Oryantalizm Yanılgısı

Within spread beside the ouch sulky and this wonderfully and  as the well and where supply much hyena so tolerantly recast hawk darn woodpecker

Oryantalistlerin tüm iddialarına cevapları bu çalışmamızda bulabilirsiniz. Ama öncelikle ‘’İslam tüm dinlerin özüdür’, ‘Kur’an’ın kaynağı nedir?’, ‘Kur’an’ın aslı yakıldı mı?’, ‘Oryantalistlerin Hz Muhammed hakkındaki ithamları ve gerçekler’, ‘İslam barış dinidir’, ‘İslam Biliminin Rönesans’a Etkileri’, ‘Şeriat ve kadın’, ‘Hz Muhammed neden çok hanımla evlenmiştir?’, ‘İslam’da kadın hakları’, ‘Misyonerlik’, ‘Batı medeniyeti’, ‘Papa’, ‘Oksidentalizm’, ‘Oryantalist hadis anlayışı ve eleştirisi’, ‘İslam kılıç zoru ile yayılmadı’, ‘Misyonerlik Dosyası’ başlıklı yazılarımızı tavsiye ederiz. 

Tanımı, tarihi, iddiaları, metot ve amaçları, yapılması gerekenler, amacımız

Metodumuz

Çalışmamızda kaynaklarımız arasına sadece İslami kaynaklar değil, bu kaynaklara objektif yaklaşan Batılı oryantalistlerden de alıntılar ekledik. Bu sayede iddialarımızın iki taraftan da belgelendirilmesini amaçlamış bulunuyoruz. “Bu sayede, tarihi veriye karşı güven problemi yaşayan bir arkadaşımızın, en azından bu verinin Müslüman olmayan yazarlarca da kabul edildiğini bilmesi güven oluşturacaktır. Bu bağlamda çoğu alıntımız düşmanın itirafı mahiyetindedir.” (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 19)

İslam, Kur’an ve Hz Muhammed hakkında Batılı oryantalistlerce birçok olumsuz hükümler kullanılmakla beraber, objektif araştırmacılar da gerçekleri itiraf etmekten çekinmemektedirler: Prens Bismarck: “Ben Kur’an’ı her yönden inceledim. Onun kelimesinde büyük hikmetler gördüm. İslam düşmanları Kur’an’ı Muhammed’in kendi eseri olduğunu iddia ediyorlarsa da, ben şunu iddia ediyorum ki, Muhammed seçkin bir kıymettir. Seninle aynı asırda yaşayamadığım için çok üzgünüm Ey Muhammed. Öğreticisi ve yayıcısı olduğun bu kitap, senin değil.” G. Bernard Shaw: “Ben bu dikkat çekici adamı inceledim. Bana göre ona ‘deccal’ demek bir taraf, bilakis onu insanlığın kurtarıcısı olarak öğrenmek gerekir.” Swamı Ramdas: “Arabistan çöllerinden ilahi bir nur yükseliyor. Bu nur Tanrı’nın nurunun ta kendisidir.” (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 13-15) Ama bu gibi değerlendirmeler bir Müslüman için asla bir kriter olarak kabul edilmemelidir. Osman Yüksel Serdengeçti’nin dediği gibi, “Müslümanlığı, dinimizin ve Peygamberimizin büyüklüğünü o veya bu gibi Müslüman olmayanlardan öğrenecek değiliz. Onlar ne söylerlerse söylesinler, ister olumsuz, ister olumlu, bu sözler bizim imanımızı ne çoğaltır ne azaltır. Bizim yabancıların desteğine ihtiyacımız yoktur.” (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 4)

Tanımı

Oryantalizm ‘Doğu bilimi’ demektir. (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, 17) Kelime kökeni güneşin doğuşunu ifade eden Latince ‘oriens’ kelimesine dayanır. Oryantalizm; Özellikle Müslüman Doğu medeniyetinin (Din, edebiyat, dil ve kültürü dahil) bütün unsurlarını inceleyerek İslam dünyası hakkında Batılıların sistematik bir bilgiye sahip olmalarını sağlayan, “İslam ve Batı medeniyeti arasındaki mücadelede Batı uygarlığı lehine veriler elde etmeye çalışan” bir akımdır. (G. Endress, an Introduction to Islam, s. 11; Günümüz Din ve Fikir Hareketleri Ansiklopedisi, Milletlerarası İslam Gençlik Konseyi, s.135; Meydan Larousse Büyük Lügat ve Ansiklopedi, “Oryantal”, IV/625; S. Germaner; Z. İnankur, Oryantalizm ve Türkiye, s 9; Selahattin Sönmezsoy, Kurân ve Oryantalistler, s. 25) Oryantalizm ile uğraşanlara oryantalist denir. Arapçası müsteşrik’tir. “Oryantalist (müsteşrik) yakın, orta ve uzak doğuyu dili, edebiyatı, uygarlığı ve dinleri ile incelemeye çalışan batılı bilim adamları için kullanılan bir terimdir.” (Abdülaziz Hatip, Kur’an ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 17) “Oryantalizmle Doğu, Batılı gözle yeniden tanımlanır. Batı karşıtı olarak gösterilen Doğu, rahat bir vicdanla sömürülebilmek için ötekileştirilir.” (Ömer Baharoğlu, Oryantalizm İslam ve Türkler, s. 14) “Said ise oryantalizmi, ‘Doğulular kendilerini yeterince tanımaz, Batının onları tanıması ve onlar hakkında konuşması.’ şeklinde tarif eder.” (Bryan S. Turner, Oryantalizm Kapitalizm ve İslam, s. 119) “Katolik kilisesinin skolastik dünyası, dini ve kültürel ötekini her zaman bir hasım/düşman olarak görmüştür.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 68) “Avrupalı için ‘öteki’ Hristiyan olmayandır. Öteki, dışlanır ve asimile edilir. Amerikan kıtası da zaten tamamen Latinleştirilerek asimile edilmiştir.” (Hilmi Yavuz, Modernleşme oryantalizm İslam, s. 56) Bu nedenle “İslam dünyasını ‘yönetebilmek için’ Batılıların yürüttüğü tüm çalışmalara oryantalizm denebilir.” (Necdet Sevinç, Misyonerlik faaliyetleri, s. 11) Daha net bir tanımla “Oryantalizm, siyasal emperyalizmdir.” (Ömer Baharoğlu, Oryantalizm İslam ve Türkler, s. 181) “Oryantalist ise, İslam’ı dize getirme mücadelesinin adıdır.” (Asaf Hüseyin, Batının İslam’la Kavgası, s. 53)

Tarihi

“Oryantalist/Müsteşriklerin Kur’an’a yaklaşımı aynen Mekke’li müşriklerin tutumu gibidir.” (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 75) Sadece “Müsteşrikler, Kur’an’ın Hz Muhammed’in uydurup Allah’a nispet ettiğini iddia ederler. Mekke’deki müşriklerin yönelttikleri iddiaları, tarih içerisinde oryantalistler eklemeler yapılarak tekrarlamışlardır.” (Abdülaziz Hatip, Kur’an ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 40; Hatice Er, Oryantalistlerin Kur’an vahyi ve Kur’an’ın kaynağına yönelik iddiaları, Yüksek lisans tezi, s. 147) “Önceden klasik oryantalistlerce işlenen tasvir ve imgeler yeniden güncelleştirilerek batılı zihinler, İslam ve Hz Muhammed aleyhine yönlendirilmektedir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 38) “Batıdaki Hz Muhammed imajı, “nesilden nesile aktarılan” bir mirasa yaslanan imajdır.” (Hıdır, s. 59) “Yazarların çoğunlukla ‘birbirinin aynı olan iddiaları’ söz konusudur.” (Hıdır, s. 27) “Hiçbir metin orijinal olacak kadar yeni değildir ve olamaz.  ‘Referansları ise yine başka Avrupalı bilim adamlarındır.’ Oryantalist bilgiler sadece egemenlik ve çatışmadan değil, aynı zamanda kültürden kaynaklanan bir antipatiden de oluşmaktadır.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 186) “Oryantalistler Kur’an’ı Hz peygamberin bir derlemesi olarak ele alır ve değerlendirirler ve bu iddia “katıksız tekrar ile ‘birbirlerinden alıntı yaparak’ sanki gerçekmiş mertebesine yükselen” bir görüş haline gelir.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 60) “Oryantalistlerce günümüzde oluşturulan imaj, ortaçağdan kalma imajın devamı niteliğindedir.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 66) “Ortaçağdan itibaren İslam algısının ‘değişmediğini, aksine pekiştiğini’ görmekteyiz.” (Prof Ahmet Yücel, Oryantalist hadis anlayışı ve eleştirisi, s. 27) “Yahudi ve Hristiyanların, daha ilk günlerden İslam’a düşmanlıklarını Kur’an ayetlerinden öğreniyoruz. ‘Bugüne kadar süren düşmanlıklar’ işte o günden beri başlamıştır.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 235) “Oryantalistler, tıpkı Peygamberimiz zamanındaki Mekkeli müşrikler gibi, geçmiş peygamberlerle ilgili ‘bilgileri kendisine haber veren kimselerden’ aldığını iddia ederler ve bu konuda ‘birbirinden farklı, birbiriyle çelişkili’ iddialar ileri sürerler.” (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 45) “Herhangi bir önemli husus da bile, ‘görüş birliğine’ varabilmiş değillerdir.” (Mustafa Sıbai, s. 83) “Mekke müşriklerinin ileri gelenleri İslam’a karşı takındıkları olumsuz tavrın benzerini bugün hayli fazlasıyla görmekteyiz. Zira o günde İslam, ‘menfaatleri için ciddi anlamda bir tehdit idi bugün de.’ Hristiyanlığı benimseyen Batı, ‘İslam’a sonsuz bir kin’ beslemektedir.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun kalmasın, s. 86, 88) Müslümanlara karşı olan tarihsel ön yargılar asla unutulmadı. (Hüseyin, s. 36) Çoğu oryantalist, İslam’ı aslında az gelişmiş bir din olarak görüyordu, oryantalistlerin ideolojisi değişmedi ve hala aynı şekilde sürüp gitmekte, aynı tavır değişik etiketler altında faal olmaya devam etmektedir. (Hüseyin, s. 36, 64)  “Amerikalı tarihçi Washington Irwing, ‘Muhammed’in hayatı’ adlı eserinde şunları yazar: O, sağlam görüşlü ve namuslu biri miydi? Evet, O güvenilir biriydi. Ama İslam’a çağırmaya başlayınca düşmanlığı üzerine çekti; Çünkü putlara karşı çıkması Kureyş’in Kabe üzerinden  sağladığı ‘kazanca son’ veriyordu.” (Afif  A. Tabbare, Ruhu’d-dini İslam, s. 456) 

Mekke’li müşriklerin ileri sürdüğü iddiaların tamamı çağımız oryantalistleri tarafından da aynen tekrar edilmektedir. Değişen tek şey, gerekçelerdir! Müşrikler, taassup ve maddi menfaat nedenleri ile peygamberimize karşı gelmişlerdi. Benzer nedenler ve misyonerlik/emperyalizm/ticaret gibi nedenlerle de günümüz ateist ve oryantalistleri de efendimize ve İslam’a karşı çıkmaktadırlar. Ateist veya oryantalist iddia, modern elbisesinin içerisinde en eski iddiaların tekrarından başka bir şey değildir. Modern çağda Medeni gözüken oryantalist fikirlerin gıdası, Mekke’li müşriklerin taşlaşmış kalplerinin geriye bıraktıkları artıklardan başka bir şey değildir. “İslam dinini, onun kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’i ve yüce peygamberini yalan yanlış bilgilerle, uydurma isnat ve iftiralarla kötüleme gayreti yeni değildir. İslam’ın doğuşundan itibaren her dönemde bu tür davranışlar eksik olmamıştır.” (Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Dr. Ekrem Keleş’in, İlhan Arsel’in ‘Şeriat ve kadın’ adlı kitap hakkında hazırladığı eleştirel rapor, s. 5; Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 11)  “Tıpkı Mekke’li müşrikler gibi onlar da, ta ‘baştan’ itibaren, Peygamberi yalanlamakta kesin kararlıdırlar.” (Abdülaziz Hatip, Kur’an ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 135, 339, 142, 246-247; Elmalılı, Hak Dini, III/En’am 33. ayet tefsiri; İbni İshak, Sire, s. 169)  “Oryantalizm gibi deizmin de izlerini cahiliye Müşrik Araplarında görmek mümkündür. Cahiliye Arapları, “Allah var fakat o peygamber göndermemiştir.” diyorlardı.” (Osman Nuri Topbaş, Aklın cinneti Deizm, s. 46) “Müşriklerin ahlak ve toplumsal hayatlarında herhangi bir dinin tesiri yoktu. Allah’a, işini bitirip ayrılan, saltanat makamını insanlara bırakan bir sanatçı gözüyle bakıyorlardı.” (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s. 122) Rabbimizin buyurduğu gibi, “Onlardan öncekilerde onlar gibi demişlerdi. Kalpleri nasılda birbirine benzedi.” (Bakara, 118) 

Kur’an’ın kaynağı konusunda insanları şüpheye düşürmek için Müşrikler de oryantalistler de benzer iddialarda bulunmuşlardır. Mekke’li müşrikler peygamberimizi cinlenmekle (Zuhruf, 30; Tur, 29; Duhan, 14) itham ederlerken günümüz oryantalistleri ise sara veya epilepsi iddiasında bulunurlar. Mekke’li müşrikler putlar sayesinde ekonomik gelir elde eder ve statü kazanırken, oryantalistler de ticaret ve İslam ülkelerini işgale/sömürüye öncülük etmeleri ile hem ekonomik gelir hem de sömürgeci kurumlarda makam elde etmişlerdir. Dini nedenlerle müşrikler putlarını, oryantalistler de kendi dinlerini oryantalizm ve misyonerlik vasıtası ile savunup Müslümanları müşrik veya Hristiyan yapmaya çalışmışlardır ve bu mücadele hala devam etmektedir!

“İslam’a karşı çıkan toplumun o  zamanki önderlerinin tek korkuları çıkarları adınadır. Eğer o çıkarcılar, toplumun ileri gelenleri kişisel çıkarlarını değil de insanlığı düşünmüş olsalardı tüm insanlığın hidayetine vesile olacaklardı. Ne yazık ki, kişisel çıkarlar toplumsal menfaatlere baskın gelmiştir.” (Kerim Aytekin, Misyonerlere kanmayın, s. 76, 78) Tıpkı günümüz ateist ve oryantalistleri için de hiçbir değişiklik söz konusu değildir! Sadece dünyadaki sürelerini bitirip, tek tek hesap vermek için sıralarını beklemektedirler!

“Avrupalıların İslam ile ilk tanışmaları hicretin 7. yılında Hz peygamberin Bizans kralı Heraklius’a davet mektubu yazması ile başlamıştır. Heraklius’un kendisine danıştığı Ebu Süfyan, yalanları daha sonra ortaya çıkar korkusu ile her soruya doğru cevap vermiş, bu da Rum ileri gelenlerini kızdırmıştır. (Buhari, Cihad, 101; Ahmed, Müsned, I/263; Müslim, III/1395) Görüldüğü gibi daha ortada (Siyasi veya ekonomik) hiçbir sebep bulunmaksızın ‘sadece dini nedenlerle’ Avrupalı, İslam’a karşı tavır takınmıştır. Daha sonraki İslami fetihler bu düşmanlığı bilemiş, haçlı seferleri ile kin doruğa çıkmıştır.” (Prof Dr. Abdülaziz Hatip, Kur’an ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 19, 20) Batıcı bir gazeteci olmasına rağmen Hıfzı Veldet Velidedeoğlu bile anılarında “Hristiyan milletlerin haçlı devri Avrupa’sından beri Türklere karşı devam ettire geldikleri düşmanlık duygusu ve peşin hükümlerinden” bahsetmektedir. (Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Anıların İzinde, s. 428)Yine bir Yahudi olan Prof. Fritz Neumark ise bu konuda şunları itiraf etmektedir: “Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı, Hristiyanların hücrelerine sinmiştir. Diyelim ki laik şöyle dursun, Hristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam ederler.” (İbrahim Kuyumcu, Aydınlanma sürecinde köy enstitüleri, s. 316)

“İddiaların en eskisi, Dımaşki’ye aittir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 248; Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 12) “Yuhanna ed-Dımaşki ortaçağda İslam hakkındaki bilgilerin temel kaynağıydı.” (Prof Ahmet Yücel, Oryantalist hadis anlayışı ve eleştirisi, s. 20) “Dımaşki’nin, İslam’ı ‘deccalin habercisi’ olarak sunduğu algı, ‘bugüne kadar’ uzanacaktır.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 46) “John of Damascus (Şamlı İoannis veya Şamlı Yuhanna, Doğu dünyasında tanınan adıyla Yuhanna ed-Dımaşki), ‘De Haeresibus’ adlı kitabında İslam’dan söz eder. (Asaf Hüseyin, Batının İslam’la Kavgası, s. 13) “Yuhanna ed-Dımaşki’nin Yunanca ‘De Haeresibus’ adlı eserinin 15 sayfası, ‘İslamili sapıklık’ başlığı altında peygamberimize ayrılmıştır. Bu eser, İslam karşıtı polemiklerin en önemli kaynağı olmuştur. (Hıdır, s. 155) “Hristiyanlar arasında İslam konusundaki ilk otorite olarak kabul edilmiş ve kaleme aldığı ‘Risale’de, “gelecekteki bütün İslam karşıtı münakaşa eserlerin cephanesi” haline gelmiştir.” (J. W. Voorhis, John of Damascus on The Muslim Heresy, The Moslem World, XXIV/391) 1943 tarihinde vefat eden Duncan B. MacDonald, tıpkı John of Damascus gibi, İslam’ın Yunan kilisesinin etkisi ile oluştuğunu ileri sürüyordu. Ona göre İslam, Musevi ve Hristiyan inancına aykırı bir mezhep, bir dalalet idi. Dolayısıyla da Müslümanlar ıslaha/düzeltilmeye ihtiyaç duyuyorlardı. Bunu da yapacak olanlar misyonerlerdi. (Asaf Hüseyin, Batının İslam’la Kavgası, s. 80) “Yuhanna ed-Dımaşki yazdıkları ile gelecekteki tüm oryantalistlere ‘temel teşkil edecek’ ithamlarda bulunmuştur.” (İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, Mehmet Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 32) “Dımaşki’nin, İsmailî sapıklık başlığı altında İslam’a reddiye olarak yazdığı 15 sayfayı aşmayan risalesindeki iddialar, Normal Daniel’in (Islam and West, IX. bölüm) ifadesi ile daha sonra Batıda, ‘nesilden nesile aktarılmış ortak bir algılama’ halini almıştır.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı,, s. 72) “8. yüzyıldan beri var olan nefret ve düşmanlık odaklı yaklaşım tarzının” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 69) “kökenini Dımaşki oluşturur. 1156’da ölen Peter el Venerable gibi birçok oryantalist, Dımaşki’den aldığı görüşleri aynen eserlerine aktarırlar.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 71) “1045 doğumlu Aziz Peter olarak tanınan Fransız rahip Pierre Maurice de Montboissier direktifiyle hazırlanan koleksiyon ile İslam’a XIV. yüzyıla dek saldırılır.” (Asaf Hüseyin, Batının İslam’la Kavgası, s. 16) “Peter the Venerable, Latinceye bazı eserleri tercüme eder. Bu eserlerde, ‘çarpıtmaya yönelik, tarihi gerçeklerle uyuşmayan, fantaziye dayalı çeşitli görüşlerden’ oluşur.” (Daniel Sahas, Islam, s. 86-70, 79-108) Peter, şöyle demektedir: “Muhammed bir peygamberse ben eşekten kötüyüm.” (Daniel Sahas, Islam, s. 42) Peter’in argümanları daha çok Yahya ed-Dımaşki’ye dayanır. (Hıdır, s. 177) “Dımaşki ve Hristiyan el-Kindi tarafında ortaya atılan olumsuz Muhammed tasavvuru, Bizans ve Batı Hristiyanlığına ait eserlerde bir takım kurgusal-hayali öğelerle daha da olumsuz hale getirilmiştir.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 98) “Hz Muhammed’i tasvir ederken kullanılan aşağılayıcı üslup ortaçağda Dımaşki’nin temsil ettiği geleneksel üslubun devamıdır.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 293, 447) Edward Said, “Ortaçağ’dan bu yana Avrupa veya Amerika tarihinde ‘İslam’ın nefret, ön yargı ve politik çıkarların oluşturduğu bir çerçeve’ dışında yaygın bir şekilde tartışıldığı ya da düşünüldüğü bir döneme rastlayamadım.” (Asaf Hüseyin, s. 112) demektedir. “Batıda II. Yüzyıldan beri ‘Muhammedilik’in sapkınlığı ve yalanlığı tezini’ işlemeleri, dozu değişse de günümüze kadar gelmektedir.” (Mehmet Emin Özafşar, Oryantalist Yaklaşıma İtirazlar, s. 16) Ortaçağda Hristiyan yazarların çoğu, onun iddialarını tekrarlamıştır. Aslında, 19. ve 20. yüzyıldaki oryantalistlerin görüşleri de, Dımaşki’nin görüşlerine dayanır. Dımaşki üzerine ciddi araştırma yapan tarihçi Philip S. Khoury, Dımaşki’nin İslam ve peygamberimiz üzerine verdiği detayların ‘pek çoğunun asılsız olduğunu ve İslam’a duyduğu düşmanlık ürünü olarak’ yazdığını belirtmektedir. (Bekir Karlığa, İslam düşüncesinin batı düşüncesine etkileri, s. 70, Khoury’den alıntı)

Mekke’li müşrikler ne ise oryantalist bakış açısı da aynıdır ve tarih boyunca bu hiç değişmemiştir! “Mekke müşrikleri, Hz Muhammed’in Kur’an’daki bilgileri Yahudi ve Hristiyanlardan elde ettiğini iddia etmişlerdir. (Hıdır, s. 272) Mekkeli müşriklerle benzer şekilde, ortaçağ Hristiyanlığı da Hz Muhammed’e karşı benzer imajlar ileri sürmüşlerdir.” (Hıdır, s. 76) ‘Birçok Batılı oryantalist, Hz Muhammed’in ehli kitaptan Kur’an’ı okuduğunu, öğrendiğini iddia eder. Onların asıl gayesi Kur’an’ın kaynaklarını bulmaktır.’ (Fazlur Rahman, Kur’an, s. 32, 250, 277; Hıdır, s. 25) “Resulullah devrinde yapılan itirazlar gözden geçilince, ta asrımıza kadar yapılan itirazların da hemen o -Mekke’li müşrikler- devrinde yapılanlardan farksız olduğu anlaşılmaktadır.” (Süleyman Ateş, İslam’a itirazlar ve Kur’an-ı Kerim’den cevaplar, s. 8) “Müşriklerin fikirlerini devam ettiren “Oryantalistlerin de ideolojisi değişmedi ve hala aynı şekilde sürüp gitmekte, ‘aynı tavır değişik etiketler altında faal’ olmaya devam etmektedir.” (Asaf Hüseyin, s. 64)  “Oryantalizm, temel çıkış noktası olan ‘Hz Muhammed’in asla peygamber olmadığı’ iddiasını değiştirmiş değildir. Ön yargı değişmemiştir.” (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 243) “19. yüzyılda, çoğu oryantalist misyoner olan yazarların olumsuz peygamber imajı aynen devam etmektedir.” (Hıdır, s. 111) “19. yüzyılın başlarında, Avrupa’ya kaçırılan yazma kitapların sayısı 250.000’dir.” (Mustafa Sıbai, s. 36) “19.’dan  ve 20. Yüzyılın ortalarına dek 150 yılda oryantalistlerin İslam hakkında yazdıkları 60.000 eserdir” (Edward Said, s. 316) ve oryantalistler, Dımaşki’den itibaren devam eden düşmanca tutumlarını aynen sürdürmektedirler. “Yuhanna ed-Dımaşki’nin anlayışı günümüze kadar gelmiştir.” (Prof Ahmet Yücel, Oryantalist hadis anlayışı ve eleştirisi, s. 21) “Hz Peygambere ait ortaçağdaki imajla, günümüzdeki ‘modern ortaçağ’ imajı arasında alabildiğine benzerlik vardır ve bu imaj tarih boyunca tekrar edile gelmiştir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 23, 28, 29, 32, 33, 36, 45, 49, 53, 57, 66, 70, 71, 72, 77, 87, 91, 112, 132, 143, 155, 175, 239, 246, 276, 295, 365) Watt, “Dünya ünlüleri arasında bugüne değin Hz Muhammed kadar dil uzatılan biri olmadığını, bunun sebebinin de asırlarca İslam’ın Hristiyanlığın en büyük düşmanı olarak algılanmasının yattığını” belirtir. (M. Watt, Muhammed at Medina, s. 321-324, 332) “Oryantalistlerin İslam’a yönelik saldırgan tutum ve küfürleri ‘günümüzde nasıl ise, asırlar önce de’ öyle idi.” (Ömer Baharoğlu,  Oryantalizm, İslam ve Türkler, s. 29) “Batı da haçlılardan bu yana karşıt olarak sadece İslam’ı görmüş ve  ‘hala’ görmektedir.” (İsmail Süphandağı, Batı ve İslam Arasında Oryantalizm, s. 70) “Oryantalizm, Haçlı Seferlerinin yenilgilerinin bir neticesidir. İslami araştırmaları, Haçlı Savaşları’ndaki hezimetlerin intikamını alma arzusundan ileri gelmektedir. (Muhammed Bakır el-Hakim, Oryantalistler ve Kur’an hakkındaki şüpheleri, s. 11-12) İslam’ın daha detaylı araştırılması anlamında “Oryantalizm, haçlı seferlerine dek uzanır.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 10, 12, 119, 130) ve “Haçlı seferleri zamanındaki hissiyatın bir kısmı bugün bile varlığını sürdürmektedir.” (G. E. Philips, The Religion of the World, s. 113) “Müslüman dünyanın askeri ve siyasi manevralarla alt edilemeyeceğini inanan İspanyol kardinal Segoviali John yeni bir strateji geliştirerek, İslam’ın teolojik argümanlarla önlenmesini önerir.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 110)  “Haçlı seferleri ile beraber Moğol istilaları İslam toplumuna büyük zararlar verir ama amaçlarına ulaşamayan Hristiyanlar Arapça kürsüsü (Viyana, 1312) açarak İslam dini ile ilgili bilgileri toplayıp, bunun üzerinden İslam’a savaş açmaya karar verirler. Müslümanlara karşı olan tarihsel ön yargılar asla unutulmadı. Haçlı seferleri Müslümanlar ile Hristiyanlar arasındaki nefret ve güvensizliği pekiştirdi ve kurumsal açıdan Batıda kiliseler bu çatışmayı insanların evlerine kadar soktu.” (Asaf Hüseyin, s. 18, 36) “Savaşla bir şey yapılamayacağını anlayınca, taktik değiştirerek oryantalizm çalışmalarına yönelmişlerdir. Oryantalizm, Müslüman ülkelerinde emperyalistlerce tam bir egemenlik sağlanması, gerekli şartları hazırlama görevini, ilim ve doğu halklarını tanıma adı altında gerçekleştirmiş, ‘misyoner ve sömürgeci güçlere ilmi altyapı hazırlama görevini’ yerine getirmişlerdir.” (Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. III; Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 7) “Bunun için oryantalistlerin yeterli olmadığını savunanlarda vardır. Oryantalist H. Gibb, “Doğu oryantalistlere bırakılamayacak kadar mühim bir bölgedir.” demektedir.” (Asaf Hüseyin, s. 63) “Batı ekonomik ve teknolojik sömürü ve tekelleşmeye yönelik planlarını uygulamayı sürdürmüştür. Ona karşı değer sistemlerini muhafaza eden tek medeniyet İslam medeniyetidir.” (Ziyaüddin Serdar, İslam medeniyetinin geleceği, s. 9) “Batı hala orta çağdaki İslam’a bakış açılarını korumaktadırlar.” (Hamdi Zakzük, s. 102) “Lord Cromer,  ‘Modern Mısır’ adlı kitabında, ‘Avrupalının akıl yürütmesi sağlamdır, mantık dersi almamış olabilir ama Doğuştan mantıklıdır.” (Said, s. 48) derken de bu kibirli ve üstten bakmacı tutumlarını açıkça itiraf etmektedir. “İlk Nobel edebiyat ödülünü alan ve İngiliz sömürgeciliğine övgüleri ile tanınan İngiliz Şair Rudyard Kipling, “Doğu Doğudur, Batı Batıdır ve bu ikili hiçbir zaman bir araya gelemeyecektir.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 13) derken, “1936’da vefat eden bu sömürge şairi R. Kipling’in şu sözleri de çok şey anlatmaktadır: “Batılılar akılcı, barışsever, hürriyetçi, mantıklı ve gerçek değerleri kazanmaya muktedir kimselerdir. Doğulular ise bunlardan hiç birine sahip değildir.” (Hamdi Zakzük, s. 105, 115) “Avrupa’da,  ‘Doğu ile Batı birbirini anlayamaz’ sözü İngilizler arasında adeta bir darbımesel/atasözü olmuştur.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 288)  “Doğuya ait bilgilere sahip olan araştırmacıların genel eğilimi, Batıya ait bu bilgileri bir şekilde, Batı üstünlüğüne ve emperyalizmine hizmet edecek şekilde saptırmak olmuştur.” (Ömer Baharoğlu, s. 105) Ünlü araştırmacı Oliver Kontny’nin tespiti tam yerindedir: “Batı kendine bir totem kuruyor. ‘Ben Batıyım; akıl, bilim, demokrasiyim. Sen ise Doğusun; Duygu, fanatizm, diktatörlük!’ Batı için acilen bir zihniyet devrimine ihtiyaç vardır. Egemen düzeni mutlaklaştırıp, bu düzende yeri olmayanları hiçe sayan anlayış aşılmalıdır artık.” (Kontny, Oryantalizm ve ataerkillik üzerine, Doğu-Batı, I/120)  Bu bakış açısı 1990’lı yıllarda Samuel Huntington tarafından da ‘Medeniyetler Çatışması’ adı altında yeniden güncellenmiştir ve bu da aslında Batı’da hiçbir şeyin değişmediğini göstermektedir! “İslam’ın Avrupa’daki rolünün çoğunlukla ihmal edilmesinin nedeni, oryantalizmin düşünüş biçimidir.” (Jack Goody, Avrupa’da İslam Damgası, s. 28; E. Said, Oryantalizm, s.2) “Oryantalistler kendilerini hem hakim hem savcı makamında görürler.” (Hamdi Zakzük, s. 104) “Oryantalistler tüm araştırmalarında ‘sonucu önceden kararlaştırmışlardır.’  Onlar ‘İslam’ı, kendi anlayış ve düşünce değerlerine göre değerlendirir ve mahkum’ ederler.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 57) “Oryantalistler ‘önce bir konuda kendi kesin yargılarını’ verdikten sonra, ‘bu yargıyı haklı çıkarmak için veri toplamaya’ çalışmaktadırlar. (Yaşar, s. 116) “Avrupalıların İslam’a karşı duydukları nefret, şiddetli bir taassubun kurduğu temeller üzerinde durmaktadır. Avrupalı oryantalistlerin en ileri gelenleri bile, İslam konusunda tarafgirliğe kapılmaktan kurtulamamışlardır. ‘İslam daima hakimlerin önünde duran bir sanıktır, Batılı oryantalistler suçu ispat için uğraşan savcı rolünü oynamaktadırlar. Avukat rolünü oynayanlar da müvekkilinin suçlu olduğuna bizzat inanmaktadırlar ve bu yüzden hafifletici sebeplerin göz önüne alınmasını istemektedirler.’ Meseleye, ‘daha önceden varılmış bir netice ve hüküm açısından’ bakmaktadırlar. Oryantalistler ‘şahitlerini, daha baştan ulaşmayı tasarladıkları sonuca göre’ seçmektedirler. “Oryantalistlerin büyük çoğunluğu papaz, rahip ve misyonerlerdendir.” (Adnan Muhammed Vezzan, s.  11) ‘İlk müsteşriklerde Hristiyan misyonerlerdi. Oryantalistlerin İslam’a hücumları, onlara miras kalmış bir alışkanlıktır.’ Oryantalizm Haçlı seferlerinin getirdiği etkilere dayanır. ‘Haçlı savaşlarının ruhu Avrupa’ya hakim ola gelmiştir.’ Misyonerler ve papazlar ‘Müslümanlara çok kere putperest’ adını takarlar. Sanki bütün dünya Avrupa için, onun medeniyeti için var edilmiş, sanki diğer milletler birer hizmetçidirler.” (Muhammed Esed, Yolların ayrılış noktasında İslam, s. 61, 68, 80) “Oryantalist akademisyenler İslam söz konusu olduğunda oldukça cüretkar, emredici bir amir konumundadırlar. Bir Hristiyanın kendi dini için söylediği gibi: “Kiliseye dair bir soru soran yabancı, içinde olmadıkça onu anlayamaz.” (Paul Ferris, The Church of England, s. 10) Hiçbir dini sistemin dışındakiler, içeridenmiş gibi o sistemin ruh, mana ve önemini tam anlamı ile kavrayamaz.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 78) Ama “Oryantalistler, İslam’ı Hristiyan tabir ve ifadelerle anlamaya çalışmaktadırlar. Dolayısı ile oryantalizm başarısız olmuştur.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 101, 106)

“Batı’nın Doğu’yu ‘öteki olarak’ görmesi, İslam’ın tarih sahnesine çıktığı 7. yüzyıla kadar gider.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 13) “Müslümanlarla ilk karşılaşan Doğulu Hristiyanlar, 7. yüzyılda İslam ile ilgili bir imaj oluşturmaya başlamışlar, daha sonra Latin Batı dünyası bu imajı tamamlamıştır. Günümüzde de bu imaj varlığını, ‘tekrar edilmek’ suretiyle korumakta ve devam ettirmektedir.” (Annemarie Schimmel, XII. Asırda İslam dini ile Hristiyanlık arasındaki münasebetler, AÜİF, 1953/2, s. 71; Fuat Aydın, Batı İslam Algısının arkeolojisi, s. 12;  Pr. Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 16, 105) “Tıpkı Doğulu Hristiyanlar gibi, Batılı Hristiyanlar da İslam’ı, putperest, sapkın, Mesih karşıtı olarak sunar.”  (Fuat Aydın, Batı İslam Algısının Arkeolojisi, s. 28) “Bazı Amerikalı de oryantalistler Avrupa dillerinde üretilen çalışmalara aşırı bağımlı haldedirler. (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 190) “Volney Kontu François de Chassaboeuf (1757-1820) yazdığı eser ile Kur’an ve Hz Muhammed hakkında iftiralarda bulunur. Yazarın bu görüşleri dünya çapında etkili olur. ABD Başkanı Thomas Jefferson kitabın çevirisini yapar. Daha sonraki yazarlar da bu fikirlerden etkilenir.” (Michael Curtis, Şarkiyatçılık ve İslam, s. 87) Zaten “Amerikan üniversitelerinde İslam araştırmaları, İslamiyet’e karşı şiddetli önyargı ve kini olanlar tarafından yönetülürken.” (Mustafa Sıbai, s.  94) siyasette de “İslam ABD’de hala sağcılara göre barbarlığın temsilcisidir; solculara göre ortaçağ dinciliğinin sembolüdür.  (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 17) “Avrupa’da da İslam ile ilgilenenlerin önemli bir kısmı dini, siyasi veya ideolojik önyargı ile hareket etmişlerdir. Oryantalistler, İslam medeniyetine taraflı bakmaktan kendilerini kurtaramamışlardır.” (Prof. İbrahim Sarıçam, Prof. Seyfettin Erşahin, Çağdaş çalışmalar ve oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 200)

850’lerde Paul Alvarus, “Hristiyanların Arap roman şiiri okumayı sevdiğinden, Arap filozofları okuduğundan, kendi dillerini unuttuğundan” (K. W. Southern, Wester Views, s. 21) şikayet ederken, 1300’lü yıllarda papaz Ricoldo de Monte Croce, Hristiyanların hızla Müslüman olduğundan yakınmakta idi: “Ben kepaze oldum. Tanrı’nın sözü kepaze oldu. Tanrı İsa ve Meryem, Muhammed’e karşı Hristiyanları desteklemiyor mu?” (Onur Bilge Kula, Alman Kültüründe Türk İmgesi II/44) Günümüzde de  “Oryantalist zihniyet, ırkçılığa ve göçmen krizine sebebiyet vermeyi sürdürmektedir.” (Yeni Şafak, 21 Temmuz 2019) “Yuhanna ed-Dımaşki’den başlayarak, Müslümanlara saldırmaktan daha çok, Hristiyanların din değiştirerek Müslüman olmamaları için, Hristiyanları ikna etmeyi hedefleyen, reddiye eserler ortaya çıkmıştır.” (Fuat Aydın, Batı İslam Algısının Arkeolojisi, s. 23)

“Dımaşki, Kindi, Alfonsi gibi Hristiyan müelliflerinin eserleri, Bizans üzerinden, Avrupa Hristiyanlarına geçer ve bu İslam tasavvuru ‘günümüze kadar aynen’ devam eder.” (Prof Adnan Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 205, 211, 215, 217; Prof. Dr. Fuat Aydın, Batı İslam Algısının Arkeolojisi, s. 131-133) “Doğu Hristiyanları arasındaki İslam tasvirinin kökeni, Dımaşki’ye dayanır. Onun çizmiş olduğu İslam tasviri, kendisinden sonrakiler için hareket noktası oluşturmuş, daha sonrakiler üzerine eklemeler yaparak zenginleştirilmiştir. Olumsuz İslam tasviri, Dımaşki ile başlamış, Kindi ile zirveye oturmuştur. Günümüz oryantalistleri, Kindi’nin ileri sürdüğü görüşler dışında, yeni eleştiri getirmezler, yalnızca, var olanı detaylandırırlar. (Fuat Aydın, Batı İslam Algısının Arkeolojisi, s. 33, 34) “11. ve 13. yüzyıllarda Avrupa’da Hz Muhammed hakkında kitaplar yazılmaya başlanır. Bu çalışmaların hepsinin kökeni Bizans’ın söylenti ve hikayelerine dayanır.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 82) “Yuhanna ed-Dımaşki ve Bizans kaynaklı söylenti ve hikayeler Avrupa’nın İslam algısını belirlemiştir. (Emine Öğük, Yeni ateistlerin yanılgıları, s. 34) “İslam karşıtı ilk polemikleri kaleme alan Şam’lı Yuhanna ed-Dımaşki’nin, Hz Peygamberi “sahte bir peygamber” olarak suçlamasıyla, 2000’li yıllarda Amerika’lı Evangelist Jerry Falwell’in, Hz Peygamberin terörist olduğunu söylemesi arasında göz ardı edilemeyecek ‘bir süreklilik’ vardır.” (Doç.  İbrahim Kalın, İslam ve Batı,  s. 14, 48) “İslam’a, teolojik, siyasi ve kültürel bir tehdit olarak algılama, ‘Orta çağdan itibaren günümüze kadar’ devam etmektedir.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 55) “Bu kitapların sunduğu Muhammed imajı, günümüze kadar Avrupa’nın İslam Peygamberi algısını (Psikolojik hasta, şehvet düşkünü, merhametsiz, Deccal, Hz İsa’nın zıttı, büyücü) belirlemiştir.”  (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 83)  “Sarazenler’e (Saracens: Ortaçağda Haçlılarca Müslümanlar Araplara Halifelik kurumunu da kapsayacak şekilde verilen ve “Hristiyan olmayan” anlamına gelen isim) karşı ortaçağ bağnazlığı devam etmektedir.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 170-171) “Yaygın bir şekilde kullanılmamakla birlikte, Saracen ismi modern zamanlara kadar varlığını devam ettirmiştir.” (Pınar Savaş, Yüksek Lisans Tezi, Ortaçağ ingiltere’sinde “saracen” algısı) “Ortaçağda, Müslümanlara Sarazen, yani ‘çöl halkı’ veya ‘İsmaili’ veya ‘Haceri’ isimleri verilirdi. (Hz Hacer’in oğlu İsmail, Mekke civarındaki Arapların atası olması nedeni ile, Hz Hacer’in de cariye olması üzerinden küçümseme amacılı olarak Yahudi kaynaklarında Araplar için bu isim kullanılmaktadır.) Bu iki isminde kullanımı, kökeni, Dımaşki’ye kadar gider.” (Prof. Dr. Fuat Aydın, Batı İslam Algısının Arkeolojisi, s. 24) “11. yüzyıla kadar kökeni Dımaşki’ye kadar dayanan, Sarazenler’in, Venüs anısına dikilen bir put olan Kabe’ye, Machomet’in altından yapılmış olan putuna, Allah ve ‘Habar’ adındaki iki puta taptıklarına dair görüşler, Batıda oldukça yaygın bir inanış olarak inanıla gelmiştir.” (Prof. Dr. Fuat Aydın, s. 27) “Hz Muhammed’in üstadının, Kimisi Aryüsçü bir keşiş, Kimisi ise Nesturi bir keşiş olduğunu ileri sürülmüştür.” (Prof. Dr. Fuat Aydın, s. 36) “İslam Kılıç da yayılan bir dindir.  Bu görüş, 21. yüzyıla kadar savunulmuş bir ithamdır. Papa 16 Benedict, 12 Eylül 2006’da Bizans İmparatoru 2. Manuel Paleologos’un (1391-1425) bir İranlı müderrisle, Ankara civarında yaptığı bir tartışmadan zikrettiği, “Muhammed, vaat ettiği inancı kılıçla yayma emrinden başka hangi yeniliği getirmiştir, gösterin bana.” şeklindeki sözlerini nakletmiş, başlangıcı VII. yüzyıla kadar geri giden bu eleştirinin, günümüzde hala, İslam’ın kılıç ile yayıldığı anlayışının canlı bir konu olduğunu göstermiştir.”  (Fuat Aydın, s. 50) Görüldüğü ve devamlı altını çizdiğimiz gibi, “Hz Peygamber imajında tarih, post-modern versiyonları ile devam etmektedir.” (Hıdır, s. 365) “Papa 16. Benedict’in İslam’a hakaret eden konuşması aslında, Hz Peygamber karşıtlığının en yetkili ağızdan tekrarından başka bir şey değildir. Batı ve Papalık aslında kendini kurtarmak istemekte, ‘ötekeleştirebilecekleri bir öteki’ bularak bu ‘şeytana karşı’ alacakları tutum sayesinde, Avrupa’yı Hristiyan bir zeminde tutabilmeyi amaçlamaktadırlar.” (Hıdır, s. 381) “Aldığı tepkiler üzerine XIV. yüzyıl Bizans imparatoru II. Mihail Paleologos’tan alıntı yaptığını söyleyen Papa ikinci kez bir gaf yapmış olur. Çünkü alıntıya katılmıyorsa onu referans almamalı, alınca eleştirmesi gerekirdi.” Aslında papanın bu sözü, bu tutumu klasik haçlı zihniyetini yansıtmaktadır. (Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş II, s. 178) Aslında “Papalık gerçekleri bilmiyorsa cahildir, biliyor da gizliyorsa haindir.” (Salih Kapusuz, 16.09.2006) “Kilise ve ruhban sınıfı iktidar imkanı bulursa, insanlığa ne büyük acılar yaşatacaklarının işaretini taşımaktadır bu cümleler. Yoksa ABD, İngiltere emperyalizm tarihi, engizisyon mahkemeleri, Haçlı seferleri, Katolik kilisesinin Protestanlara uyguladığı işkenceler göz önüne alındığında ‘Sizin dininiz size, benim dinim bana’ diyerek Papa’nın yaptıklarına cevap vermeyi yersiz görürüz.” (Selahattin Çakırgil, Vakit, 16.09.2006)

