’la çatışmayı bir tarafa bırakıp onu anlamak için çaba göstermeleri gerektiği şeklindedir:  ‘Çatışmayı azaltmak istiyorsak bu dinin geçmişi ve bugünü hakkında bir şeyleri anlamaya ihtiyacımız var. Bu fevkalâde başarılı olmuş dünya çapındaki dinin amaç ve etkilerini değerlendirmek, onu ehli kitaptan biri olarak ele almak zorundayız.’ demektedir. Tarımı unutan bir kıtaya sulama tekniklerini öğretmekten tutun da, hoşgörü ve bir arada yaşama pratiğinin cennetini tesis etmeye kadar yığınla olgunun Avrupa’ya, İslam kanalından taşındığı net bir biçimde eserde sergilenmektedir.’ (Jack Goody, Avrupa’da İslam Damgası, s. 11, 12) “Sorun ancak siyasal ve toplumsal bir perspektifle çözülebilir. Batı, yakın doğaya ilişkin politikaları konusunda Müslüman çoğunluğun taleplerine karşı farklı tutum geliştirene dek, saldırılar sürecektir. İşgal, gerginlikleri daha da artıracaktır. İslam, asla faşizmin bir çeşidi değildir. Bu yüzden onunla uzlaşmak zorundasınız; Tıpkı Güney Afrika’da ve Amerika’nın güneyinde beyazların siyahlarla Anlaşması gibi.” (Goody, s. 18) İslam hakkında peşin hükümlü olmaktan kaçınmamız gerekir. (Goody, s. 24) Avrupa, hiçbir zaman tamamen izole olmuş ve tamamen Hıristiyan kalmış bir kıta değildir. İslam’a dönersek, onun ortaya çıkışını Hıristiyan Avrupa’yı el koyması olarak görmemek gerekir, zira Hıristiyanlıkta aynı şeyi Yahudilik için yapmıştır. Bu üç dinin de, var olmaya hakkı vardır. Hepsi Avrupa’nın birer parçasıdır. (Goody, s. 32) Büyük enerji tüketimine sahip Batı dünyası, Ortadoğu petrolüne muhtaçtır. (Goody, s. 20) Doğu, Avrupalıların için daima siyasi bir ilgi kaynağı olmuştur; önce Grekler ve daha sonra Romalılar doğuda büyük imparatorluklar kurmuştur. ‘Öteki’, coğrafi olarak hiçbir zaman ayrı olmamış, hep aramızda olmuştur. İslam Geçmişte de öteki değildi, şimdi de değildir. Müslümanlar artık Avrupa sahnesinin bir parçası haline gelmişlerdir.” (Goody, s. 34, 36, 213) İslam’ın Avrupa’ya gelişi daha çok, Yahudilik ve Hıristiyanlığın Avrupaya gelişine benzemektedir. Zira Hıristiyan ve Yahudiler Avrupa’ya geldiklerinde, önceki rejimlere entegre olmak yerine, onlarla çatışmış ve onları dönüştürmüşlerdir. İslam, hiçbir zaman ‘öteki’ yani doğu olmamış, tam tersine her zaman Avrupalıların hayatının bir parçası olmuştur. İslam’ın önemini takdir etmeliyiz. Müslümanlar, Hıristiyan bir ortamda kendi dini kimliklerini muhafaza etmek istemektedirler. Noel, Paskalya, azizler ve diğer tatiller, Hıristiyanlık dinine dayanmaktadır. Müslümanları gurbet havasından kurtarıp, kendilerini evde hissetmelerini sağlayacak ‘çok kültürlülük’ gibi bir anlayışın uygulanabilecek midir? Avrupa, göçmenlerin Hristiyan gibi davranmaları dışında bir çözüme yanaşmamaktadır. Göçmenler güvenlerini kısmen İslam’dan, daha doğrusu gurbette yeniden doğan İslam’dan almışlardır. Almanya’da Türkler ayrımcılığa uğradıkları için tıpkı Fransa’dakiller gibi, İslam’a sarılmaktadırlar. Müslüman gruplarının diğer Müslüman güçlerden yardım alması olgusu, Yahudi cemaatinin İsrail’e yaptığı yardımlar bağlamında ele alınması gereken bir konudur. Her halükarda İslam’ı dünyamızı bir parçası olarak kabul etmek durumundayız; tıpkı geçmişimizin bir parçası olduğu gibi. (Goody, s. 128, 132, 136, 138-140, 144-145) Avrupa’da din, kimlik ile özdeşleşmiştir. (N. Daniel, The Araba and the Medieval Europe, s. 303) Din, kimliğin asli unsurlarından biridir.  Amerikalı Yahudiler hiçbir zaman Amerikalı olmamışlardır. Bu Yahudiler kendisini Yahudi olarak tanımlayan bir başka devlete yani İsrail’e destek vermektedirler. Bu durum, gelecekte Avrupa’daki Müslüman toplulukların intibakına ve onların ortaya koyacakları siyasi hareketleri de model teşkil edecektir. (Goody, s. 170, 171) 

Oryantalizm, aydınlanma ve materyalizm

“Oryantalizm çalışmaları genel olarak, Müslümanları yıldırmak, kendilerine olan güvenlerini sarsmak ve ruhi çöküntüyü sağlamak konusunda odaklanmıştır. Amaçları, Müslümanların bu şekilde, batının maddeci medeniyetlerine boyun eğmelerini sağlamaktır.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 131) “Bir grup oryantaliste, Avrupa tarafından işgal edilen halkların bilinçlerine, Avrupalı güçlere köle olmalarının kuvvetlice işlenmesi görevi verilmiştir.” (A.L. Tibawi, Enver Abdülmelik, Hamid Algar, Krizdeki oryantalizm, s. 12-13)  Bu oryantalistler de görevlerini eksiksiz yerine getirmişlerdir. “Geçmişlerini batılılardan öğrenen topluluklar, kendi tarihlerinde kayda değer bir bilginin olmadığına inandırılmışlardır. Çünkü batı, dünya üzerindeki tek uygarlığın batı uygarlığı olduğunu zihinlere kazımıştır. Buradan doğulunun batılılara benzemesi gerektiği sonucu da kendiliğinde ortaya çıkmaktadır. Bir şeye benzemek ise kendi olmaktan vazgeçmekle mümkündür. Doğulu toplum içinde elit kabul edilen bir kesim zamanla oluşturulmuştur. Bu kesim topluma  oryantalist düşüncenin biçtiği yolu tavsiye eder. Bu elitlerin görevi ‘cahil halkları eğitmek, uygarlaştırmaktır.’ Bilinçlenmenin yolu ise dini ve ahlaki  değerleri inkârdan geçmektedir.” (İsmail Süphandağı, Batı ve İslam arasında Oryantalizm, s. 31, 33) Halbuki “Dinine sırtını çeviren Müslüman’ın elleri boş kalır ve artık kendisinin kim olduğunu bilemez hale düşer.” (Eaton, s. 32) “Kendimizi Avrupalının gözü ile görmek” (Hilmi Yavuz, Batılılaşma değil, oryantalistleşme, Doğu batı dergisi, Nisan 1998, Sayı 2, s. 100) İşte “Türk aydınının batılılaşma serüveni sonunda geldiği son nokta; Oryantalistleşme.” (İsmail Süphandağı, Batı ve İslam arasında Oryantalizm, s. 158) “200 yıllık Avrupalılaşma serüveninin bizi getirip bıraktığı yer oryantalizmdir. Oryantalizm, yani kendimizi Avrupalının gözüyle görmek! Ne Hazin” (Hilmi Yavuz, Modernleşme, Oryantalizm ve İslam, s. 44)

“Reform öncesi ezici ve zulmedici bir özelliği olan Hıristiyanlık aydınlanma sonrası sömürgecilikle bütünleşmiş ve sömürgeciliğin keşif kolu haline gelmiştir.” (İsmail Süphandağı, Batı ve İslam arasında Oryantalizm, s. 127) “Batı sömürücü karakterini, aydınlanma, modernleşme ve küreselleşme maskesiyle  örtmekte,  ötekine karşı militarist  tutumunu gizlemektedir.” (İsmail Süphandağı, Batı ve İslam arasında Oryantalizm s. 44) 

“Aydınlanma çağı ‘ilahi müeyyidesi olmayan bir siyasi sistem, dogmasız bir ahlak’ kurmak peşinde, ilerici ve laik bir ideoloji kuruyordu. Avrupa artık bilime inanmaktadır.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin Kısa Tarihi, s. 71) “Avrupa’nın 19. asır düşüncesi, materyalist ve pozitivist düşüncedir.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 17) “Marxizm ve evrim teorileri sonuç olarak “Bilimsel materyalizmi” bir din haline getirmiştir.” (Meryem Cemile, İslam ve Oryantalizm, s. 19) “Batı, bilim devrimini yaptıktan sonra iki temel felsefe akımı ortaya çıkarmıştır. Rasyonalizm ve empirizm. Aydınlanma 18. yüzyılda bu iki geleneğin bir sentezidir! Bizim için Batının tarihsel anlamı aydınlanma dönemi ile başlar. 1774-1820 yılları arası batılıları Ordunun donanımı anlamında askeri alanda taklit edilmiş, tazminatla beraber, 1826 yılından itibarende, zihniyet düzenlenmesine gidilmeye başlanmıştır. Batılılaşmak demek, Avrupalılaşmak demek, aydınlanmacı olmak demektir.” (Hilmi Yavuz, Modernleşme, Oryantalizm ve İslam s. 42-43)