“Yüksel Kocadoru, düşman Türk imajının köklerini Viyana’nın kuşatılmasından ve İstanbul’un fethinden ‘daha eskilere’ bağlamaktadır ve esasen I. Haçlı seferlerinde yaratılan imaj aynen devam etmektedir. Bizans kaynaklarında rastlanan Türk sözcüğüne dayanarak daha da geriye gitmek de mümkündür.” (Ali Osman Öztürk, Alman oryantalizmi, s. 37) “John Demescen (Yuhanna ed-Dımaşki), Kındi ile başlayıp sonra Bizanslı ve Batı Katoliklerince devam eden süreç günümüze kadar devam etmiştir. Bu sürecin modern vesiyonları ‘karikatür krizi’, ‘Papa 16. Benedict’in konuşması’, ‘Fitna’ ve ‘Müslümanların masumiyeti’ gibi filmler, ‘karikatür sergi ve yarışmaları’ adı altında İslam’a yapılan saldırılarla ‘devam’ etmektedir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 25) Dımaşki’den başlayan, İslam’ı karalayan önyargılı metinler, ‘birbirlerinden alıntı yapan yazarlar vasıtasıyla günümüze kadar’ aynen, sadece biraz ayrıntılı olmak şartıyla tekrar edilmektedir: İslam’a iftira atan Oryantalistlerin, yalan rivayet zinciri: Yuhanna ed-Dımaşki (ölümü, 753); Abdülmesih el-Kindi (ölümü, 850; Kitabının en son basım tarihi, 1887); Petrus Alfonsi (Ölümü, 1140; En son baskı, 1960); Saygın Peter/Peter the Venerable (Ölümü: 1156); Riccordo; J. Wycliff ‘den günümüz oryantalistlerine aynen devam etmektedir! “Avrupa kendi içindeki kadar kendi dışında da karşıtlarını üretmiştir. Dışındaki karşıt; ‘Doğu’dur. Batı, Doğuya ‘dogmatik akıl’la yani ‘peşin hüküm ve kapalı zihinle’ yaklaşmıştır. Avrupa düşüncesi, kendi medeniyet dairesi içinde ‘kritik aklı’, kendi medeniyet dairesi dışında ise ‘dogmatik aklı’ kullanmıştır ve kullanmaya devam etmektedir. (Hilmi Yavuz, s. 48) Bir Hristiyan olan Edward Said bile, “Ben Avrupa ve Amerika tarihinde İslamiyet’in ‘hiddet, önyargı ve siyasal çıkarların oluşturduğu bir çerçeve dışında’ genel olarak incelendiğini ve üzerinde düşünüldüğü döneme rastlamadım. Oryantalizm ideolojiktir ve kirletilmiştir.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 58, 60) demektedir. “Avrupalılar için İslam’ın hızlı yayılışını izah edecek iki temel argüman ortaya çıkmıştır: Şiddet ve cinsellik. Bu iki tema Hollywood ‘filmlerinden karikatürlere kadar günümüzde aynen’ kullanılmaktadır.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 51) “Batı kaynaklarında İslam aleyhinde gerçekte bağdaşmayan tahfif edici ifadelerin varlığı dikkat çekmektedir.” (Emine Öğük, Yeni ateistlerin yanılgıları, s. 14)

“İspanyadaki Endülüs Emevi devletindeki Müslüman Hristiyan arasında yaşanan fikri tartışmalar, Haçlı seferleri, misyonerlik ve ticari egemenlik kurma kaygıları oryantalizmin başlamasında rol oynayan etkin faktörlerdir.” (Hamdi Zakzük, s. 26) “Oryantalistler, İslam araştırmalarında misyonerlik, ilmi, ticari, siyasi ve sömürgecilik gibi farklı amaçları taşımaktaydı.” (Mişel Cuha, ad-Dirasatul-arabiyye, s. 19-23; Mehmet Görmez, Oryantalizmi hadis araştırmaya iten temel faktörler, İslamiyat III, s. 11-31; İ. H. Göksoy, Snouck-Hurgronje, Christian, DİA, XXXVIII, 340; Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. 90)  “Oryantalizm’in tam olarak ortaya çıkış tarihi ve kim tarafından ortaya atıldığı bilinmemektedir.”  (Selahattin Sönmezsoy, Kur’an ve Oryantalistler, s. 29) “Araştırmalar oryantalizmin ne zaman doğduğu konusunda fikir birliğine varamamaktadırlar. Resmen ortaya çıkışının, 1311’de toplanan Viyana Konsili’nin çeşitli Batı üniversitelerinde Arap dili kürsüsü kurulması kararı ile başladığı iddia edilir.” (Said, Oryantalizm, s. 91; Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. V, s. 21) “Bazı çalışmalar da, ilk Kur’an tercümesinin yapıldığı 1143 tarihini oryantalizmin başlangıcı olarak kabul eder.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, 16) “Bir kısım araştırmacılar bu tarihin miladi 11. Yüzyılın başlarına kadar dayandığını ileri sürerken, Paret, Kur’an’ın ilk defa Latinceye çevrildiği 12. Yüzyılın başını başlangıç tarihi olarak kabul eder.” (Rudi Paret, ed-Dırasetül-İslamiyye vel-Arabiyye Filcamiatil-Almaniyye, s. 9) ki zaten “13. yüzyıldan günümüze dek yazılan kitapların çoğu sömürgeci düşmanlık ve dini misyonerlik maksadı ile yazılmıştır.” (Adnan Muhammed Vezzan,  s. 143) “Oryantalizmin ortaya çıkışını en erken milattan önce 4. Yüzyıla kadar götürenler.” (Ömer Baharoğlu, Oryantalizm İslam ve Türkler, s. 19) olduğu gibi, “Necip el-Akiki’de, el-‘Müsteşrikun’ adlı eserine, Fransız Rahip Gerard de Oraliac’ın (940-1003) hayatına yer vererek eserine başlar ve bu tarihi esas alır. (Ömer Baharoğlu, s. 21) “Oryantalizm kelimesi ilk kez 1779’da İngiltere’de, 1799’da ise Fransa’da kullanılmaya başlanmıştır.”  (Abdülaziz Hatip, s. 18) Doğu araştırmaları bir anda ortaya çıkmamış, ülkeden ülkeye değişiklik göstermiştir. Bunda o ülkenin İslam ile temasa geçip geçmemesinin büyük önemi olmuştur. ‘Oryantalizmin birinci nedeni dini olmasıdır. Yani İslam dinini daha iyi tanıyıp, onunla en etkin şekilde mücadele edebilmektir.’ (Abdülaziz Hatip, s. 19) “Oryantalizm bilgiyi iktidar olmak, sömürmek için kullanmıştır.” (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 80)

“Oryantalizmin kuruluş kararının verildiği 1245’te toplanan Viyana Konsiline” (A.L. Tibawi, Enver Abdülmelik, Hamid Algar, Krizdeki oryantalizm, s. 8) dikkat çekilse de aslında “İslam düşmanlarının ortaya koyduğu düşmanlığın, oryantalizmin başlangıcı olduğunu söylemek mümkündür. Hz Muhammed’in peygamberliği hakkında insanları şüpheye düşürtme gayreti ‘Mekke’li müşriklerden beri’ devam etmektedir. Oryantalistler, geçmiş asırlarda müşriklerin söyledikleri şeylerden başka bir şey söylememektedir. Eskilerin (Müşriklerin) mantığı yenilerin de mantığıdır. Zira küfür tek millettir.” (Vezzan, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 18, 29, 30, 37) Müşrikler Hz Muhammed için, “Bir topluluk kendisine yardım ediyor.” (Furkan, 4); “Bir insan ona öğretiyor.” (Nahl, 102) şeklinde iddialarda bulunurken, günümüz oryantalistleri de dahil aynı ithamları benzer mantık silsilesi içinde aynen devam ettirmektedir. “Ateistler ve misyonerler, Kur’an’daki kıssaların, Hristiyanlardan alındığını iddia ederler.” (İzzet Derveze, Kur’an cevap veriyor, s. 224)  Mekke’li müşrikler, ‘kendi atalarının dinine’ (Maide, 104) aykırı olarak gelen bu din ile, Politeizmi, putları, kumarı, içkiyi, ahlaksızlığı vb. reddeden bu dinin peygamberine önyargı ile yaklaşmışlardır. Aynı bakış açısı oryantalistlerde de mevcuttur: Teslisi, ki aslında politeizmi (Baba, oğul, kutsal ruh) inkar eden, (İsa, Meryem ve azizlerin heykelleri başta) putları reddeden ve ruhbanlık sınıfını onaylamayan bu din, mutlaka sahte bir din olmalı idi! Öyle ya, bu din ‘tüm ataların dinine’ karşı idi! (Namık Kemal, Renan Müdafaanamesi, s. 16) Emile Dermenghim: “Müslümanlar da Hristiyanlar da birbirilerini yanlış anlamışlardır. Fakat şunu itiraf etmek gerekir ki yanlış anlama, Batılıların tarafında Doğuluların tarafından daha fazla olmuştur. Batılı fırsatçı menfaatperest yazar ve şairler, İslamiyet’e asılsız hatta çelişkili ithamlarda bulunmuşlardır.” (Dr. Ğallab, Nazratul İştişrakiyye, s. 9; Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 12) diyerek önemli bir gerçeği itirafta bulunmaktadır. Ama yine de her zaman “Oryantalistler tıpkı cahiliye dönemindeki müşrikler gibi şaşkınlığa düşmüş, kendi kafalarındaki karışıklığı ve tutarsızlığı Hz. Muhammed’in davranışlarına yüklemeyi çalışmışlardır. Müsteşriklerin iddiaları aslında müşriklerin iddialarının bayatlamış tekrarından başka bir şey değildir ve gerçekte hayal gören, vehmeden, kafası karışık olan eski müşrikler ve yeni müsteşriklerdir.” (Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş II, s. 22, 27) “Oryantalistlerin her ne kadar metot ve yöntemleri farklı olsa da İslam’a yönelik bakışlarında bir değişiklik söz konusu değildir.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 72) “1843 yılından itibaren ‘tarihi tenkit metodu’ ile İslam’a yaklaşılmış ama yine de birden fazla tasavvur ortaya çıkmıştır. 20. Yüzyılla, ‘klasik ve revizyonist yaklaşım’ olarak iki bakış açısı ortaya çıkmış ama sonuç yine de değişmemiştir.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 452) Goldziher, Caetani gibileri şu fikirdedir; Muhammed kavminin düştüğü bataklıkları gördükçe bunları kurtarmayı hayal etmiş, peygamber olduğuna inanmış, tasarladığı düşünceleri ebedi bir üslupla ifade ederek vahiy diye etrafına duyurmuştur. Bu iddialarıyla, 1400 sene önceki Ebu Cehil gibi cahil müşriklerin fikrini tekrar etmiş olmaktadırlar. (Ateş, s. 126)  “Goldziher, Peygamberliğinin başlangıcında düşünceleri, ‘başkalarına ait örnekler’ şeklinde dışarıya aksediyordu.” (Goldziher, al-Akaide va’ş-Şeria fi’l- İslam, s. 8) derken aslında Kur’an’ın deyimi ile ‘Esatirul-evvelin: Eskilerin masalları’ iddiasını aynen devam ettirmektedir. Görüldüğü gibi, Goldziher’in zihniyeti tıpkı Mekke’li müşrikler gibidir!” (Ateş, s. 127) Kısaca oryantalizm, başlangıç ilkeleri ve ruhu, Mekke’li müşriklerin iddialarına dayanan; akademik anlamda 1311 tarihinde başladığı iddia edilse de aslında Dımaşki’nin ithamları ile başlayan bu süreç, İslam’ı olduğu gibi değil, görmek istedikleri gibi aktaran; odak noktasında Hz Muhammed’in peygamber olmadığı görüşünün yer aldığı; amacı elde edilen bilgilerle sömürgecilik, misyonerlik, ticaret geliri elde etmek olan ve Doğu, özellikle de İslam alemi ile ilgilenen bilim dalıdır.

Yine ateist, Marxist ve oryantalist dünya görüşlerinde, Mekkeli müşriklerin izlerini bulmakta mümkündür:

Deist mantık (Ahiret inancını red): Müşrikler: “Biz ölüp toprak ve kemik haline geldikten sonra, biz tekrar mı diriltilecekmişiz?!” (Mü’minûn, 82; Vakıa, 47); “Hayat sadece bu dünya hayatıdır, ölürüz, yaşarız. Bizi ancak zamanın geçmesi helâk eder” (Casiye, 24); “Biz ölüp toprak ve kemik haline geldikten sonra mı diriltileceğiz?” (Sâffât, 15-16); “Bu dünya hayatımızdan başkası yoktur. Ölürüz, yaşarız, biz diriltilecek değiliz.” (Mü’minun, 37); “Dedi ki: “Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?” (Yasin, 78)

Marxist ideoloji(-nin temel iddiası aynen): Mekkeli müşrikler: “Alışveriş (ticaret) de riba/faiz gibidir.” (Bakara, 275)

Oryantalist zihniyet (Muhammed, Kur’an’ı ‘İncil-Tevrat’tan alıntılarla’ yazdı iddiasının diğer bir versiyonu): “Onlara, “Rabbiniz ne indirdi?” diye sorulduğunda “eskilerin masallarını!” diye cevap verirler.” (Nahl, 24)

“Marksizm de, oryantalist geleneği takip etmiştir.” (Bryan S. Turner, Oryantalizm Kapitalizm ve İslam, s. 16) Zaten “Marxizm, sonuçta Batı kültür dünyasının bir ürünüdür. Marx’ın ‘insanoğlunun yazgısını gerçekleştirmek’ gibi ifadeleri de (Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. 176) aslında Batılı üstünlük ve yönlendirme mantığını kendisinin de taşıdığını göstermektedir. “Batı kaynaklı ideolojilerden Marx’ın ekonomik, Freud’un psikolojik, Darwin’in ise biyolojik teorileri oryantalizmin uç keşif kolları olarak tarihsel işleve sahip olmuşlardır.” (Süphandağı, s. 57)  “Asya’da özel mülkiyetin olmadığı görüşü destekleyen Boulanger ve Bernier gibi yazarlar, Asya’nın Avrupalılar tarafından sömürgeleştirilmesi için, sözde gizli bir bahane hazırlarlar. Hegel’e göre İslam, çoktan bütün ayrıntılarıyla tarih sahnesinden çekilmiştir. Komünist Manifestoda Marx ve Engels, Batı kapitalizminin Çin ve Hindistan’da  ilerlemeci bir güç görevi gördüğünü ileri sürerler. Özellikle İngiltere’nin, Çin ve Hindistan konusunda yürüttüğü sömürgeci siyaset, Marx ve Engelsel’in görüşleri ile paralellik arz eder. Marx ve Engels’in Asya hakkındaki görüşlerinde kaynak olarak, Bernier ve İngiliz faydacılığı esas alınmıştır. 1853’de Engels’e yazdığı bir mektupta Marx, Bernier’in haklı olduğunu yazmaktadır.” (Bryan S. Turner, Oryantalizm Kapitalizm ve İslam, s. 21, 22) 

“Batının Hz. Muhammed’e bakışı, kendi kimlik anlayışı ile paraleldir. Batı, Hz. Muhammed’e dini, siyasi/askeri, kültürel ve ekonomik etkenlerle bakmışlardır” (Prof. İbrahim Sarıçam, Prof. Seyfettin Erşahin, Çağdaş çalışmalar ve oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 199, 201) “Önce Ortodokslar, daha sonra Katolikler İslam’a saldırırken en son Protestan mezhebinin kurucusu Luther’de bu gruba dahil olmuştur.” (Asaf Hüseyin, s. 21) Luther de, ‘Refutation of the Quran’ adlı eserinde Hz Muhammed’i şeytanın oğlu ve sapkın bir hareketin kurucusu olarak ilan eder. Bu ‘sapkınlığın’ en önemli göstergesi olarak da İslam’ın İsa’nın ilahlığını inkar etmesini gösterir. (S. A. Francisco, Luther, s. 7-12) “Oryantalistler, yüzyıllar boyunca bıkmadan usanmadan benzer konuları işlemiş ve bu şekilde hedeflerine ulaştıracak büyük bir literatür oluşturmuşlardır.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 30) Aloys Springer, Muhammed’in sapık Hristiyanlardan etkilenmiş olabileceğini iddia eder ve “Zira bunların teslis ve İnciller ile ilgili görüşleri, Ortodoks Hristiyanlardan farklıdır.” diye devam eder. (The life of Muhammad, s. 175) Yani, oryantalistlere göre teslisi reddeden her görüş sapıklıktır. C. S. Hurgronje, Muhammed’in Yahudilerden etkilenerek, ‘tek tanrı anlayışını ortaya attığını’, testisi reddettiğini iddia eder. (Mohammedanism, s. 45) “Teslis’ e karşı çıkan bir din Hristiyan ilahiyatına karşı yapılmış açık bir meydan okuma idi. Oysa Batıya göre Hristiyanlık tek hak din idi.” (Prof. Seyfettin Erşahin, Derleyen, Prof Dr Adnan Demircan, Çağdaş çalışmalar ve oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 201) ‘İnciller, dolayısı ile Hristiyanlık hakikatin kendisi olduğuna’ göre, İncilleri tahrif edilmiş kabul eden veya teslisi reddeden Hz Muhammed, ‘Hakikat düşmanı’, dolayısı ile ‘şeytani’ olmak zorunda idi. (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 449) “Dogmatik bir anlayış içerisinde doğup büyüyen oryantalistler, kendi dinlerine alternatif görüşler ileri süren ve kendi dinlerinin yanlışlığını iddia eden bu yeni dini kabul etmek istememektedirler. (İbrahim Sarıçam, Çağdaş çalışmalar ve oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 289) “Batıda Hz Peygamber, ‘Hristiyan bakış açısına göre’ değerlendirilmektedir. Üç dinin peygamber anlayışlarında farklılıklar vardır.” (Hıdır, s. 403) Halbuki “Hristiyanlar Hz peygamberi şiddet yanlısı olarak nitelerken, İslam hazreti İsa’yı bir peygamber olarak kabul etmektedir.” (Emine Öğük, Yeni ateistlerin yanılgıları, s. 45) “İslam karşıtlığı daha ziyade Hz Peygamber üzerinden yürütülmektedir. Şu soruları yüksek sesle sormanın zamanı gelmiştir: Resulullah hakkında konuşurken en azından nezaket sınırlarını zorlamamak gerekmez mi? Müslümanların Hz İsa’ya gösterdiği saygıyı, Batının da Hz Muhammed’e gösterme zamanı gelmedi mi?” (Hıdır, s. 28) Oryantalistler daha en başta ilk düğme yanlış iliklenmekte, gerisi de hep yanlış olarak gelmektedir; ‘Teslis gerçek, tevhit yalan’ iddiası ile başlayan her hareket kendi içinde çelişen ve gerçeklere aykırı kurgulardan oluşan bir yalanlar zincirini doğurmakta, ne yalanlarını temellendirmede birleşebilmekte ne de gerçeğin üstünü örtmeye güçleri yetebilmektedir. Fück, siyasi ve dini nedenlerle İslam ve Hz Muhammed’e hep nefret ve kaygı ile bakıldığını söyler. “Avrupalı bugün bile Muhammed kelimesi ile sahte peygamberi düşünebiliyor ve İslam’ı, ateş ve kılıç ile yayılan bir sapık öğreti olarak tasvir ediyorlar.” (J. Fück, Die originalitat des arabischen propheten, s. 154-155) demektedir.

İddiaları

“Muaviye’nin sarayında yetişmiş ve babası gibi maliye bakanlığında görev almış olan Hristiyan Dımaşki, Ömer b. Abdülaziz döneminde görevden alınınca İslam aleyhine yazılar yazmaya başlamıştır. Günümüzde de oryantalistlerin aynen tekrar ettikleri görüşlerin temelini atan Dımaşki, Müslümanların eski bir Afrodit heykelinin başı olan Hacerül-Esved’e taptığını ki, günümüz ateistleri bu iddiayı aynen dile getirmektedir; Hz. Peygamber’in Tevrat ve İncil’den yararlanarak Kur’an’ı yazdığını ki, Oryantalistler 1400 senedir bunu tekrarlamaktadır; aldığı vahyin aslında bir rüyadan farklı olmadığını ki, oryantalistler bunu da saradan histeriye çeşitlendirmişlerdir; kölesi Zeyd’in karısı Zeynep’i baştan çıkardığını ki, aynen ateist ve oryantalistler bunu tekrarlarlar vb. iddialarını tekrar edip ileri sürerler.” (Bulut, s. 30) “Oryantalistler, İslam medeniyetini olduğundan farklı ve gerçeklere tamamen aykırı bir biçimde de  göstermişlerdir.” (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 22) “İslam; Şeytanın işi, Kur’an; saçmalıklar, anlamsız yazılar bütünü; İslam peygamberi ise yalancı, sahtekar ve deccal’dir.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 50) “Müslümanlar ise barbar, şehvet düşkünü, siyah, çirkin ve köpek kafalıdırlar.” (Rana Kabbani, Avrupa’nın Doğu söylenceleri, s. 32-35) “Batı, Hristiyanlığı şeytan ile savaşan bir din olarak görür. İslam hakkında kullanılan dil; zoolojik (hayvanbilimsel) bir dildir.” (Frantz Fanon, Yeryüzünün lanetlileri, s. 39) “Oryantalistlerin genel kabulü, Kur’an’ın, Hz Peygamberin yazdığı bir kitap olduğu şeklindedir.” (Hıdır, s. 119) “Onlara göre, şayet peygamberin vahiy almadığını ispat ederlerse, Kur’an’ın yazarı olduğunu ispat edip, İslam’ın çökeceğine inanmaktadırlar. (Hıdır, s. 402) “Oryantalistler Kur’an-ı Kerim’i Hz Muhammed’in yazdığını iddia ederler.” (İ. Goldziher, Muhammedanische Studien, c.1, s.10-11, TDV İslam Ansiklopedisi, XIV/108; H. R. GİBB, Muhammedanism, s.27-38’den nakiller için bak: Muhammed El-Behiy, İslami Düşüncede Oryantalist Etki, s. 34-40) Hammer de “Muhammediler Kur’an’ın kelamullah olduğuna inanır. Biz de aynı kesinlikle Muhammed’in kelamı olduğuna.” demektedir. (Mehmet Akbulut, Tanrı Dersem Çık Allah Dersem Çıkma, s. 93) “Onlara göre, Kur’an, vahiy ürünü değildir. İslam ancak kılıç zoruyla yayılabilmiştir. Onlar bir taraftan İslamiyet’i yanlış tanıtmış, diğer taraftan Müslümanların zihinlerinde şüphe ve tereddüt uyandırmışlardır.” (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 16) “Eulogius, Mesih’in tanrısallığını kabul etmeyen İslam’ı, bir heretiklik (sapkın) olarak kabul eder. Hristiyan entelektüellerine göre Muhammed, mesih karşıtı bir heretiklik, halk nazarında ise İslam, paganist (çok tanrılı yerel) bir inanç olduğu genel kanaat idi. Haçlı seferlerine katılan insanlara, yaptıkları savaşı meşru göstermek maksadıyla İslam’ı, Arap putperestliği bağlamında açıklamaya gayret etmişlerdir. (Prof. Dr. Fuat Aydın, s. 43, 44) Oryantalistlere göre “Kur’an’ı, Muhammed kaleme almıştır. Hristiyanlık, ikna yoluyla; İslam ise kılıç yoluyla yayılmıştır.” (Prof. Dr. Fuat Aydın, s. 37, 41) “Norman Daniel, Hz Muhammed için, ‘Papa adayı bir kardinal idi, emellerine ulaşamayınca peygamberlik iddiasında bulundu,’ denildiğini aktarır. Batıda yeni yetişen nesil de aynı fikirlerin sapkınlıkları ile beslenmektedir. Amerika’da ders kitapları İslam hakkında, ‘Bu din Muhammed adında zengin bir işadamı tarafından başlatıldı, peygamber olduğunu iddia etti.’ gibi söylemler içermektedir. (Ömer Baharoğlu, s. 31) Halbuki başka oryantalistler “zengin olmak için İslam dininin  Muhammed kurdu.” demekte idiler! “12. yüzyılın ilk yarısındaki Hristiyanlara göre  Müslümanlar ‘putperest, Araplar Muhammed’e tapan, heykelleri ise kıymetli taşlarla süslü’ insanlardı!” (Normal Daniel, Islam and West, s. 109; Hişam Cuayyıt, Avrupa ve İslam, s. 24) “Oryantalistler hazreti Muhammed’in hayatı ile ilgili kitaplar kaleme aldılar. Bu çalışmalar, Hz Muhammed’e yönelik bir ‘karakter suikastını’ hedefliyordu.” (Asaf Hüseyin, s. 58) “Hristiyanlar Hz Muhammed’e saldırırken, bunu kendi dini geleneklerine uygun bir çerçevede yapıyorlardı. Hristiyanlığın merkezinde Hz İsa vardır ve o bir peygamber değil, tanrının oğludur. Hristiyanlar aynı bakış açısını İslam’a da uygular ve ‘İslam’ı bir Muhammedilik’ olarak görürler. Halbuki İslam’da hiçbir zaman Hz Muhammed ilahlaştırılmamıştır.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 84) “Oryantalistler kendi dinlerini İsa ile temellendirirler. Hristiyanlık O’na nispet edilir ve ‘Nasranilik’ adı ile bu nedenle anılır. İslam’ı da efendimizin kurduğuna inandıkları için İslam için, Muhammedizm  adını kullanmakta sakınca görmezler.” (Hamdi Zakzük, s. 105) “İslam hakkında kullanılan, “Muhammedilik/Muhammedanism ve  İslam’ın kurucusu” ifadelerinden kasıt, Müslümanların peygambere tapan bir topluluk/putperestler olduğunu ifade etmektir.” (Hıdır, s. 58) Oryantalistlere göre “Müslüman idaresindeki Hristiyanlara da eziyet edilmekte idi.” (Bulut, s. 38) Thierry Hentsch’e göre ise bu iddialar gerçek dışıdır. (Thierry Hentsch, Hayali Doğu, s. 56) “Oryantalistler Kur’an’ın ilahi kaynaklı olmadığını Hristiyanlıktan esinlenerek yazıldığını, Hz. Muhammed’in okuma yazma bildiğini, ama bazıları da bilmediğini, O’nun sara hastası olduğunu, Kur’an’da gramer hatalı bulunduğunu iddia ederler.” (Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş II, Hz Muhammed ve Kur’an bağlamında oryantalistlere cevap, s. 6) “İslam’ın tanımlanması problemi daima oryantalizm söylemi için belli bir aciliyet arzetmiştir. Bu nedenledir ki Hristiyan çevrelerinde İslam’ı, Hristiyan kültürü üzerindeki bir parazit ya da Hristiyan inancının bir yan mezhebi olarak kategorize etmek gerekli görülmüştür.”  (Bryan S. Turner, Oryantalizm, postmodernizm ve globalizm, s. 46) “İlk dönem oryantalistleri cahildir, hayalcidir. Kur’an’ın, Rahip Bahira’dan alınan bilgilerle yazıldığını iddia eder. İkinci dönemdeki oryantalistler ise İslam’a eleştirel yaklaşmış ve onu gözden düşürmeye çalışmıştır. Üçüncü dönemde ise, İslam’ı öğrenerek içinden yıkma gayretine girişmişler, yumuşak bir üslup kullanarak iftira ve hakarete devam etmişlerdir. Oryantalistler her dönemde Kur’an’ın ilahi kaynaklı olmadığı, Muhammed’in eseri olduğu iddiası ileri sürülmüşlerdir.” (Yıldırım, s. 10) “Batının bakış açısına göre İslam Doğu’da, şehvet ve şiddet ile kurulmuştu. İslam hakkındaki çalışmaların çoğu, haçlı dönemine ait sert polemiklerin üzerine inşa edilmiştir.” (Hıdır, s. 33) “Kindi, Peygamberimizin savaşta dişinin kırılmasını, kendisinin melekler tarafından korunmadığına delil olduğunu ileri sürer.” (Prof. Dr. Fuat Aydın, s. 83) Halbuki kendi ilahı İsa’nın çarmıha gerilmesini normal kabul eden bu zihniyet, önce ‘insan sonra peygamber’ olduğunu ilan eden ve asla melek olmadığı defalarca Kur’an’da belirtilen birinin bizlere örnek olacak cesaret ve örnek hayatını karalamaya çalışırken, içine düştüğü paradoksu fark edememektedir! Kindi, Tanrı-oğul İsa’nın “mucizesi olarak ise, “suyu şaraba dönüştürmesini” örnek vermektedir” (Prof. Dr. Fuat Aydın, s. 98) “Kindi, Müslümanlığın menfaat ve şehvet için yayıldığını söyler. Halbuki daha İslam’ın ilk ortaya çıktığı dönem incelendiğinde, bu iddia kendiliğinden çürümektedir: Mekke dönemi, zevk ve sefa dönemi olmayıp, acı ve ıstırap dönemi olarak, Müslümanlara hiçbir dünyevi getirinin olmadığı bir zaman dilimi olmuştur. Bunu, uzun zaman Medine dönemi de izlemiştir.” (Prof. Dr. Fuat Aydın, s. 87) Rodinson, Batı’nın Hz Muhammed algısını şöyle özetler: “Muhammed bir sihirbazdı, cinsel ilişkiyi serbest bırakmıştı ve Muhammed Müslümanların en büyük putu ve baş tanrısıydı.” H. Herkomer ise, ‘Ortaçağ edebiyatında İslam tasvirleri’ adlı çalışmasında şöyle demektedir: “Avrupalı kardinaller, Muhammed’in Katolik bir kardinal iken, Hristiyanlıktan ayrılıp Doğuda yeni bir mezhep kurduğunu iddia ediyorlar.” (Muhammed Umerâ, Vatikan ve İslam 5, 22 Ekim 2007) Francis Bacon, ‘Cesaret’ adlı makalesinde şöyle bir yalan uydurmuştur: “Muhammed, dağı yanına çağırınca geleceğini duyurur. Halk toplanır, Muhammed defalarca seslenir dağa ama dağ yerinden kımıldamayınca utanmadan şöyle söyler: Dağ Muhammed’e gelmezse, Muhammed dağa gider.” (Altınoluk, 2006, Nisan, Sayı: 242, s.14) Avrupa’da İslam hakkında o kadar kötü imaj çizilir ki, bir insanın düşüncesini kötülemek için “Muhammedi bir düşünce” diye bir tanımlama yapılırdı ve bu bakış açısı günümüze dek aynen gelmiştir. (Hamdi Zakzük, s. 36) Nitekim bu yalan günümüzde Avrupa’da o kadar yaygınlaşmıştır ki, olmayacak şeyler için, özellikle İngilizcede (ABD dahil)  ve İspanyolcada da bir darbı mesel olarak kullanılır olmuştur. “Müslümanlar vahşi, Hz peygamber de şehvet düşkünlüğü ile suçlanmıştır.” (Mehmet Emin Özafşar, Oryantalist Yaklaşıma İtirazlar, s. 19) “Muhammed bir sahtekar, kötü bir şehvet düşkünü ve şeytanla anlaşmış bir anti İsacı’dır.” (Özafşar, s. 25)  Hollanda’nın önemli oryantalistlerinden Adrian Reeland, 1705’te yazdığı kitabında şunları yazmaktadır: “Elbette herhangi bir din, çürütülmeye değmez olarak düşünülürse, bu İslam’dır. Biri, iğrenç bir doktrin tasarlayacak olsaydı, bu ancak Muhammed olurdu. Muhammedi inançta hemen hiç güzel bir şey yoktur ve her maddesi yozlaşma içindedir. İblis ile Muhammed arasında büyük bir anlaşma vardır.” (Reeland, Four Treatises Concerning the Doctrine, s. 12) “Norman Daniel, ‘Islam and the West’ adlı eserinde ortaçağ Hristiyanlık edebiyatı üzerine yaptığı çalışmalarda, İslam’a karşı yapılan hakaret ve olumsuz yaklaşımların ‘bilgisizlikten daha çok, kötü niyetten kaynaklandığını’ ifade eder.” (Özafşar, s. 22)

Halbuki “Batı, değerler açığını ve çaresizliğini, güç gösterisi ile bastırmaya çalışır. Edward W. Lane, Doğuya dönük tasvirlerinde, “Doğulular aşırı bir cinsellik serbestisi ile ahlakı tehdit ediyor.” diyordu.” (Ömer Baharoğlu, Oryantalizm İslam ve Türkler, s. 67, 85) “Batı Doğuya hep cinsellikle yaklaştı. Batı Doğulu kadının haklarını savunur gözüktü. Aslında bu, sömürgeci girişimleri normal göstermek için ihtiyaç duyulan bir açıklamaydı.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. 13) “Batı İslam ile cinselliği özdeşleştirmeye çalışırken aslında her şeyde olduğu gibi bu konuda da kendi düşünce dünyalarını başkalarına yansıtmaktaydı. Batının ‘Libido’ eksenli bakış açısının temelini, S. Freud’un cinselliği insan davranışlarının temel faktörü kabul eden görüşleri oluşturmaktadır.” (Prof. İbrahim Sarıçam, Prof. Seyfettin Erşahin, Mehmet Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 352) Mirza Ebu Talep Han 1800’lü yıllarda gelişmiş (!) Avrupa toplumunun ahlaki yapısı ile ilgili gözlemlerini paylaşır. Daha o yıllarda evlilik dışı cinsellik tüm avrupa’ya yayılmıştır: “İngiliz kadınları oldukça rahat davranıyorlardı. Her iki cinste birbirlerinin engellemesi olmaksızın istedikleri ile görüşmek için çevirdikleri entrikalar için bir servet harcamakta idiler. Evlerin hepsi mobilyalı, yerler ipek halı idi. Çoğunluk temizlik konusunda gereken özeni göstermiyordu. Şehirde bir tane bile hamam yoktu. Hollandalıların dillerini bilmememe rağmen dans esnasında bakışları ve mimikleri ile o kadar ne istediklerini anlatabiliyorlardı ki, her seferinde yüzüm kızarıyor ve böyle bir şeye alışık olmadığım için hemen salonun uzak bir köşesine çekilmeme sebep oluyordu. İngiliz subaylar Hollandalı kızlarla beraber oluyor ve sonra da onlardan birisiyle evleniyorlardı. İrlandalı ev sahibimin aşırı sıcak davranışları bana uygun gelmediği için buradan ayrılmak zorunda kaldım. Zenginler istediklerini yapabiliyor, ister kadın isterse erkek olsun istedikleri saatte istedikleri yerde kalabiliyordu. Bu onlar için özel yaşamdı ve kimse onları gözetlemiyordu. Bayan erkek ayırt etmeden istenen kişilerle beraber olmanın güzelliği, onları bu tehlikeli geçici heveslerinin fazla esiri etmişti. Diğer bir hataları, onların çok iffetsiz olmaları ve evlenmeden sevgilileri ile birlikte aynı evde yaşamalarıydı. Neredeyse şehrin her mahallesinde genelev işletmekteydiler.” (Mirza Ebu Talep Han, Oksidentalizm, Doğulu bir gezginin gözlemleri, s. 42-43, 46, 94, 141-142, 185) 1900’lü yıllarda ise bırakın sokakları, Hristiyan kiliselerindeki eşcinsellik ve tecavüz olayları duyulmadan önce bile kiliseler ahlaksızlıkla anılıyordu “Londra gazetesinde; katedralin başrahibi, “genç kadın ve erkeklerin aşiftelik maksadıyla ibadet mahallerine gelmemeleri hususunda onları uyarıyordu.” (Daily Telegraph gazetesi, 27 Eylül 1904) “İstilaya Avrupalılar ‘medeniyetin ithali’ ismini verdiler.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 271)  Halbuki amaçları yeni pazarlar bulmak, memuriyet isteklerine Doğu ülkelerinde kadrolar tedarik etmek, artan nüfusa yerleşebileceği yerler temin etmekti.” (Halil Halid, s. 69) Doğuda Avrupa için bir tehlike mevcut olmayıp, aksine Doğu alemi Avrupalılardan gelen bunca tehlikelere maruz kalmaktadır. Asıl tehlikeye maruz kalanlar Doğular ve tehlikeyi yaratanlar Batılılar değil midir?” (Halil Halid, s. 260, 268)   “Batıda, duyulduğuna göre, bir kız dans arkadaşıyla gece yarıları bir arabaya binip, evine kadar onunla gelmekte serbestmiş. Biz Hristiyan Avrupa’nın bu gibi medeni hareketlerini kabul etmeyeceğiz.” (Halil Halid, s.  178) “Edward W. Lane ise, Doğuya dönük tasvirlerinde, “Doğulular aşırı bir cinsellik serbestisi ile ahlakı tehdit ediyor.” diyordu.” (Ömer Baharoğlu, Oryantalizm İslam ve Türkler, s. 85)  “Batılılar, İslamiyet’in başarıyla yayılmasını, çok kadınlar evlilik ve İslam’ın kılıcının zorlayıcı gücüne bağlamaktadırlar.” (Halil Halid, s. 124,126) “Oryantalistler İslam’ın yayılmasını iki nedene bağlamışlardır: Şiddet ve cinsellik.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 139; İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 51) Oryantalist söylem ve metinler incelendiğinde, onlardan tehlikeli bir cinsellik anlayışının sızdığı anlaşılacaktır. Bolidor Vercil, “İslam Kılıç zoru ile ve kadın anlayışındaki her şeyi mübah görmesi sebebiyle yayılmıştır.” derken, cehaletinden değil kininden konuşmakta idi. Louise Colet, “Doğu kadını bir makineden başka bir şey değildir. Erkekler arasında hiçbir ayrım yapmaz.” Demekte idi.  Edward W. Lane, Doğuya dönük tasvirlerinde, “Doğulular aşırı bir cinsellik serbestisi ile ahlakı tehdit ediyor.” derken. (Ömer Baharoğlu, Oryantalizm İslam ve Türkler, s. 85) Thomas Carlyle ise, “Muhammed’in sahte bir peygamber, dininin ihtiraslar yığınından oluştuğu iddiası, bugün artık ayakta duracak vaziyette değildir.” (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 21) diyerek bir gerçeği haykırmakta ve  “Kur’an’ı hokkabazlık eseri olarak itham etmek, benim aklımın almayacağı bir şeydir.” (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 49) diyerek gerçeği haykıran istisnai Batılılardan olmaktadır.

İngiltere’de ve Avrupa’da yaşamış ve sömürgelerinde de gönüllü görev yapmış olan Mirza Ebu Talep Han gözlemlerini şöyle sıralamaktadır: “Kimliğinizle ilgili olarak, bütün yol boyunca yabancı olduğunuza daha doğrusu Avrupalı olmadığınız size hissettirilecektir. (Talep Han, s. 32) İngilizler Hindistan’da üst seviyede mevkileri işgal ediyor ve büyük bir ticari potansiyeli yürütüyorlardı. Ama incelikleri Hindistan’a yansıtmayı asla düşünmüyorlardı. İngiltere’de İngilizcem İrlanda’dakine göre bin kez ilerlediği halde İngilizler bana daima yabancı olduğumu hissettirdiler ve hep bana mesafelerini korudular.” (Talep Han, s. 74, 82) Bu durum 150 sene sonra da değişmemiştir “Parisliler yabancılarla rahatça konuşmak, kısa da sürse insanca bir ilişki kurma yeteneğinden tümüyle yoksundur. Paris’te kimse kimseye bakmaz.” (Mina urgan, Bir Dinozorun Gezileri, s. 133) “Sürekli tekrarlanan eşitlik kavramı aslında görünüşten başka bir şey değildi. Burada zengin ile fakir arasındaki uçurum Hindistan’a göre daha derindi. Hizmetçilerde  efendilerinden izin ve belge almadan ayrılamazlardı. Ayrıca burada onlara fazla saygı gösterilmiyordu ki, Hindistan’da bu durum daha insancıl ve yoğundu.” (Talep Han, s. 141) Londra’da kaldığım süre içinde bana Müslümanlara ait özel konular hakkında sürekli sataşıldı ve bazı inançlarımın kendilerine çok gülünç geldiği söylendi. Türkler için şöyle diyorlardı: “Onlar kadar dünyada daha kötü alışkanlıkları olan başka bir millet yoktur.”  (Talep Han, s. 188-189) İngilizlerde gördüğüm bir diğer hata, onlardaki geçici heves ve saygısızlıktı. Çok fazla paraya ve dünyanın işlerine düşkün idiler. Onlar böyle yaşamaya alışmışlar ve tadını çıkarıyorlardı ancak, cimrilik ve çekememezlik bu insanlar da basit bir düşünce olarak yerleşmişti. ‘Onların nezaketlerinin ve yardımseverliklerinin altında çıkar ilişkileri yatmaktadır.’  Onlar kavga çıktığında sadece seyrediyorlar ve zayıfın ezilmesine sessiz kalıyorlardı. Diğer hataları, nefislerini kontrol edememeleri ve ‘çok şehvetli bir yaşamları’ olmasıydı. Diğer bir hataları da, İngilizlerin boş hevesleri ve kibirleri idi. Genellikle bu, bilimdeki ilerlemelerinden kaynaklanmaktaydı. Yine diğer bir hataları yeni tanıştıkları birisi ile ilişkilerinde her zaman kendi çıkarlarını düşünmeleri idi. Yeni tanıdıkları kişiden bir yarar umut ediyorlarsa kesinlikle ona karşı alçak gönüllülük gösteriyorlar ve sevecen davranıyorlardı. Çıkar elde edemeyeceklerini anladıklarında ise, başlangıçta gösterdikleri sevecenliği derhal bırakıyorlar ve soğuk davranmaya ve uzak durmaya başlıyorlardı. (Talep Han, s. 176-184) Genes’te halka açık alanlarda hiç fahişelerin olmaması dikkat çekiciydi. Hemen her köşe başında maaşlı hizmetlileri vardı ve erkekler bu kişilerle konuşuyor sonra eve çıkıyorlardı. Buradaki bir diğer adette, ‘kadınların genellikle iki eşlerinin olması’ idi. Bir erkek bütün gün karısıyla beraber olduğunda ve ikincisi gelip kapıyı vurduğunda, birincisi toparlanıp evden çıkıyordu. Avrupalılar, kadınlarının özgür davranışlarından fazlasıyla olumsuz etkilenmişlerdir. Avrupalı kadınlar çok serbest bir yaşama alışmışlardı. (Talep Han, s. 229, 342, 344)

Prof. C.E.M. Joad, Philosophy for our Times adlı eserinde şöyle demektedir: “Asırlardan beri İngiltere’nin zihnine hakim olan düşünce, servet yığma arzusudur. Servetin çokluğu ve bolluğu, insanın şeref ölçüsüdür.” (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s.  242)

Görüldüğü gibi “Oryantalizm, İslam dünyasına ilişkin bilinçli bir çarpıtma ortaya koymaktadır.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. 39) “Orta çağdaki oryantalistler İslamiyet’te iyilik adına bir şey bulunmadığını düşünüyor, kaynaklarda bu kanaatlerine uygun düşen bilgilerden başkasına doğru gözle bakmıyor, İslam peygamberi ve İslamiyet hakkında kötülük içeren bütün dedikoduları dilden dile dolaştırıyorlardı.” (Rudi Paret, Dirasetü’l-İslamiyye, s. 9-10)  Yani “Oryantalizm, Batının hayal ettiği Doğu’yu ifade etmektedir.” (İsmail Süphandağı, Batı ve İslam arasında Oryantalizm, s. 113) “Dini polemiklerin muhatabı hayali Müslümanlar idi. Onları da kağıt üzerinde kolaylıkla yok edebiliyorlardı.’ (Gerhard Endrss, An Introduction to Islam, s. 7) Halbuki Said’in özeleştiri yaparak ifade ettiği gibi, “Kötü niyetimizi sorgulayabilsek, gerçek İslam ile kafamızdaki İslam arasındaki farkı ayırt edebiliriz.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 110) Ama bu tarih boyunca nerede ise hiç gerçekleşmemiştir! “İngiliz ilahiyatçı Humphrey Prideaux, Hz Muhammed’in peygamber olmadan önce yaşamını yağma, soygun ve kan dökerek geçirdiğini iddia eder.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 79) Revizyonist oryantalistlere göre İslam tarihi şöyle idi: İslam, Sasaniler/İranlılar tarafından Filistin’den sürülen Yahudilerin Hicaz bölgesine gelişinden sonra ortaya çıkan Haceriler (Hagerine) adlı mesihi bir mezhebin içinden çıkmıştır. Hz Muhammed’de bu hareketin başına geçmiş, hareket içinde yer alanlar ‘Hacer’in Soyundan Gelenler’ anlamına gelen ‘muhacirler’ olarak adlandırılmıştır. Hicret, Yahudi ve Arapların beraber Kudüs’e yaptıkları sefer olup, ‘Kudüs’ün fethi sırasında Hz Muhammed hayatta’ idi. (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 159) Rahip Maksimus The Confessor Müslümanları, “İnsan kılıklı vahşi yaratıklar, tanrının lanetlediği Yahudiler” olarak nitelendirmektedir. (Hıdır, s. 221-222) S. W. Muir 1857’de yazdığı eserinde Hz Muhammed için, ‘O’nun kılıcı ve Kur’an, medeniyet ve özgürlüğün iki inatçı düşmanıdır.’ (Muir, The Life of Mahomet, I/522) demektedir. 150 yıl sonra, günümüz Evangelistlerin liderlerinden Pat Robertson, Fox TV’deki konuşmasında Hz Muhammed için, “O bir soyguncu ve eşkiyadır. Bir canidir.” (10.09.2002) derken, Amerikalı Baptist papaz Jerry Falwell, CBS adlı kanalda,” Muhammed’in bir terörist olduğuna inanıyorum.” demektedir. (03.10.2002) Hz. Peygamberin soyunun İsmail’e dayanmasından ötürü, ‘İslamililer’ olarak yapılan nitelendirme aslında bir aşağılama kastı taşır. Pavlus, İslamiloğullarını, kölenin çocukları olarak nitelendirir. (Galatyalılar, 4:22-25) “Oryantalizm birkaç önermeye dayanır. Bunlar: Hristiyanlığın ilerici ve dinamik, Müslümanlığın durağan olduğu inancı, İslam’ın durağanlaşmasının sebebinin özel mülkiyetin İslam’da olmadığı ve İslam’ın kaderciliği beslediği iddialarıdır.” (Bryan S. Turner, Oryantalizm Kapitalizm ve İslam, s. 17) Halbuki durum tam tersidir. Örneğin ” Hindistan’ın ilk başbakanı Cevahirl Lal Nehru, ‘Discovery od India’ adlı eserinde, ‘İslam, Hint toplumunda sınıf ayrımını ortadan kaldırmış, dünyadan el etek çekmek arzularını yatıştırdığını.’ söylemektedir.” (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s. 174)

“Hristiyanlık İslam’a karşı iki yol tercih etmiştir. Birincisi siyasi ve askeri mücadeledir. Haçlı seferleri ve şark politikası ile bu metot uygulanmıştır. İkinci yol kalemle mücadeledir: Tarihi bilgiler tahrif edilmiş, kurgusal masallar anlatılmış, efsaneler uydurulmuş son olarak ta hakaret ve aşağılayıcı bir dil kullanılmıştır. Aydınlanma döneminde de bu bakış açısı korunmuş, Hz Muhammed seküler bir bakış açısı ile bir devlet başkanına, bir fatihe indirgenmiş, bu sonuç da kişisel kabiliyet, ihtiyaç veya içinde yetiştiği ortamla irtibatlandırılmıştır.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 102-104, 449)

“Haçlı seferleri ile, Doğu denince İslam anlaşılmaya başlanmıştır.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi,  s. VIII,  s. 24) Haçlı seferlerinden sonra Batılılar için Doğu demek; İslam demek olmuştur.” (Süphandağı, s. 93) Oryantalizm‘de Doğu, önce Araplar ve İslam, sonra Osmanlı ve Türkler ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. “İslamiyet, Batı için daima ‘özel bir tehdit’ temsilcisi olmuştur.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s.13, 89) “Batının bilinçaltındaki değişmeyen çizgi, Doğunun her zaman Batı için bir tehdit olduğudur. Doğuya hükmedilmelidir. Oryantalizmin temeli, çatışma üzerine kuruludur.” (Yücel Bulut, s. VIII-IV) “Oryantalist söylem, Doğulunun bütün günahlarını İslam’a yüklemiştir.” (Bryan S. Turner, Oryantalizm, kapitalizm ve İslam, s. 15-21) Haçlı seferleri ile de Hristiyanlar ‘En çok arzuladıkları şeylere kavuşuyorlardı. Sofular tanrı yolunda eziyete, paragözler yağmaya, tüccarlar yeni pazara, küçük subaylar yaldızlı rütbelere, kahramanlar savaşa, dünyayı tanımak isteyenler yolculuğa’ (Emmanuel Berl, Atilla’dan Timur’a Avrupa ve Asya, s. 151) “Avrupa, kutsal savaşlarda özümsediği kinden asla tam olarak kurtulamamıştır.” (R. Kabbani, Avrupa’nın doğu söylenceleri, s.15) “Haçlı seferlerinden günümüze kalan, tarihi İslam karşıtı teolojik ırkçılıktır.” (Süphandağı, s. 93) Bu nedenle de Martin Luther’e göre Türkler ve Müslümanlar, tanrının gazaplarıdırlar. (Bulut, s. 56) “Protestanların İslam’a bakışı genelde olumsuzdur. Luther Türkleri, ‘Şeytana tapıcılar’ olarak tanımlar.” (Hıdır, s. 87-88) “Luther, Müslümanların İsa’ya küfrettiğini söyler.” (Hıdır, s. 253) “Martin Luther, “Son nefesime kadar Türklere karşı savaşırım.” diyecek kadar Türklere karşı nefret ve öfke doludur.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 120) Ayrıca Martin Luther “Türk, Almanların olumsuz öğretmenidir.” (Ali Osman Öztürk, Alman oryantalizmi, s. 5) demektedir. Almanlara göre de ‘Türk, şeytanın hizmetçisi, son ve tehlikeli öfkesidir.’ (Onur Bilge Kula, Alman Kültüründe Türk İmgesi II/72) “1615 yılında İngiliz rahip William Bedwell tarafından yayınlanan kitabın adı aynen şöyledir: Mohammedis Imposturae: that is, a discovery of the manifold forgeries, falsehood, and horrible impieties of the blasphemous seducer Mohammed/Muhammed’in sahtekarlıkları: Yani kafir ve insan ayartan Muhammed’in çeşitli sahtekarlıkları, korkunç ve dinsizce davranışları.” (Hıdır, s. 90) Yine archive.org adlı siteye 2018 yılında eklenen, ilk İngilizce Kur’an çevirisini yapan Sale’in kitabının tanıtım başlığı: ‘The Alcoran Of The Imposter Mohammed/Sahtekar Muhammed’in Kuran’ı’ (archive.org/details/TheAlcoranOfTheImposterMohammed1734) şeklindedir. Victor Hugo, ‘Les Orientales’ adlı eseri ile Doğuyu barbarca bir vahşet cümbüşü, haremler, kesilen kelleler, çuval içinde denize atılan kadınlar, beyaz minareler, harem ağaları şeklinde tavir eder. Bu imaj öylesine yerleşir ki Batılı insanın kafasına, Doğuya gittiklerinde bu imajı ararlar, bu imaja uymayan ne varsa görmezden gelirler! (Bulut, s. 98) “Dante, 14. yüzyılda yazdığı ‘İlahi Komedya’ adlı eserde Hz Muhammed’i cehennemim en alt tabakasına yerleştirmiş ve sapkınlar arasında onu göstermiştir.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 73) ‘Mary Magdelene’ 15. yüzyılda yazılan bir piyestir ve burada da Hz Muhammed, Sezar ve Firavun’un taptığı bir ilah olarak gösterilir. (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 43) “Erasmus, Türklere-Müslümanlara karşı din eksenli savaşa dair teo-politik kitaplar kaleme almıştır. Bugün Avrupa’da var olan bazı olumsuz Türk-Müslüman imajında onun etkisi büyüktür.” (Erasmus, Deliliğe Övgü, s. 116; Hıdır, s. 200) “Voltaire,’nin ‘La Fanatisme ou Mahomet’ adlı eserinde Hz Muhammed, ortaçağ geleneğine uygun en aşağılayıcı kelimelerle tasvir edilmiştir. Frederick’e yazdığı mektupta ise, ‘Muhammed’i oyunda gerçekte işlemediği bir suçu işlemiş gibi gösterdiğim için tenkit edilebilirim.’ diyerek çarpıtmasını açıkça itiraf etmiştir.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 52) Güya Hz Muhammed, bir güvercini kulağındaki gizli bezelyeyi omuzuna konarak yiyecek şekilde eğitir ve bunu güvercin vahiy getirdi şeklinde etrafına sunar. Bu hikaye aynen Shakespear’ın eserlerine de girmiştir. Ayrıca, bir de bir boğayı eğiten Muhammed onu çağırınca hemen gelir ve önünde boğa diz çöker masalı da epey revaçta idi. (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 67) Oryantalistler, “Güvercin ve beyaz boğa kullanarak, Muhammed vahiy aldığını iddia etmiştir, görüşündedirler. Bu anlayış, hala varlığını devam ettirmektedir.” (Prof. Dr. Fuat Aydın, s. 51) P. Bayle, güvercin ve öküz kıssalarının uydurma olduğunun kabul edilmesi gerektiğine işaret eder. (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 83) “Pococke, Grotius’e: “Güvercine ait masalın delili nerededir?” diye sormuştu. Grotius, bir delil olmadığı şeklinde cevap verir. Artık bu gibi şeyleri atmak zamanı çoktan gelmiştir.” (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 22) “Henry Stubbe, Boğa ve güvercin kıssalarını saçma olarak nitelendirir ve hiç bir Arap kaynakta geçmediğinin altını çizer.” (H. Stubbe, An Account of the Rise and Progless of mahometanism With The Life of Mahomet, s. 149) Tabii böyle hayali birçok iddia Hristiyan dünyasında yaygındır: “Parisli Matthew, Saracenlerin (Müslüman Arapların) domuz eti yemediklerini kaydettikten sonra buna gerekçe olarak “çünkü Saracenler domuzu insanın kardeşi olarak görmektedir” der ve domuz eti yemenin Saracenlerin kutsal kitabında yasaklanmış olduğunu ekler. Matthew, Müslümanların içki içmediğini de kaydetmiştir fakat bu yasağı da Hazreti Peygamber hakkında olumsuzluk isnat eden bir hikaye ile açıklamıştır.” (Pınar Savaş, Yüksek Lisans Tezi, Ortaçağ ingiltere’sinde “saracen” algısı, s. 80) “Bazı kayıtlarda da, Muhammed’in kendini içkiye verdiği, bir defasında Mekke’de büyük bir içki aleminden eve dönerken bilinçsizce bir dışkı çukuruna düştüğü; kısa süre sonra oraya gelen domuzların uyuyan Muhammed’i ısırdıkları anlatılır. Bu efsaneler o kadar yaygındı ki,  İngiltere’ye kadar uzanmıştır. (Prof. İbrahim Sarıçam, Prof. Seyfettin Erşahin, Çağdaş çalışmalar ve oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 213), “ölünce beni gömmeyin, üç gün sonra göğe çekileceğim.” dediği ve 12 gün beklendiği halde göğe yükselmeyince defnedildiği, meşhur ‘Roland Destanı’nda Saracenlerin aslında Mahumet (Hz. Muhammed), Apollin (Apollo) ve Tervagant (Termagant) isimli üç puta tapan paganlar oldukları, Muhammed’in “Şeytanın ilk doğan çocuğu” olduğu gibi birçok masal, Batı literatüründe bilimsel eser adı altında yayınlanmıştır! Oryantalistler ayrıca Saracenlere ‘İsmaililer’ diye hitap ederler. Hz. İbrahim’in cariyesi Hacer’den doğan oğlu Hz. İsmail’in soyundan geldikleri için onları küçümsemek amacıyla bu adı kullanırlar. Müslümanlara ise ‘Muhammedi’ diye seslenerek aslında onların ‘Allah’ın değil’de ‘Muhammed’in dininden olduklarını’ iddia ederler. Oryantalistler Müslümanların ilahı olan ‘Allah’ kelimesini özellikle eserlerinde kullanırlar. Bundan amaç saygı değil, Müslümanların tanrısını kendi terimleri ile ifade etmekten kaçınmalarıdır! Zaten tüm bu çalışma boyunca Hz Muhammed kelimesinin geçtiği her yerde baştaki saygı ifadesi olan ‘Hz’ ifadesi tarafımızdan eklenmiş olup, hiçbir oryantalist eserine bu ifadeyi geçmemektedir! 

             Muhammed (“Machomet”) ayaklar altında, ayin kitabı, 1500 tahta baskısı.

Üstte cehennemde Muhammed resmi ve altta iki dişi meleğin ayakları altında çiğnenen ve elinde Kur’an bulunan Hz. Muhammed tasviri (Belçika Dendermonde, Flanders’deki Church Of Our Lady Kilisesi’nde 17. yüzyıl sonlarında Mettehuz van Beveren tarafından yapılan, yaklaşık olarak da 300 yıldır sergilendiği kaydedilen ahşap heykel) “Avrupa Muhafazakarlarının Sesi” sloganıyla yayın yapan ‘Brusselsjournal’ adlı haber sitesine göre, heykel, Hristiyanlığın İslam üzerindeki üstünlüğünü, zaferini temsil etmektedir. (Yeniçağ, 08/05/2008) 

                                                                                 

1493 yılında yayınlanan Muhammed mahkemede resmi.

“Bacon, Türkleri ahlaktan uzak, sanatsız, bilimsiz, bir arsayı ya da günün bir saatini bile hesaplanamayan, yemekte kıt; pis, kısaca; insan toplumunun yüz karası olarak tasvir etmekte idi.  Türkler için, ‘canavarlara karşı kibar olan gaddar insanlar’ tanımı da ona aittir. Montaigne, Haşhaşileri sadık Müslüman olarak tanımlarken, Dante, Muhammed’i cehennemin 8. katında resmetmek de idi. Bruno, Türkleri Antik Roma tarihindeki vahşilerle, Godlar, Vandallar, Lombardlarla bir tutarak, ‘kitapları yok eden kimseler’ olduklarını yazmakta idi. Humphrey Prideaux ise, Muhammed’i cahil bir barbar, şehvet düşkünü ve kötü ruhlu bir sahtekar olarak tasvir ediyordu. (Michael Curtis, Şarkiyatçılık ve İslam, s. 42,45) “Avrupalılar, İslam Kültür ve medeniyetinin başarılarının İslam dinine rağmen gerçekleştiğine inanmıştır. “Renan, Harun Reşit ve Me’mun’un İslamiyet’e inanmadıklarını iddia etmektedir.  Kindi, Farabi, İbni Sina’nın hayat hikayeleri, Sokrat’ın Galilee’nin, Rousseau’nun maceralarına kıyas mı kabul eder?  Sokrat idam edilmiş, Galileo engizisyon mahkemelerinde işkencelere uğramış, Rousseau tutuklanmakla tehdit edilmiştir. İbni Rüşd, bir müddet Meraşek’te mahzun ve terk edilmiş bir halde kalmıştır. Fakat öldüğü zaman, hem büyük bir memuriyete hem de birçok servete sahip idi. İbni Sina, iki İslam devletinde başbakanlık; İbni Rüşd, iki İslam devletinde baş katılık makamlarına sahip olmuşlardı. Bu hakikat, Müslümanlar katında felsefenin aşağılanmış mı olduğunu, yoksa saygın bir konumda mı olduğunu fiilen ispat eder?” (Namık Kemal, Renan Müdafaanamesi, 36, 39,  s. 41) Bacon, Farabi ve İbni Sina’nın aslında Hristiyan olduğunu ileri sürebilmiştir. Selahattin Eyyubi’de tıpkı İslam filozofları gibi, yer yer gizli bir Hristiyan şövalye olarak Avrupa’da anılır. Bacon gibi Sandys’e göre de Müslüman filozoflar aslında Hristiyan idiler. Aydınlanma filozofu Voltaire, ‘söz konusu İslam olunca, akılcılıktan, hümanizmden, hoşgörüden hiçbir iz kendisinde göremeyiz.’ der ve yazdığı piyeste Peygamberimizi; Fanatik, kaba, sahtekar, şehvet düşkünü biri olarak lanse eder.”  (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 56, 74, 114, 115) “Peygamber Muhammed’in fanatizmi” isimli bu oyunda Voltaire, ‘kimsenin, deve tüccarı Muhammed’in davranışlarını mazur göremeyeceğini’ yazar. “Osmanlı yazarlarında Ahmed Midhat ve Beşir ise, zaman zaman Hz. Muhammed ve İslam’a karşı takdirlerini gizlemeyen ve hoşgörü ile yaklaşan Voltaire’in Hz. Peygamber’e karşı yalan ve iftiralar içeren böylesine bir piyes kaleme almasının sebebinin, ‘Hıristiyanlık taassubu eleştirisi nedeniyle tepkisini çektiği Papa’ya kendisini affettirmeye çalışması olduğunu’ ileri sürmüşlerdir.” (Muhammed İhsan Hacıismailoğlu, Voltaire’in Fanatizm veya Peygamber Muhammed’in Bağnazlığı Adlı Tiyatro Eseri Üzerine Değerlendirmeler, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 19, Sayı: 1, s. 334)

Diderot, Muhammed’in insanları din değiştirip, güzel kadınlarla birlikte olma zevkine ulaşmaya ya da ölümü seçmeye zorladığını ileri sürer. (Michael Curtis, s. 47) İngiltere sınırları dışına hiç çıkmamış olan ve Osmanlı Devleti’nin askeri ve siyasi tarihiyle ilgili yazılmış ilk İngilizce kitabın yazarı da olan Richard Knolles, ‘Türklerin erdem ve insanlıktan nasip almadığını’ yazmıştır. Ona göre Türkler gaddar ve kalleştir. (Michael Curtis, s. 66) Sir William Eton, 1799 yılında yazmış olduğu bir kitapta, modern Avrupa’nın büyük bölümü, ‘yurtsever, yardımsever, soylu, sosyal çevreyi süsleyip çekici hale getiren, hassas zevkler yaratan, dişil toplumun etkilerine atfedilebilir bir yapıdadır.’ Türkler ise aksine, ‘sevgi anlayışları, arkadaşlık ya da saygıdan öte, cinsellik üzerine kurulu’ barbarlardır. (Michael Curtis, s. 92) görüşünü ileri sürer. “Siyasi alanda Doğu despotik, baskıcı, kapalı, gerici gösterilmelidir ki aydınlanmış medeni Avrupa’nın ‘emperyalist müdahalesi’ meşru ve anlamlı bir hale gelebilsin. Yarı barbar toplumlar ancak Avrupa’nın bir pazarı oldukları zaman medeni milletler kulübüne dahil olabilirler!” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 112, 114) Şark despotizmi kavramının aksiyomatik olarak başlangıç noktası Montesquieu’dur. (Michael Curtis, s. 102) Montesquieu’ya göre ‘Doğudaki  kadınlar köle, Monarşik rejimdeki kadınlar özgürlük içindedir.’ (Michael Curtis, s. 124) Montesquieu, Hristiyanlığın despotizme engel olduğunu ileri sürer. Hristiyan ülkelerdeki iç ve dış politik eylemlerin İslam ülkelerinden daha merhametli olduğunu, Müslümanların daha zalim olduğunu da iddia eder. Ona göre İslam zalimdir ve tembelliğe teşvik eder. (Michael Curtis, s. 127) Türkler, ‘tüm ulusların en cahilidir. Şerefe, yaşama ve halkların sahip olduğu mülke çok az önem verilir’, diye onları eleştirir. (Michael Curtis, s. 144) Halbuki Ortadoğu hakkında uzman olan birçok isim, onun bir şekilde, Ortadoğu hakkında hatalı veya eksik bilgi sahibi olduğunu kolaylıkla anlayabilir. (Michael Curtis, s. 146) “Giovanni Botero, ‘Osmanlı’da halk, tebaa değil emirleri kanun yerine geçen despot büyük Türk’ün kararlarına bağlı olan köleler’ olduğunu ileri sürerken, (Michael Curtis, s. 59) 1786’da Fransız Büyükelçiliği görevini yürüten Choiseul Kontu Gouffier ise, “Osmanlı’da işler, kralın tek efendi olduğu Fransa’dakinden farklıdır. Osmanlı’da sultan, hukuk adamlarını, alimleri, yüksek mevki sahiplerini ve artık mevkilerinde olmayanları da ikna etmesi gerekmekteydi.” diyerek bu iddianın gerçek olmadığını ispatlamakta idi. Anquetil-Duprrron, “Doğu rejimlerinin, şeytanın somut hali olarak suçlanması oldukça haksızdır” (Michael Curtis, s. 93, 146) derken, 1829’da Türkiye’de ve Doğuda birçok yere seyahat eden İngiliz Deniz subayı Adolphus Slade, “Osmanlı sultanının sınırsız yetkilere sahip olmadığını, yetki ve gücünün çeşitli faktörler ile kontrol altında tutulduğunu” söyler.”  Osmanlı’yı ziyaret eden Fransız Castellen’in bu konudaki yorumu da önemlidir: “Osmanlı padişahlarının iradesi Kur’an hükümlerinden üstün değildir.” (Antoine Laurent Castellan, Moeurs Usages, Costumes des ottomans et abrege de leur historie, III/14; La Turquie actuelle, s. 12) Aslında tüm bu yorum farklılıkları, Osmanlı toplumunu gören veya hiçbir Müslüman ülkeye adımını atmayanlar arasındaki farkı da açıkça göstermektedir. Görüldüğü gibi, “Şark despotizmi kavramı, Doğu toplumlarının ve politikalarının içinde olduğu gerçekliği tarafsız bir şekilde analiz edip anlatılmaktan daha çok, Batının bu toplumlar üzerindeki emperyalist ve sömürgeci hakimiyetini veya Batının politik hedeflerini desteklemek için kullanıldığı görüşü, post modern görüşlerin genel özetidir. Şu bir gerçektir ki, Doğu hakkında kaleme alınmış metinlerin bir kısmı, Batılı devletlerin ve ticari şirketlerin temsilcileri ve memurları tarafından yazılmıştır. Bu yazarlardan bir kısmı da, kendi ülkelerindeki yani Avrupa’daki despot yöneticilere karşı, aşırı monarşik gücün kısıtlanması ve sınırlandırılması çağrısında bulunmak için, Doğu despot imgesini kullanmışlardır.” (Michael Curtis, s. 98) “Avukat ve gazeteci olan Linguet’in de, şark despotizmi kavramının özellikle Hindistan’daki İngiliz egemenliğini haklı göstermek için kullanılan bir kurgu olduğunu ifade etmektedir.” (Michael Curtis, s. 92)

“Kendini ontolojik manada evrenin merkezinde gören bir topluluk olan Batı,  herhalde başkalarını barbar, parya olarak görmekten çekinmeyecektir.”  (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 7) “Oryantalistlere göre İslam, şeytanın işidir, Muhammed yalancı, Kurnaz ve İsa düşmanıdır. Müslümanlarda vahşi ve barbar yaratıklardır. (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 237) “Eski Yunanlıların, Yunan olmayanları barbar olarak tanımlaması yüzyılları aşan yaygın bir uygulamaydı. Yüksek bir kültür inşa ettiklerini inanan Romalıların, şiddet ve barbarlığı bir eğlence ve zevk objesi haline getiren gladyatör oyunlarına düşkünlükleri bilinmektedir.” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 64, 68)

Batı, kendisinden farklı görüp ötekileştirdiği Doğuyu, dini açıdan şiddet, uydurulmuş ve şeytan işi; devlet yönetimi açısından despot ve totaliter; halk açısından cahil ve kaderci; yaşantı olarak hayalperest ve cinsellik dolu; sanat olarak da egzotik ve dişil görürken, yüzlerce yıldır işgal ettikleri ülkelerden elde ettikleri kaynaklarla günümüzde ulaştıkları teknolojiyi yine sömürülerini devam ettirmek için kullanmakta, kendilerine de ‘üstün, haklı, uygar, efendi’ rolünü biçmeye devam etmektedirler. Batı asla aynaya bakma ihtiyacı hissetmezken, en objektif ve hümanistleri bile, son sınıra geldiğinde ‘kendi kültür, din veya milletini’ öncelemekte, onların yanında yer almakta; haklı haksız olduğuna bakmaksızın kendi kültürlerinin yanında durmaktadırlar. Batılılar, kendileri hakkında gerçekleri dile getirenlere ise asla tahammül edemezler. İslam hakkında gerçekleri yazabilme cesareti gösterenler ya fakirlik içinde dışlanmış olarak ölmüşler ya da eserleri çok sonraları ancak basılabilmiş ama mutlaka hepsi çok yönlü saldırıya maruz kalmışlardır. En son bilinen örneklerden olan, Edward Said’in, ‘Oryantalizm’ adlı eseri basıldığında kendisi sayısız eleştiri yağmuruna tutulmuştur: ‘Uydurmacı’ (Justus Weiner, Commentary, Eylül 1999); ‘Filistin’in düzmece peygamberi’ (The Wall Street Journal, 26 Ağustos 1999); ‘İkiyüzlü’ (Daniel Pipes, Jerussalem Post, 6 Eylül 1999); ‘Arap propagandasının aşağılık uydurması’ (Leon Wieseltier, The New Republic, 7 Nisan 1979, s. 29); ‘ Oryantalizm sözcüğünü kirleten, tarafsız ve iyi niyetli oryantalistlerin çalışmaları lekeleyen, masum bir çalışma alanı olan oryantalizmi siyasallaştıran’ (Bernard Lewis, Oryantalizm sorunu, The New York Review of Books, 24 Haziran 1982, s.49-55) … Görüldüğü gibi oryantalizm alanında ‘doğruları yazma cesareti gösteren’ asla cezasız kalmamaktadır, ne geçmişte ne günümüzde! Halbuki “Edward Said’in yayınladığı Oryantalism adlı bu eser ‘güç ve bilginin nasıl kaçınılmaz olarak birleştirdiğini’ göstermede önemli yer tutmakta.” (Bryan S. Turner, Oryantalizm, postmodernizm ve globalizm, s. 20) idi. Said diğer bir çalışmasında da bu konuya değinir: “Oryantalizmin adlı eserin temel konusu, bilgi birikimi ile güç arasındaki ilişkidir.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 9) Bunun ifşa edilmesi de ona suç (!) olarak yetmişti zaten.

“Ernest Renan anlayışında olan Avrupa alimlerinin bizimle ilgili her sözü, kendilerince, hiç bir delile ihtiyaç duymadan apaçık ve kesin gerçekler olarak kabul edilir.” (Namık Kemal, Renan Müdafaanamesi, s. 20) “Oryantalistlerin hemen hepsi ya Hristiyan rahip, ya sömürgeci zihniyetin temsilcisi ya da Yahudi’dir.” (Mustafa Sıbai, s. 91) “Oryantalistlerin çoğu asker, misyonerdir.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 104) “Oryantalistlerin çoğu, önceden tasarlanmış fikirlerden oluşan çıkarımlarla ortaya çıkmışlardır.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 112) Birçoğu din adamı veya misyoner olan bu oryantalistler hareket noktası olarak kendi dinlerinin hak/tek doğru olduğunu kabul ettikleri; ateistler ise materyalist oldukları ve metafiziği reddederek olaylara baktıkları için her iki kesim de daha araştırmaya başlamadan Hz. Muhammed’i peygamber, İslamiyeti bir din, Kur’an’ı ilahi kitap olarak görmemekte ve dolayısı ile başta zaten bir ön kabul ile İslam’a yaklaşmaktadırlar. İlk düğme yanlış iliklenince de artık geriye sadece, ‘o halde Kur’an’ın yazarı olan bu Muhammed, İslam dinini nasıl uydurdu?’ sorusuna cevap aramak kalmakta ve tüm İslami kaynakları, bu ön yargılı bakış açısı ile incelenmektedir. Fakat işin asıl ilginç yönü, her oryantalist yazar Kur’an için farklı neden, kaynak ve amaç ileri sürmüş ve vardıkları sonuç ile de ‘birbirlerini yalanlayarak’ aslında iddialarını çelişkiler yumağına dönüşmüşlerdir. Oryantalist yayınlar içinde objektif eserler olsa da unutulmamalıdır ki bunlarda son aşamada her zaman sömürge, misyonerlik veya ticari amaçlar için kullanılmaktadır! Hadis fihristi  Concordance veya yazma eserlerin basılması gibi çalışmalar, bu iddiamızın istisnası değildirler. Mesela ilk ‘Kur’an Ansiklopedisi’ni oryantalistler yazmış ama içi tamamen uydurma ve saptırma ithamlarla doldurulmuşlardır. Bu iddialara cevaplar tek tek verildiği halde yeni baskılarında da bu cevaplar esere alınmamış, hiçbir düzeltme yapılmamıştır! “Oryantalistlerce yazılan ve ilk baskısı 1913-1938’de, ikincisi 1954-2005’te yayınlanan ve Türkçeye’de tercüme edilen ‘The Encyclopedia of Islam/İslam Ansiklopedisi’ndeki birçok hata, İslam aleminden gelen uyarılara rağmen ikinci baskısında da aynen tekrar ettirilmiştir.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 135) Kısaca hadis, İslam tarihi veya Kur’an üzerine yapılan çalışmalar tamamen taraflı, objektiflikten uzak ve peşin hükümlü olarak kaleme alınmıştır. Sonuç olarak da, Amerika’lı tarihçi George Saliba’nın dediği gibi, “İslam dünyasında gelişmeye devam eden yüksek seviyede bir matematik ve teknik hareketlilikle ilgili elde edilen sonuçların önemi, onlar üzerinde çalışma yapmaya ‘cesaret etmiş’ oryantalistler tarafından bile tam olarak anlaşılamamıştır.” (Prof. Dr. George Saliba, İslam Bilimi ve Avrupa Rönesans’ının Oluşumu, s. 40) Misyonerlik ve sömürü için oryantalistleri yetiştirip Arapça öğretmeye kendileri başladıkları halde, “Salamanka Üniversitesi’nden Profesör Hernan Nunez, Louvainli Nicolas Clenardus’a şöyle diyebilmektedir: “Bu barbar dil Arapça neyinize? Latince ve Yunancayı bilmek yeterli.” Ünlü 19. yüzyıl oryantalistleri, Gazali sonrası iki eseri dikkatle okumalarına rağmen, ‘Sırf böyle bir şey aramadıkları için’ eserlerin içerdiği ‘özgünlüğü fark edememiş’ olmaları, kendilerini doğrulayan beklentileri gerçekleştirecek şeyleri aradıklarının göstergesidir.” (Saliba, s. 233)

“Hristiyanlık dünyasında, Haçlı Seferleri yerine başka bir yol bulunmuştur.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 237) “Haçlı seferlerinden itibaren fazla bir şey değişmemiştir. Kâfirlerle savaş yerine onlara İncil okutma  -misyonerlik- kavramı gündeme gelmiş, Arapça çalışmaları başlamış, içine ticari ve emperyalist amaçlar eklenmiştir.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 112) “Batılı olmayan halkları denetim altına almak için kültürleri ve dinleri hakkında daha çok bilgiye acilen ihtiyaç duyuluyordu. Hristiyan ve Yahudi bilginler İslam’a karşı yeni bir cephe açtı. Edward Sait, oryantalizmin ‘Doğuyu denetim altına almak, kullanmak, işbirliği yapmayı öğrenmek amaçlı’ olduğunu söyler. Oryantalist çalışmalar, sömürgecilerin amaçlarının gerçekleşmesi için bir vasıta olarak, sömürgeleştirilen memleketlerin pasifizasyonu konusunda bir kılavuz haline gelmiştir. Oryantalistler Müslümanların aşağılığını ve Batının üstünlüğünü yazıp çizdiler. Böylece sömürgecilik bu halkları uygarlaştırma için atılmış bir adım olarak mazur gösterildi. Oryantalizm, bir sömürgeci strateji idi. Sömürgeciler ve oryantalistler İslam ülkelerinde birbirlerinin çalışmalarını tamamladılar.” (Asaf Hüseyin, s. 54-55, 61, 68) “Oryantalizm, emperyalizmin İslam dünyasına sızmakta kullandığı bir araçtır.” (Muhammed Bakır el-Hakim, Oryantalistler ve Kur’an hakkındaki şüpheleri, s. 13) “Emperyalist ülkelerde kilise ve Dışişleri Bakanlığı yan yana yürümektedir.” (Mustafa Sıbai, s. 91) “Emperyalist olmayan ülkelerde veya İskandinavya ülkelerinde ise oryantalizm, sönük geçmektedir.” (Mustafa Sıbai, s. 91) Kısaca, “Oryantalistler, Müslümanları yok etmeyi arzulamaktadırlar.” (Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. 4, 12, 16) “Oryantalistlerin amacı ya misyonerlik ya emperyalizmdir. Oryantalistler kin ve taassuptan kurtulamamışlardır. Eserleri önyargılıdır, amaçların İslam’ı yıkmak için bahane bulmaktır. Tarihi olayları değiştirerek açıkça yalan söylemekten çekinmezler, sahtekar ve hayalcidirler. Hz. Muhammed’e olan kin ve düşmanlıklarında sınır yoktur. Nezaketten yoksundurlar. ‘Kendilerine verilen cevaplara hiç bakmadan aynı şeyleri yüzlerce yıldır tekrar etmekten usanmazlar.’ Toleransı hep karşı taraftan beklerler! Sığ düşüncelidirler ve dogma propagandacıdırlar. Kilisenin derin etkisindedirler. Şımarıktırlar, kendilerini sürekli efendi, Müslümanları daima köle, mahkum olarak görürler.” (Arif Yıldırım, Kelami Münakaşalara Giriş II, s. 221-226) Onlar “Ne akademik işbirliğini kabul etmişler ne de insani ilişkileri geliştirmeye yanaşmışlardır. Çatışmayı maskeli bir şekilde devam ettirmektedirler. Zamanımızda hala Kur’an’ın Hz Muhammed tarafından İncil-Tevrattan alıntılarla yazıldığını iddia etmektedirler.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 113) Halbuki ABD yönetiminin “Vietnam trajedisinden öğrenmiş olması gereken bir ders varsa, o da ülkelerin nasıl gelişmeleri gerektiğini buyuracak ehliyete sahip olmadıkları.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 140)  gerçeği idi! Ama ne tarihte ne günümüzde Batı asla ders almamıştır!