“Aydınlanma düşünürlerinin mutlak hakikate sahip olduklarına dair sarsılmaz inancı, felsefi çoğulculuğun her türüyle çatışma halindeydi. Aydınlanmanın tek akıl, tek tarih, tek bilim, tek medeniyet modeli, modern dönemdeki mutlakıyetçi siyasi akımlarında temel beslenme kaynağıdır.” (İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, s. 233)  “Yöntemi, yargılarıyla, Doğulu ve Batılı araştırma konuları ile reform adına Mısır’da uyulması istenen batılı düşünce, Avrupa’da 19. asrın düşüncesinden başka bir şey değildir. Avrupa’nın 19. asır düşüncesi, materyalist ve pozitivist düşüncedir.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 17) “Türk ateisti, aydınlanmanın mirasıdır. Daha doğrusu ateizm, Fransız aydınlanmasının, Türk entelijansiyası tarafından fevkalede yanlış bir biçimde anlaşılmasına sonucudur.” (Hilmi Yavuz, Modernlesme, Oryantalizm ve İslam, s. 113, 134) “Din, kültür ortadan kaldırılmaya çalışılınca yerine sahte dinlerin ikame edilmesi kaçınılmaz bir sonuç olmaktadır: “Bizim ilk aydınlanmacılarımız pozitivizmi, neredeyse yeni bir din olarak algıladılar. Şinasi’ye göre, Bilim, kul köle olunması gereken yeni bir değer, yeni bir kutsaldır. Tanzimat aydını olan Tevfik Fikret, “kul köleyiz bilime” der.” (Emin Arık, Deizm ve ateizm çıkmazı, s. 295) “1945’te demokrasiye batılıların dikte etmesiyle geçmedik mi? Biz Avrupalı olmadık, kendimizi Avrupalı gözlüğüyle görmeye başladık.” (Hilmi Yavuz, s. 50, 51) “Oryantalizmin etkisiyle, ‘Doğulular ve Müslümanlar, batı gözlükleri takarak’ kendilerine bakmak zorunda kalmışlardır. Batılaşanlar kendini ilerici olarak görmüşler, dinden uzaklaşmakta sınıf atlamak için gerekli görülmüştü.” (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 11, 17) Fransız Katolik enstitüsünden Prof. J. Danielov; “Aydınların zihnine, eserlerine Hıristiyan unsurlar sokun.” (Adnan Odabaş, Dikkat misyoner geliyor, s. 66) demektedir. “Batılı ülkeler, gazeteciler, aydınlarla irtibata geçip onlar vasıtasıyla içişlerine karışmakta, aralarında ayrılık çıkardıkları ülkeleri birbirine düşünmektedirler.” (Mustafa Sıbai, s. 42) Sonunda da “Batı prensiplerine göre yetişmiş aydınlar arasında dini inancın süratle çökmeye yüz tuttuğu hususunda şüphe yoktur. Hiçbir medeniyet maziye bağlılığını kaybettikten sonra varlığını korumaya muktedir olamaz.” (Muhammed Esed, Yolların ayrılış noktasında İslam, s. 73, 87) “Oryantalistler İslam’dan uzaklaşanları ‘aydın’ olarak nitelendirmektedir.” (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 104) “Oryantalistlerin özellikle aydın çevreler üzerindeki tesirleri vardır.” (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 12) “Müslümanlar tarihinde ilk defa İslam dünyası, kendisi hakkındaki şeyleri batı imalatı imajlarından, haberlerden öğrenmektedir. Yönetici sınıf ise batı kontrolündedir.” (Edward Said, Haberlerin ağında İslam, s. 90) “Sömürgeciler dini siyasetten ayırma yollarını araştıran sekülerist doktrinler ithal ettiler. Sekülerist fikirler sadece Arap, Türk ve İranlı entelektüeller arasında değil fakat onların Batılılaşmış siyasi liderleri arasında da pek çok yeni taraftarlar buluyordu.” (Asaf Hüseyin, s. 55) “Müslümanlar geçinen yarı aydınlar, oryantalistlerin tesiri altında kalmışlardır. Bunun sonucu olarak, batı kültürünün tesiri altında kalan bu aydınlar, oryantalistlerin gözüyle İslam’ı ve Müslümanları değerlendirmeye başlamışlardır. Onlar zannetmişlerdir ki, oryantalistler, gerçek olandan başka söz söylemezler, onlar son derece hassas ilmi metotlara uygun hareket ederler.” (Sıbai, s. 97-98) Bunun sonucunda aydın kesim hem kendi kültürlerinden habersiz kalmışlar hem de gerçeğin tek ölçüsünün Batı’da olduğunu kabul etmişlerdir.

“Meğer Nureddin Mahmut Zengi (1118-1174) CIA ajanıymış. Ben demiyorum bunu. Cumhuriyet Gazetesi’nin mümtaz şahsiyetlerinden Aydın Engin beyefendinin iddiası bu yönde. 100 yaşındaki edebiyat dergimiz Varlık’ “İbn Taymiyya” diye İslam âliminden söz ediyor mesela. Zira “aydınımsı” dediğimiz adam İbn Teymiye’yi hayatı boyunca hiç “Türkçe yazılışından” okuyacak kadar tanımamıştır. Ancak bir oryantalistin yahut bir batılı araştırmacının metninde tesadüf etmiştir ismine. Özdemir İnce’nin Paulo Coelho’nun romanının çevirisinde yer verdiği “birden kulelerden şarkılar yükselmeye başladı” cümlesindeki kulenin minare, şarkının ezan olduğunu söylememize bilmem gerek var mı? Türk aydınımsı diye halka, toprağa, tarihe, dine karşı cehalet geliştirmeyi neredeyse vazife edinmiş adama derler.”  (İsmail Kılıçarslan, Yeni Şafak, 03 Şubat 2018) “Bizler, her konuda Avrupa’yı rakipsiz bir otorite olarak kabul etmemizden dolayı, tarihimizi bile Avrupalılardan alıp öğrenmeyi adet haline getirdik.” (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s. 10, 24) “Oryantalistler İslam’dan uzaklaşanları ‘aydın’ olarak nitelendirmektedir.” (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 104) “Oryantalistlerin özellikle aydın çevreler üzerindeki tesirleri vardır.” (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 12) “Müslümanlar geçinen yarı aydınlar, oryantalistlerin tesiri altında kalmışlardır. Bunun sonucu olarak, batı kültürünün tesiri altında kalan bu aydınlar, oryantalistlerin gözüyle İslam’ı ve Müslümanları değerlendirmeye başlamışlardır. Onlar zannetmişlerdir ki, oryantalistler, gerçek olandan başka söz söylemezler, onlar son derece hassas ilmi metotlara uygun hareket ederler.” (Sıbai, s. 97-98) “Aydın kesim, gerek eski metinleri okuyup anlamadaki zorluğu göze alamamaları, gerekse bir an önce neticeye varmak arzularına sahip olmaları ve bir de dini çevrelerde bilinenlere aykırı, yeni şeyler ortaya atma hevesi yüzünden, oryantalistlerin eserlerini kaynak kabul etmişlerdir.” (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 98) “Oryantalistler, Batı hayranı olan elitlerden azımsanamayacak bir kitleyi peşlerine sürüklemişlerdir.” (Halil Çiçek, Müşkilu’l-Kur’an’ı Yeniden Değerlendirmek, s. 12) “Kendi kültürüne yabancılaşan, oryantalist fikirlerden etkilenen birçok yerli aydın kendi kültür ve dinine yabancılaşmış, kendilerini onlardan farklı-uzak ve batının yanında görmeye ve göstermeye çalışmışlardır.” (Mehmed Said Hatiboğlu, “İrtica Nerede?”, İslâmiyât, C. X, Sayı: 2, Nisan-Haziran 2007, s. 9-23; Mehmet Doğan, “Batılılaşma: Mağlubiyet İdeolojisi”, Eski Yeni, Sayı:8, Kış 2008, s. 58) 

1962’de yayınlanan bir eserin önsözünde,  ‘Bugün İslam aleminin birçok yerlerinde Batıya karşı aşırı bir hayranlık fırtınası ortalığı kasıp kavurmaktadır.’ (Haydar Bammat, Batı medeniyetinin kuruluşunda Müslümanların rolü, s. 5) diye yazmakta idi. Bugün bu fırtına çok daha artmıştır ne yazık ki! Dr. Hamid Algar tarafından ilk kez 1969 yılında yazılan makalesinin giriş bölümünde, Batı’nın İslam dünyasına yönelik yıllarca süren askeri ve siyasi saldırılarının bir sonucu olarak, Müslümanların batıya karşı daima ‘özür dilemeci’ bir tavır içerisinde olduklarını belirtir. (A.L. Tibawi, Enver Abdülmelik, Hamid Algar, Krizdeki oryantalizm, s. 187) Ateist, toplumun manevi değerlerine düşman ama Müslüman olmayan gavura aşıktır her zaman. “İsrailli arkadaşımın önünde saygıyla eğiliyorum. Ama ben Ömer’in önünde eğilmem, Osman’ın önünde eğilmem.” demektedir ateist sanatçımız İlyas Salman. (İlyas Salman, video: www.youtube.com/watch?v=RPaerMH3jvY) “Mısırlılardan da Avrupa’ya köle olma şuurunu taşıyan ve bu şuuru dibine kadar da ilan bir nesil yetiştirilmiştir.” (Prof. Muhammed Kutup, İslam’ın etrafındaki şüpheler, s. 15) “Edward Said, sömürge entellektüeli kavramını şöyle açıklar: Kendini Avrupa kültürü ile tanımlayarak, sömürgeci ülkeyi anavatan sayarak, her zaman Avrupai hakimiyetin kültürel perspektifi ile yazarlar. Sömürgeci entelektüel kendini, kendi halkı karşısında yenik düşmeye yazgılı konumda göstermenin dışında, bir meşrulaştırma olanağına sahip değildir.” (Hilmi Yavuz, s. 66, 67) “Aydın sınıf, batı medeniyetinin tesiri altında şahsiyetini kaybetmiş ve aşırı derecede batı hayranlığına müptela olmuştur.” (Said Halim Paşa, Buhranlarımız ve Son Eserleri, s. 61) “Batı karşısında toplumun her alanında ve her kesiminde birey birey içselleştirilmiş bir eziklik taşıyoruz.” (Ömer Baharoğlu, Oryantalizm İslam ve Türkler, s. 35) “Oryantalistlerin takipçileri, batıyı kendilerine kıble ve hayatlarının rehberi yaptılar.” (Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. 68) “Türkiye’de, kendisini modernleşmiş, Avrupalılaşmış, Batılılaşmış sayan bir kısım insanımız, geleneksel kimliğini ön plana çıkaran bir başka kısım insanımızı ilkel,  pislik olarak kabul etmektedir. Onlara ancak aşağılayıcı, horlayıcı bir söylemle atıfta bulunmaktadırlar. Kendi yerli halkını öteki olarak işaretlemektedirler. Batılılaşmanın bizi getirip bıraktığı yer burasıdır: Kendi yerli halkını, insandan daha aşağı, batılıyı ise insandan daha yukarı neredeyse bir tanrı gibi görmek. Modernin kendi halkına ve batıya bakışı hemen hemen hiç sorgulanmadı. Neden acaba?” (Hilmi Yavuz, s. 74) “İslam ülkelerinde sömürgecilerin uzun müddet hüküm sürebilmesi için, Müslümanların dinlerinden uzaklaştırılmaları lazımdı. İngilizler, Mısır’da okullarda iktisadi ve toplumsal adaleti içeren bir devlet nizamı, öğretim ve eğitim için bir sistem, başlı başına bir hayat ve hayatı içine alan bir düzen olan İslam’ın emirlerinden hiç birisini öğrencilere okutmadılar. Mısırlılardan, Avrupa’ya köle olma şuurunu taşıyan ve bu şuura dibine kadar dalan bir nesil yetiştirdiler.” (Profesör Muhammed Kutup, İslam’ın etrafındaki şüpheler, s. 14-15) Bunun sonucunda aydın kesim hem kendi kültürlerinden habersiz kalmışlar hem de gerçeğin tek ölçüsünün Batı’da olduğunu kabul etmişlerdir. Bu durumumuz yabancıları bile şaşırtmaktadır: “Zihinsel ve entelektüel köleliği anlayamıyorum.” (Wael Hallaq, Cins Dergisi, 9 Ocak 2019) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Cezayir ziyareti sırasında (28 Nisan 2018) Cezayirli bir gazeteci, Erdoğan’a “Türkler burayı işgal etmedi mi?” diye sorar. Erdoğan: “Eğer öyle olsaydı siz bu soruyu bana Fransızca değil, Türkçe soruyor olurdunuz.” diye cevap verir. 1960’larda Cezayir’den kanlı bir şekilde çekilen Fransa Cumhurbaşkanı’na böyle bir soru soramayıp da 500 yıl önce yapılan bir fütuhatın hesabını sormaya kalkışmak, ancak “sömürge aydını” olmanın derine işlemiş bir ruh halinin göstergesidir.