Metot ve amaçları: Oryantalizm, misyonerlik ve emperyalizm

Kontny, oryantalizmi “Kendini Batı denilen bir siyasi-kültürel oluşuma ait hisseden birinin, Doğu olarak betimlediği bir oluşumun öğeleri hakkında konuşması” (Kontny, Oryantalizm ve ataerkillik üzerine. Doğu-Batı, (20), s. 121) şeklinde tanımlarken aynı zamanda “öteki” vurgusunu da öne çıkarmaktadır. Batı hem sömürülmeye müsait bir bölge olarak Doğu’yu tasvir ederken hem de ötekileştirmeyi pekiştirerek kendi konumunu idealize etmektedir. Bu bağlamda, “Sömürgeciliğin ideallerini besleyen oryantalist çalışmalar başta olmak üzere pek çok faktör, medeniyetlerin kutuplaşmasına hizmet ederek ötekileştirme kavramına zemin hazırlamaktadır.” (Asiye Sezgin Tüylü, İlknur Tatar Kırılmış, Ali Canip Yöntem’de self oryantalizmin izleri, Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl 2024, Cilt: 25 Sayı: 46,  s. 20)

Şarkiyatçılık adı ile de bilinen ve tarafgirli bir bakış açısı ile, ‘odak noktasını’ İslam kültür ve medeniyetinin irdelenmesinin oluşturulduğu oryantalizm, Batılıların ‘kendi kültürlerini merkeze alarak’ Doğu halkını ve özellikle de İslam medeniyetini ‘öteki’leştirmiştir. “Batılı bilince göre, ‘değer kazanmak’ veya kaybetmek, tarihin öznesi olan ‘Batıya yakınlık’ veya uzaklık ile ilgilidir.” (Süphandağı, s. 108) “Günümüzde Batı dünyasının bilinçaltında Müslümanlar ‘öteki’ olarak kodlanmıştır. ‘Arapların ardından’ Osmanlı ile yüzleşmeye başlamasından sonra Avrupa’nın ‘ötekisi’ Müslümanlar anlamında Türkler olmuştur. Martin Luther’in, ‘Türklere karşı Ordu vaazı’, Erasmus’un, ‘Barbarlara karşı Türklerle Savaş’ adlı eserleri bu nedenlerle mevcuttur. Batı, kendi medeniyetini merkeze alıp, diğer kültür ve medeniyetleri ona göre değerlendirir ve onları ‘öteki’ olarak tanımlar. Müslümanlar, Avrupalı bakış açısına göre “barbar, putperest, kafir” olarak etiketlenmiştir. Batılı, kendisindeki tüm olumsuzlukları kendi kurguladığı ‘ötekine’ yükleyerek deşarj olur, günahlarından arınır, rahatlar ve böylece düşmanı hep kendi dışında arar.” (Hıdır, s. 71-74) “Şair, ‘Peki biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan? Bir çeşit bir çözümdü onlar sorunlarımıza.’ demektedir. Barbarların bir anda yok olmasıyla, eski sorunlar geri gelir, ülke yine ‘kendisiyle baş başa’ kalır.” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 9) “Doğu ile Batı arasında ayırımın başlangıç noktasıdır oryantalizmdir.” (Ömer Baharoğlu, Oryantalizm İslam ve Türkler, s 16) “Avrupa kendi kimliğini oluştururken, bir ötekini ihtiyacı duyar. Öteki Doğu’dur. Merkez Batı’dır; eleştirilen, yorumlanan, aşağılanan Doğudur.” (Hilmi Yavuz, Modernleşme, oryantalizm, İslam, s. 56) “Oryantalizm, çıktığı günden bu yana Doğu hakkında onu dışlayan, aşağılayan ve sömürgeleşmesine yol açan bir iktidar söylemi yaratmıştır.” (Ömer Baharoğlu, s. 111) “Oryantalizm zamanla, Doğuluların egemen Batıya boyun eğdirme programına dönüşür.” (Ömer Baharoğlu, s. 23)  “Oryantalistlerin yaklaşım tarzı, kötü niyet ve İslam’da noksan ve kusur arama üzerine kuruludur.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 75) Oryantalistler araştırmalarında, tarihi, dini, siyasi ve en önemlisi ekonomiyi hep merkeze almış ve genelde Doğu ama özellikle de İslam’a karşı daima önyargılı ve suçlayıcı bir dil kullanılmış, ‘var olan değil gösterilmek isteneni’ aktarmıştır. Çünkü şu an Batı’nın dünyaya uyguladığı sömürüye engel olacak tek gücün İslam olduğunu bilmekte ve buna göre hareket etmektedirler. “Oryantalistler Budizm, Hinduizm vb. gibi insan kaynaklı dinler hakkında her zaman tarafsız/objektif oldukları halde, söz konusu olan din İslam olunca saldırgan ve aşağılayıcı bir dil kullanmayı tercih etmektedirler. Şurası kesin ki, Hristiyanlık alemi İslam medeniyetini her zaman kendileri için bir tehdit olarak görmüşlerdir.” (Hamdi Zakzük, s. 104) “Oryantalizm, Bir hayali İslam tasarısıdır! 14. yüzyıldan itibaren Batı kendisini İslam’ın tam karşısındaki zihinsel mekanda konumlandırmış, arayı olabildiğince açmış ve peşin hükümlü tavırla, var olabilecek en aşırı noktaya ulaşmıştır: Oryantalizm!” (Hilmi Yavuz, s. 124) “Avrupalılar, İslam’a diğer milletlerden daha aşağıda bir gözle bakarlar.” (Namık Kemal, Renan Müdafaanamesi, s. 18) “Bosnalı Müslüman kardeşlerimiz medeni Avrupa’nın gözleri önünde bir soykırıma uğramıştır. Haçlı zihniyeti günümüzde de bütün hızıyla devam etmektedir. (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s.  9) İslam medeniyetinin hakimiyetine karşı duyulan tepki, bir ideoloji halinde nesillerden nesillere intikal etmiş bulunmaktadır. Günümüzde Bosna-Hersek’te, Çeçenistan’da, Filistin’de, Afganistan’da, Irak, Azerbaycan ve Kıbrıs’ta cereyan etmekte olan hadiseler bu zihniyetin en açık örneği olarak gözlerimizin önündedir. (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s.  42) Dinsiz ol veya Buda dinini kabul et; fakat kesinlikle, asla Müslüman olma! Medenileşmiş halkın, ta haçlıların mutaassıp devirlerinden beri miras olageldiği İslam düşmanlığının etkisi pek yamandır. (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s.  151) “Oryantalizm İslam’ın tahribine yönelik önemli bir araç haline geldi. Oryantalizmin ana görevi sömürgeleşmeye engel olacak İslam’ın pençelerini sökmekti. Oryantalizm, İslam’a batılılaştırılmış bir yorum getirdi ve cihat, ümmet, tevhid gibi İslami kavramların gerçek anlamlarını çarpıttı. (Asaf Hüseyin, s. 55) Hindistan ve Çin dahil, Doğunun öteki bütün medeniyetleri yenilgiye uğratılmıştır. Batıya bir türlü tamamen boyun eğdirilememiş görünen sadece İslam’dır. Batı kendi dini olan Hristiyanlık dahil her şeye galebe çaldı, kendine güvenini arttırdı ama İslam karşısında bunu gerçekleştiremedi. İslam’a olan düşmanlığı arttı.” (Asaf Hüseyin, s. 113) Günümüz yazarlarında da bu düşmanlık aynen devam etmektedir: “Hristiyanlığın zararlı bir rakibi var ise o da, İslam dinidir. İslamiyet’te bizim için kuvvetli ve tesirli bir düşmanlık vardır.” (Sir William Muir, Muhammedan Controversy, s. 2) Aynı yazar şöyle devam ediyor: “İslam’ın siyasi itibarı ortadan kaldırıldı; ama Avrupa’nın büyük devletleri tarafından icra olunan manevi nüfuz korkarız ki, nispeten daha az öneme sahiptir.” (Sir William Muir, Muhammedan Controversy, s. 100) “Hiçbir din, İslamiyet’le ilgili iddia edildiği gibi, ‘Batı medeniyetini tehdit ediyor’ türünden bir değerlendirmeye tabi tutulmamıştır.” (Said, Haberler ağında İslam, s. 13) “ABD’deki İslamofobi’nin büyükbabası kabul edilen Daniel Pipes, 1990’da ‘National Review’ için yazdığı bir makalede, ‘Müslümanlar ‘asimilasyona karşı en dirençli’ görünenlerdir.’ (Nathan Lean, İslamofobi Endüstrisi, s. 34) diye yazmaktadır. Daniel Pipes 13 yıl sonra da benzer şeyleri tekrar etmektedir: “Faşist ve komünist tehlikeleri yendik ve şimdi de İslamcı tehlikesini yenmemiz gerek.  İslam hukukunun tümüyle uygulanmasını isteyenlere karşı çok katıyım. İslamcılığı milliyetçi bir Yahudi veya köktendinci Hristiyan’dan çok daha büyük bir tehdit olarak görüyorum.” (Akşam, 08 Ocak 2013) “1990 Körfez savaşında ABD’de insanlar sohbetlerinde, “Gerçek İslam, sürekli bir tehdittir.” diye kanaatlerini belirtiyorlardı. Halbuki Hristiyan Yahudilere zulmeden, sapkın mezheplileri yaktıran, Haçlı seferlerini düzenleyen, Asya ve Afrika halkları köle edinen, Engizisyon hakimleri hep Hristiyanlardı.” (Prof. Dr. Eva de Vitray Meyerovitch, İslam’ın Güler yüzü, s. 12-13) “Oryantalizm, İslam dünyasında kendilerine karşı olan gücün temel unsurunun İslam dini olduğunu çok iyi kavramıştır.” (Prof Dr. Abdülaziz Hatip, Kur’an ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 22) “Avrupa emperyalizmine karşı direnişin temel dayanak noktası dindir.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 134) “Birinci Dünya savaşından sonra İslam dünyasında uyanma başlar. İslam’ın, özellikle Batının sömürüsüne karşı çıkabilecek tek ideolojiyi temsil ettiği düşünülmektedir.” (T. Hentsch, Hayalı Doğu, s. 206) “Oryantalist düşüncenin temelinde, hayali  fakat kesin çizgilerle ayrılmış iki coğrafya yatar. İslamiyet’in kaderi çok özel bir düşmanlık ve korku ile izlenmek olmuştur. Bunun temel nedeni Batının İslamiyet’i Hristiyanlığa ciddi bir rakip olarak görmesidir. İslam, Batıya hiçbir zaman tümüyle boyun eğmeyen tek medeniyet olarak görülüyor.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 38-39) “İslam’ın yayılışı, durağanlaşan Hristiyanlığa kırbaç etkisi yapmıştır.” (Thierry Hentch, Hayali doğu, s. 98) “Batı bizim aktüel gücümüzden çekinmemekte, Müslümanlarda var olan ‘potansiyel güçten’ çekinmektedir. En telaş ettikleri husus, etkili bir İslam devletinin kurulması ve birleşik İslam bloğudur.” (Meryem Cemile, İslam ve Oryantalizm, s. 111) “Batının yüreğinin en gizli köşelerinde hep bir Orta Doğu korkusu saklı kalmıştır. Ya Orta Doğu da yeniden bir İslam uygarlığı ortaya çıkarsa! Ya birlik çizgisinde el ele verip yeniden tek ülke olursa, o zaman Batılılar kimleri sömürebilecektir?” (Mehmet Kahraman, Batıdan kendimize bakmak, Yedi İklim, sayı 58, s. 38)

“Aydınlanma, rönesanstan sonra da Batılı insanın zihni aynı kalmış, sadece şekil değişikliğine gidilmiştir.” (Süphandağı, s. 106) “Haçlı Seferleri’nin, askeri ve siyasi yönlerden hezimete uğramasından bu yana Batılılar, İslamiyet’ten başka yollarla intikam almak fikrinden, bir an olsun vazgeçmediler.” (Mustafa Sıbai, s. 95) “Haçlı seferleri ile istenen sonuç elde edilemeyince İslam’ı araştırma ihtiyacı doğar.” (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 59) “İşgal, haçlı seferlerinin yenilgisinin intikamını almak, Avrupa için her zaman bir ideal olmuştur. Bunun için de Müslüman ülkeleri çok iyi tanımak gerekmektedir.” (Edward Said, Oryantalizm, s. 68-70) “Oryantalizm Müslüman ülkelere egemen olmak için bir rehber vazifesi gördü. Askeri ve siyasi istiladan sonra oryantalizm, Müslümanların zihinlerindeki manevi direnci zayıflatmak, onları din ve kültürleri hakkında şüpheye düşürmek için çalışmalara yöneldi. Bu sayede son kaleleri de düşürmek amaçlanmaktadır.” (Hamdi Zakzük, s. 46) “Oryantalizm, siyasi bir organizasyondur. Müslümanlara egemen olmak için Doğuyu, İslam’a ait bilgileri elde etmek isteyen bir organizasyondur. Sömürgeciliğin hizmetinde olan oryantalizmin amacı, Müslüman kişiliği ortadan kaldırmak, kültüre bağlılığı azaltmak, kişinin Allah ve peygamberi ile olan ilişkisini kesmektir.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 17) “Misyonerliğin ileri karakolu olan müsteşriklerin esasa gayesi, İslam’ın özünü teşkil eden esas kaynakları bulandırmak, Müslümanları inandıkları değerlere karşı tereddüt uyandırmak, onları şüphe girdabında boğmaktır. Onlar ihtilafları körükleyerek işe başladılar. Toplumlara hangi yol ve yöntemle gireceklerini öğrendiler. İslam medeniyeti, İslam kültürü gibi tamamıyla insanın istifadesine sunulmuş bir manzume karşısında şaşkına dönmüşlerdir. Halbuki ‘Batı almadan hiçbir şey vermez ve daima verdiğinin fazlasını alır.’ Onlar arkeolojik kazı yaparken bile antik kentleri ve eserleri çaldılar.” (Ali Osman Ateş, Oryantalistlerin Hz. Peygamber İle İlgili  İddialarına Cevaplar, s. 11-1) İşin diğer bir yönü ise, Doğu hakkında yapılan bu araştırmalar, sömürge ülkeleri için bir ön bilgi ve sömürüye altyapı niteliği taşımış, gerek aydın gerek devlet düzeyindeki küçümser ve sübjektif bakış açısı da sömürgecilere hem psikolojik hem de fikri altyapı oluşturmuştur. Kısaca “Oryantalizm, ilmi olmaktan çok sömürgecilik, misyonerlik, Siyonizm, ticari çıkar gibi etkenlerin ilim kisvesi altında ortaya konmasından ibarettir.” (Abdülaziz Hatip, Kur’an ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 35) M. Hamdi Zakzük, ‘Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması’ adlı eserinin sunuş bölümünde “Oryantalizmin, sömürgeci Batının fikir ve zihniyetini temsil ettiğini, haçlı seferleriyle Müslümanların kuvvet kullanılarak yenilemeyeceğini anlayan Batının, oryantalistler vasıtasıyla Müslümanları tanıyarak misyonerlerle Müslümanlara karşı sefere çıkıldığını” belirtir. “9 Mayıs 1636 yılında Cambridge üniversitesi Arapça bölümünün açılışında, bölüm başkanına hitap eden yazıda şöyle denilmektedir: “Biz sadece dil ve edebiyat öğretmek istemiyoruz, ticaretimizi artırmak yanında Kilisenin sınırlarını genişletmek, Hristiyanlığı yaymakta  istiyoruz.” (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, Sunuş bölümünden, s. 8) “Haçlı seferleri tam bir başarısızlıkla sonuçlanınca onların yerini oryantalizmin öncüleri olan misyonerler alır.” (Roger Garaudy, İslam’ın vadettikleri, s. 196) “Ticaret, din ve askeri çatışmalar, oryantalizmin ana sürükleyici gücünü oluşturur. Doğu hakkında bilgi edinme, Avrupa’nın, Orta Doğu ve Asya üzerindeki yayılma tarihinden ayırt edilemez.” (Bryan S. Turner, s. 106) 

Efendi onlardır! “Oryantalistlerin de dogmaları vardır: “Batı gelişmiş, insancıl ve üstündür. Doğu ise aşağı derecedendir. Doğu Batılı bakış açısıyla tanımlanmalıdır.” (Asaf Hüseyin, s. 67) “Batının diğer kültürleri hor görmesini mümkün kılan ise, emperyalist gücüdür.” (Gai Eaton, İslam ve İnsanlığın Kaderi, s. 21) “19. asırdaki ekonomik kalkınma Batıda büyük bir kibir ve ırkçı yaklaşımlara neden olur. Güç kendilerinde olduğuna göre kendi dışında kalanların kendilerine hizmet etmeleri gerektiğine inanırlar. Bu da sömürgeciliğe yönelmelerine neden olur. (Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. VI) “Batı medeniyeti ile övünmek ve Doğunun zamanımızdaki arka arkaya gelen mağlubiyetini görmeye alışmak, Batılıları büsbütün şımartmış, şirretleştirmiştir.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 173) “Avrupalılar, kendilerini bir merkez aktör olarak konumlandırabilmek ve sömürgeciliği meşrulaştırmak için, Batılı ve çoğunlukla Hristiyan olmayan toplumları gayri medeni olarak tasnif etmek durumundaydılar. Medeniyet kavramı, Avrupa merkezciliği ve Avrupa sömürgeciliğini meşrulaştırmak için elverişli bir araç olarak kullanılmıştır. (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 39, 45)

“Müsteşrikler, Batı medeniyetinin kafalarda egemen olmasını amaçlamaktadırlar. Kendi Medeniyetlerine bir çeşit kutsiyet meydana getirerek, alternatifsiz bir yol olduğu izlenimini vermeye çalışmaktadırlar.” (Maşallah Turan, Batılı iki müsteşrik W. Montgomery Watt ve Rudi Paret’in İslam’ı algılama biçimlerinin kritiği, s. 9, 73) “Batılılara göre, Batı her zaman egemenliğin ve efendiliğin adıdır. Batı, Doğu ile arasına bir mesafe koymak, ayrım yapmak için oryantalizmin bilgi birikimi ve kendisine sunduğu donanıma başvurmuştur.” (Ömer Baharoğlu, s. 104; Naif Yaşar, 17)  “Batı, kendisine teslim olunmasını istemektedir.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 120) Oryantalizm, “Doğu’ya hakim olmak, onu yeniden kurmak ve onun amiri olmak için Batı’nın bulduğu bir yol” (Edward Said, Oryantalizm, s.15-16) ve “Bir sömürge doktrinidir. Amaç, Batının üstünlüğünü daha belirgin bir şekilde göstermektedir.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin Kısa Tarihi, s 13) “Batı belli bir yaşam biçimini, kültür formunu ifade etmektedir. Batı sadece İslam dünyasını değil, Amerika’yı, Çin’i, Hint, Afrika ve Uzak Doğu Asya’yı sömürgeleştirmiştir. Bu Sömürgecilik, etkilerini popüler kültürden ekonomik küreselleşmeye kadar pek çok alanda göstermeye devam etmektedir.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 28, 33)

“Batı tarafından bilinmeyen, yok hükmündedir. Bir şey zamanla Batılı tarafından önce keşfedilir ve sonra da adam edilir.” (Süphandağı, s. 67) Avrupa, tarihi kendini yücelterek ve ön plana çıkararak okutur ve bunu Doğuya kabul ettirmeye çalışır. (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 18) Avrupa devleti bakış, ‘yakın doğu’ sözü ile ‘Doğu Avrupa’yı kast ederken bile, bu mekana olan sahiplenmeyi açıkça ifade etmektedir. Avrupa için kendisinin ilk defa gittiği her coğrafya birer ‘keşif’tir. Coğrafi keşifler sözü de, Avrupa merkezli bir bakış açısının ürünüdür. Batı dışı her türlü bilim, düşünce yok sayılmıştır. Bu mümkün olmazsa, bilim insanlarının ismi değiştirilmiştir.  İbni Sina’nın adı Avicenna, el-Kindi; Alkindius, İbni Rüşt; Averros olarak değiştirildi. (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 37) Amerika’ya niçin ‘Uzak Batı’ denmiyor? (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 15)

Aslında Montgomery Watt’ın “Endülüs’te Müslümanların kültürel üstünlüğü karşısında ezilen ve çoğu rahiplerden oluşan oryantalistler, kendi halklarına, her şeye rağmen Hristiyanlığın üstün olduğunu gösterebilmek için İslam imajını çarpıttılar.” (Adnan Odabaş, Dikkat misyoner geliyor, s. 20) şeklindeki itirafının da gösterdiği gibi, ortada sadece bir kıskançlık vardır. Ve emperyalizm ile elde edilen güç sayesinde bu eziklik kendini üstün gö-ste-rme şeklinde devam etmektedir!

“İslamiyet’le ilgili haberlerde de tam bir etnosentrisizm (Kendi kültürünün bütün kültürlerden üstün olduğu inancı) vardır.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 12) Alexis de Tocqueville, “Hristiyanlık, modern ahlak kanunlarının en büyük kaynağıdır.” (Michael Curtis, s. 229) derken Curtis, ‘Hristiyanlık, medeniyetleri özgürlüğe ve demokrasiye taşıyabilmiş ve sosyal gelişim ve yüce vazifeler için gerekli bir koşul olmuştur’ (Michael Curtis, s. 232) demektedir. “Batı, imtiyazlı ve hakim olan, ilerici tarafı temsil eder. Doğu ise gericidir.” (Mahmut Mutman, “Oryantalizmin Gölgesi Altında: Batı’ya Karşı İslam”, Oryantalizm, Hegemonya ve Kültürel Fark, s. 28-31;  Recep Şentürk, “Oryantalizm ve Sosyal Teori”, Oryantalizmi Yeniden Okumak-Batı’da İslam Çalışmaları Sempozyumu, 11-12 Mayıs 2003, s. 45-47; İsmail Süphandağı, Batı ve İslam Arasında Oryantalizm, s. 49) “Neyin müsaade edilebilir, neyin edilemez olduğuna ABD karar verir.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 28) “18. yüzyılın sonlarında, Batı ötekine (Doğuya) karşı uygarlaştırıcı bir misyon yüklenir. (Recep Boztemur,  Marx, Doğu sorunu ve Oryantalizm, Doğu Batı, sayı 20, I/135) “Oryantalist düşünce üstünlük psikolojisi içinde konuşur ve ‘ötekini’ söylemleri ile ‘yeniden üretir.’ Modernizm ise, Batı dışı toplumları Batılılaştırmayı hedefleyen bir ideolojik projenin adıdır. Oryantal söylem, ‘öteki’ olan Batı dışı toplumlara yetersiz ve eksik olduklarını empoze eder.” (İsmail Süphandağı, Batı ve İslam arasında Oryantalizm, s. 12-13) “Batı, karşıtını üreterek varlığını canlı tutabilmektedir. Batı sömürücü karakterini, ötekine karşı militarist  tutumunu gizlemektedir. Özne, Avrupa insanıdır. Öteki ise nesnedir. Öteki ile diyalog ya hakimiyet kurmak ya da ötekini kendi içinde eritmek amacıyla geliştirilmektedir.” (Süphandağı s. 44, 51) “Osmanlı ve cumhuriyet aydınlarının farkına varamadığı şudur: Avrupa’nın zihin tarihi, 18. yüzyılla sınırlı olan bir aydınlanma düşüncesine indirgenemez. Avrupa’nın zihin tarihi ‘kendi karşıtını üreten süreçlerin’ tarihidir.” (Hilmi Yavuz, Modernleşme, Oryantalizm ve İslam, s. 43) “Kendisini kalın duvarlar gerisine hapseden bir Avrupalının insanlık barışına bir katkıda bulunabilmesi de beklenemez.” (Süphandağı, s. 48)  Çünkü onlar için “Her durumda odak noktası, Batıdır.” (Alim Arlı, Oryantalizm, Oksidentalizm ve Şerif Mardin, s. 22) “Oryantalist söylemin başlıca özelliği, “Batı’nın benzersizliğini” göstermek için farkı vurgulamaktır.” (Bryan S. Turner, s. 59) “Doğu’yu kurtarma görevinde Batı efendidir, Doğu’ya düşen rol ise efendi karşısında köle olmaktır.” (Süphandağı, s. 114) “Asırlarca Batılılar tarafından ezilen Yahudiler, günümüzde Batılıların ileri karakolu olarak bir anda ezenlerin safına geçmiştir.” (Kemal Tahir, Sanat Edebiyat Notları 4, s. 39) “Batı kendini, evrensel aklın ve medeniyetin tek temsilcisi olarak görmektedir.” (Hıdır, s. 31) “Doğu kendini tanımlayamaz, savunamaz. Onun bir başkası tarafından temsil edilmesi gerekir; bu işlevi yapacak olan ise Batıdır.” (Hilmi Yavuz, Modernleşme Oryantalizm ve İslam, s. 41) Kendi dışındakileri “üçüncü dünya” gibi kategorilere ayıran Avrupa’nın asıl amacı, dünyanın geri kalanının aşağılanması ve aşağılanmış haliyle farklılaştırılmasıdır. Böylece kendi üstünlüğünü daha rahat bir şekilde kabul ettirecek bir alan yaratmış olacaktır. Batının kurguladığı Doğu kavramı coğrafi olmaktan öte,  ideolojiktir. (Yüksel Kanar, Batı’nın Doğu’su, Avrupa Barbarlığının Küreselleşmesi, s. 1-2, 72) “Batının yükselişinde oryantalizmin payı küçümsenemeyecek kadar önemlidir. Zira oryantalizm, Batının üstünlüğünü vurgulamak, bu üstünlüğün yayılmasını sağlamak, ötekilere bunu inandırmak ve Doğunun farklılıklarını ortaya dökmenin, Doğunun zenginliklerini edinebilmenin ideolojisi olmuştur.” (Ömer Baharoğlu, s. 68) “Batı, Batılı olmayanlara “çağdaş ”, kendisiyle “eş zamanlı” olma hakkı tanımaz.” (Nilüfer Göle, “Batı Dışı Modernlik: Kavram Üzerine”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, III/60) Batılı, olaylara iki ayrı pencereden bakar. Mesela bir “Fransız, kendi gibi Batılı komşusuna hoşgörülü iken öteki kabul ettiği ve yönettiği zannettiği ülke  halklarına ise alaycı, küçümser ve merhametsizdir.” (Attila İlhan, Hangi Batı, s. 41) “Oryantalizmin kurumsallaştırdığı zihinsel kopma, Doğunun Batı ile değil fakat, Batının Doğu ile olan diyalogsuzluğunun asıl nedenidir. Oryantalizm, bir monologdur.” (Hilmi Yavuz, s. 125) “Batı ötekini dışlayarak kendini rahatlatmıştır.” (Süphandağı, s. 102) “Batılı ruh, kendi olumsuzluklarını ötekinin üzerine yıkarak, günahlarından arınmayı düşünmüştür. Yunan’da yabancıyı barbar olarak gören düşünce, bütün Batı tarihi boyunca değişmeden devam etmiştir.” (Süphandağı, s. 98, 104, 121) “Avrupa bireyi, her şeyi kendisi için isteyen, maddeye ancak ona sahip olmak ya da egemen olmak için yaklaşan bir bencilliğe sahiptir. Edgar Morin, ‘Avrupa’yı Düşünmek’ adlı kitabında, ‘dialojik’ diye bir kavramdan bahseder. Bundan kastı da, ‘kendi karşıtını üretmek ve onunla çatışmasını sürdürerek verimli bir ilişkiye girebilmektir.’ Morin, Avrupa kültürünün ayırt edici özelliğini anlayabilmek için bu kelimeyi kavramanın zorunlu olduğunu belirtir.” (Hilmi Yavuz, s. 47)  Sör Walter Scott’un ‘Tılsım’ adlı romanında cehillik ve kibir kendini şöyle gösterir: Roman kahramanı Sir Kenneth, Müslüman bir Arabı bir çölde köşeye sıkıştırır ve ona şunu söyler: “Bana asıl garip gelen nedir bilir misin? Sizlerin şeytanın evladı olmanız değil, bununla övünmeniz!” (Said, Oryantalizm, s. 138) “Sir William Eton, 1799 yılında yazmış olduğu kitapta, Osmanlı İmparatoru için, “tanrının sesi ve gücü tek bir insanda birleşiyor” derken, başka bir yerde, “müftünün, dini ve ruhani konularda lider konumda olduğunu ve ayrıca subaylar, ulema ve bakanlardan oluşan büyük bir divanında sultan’ın gücünün sınırlayıcısı” olduğunu yazarak kendi ile çelişkiye düşmektedir.” (Michael Curtis, Şarkiyatçılık ve İslam, s. 69) Kısaca, Romalılardan beri kendilerinden olmayanlar barbardır: “Avrupa kültürü yüksek, diğer kültürler ise barbardır.” (Ali Osman Öztürk, Alman oryantalizmi, s. 16, 19)

John M. MacKenzie: “Oryantalist incelemeler, Batının entelektüel, teknolojik, siyasi, askeri ve iktisadi üstünlüğünün ifadesinin bir yolu oldu. Oryantalizm iktidarın bir aracı ve hakimiyetin sembolü bir yapıyı temsil eder, hakikati değil.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin Kısa Tarihi, Küre, İstanbul, 2004, s. 4-5)  Montesquieu, 18. Yüzyılda “Doğu despotizmi” fikrinin yayılmasına en büyük katkıyı sağlarken aslında doğuya bir kez bile ayak basmadığı gerçeği görmezden gelinmektedir. Doğuya seyahat yapmış olan Abraham Hyacinthe Anquetil-Duperron, ‘Legislation Orientale’ adlı eserinde, Doğuda despotizm kavramının tanıtıldığı gibi olmadığını, bireylerin serbestçe mülk sahibi olduğunu, hükümdarlarında uyması gereken kurallar olduğunu, Doğu konusundaki yanlış anlayışın istisnalar, suistimaller ve ihlallerin abartılması, çarpıtılmasından kaynaklandığını söylemekte, Doğu despotizmi kavramı ile Avrupa’nın Doğuyu sömürme faaliyetlerini meşrulaştırdığının altını çizmektedir. (Bulut, s. 81, 83) “Montesquieu: ‘Türkler dünyanın en çirkin insanlarıdır. Karıları da kendileri gibi kuru, huysuz, çirkindir. Türkler eşek olacaklar öbür dünyada. Sırtlarında Yahudileri Cehenneme taşıyacaklar.’ demektedir. Montesquieu  bizi bu kadar tanır. Batı yazarlarında ciddiyet ve dürüstlük aramayacak kadar Batı irfanının aşinası olanlar için bu hükümlerin tek orijinal tarafı, terbiyesizliktir.” (Cemil Meriç, Bu Ülke, s. 194) “Oryantalizm, Batılı emperyalist efendilerin Doğuyu işgal etmelerini meşrulaştırmış ve altyapısını hazırlamıştır. Ortaçağ sanatında birçok tabloda, Hz İsa’yı çarmıha gerenlerden birisi Müslüman olarak tasvir edilir.” (Naif Yaşar, s. 19) “Avrupa tarihi ötekileştirerek sömürme tarihidir. Avrupa ötekini gözlemden daha çok hayal ile tasvir eder. Bu hayalin temelini korku, hedefini sömürü belirler. 17. yy. eserlerini inceleyen Montesquieu, 18 yy.’da ‘Doğu desptizmini’ ilan etmekte, Batılı ressamlar hiç görmedikleri (Oliver Kontny, Oryantalizm ve Ataerkillik Üzerine, Doğu-Batı, 20/121-136) haremin birçok resmini yapmakta idi. (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 45, 60) Oryantalist ressamlar Avrupa şehirlerinde platolar oluşturmuş, hayallerindeki doğu imajını buralarda resme dökmüş, harem veya köle pazarında diye resmettikleri kadınları ise, Avrupalı model veya kuzey Afrikalı Yahudi kadınlardan oluşturmuşlardı. (Roger Benjamin, The Oriental Mirage, Orientalism, s. 7-31) M. de Chabrol, Mısırlılar hakkında, “Onlara ‘en doğru fikirleri ve Avrupa uygarlığının aydınlığını’ götürebilmiş olsaydık, bu adamlardan umutlu olmaya hakkımız olmaz mıydı?” (Bulut, s. 118) demektedir. İtalyan başbakanı Silvio Berlusconi’nin “Üstün değerlere sahip Batı yeni insanları Batılaştırıp (Occidentalize) fethetmek zorunda.” (International Herald Tribune, 27 Eylül 2001) derken “kökleri eskiye dayanan oryantalizmin devam ettiğini göstermektedir.” (Bulut, s. 143) “19. yüzyılda Oryantalist bakış açısı tamamı ile tepeden bakan kibirli bir şekle dönüşmüştür.” (Hamdi Zakzük, s. 39) Mısır’ı İngiltere adına 25 yıl yöneten “Lord Cromer,  ‘Modern Mısır’ adlı kitabında, ‘Avrupalının akıl yürütmesi sağlamdır, mantık dersi almamış olabilir ama Doğuştan mantıklıdır” (Said, s. 48) ve “Doğulular yalancıdırlar. İngiliz ırkının doğruluk ve asaletine ters düşerler.” (Said, Oryantalizm, s. 62) derken, İsrailli Shotat ve Amerikalı Stam, “Bizim “ulus”umuz, onların “kabileleri”; bizim “din”imiz onların “hurafeleri”; bizim “kültür”ümüz, onların “folklorü”; bizim “sanat”ımız, onların “el işleri”; bizim “miting”lerimiz, onların “ayaklanmaları”; bizim “savunma”mız, onların “terorizmi” vardır.” (Ella Shotat, Robert Stam, Unthinking Eurocentrism s. 2) demektedirler. “Batı Doğuyu anlatırken aslında kendini anlatmaktadır. Doğu despot ise aslında Batı despot değildir.  Kölelikten bahsediliyorsa aslında bu Batının ne kadar özgürlükçü olduğuna duyurmayı amaçlamaktadır.” (E. Said, oryantalizm, s. 144) Batının gözünde Doğu tuhaftır, anlaşılmazdır ama Batı onu anlayacak kalıpları da bulmuştur: “Biz diğer kültürleri, onların tuhaflıklarını anlaşılabilir kılabilecek, önceden var olan bir kural ya da söylev içine yerleştirerek anlıyoruz.” (B. Turner, Oryantalizm, Kapitalizm ve İslam, s.108) “Batı Doğu adına konuşur ve onu temsil etmelidir. Batı Doğuya hep cinsellikle yaklaştı. Doğulu kadının haklarını savunur gözüktü. Avrupa, Doğuya aydınlık ve özgürlük götürme görevini üstlenmiş olarak kendini her zaman Doğunun efendisi olarak gördü. Aslında bu, sömürgeci girişimleri normal göstermek için ihtiyaç duyulan bir açıklamaydı.” (Bulut, s. 13) “Batının hayal dünyasında Doğu imajı; gittikçe, gidip almaları için kendilerini bekleyen edilgen bir nesneye dönüşmektedir. Avrupa kendini dünyanın merkezinde görmekte, sadece merkezi değil tarihi de kendini merkeze alarak bir düzene sokmaktadır.” (Bulut, s. 77) “Batıya hakim olan üç etkin faktör vardır: Yunan felsefe ve aklı, Hristiyanlık inancı ve endüstri devrimi ile beraber ortaya çıkan emperyalist dünya görüşü.” (Ömer Baharoğlu, s.  65) “Batının İslam algısını, hakim medeniyet olma duygusundan ve Greko-Roman ve Yahudi-Hristiyan köklerinden bağımsız ele alamayız. Batı medeniyetinin kökleri Greko-Roman kültürü ile Yahudi ve Hristiyan geleneğidir. Eski Yunan kültürü, politeist yani çok tanrılı bir dine sahip idi. Yunan siyasi-toplumsal yapısı Yunan olmayanları barbar kabul ediyordu.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s.  14, 29)  “Batı, Yunan-roma ve Hristiyan üçlemesinin terkibinin sonucudur.” (Süphandağı, s. 34, 44) “Oryantalistlere göre “tarih Yunanlılarla başlar.” (M. Guidi, Trois de L’Institut de phlilogie et d’histoire orientales, s. 171) “Arap dünyasının kültürünü karşılamak amacıyla, antik çağın yeniden canlandırılması birçok cephede yürütülmüştür.” (Jack Goody, Avrupa’da İslam Damgası, s. 74) “Oryantalistlere göre her şey batı ile başlar ve biter.” (A.L. Tibawi, Enver Abdülmelik, Hamid Algar, Krizdeki oryantalizm, s. 12) “Oryantalist mantık için insan  denince antik çağdan itibaren günümüze dek Avrupa insanı anlaşılır. Geri kalanlar özne değil, incelenmesi gereken nesneler bütünüdür.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s.15) “Oryantalizmin görevi, Doğu’nun sonsuz karmaşıklığını, belli tipler, karakterler ve kurumlar haline dönüştürmektir.” (Bryan S. Turner, s. 45) “Dünyanın Avrupalılaştırılması, evrensel bir kimlik üretmek anlamına gelmediği gibi, aksine tek tipleştirici bir özellik sergilemektedir. Müslüman’ın tanrı iradesi karşısında tek tipleşeceğinden söz eden oryantalist söylem, dünyanın, Avrupa merkezci bir söylemle ‘batılı özneye bağlı olarak tek tipleştiğini’ göz ardı etmektedir.” (Süphandağı, s. 141, 194)

Sömürgecidirler! “Oryantalizm, Doğunun incelemesini ve elde edilen verilerin Batının siyasi ve iktisadi amaçları için kullanılmasını, Avrupa merkezciliği ve ötekileştirmeyi bünyesinde barındırır.” (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 17) Goody, Avrupa’nın ilerlemesini sömürgeciliğe ve merkantilist ekonomiye borçlu olduğunu söyler. (Jack Goody, The Ttheft of History, s. 6) “Batılıların, Doğunun zenginliğine ve kültürel mirasına duyduğu ihtiyaç tarih boyunca devam etmiştir. Avrupa medeniyeti, Doğunun artı-ürününü hem ticaret hem yağma yolu ile tarih boyunca elde etmiştir.” (Bulut, s. 15, 19) “Oryantalistler, Batılı ülkelere akıl hocalığı yapmak için Doğunun dil, din, düşünce tarzlarını araştırmışlardır. Oryantalizmin hedefi, dinleri uğruna cihad etmek ve Hristiyanlığa alternatif olan İslam’ı kötüleyip, yerüstü zenginliklerini de sömürmektir.” (Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. VIII) “Oryantalistler direkt olarak sömürge dairelerine bağlıdırlar.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 18)  “Oryantalizmin teçhizatları ile kendini geliştiren Batı, oryantalizmi kullanarak Doğuyu sömürmeye çalışır.” (Ömer Baharoğlu, s 100) “Sömürgeciler, müsteşriklik kültüründen istifade etmişlerdir. Oryantalistlerin yazıları, emperyalizmin dokümanlarına dönüşmüştür. Sömürgecilik oryantalizme yeni bir boyut kazandırmıştır.” (Ahmet Kavas, “Geçmişten Günümüze Fransız Şarkiyatçılığı ve Kurumları, s. 112-113) “Doğu  hakkındaki araştırmalar, İtalya’nın sömürgeci yayılım politikalarının en değerli yardımcısı değil midir?” (A. Cabaton, L’orientalisme Musulman et L’Italie Moderne, III/24) “Emperyalizm için oryantalizm, kesinlikle bir ihtiyaçtır. Bu nedenle Napolyon 1798 de Mısır’ı işgal ederken yanlarında, bilim adamları, araştırmacı getirmişlerdir.” (Ömer Baharoğlu, s. 112) “Oryantalist Volney yaptığı Doğu seyahatleri ile Fransız ordusunu bekleyen tehlike, sıkıntı ve ihtiyaçları belirler. Ona göre İslam, Mısır toplumunun gerilemesinin önünde bir engel, Kur’an birbirine zıt ve gülünç-tehlikeli yargılar dizisidir. (Bulut, s. 93) Curtis’in, “Fransa’nın, Arapları akıllıca yönetmek ve kültürlerini veya Fas mimarisini tahrip etmemek için, İslami hayat tarzı hakkında araştırmalar yapmalıdır.” (Michael Curtis, s. 236) şeklindeki tespiti, oryantalizmin kime ve niçin hizmet ettiğini açıkça göstermektedir. “Oryantalizmi teşvik eden ana itici güç, ticaret, rekabet ve askeri çatışmadan kaynaklanıyordu. Bu nedenle Orient/Doğu Bilgisi, Avrupa’nın Orta Doğu ve Asya’ya yayılımı tarihinden soyutlanamaz.” (Bryan S. Turner, s. 67) Lord Curzon, ‘Doğu araştırmalar okulları’nın açılımının önemini belirtirken “İmparatorluğun devamı için bunu zaruri gördüğünü, Doğudaki mevkilerinin korunmasına yardım edeceğini” ifade etmekte idi. (Hamdi Zakzük, s. 46) “Oryantalistler, İslam ile mücadele dürtüsü veya misyonerlik içgüdüsü ile görev yaparlar ve eserleri diplomat, misyoner ve işadamlarını eğitmeye yarar.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 58) “Oryantalistlerin çoğu sömürüye aracı olmakta ve İslam’ı karalamaya çalışmakta idiler.” (Bulut, s. 76) “Oryantalistlerin çoğu, İngiliz şirketinin resmi görevlileri ile bazı misyonerlerden oluşuyordu. İngiliz oryantalizmi, yöneten ile yönetilen arasındaki psiko-kültürel boşluğa köprü olmayı amaçlar. Oryantalistler, Hindulara İslam öncesi geçmişleri için sistematik bir bakış açısı sağladılar. Oryantalistler, Hindistan’daki İngiliz düzeninin muhkem kullanması için araç olurlar. Oryantalistler, kamu görevlileridirler. İngiliz oryantalist siyaseti, Avrupa düşüncelerinin yayılımını sağlamıştır.” (Philip G. Altbach, Gail P. Kelly, Sömürgecilik ve eğitim, 35-37, 44) Sömürgecilik faaliyetlerinin yoğunlaştığı 18. yüzyılda tanışılan yeni toplumlarla ilişkilerin nasıl yürütüleceği sorunu ortaya çıkar. Sömürünün sürekliliğinin sağlanması gerekmektedir. Oryantalist çalışmalar işte bu aşamada hızlı bir ilerleme gösterir. (Bulut, s. 105) “19. yüzyılın ortalarından sonra Avrupa’nın Doğu hakkındaki görüşünü belirleyen etken emperyalizmdir.” (Bulut, s. 110) “19. yüzyıldaki İslam araştırmaları, sömürgeci devletlerin dış politikalarına uzman desteği sağlamayı amaçlıyordu.” (M. Türköne, İslamcılığın doğuşu, s. 38) “Artık mümkün olan tek evrensellik vardır. Avrupa modelini bütünü ile benimsemek. Bu zorunludur!” (Bulut, s. 111) “Oryantalist değişimler, Doğu üzerinde egemenlik kurma arzularının yeni siyasi, sosyal, iktisadi ve askeri alanlarda meydana gelen değişikliklere uygun olarak gözden geçirilmesinden başka bir şey değildir.” (Bulut, s. 124) “Doğu hakkında her konuşulduğunda aslında bir ‘menfaatler örgüsü’nden bahsedilmektedir. Doğu, ‘Batı’da ve Batı için’ ifade ettiği ile önem kazanmaktadır.” (Bulut, s. 166, 167) ‘Batının masum olan bir Doğu fikri yoktur. 19. yüzyıldan sonra yeni bir oryantalist tipi ortaya çıktığını söyler Said ve ‘İngiltere imparatorluk ajanı’ oryantalistler’den bahseder. (Bulut, s. 171) “Emperyalizm, Oryantalist bilgiden yararlanmıştır.” (Hamdi Zakzük, s. 43) “Batının Doğuya bakan yüzü Sömürgeciliktir.” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 59) “19. yy. boyunca İslam ülkeleri baştan sona Batılı sömürgecilerin istilasına uğramıştır. İşgallerinin devamlı ve hakimiyetlerinin sağlam olması için oryantalistlerin bilgileri özellikle önem arz etmeye başlar. Birçok Oryantalist bizzat bu amaçla sömürgeci işgal kuvvetlerinin emrince çalışmaya başlar.” (Hamdi Zakzük, s. 45) “Batılılar Doğu üzerine ürettikleri tüm siyasal, dini, kültürel, askeri hedeflerde oryantalizme başvurmak zorunluluğundaydılar.”  (Ömer Baharoğlu, s. 89) “Oryantalist terimi 1973 yılında Paris’te düzenlenen 29. Uluslararası oryantalistler kongresinde terk edilmiştir. Bunun iki sebebinden biri de, oryantalizmin Sömürgeciliğin suç ortağı olmasıdır.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. 1-2) “Oryantalizm terimi 1973 kaldırılmış, yerine insanları ürkütmeyecek bir kelime bulunmuştur: Modernleşme!” (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 55) “Oryantalizme yüklenen sorumluluk; Batı dışı toplumların geleceklerinin, sömürgeci devletlerin tasarladıkları şekilde gerçekleşmesi için yeniden tasarlamaktır.  Bu nedenle birçok Batılı ülke gibi ABD’de, yeni egemenlik alanlarına ilişkin bilgi ihtiyacını karşılamak üzere peş peşe araştırma kuruluşları kurar.” (Bulut, s. 153, 154) “Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması” adlı eserin takdim bölümünde Dr. Ömer Ubeyd Hasene, “Oryantalistler, misyonerlik ve sömürgeciliği ilmen destekleyen temel bir kaynak, fikren besleyen bir kök, sömürgeci güçlere  ilmi teçhizat üreten manevi bir madendir. Kültür savaşında, Müslüman nesilleri Batının hedeflerine yönelik eğitimde oryantalizmin kullanılmış” (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 14; Selahattin Sönmezsoy, Kur’an ve Oryantalistler, s. 27) demektedir. Ayrıca Said’in de belirttiği gibi “Liberalizm, sömürgeciliğin ince yüzü.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 75) olarak dünyadaki hakimiyetini sömürgecilik üzerinden devam ettirmektedir. İkinci Dünya savaş sonrasında sömürgeci ülkeler sömürgelerine ‘bir dizi taviz vererek’ oralarda tutunabilirler. (Bulut, s. 135) Bu dönemde pek çok sömürgeye bağımsızlık ‘verilmiştir.’ Bu bağımsızlıklar ‘emperyalizmin onayladığı’ biçimsel türden bağımsızlıklardır. (E. Said, Kültür ve emperyalizm, s. 21) “Oryantalistler zamanla dışişleri bakanlığı ile irtibatlı çalışarak İslam dünyasının yöneticilerini de etkilemişlerdir.” (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, Sunuş bölümünden, s. 8) “Avrupalılar sadece İslam topraklarını işgal etmediler aynı zamanda, klasik İslam geleneği ile irtibatını koparılmış yeni siyasi ve fikri elitler ürettiler. Modernleşme adına yaşanan sekülerleşme ve köksüzleşme Batıya karşı derin şüpheler yaratmıştır.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 40) “Batılılaşmış seçkinler arasında çıkan milliyetçi önderler” kendilerini yönetme hakkı talep ediyorlardı. (Bulut, s. 137) Bu sayede Batılılar devasa ‘sömürge bürokrasisi’ yükünden kurtulmakta idiler. Ayrıca Batı dışı halkların tepkileri, artık, ‘sömürgeci Batıya’ değil, öncelikle toplumların idaresini ellerinde bulunduran “Batıcı seçkinlere” yönelmekte idi. Yeryüzündeki teknolojinin kaynağı sınırlı ülkelerin elinde tutulmak (Oral Sander, 20 yy. tarihinin temel özellikleri, s. 32) isteniyordu. (Bulut, s. 138-139) “Oryantalizm, kültür emperyalizminin bir aracı haline gelmiştir.” (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 14) Yani, “İslam ülkelerinde siyasi sömürgecilik azalsa da yerini kültürel emperyalizme bırakmaya başlamış.” (A.L. Tibawi, Enver Abdülmelik, Hamid Algar, Krizdeki oryantalizm, s. 188) ve “Oryantalistler yeni yeni batılı devletlerin vesayetinden kurtulmaya başlayan devletleri de boş bırakmamış ve Müslüman halkın maddi manevi yükselişlerine kızgınlık duymaya devam etmişlerdir.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 100) Batı için “Doğunun mekanı, sömürgeleştirilmesi gereken bir arazidir.” (Süphandağı, s. 60) “Oryantalistik çalışmalar, Doğunun güçlü taraflarını bulup zayıflatmaya dönük bir araçtır. Oryantalistik çalışmaların temelinde sürekli olarak Batının üstünlüğü anlayışı vurgulanır. Batı düşüncesine göre Doğu, Batının yönetimine ihtiyaç duyan cahil, ilkel toplumlardan meydana gelmiştir.” (Naif Yaşar, s. 21-22) “Edward Said’e göre Doğu, Batının ‘ekonomik kaynaklarının bulunduğu yer’in adıdır.” (Süphandağı, s. 17) “Doğunun ekonomik kaynakları usulüne uygun sömürüldü. Sömürü hunharca ve vahşice idi. Geri kalan zamanda ise Doğuya düşen görev, bir pazar olması idi.” (Süphandağı, s. 65) “Doğu, Avrupa için hammadde ve Pazar anlamına gelir ve her ikisi için de oryantalist çalışma zorunludur.” (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 53) “Sömürge döneminin gayesi, Batılı ihtiyaçlara göre şekillendirilmiş insan gücü üretmekti. Diğer amaç da, bu pazarı Batılı tüketim malları için genişletmekti.” (Philip G. Altbach, Gail P. Kelly, Sömürgecilik ve eğitim, s. 69, 179-184) “Batı zevkleri, yaşam biçimleri reklam, gazete, filmler ve bireysel numuneler aracılığıyla yaygınlaştırıldı. Batılılaştırılmış insan gücünün üreticileri olarak Afrika üniversiteleri, önemli bir rol oynamıştır.” (Philip G. Altbach, Gail P. Kelly, Sömürgecilik ve eğitim, s. 71, 72) Dolayısı ile  “Ticari ham maddelerin ele geçirilme isteğinden sonra oryantalist bakış açısı,  bir siyaset aracı olarak işlev görmeye başlar.” (Oğuz Adanır, Occıdentalısme, Doğu batı dergisi, sayı 14, Nisan 2001, s. 100) “Sömürgecilik tarih içinde değişik aşamalardan geçerek evrimleşmiştir; ama asla ortadan kalkmamıştır. Aynı durum oryantalizm için de geçerlidir. Bugün de oryantalistler var ve bugün de “modern” oryantalistler geleneksel misyonlarını devam ettiriyorlar. “Uygar dünya” ile entegrasyondan (uygarlaştırmadan), “demokrasi”, “insan hakları”, “özgürlük” götürmeden dem vuruyorlar. En önemli örneklerden biri Bernard Lewis’tir. Bugün yaşayan en meşhur oryantalistlerden olan Lewis, uzmanlığının gereğini, ABD yönetiminin, Ulusal Güvenlik Konseyi’nin danışmanlığını yaparak yerine getirmektedir Bugün halen, birçok Doğu uzmanının, başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerin Doğu üzerinde hegemonya tesisinde; savaş ve işgal planlarında görev aldığı görülmektedir.” (Hakan Mertcan, Oryantalizm – Sömürgecilik İlişkisi, Milel VE Nihal inanç, kültür ve mitoloji araştırmaları dergisi cilt 4 sayı 2 Mayıs – Ağustos 2007, s. 26) “Oryantalist çalışmalar sömürünün zemin etütleridir. Bu çalışmalar, düşmanı ve sömürülecek olanı en ince ayrıntısına kadar tanıma sürecinin bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Oryantalizm, günümüzde küreselcilik (globalleşme), İslam korkusu, Türk korkusu, medeniyet ve demokrasi ve insan hakları getirme argümanlarıyla birlikte sunulmaktadır. Yakın zamanda Bosna, Irak, Afganistan, Mısır ve Orta Asya’da Batı tarafından uygulanan birçok politika ya doğrudan emperyalist ve oryantalist uygulamalardır ya da bu uygulamaların değişik adları verilen örtük boyutlarıdır.” (Cengiz Karataş, Emperyalizm Bağlamında Oryantalizm Kavramına Bir Bakış, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/5 Spring 2014, s. 1275)