“Bir yanı ile Müslüman, bir yanıyla Batılı fakat kendini ne İslam medeniyetine ne de batıya ait hisseden insanlar bu ikircikli ruh halinin ağır baskısı altında sürekli krizlere maruz kalırlar.” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 174) “Roman ve sinema ile batılı olmayanı ötekileştiren oryantalizm, batıyı hâkim bir evrensel norm ve merkez olarak ilan etmektedir.” (Fuat Keyman, Oryantalizm, Derleme, s. 10) Twitter’da ‘Sevinçli’ adlı bir kullanıcı 3 Temmuz 2017 tarihli paylaşımında, “Kızım Disney Channel izleyerek büyüdü. Amerikan kültürüne son derece hakim ve ben annesi olarak ölünceye kadar kızımla gurur duyacağım.” diye yazmakta idi. ‘Shrike’ adlı twitter kullanıcısı da, Arda Güler Real Madrid’e transfer olunca Arda ve annesinin fotoğrafını paylaşıp altına şunları yazar: “Annesinin açık ve sarışın olması ülkemizin imajı açısından mükemmel.” Evet, tam da oryantalistlerin istediği ideal ‘doğulu, ezik ve kimliksiz’ tipoloji örneği. Hâlbuki Bosna’lılar full sarışın nerdeyse ama sadece Müslüman oldukları için Avrupa ortasında yaklaşık 4 sene (1992-1995) katliama uğramışlardı. Oyuncu Bade İşçil, bir zamanlar arabeks şarkı söyleyen “Mahsun’dan ayrıldıktan sonra hayatında ne değişti?” şeklindeki gazetecilerin sorusuna “Artık lahmacun yemiyorum. Ben batılı bir kızdım ve özüme döndüm.” (Hürriyet, 11 Ekim 2007) diye cevap verir.

“İnsanları sömürülebilir hale getirmek için önce onların dayandığı değerler sisteminin çökertilmesi gerekmektedir. Kendi değerler sistemini kuramayan toplumlar taklitçi durumuna düşer ve nihayet başkalarının sömürü ağlarında yem olurlar. İnsanları sömürülebilir hale getirebilmek için önce benliklerini tahrip etmek, tarihleri ile ilişkilerini kopararak kimliklerini yok etmek gerekmektedir.” (Prof. Hasan Ayık, Ahlak sorunumuz, s. 31-32)  “Müslüman toplumları hem entelektüel hem de kültürel açılardan zayıflamış ve dejenere olmuşlardır. B. A. Zaki Badawi: “Batı’yı ideal olarak tanıtan iki tip sosyal grup olduğunu belirtmiştir: Batılılaşanlar ve laikler.” Mısır tarihi, İslami karakterlerini mümkün olduğunca yok ekmek amacından yola çıkarak yeniden yazıldı. Türkiye ve İran’da da buna benzer eğilimler iyi bilinmektedir.” (Hilmi Yavuz, s. 204 -205) “Türk entelijansiyası, laikliği yanlış anladı. Modernite projesinin devlet ile sınırlı tuttuğu laikliği, bireysel alana taşıdı.” (Hilmi Yavuz, s. 115) “Vulgarlaisizm, bu ülkenin en barbar ideolojisi. Çünkü kendisini hakikat görüyor, egemenlik kibriyle bakıyor ve modern olmanın havasıyla üstün sanıyor. Toplumuna, tarihine ve coğrafyasına yabancılaşan bir self-bilinci temsil ediyor. Bu topluma, kötü bir modernlik kopyacılığıyla bakıyor. O nedenle bilgili ama cahil, bilimsel sanıyor kendisini ama dogmatik. Her şeyi kopya ettiği kaba modernliği, vulgarlaisizmin (kaba laikçilik) üzerinden okuyor. Din karşıtı, toplum karşıtı ve tarih karşıtı bir zihin haline geliyor.” (Ergün Yıldırım, Yeni Şafak, 6 Eylül 2020) “Müslüman toplumların birçoğunda, sömürgeciliğin izleri kalmıştır.” (Hilmi Yavuz, s. 231) “Batıcılık, Müslümanlar arasında tehlikeli bir alçaklık kompleksi hissi oluşturan bir dünya görüşünü temsil eder. ‘Gelin batıyı her yönüyle benimseyelim’ gibi sloganlar ürettiler.”  (Hilmi Yavuz, s. 261) “Taklit ve aşağılık kompleksi ile bazı genç yazarlar eskiye karşı savaş açma konusunda cesaretlendirilmiştir. O günden beri, eskinin adı gericilik ve ilkellik olurken, yeninin adı da ilericilik ve uygarlık olmuştur. Müslüman doğuda reform, batı düşüncesini kötü bir şekilde taklit etmekten ibarettir.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 32, 54, 205) “Oryantalistlere bağlanıp onlara hizmetçi olan, kendisini batılı değerlere teslim edenler, kültürel, ruhi ve psikolojik şahsiyetini de çifte dönüştürür, zamanla da kendini tam bir yabancı gibi hisseder. Batılılaşmış Müslüman gençlik, oryantalistlerin güç sahibi olduklarına inanan ve kuvvetin sadece Allah’a ait olduğunu bilmeyen kimselerdir.” (Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 66) “E. J. W. Gibb, ‘Osmanlı şiiri tarihi’ isimli kitabında, Osmanlı şiirini ‘bıktırıcı tekrarlar ve basmakalıp tedailerden (Detay, ayrıntılardan) öte bir şey olmadığını’ iddia eder. Bu bakış açısı Cumhuriyet döneminde Divan şiirine karşı öne çıkarılan resmi ideolojik söyleminde başat, baskın temalarından biri olmuştur. Türk entelijansının (aydınlar topluluğunun) zihni, oryantalist bir yapılaşmadan öte bir şey değildir. Prof. Walter G. Andrews, ‘şiirin sesi, toplumun şarkısı’ adlı kitabında, Gibb’in Divan edebiyatı ile ilgili iddialarına yanıt verir.” (Hilmi Yavuz, s. 86, 88-91) “Türküleri güncel hale getirmek ya da batılılar sevsin diye modernleştirmek onu bir kafese koymak gibidir. Türklerin bazıları sınıfsal farklardan dolayı türkülere köylü zihniyeti olarak bakıyor.” (Amerikalı Bob Beer ile röportajdan, Yeni Şafak,  19 Ağustos 2018) “Biz kendimizi sevmiyoruz. Dede’yi Wagner olmadığı için; Bâki’yi Goethe yapamadığımız için beğenmiyoruz. Dünyanın en iyi giymiş milleti olduğumuz halde, çırılçıplak yaşıyoruz. Biz ‘misyonlarımızın’ farkında değiliz.” (Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, s. 270) Hürriyet yazarı Tufan Turenç, 10.09.2014 tarihli twitter paylaşımında, “Bale izleme kültürüne erişmeyen insan ne atom rektörü yapabilir, ne de teknolojik gelişmeleri kavrayabilir.” demektedir. Ahmet Hakan, İlber Oltaylı ile ‘Tarafsız Bölge’ adlı programda aralarında şu konuşma geçer:” Oltaylı, ‘Fatih, muhteşem bir dil bilgisi vardı ve büyük bir deha idi.’ deyince Ahmet Hakan, ‘Yani Batıya açık biri. Bilime açık biri, tipik bir Müslüman örneği değil’ diye yorumda bulunur. Oltaylı, ‘Hayır efendim o zaman batı da böyle adam yoktu ki, ne batısı diyorsun. Asıl Müslüman örneği Fatih. Sizin bildiğiniz gibi değil. Zaten Müslüman dediğin böyle olur. Senin kafandaki Müslüman örneği başka tabii.’ diye cevap verir. (youtube.com/watch?v=H112S2vgeQg) “Yalnız edebiyatımızla değil, bütün hayatımızın gelişmesi için her şeyden önce eskiden silkinmemiz gerekir, geçmişle bütün bağlarımızı kesmeliyiz; ne alaturka musiki, ne alaturka şiir. Kapamalıyız onları. Gençleri, kendilerine hür edebiyatı öğreterek kurtarabiliriz. Eski Yunan’ın, eski Roma’nın edebiyatı. Çocuklarımıza Yunancayı, Latinceyi öğretmeliyiz.” (Nurullah Ataç, Edebiyatçılarımız Konuşuyor, s. 40) “Genç bir ozan hatırlıyorum. Beyoğlu’nun ‘malum’ pastanesinde, yumruğunu göğsüne vura vura; “Ben” demişti, “Türk olmak istemiyorum. Sanatımla ve duygulanma gücümle başka ve batılı bir ortama aitim ben.” (Attila İlhan, Hangi Batı, s. 24) “Türk aydını, Batı’nın manevi ajanıdır. Batı diye bir şey yoktur. Bu hayâli bir kavramdır. Türkiye’de basın Türk değildir.” (Atilla İlhan, Cevai Kabuğu, Star, 6.2.2004) “Türk aydını, Batı’nın manevi ajanıdır. Batı diye bir şey yoktur. Bu hayâli bir kavramdır. Türkiye’de basın Türk değildir.” (Attila İlhan, Ceviz Kabuğu, Star, 6.2.2004) Hz Muhammed’i bir ‘kahraman’ olarak nitelendiren bir oryantalist için Osman Yüksel Serdengeçti şöyle bir değerlendirmede bulundurmakta idi: “Oryantalist yazar Thomas Carlyle, bizim aydınlarımızdan çok daha insaflı, çok daha idrakli, şüphesiz çok daha bilgili bir adamdır.” (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 8) Görüldüğü gibi “Batı güdümüne giren toplumlar ise her zaman dağılmış, parçalanmış ve özüne yabancılaşmıştır.” (Süphandağı, s. 35) “Beyaz efendilerine teslim olmuş sömürge aydını, kendini batı kültürünün bir parçası olarak görür. Bu kültür alanının dışına çıktığında kimliksiz, kişiliksiz, önemsiz bir varlık olduğunu düşünür.” (İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, s. 279) Aslında “Kültürel ve teknolojik emperyalizm, politik emperyalizmi kadar tehlikelidir.” (Ziyaüddin Serdar, İslam medeniyetinin geleceği, s. 278) “İkbal’e göre de, kişiliğin kaybolması, tüm kayıplardan daha üzücüdür. Yine İkbal’in düşüncesine göre, Müslümanların geleceği, fert olarak kişiliklerini yeniden bulmalarına ve bilinçli olarak yaşam tarzları ile kimliklerini pekiştirme çabalarına bağlıdır.” (Ziyaüddin Serdar, İslam medeniyetinin geleceği, s. 225) Haçlı emperyalizmi, İslam ülkelerinde bölünmeyi daha da büyütecek bir takım şartlar oluşturmuştur. Kurtuluş hareketleri, İslam’ı toplumsal hayattan soyutlama ve ayırma hareketlerine dönüşmüştü. “Mısır tarihi, İslami karakterlerini mümkün olduğunca yok etmek amacından yola çıkarak yeniden yazıldı. Türkiye ve İran’da da buna benzer eğilimler, iyi bilinmektedir.” (Ziyaüddin Serdar, İslam medeniyetinin geleceği, s. 204 -205) 1936 tarihinde Mısırlı yazarlardan biri, “Artık İslam’dan ve Arapça’dan tümüyle kurtulmanın zamanı geldi”, 1938 yılında ise, “batılıların iyi kötü bütün kültür ve düşüncelerini, eski ve yeni dillerini harfiyen öğrenmenin tam zamanı olduğunu” söylemektedir.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 204) “Çağdaş Arap edebiyatı dalında, oryantalistlerin ilk talebesi Taha Hüseyindir.” (Mustafa Sıbai, s. 26) Taha Hüseyin, Mısır’da üniversitelerden önce lisede Latince ve Yunanca dillerinin öğretilmesi gerektiğini savunur. “Batı ile eş olmamız, iyiliği ve kötülüğü ile acısı ve tatlısıyla, sevilen ve sevilmeyen yönleri ile kısaca, her şeyi ile uygarlıkta onlara ortak olmamız için Avrupalıların yolundan gidilmesi gerektiğini” ilan etmekte, “Dini siyasetten ayırıp, İslam toplumunda düşünce reformu” yapılması gerektiğini savunmaktadır. (Taha Hüseyin, Mustakbelu’s-Sakafe fi Mısr, II/289-292; Ziyaüddin Serdar, İslam medeniyetinin geleceği, s. 68) Ona göre, ‘Mısır’ın mantalitesi, Avrupalılara çok yakındır. Bu medeniyet Yunan medeniyetine yakın, şark mantalitesine ise uzaktır.’ Firavunlar devrinden beri gelen medeniyeti savunan bu yazar, Pers, Roma, Arap veya İslam’dan hiç etkilenmemiş bir kültürü savunmakta (Taha Hüseyin, I/9-11) ve “Mısır halkının Avrupalılar ile özde bir olduğunu” söyleyerek, “Avrupalılar içinde erimek gibi bir korkuya” gerek olmadığını, ‘zaten aynı olduklarını’ (Taha Hüseyin, I/63) ileri sürmektedir. (Taha Hüseyin, II/372) “Almanya da 4 yıl kalan Ali Hasan Abdulkadir, Ezher’de ilk dersine şöyle başlamıştır: “İtiraf etmeliyim ki, 14 yıla yakın süre Ezher’de okudum ama İslam’ı hiç mi hiç anlayamamışım. Onu ancak Almanya’daki tahsilim sırasında anlayabildim.” (Mustafa Sıbai, s. 28) Türk olan A. Cevdet de, ‘medeniyet Avrupa medeniyetidir, bunu gülü ile dikeni ile almak mecburiyetindeyiz.’ (Abdullah Cevdet, Şime-i Muhabbet, İctihad dergisi, 89, sayfa 1984) demektedir. Halbuki, “Kendilerinin gerçekte inanmadıkları ve ancak merasim görevlerine uyarak yapmacık bir surette inandıkları bir dini, birisi kalkar ve Hıristiyan medeniyetinin fikirlerinin ve eserlerinin Fas’ta ve daha bilmem nerelerde acilen uygulanması lüzumundan açıkça bahseder. Hıristiyan medeniyeti namına bu kişilerin gösterdikleri gayretin başlıca sebebi tâ eskiden beri Hıristiyanların kalplerinden silinmemiş olan İslamiyet’e karşı miras olarak intikal eden düşmanlık hissidir.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 286-287) Amaç, geçmişi tarihin derinliklerine uzanan bir intikam duygusudur. Bu duyguyu emperyalizm de tetikler. 

“Birçok yabancı okul da, aynı vatanın çocuklarını, farklı yönlere yönlendirmektedir.” (Ömer Furuh, et-Tebşir ve’l-İsti’mar fil Biladil Arabiyye, s. 112) Fanon Frantz batılı aydın tipini şöyle karakterize etmektedir: “Doğu’dan yerliler getirip onları eğittik. Zira Batı eliti, yerli elit üretmek istiyordu. Kısa bir süre sonra ful doktoralı olarak memleketlerine geri gönderildiler. Artık bu yürüyen yalanların kendi kardeşlerine söyleyebilecekleri hiçbir şeyleri yoktu.” (Fanon Frantz, Les Dammes de la Terre, s. 17) “Afrika dilleri, üniversite seviyesinde yıllarca tahsil edilemedi. Uganda Makerere Üniversitesinde öğretilen tek dil, bağımsızlıktan sonra bile İngilizceydi.” (Philip G. Altbach, Gail P. Kelly, Sömürgecilik ve eğitim, s. 66) “Kızılderili komisyon kurulu şöyle diyordu: “Kızılderilileri siyasetimizde güvenilir ve kullanışlı bir unsur haline getirmek için cesurca çalışmalı. Batı pahalı bir bedelle Kızılderili ile dövüşmektense onu eğitmenin daha ucuz olduğunu öğrendi.” (Philip G. Altbach, Gail P. Kelly, Sömürgecilik ve eğitim, s. 101) “Sömürge altındaki toplumlar, kendi tarihlerinden mahrum bırakılmışlardır. Sömürülen, sömürgecinin dilini efendisinden daha nazik şekilde konuşmaya yönlendirildi.” (Philip G. Altbach, Gail P. Kelly, Sömürgecilik ve eğitim, s. 133, 134) “İngiliz tarihçi, siyasetçi ve Şair Thomas Macaulay, ‘Hint eğitimi üzerine notlar’ isimli eserinde, ‘yapmamız gereken şey, hükmettiğiniz milyonlarla bizim aramızda tercüman görevini üstlenecek bir sınıf yetiştirmektir. Bu sınıfın kanı ve rengi Hintli fakat zevkleri, kanaatleri, ahlakı ve aklı İngiliz olacaktır.’ demektedir.” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 113) Tüm bu faaliyetlerin sonunda ABD’yi savaşta yenen Vietnam’da “Ülke halkı sosyalizm ve milliyetçilik doğrultusunda eski efendilerini taklit etme ayrıcalığını kazanmak için savaştılar.” (Gai Eaton, İslam Ve İnsanlığın Kaderi, s. 45)

Kolombiya’da bir kızcağız bir tv progmına misafir olur ve İngilizce (Hello, Good afternoon) selam vererek içeri girer. Bayan spiker milliyetçi hisleri galeyana gelir ve kıza sert şekilde çıkışır: “Sen Kolombiyalısın, damarlarında Kolombiya kanı akıyor. Ve burası İspanyolca konuşulan bir program.  İspanyolca konuşmazsan defolur gidersin!” Aynı mantalite ülkemizde de kısmen hakim durumdadır: “Batılılaşma hastalığına duçar olmuş Cumhuriyet aydınlarının Türkçü medeniyeti söylemi, İslam ve Osmanlı kimliklerinden arındırılmış bir toplum düzeni inşa etmeyi hedefliyordu.” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 40)

Sosyalist ve anti-emperyalist iddiası ile kendini lanse eden Ankara Üniversitesi Hukuk Mensupları Fikir Kulübü 20 Kasım 1953 yılında yıllık faaliyetlerini sıralarken bir tanesi de radyoda “Batı müzik saatlerinin artırılmasını” sağlamalarıdır. (Turhan Feyizoğlu, KFK, Fikir Kulüpleri Federasyonu, s. 82) Hukuk profesörü Hıfzı Veldet Velidedeoğlu ise Iğdır’daki bir düğün için “uygar bir düğün”tanımlamasını kullanır. Nedeni ise sadece “Düğünde kadın ve erkeklerin beraber eğlenmesi, dans etmesini” gösterir. (Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Anıların izinde, s. 199) Türk devrimci solunun önder kadınlarından olan Behice Boran, babasını ‘ilerici’ olarak anlatır. Nedeni ise ablasını “Fransız Rahibeler okuluna” göndermesidir. (Emel Koç, Behice, s. 20) Babası ablasını İslami okula gönderse idi aynı sıfatı hak eder mi idi, ayrı konu! Ülkemin sol aydınlarının memleketimi çağdaşlaştırma gayretlerine, kullandıkları metot ve bakış açılarına ilginç örnekler bunlar. İngiliz Gezgin A. Slade, 1829’da Blonde gemisinde verilen bir baloya katılan Türklerin ‘Medeni tutumu’ hakkında şu gözlemlerde bulunur: “Ayrılmadan önce, birkaç saat içerisinde medeniyet yolunda üç büyük adım attılar. Kadınlarla dans ettiler, herkesin ortasında içki içtiler ve kumar oynadılar.” (Tuncer Baykara, Osmanlılarda medeniyet kavramı, s. 24) “Ülkenin elitleri arasında sayıldım çünkü İngilizce konuşabiliyor ve batı kıyafetleri giyebiliyordum. Benim gibi insanları dinden uzaklaştıran en büyük faktör, vaizlerinin uyguladıkları ile vaaz ettikleri arasında büyük bir fark olması idi. Ayrıca, dinin arkasındaki felsefeyi açıklamak yerine, ritüellere aşırı vurgu yapılıyordu. Neslimin miras aldığı aşağılık kompleksi yavaş yavaş birinci sınıf bir sporcu olarak geliştikçe geçti. Her iki toplumun avantajlarını ve dezavantajlarını görmeye başladım. Üstün olduğumuz ve hâlâ da üstünlüğümüzün devam ettiği bir alan vardı ve bu da bizim aile hayatımızdı. Materyalist ve hedonistik kültürü insanda psikolojik sorunlara neden olmaktadır.” (Pakistan Başbakanı Imran Khan ile röportajdan, Arabnews, 25 Mayıs 2019) Sosyal medyada ‘Σελήνη’  adlı bir kullanıcı, “Türk olduğumu öğrenen Amerikan garson selamünaleyküm dedi, aleyküm selam demediğim için saygısız olduğumu iddia etti.” diye twit paylaşır. Ona destek olmak isteyen bir twit kullanıcısı da, “Biz merhaba deriz deseydiniz keşke. Ben Amerika’ya ilk geldiğimde giydiğim kıyafetlere çok şaşırmışlardı. İran gibi düşünüyorlar bizi maalesef ve Arap alfabesi kullandığımızdan eminler.” şeklinde cevap yazar. Kıyafetle batılı olmak veya zaten Arapça kökenli bir kelime olan ‘Merhaba’ ile Arapçılığa savaş açtığını zanneden modern insanlar türemiştir ne yazık ki. Yine twitter’de Yusuf Demirkapu adlı bir kullanıcı, “Asurlara ait en eski kraliyet arşivi British Museum” diye paylaşımda bulununca Umut K. adından bir kullanıcı “Burda olsa üç günde yağma olurdu. Emin ellerde olduğuna inanıyorum” diye yorum yaparak sömürgeci hırsızlara güzelleme yaparken kendi kültürüne düşmanlığını ilan ederek tam bir Stockholm sendromu örneği olduğunu göstermişti. Yine “Taksim’deki Arapça tabelaların sökülmesini keyifle sigara yakıp izlediğini” yazan bir kullanıcıya Eray K. Adında biri, “İngilizce tamam da Arapça bize ters hacı” diye yorum yapmaktadır. Cem Yılmaz’ın ‘açık büfe’ komedi videosundan: “Biz Türkler açık büfede ”acayip’mişiz! Ama ‘bir İngiliz’de böyle bir şey görmezmişiz, bir zeytin, bir avakado alıp gidiyormuş” Sayın Yılmaz keşke İngilizlerin, dünyanın öbür ucundaki insanların yemeklerini önlerinden aldıklarını, yer altı ve yer üstü zenginliklerini de sömürdükleri, yaptıkları zulüm ve katliamları da komedisine ilave edebilseydi! “2005 ile 2016 yılları arasında Afganistan’da özel kuvvetler personelinin yaptıklarına ilişkin soruşturmanın bulgularını detaylandıran Avustralyalı General Angus John Campbell, 23 ayrı olayda 25 Avustralyalı Özel Kuvvetler personelinin 39 ‘yasa dışı cinayet işlediğinin’ ortaya çıktığını söyledi.” (Euronews, 19/11/2020) Haberi “icmihraklar” adlı twitter kullanıcısı bakın nasıl yorumlar: “Ancak batılı bir devletin vereceği medeni bir tepki. Şark devletlerinde bunlar hiç olmaz.” 39 kişiyi öldürüyorlar, olay ‘basına sızınca’ sadece lafla, özür diliyorlar, bizim celladına âşık zihniyet sahiplerinin yorumuna bakınız. Oryantalistler; Başardınız! F. A. Eroğlu 07.06.2019 tarihinde Twitter hesabından Norveç’e çitlere asılmış elma poşetlerinin fotoğrafını paylaşır: “Bu fotoğraf Norveç’ten. Bahçelerinden topladıkları elmaların fazlasını başkaları da yesin diye çitlere asmışlar. Dilerim güzel ülkem de bir gün bu refah ve medeniyet seviyesine ulaşır” ifadelerini kullanır.  dogrulukpayi.com adlı site olayı araştırır ve “Norveçlilerin ağaçtan toplanan elmaların fazlasını, başkalarının yemesi için bahçe duvarlarına astıkları iddiası yanlış.” olduğu sonucuna ulaşır. Peki gerçek nedir? “İngiltere merkezli “Development Initiatives” kuruluşu tarafından hazırlanan Küresel İnsani Yardım 2022 Raporu’na göre, Türkiye, 2021’de gayrisafi milli hasılasına oranla en çok insani yardım yapan ülke sıralamasında, zirvedeki yerini korudu.” (AA, 27.07.2022) “Oryantalistlerin hemen hepsi, Doğunun kültürünü harap etmeye çalışmışlardır.” (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 10)  “Anlam haritası tarumar edilen, algısı uyuşturulan genç, kendi kültüründen utanç duymaya, başka kültürlere özenmeye başlar.” (Prof. Adnan Bülent Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 53) Meşhur Fransız oryantalist Louis Massignon, ‘Müslümanların her şeylerini tahrip ettik. Felsefeleri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler. Anarşi ve intihar için olgun hale geldiler.’  (E. Said, Oryantalizm, s. 8) derken İslam aleminde yıllardır süren anarşi ve dağınıklığının temelinde yatan sebeplere de tutmaktadır.