“Misyonerliği ve oryantalizmi, dinsel ve siyasal emperyalizmin ta kendisi olarak göstermek ve Doğu toplumlarına sızan truva atı olarak görmek yanlış olmaz.” (Ömer Baharoğlu, s. 51) “Bütün İslam aleminde, misyonerlik ve oryantalizm emperyalizmin iki ayağıdır.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 214)

Misyonerlik yaparlar! “Oryantalizm, ortama göre şekillenen bir çeşit misyonerliktir.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 223) “Haçlı hareketini rahatlatmak için oryantalizm,  çok boyutlu araştırmalara koyulmuştur.” (Muhammed el-Behiy, s. 19) “Haçlı seferlerinin başarısızlığından ve ezikliğinden kurtulamayan Batı, bu ezikliği oryantalist metin ve söylemlerde saldırgan bir tutumla ve hayali kurgulamalarla gidermeye çalışmıştır.  Oryantalizm vasıtası ile İslam hakkında iftiralar ortaya atılmış, İslam saldırgan, yakıp yıkan, şeytani duygularla simgelenen bir din olarak sunulmuştur. Hristiyan Batı, Hristiyanlığın yaygın olduğu coğrafyalarda, geniş bir kesimin gönlünü fethetmesini hiçbir zaman hazmedememiştir. Buna karşı en kapsamlı tepkiyi Haçlı Seferleri ile gösterilmiştir. Fakat amaçlarına ulaşamayınca, Müslümanların karşısına, silah yerine misyonerlikle çıkmaya karar verilmiştir.” (Ömer Baharoğlu, s. 38-39) “Oryantalizm, ‘ilk defa rahipler eliyle’ başlamıştır, günümüze kadar da ‘aynı şekilde’ devam etmektedir. Hristiyan Batılıların gözünde İslam, Hristiyanların tek rakibi durumundaydı.  Her şeyden önce, birer din adamı olan rahipler, İslam araştırmalarında misyonerlik hedeflerini unutmadılar. Müslümanların manevi miraslarına şüphe sokabilmek için, İslam’a ait bütün değerleri, kendi kültürleriyle yetişmiş Müslümanların gözünde küçük göstermeye çalışmışlardır.” (Mustafa Sıbai, s. 38, 39, 91) “Hazreti peygamberin peygamberliğinin güvenilirliğine ve İslam’ın ilahi kaynağı olan vahye şüphe sokmak: Oryantalistlerin hepsi, ya Musevi ya Hristiyan’dı. Kendi peygamberlerini kabul ederler ama Hazreti Muhammed’in peygamberliğini kabul etmezler. Bu durum, çoğunluğu ruhban, papaz veya misyoner olan bu insanların benliklerine işlemiş dini taassuptan kaynaklanan inadi inkardan başka bir şey değildir. Oryantalistler, Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğini de kabul etmezler. İslam’ın da ilahi bir din olduğunu inkar ederler. Buna delil olarak, İslam dini ile Hristiyanlık ve Yahudilik arasındaki bazı benzer noktalara dayanan kuru iddialar ileri sürerler.” (Mustafa Sıbai, s. 44-45) “Onlara göre ilahi dinlerin esasları birbirine zıt olmalıdır. Sanki bir dini gönderen Allah, diğerini gönderen Allah’tan başka bir varlıktır.” (Mustafa Sıbai, s. 47) “Oryantalizm akademik bir çalışma gibi gözükür ama aslında o, misyonerlik, sömürgeciliğin bir parçasıdır. Oryantalizm, askeri savaş yerine fikri bir savaş olarak yeni bir şekil almış çağdaş haçlı savaşlarının bir parçasıdır. Amaçları, Müslümanları Batılılaştırmak ve İslami kimliklerini eritmektir.” (Adnan Muhammed Vezzan, s.  12, 127) “Oryantalizmin hem akademik, hem emperyalist ve hem de misyonerlik amacı bulunmaktadır. Hristiyanlaştırmak istenilen kişilerin dillerini bilmek zorunlu görülüyordu.”(Bulut, s. 7-8) “Emperyalizm, İslam aleminde nüfusunu sürdürmek ve rahat bir şekilde yerleşmek için misyonerlik ve oryantalizmi araç olarak kullanır. Oryantalizmi hazırlayan başka sebepler, ticaret ve siyasettir.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 230) “Hristiyanlaştırmak istediği kimselerin dillerini bilmek zorunlu olduğu için oryantalizm, yani Doğu dil ve kültürlerine yönelik çalışmalar misyonerlikte önemli yer tutar.” (Hamdi Zakzük, s. 31) Misyonerliğe hazırlık için öncelikle Doğu dillerini öğrenme faaliyetine geçerler. ‘Kur’an-ı Kerim’i Latince’ye, İncil’i Arapça’ya çeviren ve Fransa’da ilk defa Arapça’nın gramerini yazan.’ (DİA, postel-guillaume-wilhelm maddesi) Fransız Guillaume Postel, ‘Arapçayı güzelce öğrenen kimse, İncil kılıcıyla bütün Hristiyanlık düşmanlarını yenip, onların kendi inanç ilkeleri ile karşılarına çıkıp mağlup edebilir. Bir tek dili bilmek suretiyle kişi bütün dünya ile ilişki kurabilir.’ (M. Hamdi Zakzuk, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 19) şeklindeki beyanıyla gayesini açıkça ilan etmekte idi. Müslümanları Hristiyanlaştırmak amaçlı bu çalışmalar 13. yüzyılda yoğunlaşır. 1312’de Viyana’da Arapçanın 5 Avrupa üniversitesinde öğretilmesine karar verilir. Amaç Hristiyanlaştırmak yoluyla Müslümanlara boyun eğdirmektir. (Johann Fueck, Die  Arablaction Studien  in Europe, s. 21-22) Haçlı seferleri ile siyasi ve ekonomik bazı başarılar elde edilse de, dini anlamda fazla bir başarı elde edilemez. Bu nedenle Hristiyanlaştırma yöntemi değiştirilir: Roger Bacon’a göre “Tebliğ/misyonerlik Hristiyanlığın genişleyebileceği yegane yöntem ve yoldu.” (Opus Majus, s. 121) “Oryantalistin hedefi, Batı için potansiyel tehlike gördüğü İslam’ı, türlü oyunlarla, ‘objektif görünerek’ eleştirmek, kendi vatandaşlarını uyarmak, Müslümanları, dinlerinden soğutmaktır.” (Prof. Dr. Mehmet Maksutoğlu, Oryantalist Anlayış, Mirat Haber, 08 Eylül 2019) “Bu memleketlerde sömürgecilerin uzun müddet oturabilmeleri için Müslümanların dinlerinden uzaklaştırılmaları gerekiyordu.” (Prof. Muhammed Kutup, İslam’ın etrafındaki şüpheler, s. 14 ) “Louis Massignun: “Onların her şeylerini yıktık, derin bir boşluğa düştüler.” diyerek hedeflerine ulaştıklarını, Nöldeke’de: “Eserlerimin gayesi, Doğuyu ne kadar küçük gördüğümü kanıtlamaktadır.” derken ne kadar objektif olduklarını (!) ilan etmektedir.” (Osman Cilacı, Hristiyanlık propagandası ve misyonerlik faaliyetleri, s. 41-43) 

Batıda İsa tanrı kabul edildiği için Hz Muhammed’de put ilan edilmiş, İsa ile ilgili kaynak eserler hep polemik dolu olduğu için, efendimizin hayatını anlatan siyer kitaplarına da bu gözle bakılmıştır. Batı, kendi dininde gördüklerini İslam’da da aramıştır. Bulamayınca da çarpıtmış, değiştirmiş ve polemikleştirmiştir. Spencer’in -ve aslında çoğu oryantalistin- İslam’a bakışını, K. Armstrong şöyle değerlendirir: “Meselelere bakışında temel bilgi hataları yapmakta, mevcut delilleri kasten değiştirmekte, okuyucuyu aldatmaktadır. (Armstrong, Balancingvthe Prophet) Amerikalı yazar Sherry Jones’un, ‘The Jewel of Medina’ adlı romanı için Texas üniversitesinden İslam tarihi uzmanı Denise Spellberg şöyle yorum yapmaktadır: “Benim kurgu dolu çalışmalarla sorunum yok. Ancak, tarihi belgeleri kasten çarpıtan çalışmalarla problemim var. Bu eser, Batıdaki insanların İslam hakkındaki cahillikleri üzerinden avantaj elde etme girişiminden başka bir şey değildir.” Yazar Jones’un Şiilerle olan bağlantısı da ilgi çekicidir. Hz Aişe hakkındaki negatif iddialarının arkasında da Şiilerin olabilme ihtimali bulunmaktadır. (Hıdır, s. 387-388) “Misyonerlik ve oryantalizm aynıdır. Aralarındaki fark şudur: Oryantalizm, araştırma süsüne bürünmüş ve araştırmalarının, akademik bilimsel araştırmalar olduğunu söylemiştir. Misyonerlik ise, sadece halk arasında ve halk seviyesinde kalmış, onlara yönelik olmuştur.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 218)  “15. yüzyılın ortalarında Segovia’lı John savaş yerine diyalog ile Hristiyanlığın yayılması ve bunun için de Kur’an’ın  da çevirisinin yapılması fikrini savunur.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 74) “Nicolas de Cusa ise, ‘Cribratio Alcorani’ adlı kitabında, Kur’an’ı tümden reddetmek yerine, pek çok ayeti bağlamından kopararak teslisi destekleyecek şekilde yorumlamayı ve bu şekilde Hristiyanlığın gerçek kurtuluş dini olduğunu Hz Muhammed’e tasdik ettirmeye gayret eder. Ona göre teslis Muhammed’in onayladığı bir görüştür. Nicolas’a göre, Hz Muhammed ‘İsa ölmedi’ derken bedenen değil ruhen ölmediğini kastetmiştir. Zaten Kur’an’a göre Allah yolunda ölenlerin gerçekte diri olduğu da ifade edilmektedir.” (Nicolas de Cusa, Cribratio Alcorani, s. 1033) “Tek bir dili (Arapça) öğrenmek suretiyle yenilebileceğini ileri sürenler.” (Edward Said, Oryantalizm- el- İstişrak-, s. 81; Fuck, Die  Arablaction Studien  in Europe, s. 39) olduğunu gibi, bu amaç yanında “Ticari ve Hristiyanlaştırma” gibi amaçları yan yana olduğunu ifade ederek, misyonerlik ile oryantalizm arasındaki ilişkiyi açıkça ortaya koyanlar da vardır.” (Hamdi Zakzük, s. 33) Görüldüğü gibi gerek Kur’an, gerek İslam ve gerekse “Hz Peygamberin hayatına dönük oryantalist ilginin dini, siyasi, sanatsal, edebi, sosyo-kültürel, ekonomik pek çok sebebi vardır.” (Hıdır, s. 24) Ama kesin olan, oryantalizmin emperyalizm kadar Hristiyan misyonerliği için de kullanıldığıdır! (R. Paret, The Study of Arabic and Islam at German Universities, s. 5; M. Rodinson, Batıyı Büyüleyen İslam, s. 46; M. Hamdi Zakzûk, Oryantalizm veya Medeniyet Hesaplaşmasının Arka Planı, s. 8)

İslamofobi

-‘Batı medeniyeti’ adlı yazımızda da bu konu ayrıca ele alınmıştır-

“19. Yüzyılda bir Türk tehdidi kalmamıştır.” (Ali Osman Öztürk, Alman oryantalizmi, s. 21) Hatta İslam tehdidi bile! İslam ülkelerinin toprakları, hatta daha da önemlisi eğitim ve kültür yolu ile Müslüman halkların zihinleri işgal edilmiştir. Doğal ve tarihi zenginlikler sömürülmüş, İslam’ın sadece birkaç ritüeli, o da ruhsuz ve amaçlarından yoksun şekilde toplumlarda uygulanır olmuştur. O halde hala bu İslam korkusu nedir, nedendir?! Aslında en kısa tanımı ile, kendisine düşman ilan etmediği zaman birbiri ile kanlı mücadelelere giren Batı medeniyeti, islamofobi sayesinde hem iç dinamiklerini canlı tutmakta hem bu tehdidi göstererek büyük rantlar elde etmektedir. Tüm toplumların zihni altyapılarında ise şu endişe mevcuttur: Ya bir gün bu Müslüman halk yeniden uyanırsa! Veya bize dönük asıl sorulması gereken soru, ‘Biz Müslüman halklar bu gücün, cevherin, değerin ne kadar farkındayız?!’

İslamofobi, Yunanca korku anlamına gelen ‘Phobos’ kelimesinden türemiştir. Terim olarak ‘İslam’dan korkma, çekinme ve uzak durma’ anlamlarına gelmektedir. The Runnymede Trust tarafından 1997 yılında hazırlanan ‘Islamophobia: A Challenge For Us All’ isimli raporda İslamofobi, “Müslümanlara karşı duyulan temelsiz korku ve hoşnutsuzluğu ihtiva eden bir bakış açısı veya dünya görüşü” olarak tarif edilmiş ve Müslümanlara karşı toplumsal dışlama ve ayrımcılık olduğu vurgulanmıştır.  (Lacivert Dergi, 04 Haziran 2014) Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı İzleme Merkezi tarafından 2015’te yayımlanan İslamofobi Raporu’nda ise İslamofobi, ‘Müslüman karşıtı ırkçılık’ olarak tanımlanmaktadır. “İslamofobi bugün maalesef Avrupa Devletleri, kurumları ve toplumlarında normalleşmiş olan bir ırkçılık türüdür.” (SETA Avrupa İslamofobi Raporu 2017) “İslamofobi, İslam ve Müslümanlara duyulan nefret, düşmanlık ve ayrımcılıktır.” (Nathan Lean, İslamofobi Endüstrisi, s. 46) Ramon Grosfoguel, “biyolojik ırkçılığın yerini kültürel ırkçılığa bıraktığını” (Grosfoguel, Colonial subjects/Koloniyal özneler, s. 25) yazmaktadır. Artık “Yeni ırkçılık, kültürel ırkçılık” (Irkçılığın dönüşümü: kavramsal ve kuramsal bir analiz, Emine Erden Kaya, Şenol Durgun, Akademik Hassasiyetler, 2020, , cilt: 7, sayı: 13, s.92) halini almıştır. AB Bakanı Ömer Çelik: “Avrupa’da ırkçılığın yerini İslamofobi yer almıştır. Yeni ırkçılık kültüreldir.” (Haber Türk, 1.4.2017) Günümüzde artık “Genetiğe dayalı biyolojik ırkçılığın ve kan bağının yerini kültür temelli bir ırkçılığa bırakması, karşımıza İslamofobi sorununu çıkarmış; sadece Avrupa değil, Amerika ve tüm Dünya’da varlık gösteren İslam düşmanlığının meşruiyeti olarak bu yeni tür ırkçılık modeline tüm Dünya sıkı sıkı sarılmıştır.” (Sena Okumuş, Almanya’da aşırı sağın teşkilatlanması ve İslamofobi, yüksek lisans tezi, Ağustos 2021, s. 1)

“Irkçılık, Avrupalıların içini kaplamıştır. Onlara göre beyaz adamı dayanak olarak almayan diğer medeniyetler, aslı ve temeli olmayan çürük medeniyetlerdir.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 137) “İslamofobi, Batı’nın İslam’ı kendi istediği şekilde insanlığa tanımlama çabasıdır.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun Kalmasın, s. 91) “İslamofobi, Müslümanların siyasi alanda düşmüş oldukları zayıflıktan kaynaklanmaktadır. Dağılmışlık, kendimizi ifade edememe başkalarının karalamalarının önünü açmıştır.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun Kalmasın, s. 90) Aslında “İslamofobi tarihi neredeyse İslam’ın doğuşuyla aynı yaştadır. İslam yeryüzüne indiğinden beri onu sevip kabul edenlerle birlikte kin besleyip düşmanlık yapanlar her zaman olmuştur.” (Ali Akdemir,  Avrupa’da İslamafobi, kuresel Siyaset, 8 Ağustos 2020)

Avrupa kültürü, kendisini Doğu kültüründen ayırıp, Doğu ile mukayese ederek “güç” ve “özdeşlik” kazanmıştır.  Oryantalist fikirler, daima bu medeniyetler arasında yaşanan tarihi problemleri ve çelişkileri ‘canlı tutarak’ bugüne taşımıştır. İslamofobinin ekonomik temelli olduğu gibi tarihi ve dini temeli bulunmaktadır. Basın ve siyasilerce devamlı bu korku canlı tutulmakta ve oy ve paraya dönüştürülmektedir. “Oluşturulan imaj, daha çok imajı oluşturanlar tarafından özellikle basın, yayın, bilim ve sanat yollarıyla geniş kitlelere aktarılır, onlara uzun vadede kabul ettirilir ve bundan uzun vadede ‘çıkar’ elde edilir.” (Ali Osman Öztürk, Alman oryantalizmi, S. 40) “Bağnaz blog yazarları, ırkçı politikacılar, kökten dinci liderler, Fox haber uzmanları ve dindar siyonistler bir nefret endüstrisi kurmuşlardır. Başka birileri için kılıç şakırtıları, finansal olarak kazançtır.” (Nathan Lean, s. 40, 58) “Çoğu Amerikalı ve Avrupalı için, onlara İslamiyet’i sunan kültürel mekanizma, büyük çapta, radyo televizyon, gazete ve dergilerden oluşur. Eğer İslamiyet bize karşı ise, bizim de ona bir tepki geliştirmemiz gerektiğinden kuşku duyulmayacaktır. Asıl istenen de budur.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 80) “Özellikle Batı medyasının yoğun kampanyası, birçok sıradan insanın zihninde İslam ve Müslüman terimlerinin terör, anarşi, savaş, kan, intikam ve şiddet çağrışımı yapmasını sağlamıştır.” (Prof Şinasi Gündüz, Dinsel şiddet, Sevgi söyleminden şiddet realitesine Hristiyanlık, s. 10) Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş: “Medya, İslam karşıtı eylemlerin lokomotif gücü. Emperyalist amaçlarla üretilen ırkçı içerikler medya vasıtasıyla yayılarak dünyadaki İslam karşıtı eylemlere zemin hazırlamaktadır.” (Habertürk, 10.04.2023)

İslamofobiyi canlı tutan, körükleyen ve öncülük edenler: Haçlı askerleri, gezginler, ressamlar, edebiyatçılar, sanatçılar, filozoflar, din adamları, misyonerler, oryantalistler ve medyadır. Batıda, “Bazıları dini bazıları da seküler-kültürel gerekçelerle İslamofobik bir düşmanlık içine girilmektedir.”  (Doç. Dr. İbrahim Kalın, Derin Tarih, Ocak 2018, Sayı:70, s. 49) “Avrupa siyasetinin tıpkı eskiden bir “Yahudi Sorunu” icat ettiği gibi günümüzde de bir “Müslüman Sorunu” icat ettiği görülüyor. İslam düşmanlığı Avrupa’nın siyasi, ideolojik ve ekonomik krizinin başat göstergelerinden biri haline gelmiş durumda. İslam düşmanı söylemlerle Avrupa’nın Müslüman dünyaya müdahalelerini meşrulaştıran bir dış politika aracı olarak dışarıda bir dış düşman ve iç siyasetteki başarısızlıkların üstünü örtmek için Müslümanlar hedef gösterilerek içeride de bir iç düşman yaratılmak isteniyor.” (AA, 15.06.2021) “Sömürgeci Avrupa devletlerinin, Batı-dışı toplumları bir ‘öteki’ olarak eşit yahut muhatap kabul etmeleri söz konusu değildir.” (İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, s. 233) Bunun sonucu olarak da ne yazı ki, Dortmund üniversitesinden Wolfram Richter’in ifadesiyle, “İslam karşıtlığı, Avrupa’da uyanan antisemitizm hastalığının yeni bir yüzüdür. Yeni holochost’un kurbanları ise Müslümanlar olacaktır.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 381) Çünkü Batıda rahatlıkla insanlar, “İslamiyet’i hoşunu gitmeyen her şeyle bağdaşlaştırabilmektedirler.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 76) “Sömürgeciliğin düşünüş ve görüşü Batının kurumlarında çok güçlü bir şekilde yerleşmiştir. Sömürgeci düşünüş ve görüşlerini devam ettirmek amacıyla ders kitapları ve çocukların hikaye kitapları gençlerin zihinlerini İslam aleyhine düşüncelerle doldurmak için kullanılmaktadır.” (Asaf Hüseyin, Batının İslam’la Kavgası,  s. 95) “Sömürgeciliğin düşünüş ve görüşü Batının kurumlarında çok güçlü bir şekilde yerleşmiştir. Sömürgeci düşünüş ve görüşlerini devam ettirmek amacıyla ders kitapları ve çocukların hikaye kitapları gençlerin zihinlerini İslam aleyhine düşüncelerle doldurmak için kullanılmaktadır.” (Asaf Hüseyin, s. 95) “Danimarka halk okullarındaki 5. sınıf öğrencilerine din dersinde okutulması planlanan yardımcı kitabın ‘İslam’la ilgili bölümü, terörizm başlığı altında’ anlatılmaktadır. Kitapta ‘her ne kadar her Müslüman terörist değil ise de, her terörist Müslüman’dır.’ ifadesi yer almaktadır. Kitabın yazarları papaz olan Chiristian Meidahl ve eşi Henny Nörgaard’dır.” (Milliyet, 21.11.2006) Halbuki gerçekte ise, her Hristiyan emperyalist değilse de, tüm emperyalistler Hristiyandı!

Aslında “Müslümanlar üç yüz yılı aşkın süredir sürekli şiddete, işgallere, savaşlara ve katliamlara maruz kalmışlardır. Yeraltı ve yer üstü kaynakları sömürülmüştür. Bilinçli ve sistematik bir şekilde Müslümanların kutsallarına hakaret edilmekte, değerleri aşağılanmaktadır. İslam toplumları, somut işkencenin yanında soyut ve kültürel bir işkenceye de tabi tutulmaktadırlar. Günümüzde de İslamofobi güçlenerek Batı’da bir endüstri haline gelmektedir.” (Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez, AA, 18.05.2013) Aslında bir korku değil, tarihi kökleri olan bir düşmanlık söz konusudur: “Avrupada islamofobi değil, İslam düşmanlığı vardır.” (Türkiye, 5.8.2014) “İslamofobi Üzerinden Otoriter Bir Avrupa İnşa Ediliyor. İslam düşmanlığı üzerinden yeni bir Avrupa dizayn ediliyor. Bu yeni Avrupa’nın daha özgürlükçü bir Avrupa olmayacağı açık. Aksine İslam düşmanlığı üzerinden daha otoriter ve daha sağcı bir Avrupa inşa ediliyor. ‘Müslümanları ötekileştirmenin ve onlara ayrımcılık yapmanın hukuki, siyasi, toplumsal ya da iktisadi ciddi bir bedeli yok.’ Bu iddiamızın basit bir kanıtı var. Sadece bugün Avrupa’da Müslümanlarla ilgili yapılan herhangi bir tartışmanın ya da yasanın başka bir dini cemaati hedef aldığını düşünelim. İslamiyet kelimesini silelim ve yerine Hristiyanlık, Yahudilik, Budizm veya başka bir dini yazalım. Sonuç hepimizi şaşırtacaktır.” (Enes Bayraklı, SETA, 8 Aralık 2020) Artık “İslamofobi, cezası olmayan bir ayrımcılık türüdür.” (İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, s. 242) “Avrupa’nın zihin tarihinin ürettiği birey, ‘özel birey’dir. Bencil, kendi benliğini her şeyin üstünde tutan bir birey. Almanlarla Fransızların özgür insanlar olduklarını doğrudur ama özgürlük kavramını ‘yalnız ve yalnız kendileri için’ geliştirmiş oldukları da aynı ölçüde doğrudur.” (Hilmi Yavuz, Modernleşme, Oryantalizm ve İslam, s. 45)

“Haçlı savaşlarında sömürgecilik konusunda bir başarı elde edemeyince Batı, İslam ile barışarak Müslümanların inancını zayıflattıktan sonra, fikir bazında savaşa başvurur. Zamanla sömürgecilik ile güçlerini toplayan Batı, yeniden saldırıya başlar.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 21) “Batılı zihninde hiç düşmeyen, Türklere karşı eziklik ve onlardan intikam alma güdüsü, güç Batının eline geçince onu harekete geçirmiştir.” (Ömer Baharoğlu, s. 91) ‘İnsan Irklarının Eşitsizliği Üzerine’ isimli bir eser yazan Fransız düşünür Arthur de Gobineau, “Türklerin de içinde bulunduğu sarı ırk ile insan değil de insansı sayılan siyah ırk, Medenileşmeye yönelik tabii bir isteksizliğe sahiptir.” (Gobineau, The Inequality of Human Races, s. 205) demektedir. Bu anlayış bir istisna değildir ve günümüzde aydın kabul edilen kişilerce de savunulmaktadır. Batılı-beyaz ırkın diğer ırklardan üstün olduğu fikri Batı’da filozof Voltaire, sosyal bilimci Montesquieu gibi aydınlar tarafından da devam ettirilmiştir. İngiliz filozof John Lock “İnsan beyazdır. İnsanın özünü içeren şey, beyazın özünü de içerir!” (Koray Şerbetçi, “İslamofobinin Tarihsel ve Kültürel Kökenleri”, İslamofobi ve Batı’da Yükselen Irkçılık, s. 11-13) diyerek ırkçılığın felsefi boyutunu da inşa etmektedir. Filozof Hegel de, “Siyahların doğuştan özgürlük dürtüsüne sahip olmadıklarına ve çocuksu mahluklar olduklarını” düşünmekte idi. (Selim Özarslan, Avrupa’da İslamofobi’nin Tarihi Kökleri ve Güncel Nedenleri, s. 67)  Irkçı politikacı G. Wilders bile, ırkçılığı reddeden ‘Kur’an’ı, ‘faşist bir kitap’ olarak nitelendirmiştir.’ (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 371)

1603 yılında ‘General History of the Turks/Türkler’in Genel Tarihi’ isimli eseri yazan İngiliz papaz Knolles, Türkleri, “Dünyaya dehşet saçan teröristler” olarak nitelemekteydi. Shakespeare’in cümlelerinde Türk, “şehvetperest”, “cinsel edepten mahrum aciz bir hayvan”, “zalim ve sinsi bir insan” olarak takdim edilmektedir. Luther ise, Türkler’i kötülemek için daha da ileri gidiyor ve ‘Türk’ü, cisimlenmiş şeytan ya da şeytanın ta kendisi olduğunu’ ileri sürüyordu. İslami fetihlerin hemen akabinde oluşmaya başlayan bu imaj çerçevesinde Hristiyanlık “Tanrının dini”; Hristiyanlar “Tanrı’nın askerleri”; Müslümanlık “şeytanın yolu”, Müslümanlar ise “şeytanın askerleri” idi. Dolayısıyla, iki din ve iki dinin mensupları tam zıt istikametlerde duruyorlardı. (Prof. Dr. Mehmet Özdemir, İslamî Araştırmalar Dergisi, C. XIII, S. 2, 2000, s. 174-177) Shakespeare’in Othello’sunda ‘Iago’ karakteri kendini savunurken şöyle söylemektedir: ‘Gerçekten doğru söylüyorum, yoksa Türk olayım!’ Aynı oynunda dövüşen iki adamına Othello ‘Neden kavga ediyorsunuz, Türk oldunuz da mı bu kadar barbarsınız?’ diye bağırmaktadır. Başka bir oyununda da öldürülen bir Türk için, ‘Sünnetli köpeğin boğazını kesiverdim’ diye yazmaktadır.” (Beyazıt Akman, Kayıp Tarihin İzinde, s. 151, 152, 159) “Fransızların ‘Chansen de Roland’ adlı destanlarında da, ‘putperest olarak nitelenen Müslümanlar, Hristiyanlar kadar asil, yiğit ve cesur olmayan şeytanın temsilcileri ve Hristiyanların karşı imajı olarak’ sunulmaktadır.” (Fuat Boyacıoğlu, Fransızların Roland Destanı’nda Dinsel Bağnazlık ve Tarihi Olayların Çarpıtılması, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 27, s. 73) Voltaire, ‘Bütün tarihçiler, uyduruk masalları tekrar edip durdular. Fatih, İstanbul’u kan ve ateşe boğan bir barbarmış. Çoğu birer alfabetik yalan dergisi olan sözcüklerimizde, böyle gülünç masallara sık sık rastlanır.’ (Voltaire, Türkler Müslümanlar Ötekiler, s. 32) itirafını yapmaktan da geri kalamaz. Marc Galle ise, ‘Sözcüklerimiz, Türk kimliği ile ilgili olumsuz tanımlar içeren deyimler ile doludur.’ derken abartmamaktadır: Fransızca ve İspanyolca’da ‘suçlu’ anlamına gelen ‘Türk kafası’ (Cabeza de Turco, tete de Turc) ve Almanca’da ise ‘sahtekar’ anlamında (Türken) deyimleri kullanılır. İngilizcede, Turk aynı zamanda ‘gaddar, vahşi insan’ anlamında kullanılır. (Galle, Sevilmeyen ülke Türkiye, s. 11) İngilizcede, ‘yaramaz çocuklar’ için kullanılan kelime, ‘küçük Türk’ şeklindedir. Primo Levi’ye göre ‘musulman’ sözcüğü Nazi toplama kamplarında, ‘pes eden’ tutuklular için kullanılmıştı. (Jack Goody, Avrupa’da İslam Damgası, s. 30) “Batı’da kullanılan ırkçı söylemlerin bazıları şunlardır: İtalyanca’da “Anneciğim, Türkler geliyor.” Türkleri korkunç olarak gösteren söylemle beraber “Türk gibi pis kokmak” söylemi yanında, Sırpça’da “Bir köpeğe bir de Türk’e güvenilmez” ve “Bir Türk gibi bencil” deyimler yanında, “Türk” kavramı Sırpça’da, ‘kadınlara haksız ve eşit olmayan bir şekilde davranan, eski kafalı ve kaba erkeği’ anlatmak için de kullanılan ırkçı söylemlerdendir. Yunanca’da “Öfkesinden Türk oldu” deyimi fazlasıyla sinirlenen birisini anlatmak için kullanılır. “Seni Türk!” söylemi ise, ‘bilgisiz birisini’ anlatmak için kullanılan ırkçı bir Rumence söylemdir. Fransızca’da da, “Türk kafası” ve “Gerçek bir Türk” gibi ‘bilgisiz, inatçı, kaba ve acımasız’ kişileri anlatmak için kullanılan ırkçı söylemler vardır. Aynı şekilde Felemenkçe’de “Türk” sözcüğü, ‘kirli, barbar veya kana susamış’ anlamında, “Türk’e benzemek” ise ‘pis ya da iğrenç’ anlamlarında kullanılır. İspanyolcadaki “Türk” sözcüğü, birisini ‘aşağılamak için’ kullanılabilir. “Türk” sözcüğü Malta’da, ‘yapısı gereği korkulan ve istenmeyen korkunç bir kişiyi’ tanımlamak için kullanılabilmektedir. Bütün bu söylemler bir takım tarihi söylenti veya efsanelere dayandırılıp, kuşaklardır tekrarlanmış ve toplumların hafızalarına yer edinmiştir. Batı’da da gösterilen yüzlerce Hollywood filmi üzerine yaptığı araştırmada Jack G. Shaheen, Arapların hemen her zaman acımasız katil, tecavüzcü, petrol zengini aptal ya da kadın istismarcısı gibi şekillerle sunulduğunu göstermiştir. Çok seslilik ve ifade özgürlüğü söylemlerine ve aktif faaliyet gösteren yüzlerce gazete, dergi, kitabevi, televizyon kanalı, radyo istasyonu, sinema şirketi gibi araçlara rağmen; bütün bunların sadece sayılı birkaç büyük şirketin kontrolünde olduğu durumu dikkate alındığında, Batı medyasının kendi içerisinde gerçek anlamda bir çok sesliliğe sahip olduğunu söylemek bir yanılgıdır.” (Ali Akdemir  Avrupa’da İslamafobi, kuresel Siyaset, 8 Ağustos 2020) “Alman halk sanatında Türk imajı, din düşmanı ve Hristiyanlık için bir tehdit biçiminde ortaya çıkar. Türklere atfedilen cinayet ve gaddarlık öykülerine geniş yer verilir.” (Ali Osman Öztürk, Alman oryantalizmi, s. 27) “Kaffeelied adlı Alman şarkısında, ‘Çok kahve içilmemesi, bunun bir ‘Türk içkisi’ olduğu, insanları hasta edebileceği”’ iddia edilmekte, ‘kahveyi bırakamayan Müslüman gibi olunmaması’ gerektiği talep edilmektedir.” (Ali Osman Öztürk, s. 49) Stemmle’nin kitabında Hussan; vahşi, öfkeli bir Müslüman’dır: ‘Biri inanıyordu Muhammed’e. Ve doluydu kinle nefretle.’ Adrian ise Hristiyan’dır, kibar ve eğitimlidir: ‘Güvenilirdi diğerine zor günde. İyi Hristiyan, soylu bir adam.’ (Ali Osman Öztürk, s. 69-70) Almanca’da Türklerle ilgili deyimler: Yaşlı bir Türk gibi kokmak. (Ali Osman Öztürk, s. 117); Sarımsakçı (Ali Osman Öztürk, s. 118); Einen Türken  Bauen: Uyduruk, sahtekar, uydurmacı. (Ali Osman Öztürk, s. 119, 125); Kümmeltürke: Dar kafalı, palavracı.” (Ali Osman Öztürk, s. 127) anlamında kullanılmaktadır.

“İslamofobinin tarihi kökleri vardır. İslam’ın terörizmin sebebi olarak gösterilmesi, Amerika’nın müdahaleci dış politikası, otoriter rejimlere olan Batı desteği, Batının İslam ülkelerini işgalleri ve sömürmeleri ve İsrail’in katliamlarının incelenmesinden daha kolaydır.”  Avrupa ve Amerika’nın, İsrail’den Irak-Suriye işgallerine dek dış politikalarının geri tepmesinin önemsiz gibi gösterilmesi, bu politikaların sonucu İslam dünyasındaki geniş halk kitleleri arasında meydana gelen Amerikan ve Batı karşıtlığını önemli ölçüde arttırmasını gizleyememektedir.” (Nathan Lean, s. 19, 21) Bosna Hersek İslam Birliği Başkanı Husein Kavazovic: “Genel yargının, Bosna Hersek ya da Saraybosna’da İslamofobi ile karşılaşılmayacağı yönünde olduğunu belirterek, “Görüyoruz ki durum böyle değil. İslamofobi bir tür ırkçılıktır. Bir arada (Bosna Hersek’teki gayrimüslimlerle) yaşıyor, birbirimize sık sık görüyor olsak da maalesef durum böyle.”  (AA, 24.05.2022) demektedir. Aslında bu, İslamofobi’nin temelinin ‘tanımamak veya iletişimsizlikten’ çok ‘din temelli’ olduğunu da göstermektedir. “Düşman Türk imajının sermayesi din ve siyasettir. (Ali Osman Öztürk, s. 38)

“Önemle altını çizmek gerekir ki son yıllarda İslam dünyasında meydana gelen şiddet olayları, bizatihi İslam’dan kaynaklanmamaktadır. Gerek çağımızdaki pozitivist eğitim anlayışı gerekse modern zamanlarda gelişen kimi ideolojilerden etkilenme hali; sömürge, istilalar, işgaller ve zorba yöneticilerin gölgesinde şekillenen ‘yaralı bilinç’ler, bu olayların başlıca nedenleri arasındadır.” (Nathan Lean, s. 9)

Din adamları, medya ve siyasilerin ekonomik nedenlerle alevlendirdiği İslamofobi’nin sonuçlarından bazıları: Tarih 24 Ağustos 2010. Michael Enright, ‘selamun akeyküüüüm’ diyerek ticari taksiye biner ve şoför Şerif’i boğazından ve kol, yüz, parmaklarından bıçaklar. Yakalanınca polis memurlarına, ‘bu adam beni soymaya çalıştı’ diye bağırır ve ‘Neyi yanlış yaptım?’ diye haykırır. (Nathan Lean, s. 29) Polislere ‘bir vatansever’ olduğunu söyler. (22 Eylül 2010, New York Daily News)

Hızlı bir siyonist olan oryantalist Bernald Lewis, Ekim 1976’daki BM Genel Kurulu kararı ile ‘Siyonizm ırkçılık olarak kabul edilince’ Times’ta yazdığı 3 makale ile (8-20-21.10.1972) bu kararı eleştirir ve asıl Nazilerin Arap ülkelerinde bulunduğunu ileri sürer. (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 156) Nil deltasındaki Bahrü’l-Bakar’da öldürülen 40 öğrenci olayı için  “Legal and Illegal Bombing” şeklinde çirkin başlığını makalesine (The Daily Telegraph, 2.6.1970) seçen A. L. Goodhart, çocukların öldürülebilmesini de meşru görmüştür. (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 167) Aradan geçen 50 yılı aşkın zamanda bir şey değişmiş midir? Asla! “İsrail, İkinci İntifada’dan bu yana 3 bini aşkın Filistinli çocuğu öldürdü. Verilere göre bu yılın ilk 6 ayında 304 çocuk tutuklandı, içlerinden 155’i halen cezaevinde bulunuyor.” (Independent Türkçe, 21 Kasım 2020) “Gazze’deki çocuklar İsrail’in 325 gündür devam eden saldırılarının kurbanı olmaya devam ediyor. İsrail saldırılarında 16 bin 589 çocuk yaşamını yitirdi, 17 bin çocuk ise saldırılarda annesini veya babasını ya da her ikisini birden kaybetti.” (AA, 25.8.2024) Neden ise çok basittir: “Oryantalistlerin gözünde İsrailliler, ‘Haçın hilalden intikamını alan’ haçlılardırlar.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 162) ve “İsrail, Batının orta doğudaki ileri karakoludur.” (Jiri Schneider, Israel, biu.ac.il,  6 Mart 2010, s. 7) Zaten bu nedenle, daha sonra ABD başkanı da olacak olan Joe Biden: “Eğer bir İsrail olmasaydı, çıkarlarımızın korunabildiğinden emin olmak için bir tane (İsrail) kurmak zorunda kalabilirdik” demektedir.” (Türkiye, 02.10.2013)

“ABD’de 11 Eylül’den sonra 9 senede 11 Müslüman’ın terör eylemi yaptığı saldırılarda toplam 33 kişi öldürülmüştü. Buna karşılık ABD’de aynı zaman zarfında yaklaşık 150.000 cinayet işlenmişti.” (Nathan Lean, s. 39) Craig Monteilh, sahtekarlık ve sahte çek yazmaktan mahkum olmuş birisidir. Yeleğinin düğmesine kamera bağlanır ve Müslüman olmuş biri gibi CAIR Los Angeles şubesinin içine sızması istenir. “Müslümanlara cihada hazırlanmak, alışveriş merkezini bombalamaktan bahsedince” cami imamları onu FBI’a, yani ‘onu kendilerine gönderen resmi kuruma’ şikayet ederler. (Nathan Lean, s. 245) 19 Şubat 2012 tarihli bir haber: ABD’yi sarsan tuzak. Washington’da kongreye intihar saldırısına hazırlanırken yakalanan 29 yaşındaki el-Halife’yi, FBI muhbirlerinin yönlendirdiği ortaya çıktı. Adalet bakanlığı sözcüsü muhbirlerini savundu ve muhbirlerin zanlıya bozuk silah ve sahte intihar yeleği verdiğini söyledi. ‘FBI her aşamayı kontrol altına aldı.’ diye konuştu. Birçok şehirde FBI ajanları İslam’ı şiddet eğilimli bir din olarak tanıtan eğitimler alırlar. İslamofobik yazarların kitapları okutulur. Hz Muhammed karalanır. (Nathan Lean, s. 253) 22.08.2012 tarihli diğer bir haber: New York polisi, 6 yıllık Müslüman takibinde tek terör ipucuna rastlamadı.