“Hıristiyan Batı ‘düşüncelerinin’ İslam ülkelerinde yayılması Müslümanlardaki dini ruhu da zayıflatmış ve onların din dışı yönetim ve sistemlere alışmalarına neden olmuştur.”  (Muhammed Bakır el-Hakim, s. 28) “Ahmet Hamdi Tanpınar, Türkiye’de yaşanan Batılılaşma tecrübesini “kültürel inkâr” olarak tarif etmişti. Ülkemizin en parlak sosyal teorisyenlerinden Şerif Mardin ise, Tanzimat’la başlayan Cumhuriyet’le sürdürülen modernleşme projesini, “Türklerin İslâm kültüründen uzaklaştırılması” olarak tanımlamıştı.” (Yusuf Kaplan, Yeni Şafak, 09 Ağustos 2019) Bu aşağılık kompleksinden bir an önce kurtulup köklerimizin farkına varmalı ve Fuat Köprülü’nün yaptığı gibi; “Fuat Köprülü, Osmanlı’nın her kurumu Bizans’lılardan aldığını iddia eden hem oryantalist hem de Osmanlı kültürünü reddeden, onu küçük gören seküler Türkçülerle mücadele etmiştir.” (Doğan Gülpınar, Ottoman, s. 94) Bizler de kendi köklerimizin değerinin farkına varmalıyız. Sonuç itibari ile “Türkiye’yi yaşanmaz bulanlar Türkiye’ye yaşanmazlaştıranlardır. Oryantalizm illetinin, Türkiye’nin entelektüel gündeminin bir numaralı mesele olduğunu söyleyebiliriz.” (Cemil Meriç, Jurnal, s. 69, 70) “Medya İslam’a saldırıyor; Biz ise kendimizi savunuyoruz? En mükemmel dine sahibiz; Peki neden çekiniyoruz, neden korkuyoruz? Durumu tersine çevirmemizin zamanıdır.” (Zakir Naik, Gençlerin inanç sorunları, s. 172)

Oryantalizmin yetiştirdiği insanların zihin yapısı ülkemde özellikle 28 Şubat sürecinde zirve noktalara taşınmıştır. Konuyu uzatmamak için sadece birkaç örnek verelim: Gaziantep 5. Zırhlı Tugay Komutanlığı Harekat Eğitim Şubesi Eğitim Subay Yardımcısı Öğretmen Yüzbaşı İbrahim Keleş, eşi başörtülü olduğu gerekçesiyle ihraç edilir. Kendisine, gönderilen 7 Nisan 1999 tarihli “Gizli” ibareli yazıda; İbrahim Keleş’in eşi Gülsen Keleş’in başörtüsüne “Tesettür denilen bu acayip kıyafet” tanımlamaktadır. (Yeni Akit, 23 Kasım 2010) Sağlık Bakanlığı’nın türban nedeniyle güneşten mahrum kalan kadınlar için D vitamini dağıtımını öngören bir proje hazırlayan ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle Paris’te bulunan ve Elele Derneği’nde düzenlenen belgesel Film gösterimine katılan İsmet İnönü’nün kızı Özden Toker ile gazeteci Metin Toker’in kızı Gülsün Bilgehan, kendisiyle birlikte 3 Türk kadının daha anlatıldığı ’Laik ve Türk kadınlar’ adlı belgeselin ardından yapılan tartışmada, “13 yaşındaki çocuklara ‘ilkel kostüm’ giydiriliyor.” derken kastettiği tesettür kıyafetidir. (Türbanlı kadınlara D vitamini, Hürriyet, 23 Mart 2007) 28 Şubat dönemi. Din dersi kitabı hazırlamam görevi verilen öğretmen taslağı hazırlar. Talim terbiye kuruluna gönderir ama taslak geri iade edilir. ‘Cami toplumsal birliği sağlar, oruçta beraber yemek yenir’ metni ile beraber bir cami resmi vardır. Görevli,  kalem ile cami resmindeki başörtülü bir iki kadın resmini yuvarlak içine alır, ok çıkarır ve her birine ayrı ayrı ‘ilkel kesit’ yazısını yazar! Prof. Yalçın Küçük Ulusal Kanal’daki bir konuşmasında, “HDP’li vekillerin çocukları mini etekli, Hiç birinde türban yok. Hiç birisinin ‘kafasına ilkel şeyler’ koyamadınız.” demektedir. (https://www.youtube.com/watch?v=apeSp_7cQlc) Ateist Celal Şengör: “Halk cahil, halkı yönetenler de nihayetinde halkın içinden gelen kimseler. Ben bir yabancı gibiyim Türkiye’de. Türkiye’ye gelip akıl veren bilim adamlarından bir tek farkım İstanbul’da oturuyor olmamdır.”  (Haber 7, 1.1.2018: Prof. Dr. Celal Şengör’ün kendisini YÖK üyeliğine uygun gören Üniversiteler Arası Kurul’un 219 üyesine birden gönderdiği mektuptan, yıl 2008) 

Batılıların gözünde Müslümanlar

“Oryantalizm, İslam dinine Müslüman olmayanların düşmanlıklarının bir ürünüdür.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 20) “Bir oryantalist için doğulu her zaman doğuludur.” (Edward Said, Oryantalizm, s. 19, 144) “Bütün Kur’an’ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde Osmanlıyız; Osmanlı, yani İslam. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın!” (Cemil Meriç, Jurnal 11, s. 383) “Avrupa’nın bir kimlik inşa edebilmesi için ötekine ihtiyacı olduğu öteden beri biliniyor. Bu öteki Doğu olarak işaretlenir ama Batıdan farklı, ondan aşağı, barbar, ilkel bir doğu imgesi kurgulanır. Öteki diye işaretlemeler düpedüz Hıristiyan olmayanlardır. Oryantalizm gücünü ‘yoktan bir şeyi var etmesinden değil, olan bir şeyi olmayana indirilmesinden’ alır.”  (Hilmi Yavuz, s. 56, 58)

“Doğulunun sağcı solcu, devrimci olması bir şeyi değiştirmez. Hiç bir Batı kaynaklı bile olsa ideoloji bir doğuluyu batılı yapmaya yetmez. Doğulu her şeyden önce doğuludur; bir Müslüman yarı Fransız olabilir ama yarı Hristiyan asla olamaz.” (İsmail Süphandağı, Batı ve İslam Arasında Oryantalizm, s. 19-20) “Misyonerler İslam’dan dönenleri de şüphe ile yaklaşmışlardır.” (Asaf Hüseyin, s. 82) “Bizzat Batı’nın kendisi tarihsel köklerini kaşıyor, derin çatışmayı ve düşmanlık duygularını yeniden diriltiyor. Bunu anlayalım artık.” (Haşmet Babaoğlu, Sabah, 19 Mart 2019)  “Said bir Hristiyandır ama Filistinlidir, Arap’tır ve neticede Doğuludur.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. 183) “Bir fert ne kadar batıcı olursa olsun, eğer doğulu ise önce Doğuludur sonra batıcı.” (Süphandağı s. 68) Alman bilim adamı Fritz Neumark: “İçtenlikle itiraf etmeliyim ki, Avrupalı Türkleri sevmez, sevmesi de mümkün değildir. Türk ve İslam düşmanlığı Hristiyanların ve kilisenin asırlardır hücrelerine sinmiştir. Avrupalılar Türkleri Müslüman olduğu için sevmez, ama ‘laiklik’ şöyle dursun, ‘Türkler Hristiyan olsa da’ onlara düşman olarak bakmaya devam ederler.” (Metin Aydoğan, Bitmeyen Oyun, Türkiye’yi Bekleyen Tehlikeler, s. 182) “Viyana piskoposu Johann Fabri: ”Dünyada yaş ve cinsiyet ayrımı yapmadan çocuk yaşlı herkesi kesen, hatta ana rahmindeki bebeği bile katleden Türkler kadar acımasız ve kaba bir ırk yoktur” (Turkey, Sweden and the EU Experiences and Expectations”, Report by the Swedish Institute for European Policy Studies, Nisan 2006, s. 6) “Batılıların dediği olursa, sizin Alevi-Sünni, Kürt-Türk, sağ-sol, laik-ateist olduğunuza da bakmayacaklar. Adınıza, geldiğiniz yere bakacaklar. Zaman ve coğrafya kaderimizdir. Kaderine karşı yürümeye kalkışanlar, Allah’ın iradesine karşı durmaya çalışıyorlar demektir.” (Abdurrahman Dilipak, Yeni Akit, 09.03.2017)  “Oryantalistler, kendilerini fikri yönden takip eden, amaçlarına yardımcı olan beyaz insan cinsinden, Yahudi veya Hıristiyan olsalar bile, onların doğulu Arap asıllı olduklarını bilmektedirler. Bu nedenle onlar bu oryantalist efendilerinin gözünde yabancı kimselerdir. (Pr. Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 64) Evet, değil bir Müslüman’ın sonradan Hristiyan olması, yüzlerce yıldır Hristiyan olan Ortodokslara Katoliklerin bakışı ortadadır! İstanbul’u işgal eden, Haçlı seferleri sırasında Ortodokslara uyguladıkları şiddet, en son Bosna savaşında ortaya çıkan bölünme, Papa’nın Ortodokslarla birleşme çabalarına rağmen hala aşılamayan birçok engelin olduğunu göstermektedir. Kendi dindaşlarına, doğulu ve farklı mezhepten olduğu için bunları yapan Katolik ve Protestanların yeni Müslüman olanlara güvenebileceğini, onlara samimi davranabileceğini kim ve nasıl kabul edebilir? “Müslüman dünya istediği kadar batılılaşsın, sekülerleşsin, sanayileşsin, aradaki ontolojik mesafenin kapanması mümkün değildir. B. Lewis, Huntington gibi yazarlar; Müslümanların masumiyeti gibi filmler bunun göstergesidir.” (İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, s. 241) “İnsan bilmediğinin düşmanıdır. Batının İslam konusundaki tarihi cehaleti, bir imkan ve kapasite meselesi olmaktan ziyade bilinçli bir tercih gibi görünüyor.” (İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, s. 240) “Batılı her zaman Oryantalisttir. Bu bakış her şeyi mahvediyor.” (Osmanlı tarihi uzmanı Japon Prof. Yuzo Nagata, Milliyet, 24 Mart 2000) Fransız Türkolog François Georgeon’un 15.01.2021 tarihli Paris’teki söyleşisinden: “Türkiye hiç sömürge olmadı ama Batı Türkiye’ye sömürgeci dil kullandı. Bunun hesabını da vermedi. 70’lerde Fransa’ya çalışmaya gelen Karadenizli köylülere mağripli muamelesi yapıldı. Bu bir paket onlar için, kendileri dışında herkes aynı!” Şu cümle her şeyi özetlemektedir: “Sen ne kadar Batı’ya yaranmaya çalışırsan çalış. Batı için sen Türk’sün, Müslümansın. İşte bu yüzden Batı senin ezelî ve ebedî düşmanındır ey çocuk!” Prof. Oktay Sinanoğlu. Oryantalist Toynbee’nin sözünü tekrar hatırlayalım: “Türkiye’yi küçük görmekte haklıyız. Çünkü bizi taklit edene niçin saygı duyalım. Ben ancak medeniyetime katkıda bulunabilecek olana saygı duyarım.” (Arnold Toynbee, uygarlık sınavı adlı eserinden nakleden Hilmi Yavuz, Modernlesme Oryantalizm ve İslam, s. 68)