“Daha önce, Hristiyanlara karşı Yahudilerin kullandığı yorumlar, şimdi Hristiyan ve Yahudiler tarafından İslamiyet’e karşı kullanılmaktadır.” (Prof. Dr. Fuat Aydın, Batı İslam Algısının Arkeolojisi, s. 23) 1800’lü yıllar, Amerika’nın Katolikler tarafından ele geçirileceği hikayeleriyle doludur. Amerika’da artan İrlandalı ve Alman göçmenlerden şüphe duyanlar, baskıcı Katolik değerlerin Protestan değerleri yerinden edeceğine inanmaya başlamışlardı. (Nathan Lean, s. 63) Bu konuda açıktan ilk görüş bildiren ise, telgrafın mucidi Samuel F. B. Morse idi. New Havenli presbiteryen papaz Lyman Beecher, Katolikliği sadece Hristiyanlığa değil, ABD ve dünya içinde bir tehdit olarak görmekte idi. (Nathan Lean, s. 65) “Yürütmenin başındakilerin, Katolikliğin bulaşıcı zehriyle lekelenmişliğine inanmak için çok geçerli sebeplerimiz var.” diye de yazmaktadır. (Nathan Lean, s. 66) 1887’de APA adlı bir dernek kurulur. Amaçları Katolik göçünü kısıtlamak, kamu eğitim sisteminden Katolik öğretmenleri çıkartmak, Katoliklere kamu dairelerini yasaklamaktı. (Nathan Lean, s. 68) Daha sonraki yıllarda da McCarthy, komünizmin Amerikan politik sistemine sızdığını ileri sürmüştü. Kısa zamanda 10.000’den fazla Amerikalı işinden de olmuştu. (Nathan Lean, s. 72-73) Almanya’da Berlin duvarının yıkılması ile başka bir ideolojik tehdit boşluğu doldurmaya başlar. (Nathan Lean, s. 78) 11 Eylül’den sonra ‘İslami öcü’, Amerika’nın uzun canavar hikayeleri tarihinde en yeni bölümü temsil etmeye başlar. (Nathan Lean, s. 83) “Spencer’e göre ‘gizli cihad’ ile teröristler, ‘özgür insanların diyarı’ Amerika’yı silah, bomba ile değil, topluma sıradan amerikalı olarak sızan doktorlar, avukatlar, bankacılar ve gazetecilerle yıkacaklardır. Robert Spencer Katolik bir ailede büyümüş Türk kökenli birisidir. Dünyanın en hoşgörüsüz dini olarak İslam’ı ilan eden Spencer’ın yazılarını Prof Carl Ernst dahil birçok ünlü İslam uzmanı ise reddetmektedir. (Nathan Lean, s. 119, 117) ‘Öcü, barbar, öteki’ olanlar 1790’dan sonra İlluminati, 1850’ler Katolikler, 1900’lerde Komünizm ve günümüzde, Evanjelik Hristiyan kaynaklı korku salgını ile kışkırtılan ‘İslamofobi.’ (Nathan Lean, s. 84)

Vietnam savaşı için Kennedy, ‘Pek az nesil, özgürlüğün en fazla tehlike altında olduğu bir zamanda onun büyük savunucusu olma rolüne mazhar olmuştur, bu bizim iyi talihimizdir.’ (J. F. Kennedy, 1962 Kongre konuşması) diyerek savaşı savunmuş ve sonuçta “dört milyon sivil ile bir milyondan fazla komünist savaşçı, 60 bin Amerikan askeri ölmüştür.” (M.Vedat Gürbüz, Soğuk Savaşın kaynama noktası: Vietnam Savaşı ve Amerika Birleşik Devletleri, s. 30) Vietnam’ının kurucusu Ho Şi Min ise bu rakamları, ‘13 milyon şehit, binlerce kayıp, yüzbinlerce yaralı ve 83 bin sakat, 8 bin felç, 30 bin kör, 10 bin sağır.’ olarak vermektedir. (Ho Chi Minh, Beni Leninizme Götüren Yol) ABD başkanı Bush’ta ‘Irak’a özgürlük ve demokrasi’ getirmek için 20 Mart 2003 tarihinde Irak’ı işgale başlar ve ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin “savaşın vahim bir hata olduğunu belirttiği” (Aljazeera,1.7.2014) bu işgal girişiminde, 1,5 milyondan fazla sivil ölmüş, 5 milyon insan ülke dışına göç etmiş ve en az  870.000 çocuk yetim kalmıştır. ABD Başkanı Bush, ‘Irak’ta demokrasi doğuyor.’ (16.06.2004) diyerek girdiği Irak’a getirilen demokrasi (!) sonunda önce Irak ambargosu (1990-2002) nedeni ile çoğu çocuk 1.5 milyon Iraklı sivil hayatını kaybeder. Ama ülke petrolü koruma altına alınmış, ülkenin bankaları yağmalanmış, işkence ve tecavüzler sonucu ülkede eğitim ve sağlık da iflas ettirilmiştir. ABD başkan yardımcısı Dick Cheney, ‘Düşmanımızın ölülerini sayacak değiliz’ diye açıklamada bile bulunmuştur. Ama 13 yıl sonra gerçek ortaya çıkar ki, ‘Irak, yalan söylenerek işgal edilmiştir.’ ABD’nin Irak’ı işgaline kaynaklık eden İstihbarat raporlarının tamamı yalan çıkmıştır. (BBC, 18 Mart 2013) Eski ABD Dışişleri bakanı Condeleezza Rice, ‘Irak’a demokrasi için gitmediklerini’ (Sputniknews, 12.05.2017) de itiraf etmiştir. İşin daha kötü tarafı “Emperyalizm altında inleyen ülkelerinden kaçmak zorunda olan insanlar, gittikleri ülkelerde düşmanca bir faşist uygulamalar zinciri ile karşılaşırlar. Toplumda endişe Müslümanlara yönlendirilmekte ve korkunun gücünü çok iyi bilen sağ kanatta bu belirsiz zamanları kendi avantajlarına kullanmaktadır.” (Nathan Lean, s. 37) Korku endüstrisi, İslam korkusunu topluma yayar, basın bu yolda kullanılır ve sonunda da silah sanayi kazançlı çıkar. Afganistan’dan Irak, Sudan’a birçok İslam ülkesi işgal edilir, halkı katledilir. Ama her zaman olduğu gibi yine İslam kötü, Müslüman terörist ve Batı ise, hümanist ve demokrat olarak medya yolu ile tanıtılmaya devam eder!

“Kendini ‘adil ve dengeli’ olarak tanımlayan Fox Haber, korku tüccarlığı yapmanın merkezi olmuştur. Fox haber kanalının sahibi Roger Ailes, Müslümanlara karşı kişisel bir paranoyası olan biridir. Oklahoma City’de bir saldırı olur. S. Emerson, J. Stewart,  D. Pipes, V. Cannistraro gibi analistler ve Newsday, New York Post, Chicago Tribune, New York Times gibi birçok gazete hemen Müslümanları suçlar. Ama saldırgan Timothy McWeigh adlı bir ABD Ordusu gazisi idi, Müslüman değildi ve beyazdı. Evet! Timothy Mitchell’in dediği gibi, ‘Uzman görüşü toplumsal olayları şekillendirmeye yarar, toplumu bilgilendirmeye değil’ (Mitchell, Rule of experts Uzmanların kuralları, s. 118) Daniel Pipes ve Neal Livingstone, Ortadoğulu suçlulardan bahsetme meyilli idiler. Zira Araştırmaların finanse edilmesi için bu gibi bağlantılar gerekiyordu ve aynı zamanda kendi mevcut konumları da tamamen terörizm danışmanlığı üzerine kurulu idi. McVeigh suçunu itiraf ettikten sonra bile Livingstone, McVeigh’in saldırıları gerçekleştirmek için Müslüman teröristlerle ‘çalışmış olabileceğini’ şeklinde yorum yapmaktan geri kalmaz!” (Nathan Lean, s. 123-136) TLC kanalı 2001’de ‘All-American Muslim’ adlı bir program yayınlar ve program seyirci rekoru kırar. Galler ve Spencer reklam veren şirketlere tepki gösterilmesini ister ve 64 şirket reklamlarını geri çeker. (Nathan Lean, s. 137, 138) “Avustralya’da bir medya araştırması yapılır ve Fox TV’nin de sahibi olan  Robert Murdoch’ın sahibi olduğu beş büyük gazeteyi bir yıl boyunca inceler. Araştırma, haberlerin büyük bölümünün İslam karşıtlığını kışkırttığı ortaya çıkarır. Buna göre Murdoch’a ait beş gazete olan The Australian, The Daily Telegraph, The Herald Sun, The Courier Mail ve The Advertiser gazetelerinde, 2891 makalede “İslami terörizm” veya “Müslüman zulmü” deyimlerine yer verilmiştir. Ayrıca bu gazetelerde bir yılda yaklaşık İslam’la alakalı 3000 olumsuz habere yer verilmiştir. Bu rakam ise, her gün neredeyse Müslümanları terörizmle ve şiddetle ilişkilendiren sekiz habere denk düşmektedir. Araştırmaya göre Murdoch medyasında bir günde yayımlanan 8 makale ve yılda 152 kapak ile Müslümanlar eleştirilmekte ve İslam olumsuz manada ele alınmaktadır.” (Timeturk, 15.03.2018) Fransız dergisi Causeur’den İslam düşmanlığı: Bizi koronavirüs değil, İslam tehdit ediyor. Hayat tarzımızı öldüren, medeniyetimizi mezara koyan çok daha ciddi bir tehlike ile karşı karşıyayız. Koronavirüsle mücadele için gösterdiğimiz çabanın sadece yüzde 20’sini ülkedeki diğer enfeksiyonu (Müslüman nüfusu kast ediyor) gidermek için harcasaydık, Fransa çok daha güzel bir yer olacaktı. (Haber 7, 26 Mart 2020)

Camiyi yakma gerekçesi: O gün Fox Tv izlemiştim. ABD’de yaşayan Randolph Linn ABD merkezli Fox News kanalında izlediği görüntülerden sonra yakınlardaki bir camiye giderek binayı ateşe verdi. Mahkemede hiç Müslüman tanıyıp tanımadığı sorulan Linn, “Hayır, sadece Fox News’de izlediklerimi biliyorum” dedi. (Milliyet, 22.12.2012) Cumhuriyetçi başkan adayı Gary Bauer, ‘Biz tüm insanların eşit yaratıldığına ve yaratıcı tarafından bağışlandığına inanıyoruz, bu arada belirteyim millet, kastettiğim Allah değil’ derken, AFA yöneticisi Bryan Fischer, ‘Tehdit radikal İslam değil, İslam’ın kendisi’ demektedir. AFA lideri, Amerika’ya gelen beyazların, yerli halkın topraklarına el koymak için Hristiyan inancı tarafından kendilerine bahşedilmiş ahlaki bir yetkiden bahsedebilmekte, ‘Hristiyan olsalar ve asimile olsalardı durum daha kansız olurdu.’ (Nathan Lean, s. 169) diye yorum yaparak zihniyetini de izhar etmektedir. Fischer, ‘İslam’ın, Yahudilik ve Hristiyanlıktaki ahlaki geleneğe eşit bir alternatif olamayacağını da’ ileri sürmektedir. (Nathan Lean, s. 173)

İslam düşmanı çark nasıl işler, finansman nasıl karşılanır? 

Peter King, baktığı her yerde Müslüman teröristleri görmektedir. İşin ironisi ise King, terör örgütü IRA ile sıkı bağlantılara sahipti ve bunu o da inkar etmiyordu: “Gerçek şu ki IRA ABD’ye hiçbir zaman saldırmamıştır.” (Nathan Lean, s. 242) Aubrey Chernick az tanınan bir güvenlik yazılım şirketi sahibidir. Şirketini IBM, 2004 yılında 750.000.000 dolara satın alır. Önce bir vakıf kuran Chernic, daha sonra bu vakıf üzerinden Spencer, Geller, Horowitz, Gaffney, Pipes… gibi İslamofobik kuruluş ve şahısların her birine yüzbinlerce dolar dağıtır. Od Yosef Chai Yeshiva’nın başkanı Rabbi Yitzhak Shapira, Ocak 2010’da yerel bir camiyi kundaklamaya çalışırken yakalanır. Bu kişi aynı zamanda, ‘Bebekler dahil, Yahudi olmayanlar doğaları gereği merhametsizdirler’ diyen de biridir! (Nathan Lean, s. 225-226) İsrail konusu İslamofobi ile yakından bağlantılıdır. Dindar Siyonistler için Filistinliler sadece davetsiz yerleşimci ve Araplarda değil, hatta onlar sadece Müslüman da değillerdir; Onlar Yahudi değildirler! 2001-2007 arasında İsrail, ‘senede’, işgalin ilk 20 yılı süresince olandan daha fazla Filistinli öldürmektedir. (Nathan Lean, s. 207) David Gaubatz Müslümanları beyaz saraya sızmakla itham eder. Daha sonra oğlu Chris’in içeri sızdığı tespit edilir. Chris, 12.000’den fazla belgeyi çalmıştır. (Nathan Lean, s. 209) EMET (Ortadoğu Gerçeği için Bağış) adlı lobinin ‘Saplantı: Radikal İslam’ın Batı’ya Karşı Savaşı’ adlı filmi 70’den fazla gazete ile 28.000.000 aileye ulaştırılır. Yapımcılar, başta Haham Raphael Shore (Dünya Bülteni, 24.09.2008) olmak üzere İsraillidir. Ama zamanla ‘yolsuzluk’ iddiaları ile bu grup çöküşe çeker. Filme bağış yaptığı iddia edilen Barry Seid, 2008’de şirkete yaklaşık 17.000.000 dolar vermiştir. Ancak ‘böyle biri yoktur!’ Barre Seid diye biri vardır o da hiç yardım yapmamıştır! (Nathan Lean, s. 223) Lübnan doğumlu bir Hristiyan olan ve Evanjeliklerin, sert İsrail yanlılarının ve ‘Çay Partisi’ Cumhuriyetçilerinin gözüne girmeye çalışan ‘ACT for America’ grubunun kurucusu Brigitte Gabriel, “10 yaşında bir gece odasında bir roket patlayınca, radikal İslam’ın dünya hakimiyeti için verdiği savaşı fark ettiğini” söyler. Ergun Caner gibi Brigitte Gabriel de yaşam öyküsünü, aşırı görüşlerini ‘pazarlayabilmek için’ kullanmıştır. Halbuki komşuları onun yaşamının herkesinki nasılsa öyle olduğunu söylemektedir. (Nathan Lean, s. 175) Bir başka komşusu da onun için, ‘O hiçbir zaman kendini Arap olarak görmedi, hep Finikeli (Sami/Yahudi dili kanuşan akdenizli) olduğu hayalini kuruyordu’ demektedir. Gabriel, 1975’te, ‘kafir Hristiyanlara cihad edenin Hizbullah olduğunu’ söyler. Halbuki Hizbullah 1982’de kurulmuştur. Gabriel, İslam ve şiddetin birbirinden ayrılamazlığını ileri sürer. “Kur’an’a inanan, camiye giden, her cuma ve günde 5 kere ibadet eden Müslümanlar aslında radikal Müslümandır” der. (www.ajn.com, 6 Haziran 2007) Ona göre, ‘Hani İslam’ın dünyaya katkılarından bahsedilir ya, cebir falan. Aslında onlar gayri Müslimlerdir. Ve bu icatlar Müslüman beyni olmayan beyinlerdendi. Ve işte İslam’ın tüm tarihi budur.’ (Nathan Lean, s. 177) “Brigitte Gabriel Arapların ‘Ruhunun Olmadığını’ Söyledi: İsrail ile Arap dünyası arasındaki fark , medeniyet ile barbarlık arasındaki farktır. İyi ile kötü arasındaki farktır. Arap dünyasında tanık olduğumuz şey budur, Onların ruhu yok, öldürmeye ve yok etmeye kararlılar. Ve inandığımız Tanrı’dan çok farklı olan ” Allah ” adını verdikleri bir şey adına, çünkü bizim Tanrımız sevgi Tanrısıdır.” (www.cair.com, 20 Temmuz 2007) 2009’da Gabriel’in senelik kazancı 180.000 dolardı. (Nathan Lean, s. 181) Obama’nın Müslüman olduğunu ileri süren Tony Perkins, ‘Ku Klux Kaln yöneticisi David Duke ile mali ilişkiye’ girerken aynı zamanda ‘beyaz üstünlüğünü savunan’ CCC konseyine de katılmiştı. Tüm bunlar İslamofobi ile ırkçılığın büyük ölçüde örtüştüğünü de göstermektedir. (Nathan Lean, s. 167)  Mail sahtekarlığı ve güvenlik suçlamalarıyla 1990’da tutuklanan ve cezaevinde 2  sene yatan İnternet Evanjelisti Bill Keller ise, ‘İslam barış dini değildir, hiçbir zaman da olmamıştır’ derken alaylı bir şekilde de gülmektedir. (Nathan Lean, s. 141) 2008 Mayıs ayına kadar 2.500.000 dolar toplayan Keller, yılda 30-35.000 dolar topladığını iddia etmekte ve kayıp ruhları Mesih’e götürmenin verdiği tatminin tüm çabalara değdiğini belirtmektedir. (Nathan Lean, s. 147) Babası Türk, annesi İsveç’li olan, anne babası ayrı olan ve 17 yaşında Hristiyan olan Ergun Caner ise, Evanjelist Liberty Üniversitesi ilahiyat fakültesi dekanı olur. Kendini Hristiyan olan eski bir cihadist olarak tanıtır. Onun dokunaklı hidayet öyküsü, dinleyenlere, kendi dinlerinin üstünlüğü ile ilgili güvence sağlamakta idi. İstanbul’da doğduğunu söyler ama resmi mahkeme kayıtları onun İsveç’te doğduğunu, daha 3 yaşına basmadan 1969’da Ohio’ya göçtüğünü göstermektedir. ‘Irak’taki insanları özgürleştirdikleri için’ salon dolusu askere teşekkür eden Caner, Amerikan özgürlüğünün değerlerini över ve İslam faşizmi altında pek çok sene yaşadığını açıklar. Kur’an’da bize, ‘Allah a’loosh ar turoos’ diyen bir ayet vardır diyen ve Arapça olmayan kelimelerin sonuna ‘ayn’ veya ‘in’ ekleri getirerek Arapçalaştırdığı ortaya çıkan Caner’in çocukluk yılları, hukuk sistemi acı bir velayet davasının detaylarını belirlemeye uğraşırken belirsizlik içerisinde geçmiştir. Caner kardeşler mahkeme sonunca Hristiyan anne Monica’nın gözetiminde büyütülürler. “Annem, babamın çok sayıdaki eşlerinden biriydi” der Caner ama babası boşandıktan sonra başka bir kadınla evlenmiştir sadece. Caner’in cihadist iken son anda Mesih tarafından kurtarılma öyküsü 2010 yılına dek ona gerekli makam ve şöhreti sağlamıştı.  Haziran 2010 tarihinde, verdiği çelişkili tarih, isim ve yer adlarından dolayı dekanlıktan uzaklaştırılır. (Nathan Lean, s. 150- 157) Caner, “Liberty Üniversitesi, Caner’i ruhban okulu dekanlığından çıkarılır. Bir İslam uzmanı olarak güvenilirliğini şişirmek için biyografisini tahrif etmiştir.” (www.christianitytoday.com, 26 Haziran 2010)  “11 Eylül saldırılarının ardından “Ben Türkiye’de babam tarafından bir cihadçı ve ABD karşıtı olarak büyütüldüm. Amerika’ya çocukken geldiğimde terörist olmaya gelmiştim ama Hz. İsa kalbimi değiştirdi” diyen ve DVD ile kitap satışlarından zengin olan Caner, okuldan atıldıktan sonra 7 ay sonra Teksas’a taşınarak burada 200 öğrencinin eğitim gördüğü Arlington Baptist College isimli bir okul ile anlaşmaya varır. Ancak bu karar okuldaki diğer eğitimcileri çılgına çevirmiştir.” (Gazete Vatan, 22.01.2012) Oklahoma’da bir grup, eyalette şeriat yasasının yasaklanması için çalışmalarda bulunur. Halbuki eyalette böyle bir yasa yoktur! New Gingrich ise, “ABD hükümetinin fedaral mahkemelerde şeriat kanununun tanınmasını yasaklayan yasa çıkarması gerektiğini söyler.”  Böyle bir çalışma olmadığı halde! (Nathan Lean, s. 183) Gingrich’in kariyeri fırsatçılık örneğidir. Üç evlilik ve kanun dışı ilişkisi siyasi kariyerini sekteye uğratır. 2009’da Katolikliğe geçer. (Nathan Lean, s. 186) Bir Fransız gazeteci olduğu söylenen ve,  “En iyi Müslüman ölü Müslüman’dır. AB uyarı amacıyla Erdoğan’ın sarayını bombalamalı ve bu pislikten kurtulmalı.” diyen Jean Paul Ney, bir keresinde Fildişi sahillerinde yapılacak darbeden üç-dört gün önce haberdar da olabilmiştir. 20 yıl yatması gereken cezasından da nasıl olduysa 5 ayla kurtarmıştır. Defalarca hapse girip çıkmış ve Fransa’da ‘Canal Plus ve Itele’ için programlar üreten bu ‘gazetecinin’ ilişkiler ağı kısaca şöyledir: Onu mahkemelerde savunan avukat, Ermeni lobisinin çok iyi tanıdığı ve bildiği, aynı zamanda da Fransa’daki Ermenistan Büyükelçiliğinin avukatı olan, zenginlerin avukatı Sevag Torossian, beş parasız bu serseri başıbozuğu savunmaktadır. Jean Paul Ney’in aleni olarak bilinen ve Fransızların ‘cohabitation’ dedikleri biçimde birlikte yaşadığı bir kadın vardır. Adı Frederique Romano-Scialom. Babası Dominique Romano bir Yahudi. Pek çok alanda çalışması var ve çok zengindir. Fransa-İsrail Vakfı’nın da kurucusudur. Romano’nun İbranice “Savaşçı” anlamına gelen ve Ariel Şaron’un lakabı olan “Guibor” adlı bir şirketi de vardır. Sonunda Jean Paul Ney yargılandığı ve defalarca hapse girdiği Fransa’dan kaçıp Çin’e yerleşir. (Fuat Uğur, Türkiye, 25.05.2017) Kısaca bu İslam düşmanının bir ayağı Fransa’da ve Ermeni Diasporasında diğer ayağı da Çin ve İsrail’dedir!

Peki ‘gerçekte’ bombaları patlatan, sivilleri katleden, çocuk öldüren kimlerdir? “ABD’nin ‘yanlışlıkla’ katlettiği siviller. ABD’ya ait savaş uçakları, dün gece Suriye’nin Halep kentinde bir camiye hava saldırısı düzenledi. ABD, yaptığı katliamı kabul ederek, “El-Kaide zannettik” açıklamasını yaptı. ABD’nin bu açıklaması, son birkaç yıldır ‘Ortadoğu’nun pek çok ülkesinde’ yanlışlıkla yaptığı katliamları’ hatırlattı: 2007’de Afganistan’da 136 sivili katletti! Irak’ta sivil bina hedef alındı: 10 ölü. Gerani ve Gangabad Katliamları: 140 ölü! ABD bile bile hastane vurdu! Kunduz’da yine ‘yanlışlıkla’ katliam: 33 ölü. ABD Rakka’da da sivilleri bombaladı. ABD: “El-Kaide zannettik. Ve bugün… ABD uçakları Halep’te camide katliam yaptı. Liste uzayıp gidiyor.” (Yeni Şafak, 17.03.2017)  ABD başkanı Trump, 26.05.2017 tarihinde ramazan mesajı yayınlar ve “Amerikan halkı adına tüm Müslümanların ‘huzurlu bir ramazan’ geçirmesini diliyorum.” der. Ertesi gün ABD koalisyon güçleri, Deyr ez-Zor vilayetine bağlı Mayaadin bölgesinde gerçekleştirdiği bombardımanda en az 35 sivili katleder. Saldırıda hayatını kaybedenler arasında kadın ve çocuklar da bulunmaktadır. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin (SOHR) yaptığı açıklamada ‘23 Nisan- 23 Mayıs arasında’ koalisyonun düzenlediği hava saldırılarında 225 sivilin hayatını kaybettiğini açıklar. Orta Doğu’daki sivil ölümlerini izleyen Londra merkezli topluluk Airwars, ‘bu hafta başlarında yalnızca Irak ve Suriye’de’ 366 sivilin öldüğü tahmininde bulunmaktadır. (Sabah, 27.05.2017) MİT üst düzey görevlisi Gündeş’in belirttiği gibi, “Basının itiraf edemediği bir gerçek de, bölgedeki bütün çatışmaların İngiltere ve Amerika’nın ‘örtüşen gündemlerinin sonucunda’ ortaya çıkmasıdır.” (Osman Nuri Gündeş, İhtilallerin ve anarşinin yakın tarihi, s. 499) Evet!‘Barış ve demokrasi’ sözünü ağızlarından düşürmeyen ülkeler, en çok savaş açan, sivil katleten ve silah satan ülkelerdir! “ABD Başkanı George Bush, 11 Eylül’ün ardından terörizme karşı ”Haçlı Seferi” başlattığını söyler, ancak bunun zaman alacağını, bu yüzden de Amerikan vatandaşlarının sabırlı olmasını ister.” (Hürriyet, 17.09.2001) “Bush: Bu bir haçlı seferi. Bush, başlatılan mücadelenin bir haçlı savaşı olduğunu söyledi. Haçlı seferi sözünden sonra çark ederek Müslümanların gönlünü almaya çalışan ABD Başkanı George W. Bush, ABD’de Müslümanlara yönelik saldırı ve tacizlere son verilmesi çağrısında da bulundu.” (Milliyet, 18.09.2001) Ve yıl 2004: “Bush ve Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin seçim kampanyası başkanı Marc Racicot’un Florida’da yeni kampanya çalışanlarına gönderdiği bir mektupta, Bush, ”Terörizme karşı küresel bir haçlı seferine liderlik ediyor” diye övülmektedir. (Hürriyet, 19 Nisan 2004; Akşam, 20 Nisan 2004)

Anders Behring Breivik, 2011’de Oslo’da terör saldırısı gerçekleştirir ve 77 kişiyi öldürür, 242 kişi ise yaralanır. Katil kendini tapınak şövalyelerinin modern zaman lideri olarak görmektedir. Aryan gözükmek için estetik ameliyat geçirmiştir. 1683 Viyana kuşatmasından 400 sene sonra 2083 yılı, yayınladığı manifestosunda önemli bir yer tutmaktadır. “Bana Müslümanların kafirlere cihat ilan etmeden ‘Müslüman olmayanlarla barış içinde yaşadığı tek bir ülke’ gösterin.” demektedir manifestosunda. (Nathan Lean, s. 259-267) Pamela Geller, bu faciayı Müslümanlara atfeder. Hiçbir delile ihtiyaç duymadan bu barbarca suçun ancak bir Müslümanca işlenebileceğine inanmaktadır. Fox haber, olayı Müslüman aşırılıkçıların işi ilan eder. J. Rubin, “Cihadistlere karşı savaş açmanın çok masraflı olduğunu düşünenlere karşı, akılları başlara getiren bir ikaz.”  olarak yorum yapar. Murdoch’un sahibi olduğu Wall Street Journal’da benzer yorumlar yapılır.  New York Times, İslamcı teröristleri sorumlu tutmak için bolca sebep bulur. (Nathan Lean, s. 268) Fox haber yapımcısı Bill O’Reilly, “Breivik Hristiyan değildir. İsa’ya inanan hiç kimse kitlesel cinayet işlemez, o kesinlikle bu inancın mensubu değildir” demektedir. Bryan Fishman, el-Kaide’den gördüklerini öğrendiğini ileri sürer. Psikiyatri ekibi onun hakkında şu teşhisi koyar: Paranoyak şizofren. (Nathan Lean, s. 271-273) Aslında Breivik’in İslam düşmanı kurum ve şahısların fikirlerinden etkilendiği kesindir. Manifestosu Evanjelist Hristiyan, Siyonist ve islamofobi yazarlarından alıntılarla doludur. R. Spencer, Geller bu kişilerin başındadır. Spencer, 162 kere referans gösterilmiştir, Geller ise 12 kere. (Nathan Lean, s. 277) Saplantı filminden de etkilenen katil aynı zamanda bir İsrail sevdalısıdır. Katilin 7 kere kendisinden alıntı yaptığı ve kendisi ‘Güvenlik politikası merkezi’ kurucusu olan Frank Gaffney’ye, “yazılarının şiddetli sonuçlar için kullanılmasıyla ilgili ne düşündüğü” sorulduğunda, “Manifesto, şeriatı hakim kılmayı uman Müslümanlar tarafından oluşturulmuş bir komplo da olabilir. Manifestonun etraflı bir araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu” söyleyerek kendini savunur. “Bu işin arkasında Müslüman kardeşler olabilir miydi?” sorusuna verdiği cevap ise, ‘kesinlikle’ şeklindedir! İsviçre’de minareler 2009 yılında yasaklanır ki, zaten ülkede toplam 4 minare mevcuttur. (Nathan Lean, s. 281) Saplantı ve Fitne  adlı İslam düşmanı filmler de Breivik’in manifestosunda 30 kere geçmektedir. Katilim facebook arkadaşlarından 600’den fazlası da, İngiliz ırkçı kurum EDL üyeleridir. İsviçre’de cami yapılacak yere domuz eti parçaları ve 120 litre domuz kanı dökülür. Fransa, İngiltere’de camilere saldırılır. (Nathan Lean, s. 293, 294) Fransa’da ise Müslüman kadınlara peçe yasaklanır. Bunu Belçika takip eder. Norveç minareye karşı çıkar. Hollanda’da Geert Wilders’in tazminatını Daniel Pipes’in başında bulunduğu Orta Doğu Forumu öder. (Nathan Lean, s. 287) Peki kimdir bu Geert Wilders? “Saf kan bir Hollandalı değildir! Annesi Endonezya kökenli bir Yahudi aileden gelmektedir. Dahası, saçları da sarı falan değil aslında, bildiğiniz siyah! Ama “milliyetçilik” oynadığı için, saçlarını cırtlak civciv sarısına boyatıyor! Zaten bilenler bilir. Hollanda’da Wilders’ın arkasında, sadece Yahudiler duruyor. Wilders’ı gerçekte, Yahudiler finanse ediyor, Yahudiler destekliyor! Yani Wilders’ın vahşi İslam düşmanlığının nedeni, Yahudi faşizmidir.” (Mehtap Yılmaz, Akit, 14 Mart 2017) “Katolik bir ailede büyüse ve ‘Hristiyan demokratlar müttefikim’ dese de, 1963 doğumlu Wilders kendini agnostik olarak tanımlıyor. Wilders’ın İslam karşıtı düşüncelerinin gelişmesinde ise, gençliğinde 2 yıl süresince İsrail’de kalmasının, bu sürede “anti-demokratik” olarak tanımladığı Arap ülkelerine yaptığı gezilerin etkili olduğu yorumu yapılıyor. Hollandalı aşırı sağcı Özgürlük Partisi lideri, 15 Temmuz’da Türkiye’de yaşanan darbe girişiminin başarısız olmasına da üzüldüğünü söylemiş, “Askeri rejim, her halükarda Erdoğan’dan iyidir” demiştir.” (BBC Türkçe, Takvim, Milliyet, 14 Mart 2017)

Ünlü Alman dergisi Der Spiegel, bir kapak hazırlar: Kapakta, elinde Türk bayrağı tutan genç bir kız, arkada Kur’an kursuna giden Müslüman kızlar ve ellerinde Uzakdoğu sporu yapanların kullanılan çeşitli aletler bulunan Türk gençleri bulunmaktadır. Derginin yaptığı tastamam şudur: Tehlikeli yabancı iddialarını yeniden gündeme getirmek ve üstü kapalı bir biçimde Türklere karşı olan tepkileri meşrulaştırmak. Amaç, Türk azınlığı her türlü eşitsizliğe ve zor şartlara boyun eğdirerek, teslim olmaya zorlamak. (Hilmi Yavuz, s. 77) Dikkate değer olan neo-nazi dazlak çetelerinin, Türklere karşı giriştikleri kıyımları, Alman halkının dilini, dinini, kimliğini korumaya çalıştıkları bağlamında, bir çeşit meşru müdafaa gibi gösterilmeye çalışılması tehlikesidir. Justin Mccarthy, Death ABD Exile (Ölüm Sürgün) ve Müslims and Minorities (Müslümanlar ve azınlıklar) adlı eserlerinde, Birinci Dünya Savaşı’nda ölen Müslüman Türk ve Kürtler’in sayısına 2,5 milyon, 1821-1922 yılları arasında zorla göçe zorlanan Müslümanların sayısının 5 milyon, bu yıllar arasında ölen Müslüman sayısını beş buçuk milyon olarak belirtir. (Hilmi Yavuz, s. 78) Doktor Andrew Mango, ‘etnik temizliğin kurbanı Müslümanlar olunca, nedense kimse bu konuya eğilme gereği duymamaktadır.’ demektedir. (Hilmi Yavuz, s. 79) 

“Seyahat edebiyatının tek özelliği, Müslümanların köleci ve kötü olduklarını ispat etmektir.” (Bryan S. Turner, s. 24) “Seyahat yazılarını çoğunlukla diplomat kişiler, misyoner, asker ve ticaret adamları yazmışlardır. Seyahat yazıları casusluk için de kullanılmaktadır.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 138, 141) “18. ve 19. yüzyıllar boyunca birçok gezgin İslam topraklarının uzak köşelerine yolculuk etti. Yazdıkları kitaplara bakıldığında, İslam’a olan düşmanlıkları açık bir şekilde görülmektedir.  O halde bunlar halkından ve dininden nefret ettikleri ülkeleri seyahat etmek için niçin bu kadar zahmete katlanmışlardı? Bunun iki amacı vardı: Ticari sömürü ve politik istihbarat. (Asaf Hüseyin, s. 37-38, 47) Günümüzde bu tür gezginlerin yerini batılı istihbarat örgütleri almış bulunmaktadır. Bu elemanlar gazeteci veya iş adamı, yardımsever görüntüsü altında Müslüman ülkelere sızmaktadır ve topladıkları istihbarat kendi ülkelerinin çıkarlarını doğrultusunda kullanılmaya devam etmektedir. (Asaf Hüseyin, s. 50) “Thomas Thornton, Avrupalı seyyahların Türkiye hakkındaki gözlemlerinden şikayet eder ve onların Türklerin davranışlarını, adetlerini ‘yüzeysel ve kasten hatalı bir şekilde gözlemlediklerini ‘ söyler.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 143) Knut Hamsun, 1899 yılında İstanbul’a bir seyahat gerçekleştirir ve bunu ‘İstanbul’da iki İskandinav Seyyah’ adıyla bir arkadaşı ile beraber kitaplaştırır. Kitabında Hamsun şunları yazmaktadır: “Türkler adam yemekten vazgeçeli beri, bir arada bulunmanın bir tehlikesi kalmamış artık. ‘Vahşi Türkler ile anlaşmak mümkünmüş’ diye düşünüyorum.” 20. yüzyılın başında Avrupalının zihnindeki Türk imajı işte budur: Türklerin sultanı, Hristiyan etini yemekten vazgeçmiş midir acaba? Gerçekte ise, insan eti yemek pratiği, 17 ve 18. yüzyıllarda Avrupa’da görülmüştür, Avrupalının zannettiği gibi Osmanlı’da değil!  (Hilmi Yavuz, s. 84) Avrupalı Katolikler Fransa’da ve İrlanda’da; Protestanlar ise Hollanda’da, insan eti yediklerine dair belgeler vardır. (Herbert H. Roven, John De Witt, Grand Pensionary of Holland; Giles Deleuze, Spinoza, Philosophie Pratique, s. 22) Bu konuda ‘özet bilgi’ için, ‘Derin Tarih’ dergisinin Mart 2019 tarihli 84. sayısına, Ayşe Eren’in, ‘Avrupa’da yamyamlığın karanlık tarihi’ ve Emrullah Kaleli’nin ‘Haçlı Seferlerinde Yamyamlık Hadiseleri’ (Turkish Studies – Historical Analysis Volume 14 Issue 2, 2019) adlı makalesine bakılabilir.

Yıl 2023, aylardan Haziran. İsveç ve Danimarka vatandaşı olan Rasmus Paludan, Pegida hareketinin Hollanda’daki lideri Edwin Wagensveld, Norveç SIAN adlı ırkçı grubun yöneticisi Anna Braten, İsveç’te ateist ve PKK’lı Salvan Momika Kur’an yakmaya devam etmektedir! Daha önce de İslami kurumlara defalarca saldırılar yapılmıştır. Örneğin; Almanya’da 2012’den bu yana 78 camiye saldırı oldu. (Hürriyet, 21 Ağu 2014) Fransa’da cami önüne domuz leşi bırakıldı. (Ensonhaber, 23 Eylül 2014) Avrupa’da ırkçılar camileri hedef alıyor. (NTV, 26 Aralık 2014) Almanya’da camiye ırkçı saldırı.  (Sözcü, 15 Nisan 2022) Avrupa’da camiler Müslüman karşıtı saldırılara hedef oluyor. (AA, 21 Ağustos 2014) Viyana’da Türk Camii kapısına domuz organları bıraktılar. (Sözcü, 26 Aralık 2014) Bosna Hersek’teki bir cami avlusuna domuz leşi bırakıldı. (AA, 21 Ağustos 2020) Cami önüne domuz leşi. (Milliyet, 23 Eylül 2014) Almanya’da cami kapısına domuz kafası asıldı. (AA, 17 Mayıs 2020) Almanya’da cami kapısına domuz başı asıldı. (İndyturk, 5 Aralık 2021) Almanya’nın Dortmund kentinde cami kapısına gamalı haç çizildi. (AA, 9 Şubat 2022) Cami kapısına gamalı haç çizdiler. (Cumhuriyet, 2 Ocak 2014) Caminin kapısına gamalı haç çizdiler. (Hürriyet, 20 Kasım 2017) Müslüman kadına saldırdı, 2 kişiyi öldürdü; ABD’de Jeremy Christian adlı beyaz ırkçı bir kişi, biri başörtülü diğeri siyahi iki kadına trende hakaret ederek saldırdı. İki kadına bağıran Christian, “Müslümanlardan nefret ettiğini” ve “Müslümanların cani olduğunu” söylerken, orada bulunan bazı vatandaşlar tarafından sakinleştirilmeye çalışıldı. Kendisine engel olmak isteyen üç kişiyi bıçakladı, olayda iki kişi öldü. (Mepanews, 28 Mayıs 2017) Fransa’da İslam düşmanlığı tırmanıyor! Türk derneğine çirkin saldırı. Paris’teki Türkiyeli Yurttaşlar Meclisi adlı derneğin duvarına “İslam=Mort (ölüm)” yazılarak spreyle saldırı gerçekleştirildi. (Sabah, 9.11.2020) Almanya’da İslam düşmanlığı tırmanıyor. Alman hükümetinin, Sol Parti’nin soru önergesine verdiği cevapta, Temmuzdan 17 Eylül’e kadar toplam 188 İslam düşmanlığı suçunun kayıtlara geçtiği ifade edildi. Saldırılar nedeniyle sadece soruşturmaların bulunduğu ancak hiç kimsenin gözaltına alınmadığı belirtildi. (Sabah, 9.10.2020) ABD’de İslam düşmanı gruplara 106 milyon dolara yakın fon sağlandı. ABD’de 2017-2019 döneminde Müslüman karşıtı gruplara 106 milyon dolara yakın kaynak aktarıldığı ortaya çıktı. (TRT Haber, 12.01.2022) Fransa’da kurumsallaşan Müslüman karşıtlığı endişe veriyor. (TRT Haber, 09.11.2022) ABD’de bir üniversitede Kur’an-ı Kerim sayfalarını yaktılar. Arizona Eyalet Üniversitesinde İslam düşmanları, Kur’an-ı Kerim sayfalarını yırtıp yaktı. (11.12.2021) Fransa’da saldırı girişimi! Aracını camiden çıkanların üzerine sürdü. (TGRT Haber, 29.06.2017) Londra’da bir araç camiden çıkan yayaların arasına girdi: Ölü ve yaralılar var. (Posta, 19 Haziran 2017) Kanada’da Müslüman anne-kıza İslamofobik saldırı. Kanada’nın Hamilton kentinde, Müslüman anne ile kızı, bir kişinin İslamofobik saldırısına maruz kaldı. (AA;  14.07.2021) “Batı ülkelerindeki İslam ve Müslümanlık karşıtı bazı gruplar ile terör örgütleri, onlarca yıldır çeşitli eylemler yaparak camilere, ibadethanelere ve Müslüman derneklerine saldırı düzenliyor. ‘2016 yılından Ocak 2017’ye kadar toplam 2800’den fazla islamofobik saldırı’ gerçekleştirildi. İşte Batıda yükselen İslamofobik saldırı bilançosu: ABD: Donald Trump’ın başkan seçildiği Kasım seçimlerinden sonra ise ırkçılık yükselişe geçti. ABD’de bugüne kadar 450’den fazla islamofobik saldırı yapıldı. Bu saldırılar özellikle kasım seçimlerinden sonra daha da arttı. ALMANYA: Almanya’da bugüne kadar 260 islam karşıtı eylem düzenlendi. 664 sığınmacı müslüman mültecinin saldırıya uğradığı ülkede, 60’dan fazla camiye saldırı düzenlendi. AVUSTURYA: 90’dan fazla saldırı. BELÇİKA: Nüfusun yüzde 60’ı müslümanları tehdit olarak görüyor. Müslümanların yüzde 71’i kendilerinin terörist olarak görüldüğünü düşünüyor. Halbuki terör örgütlerine kucak açan ve teröristlere sahip çıkan ülkelerin başında Belçika yer alıyor. Ülkede 20’den fazla islamofobik saldırı gerçekleşti. FRANSA: Müslüman karşıtı gösterilerin en yoğun olduğu ülkelerden birisi. Özellikle müslümanlar ile diğer dine mensup kişilerin karşı karşıya getirilmeye çalışıldığı ülkede 360’tan fazla saldırı oldu. HOLLANDA: İslamofobik çevreler ülkede en çok camileri hedef alıyor. Öyle ki Hollanda’da yaşayan Türk vatandaşları ve diğer Müslüman ülkelerin vatandaşları, ibadet için gittikleri camilerin, ibadet esnasında kapılarının kapalı tutulması konusunda şu günlerde çalışma yapmaya başladılar. Hollanda’da bugüne kadar 100’den fazla saldırı gerçekleşti. Bu saldırılardan 20’den fazlasında ise camiler hedef alındı. İNGİLTERE: Başkent Londra başta olmak üzere ülke genelinde bugüne kadar 1000’den fazla saldırı düzenlendi. Genel olarak bu saldırıların çoğu Müslümanları hedef alsa da asıl hedefin yüzde 60’lık oranla Müslüman kadınlara yönelik olduğu belirtiliyor. İSVEÇ: 30’dan fazla saldırı. KANADA: İslam karşıtı saldırıların en az rastlandığı Kanada’da bugüne kadar 20’den fazla saldırı yapıldı. Bu saldırıların en büyüğü ise geçen günlerde bir camiye yapıldı ve saldırıda 6 kişi hayatını kaybetti. NORVEÇ: Norveç’te radikal sağcı Norveç Savunma Ligi ile Norveç’in İslamileşmesini Durdurma Hareketi taraftarlarınca onlarda kez İslamofobik saldırı gerçekleştirildi. YUNANİSTAN: Müslüman mültecilere sözlü ve fiziki saldırılar yapıldı. ‘İslam Avrupa Dışına’ gibi söylemler de ise son günlerde artış yaşanıyor.” (Sabah, 1.2.2017)

“Müslüman karşıtı nefret suçu işleyen esas kişiler çeteler değil, çok çeşitli ‘ana akım medya ve politik yorumların yansıması’ olarak Müslümanları suistimal etmek, onlara saldırmak hakkın olduğuna inanan basit bireyler tarafından yapılmaktadır.” (Vikram Dodd, Guardian, 27.1.2010) “İslamofobi endüstrisi İslam karşıtı nefrete sebep olmaktadır. Ürettikleri ön yargıların sonuçları küçük olmayacaktır. Onlar marjinal gruplar değildir. ‘Daha ziyade politik ve kâr hatırına’ insanları farklı azınlık gruplarına bölmek amacında olanlara karşı direnmek ve karşı durmaya acil ihtiyaç vardır. Zamanın ilerlemesi ile ön yargılar daha da derinleşecek ve yerleşecektir.” (Nathan Lean, s. 301)

“Prens William’ın Ukrayna açıklaması tepki çekti. Avrupa’da değil de, Afrika ve Asya’da savaş ve kan dökülmesine daha çok alışkın olduklarını söyledi. William, Ukrayna’ya da seslenerek, “Hepimiz arkanızdayız” dedi.” (Sabah, 11.3.2022) “Rusya-Ukrayna savaşında ırkçı söylemler! ‘Mavi gözlü ve sarı saçlı insanlar ölüyor.’ ABD merkezli CBS NEWS muhabiri Charlie D’Agata canlı yayında “Burası on yıllardır kaosla yaşayan Irak veya Afganistan değil. Burası böyle şeyleri görmeyi hiç ummadığınız medeni Avrupalılara has bir kent.” ifadelerini kullanması izleyenleri şaşırttı. ITV News muhabiri Lucy Watson da bir tren istasyonundan yaptığı yayında, “Ukraynalıların başlarına düşünülemez bir şey geldi. Burası gelişmekte olan bir üçüncü dünya ülkesi değil, burası Avrupa.” ifadelerini kullandı. BBC’ye konuşan Ukrayna’nın eski başsavcı yardımcısı David Sakvarelidze ise canlı yayında, “Benim için bu yaşananlar çok duygusal, çünkü mavi gözlü ve sarı saçlı Avrupalıların öldürüldüğünü görüyorum.” Fransız kanalı BFM TV’de konuşan başka bir yorumcu, “Putin’in desteklediği Suriye rejiminin bombalarından kaçan Suriyelilerden bahsetmiyoruz. Avrupalıların bizimkine benzeyen arabalarla kendilerini kurtarmak için ayrılmalarından bahsediyoruz.” Fransız Gazeteci Ulysse Gosset’i ise yaptığı bir yayın sırasında “21. yüzyıldayız, bir Avrupa şehrindeyiz ve sanki Irak’ta ya da Afganistan’daymışız gibi seyir füzesi ateşi var, hayal edebiliyor musunuz?” ifadelerini kullandı.” (Hürriyet, 28 Şubat 2022)  “Ukrayna duyarlılığı altında ikiyüzlü ırkçılık! Boşnaklar da mavi gözlüydü. ABD ve Avrupa TV’lerinden ekrana yansıyan, ‘Ukrayna duyarlılığı’ ikiyüzlü ırkçı yaklaşımı ortaya koydu: Sarışın mavi gözlü insanlar saldırıya uğradı. Bizim gibi arabalara biniyorlar. Burası Afganistan, Irak değil!” Mavi göz duyarlılığı akıllara Avrupa’nın göbeğinde soykırıma uğrayan Boşnakları getirdi. Sırp çeteler, Yugoslavya’nın dağılması sürecinde Müslüman Boşnaklara karşı sistematik soykırım uyguladı. 1992-95 arasında ‘sarışın, mavi gözlü’ 300 binden fazla Boşnak katledildi. Batı da soykırımı sadece izlemekle yetindi.” (Star, 1 Mart 2022)

“Polonyalı politikacı Tarczynski: 2 milyon Ukraynalı mülteci aldık, 1 tane bile Müslüman almayacağız. Gurur duyuyorum.” (Yeni Şafak, 11/04/2022) “Paralı askerler Ukrayna’da. Sivillerin vurulması, kadın ve çocukların öldürülmesi savaş suçu. Bunlar durmalı.” (Ukrayna savaşı hakkında konuşan bir Avrupalı. Ülke TV haberden bir kesit) I. ve II. dünya savaşlarını sizler çıkarmadınız mı? Asya ve Afrika’daki iç savaşların, işgallerin nedeni siz Batılı sömürgeciler değil mi idiniz? Fransa, ABD, İsrail, Çin, Rusya, İngiltere dahil Avrupa ülkeleri Libya, Çeçenya, Afganistan, Irak ve işgal ettikleri birçok İslam ülkesinde sivil Müslüman halkı, çocuk, kadınları katledilirken demokrat, insan hakları, çocuk hakları örgütleri nerede idi?!  

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş Kastamonu Üniversitesi İlahiyat Fakültesince düzenlenen 4. Uluslararası Şeyh Şaban-ı Veli Sempozyumu’nun açılış programında yaptığı konuşmada, “İslamofobi” kelimesiyle ilgili önemli bir çağrı yaptı: “Son günlerde ‘İslamofobia’ diyoruz. Lütfen bu tabiri kullanmayın. Bu emperyal bir dilin parçasıdır. Fobi, kendiliğinden olan bir korku demek. Kişinin yenemediği, doğal olan bir korkudur. Ama bugünkü dünyada var olan, adına emperyal dilin İslamofobia koyduğu şey, ‘üretilmiş’ bir İslam düşmanlığı, üretilmiş bir İslam karşıtlığıdır.” (Yeni Akit, 05.05.2017)

‘Lanetli kurt adam’ filmi. ‘Vampirler başkaldırdı’ denirken vampirler, ‘lailahe illellah’ diye bağırmaktadırlar.

Conan; çizgi roman da bile bilinçaltına mesaj: Cadıların işaretinin hilal olduğunu haykıran kötü cadı!

‘Aslan Kral 2’ adlı çizgi filmden; İyi yürekli aslan kralın kötü yürekli kardeşi, sırtlanlarla anlaşma yapıp kardeşine komplo kurarken, “savaşa hazır olun” komutunu verirken sahnede gözüken hilal.

                                   Yedinci oğul adlı film

 “Güneşin Gözyaşları” adlı filminden iki kare: ABD askeri “bunu nasıl yaparlar?” diye sorunca, iki kerede kadın aynı cümleyi tekrar eder: “Bunlar böyledir işte” diye cevap verir. Bunlar dediği Müslümanlar, böyle dediği: Müslümanların din adamlarını öldürüp, kadınlara tecavüz edip işkence ile çocuklar dahil öldürmesi, masum köylüleri katletmesi! Tabii söylemeye gerek yok, ABD askerleri masum köylüleri korumak için Bruce Willis önderliğinde canlarını hiçe sayarlar…

  ‘Gecenin Dişleri’ adlı filmde, vampirlerin broşu 

“Walt Disney in 1992 tarihli Alaaddin adlı çizgi filminin şarkısı sözleri şöyle Başlar: “Ben uzak bir diyardan geliyorum, orada kervan develeri dolanır, orada çehreni beğenmezlerse kulağını keserler. Evet, barbarca bir şey…. Ama ne yaparsın, bu benim ülkem işte” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 71) 

‘Da Vinci Şifresi’ adlı filmde kilisede üstüne basılan bir kilim ve üzerindeki desen!

 Gitar Hero oyunu

“Günümüzde, piyasadaki dijital oyunlar, arka planda İslam düşmanlığına zemin hazırlamaktadır.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 393)

 

Apple Arcade’in lansman oyunlarından Sneaky Sasquatch , tuvalet kapısı ve yine hilal!

Bilimsellik iddiası: “Oryantalizmin bilimsel merak kaynaklı olduğunu, bilinmeyen olarak nitelendirilen ve gizemini koruyan Doğu’nun dillerini, kültürlerini araştıran bir disiplin olduğunu savunan belli bir kesim de olmuştur. Bu kesim, araştırmalarını objektif bir metotla yürüttüklerini savunsalar da, yaptıkları çalışmalarda, Batı’nın Doğu üzerindeki maddi/manevi sömürgecilik faaliyetlerini görmezden gelmişlerdir.” (Furkan Emiroğlu, Oryantalizm nedir? İlim ve Medeniyet, 23 Ocak 2018) Gerçekte ise, “Oryantalistlerin araştırmaları, bilimsel havaya bürünmüş bir şekilde saklanan emperyalist hedeflerdir.” (Muhammed Bakır el-Hakim, Oryantalistler ve Kur’an hakkındaki şüpheleri, s. 26)

Michael Curtis, emperyalizm veya misyonerlik amaçla değil de, Batı Avrupalıların başka nedenlerle Doğuya ilgi ve meraklarının olduğunu savunur: Gezginlik, ticaret, bilim adamlığı! Amaçi ise ‘Doğu toplumlarına ışık tutmaktır!’ Bunun aksi durumlar ise ‘nadirdir’!  (Michael Curtis, Şarkiyatçılık ve İslam, s. 450) Yine bir İngiliz bilim Bernard Lewis, 1979 yazında “Ortadoğu Araştırmalarının Durumu”nda çıkan, ‘Amerikan bilim adamı’ adlı makalesinde şöyle demektedir: ‘Avrupalı olmayan medeniyetler bugün bile, ‘entelektüel merak’ sahibi olmanın nedenini anlamakta çok güçlük çekerler. İlk Avrupalı Mısırolog ve arkeologlar Orta Doğu’da kazıya başlayınca, halk onları casus ya da ajan olarak nitelendirmişlerdi.’Aslıda, “Oryantalizmi akademik merak saikiyle açıklamaya uğraş veren ve tüm eleştirilerini bu iddia üzerine kuran Bernard Lewis’in ABD siyasetiyle ilişkilerinin niteliğine bakmak dahi bu konuda yeterince açıklayıcı olacaktır.” (Yücel Bulut, Orientalism’in Ardından, Sosyoloji Dergisi, 3. Dizi, 24. Sayı, 2012/1, 1-57) İslam dünyasında birçok katliamlara imza atan ABD Başkanı George W. Bush’un danışmanlığını yapan Lewis’in mezarı da Tel Aviv’deki Trumpeldor Mezarlığı’nda bulunmaktadır. (tr.wikipedia.org/wiki/Bernard_Lewis) Bernard Lewis / Ortadoğu’nun en tartışmalı tarihçisi. O, sağcı oryantalistlerin deniz feneriydi. ABD’nin Irak’ı işgalinde önemli rol oynayan Lewis’in politik yaklaşımı tavizsiz olduğu oranda basitti. 2001 yılında ABD yönetimine sunduğu çözüm önerisi çok açıktı: “Ya sertleşin ya da bölgeden çıkın.” (Gazete Duvar, 27.5.2018) Modern Türkiyenin Doğuşu adlı eserinde Lewis, “Gerek Osmanlı Devleti’nin çöküşünün devasının ve gerekse de modern Türkiye’nin uluslararası arenada yer almasının yegane yolunun modernleşmek, başka bir deyişle Batılılaşmak olduğunu iddia eder. Onun modernlikten anladığı ise laikleşmek ve Batılı hayat tarzını benimsemek suretiyle, ‘eski değerlerden uzaklaşmaktır.’ Bu fikirden hareketle eser boyunca Batılı bir düzen isteyenler her zaman iyi, bunun karşısında olanlar ise kötü olarak sunulmuştur.” (Özgür ORral, Bernard Lewis ve Oryantalist Gelenek, Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 1, Say› 2, 2003, 618) “Oryantalizmi masum bir akademik merak ürünü olarak değerlendiren bu tanımların dışında, söz konusu disiplini Hristiyan misyonerliği (R. Paret, The Study of Arabic and Islam at German Universities, Wiesbaden 1968, s. 5; M. Rodinson, Batıyı Büyüleyen İslam, s. 46; M. Hamdi Zakzûk, Oryantalizm veya Medeniyet Hesaplaşmasının Arka Planı, s. 8) ve sömürgecilikle iş birliği içerisinde (Edward Said, Oryantalizm) değerlendiren görüşler de bulunmaktadır.” (TDV İslam Ansiklopedisi, Oryantalizm,  III/428-437)  “Halbuki Avrupa’nın yabancı kültürlere ilgisi her zaman işgal, sömürme,  ticari sebeplerle olmuştur! ABD’nin bölgesel araştırmalar geliştirmesinin temel nedeni siyasal olmuştur.” (Leonard Binder, Orta Doğu hikayesi, s. 1) “İş alemi ve hükümet arasındaki ilişkilerin günden güne gürbüzleştiği bir ortamda, bir kültüre ilişkin bilgilerin gerçek amacı ne olabilir? Bugün İslamiyet’e ilişkin hemen hiçbir çalışma bağımsız ve çağdaş baskılardan korunmuş değildir. İslamiyet uzmanı akademisyenler hep bir ağızdan İslamiyet’in Batı’yı tehdit ettiğini haykırırlar.” (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 162, 163, 167, 168, 177)

“Kendi entelektüelini yetiştiren oryantalizm, bu durumu sömürgeci dö­nemde siyasal bir misyon olarak kullanmıştır. Batı tarih yazılımıyla, sömürge faaliyetleri bir paralellik göstermiştir. Bu çerçevede biyolojik bir felsefe olarak darwinizm, sosyal darwinizm şekline bürünmüş; canlılar arasındaki sınırsız mücadele olarak algılanan biyolojik darwinizm, Batılı için sosyal darwinizm haline alıp sömürmenin meşru bilimsel bir aracı halini alabilmiştir. Böylece Doğu’ya yönelik hakimiyet alanının genişletilebilmesi mümkün olmuştur. Entelektüeller, son noktada sömürgeci oryantalizmin öncü misyonerleri olarak görevlerini yerine getirmişlerdir.” (Ahmet Davudoğlu, “Batı’daki İslam Çalışmaları Üzerine”, Marife, sayı: 3, Kış Konya 2002, 49)

“Zamanla savaş ile alt edilemeyen ‘dinsizler’ Hristiyan yapılmaları için Arapça başta İslami ilimlerle ilgili Avrupa’da eğitimlere başlanır. Onların dini araştırılmalıdır ki ‘eksik/kusurları’ gün yüzüne çıkarılabilsin.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 53) “İslam inanç sistemini çürütmek için dil öğrenmek gerekliydi. 1321’de Viyana Konsülü ile dil okulları açılma kararı alınır. (Bulut, s. 49) Cuseli Nicholas ise, Kur’an’da üç dairenin mevcut olduğunu iddia eder. İlki Nasturi Hristiyanlığı; ikincisi, İslam peygamberinin Yahudi danışmanlarınca sokulmuş Hristiyan karşıtı fikirler ve son olarak peygamberin vefatından sonra Yahudi düzenltmenler tarafında sokulmuş kötülükler. (Bulut, s. 52) Barthelemy d’Herbelot’nun öncülüğünde İslam Ansiklopedisinin ilk taslağı hazırlanır. Amaç Müslümanların güçlü veya zayıf yanlarını öğrenebilmektir. (Bulut, s. 70) 1793’de Fransa’da okul açılırken, amaç İslam inanç sistemine sızmak olduğu için en basit veri ve bilgiler dahi fişlenip kayda geçirilir.’ (Ömer Baharoğlu, s. 25) 

“Oryantalistler, ilmi gibi gözüken çalışmalarını çoğu zaman İslami bir konuyu çürütme gayesi ile yapmakta, dini inancı ve İslam şeriatını zayıflatma amacını gütmektedirler.” (Dr. İbrahim el-Lebban, el-Müsteşrikun ve’l-İslam, s. 15)  “Oryantalistlerin önemli bir eksiği, Müslümanların genelini temsilden uzak figürleri ön plana çıkarmaları ve tüm İslam alemini temsil etme eğilimini o seçtikleri kişilerde görmeleridir. Oryantalistler bilerek ve açık bir şekilde İslam alemindeki çeşitli eğilimleri seçip, onları ön plana çıkarıyorlar. Çalışmalarında politik çıkarlar gittikçe artmakta, yoğun bir siyonist etki yazılarında görülmektedir. Oryantalistlerin İslam üzerine yaptıkları çalışmada anlaşılması gerekli temel nokta, objektiflik, akademik metot, tarafsızlık ve benzeri konulardaki iddialardır. Halbuki kendileri belirli bir inanç ve belirli bir eğilimle İslam’a yaklaştıkları için, yukarıdaki kavramları teğet geçmektedirler.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 194-195, 198)

Oryantalist çalışmalarda objektiflik, tarafsızlık ve bilimsel namus aramak!

“Avrupa’da İslam dinini incelemekle uğraşanlar, ya Hristiyanlığa inanırlar ya da inanmazlar. Eğer Hristiyanlığa inanan biri ise, bu incelemelerinde, nesnel gerçeklik yani mutlak doğru ile şahsi fikir ve hislerini birbirinden ayırması zordur. İslam dini Hristiyanların gözünde ilahi olmadığı için, Hristiyan alimlerinin İslam dini için yapacakları araştırmalarda, ellerine geçen kitapta saldıracak yer aramaktan ibarettir. İnanmayanlara gelince ise onlar da, bütün dinlere bilimsel gelişmelerin en kuvvetli engel gözüyle bakmaktadırlar.” (Namık Kemal, Renan Müdafaanamesi, s. 16) 

Müslüman olduktan sonra ‘Seydi Abdülkerim’ adını alan Roger du Pasquier şöyle söylemektedir: “Batı hiçbir zaman gerçek anlamda İslamiyet’i tanımadı. Hristiyanlar sürekli olarak ona iftira ve hakarette bulundular. Batılıların birçoğuna göre İslam üç şeyden ibarettir: Fanatizm, kadercilik ve çok evlilik. Batıda yapılan Doğu araştırmaları tarafsız bir bilimsel anlayışla yapılmamıştır.” (Pasquier, Decouverte de l’Islam, s. 16) “Batının Doğu incelemelerinde akademik bir gayeye rastlamak neredeyse imkansızdır.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 50) “Tercüme veya fihrist çalışmaları da görünürde ilmi çalışma gibi gözükse de gerçek hedefleri, Allah’ın kitabı hakkında insanları şüpheye düşürmek amaca ulaşmak için birer vasıta olarak kullanılmak olmuştur.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 32, 33, 77) “Oryantalistler zayıf hadislere dayanmakta bir sorun görmezler. Tarih ve siyer kitaplarında doğruluğu ispatlanmamış zayıf haberleri inceden inceye araştırırlar. Bu gizli defineyi (!) ortaya çıkarmada ve zayıf rivayetleri arayıp bulmada tükenmez sabırları vardır. Çoğu zaman iddialarını çürüten nas (ayet/hadis) ve haberleri, delilleri ise görmezden gelirler.” (el-Lebban, el-Müsteşrikun ve’l-İslam, s. 33) İşin ilginci birbirinden alıntılar ile  bu delilsiz düşmanca iddialar zamanla şöhret bulup hakikatmiş gibi algılanmaktadır.” (Hamdi Zakzük, s. 73) “Amaçları ilmi araştırma değil, fikir savaşı ve dini yıkımdır.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 31) “Doğu ile ilgili çalışmalar, öncelikle Batı için hazırlanmıştır. Batının Doğu ile çatışma içinde olması, bu bilgilerin düşmanca bir duygunun altında biçimlenmesine yol açmıştır.” (Baykan Sezer, Şarkiyatçılık üzerine, Türk kültürü araştırmaları, sayı 1-2,  s. 170) “Çoğunluğu dindar olan İslami araştırmalarla meşgul Hristiyan oryantalistlerin pek çoğunun, kendi dininin teslis, çarmıha gerilme ve kendisini feda etme gibi temel inançlarını inkar edip karşı çıkan bir dini araştırdıklarını unutmaları çok güçtür. Yine İslam dininin birçok doğu ülkelerinde Hristiyanlığa galip gelip onun yerini aldığını unutmaları da kolay değildir.” (İbrahim el-Lebban, el-Müsteşrikûn ve’l-İslam, s. 34) “Oryantalistler, İslami konularda araştırmaya, zihinlerinde peşin fikirle başlarlar ve o peşin fikre delil aramaya çalışırlar. Kullandıkları ‘delinin sağlamlığı, taşıdıkları peşin fikirleri desteklemesi ile doğru orantılıdır.’ Bu nedenle, çok kere kişisel olaylardan, genel kurallar çıkarırlar. Böyle olunca da, içlerindeki peşin fikir, tarafgirlik ve hastalık olmasa, kendilerini kurtarabilecekleri çelişkilere düşmektedirler. (Mustafa Sıbai, s. 75) “Hem fertler arası ilişkileri düzenleyen hem de nefis tezkiyelerini sağlayan bir din olarak İslam, Batılıların belirlediği din standardının dışına çıkmaktadır. Ne tuhaftır ki, Batılıların İslam hakkında verdikleri bu hükmü, mesela içinde sosyal ilişkileri belirleyen hükümler olan Yahudilik için hiç uygulamazlar.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 57) Blachere “Biz Doğu’nun dini kitapları arasında Kur’an kadar, okunuşuyla ‘fikri düzenimizi dağıtan’ bir kitap görmedik.” (Blachere, el-Kur’an, s. 41) demektedir. Doğal olarak da, “Düşmanlık ve kıskançlık gölgesinde objektifliğin gerçekleşmesi mümkün olmamaktadır.”  (Adnan Muhammed Vezzan, s. 96) “Oryantalizmin temeli doğruluğa ve objektifliğe hiçbir zaman dayanmamıştır.” (A.L. Tibawi, Enver Abdülmelik, Hamid Algar, Krizdeki oryantalizm, s. 9) “Doğu ile özdeşleşen İslam ve Batı ile özdeşleşen Hristiyanlık arasında süren savaş, hala insanlık tarihinin ayrılmaz bir öznesidir. Bu savaşta ‘Bizler ve ötekiler’ veya ‘ seçilmişler ve lanetliler’ ayrımı, İslam’la ilgili yorumlarda başlıca etkeni oluşturmuştur.” (Ömer Baharoğlu, s. 28) “Oryantalistler ne kadar bilgili olursa olsun, objektif olamamışlardır.” (Asaf Hüseyin, s. 28) “Oryantalistler objektif gibi görünüyorlardı. Bir insan fizik bilimiyle uğraşırken objektif olabilir fakat din, kültür ile ilişkin alanlarda bu mümkün değildir.” (Asaf Hüseyin, s. 58)  “12. ve 13. yüzyıllarda Müslümanlara ait birçok bilimsel eser Batı dillerine Peter El Venerable’nin teşviki ile çevrilmiştir. Amaç, Haçlı seferleri ile Hristiyanlaştırılamayacağı ortaya çıkmaya başlayan Müslümanlar üzerindeki misyonerlik faaliyetlerinde kullanılmak üzere, İslam kaynaklarında bulunacak hataları arama gayretidir. Sonunda misyonerlerin kullanabileceği yedi eserden oluşan Toledo Külliyatı/kolleksiyonu ortaya çıkar.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 42) ki, bu külliyat daha sonra “Rönesans’ın tetikleyici unsuru olmuştur.” (Tuğba öztürk, Toledo Koleksiyonu, Milel ce Nihal, inanç, kültür ve mitoloji araştırmaları dergisi cilt 12 sayı 1 Ocak – Haziran 2015, s. 76-77) “1312 yılında Viyana’da toplanan konsül ile Arapça öğrenimi kararı alınır. Raymond Lull, ‘Arapları dininden döndürmenin en iyi yolunun Arapça’yı öğrenmek olduğunu’ görüşünü bu konsülde kabul ettirir.  1294 yılında Papa V. Silistin ile konuşur, ‘Eğer barışçıl çalışmalarla İslam ülkelerinde başarı sağlanamazsa, zor kullanarak Müslümanlar Hristiyanlaştırılsın’ teklifinde bulunur. Arapçayı öğrenen misyonerler tercüme faaliyetlerine yönelirler. İlk Kur’an tercümelerini yapanlar Toledo kesişleridir. Roger Bacon bir kitap yazarak Papaya sunar ve ‘Arapça eğitiminin, İslam’a sızma konusunda yardımcı olacağını’ özellikle belirtir.” (Ömer Baharoğlu, s. 44) “Theodor Nöldeke, 1887 yılında, bir oryantalist olarak “Tüm çalışmasının Doğu halklarına dair ‘olumsuz kanaatini’ teyit etmeye yönelik olduğunu” vurgulamaktadır. (Ömer Baharoğlu, s. 221; Naif Yaşar, 22) “Cambridge Üniversitesinde Arapça kürsüsünü açanlar, gayelerini 9 Mayıs 1936 tarihli resmi yazıda şöyle açıklamaktadırlar: ‘Hedefimiz, Doğu ülkeleri ile yapılacak ticaret yolu ile devlete ve krallığa yararlı bir hizmet yapmak ve kilisenin sınırlarını genişletmektir.” (A. J. Asbesry, The Cambridge Scholl of Arabic, s. 8) Bu bakış açısı Batı dünyasında çok uzun bir müddet İslamiyet’in yanlış bilinmesine, bu yüzden de İslam’a karşı kin duyulmasına neden olmuştur. Bu doğal olarak, misyonerlik faaliyetlerinin bir sonucuydu. Bu sonuçta oryantalistlerin ise büyük bir payı vardır. Misyonerlik, ‘ötekine’ yönelik üstünlük mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Oryantalizm gibi misyonerlikte, sömürgeciliğin keşif koludur!”  (Ömer Baharoğlu, s. 50) Ama günümüzde oryantalistler tüm bu “emperyalist ve misyonerlik amaçlı çalışmaları” bilimsel merak ile açıklamaktan çekinmemektedirler! “Müsteşrikler şüpheli olan ne ise, naklediyorlar. Çünkü bu metot onların menfaatine daha uygun görülmektedir. Kur’an’da ihtilaf ve çelişki bulunduğu yönündeki iddialar, Batıda ilk olarak Abdülmesih b. İshak el Kindi’ye nispet edilen ‘Risale’ adlı eserde görülmektedir. (Flamur Kasami, Kur’an’da çelişkili gibi görünen ayetler, s. 56, 68) Rudi Paret, ‘Hristiyan bilim adamlarının İslam ile tanışırken, Hristiyanlığa düşman bir dinde iyiliğin bulunmasının mümkün olmadığı şeklinde peşin bir hüküm taşıdıklarını’ itiraf etmektedir. (Paret,  ed-Dırasetül-İslamiyye, s.9) “Cambridge Üniversitesi Hristiyan ilahiyat fakültesi mezunu olan ve Londra Üniversitesi Doğu araştırmaları enstitüsünde ‘İslam ülkelerinde uygulanan medeni kanunlar’ bölümünün başkanı olan Profesör Anderson, sırf İslam’da kadın hakları konusunda doktora tezi hazırlayan bir öğrencisinin, İslam’da kadın hakları olduğunu delilleri ile ortaya koyduğu gerekçesi ile tezini başarısız saymıştır. İskoçya’da bulunan, Glasgow Üniversitesi İslami araştırmalar bölüm müdürü ise bir rahip ve misyoner idi. Oxford Üniversitesi, İslam Arap araştırmalar bölümü müdürü ise bir Yahudi’ydi ve en basit bir Arapça cümleyi bile tercüme edemezken, fakültede, tefsir ve fıkıh üzerine dersler vermekteydi.” (Mustafa Sıbai, s. 86) “Oryantalistlere finansal sağlayan kuruluşların başında ise, Rockefeller Vakfı ve Ford Vakfı gibi Yahudi şirketler bulunmaktadır.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 234) 

Tebbet suresi, Ebu Leheb’in kafir olarak öleceğini ilan eden bir suredir. Leheb aslında azıcık aklını kullanıp, “Ben Müslüman oldum” dese, Hz Muhammed zor durumda kalacak ve Kur’an -Haşa- yalancı çıkacaktır! Önceden (3. ayet ile) verilen bu haber, zamanla gerçekleşir ve Kur’an’ın ilahi bir mucizesi olarak tarihe not edilir. Peki, bu mucizevi ayete oryantalistler nasıl yaklaşmaktadır? 40 yıl Tel Aviv Üniversitesinde ‘İslam Araştırmaları bölümü profesörü’ olan oryantalist Uri Rubin tarafından yazılan, “Abu Lahab And Sura CXI” adlı makalede, Tebbet suresinin 3. ayeti yani, “O Ebu Leheb alev alev yanan ateşe atılacak” anlamındaki ayet makalede ‘yoktur’! Sadece 18 ile 21. sayfalarda, ayet mealini vermeden kendi yorumlarını yazarken 3. ayet diyerek yazmakta ama anlamını vermemektedir! Neden? Çünkü ‘önceden hedeflediği amacına ulaşması için 3. ayet ona engel’ olmaktadır! O zaman bu ayet, değersiz; yok hükmündedir! Oryantalist Loth ise, Kur’an’daki “Yâ sîn, Hâ mîm” gibi sure başlangıçlarının  Medine’de indiğini ve oradaki Yahudiler’den etkilendiğini ileri sürmektedir. Halbuki bu şekilde başlayan 29 surenin 27’si Mekke’de, sadece iki tanesi Medine’de inmiştir. (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 76) Meşhur oryantalist Jeffrey, bir taraftan sahabe’nin elinde yazılı Kur’an ayetlerinin olmadığını iddia derken başka bir yerde de, İbni Mesud, Ali, Ubeyy ve Ebu Musa’nın Kur’an cemlerine sahip olduğundan bahsetmektedir. (Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 67) “Başta Goldziher olmak üzere, oryantalizm sıfatı ardına saklanarak dinlerini hiç ön plana çıkarmadan İslam’a olan düşmanlıklarını kusma fırsatlarını bulmuş Yahudi kökenli birçok oryantalistler bulunmaktadır.” (Hamdi Zakzük, s. 48) Yahudi iken sonradan Müslüman olan Margaret Marcus (Meryem Cemile) “Oryantalistler kendi misyoner amaçlarına hizmet eden yazarların fikirlerini göklere çıkarırlar.” (Meryem Cemile, İslam ve Oryantalizm, s. 48) diyerek, bir zamanlar içlerinde bulunduğu bu kesimin gerçek yüzlerini de ifşa etmektedir. Meşhur oryantalist “Goldziher ise, İslami kaynaklar hakkında yalan söylemekte, yorumlarda aşırılığa, delil olamayacak şeyleri delil gibi sunmaya çalışmaktadır. Goldziher, Demiri’nin,  ‘hayvan kitabı’ ya da ‘Bin bir gece masalları’ veya çeşitli yazarların edebiyat kitaplarındaki uydurulmuş rivayetlere itibar etmekte, onları önemli deliller gibi sunmakta.” (Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. 15) ve bunlardan hareketle ‘İmamı Azam’ın, Bedir Savaşı mı önce yoksa Uhud mu önce, bunu bilmediğini’ bile ileri sürebilmektedir. Halbuki “Büyük fıkıh alimi Ebu Hanife’nin sadece öğrencilerinin yazmış olduğu siyer kitaplarına (Siyeru’l-Evzai, Siyeru’l-Kebir) bakılsa, büyük imamın, bu konudaki ilmi derecesinin ne kadar büyük olduğunu rahatlıkla görebilirdi.” (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 77) “Bu meşhur oryantalist, Ebu Hanife’nin hayatını anlatan birçok ilmi eseri görmezden gelip, kendi amacına hizmet edecek, ilmi hiçbir delili olmayan böyle bir kitabı kaynak göstererek, yazılarındaki objektiflik ve ilmi seviyeyi de ortaya koymaktadır.” (Mustafa Sıbai, s. 77) 

James William Hampson Stobart, ‘Kur’an’ın, biraz şiir kabiliyeti olan ve biraz Yahudi efsanelerine yabancı olmayan herhangi bir kişinin ilahi vahiy iddiasını taşımadan yazabileceği bir eser olduğunu’  iddia eder. (İslam and its Founder, s. 68) Ama, 600’lü yıllarda fil suresine nazire yapmak için, Müseylemetül kezzab’ın uydurduğu:” el-Filu me’l-Filu ve ma edrake me’l-filu, lehu zenebun kasirun ve hurtumun tavil: Fil, filin ne olduğunu bilir misin? Onun kısacık bir kuyruğu ve uzun bir hortumu var.” (el-Amidi, Gayetu’l-Meram fi ilmi’l-kelam, 344; el-İci, el-Mevakıf, III/393) türü uydurmalardan, 2000’li yıllarda “The True Furqan” adlı uydurma kitaba dek birçok denemeler yapıldığı ama hepsinin başarısızlıkla sonuçlandığından habersizdir! “Entelektüeller, profesörler, şairler toplanın ve ülkemiz için bir kitap yazın. O kitabı, yavaş yavaş insanları eğiterek uygulayın. Bizi kısa sürede Çin ve ABD’den daha güçlü hale getirecek bir eser ortaya koyun, böyle bir eser ortaya koyun. İşte aciz bırakmak (mucize) budur. Bu Kur’an’ın mucizelerinden biridir, bu kadar kısa sürede böyle bir toplumsal atılımın, dünya tarihinde başka bir örneği yoktur. Tarihte böyle etki bırakmış bir şahsa deli diyebilir miyiz? Üstelik o, bu etkiyi önceden bildirmiş ve haber vermiş iken. Hele de bu kişi, 40 yaşına kadar siyasetle uğraşmamış, 53 yaşına kadar da komutanlık yapmamışsa! Mekke’deki dönemin semeresi, ileride valiler ve komutanlar olacak muhacir nesliydi.” (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 287-288, 413)

“Sıbai, Yahudi asıllı oryantalist Schacht ile görüşür ve ona Goldziher’in İslami metinleri tahrif ettiğinden bahseder. Schacht, ‘Bu konuda hata etmiştir’ demekle yetinir. ‘Bu sadece soyut bir hata mıdır? diye Sıbai sorunca, Schacht öfkelenir. Başka bir konudaki hatalarını da delilleri ile Sıbai ispatlayınca, ‘Bu da Goldziher’in hatası ama alimler hata etmezler mi?’ diye cevap verir Schacht. Konuşma devam ettikçe oryantalist Schacht kinlenmeye başlar. Sıbai sonunda şöyle söyleyerek konuşmayı bitirmek zorunda kalır: “Şüphesiz senin isimlendirdiğin bu tür hatalar, geçen asırda meşhur hale gelmiştir ve sizden birçok bir oryantalist de bunları ‘ilmi gerçekler’ olarak kullanmaktadır.” (Sıbai, el-İstişrak, s. 54-55) 

Katolik savunucusu, karşılaştırmalı dinler konusunda uzman ve doktora öğrencisi olan Luis, ‘10 yıl boyunca İslam’ı araştırmış ve entelektüel ve ruhsal yönden iflas etmiş bir din olduğu sonucuna’ varmıştır! 10 yıllık bilgi birikiminin göstergesine bir bakalım. “Fatiha” suresinde “kaç rekat var?” şeklinde kendisine sorulan soruya verdiği cevap şu şekildedir: “2, mutlu musun!” Yanlış cevabının farkında olmadan bir de bilgiçlik taslamaya devam eder uzman Luis! En ılımlı oryantalist olarak bilinen “M. G. Watt, ‘ Müslümanlar ve Araplar savaş toplumudur, barış toplumu değildir. Savaş Arapların bir özelliğidir ve onu sistemli hale Muhammed sokmuştur’ demektedir. Dünya savaşlarını çıkaran bu toplumun içinden biri olan bu profesöre, bir öğrenci Bakara suresi 216. ayetini (Hoşunuza gitmediği halde, yine de size savaş farz kılındı.) okuyunca adam şaşırıp kalır ve sessizliğe sarılır.” (Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. 3-4) “Papaz ve oryantalist olan Watt, Kuveyt üniversitesinde verdiği bir konferansta ise, ‘İslam ve Müslümanlara özgü yazdıklarımızda, insaf ve objektiflik içerisinde kalmaktayız.’ (M. Abdülfettah Ulyan, Adva’ ale’l-İstişrak, s. 11) demekte idi. Bu sözlerin birer aldatmaca olduğunu, aynı oryantalistin İngiltere’de Edinburgh Üniversitesinde yapılan 10. oryantalizm toplantısında ‘sünnet, rivayetler ve İbni İshak’ın tarihinden’ bahsederken, hiçte ‘İslam ve Müslümanlara uygun olmayan ifadeler’ kullanarak (Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. 108)  bizzat ispat etmişti. “M. G. Watt Hz Muhammed’i daha iyi bir imajla ortaya koymaya çalışmaktadır. Muhtemelen ‘soğuk savaş dönemi komünizme karşı işbirliği siyasetinin’ de etkisi ile, “Hz Muhammed kendi dönemi, yer ve zaman şartları ile değerlendirilmelidir.” demektedir. Watt’a göre “Araplara bir din lazım idi ve Muhammed de tam zamanında bu ihtiyacı gidermiştir. ” (Montgomery Watt, İslam ve toplumsal dayanışma, s. 269) Watt bir dünya savaşı olur da İslam dünyaya hakim olursa, nelerden insanlığın yoksun kalacağını ise şöyle sıralamaktadır: “Kimse İslam’ın kökeninin Yahudi ve Hristiyanlığa dayandığını bilmeyecek ve İslam dünya toplumunun kültürel zenginliğini yok edecektir.” (Watt, İslam ve toplumsal dayanışma, s. 276) Carl Brockelmann tarafından yazılan, ‘İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi’ adlı kitabında yazar, Müslüman Arap idareciler, sonradan Müslüman olan ve Arap asıllı olmayanları, raiyye; ‘sürü’ gözüyle gördükleri, iddiasında bulunur. Halbuki, ‘Rai’ kelimesi ‘Lider, başkan’ ve ‘Raiyye’ kelimesi ise ‘kavim, millet, topluluk’ anlamına gelmektedir. Ayrıca raiyye kelimesi, sadece yabancılar için değil, ‘ bütün halk’ anlamında da kullanılmaktadır. Ayrıca bir hadiste (Buhari, Cum`a 11, İstikrâz 20, İtk 17, 19, Vesâyâ 9, Nikâh 81, 90, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 20; Ebû Davud, İmâre I/13; Tirmizî, Cihad 27) ‘Hepiniz çobansınız, emriniz altındakilerden sorumlusunuz.’  anlamındaki meşhur hadiste, ‘Rai’ kelimesinin ‘Emanete güvenilir muhafız olan, emri altında bulunanlara adaletli davranan’ anlamlarında kullanıldığı görülmektedir. Başka bir hadiste ise (Buhari, Ahkam 8:8 /107 ; Müslim, İman 63:I/88) ‘Raiyye’ kelimesinin ‘Müslümanlar’ anlamda kullanıldığı da görülmektedir. (Mustafa Sıbai, s. 80) Albert Hourani, Ortadoğu siyasetinde güç mücadelelerinin, geleneksel olarak ‘soyluların’ siyaseti olduğunu (A. Hourani, Ottoman reform ABD the politics if notables) ileri sürerken, bu görüşün zıttına bir görüşü ise başka bir oryantalist ileri sürmektedir. Fransız asıllı Protestan Diplomat ve İngiltere’nin Osmanlı Büyükelçisi Pauk Rycau göre 17. yüzyılın sonlarında Osmanlıda eksik olan şeyi şöyle açıklamaktadır: ‘Avrupa ülkelerinin aksine, yüksek mevkileri elinde bulunduran asil kana sahip bir ‘soylular sınıfı’ Osmanlılarda yoktur.’ (Michael Curtis, Şarkiyatçılık ve İslam, s. 61) “Gibb ve Bowen, İslamiyet’in şahsi teşebbüsün söndürülmesine neden olduğu iddia etmektedirler.  Halbuki Weber’in İslami bilgisi, Yahudilik ve Hristiyanlık hakkındaki bilgisine göre çok zayıftır. Ona göre İslam toplumu, akılcı bir kapitalist ruh ortaya çıkarmamış ya da çıkmasına katkıda bulunmamıştır.” (Bryan S. Turner, s. 24, 26) Weber, amaç olarak kapitalizmi hedeflemiştir ve ona ulaşan her şey iyi, doğrudur. Tersi ise, zararlı, yanlıştır.  Weber’e göre, İslam’da kapitalist gelişme için gerekli olan hukuk geleneği yoktur. (Bryan S. Turner, s. 93)  Oysaki Faik Bulut gibi ateist yazarlar da, İslam’ın kapitalizm arasında paralellik kurmakta (Yazarın, başta İslam Ekonomisinin Eleştirisi ve Tarikat Sermayesinin Yükselişi adlı eserleri; Milliyet, İslam kapitalizmi, 10.3.1997 ve özellikle İslam’ı anti emperyalist olmamakla suçladığı İslamcı Örgütler 1-2 adlı eserleri, bu ve benzeri iddialarla doludur. Halbuki, oryantalistlerin bile farkına vardığı şey, Batı emperyalizmine engel olacak tek gücün islam olduğunu gerçeğidir. Zaten yüzlerce yıldır çok yönlü olarak İslam ile bu nedenle savaş halindedirler.) iddia etmekte ve tıpkı oryantalistler gibi önyargılı, peşin hükümlü olduğu için de, kendisi gibi önyargılı oryantalistlerle aynı konuda birbirine zıt fikirler ileri sürmektedir. Doğal olarak da, gerek ateist gerek oryantalistler bu önyargılarından dolayı İslam’ın ruhunu asla kavrayamamaktadırlar.