Görüldüğü gibi ne yaparsak yapalım Batı bizi asla kabul etmeyecektir. O halde öncelikli yapmamız gereken Batılı kavramlar ve kurumlar karşısında eziklik psikolojisinden kurtulup kendi özümüze, dinimize dönmek ve tarihsel misyonumuzu yeniden kuşanmaktır: ‘Tevtit, adalet ve emanet’ bilincini tüm evrene yaymak, evrensel barışı tesis edip zülme ve sömürüye engel olmak!

Oryantalistler yüzlerce yıldır, birçok ülkede üniversite seviyesinde binlerce akademisyen yetiştirmiştir. Tefsir, hadis, İslam tarihi, kelam, fıkıh birçok konuda araştırmalar yaparak bu alanlarda ‘hata, eksik, yanlış arama’ faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Amaçları “Hz Muhammed’in peygamber olmadığı; Kur’an’ı yazdığı, Müslümanların barbar ve bilim düşmanı” olduğunu ispat etmektir. Ayrıca bu bilgileri kullanarak misyonerlik, ticaret ve sömürü düzenlerine altyapı hazırlamaktadırlar. Oryantalistler dini veya siyasi nedenle üzerlerine düşen görevi yerine getirmektedirler.

Müslümanlarca yapılan ‘ferdi çalışmalar’ genellikle bir alanda olsa da aslında tüm oryantalist ithamlara cevapları verilmiştir. Fakat bu çalışmalar dünyanın dört bir tarafında dağınıktır ve düzensiz olarak yayınlanmaktadır. Oryantalistlerin yüzlerce yıldır birçok ülkede yaptığı gibi, bir tane bile ne yazık ki oksidentalist çalışma yapacak akademik kürsü henüz hiçbir İslam ülkelerinin kurulabilmiş değildir. “Oryantalistlere karşı “Ferdi plandaki çalışmaların yanında kurumsal temelde planlı, stratejik bazı çalışmalara ihtiyaç olduğu aşikârdır.” (Hıdır, s. 405) Şimdi, Müslüman akademisyenlere düşen görev, oryantalistlere verilen cevapları akademik bir disiplin dahilinde ele alıp sistemli bir şekilde bir araya getirmek olmalıdır! Sorun büyüktür ama çözüm bu kadar da basittir: Uzmanlar, küresel bazda yapılan tüm çalışmaları toplayıp, belli bir disiplinler altında yayına hazır hale getirmelidir. TDV tarafından hazırlanan İslam Ansiklopedisi bu çalışmanın ilk adımı olabilir. Devamı hem zaruri hem acilen yerine getirilmeyi beklemektedir.

“Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun olan bazı gençlerin Yunanca ve Latince öğrenmeleri ve Hristiyanların dini üniversitelerinde Bu din üzerine ihtisas yapmaları şarttır.” (İspanyalı eski Katolik papaz Abdullah Tercüman (Anselmo Turmeda), Hristiyanlığa Reddiye, s. 5) “Bize düşen, İslam ülkelerinde, İngilizce eğitim yapan yüksek lisans ve doktora bölümlerini kurma zorunluluğudur.” (Mustafa Sıbai, s.  94) “Bir gün gelecek, evlatlarımız ve torunlarımız, batılıların koyduğu tenkit ölçüleriyle, onların ilimlerini itikatlarını eleştirecekler ve bir de bakacaklar ki, bugün bize yakıştırdıkları çelişki ve karışıklıkların çok daha fazlası kendilerinde mevcut!  O zaman geldiğinde, batılı yazar ve siyasilerinin faziletin kırıntısını dahi taşımadıkları, üstelikte ahlaksız ve vicdansız oldukları ortaya çıkmayacak mı?” (Mustafa Sıbai, s.  99) “İlimlerimizin ve tarihimizin kaynaklarını öğrenmek üzere -ellerinde Müslümanların yazdıkları eserlerden başka kaynak olmadığını bile bile- batılılara başvurma devri artık geçmiştir. Artık, ilmi hazinelerimizin üzerindeki tozları silkeleyip, sağduyu ve hür şahsiyet şuuruyla, manevi değerlerimizi, bütün ihtişamıyla gün ışığına çıkarmanın tam zamanıdır.” (Mustafa Sıbai, s. 101)

Gerek tarihi ve gerek dini/ekonomik/emperyalist nedenlerle İslam batıda hep kötü imajla sunulmuştur. Yüzyıllardır batı aleminde İslam ve Müslümanlar hep “şeytanın dini, uydurma, gerici, vahşi” olarak tanıtılmıştır. Bu yaftayı bizlere yapıştırmaya çalışan papazlar ve oryantalistler kadar, bu imajın yanlışlığını ortaya çıkarmayan biz Müslümanlar da ortaya çıkan bu tablodan sorumluyuz! “Batıda İslam  imajı yerleşik bir hal almıştır. Bugün Batı’da bu imajın restorasyonu Müslümanlar açısından kaçınılmazdır.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 45) “İslam alemi iki ayağı üzerinde doğrulmak istiyorsa, ne yapıp ne edip boynundaki kölelik zincirini kırmalıdır. Oryantalistlerin yazdıkları eserleri ve onların görüşleri, fikir süzgecinden geçirilip, hatalarını düzeltebilecek kapasiteli alimler ve yazarlar yetiştirmelidir.” (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s. 348) “İslam ülkelerinden gelip oryantalistlerin gözetiminde çalışan birçok Müslüman öğrenci kendi ülkelerine döndüklerinde İslam hakkında oryantalist fikirlerin daha fazla yayılmasında aracı görevi görmüşlerdir.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 188) “Avrupa’ya gidip eğitim gören Müslüman öğrenciler, ülkelerine pek çok yeni fikirler ama çoğunlukla da bulanık zihinle dönerler. Çünkü büyük senteziler yapabilecek entelektüel donanıma sahip değildiler.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 155) “Oryantalistler, birçok Müslüman’ın düşüncelerini etkilenmişler ve birçok oryantalistik görüş Müslümanlar tarafından kaleme alınan eserler de yerini almıştır.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 7) “Oryantalistlerce eğitilen gençler İslam medeniyetini ve tarihi değerlerini inkara dayalı bir eğitim ile yetişmektedirler.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 54) “Oryantalistlerin en büyük etkisi yetiştirdikleri öğrenciler ve yazdıklarını okuyan (akademisyen, gazeteci, siyaset adamı) çevrelerdeki insanların onların fikri yapılarından etkilenmelerinden kaynaklanmaktadır. (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 57) Yine bu öğrenciler “Sömürge ülkelerindeki ‘yerli araştırmacılar’ uzun zaman batılı araştırmacılar için ‘bilgi taşıyıcı’ olmaktan öte bir role sahip olmamışlardır.” (Bulut, s. 144) “Oryantalistlerce yönlendirilenlerin gerçekleri öğrenmeleri için yeni bir bakış açısı kazanmaları, yeni bir sözlük kullanmaları zorunlu olmaktadır. Müslüman öğrenciler sınavı geçme hevesi ile donanımsızlıklarından dolayı aldıkları bilgileri özümsemekte ve zamanla batılı hocalarının etkilerinde kalmaktadırlar. Daha sonrada onların yazdığı makale ve kitapların tesirinde kalan okuyucular, yazdıkları ders kitaplarını okuyan geleceğin yetişkini olan öğrenciler bu etkilemeden paylarına düşenleri almaktadırlar. Kısaca oryantalistler Müslümanları farklı maskeler altında kötülemeye devam etmektedirler.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 161-162; Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 7) “Georges Mahe adında yaşlı bir Fransız ile dost olduk. Bir gün bu zatla konuşurken ‘Avrupa’ya öğrenci göndermek’ meselesi açıldı. O şöyle dedi: “Avrupa’ya öğrenci göndermek doğru değildir. Göndereceğiniz öğrenciler, orayı gördükten sonra içlerinden “memlekete dönmek” istemezler. Döndükleri vakit, “bilmedikleri yurtlarına” alışamazlar; memleketlerine yararlı hizmetler göremezler.” (Kazım Nami Duru, Hatıralar, s. 107) Massignon, Nurettin Topçu’ya: “Yenilik diye, Avrupalı olacağız diye giriştiğiniz bu hareketlerin ne kadar yanlış ve yersiz olduğunu biliyor musunuz? Allah size cennet gibi bir vatan vermiş, şanlı bir tarihiniz, yüce bir dininiz, muhteşem bir kültürünüz, dünyada eşi benzeri olmayan bir mimariniz ve sanat eserleriniz var. Bütün bunları yok sayarak mı yoksa yok ederek mi büyük millet olacaksınız? Kendi kendinizi inkâr ve imha ederek mi Avrupalı olacaksınız? Bu çılgınlığı hiç bir millet yapmadı ve yapmaz.’ Hele siz hiç yapmamalısınız. Bu size yakışmaz. ‘Buna hakkınız da yok! Siz kendiniz olmalısınız. Bu çılgınlığınıza anlam veremiyorum.” (Emin ışık, Nurettin Topçu, s. 33) 

“Oryantalizm bir söylem olarak dünyayı tereddüte yer bırakmayacak şekilde, Occident ve Orient olarak ikiye ayırmıştır.” (Bryan S. Turner, s. 77) “Batı, tarihlerinin başlangıcından itibaren gücü, dolayısıyla güç üreten araçları kutsadılar. Çünkü Batı uygarlığının umutlara değil korkulara dayanıyor, varlığını hep ötekiler, düşmanlar, canavarlar icat ederek sürdürmüştür.” (Yusuf Kaplan, Yeni Şafak, 07 Ocak 2018) “Varlığını ötekine bağlı üreten Batı Hıristiyanlığı, İslam’ı her zaman farklı göstermeye çalışmış ve bu eğilimini bugüne dek sürdürmüştür.” (Süphandağı, s. 90) “Hala Müslümanlarca tercüme edilen bir İncil, Tevrat olmaması ama buna karşı oryantalistlerce hazırlanan birçok Kur’an tercümesinin olduğunu” hatırlatan Prof. Zakzuk Müslüman âleminin acilen geçmişimize bakıp hayal kurmaktan kurtulup, öncelikle “Oryantalistlere cevap ansiklopedisi, milletler arası bir İslami/ilmi müessesenin kurulması, yeni bir İslam ansiklopedisinin yazılması, İslam’a davet için uluslararası bir teşkilatın kurulması, Kur’an’ın batı dillerine çevirilerinin bizzat Müslümanlarca yapılması, İslam kültüründen başta İsrailiyyat olmak üzere bir ayıklamanın yapılması, batıda İslam’ın daima gündemde tutulması için çalışmalar yapılması, tarafsız oryantalistlerle diyalogun yoğunlaştırılması ve en son uluslararası bir İslami yayınevinin kurulması” gerektiğini belirtir ve bu konuda yapılması gerekenleri sıra ile maddeler kitabında açıklar. (Hamdi Zakzük, veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 111- 136) “Müslüman bilginler arasında bir koordinasyon sağlanmalı, İslam devletlerinin oryantalistlerin iftiralarına reddiye yazacak, farklı ilim dallarında uzmanlaşmış ilmi heyetler kurmaları ve oryantalistlere gereğinde cevap vermek, onların yalan ve uydurmalarını açığa çıkarmak ve incelemek için sorumlu uzman ilmi heyet oluşturmalıyız.” (Pr. Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve oryantalistler, s. XII, s. 126, s. 161) “Bir an önce yabancı hayranlığından kurtulup, kendi kültürümüzü canlandırıp, kendimize güvenerek, hedefe ulaşacağımız inancına tam manası ile inanmamız gerekmektedir.” (Hamdi Zakzük, s. 117) 

 “Emperyalistler, Müslüman halkın kendilerine karşı ortaya çıkan mücadele ruhunu yok etmek için geleneksel hukuk, eğitim ve bilim sistemlerini ortadan kaldırmayı hedeflemişlerdir.” (Özafşar, s. 37) “Batı aynı zamanda içimizdedir, zihnimizi işgal etmiş durumdadır.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 6-8) “Bütün Müslümanlar oryantalist faaliyetlerin farkında olmalı ve gereğini yapmalıdır.” (Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. XIV) Bu nedenle eğitimden hukuka her alanda kendi özümüze dönmek öncelikli sorumluluklarımızdan olmalıdır. 

Ne yazık ki, “Batı, dini felsefeleştirirken Doğu, gelenekselleştirmiştir.” (Süphandağı, s. 15) Kaynaklarımıza geleneğimizi ihmal etmeden yeniden bakmalıyız. Bu konuda, ‘Tefsir, hadis, fıkıh, İslam tarihi, kelam gibi ana dallardaki usul, ıstılah, tarih çalışmaları bütüncül olarak ele alınmalı ve ‘Rical, tabakat,mevzuat, israiliyat, Müşkilü’l-Kur’an, Muhtelifu’l-Hadis’ gibi ilim dalları yeniden aktif hale getirilmelidir.

“Müslümanlar Hz İsa’ya olan saygın bakış açısı uygun dille anlatılmalıdır. Bir oksidentalist araştırma merkezi kurulmalı, dini ve dili iyi bilen araştırmacı, akademisyen ve entelektüeller yetiştirilmelidir. İyi bir dil eğitimi çok önemlidir. Müslümanların protesto kültürünü de geliştirmeleri gerekmektedir. Soğukkanlı tepkiler konusunda toplum bilinçlenmelidir. İslam, politik bir dille değil, poetik-şiirsel-edebi bir dille anlatılmalıdır. Batıda Hz Peygamber hakkındaki negatif iddialar tespit edilmeli ve modern metodolojiler kullanılarak bunlara uygun cevaplar verilmelidir. Oryantalistlerin kendi aralarındaki reddiyelerden de istifade edilmelidir. Hz Peygamberin yönetici konumunda bulunurken, ‘ötekilere’ yönelik adaletli muameleleri, söz ve uygulamaları mukayeselerle anlatılmalıdır. Hz Peygamber’in insanlığa esasen ne tür-büyük katkılar ve insani değerler kattığı anlatılmalıdır. Hz Peygamberin döneminde uygulamalarına bakılarak, günümüze dönük evrensel ne tür mesajlar verdiğinin üzerinde durulmalıdır.  Doğru peygamber imajı, yepyeni bir dünyanın kurulmasında da öncü rol oynayacaktır. Batıda peygamberimize yönelik söylemleri  izleyip, uygun yollarla onlarla mücadele için stratejiler belirleyen bir merkez oluşturulmalıdır. İslam ülkelerinin bu tür temel meselelerdeki siyasi birliği ve ortak tutumu ancak sonuç alıcı olabilir. Reaksiyoner ve şiddet/hakarete yol açan gösteriler ve tutumların batıda, ‘İslam şiddet yanlısıdır’ yönünde aleyhte kullanıldığı unutulmamalıdır.” (Hıdır, s. 406-417)

“Batı ülkelerinde, insanlığın İslam dini ile alakalı her şeyde ne kadar cahil bırakıldıklarını bilmekteyiz. Batıda İslamiyet hakkında yanlış fikirlere dayalı gerçek dışı o kadar çok yargılarda bulunulmuştur ki, hakiki islamiyetin ne olduğu hususunda fikir sahibi olmak çok güçtür.”  (Dr. Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s.9, 183) “İslam gerçeğini bütün insanlığa anlatmak bizim kaçınılmaz görevlerimizdendir.” (Kerim Aytekin, Misyonerlere kanmayın, s. 15 ) “Ümmet olarak daha ne kadar bizzat kendi kitabımız, peygamberimiz inancımız ve kültürümüzle ilgili alanlarda yapılanlara seyirci kalacağız? Bizi üzen davranışlar karşısında eli kolu bağlı ve daima seyirci koltuğunda oturmakla mı yetineceğiz? Unutmamalıdır ki onların kuvvetli görünmelerinin nedeni bizim zayıf oluşumuzdandır.” (Prof Dr. Abdülaziz Hatip, Kuran ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 12) “Oryantalistler, gücünü bizim zaafiyetimizden almaktadır.” (Hamdi Zakzük, s. 115) İngiltere sömürge bakanı Gladstone’un Ocak 1938 yılında, İngiltere hükümet başkanına sunduğu raporda şunları demektedir: “Savaş bize öğretti ki, İslam birliği, İngiltere imparatorluğunun sakınması ve mücadele etmesi gereken en büyük tehlikedir. Sadece imparatorluğun değil, Fransa’nın da aynı şeyi yapması lazımdır. Ne mutlu bize ki, halifelik gitti. Bir daha geri dönmemesini temenni ederim.” (Hamdi Zakzük, s. 88)

Öncelikle “Biz  kendimizi anlatmalıyız. İslam dünyası ciddi anlamda organize olmadığı ve birliktelik sergileyemediği için sonuçta  güçlü bir kamuoyu da oluşturamamaktadır.” (Doç. Dr. Serhat Ulağlı, Yeni Şafak, 18.01.2015) Bize düşen ise, “Öncelikli olarak, Batı’nın zihnen ve fiilen işgalini görmek, bu çifte işgali yok etmenin yollarını bulmak.” (Yusuf Kaplan, Yeni Şafak, 20.01.2018) ve İslam’a saldıran, hakaret- iftira eden her türlü film, kitap gibi çalışmalara bağırarak, yıkarak, öfkeli görüntüler sergileyerek değil, yine aynı araçları (Kitap, film, internet sitesi) kullanarak, vahyin aydınlığında bilimsel, tarihi belgelerle ve akılcı  cevaplar vermek olmalıdır. Günümüzde ilahi mesajı, doğru metotlarla toplumla buluşturmak sorumluluğu, her Müslüman’ın üzerine düşen en önemli görevlerdendir. “Her şeyden önce Müslümanlar açısından, yeni metot ve stratejiler belirlenerek sistemli bir “imaj restorasyonu” çalışması yapılmak zorundadır. (Prof. Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 40) Öncelikle sergilememiz gereken tutum, reaksiyoner olmaktan ziyade aksiyoner ve nitelikli adımlar olmalı, tebliğden ziyade temsil öncelenmelidir. Hz Peygambere yönelik her saldırıya, medeni tarzda, akademik/ilmi yanıt vermeli, bunu yapamıyorsak şiddete yol açan gösteriler yapmaktan uzak durmalıyız.” (Hıdır, s. 405) “Oryantalizm ve misyonerliğin kalıntılarından Müslümanlar kendilerini temizlenmeye çalışmalıdır. Müslüman kuruluşlar misyonerlik ve oryantalizme karşı koyma gereğini bile doğru dürüst anlamamaktadır. Oryantalistlerin İslam aleyhine yaptıkları konuşmaları cevaplandıracak birimlerinin oluşturulması gerekir. Oryantalizmin söylediklerine birçoklarımız, “boş sözler” der, geçeriz. Ama bunlar, bizimle savaşırken düşmanlarımızın kullandığı silah ve ateştir. Demir ve ateşe ancak demir ve ateşle karşılık konur. Bilim alanında demir ve ateş ise çalışmak, sürekli çok çalışmaktır.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 219, 222, 268) “Bu yüzyılın en büyük ayıbı, ‘İslam dinini yalan ve Hz. Muhammed’in aldatıcı ve yalanı yaldızlayıcı bir kişi olduğunu sananların sözlerini dinlemektir.’ Bu gibi akılsızca ve utanmazca sözlere savaş açmamızın zamanı gelmiştir.” (Afif  A. Tabbare, Ruhu’d-dini İslam, s.458) “Onların hücumlarına, sağlam metotlar geliştirmek suretiyle yapılacak ilmi araştırmalardan elde edilecek fikirlerle karşı çıkmak gerekmektedir. ‘Müslümanların görevi, emperyalist ve oryantalistlerin düşmanlarımız olduğu gerçeğini hatırlamaktır.’ Oryantalistlerin iftiralarını çürütmek, biz Müslümanların görevi olmuştur.” (Vezzan, Oryantalizm ve oryantalistler, s. XII, s. 5) “Batı, medyanın ve sanatın gücünü kullanarak terörün en büyük mağduru olduğu izlenimini yaratmaktadır. Kuşkusuz medya ve sanatın gücüyle başa çıkmanın en iyi yolu bu konuda yakınmak değil, sanat ve medyanın gücünü kullanarak haklı olduğunu göstermektir.” (Emre Dorman, Hürriyet, 18 Haziran 2017) “İslam dünyası birkaç asırdır gaflet uykusundadır. Uyanışın gerçekleşmesi, karşı tarafın hücumlarını bertaraf etmenin yanı sıra, fikren karşı hücuma geçmekle mümkün olacaktır.” (A. Hatip, İddialara cevaplar, s. 36)  “Günümüzde İslami gerçek yüzü ile tanıtmaya her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç vardır.” (Emine Öğük, Yeni ateistlerin yanılgıları, s. 8) “Oryantalistik çalışmalar ciddi bir şekilde ele alınmalı ve her yönüyle incelenip gerekli cevaplar verilmelidir. Müslümanların yapacağı en önemli çalışma, her iddianın hakkını vermeye çalışarak gerekli cevap ve açıklamada bulunmaktadır.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 8, 174) “Oryantalizm kuşkusuz sütten çıkmış ak kaşık değildir ama hatalarımızı yalnızca başkaları objektif olmayan amaçlarla konuşuyorlar diye reddetmek başımıza daha fazla çorap örebilir. Bu aşamada bizim kültürel görevimiz, gerilik boğasını boynuzlarından yakalamak ve başkalarının bizim hakkımızda çizdikleri resmi (bu resim kasten çarpıtılmış olsa bile) eleştirmeden önce kendimizi eleştirmektir.” (Prof. Fuad Zakaria, Naqd al-Istishraq wa’azmat al-thaqafa al-Arabiyya al-mu’aşira, Fikr, 10, 1980, s. 75) Ayrıca, “Hiçliğin kucağında çırpınan yerli seyyar ateistlere de el uzatmalıyız; Bunu kalpleri taşlamadan mühürlemeden yapmalıyız.” (Modern Çağın İnanç Sorunları, Komisyon, DİB, Adnan Bülent Baloğlu, s. 88) “Günümüzde bilhassa internette yeni ateizmin, en çok destekçi bulan ateist ekol olduğu söylenebilir. Bu noktada Müslümanlara düşen internette ilgi gören bu iddiaların geçersiz olduğunu tarih, felsefe ve sosyolojinin tanıklığından da faydalanarak göstermek olmalıdır.” (Modern Çağın İnanç Sorunları, Komisyon, DİB, Dr Alper Bilgili, s. 101) “Müslüman entelektüellerin dinin temel meselelerini rasyonel,  makul bir şekilde izah etmesi gerekmektedir.” (Modern Çağın İnanç Sorunları, Komisyon, DİB, s. 108, 117) “Din hizmetleri açısından internet merkezli alana daha fazla önem verilmesinin zamanı çoktan gelmiştir. Bu konuda diyanet işlerine, akademisyenlere önemli görevler düşmektedir. İnsanımızın sorunlara ve sorulara doğru, gerçekçi ve makul cevaplar aranması zorunludur. Gençleri bu sanal alemde yalnız bırakmamak ve onların dünyalarına iştirak etmek ve bir şekilde doğru bilgiye erişimleri sağlamak son derece önemlidir. (Temel Yeşilyurt, Çağdaş inanç problemleri, s. 81, 263) Evet, ne yazık ki günümüzde “Bilimsel cihad hala dar bir çerçevededir.” (İzzet Derveze, Kuran cevap veriyor, s. 22)  Az da olsa “Kimi gayretli İslam âlimleri, oryantalistlerin çalışmalarına ve İslami konuları araştırırken taşıdıkları art niyetlere eğilerek, faaliyetlerinin gerçek yüzünü ortaya koymuşlardır. (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 23) Ancak oryantalistlerin hücumlarına karşı koymak “ihtiyacı karşılamayan ferdi gayret ve teşebbüsler” (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 12) ile mümkün değildir. “Oryantalistlere karşı “Ferdi plandaki çalışmaların yanında kurumsal temelde planlı, stratejik bazı çalışmalara ihtiyaç olduğu aşikârdır.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 405) “Andolsun onların söylediklerinin senin göğsünü daralttığını biliyoruz.” (Hicr, 97; hUD, 12) Geçmişten günümüze, Mekkeli müşriklerden oryantalistlere, değişen sadece iftiracıların adları ve dinleri. Ama ne olursa olsun sonuç değişemeyecek, cahiliye dönemi nasıl son buldu ise, günümüz, ‘bilinçli cehalette’ bir gün son bulacaktır, bi-iznillah.

“Meselenin çözümü için bir medeniyet yüzleşmesine gidilmesi ve mevcut ‘öteki’leştirmenin ‘ötesi’ne geçilmesi gerekir. Ben ile öteki arasındaki ayırımı mutlak manada ortadan kaldırmak mümkün değildir. Buna gerek de yoktur ama öteki ile yapıcı, insani, üretken, adil, saygılı bir ilişki kurulabilir. Önyargılardan arındırılmış bir İslam-Batı tartışması, modernlik, akıl, birey, özgürlük ve gelenek konularında daha derinlikli ve ufuk açıcı bakış açılarının gelişmesine katkı sunabilir. Yeter ki biz, sözümüzü güzelce söylemeye (Nahl, 125; Taha, 44; Ali İmran, 159), dostluk elimizde uzatmaya devam edelim. Bir arada yaşamanın asgari şartı, herkesin kendi kalarak ortak iyi de uzlaşmasıdır. İslam ve batı Medeniyetleri ‘iyilikte yarışan topluluklar.’ (Maide, 48) oldukları zaman bölgesel ve küresel barışa katkıda bulunacaklardır.”  (İbrahim Kalın, Derin Tarih, s. 1, 40, 53; sayı: 70, Ocak 2018) “Kuran’ın, iyi ve övgüye layık olanı (Maruf) emretme ve ahlaken kötü ve nefret edileni (Münker) yasaklama çağrısı, belli bir kültüre has bir emir değildir. Dini geleneklerine bakmaksızın bütün halklara hitap eder.” (İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, s 220) “Yapılması gereken, İslam geleneğindeki zengin tecrübeyi eleştirel bir gözle değerlendirmek ve barış, savaş, bir arada yaşama ve çoğulculuk gibi temel kavramları bu tecrübe ışığında yeniden ele almaktır. İslam medeniyeti kozmopolittir. Bir değerler hiyerarşisine tabi olarak farklılıkların bir arada yaşandığı kültür vizyonu, Bağdat’tan Endülüs’e İslam topraklarına hakim olan bir bakış açısıydı.” (İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, s. 229, 252) İslam’ın, Batı medeniyetinden farklı olarak, bir arada yaşama kültürünü Cemil Meriç ise söyle tanımlar: “Batı, kültürün vatanıdır. Doğu, İrfan’ın. İrfan, düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelimedir, ayırmaz; birleştirir.” (Cemil Meriç, Kültürden İrfana, s. 33) “İslam; İspanya, Sicilya, Malta, Yugoslavya ve Balkanların batılı bir din, Hıristiyanlık; Suriye, Mısır ve kuzey Afrika’nın doğulu bir dini olarak gönderme yapabiliriz.” (Bryan S. Turner, s. 121) “İspanya Kralı Ferdinand ve Kraliçe İsabella’nın orduları reconquista olarak bilinen, İspanya’daki Endülüs Emevi devletini işgal harekâtını tamamladığında, sadece İslam’ın Avrupa’daki tarihi sona ermedi, aynı zamanda Avrupa tarihinin gördüğü en kapsamlı bir arada yaşama tecrübesi olan ‘convivencia’da yine trajik bir şekilde tarihe gömüldü. Böylece Yahudi, Müslüman ve Hıristiyanların beş asırdan fazla süren ortak bir medeniyet inşa etme çabası, reconquista ile sona erdi. Belki şöyle de diyebiliriz, Müslümanların İspanya’da örneğini gösterdikleri bu çok dinli medeniyet aslında Batılı ile ortaklaşa kurulmadı. Onu Müslümanlar tek başlarına kurdular, diğerlerini de buna dâhil edip himaye ettiler. Böyle düşünüyorum ve bu nokta bence önemli. Ötekini tolere edip idare edemeyen bir anlayış medeniyet kuramaz.” (Faruk Beşer, Yeni Şafak, 26.8.18)

Bu Konuyu Sosyal Medyada Paylaş

Yorumlar

  1. Atilla dedi ki:

    Herşey tamam da sayfanıza baktım bu arada, Taliban da kınanmaz mı yahu???? Hele son zamanlarda yaptıklarına bakılırsa bence kınanmalıdır. Siz neden kınamıyorsunuz?

    CEVABEN
    Selam Atilla Bey.
    Sitemiz ateist, misyonerlere cevap vermek amacıyla kurulmuştur! “Her şey tamam” derken eğer amacımızı gerçekleştirdiğimizi ifade etmiş iseniz öncelikle buna memnun oluruz.
    Ama; ‘Müslümanların iç meseleleri’ adlı yazımızda da eleştiri yaptığımız konular “ana hatları” ile ele alınmıştır, bir bakınız isterseniz.
    Selam, muhabbet ile

    *
    Beyefendi inceledim ama maalesef ki geçmedi. Şöyle ki son yaşanan olayları umarım takip ediyorsunuzdur. Benim diyeceğim şudur ki yazılarınıza baktığım zaman Taliban’ı biraz masum gösteren yazılar gördüm o yüzden. Sitenizin amacını da biliyorum. Sadece Taliban ile ilgili görüşünüzü merak etmiştim. Arattım yazısı falan var mıdır diye? İlk burası çıktı sonra diğer yazılara baktım. Kadınların okumasına karşı değilsiniz, ama Taliban masum. Şimdi diyeceksiniz ki benim öyle bir amacım yok. Ama yazılarınızdan bazıları öyle göstermiyor. İşte bir esiri Taliban müslüman yaptı ooo ne güzel, gibi. Yanlışım varsa düzeltiniz efendim. Selam ve muhabbet ile

    CEVABEN
    Taliban ideolojisinden önce el-Kaide, İŞİD, hatta daha genel anlamı ile günümüz selefi ekolleri ele alınıp sonra pratik versiyonları tek tek incelenip bu konular irdelenmelidir. Sitemizde bu konu, ateistlere cevabı direk ilgilendirmediği için genel anlamda ‘tekfircilik’ başlığı altında ele alınıp değinilmiştir.
    “İşte bir esiri Taliban müslüman yaptı ooo ne güzel, gibi.” … değil bu örnekten vermek istediğimiz amaç. Eğer örneklerin hemen üstündeki “EN MARJİNAL GRUPLAR BİLE ETKİLEYEBİLİYORSA, BİR DE GERÇEKTEN İSLAM’I TEMSİL EDEBİLSEK…?” yazısı dikkatinizi çekmedi ise mesajımızı yanlış anlamanız normal! “Eleştirdiğimiz bir ekol bile insanları Müslüman yapmaya ikna ediyorsa biz neden ehli sünnet orta yol çizgisinde bunu kat be kat fazlası ile gerçekleştirmeyelim” mesajını vermek için o örnekleri verdik. Taliban eleştirilerimiz var tabii ama bu site içeriği ile alakalı olmadığı için, reel hayatta ifade edilmektedir.
    Selam ile.

    *

    Hocam merhaba buraya yorum yazmıştım. Yanlış anlamayın ben de müslümanım ama sorgulamadan duramıyorum. Taliban konusunda sizi incittiysem özür dilerim.

    CEVABEN
    Esteğfirullah. Sadece sorgulanacak konuları iyi ayarlamalı …
    Selam e muhabbet ile
    *
    Hocam bu arada bi yazı önermiştiniz. Şimdi aklıma geldi o yazıya bakmayı unuttum sadece diğer yazılara bakmıştım. Talibanla ilgili. O yazıyı yazabilir misiniz?

    CEVABEN
    Şu an tüm siteyi yeniden düzenliyorum. Tahmini 1.5 sene sürecek. Sırada “tarikat, şiilik, transhümanizm, nihilizm vd.” var ki ne zaman onlara sıra gelecek emin değilim.
    Talibanla ilgili yerli yabancı kitaplar okudumsa da bir yazı çıkaracak kadar yeterli değil zannımca. O nedenle bir süre bu konuda yazı yazamayacağım. Rabbim sağlık verirse inşallah onada sıra gelir. Selam ile


Yukarı Çık