“Batı üniversitelerindeki Müslüman doktora öğrencileri sınavı geçmek için oryantalist teorilerin bilmek değil, aynı zamanda bunların temelden ‘doğru olduğunu kabul etmek’ zorundaydılar.” (Asaf Hüseyin, s. 56) “Avrupa’da mastır ve doktora yapan öğrencilere sözlü sınavlarda daima sorulan soru şudur: “Schact’ın hadis’e olan ilişkin teorisi hakkında neler biliyorsun?” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 192) “Ezher Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve kahire Üniversitesi Edebiyat fakültesi mezunu Doktor Emin el Mısri, İngiltere’de, oryantalist Schacht’ın iftiralarına cevap vermek için bir tez almaya karar verir fakat diğer bir oryantalist olan Profesör Anderson, ‘onun kitabını tenkit tez konusu olmaz, abes bir şey olur.’ diyerek bu teklifi reddeder. Bunun üzerine üniversiteden ayrılarak Cambridge Üniversitesi’ne başvurur. Orada da aynı konuda tez almak ister fakat oradan da ret cevabı alır. Sonunda bu tez çalışmasından vazgeçmek zorunda kalır. Kısaca oryantalistlerin hilelerini açığa çıkaracak tezler hazırlamalarına müsaade edilmemektedir.” (Mustafa Sıbai, s.  91-94) “Oryantalist gelenek sanıldığı gibi güçlü değildir ve aynı zamanda çözülmemiş analitik sorunlar barındırmaktadır.” (Bryan S. Turner, s. 64) 

“İlk Kur’an tercümesi, Fransız papaz Peter the Venerable’in önderliğinde, Robert von Ketton tarafından yapılan Kur’an tercümesidir.” (Hıdır, s. 139-140) Müsteşriklerin yaptıkları çevirileri üzerine yaptığı araştırmalar sonucu Prof. Dr. Salih Akdemir şu tespitte bulunmaktadır: “Onlar (müsteşrikler) tarafından yapılan tercümelerin sağlıklı olmadığı, kasıtlı ya da kasıtsız birçok hata ihtiva ettiğinini özellikle belirtmek isteriz.’’ (Salih Akdemir,  Cumhuriyet Dönemi Kur’an tercümeleri, s. 42) Zaten Kur’an’ı ilk tercüme ettiren Fransız başrahip Pierre le Venerable, “İslam’ı yaymak için değil, ona reddiye yapmak için çeviri yapıyoruz, İslam’ı yenmek için onu tanımak gerekir.” (Jacques  Waardenburg, E. De l’Islam,  VII/738; M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması,  s. 29) derken, yazdığı İslam tarihi Türkçeye de çevrilen ve birçok insanın zihnini bulandıran Leone Caetani, “Vazifelerimizden biri, bu savaşçı dinin insanlığa verdiği zararı tarafsız olarak anlatmaktır. İslamiyet, inananlarının derin inançları dolayısı ile Hristiyanlık mezhebinin ilerlemesine büyük bir engeldir.” (Annali Dell’İslam, II/16-20) diyerek yapılan tüm bu çalışmaların  objektiflikten ve ilmi olmaktan ne kadar uzak olduğunu da itiraf  etmektedirler. Yazdığı eserin cevaplarının özet hali bu çalışmamızın ayrı bir bölümünde ele alınmış olan Caetani, peygamberimizle ilgili birçok ithamda bulunmuş ve sonra bu iddialarını çürüten rivayetler için, sonradan uydurulmuşlardır anlamında; “Daha sonraki fikirlerin yansımasıdır.” (Leon Caetani, İslam tarihi, I/389-390) diye sübjektif bir değerlendirmede bulunmuştur. Yani bu oryantaliste göre, Efendimizi öven veya iftiralarına cevap veren rivayetler “Muhtemel değildir”, “Sonraki fikirlerin bir yansımasıdır.” Ama İslam’a saldırı malzemesi olabilecek olan her rivayet sağlamdır, güvenilirdir. Hemde bu rivayetler dini değil, havyalarla ilgili edebi bir eserde olsa bile! Dolayısı ile, bir şeyin sağlamlığının ölçüsü ilmi bir takım kriterlere uyması değil, oryantalistlerin gönüllerindeki duygulara hizmet etmesi ile ölçülebilmektedir. Yine Caetani, Hişam b. Urve’nin Hz Aişe’den hadis rivayet edemeyeceğini çünkü Hişam’ın vefat tarihi 146 iken Hz Aişe’nin vefat tarihinin ise 58 olduğunu, dolayısı ile bu iki kişinin birbirlerini görmeleri imkansız olduğunu da ileri sürer. Bu şekliyle iddia doğru gözükse bile aslında Caetani bir şeyi gizlemektedir. Hadisi rivayet eden Hişam hadisi “babasından” almış, babası Hz Aişe’den dinlemiştir! Ama Caetani ‘babasını’ isnad zincirinden silince ortada birbirini görmesi imkansız iki ravi kalmaktadır! Caetani bir taraftan “hadisleri daha çok genç sahabece aktarılmış, Ebu Bekr, Ömer, Osman gibi daha yaşlı sahabe ise neden daha az aktarmış?” diye sorarken, diğer taraftan da, “Hadisler bize, II. Hicri asırda yaşayan Müslümanların, ‘Muhammed’in ne söylemiş olmasını istediklerini’ gösterirler. Muhammed’in ne söylediğini bildirmezler.” diyerek, aslında birçok oryantalist gibi, hadislerin II. asır Müslümanlarının uydurduğunu ileri sürmektedir. Eğer genç sahabeler hadisleri uydurmuşsa, II. asır Müslümanlarını bu oryantalistin devamlı suçlamasının nedeni nedir? Hadisler II. asırda uydurulmuş olsa idi, hadis rivayetini genç  sahabeye söylettirip 1300 sene sonra gelecek olan oryantalistlerin bile eline itiraz edebileceği bir koz vermek yerine, neden Hulefa-yi Raşidin, Aşere-i mübeşşereden rivayet ettirmemişlerdir? Hem sonra neden uydurdukları hadislerin sıhhat derecelendirmesini yapmak için, uydurulan isnad zincirindeki insanların hayatlarını tek tek araştırıp ciltler dolusu eserler yapma zorunluluğu hissetmişlerdir? Onlar mı çok saftı, Caetani mi çok kurnazdır? Ayrıca genç sahabelere hadis rivayet etme hakkı tanımayanlar, 1300 sene sonra, hem de Hristiyan oldukları halde nasıl İslam tarihi yazma hakkını kendilerinde görebilmektedir? Yine ‘neden daha yaşlı sahabeler hadis rivayet etmedi?’  diyen Caetani, yaşlı sahabe diye adlarını saydıkları arasında yer alan Ebu Bekir’in evinin mescide bir mil uzakta olduğunu ve ticaretle uğraştığını, Ömer’in de ticaretle uğraşıp günaşırı Medine’ye gelebildiğini, Hz Osman’ın da hurma ticaretiyle uğraştığını ama mescidin yanında bulunan ve kendilerini ilme adamış bu genç sahabilerin daima efendimizle içli dışlı olup O’ndan daha fazla hadis rivayet edebilmelerinin gayet normal olduğunu nasıl olur da kavrayamaz? Bu arada II. asırda, Ebu Hureyre’nin haberi olmadan kendilerini ravi gösterip hakkında hadis senedi uyduran (!) Muhaddisler yüzünden Caetani neden Ebu Hureyre’yi suçlayıp eleştirmektedir? Ateist iken sonradan İslam’la şereflenen A. Can Meriç’in tespiti çok yerindedir: “Hz Muhammed yaşamamıştır gibi ilginç bir iddianın sahibi aynı zamanda, evlilikleri üzerinden itirazın da sahibi olabiliyor. Özellikle oryantalist yazarlar bu açıdan ilginç örneklerdir.” (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 142-143) Yaşamamış birinin evlilikleri üzerinden neden bu hayali kişi suçlanmaktadır?! Ülkemizde ateizmin yayılmasında yazdığı eser nedeni ile önemli bir yer tutan Caetani’nin çarpıtmalarına örneklere devam edelim. İbn-i Abbas, peygamberimizin eşi Meymune annemizin yeğenidir. Yani Meymune annemiz, İbn-i Abbas’ın teyzesidir. Ayrıca İbn-i Abbas, peygamberimizin de amcasının oğludur. Abbas ‘akıl baliğ olmadan önce’ küçük bir çocuk iken, bir gece efendimizde misafir kalır ve onlarda geceler. Gece yatakta efendimiz ve eşi yastığın uzunluğuna başını koyar, küçük Abbas ise enine. Sonra gece efendimiz -Kendisine farz, ümmetinin ise kılmakta serbest bırakıldığı- gece namazını kılmak için kalkar. Abbas’ta uyanır ve onunla kalkar, efendimiz başını, kulağını okşar (Bunlarda çocuk olduğunun delilleridir) ve beraber namaz kılarlar. Abbas daha sonra bu çocukluk devri hatırasını anlatır. (Buhari, I/53-53) Ama Caetani (İslam tarihi, V/199) bu olayı eserinde nasıl aktarır: “Hureyre kendi kendine paye vermek, Muhammed’le samimiyetini göstermek için, Muhammed ve zevcesi ile aynı yatakta yattıklarını anlatır.” Caetani, yastığı, yatak; Abbas’ı çocuk değil, delikanlı; Meryem ve efendimizi ise akrabası olmayan biri gibi göstermiştir! Caetani, Nisa 15. ayette geçen, “Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara sizden dört şahit isteyin. Eğer şahitlik yaparlarsa, ölünceye kadar veya Allah onlara bir çıkış yolu verinceye kadar evlerde tutun.” ayetini bakın nasıl anlamıştır? Ayeti okuyan herkes, bunun bir ev hapsi cezası olduğunu hemen anlar ama bakın Caetani bu ayeti nasıl yorumlamaktadır: “Kur’an iki yerde zina cezasında bahseder. Birincisi kadını canlı canlı bir yere kapayarak açlıktan öldürmek…!” (VI/348) Caetani Hayber savaşı sırasında efendimizin dua ettiğini ve “Allah’tan hücum edeceği memleketteki bütün malları, kendine bahşetmesi için yalvardığını.” yazar ve “Müslümanların büyük kısmının kafirlerin mallarını elde etmek için bu yeni dine girdiğini” de (V/82-83) iddia eder. Peki gerçek aslında nedir ve Efendimiz nasıl dua etmiştir?  Efendimiz duasında, Allah’ın büyüklüğü andıktan sonra şöyle devam eder: “Ey her şeyin sahibi Allah’ım! Senden bu yerin, hayrını ve iyiliğini, ‘bu yerin halkının, hayrını ve iyiliğini, bu yörede bulunan her şeyin hayrını ve iyiliğini’ dileriz.” (İbn-i Hişam, III/343) Efendimiz savaşacakları yerin halkının iyiliğini dahi dualarında Yaradan’dan talep etmektedir. Onların sadece ‘Hayr’ını istemektedir! Hayr, yani güzellik, iyilik! (hayr, iyi yahut iyilik manasında ve jötülüğün karşıtı olarak kullanılır: İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, hyr maddesi) Devam edelim: Caetani, efendimizin “Ben çok şiddetli-öfkeli bir adamım, bazen gözlerim hiddetten kararıyor.” dediğini  iddia etmektedir. (İslam Tarihi, IV/351) Halbuki söz konusu söz bir duadır ve aslı: “Ey Allah’ım! Bende sonuçta bir insanım. İnsanların kızdığı gibi benimde bazen kızdığım, darıldığım olabilir.” (Vakidi, II/554-555; Ahmed b. Hanbel, X/233; Köksal, XIII/65) şeklindedir. Caetani yine ve birçok kez yaptığını yapar ve efendimizin Osman b. Ebi’l-As’a söylediği: “Ey Osman! Namazı itidal üzere kıldır. En zayıf olanları göz önünde bulundur, onların içinde yaşlı, küçük, zayıflar bulunabilir.” şeklindeki sözünü (Müsned, I/165) “En zayıfların (yani pek isteye isteye namaz kılmayanların) halini de göz önünde bulundur.” şeklinde tercüme eder. (VI/291) İslam muhaddislerini durmadan uydurmacılık ve yalancılıkla suçlayan İslam tarihi yazarı Caetani, İbni- Hacer’e  dayanarak “İbrahim’in cenaze namazının kılınmadığını” da ileri sürer. (I/93) Halbuki İbn-i Hacer, İbrahim’in cenazesinin kılınıp kılınmadığı hakkındaki iki rivayeti de sıraladıktan sonra, Nevevi’nin dört tekbirle namazının kılındığı görüşüne katıldığını belirtmektedir. (İbn-i Hacer, İsabe, I/93) Yine Caetani, İbn-i Hacer’e dayanarak bir hadisin kesin doğru olduğunu (VII/8) ileri sürer ki, aslında İbn-i Hacer  hadis hakkında İbni- Abdulberr’in “sahih değildir.” dediğini aktarmaktadır. (İsabe, I/94) Ayrıca Caetani’nin hayli önemsediği en büyük kaynağı İbn-i İshak bile, bu hadisin ravilerinden Abdullah b. Ebi bekr’in hadisini kabul etmediği görülmektedir. Yine Caetani, İbn-i Hacer’e dayanarak, “İbrahim’in ancak  sekiz ay yaşadığını.” aktarır ki (VII/9) aslında İbn-i Hacer, İbrahim’in sekizinci yılda vefat ettiğini bildirmektedir! (İsabe, I/95) Merhum Asım Köksal yazdığı mwşhur İslam tarihinde, Caetani’nin özentisizliği (XII/89, XVI/ 412); yanlış okuma (XIII-XIV/8 XV/37, XVII/332); Kaynakları yanlış-keyfi değerlendirme-yorumlama (XIII-XIV/57, 83,90, XIII-XIV/101, XV/142, XVI/70, XVII/110,132,140); Olayları ve okuduğunu kavrayamama (XIII-XIV/71, XV/552, 562, XVI/80,101,112,272,329, 353, 399, 403, XVII/32, 85, XVII/120,165); İsimleri karıştırma (XIII-XIV/96,286); yanlış tercüme (XIII-XIV/236, XV/519, 523,544, XVI/291, 375, XVII/30, 41, 49,87,88, 90,91, XVII/120,124,144,149,160, 162,173,174,176, 178, 217); çelişkiler (XIII-XIV/56,83); arzu ve amacına uygun, tek kaynaklardan aldığı haberleri değiştirerek aktarma (XV/27-29, XVI/86,91,440); kaynakları tahrif (XV/48, 133,XVII/135,185, 317) şeklindeki eksikliklerine bir çok örnekler vermektedir. Tüm bunlardan sonra hadis alimlerini hadis uydurmak, tahrif etmek ve “Müslüman hadisçiler bazen çok saf bir şekilde  boş boğazlık yaparlar.” (V/285) şeklinde suçlamalarda bulunmakta olan Caetani’nin önce kendisinin aynaya bir bakması lazım gelmez mi? Kısaca Caetani defalarca tarihi rivayetler arasında dilediğince dolaşmakta, istediğini alıp istemediğini görmezlikten gelmekte, anlamamakta, anlamak da istememektedir! Uzatmadan son bir örnek ile bitirelim ki, Merhum Köksal’ın Caetani’ye verdiği cevaplardan oluşan ve özeti bu çalışmamızda da olan kitabında bu konuda birçok örnek mevcuttur. Hz Aişe, ‘Hayber fethi olunduktan sonra’ sade yaşamında belki çok az da olsa bir değişiklik olur düşüncesi ile “Hayber fethedildiğinde (Bu söz bile fetihten sonra sözün söylendiğinin delilidir) artık, hurmaya doyarız.” diye insani bir temennisinde bulunur. Dikkat lütfen, ‘altın, mal, atlas, ipeğe doyarız’ değil, zaten Arap çöllerinde bolca bulunan ‘Hurma’ya, azıcıkta olsa doymak ümidini’ dile getirmektedir Hz. Aişe. Caetani ise bakın bu sözü nasıl yorumlamaktadır: “Anlaşılıyor ki, Hayber’i zapt etmeyi, açlıktan kurtulmak için arzu ediyorlardı.” (V/65) Evet, tüm oryantalistler gibi Oryantalist Caetani’nin eserleri ile tüm ateistler gibi, mesela İlhan Arsel’in eserlerinin İslami kaynakları yorumlayış tarzları da hep aynıdır; Önyargılı, subjektif, bilimsellikten uzak ve düşmanca! “Ulrich Harmann’ın ifade ettiği gibi oryantalistler özellikle “İslam hakkında düşmanca bir ruh” taşımaktadırlar. Batının çıkarları doğrultusunda işlev gören oryantalizm, Batı’nın İslam ülkelerindeki menfaatleri devam ettiği müddetçe de önemini koruyacaktır.” (Hamdi Zakzük, s. 49-50, 52) Mustafa el-Azami’nin ‘Kur’an Tarihi’nden, oryantalistlerin ilmi seviyeleri konusunda bir örnek daha aktaralım: Prof. A. J. Wensinck, İslam’daki kelime-i şehadetin peygamberimizden sonra  Suriye’deki Hristiyanlardan Sahabelerce alındığını iddia eder. Wensinck, kelime-i şehadetin namazda devamlı okunduğunu öğrenince iddiasını değiştirip, namazın da peygamberimiz zamanında olmadığını, sonradan sahabelerce uydurulduğunu ileri sürer. Halbuki kelime-i şehadet, ezan ve kamette okunmaktadır ve ne yazık ki Wensinck, ezan ve kametin İslam’a ne zaman girdiği (!) konusunda bizi bilgilendirmemiştir! “Bugün Doğunun birçok yazılı eseri, Batı müzelerini süslemektedir. Ama aslında bu durum avcının avladığı geyiğin kafasını salondaki şöminenin üstüne asmasına benzemektedir.”(Bulut, s. 9-10) “12. ve 13. yüzyıllarda İslam’ın kendisini nasıl tanımladığı değil, İslam’a karşı Hristiyanların olumsuz olarak nasıl ikna edilebileceği önemli görülmüştür.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 82) Bu bakış açısı asla değişmemiş e aynen devam etmektedir. “Oryantalistler Kur’an’ın kendini nasıl tanımladığına bakmazlar. O insan ürünüdür ve bu bilgi asla sorgulanamaz.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 191)

Protestan’ların kurucu lideri Luther, ‘Theodor Bibliander’ tarafından Latinceye tercüme edilen Kur’an’a bir önsöz yazarak, ”Kur’an’larının ne kadar tanrı belası, ne kadar bozuk, ne kadar umutsuz, yalanlar ve uydurma efsanelerle dolu bir kitap olduğunu Hristiyanlara göstermek suretiyle Muhammed’e ve Türklere bundan daha çok can sıkacak ve daha fazla zarar verecek bir şey olmaması beni buna sevk etti” notuyla Basel kent konsiline tercümeyi sunmuş ve 1543’te de bu çevirinin basılması sağlanmıştır. (Hakan Olgun, Luther ve Reformu, s.191) “Luther, Riccoldo da Monte di Croce’nin Kur’an karşıtı kitabını tercüme etmiş ve amacının, ‘Muhammed’in inancının ne kadar bozuk olduğunu Almanlara öğretmek’ olduğunu ifade etmiştir.” (Hıdır, s. 206) Protestanlığın kurucusu “Luther’in bu eser ve söylemleri, günümüzde de radikal evangelist Protestanların “İslam karşıtı-kültürel ırkçı” söylem ve eylemlerinde etkilidir.” (Hıdır, s. 204)

“20. yüzyılda İslam ve Müslümanlar hakkında sert ve radikal kampanyaların hız kesmelerinin esas nedeni, bilimsellikten ziyade, soğuk savaş ortamıdır. Ama Doğu bloku yıkılınca İslam yeniden düşman ilan edilmiş, ortaçağ söylemi güncellenip yeni modern argümanlarla tekrarlana gelmiştir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 121) “Sovyet komünizmin çöküşü, İslam’ın global konumunu çok önemli, ancak sorunlu hale getirmektedir.” (Bryan S. Turner, Oryantalizm, postmodernizm ve globalizm, s. 31) “Batının İslam dünyasına bakışını esas belirleyen bilimsellikten ziyade, Batının ‘Ben’ merkezci medeniyet algısı ve ‘öteki’leştirici tavrıdır. Doğu blokunun yıkılmasından sonra Batı, düşman olarak artık komünizmi değil İslam’ı görmeye başlamıştır. Özetle oryantalizm, ortaçağdan itibaren İslam’a karşı olan negatif tutumunu güncelleyerek devam ettirmektedir.” (Özcan Hıdır, s. 366, 370) “Huntington, ‘Globalleşen dünyada mücadelenin asıl kaynağı ideolojik veya ekonomik değil kültürel’dir” (Hilmi Yavuz, Modernleşme, Oryantalizm ve İslam, s. 54) derken aslında yeni bir şey söylememekte ve sadece oryantalist söylemeyi tekrarlamaktadır.  Jos Krassen, “İdeolojik tehdit (Rusya) var iken, Türklerin başka dinden veya başka medeniyetten olmalarına hiç önemsenmezdi. Sovyet tehdidi ne zamanki son buldu, Avrupa gerçek yüzünü Türklere gösterdi. Avrupa’nın yüzü, oryantalizmin ve Hristiyanların gerçek yüzüdür.  (Hilmi Yavuz, s. 55) “Batı, genellikle kendini güvensiz hissettiği durumlarda Hz Muhammed’e saldırmış, yardıma ihtiyaç duyduğu durumlarda (Mesela Sovyet tehdidine karşı) ise dost ilan etmiştir. Avrupa’nın din düşmanı olduğu söylenemez. Buda, Zerdüşt, Konfüçyüs gibi din kurucularına olumlu yaklaşırlar. Söz konusu din, İslam olunca sorun başlamaktadır. (Prof. İbrahim Sarıçam, Prof. Seyfettin Erşahin, Çağdaş çalışmalar ve oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 218) “Haçlı saldırılarının getirdiği yenilgi ve taşıdıkları dini taassup, oryantalistleri İslam’a düşman bir konuma oturtmaktadır.”  (Adnan Muhammed Vezzan, s. 97)  Kısaca,  Muhammed Gazali’nin de ifade ettiği gibi, “Oryantalistler sadece İslam’a düşmandır.” (Gazali, Difa’ anil-Akide ve’ş-Şeria zıdde Metaınil-Müsteşrikin, s. 13)

“Batı, İslam düşmanlığını başka etiketler altında devam ettirmektedir. Eski nefret ruhu hala akademik etiketler altında sürmektedir.” (A.L. Tibawi, Enver Abdülmelik, Hamid Algar, Krizdeki oryantalizm, s.117,  118, 124) “Batı, İslam kültürüne karşı derin nefret” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 15) duyar. “Oryantalistler ‘had safhada/aşırı derecede taraflı’ insanlardır.” (A.L. Tibawi, Enver Abdülmelik, Hamid Algar, Krizdeki oryantalizm, s. 145) “Mustafa es-Sıbai, oryantalistlerin özelliklerini şöyle sıralar: İslami metinleri, önceden verdikleri peşin hüküm-kararlarla değerlendirmek; metinleri, şüphe oluşturmak için anlamından saptırmak; kaynak göstermede rahat ve serbest davranmak.”  (Adnan Muhammed Vezzan, s. 14) “Oryantalistler, araştırdıkları tarihi olaylarla, bunların sebep ve sonuçlarını ortaya koymakta taraflı tutum takınırlar.”  (Mustafa Sıbai, s. 81) “Batılı oryantalistler çoğunlukla taraflı, olumsuzluğa ve gerçeğin inkarına daha yakın olmuşlardır.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 173)  “Birbirini ‘tekrarlayan’ ve birbirinden ‘alıntılarla’ yapılan iddialar, ‘bilimsel kılıf’ seviyesine ulaşabilmektedir.” (Tibawi,  Enver , Algar, s. 128) Oryantalistlerden hemen tamamına yakınının kendilerinden öncekilere bir şekilde atıfta bulundukları görülmektedir. (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 411) “Batının bütün İslami inceleme ve araştırmaları ile bilimsel gerçeklikler arasında daima şu iki engel bulunmuştur: Avrupa siyaset adamlarının ve askeri kesimin dini taassubu. Batılıların son iki yüzyılda uğraştıkları maddi ve ilmi güç, tarihçi ve yazarlarının gurura kapılmalarına neden olmuştur.” (Mustafa Sıbai, s. 96, 97) “Oryantalistler Avrupa merkezcidirler. Bilimsellikten önce siyasi kanaatlerini önplana çıkarırlar. Mükemmel avukat, kötü yargıçtırlar.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, Krizdeki oryantalizm, s. 150-151,154; Adnan Muhammed Vezzan, s. 106) “Muhammed Esed, ‘Yolların Ayrılış Noktasında İslam’ adlı eserinde, Oryantalistlerin en ileri gelenleri bile, İslam konusunda inceleme ve yazılarında kendilerini bilimsel olmayan tarafçılığa kaptırmaktan kurtulamamışlardır. (Muhammed Bakır el-Hakim, Oryantalistler ve Kur’an hakkındaki şüpheleri, s. 23) demektedir. İslam daima yargıçların önünde duran bir sanıktır. Oryantalistlerin yargılama yöntemleri bize engizisyon mahkemelerini hatırlatmaktadır. Her meseleye daha önceden varılmış bir netice ve hüküm açısından bakıyorlar. Oryantalistler, kanıtlarını daha baştan ulaşmayı tasarladıkları sonuca göre seçmektedirler. (Muhammed Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslam, s. 49-50; el-İslam ala Müfteriki’t-Turuq, s. 53) “Oryantalistlerin İslam’a beslediği kin ve nefret kadar başka kültürlere düşmanlık beslemezler. Birçokları için İslam, yargıcın karşısında duran bir sanık durumundadır. Oryantalistlerin tutumu bize, engizisyon mahkemelerinin tutumunu hatırlatmaktadır. Oryantalistler tüm araştırmalarında sonucu önceden kararlaştırmışlardır. Onlar İslam’ı, kendi anlayış ve düşünce değerlerine göre değerlendirir ve mahkum ederler. ” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 20, 57) Ganalı Müslüman araştırmacı Jabal Muhammad Buaben, ‘Image of the Prophet Muhammad in the West’ adlı eserinin I. bölümünde, ‘Oryantalistlerin İslam’ı ve onun tarihini ele alırken kullandıkları rivayetlerin hemen tamamında, kendi işlerine yarayan, kendi tezlerini kuvvetlendirecek rivayetleri ele aldıklarına, diğer görüşlere ise yer vermediklerinin altını çizmektedir. (Buaben, Image, s. 4) “Oryantalistler, bilgiler içinden iddialarına uygun olanları seçerek, peygamberimize saldırmayı da ihmal etmemişlerdir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 47, 116) “Oryantalistler cımbızlama yöntemi ile kaynaklardan alıntılar yaparlar ama ‘aynı kaynaklardaki verilen cevapları’ göz ardı ederler.” (Ali Bulaç, Kur’an’a Deist itirazlar, Umran, Kasım 2011, 207. Sayı, s. 60-67) “Batılı oryantalistler de, kaynakları tanımasına rağmen onlardaki bilgileri çarpıtmaktan, işlerine geleni cımbızla çekip almaktan ve işlerine geldiği gibi bir metot uygulamaktan geri kalmamışlardır.” Tilman Nagel, ‘Die Islamische Welt Bis 1500’ adlı eserinde, ‘Avrupa’da ortaçağdan 19. yüzyıla kadar peygamberin siyah renklerle karakterize edilmediği ya da peygamberliğinin alaylı bir şekilde tartışılmadığı an adeta yok gibidir.’ demektedir. Dolayısı ile oryantalizmde “Bilgi yerine kurgu hakim olmuş, amaç Hz Muhammed’i sahte peygamber olarak göstermek olduğundan, ulaştıkları tüm kaynaklara bu açıdan bakmışlardır.” (Sarıçam, Erşahin, Özdemir, s. 448) Batıda ilk ansiklopedi olarak kabul edilen, ‘Bibliotek Orientaile’de D’Herbelot’ adlı eserde şu yazmaktadır: “Muhammed; meşhur düzenbaz.” (Hıdır, s. 96) Efendimizi düzenbazlıkla suçlayan Avrupalılar, “İbni Sina ve İbn Rüşd gibi Müslüman filozofların gizli Hristiyan olduklarını ise iddia edebilmekte idiler. (Prof. İbrahim Sarıçam, Prof. Seyfettin Erşahin, Çağdaş çalışmalar ve oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 203)  

H. Stubbe’nin, 1671’de yazdığı peygamber öven eseri ‘An Account of the Rise’ ancak 1911 yılında basılabilmiştir. (Hıdır, s. 98; İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, s. 209) 1832 tarihinde vefat eden Goethe, peygamberimizi öven şiirler yazmış, ‘İslam’ adı ile eser ancak 2013 tarihinde Türkçe olarak yayınlanabilmiştir! 18. yy. boyunca daha objektif yaklaşımlarla İslam hakkında yorumlar yapılsa da, amaç “Daha etkin metotlarla Hristiyanlığın İslam’la mücadele etmesini sağlamaktan” başka bir şey değildir. Mesela Hadrian Reland, ‘Diyanetü’l-Muhammediye’ adlı eserini yazma amacını “Şeytanın tuzak ve hilelerini derinlemesine ortaya çıkarmak ve İslamiyet’i daha iyi tanıyarak onunla en güvenilir ve en güçlü bir şekilde savaşmak” olduğunu belirttiği halde, yazdığı bu kitap Katolik Kilisesince okunması yasaklanan arasına eklenmekten kurtulamamıştır. Bu dönemin “daha ılımlıları” arasında sayılan Simon Ockley bile, peygamberimizi “Kötü ve hilekar” olarak nitelendirmektedir. (Hamdi Zakzük, s. 35)

İstisnai olarak Michael H. Hart, Lev Tolstoy, Thomas Carlyle peygamberimizi öven yazılar yazmışlardır. Örneğin Goethe, Mahomets Gesang adlı şiirinde Hz Muhammed’i över. Ünlü divanında: “Kur’an için, onun kitapların kitabı olduğuna, Müslümanlık gereği inanıyorum” der. Thomas Carlyle ise, ‘On Heroes Hero-Worship and The Heroic in History’ adlı eserinde Hz Muhammed için, “kahramanın en büyük özelliği samimiyetidir, bu da onun görüşünün doğruluğunun bir sonucudur. Peygamberler arasında kahraman olarak ele alınmaya müsait en uygun örnek, Hz Muhammed’dir.” (Thomas Carlyle, Kahramanlar, s. 65-66) demektedir.

Özetle, “Oryantalizm ne Batılıların İslam’ı, ne de Müslümanların Batıyı daha iyi anlamasına bir katkı sağlamamıştır.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 139) Bundan dolayı da,  bu kadar önyargılı eserleri yüzlerce yıldır yazan oryantalistlerin kitaplarından etkilenip ateist olan veya sekülerizme kayan insanlarımızı uyarmak bizim en önemli görevimiz olduğunun tekrar altını çizelim!

Oryantalistlerde insanlık aramak

Oryantalistler ‘bilimsel araştırma’ kılıfı altında elde ettikleri bilgileri bağlı oldukları devlet yöneticileri ile paylaşmakta ve “Irkçılığı körükleyip bütünlük içinde yaşayan halkları bölmek suretiyle küçük gruplar haline getirip, böl, parçala, yönet formülünü uygulamayı hedeflemektedirler. “Oryantalizm, farklılıklar ve ayrılıklar konusuna önem vermektedir.” (Bryan S. Turner, s. 122) “Siyasi işgal ve emperyalizmi ondan daha kurnaz ve yıkıcı olan kültür emperyalizmi izler. Oryantalist eğitim ve misyonerlik, Müslümanların yaşadıkları hayat hakkında şüpheler yayma görevinde işbölümü yapar.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 239) “Oryantalistlerin eserlerinde en göze çarpan husus, yazdıklarının kendi şahsi görüşleri olmayıp, bir tabiat kanunu gibi, kimsenin soru sormaya cesaret edemeyeceği, itiraz edemeyeceği mutlak hakikatler gibi sunulmasıdır. Küstahlık ve gururda o kadar ileri gitmişlerdir ki, Müslümanlara dinlerini nasıl reforme etmeleri gerektiğini emretme hakkını kendilerinde görürler.” (Meryem Cemile, İslam ve Oryantalizm, s. 128) Hatta kendilerini o kadar bu işe kaptırmışlardır ki, artık dinimizi bile onlar bize öğretmeye kalkmaktadır.

“Biz, İslam’ın eskiden olduğu gibi aynı tekdüze biçimde kalmasına müsaade etme hakkına haiz değiliz. İslam değişecektir. İslam’ın realize edilmesinde, biz Hristiyanlara az görev düşmüyor.” (Misyoner Prof. Kenneth Cragg, The Call of the Minaret/Minarenin çağrısı, s. 208) Aslında bu iddialı cümleler şu görüş yanında hiçbir şeydir: Alphonse Mingana, “İslam alimlerinin baştan beri Kur’an’ı hem yanlış yazmış hem de yanlış yorumlamış olduğunu” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 63) ileri sürmüştür. Ve “Tüm oryantalistler gibi Smith’te, Müslümanlara akıl vermekten geri kalmaz: “İslam’ı aydın bir insanın kabul edebileceği bir hale getirmek gerekir. Kuralları yeni anlayışa göre formüle edilmelidir.” (Wilfred Cantwell Smith, Modern Çağda İslam, s. 178) Bu formüller nelerdir? Arapça yasaklanmalı, camilere sıra konmalı, batı stili org eşliğinde ilahiler söyleyen korolar oluşturulmalıdır. Smith, amacının Hristiyanlığa adaptasyon olmadığını da ısrarla belirtmektedir. Amacı sadece ortaçağ anlayışı yerine modern anlayışın oturtulmasıdır! (Smith, Modern Çağda İslam, s. 204) Halbuki aslında “Oryantalistlerin sömürgecilik hedefi söz konusudur. Müslümanların kendi kültürlerine olan güvenlerini zayıflatmaya, çeşitli ülkelerde yaşayan Müslümanlar arasındaki kardeşlik ruhunu zayıflatmak için, İslam öncesi var olan ırkçılık duygularını canlandırmaya, aralarındaki anlaşmazlık ve ihtilafları artırmaya” (Mustafa Sıbai, s. 51) çalışmaktadırlar.

“İslam medeniyetini yok sayıp, tarihi köklerinden kendilerine yeniden bir medeniyet kurma hayali, bağımsızlığını kazanan hemen hemen Tüm İslam ülkelerinde yaşatılan ve sonradan üretilmiş bir ideolojidir!” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 9-17) Oryantalistler “Müslümanların ruhundaki manevi direnme gücünü kırmak için İslami eserleri incelemişlerdir. Sonunda Arap ülkelerinde, zamanla izleri silinmiş, Arapların Müslüman olmalarıyla adı sanı unutulmuş tarihi ırkçılığı körüklrmişlerdir. Mısır’da firavuncuğu, Suriye Lübnan ve Filistin’de Fenike’ciliği, Irak’ta Asuriliği canlandırmaya çalışmışlardır.” (Mustafa Sıbai, s. 40) “Mısır’da firavunculuk, Suriye’de ve Irak’ta Asurculuk, Kuzey Afrika’da Berberilik, Suriye ve Lübnan’da Fenikecilik, Türkiye’de Şamancılığın diriltilmesini teşvik etmişlerdir. (Muhammed el-Behiy, s. 218) “Mısır’da firavunculuğu, Irak’ta Asuriliği, Kuzey Afrika’da berberiliği canlandırmaya gayret etmektedirler.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 44) “H. Corbin gibi kimi oryantalistler, mezhepçilik ve fırkacılık ateşini körüklemeye gayret etmiştir. İran’ın İslam öncesi tarihi ile ilgilenip, İran’da 2500 yıllık bir monarşi görüşünü öne süren Pehlevi’ye yazdıklarıyla katkıda bulunmuştur.” (Asaf Hüseyin, s. 67)  “Oryantalistler, Hindu Müslümanlara İslam öncesi geçmişleri için sistematik bir bakış açısı sağlamıştır.” (Philip G. Altbach, Gail P. Kelly, Sömürgecilik ve eğitim, s. 36) “Fransız Katolik enstitüsü üyesi olan Baron Carra de Vaux, İslam dünyasında milliyetçilik duygusunu canlandırmak ve dini cemaat düşüncesini zayıflatmak için farklılıkları vurgulayarak, İslam dünyasını parçalamayı tavsiye etmişti. Çünkü, sömürgeci güçleri rahatsız eden İslam, bir tehlike oluşturuyordu.” (Asaf Hüseyin, s. 52) İlk Türkoloji Fransa’da kurulmuş, ilk ırkçı fikirler Yahudilerden çıkmıştır.” (Pr. Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve oryantalistler, s. IX) “Mısır milliyetçiliği ve İran’ın bağımsızlığı için yürütülen kampanyalara  Edward G. Browne destek olmuş, Arap milliyetçiliğini W. S. Blunt tarafından desteklemiştir. Michael Curtis, “Batılıların Doğu ülkeleri üzerinde yürüttükleri çalışmaların Doğu üzerinde güce sahip olma arzusuna sahip emperyalist veya sömürgeci bir yaklaşımla sıkı sıkıya bağlı ‘olmadığını’ belirtmek yerinde olacaktır. Doğu üzerinde yürütülen Batılı çalışmaların bir tür ‘sömürgeci güç olduğunu tartışmak’ mantıksızdır.”  demekte ve Napolyon’un Mısır işgalini, “bir çeşit Kahire’yi modernleştirmek” olarak yorumlamaktadır! Yine ona göre, “Haçlı seferleri, Arapların servetini ya da topraklarını ele geçirmek için açgözlü bir istekle başlamamıştı. Aksine, Haçlı Seferleri katılımcılar için maliyetli bir girişimdi.” (Michael Curtis, Şarkiyatçılık ve İslam, s. 7, 11, 22, 28) Avrupa bu sömürgecilik hareketini, modernleştirme/medenileştirme söylemiyle yapmıştır. Avrupa kendini evrensel değerlere sahip takdim etmiştir. (Samir Amin, Avrupa-merkezcilik, Bir ideolojinin eleştirisi, s.15; İmmanuel Wallerstein, Avrupa Evrenselciliği,  iktidarın retoriği, s. 40)

İslam modeli dialog üzerinden, Batı modeli çatışma üzerinden bir değerlendirmedir. Medeniyet götürmek “beyaz adamın yükü” ise, dünyanın geri kalanı Batıdan o yükü sırtından indirmesini rica edecektir. (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 118) Batının tüm amacı, ekonomik olarak maliyetli olsa da, Doğu’ya özgürlük getirmek ve onları medenileştirmektir! Sömürge amaçlı olmayan bu çalışmalara emperyalist yakıştırması da mantıksızdır zaten! Öyle ya, “İslam Orta Çağa sıkışıp kalmıştır. Batı tarafından çıkarılması gerekmektedir. Bu siyasi işgal ya da ekonomik işgal şeklinde olabilir. O halde Batılı bireylerin, İslam coğrafyasında yaptıkları için vicdan azabı çekmesine gerek yoktur. Çünkü ‘Batı, medeniyete kavuşturmak için’ işgal etmektedir. Doğu, Batı tarafından zorla geliştirilmelidir… Bunun sömürgeciliği meşru kılan yapısı oldukça açıktır.” (Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 351, 353) “Oryantalizm, merkezi Avrupa olmak üzere, dünyanın her yerinde kolonicilik ve emperyalizmle hem eş anlamlı hem de eş amaçlıdır.” (Ömer Baharoğlu, s. 118) “Batı düşüncesinde medeniyet kavramı sömürgeciliğin öncü kolu olarak kullanılmış ve asli  manasından koparılmıştır.” 19. yıl Avrupa devletleri, insan topluluklarını köleleştirirken, ‘medenileştirme’ kavramına başvuruyordu.” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 16, 32) “Avrupalılar Medenileştirme görevlerinde kendilerini bir yetkiye sahip bulunmuş sanıyorlar. Haçlı ruhu da denilebilecek bu zihniyet, görünüşte kendisini insanlığı kurtarmaya görevli bir mümessil rolü oynamaktadır.  Bağımsızlıkları ortadan kaldırmak, Mukaddes sayılan her şeyi bozmak gibi işlere ‘Medenileştirmek’ ismi verilemez. (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s.  43-45) Batı Avrupa devletlerinin sömürgeler kazanma yöntemi iki türlüdür. Birincisi; Ele geçirilen ülkenin yerli halklarının kendi çıkarlarına engel olabileceklerini hissederlerse, onları ortadan kaldırmakta güçlük çekmezler. Sağ kalanlar olursa onlar da Hristiyanlaştırılarak ancak kendilerine has bir ‘aşağı sosyal tabaka’ dairesinde kalırlar ve daima istilacılara hizmet etmekle görevlendirilirler. İkinci yöntem; Ülke halkının kendilerine özel medeni durumlara sahip olmalarıdır. Güya bunlar ülkelerine getirilen medeni idareyi bir türlü anlayamazlarmış: Dolayısıyla medenileştirmesi amacına ulaşmak için gerekli her türlü fedakarlığı yerine getirilmesi gerektiğinden, muhalefet edenler ‘zorla bastırılmalı’ imiş. (Halil Halid, s. 245)  “Avrupa, Doğuya aydınlık ve özgürlük götürme görevini üstlenmiş olarak kendini her zaman Doğunun efendisi olarak görmüştür. Aslında bu, sömürgeci girişimleri normal göstermek için ihtiyaç duyulan bir açıklamadan başka bir şey değildir.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. 13) Halbuki amaç, “Yeni pazarlar bulmak, memuriyet isteklerine Doğu ülkelerinde kadrolar tedarik etmek, artan nüfusa yerleşebileceği yerler temin etmektir.” (Halil Halid, s. 69) Servet kaynakları halkın istifadesinden ziyade istilacılarının kârı dikkate alınarak işletilir. Avrupalıların istila ettikleri Asya ve Afrika ülkelerinin birçoğu, ‘anonim şirketler’ vasıtasıyla yönetilmiştir. (Halil Halid, s.  251) Sömürge düzeninde asıl amaç “vurgunculuk hevesi, zenginlik hırsı, mal sahibi olma amacı ve hükmetme arzusudur” ve bunlar “medeniyet kılıfı ile saklanmaktadır.” Hristiyan aleminin işlediği barbarlıklara, medeniyet getirme ve insanlık hizmetleri adları takmaktadırlar! (Halil Halid, s. 281-282)

Emperyalizm, bedenden önce ruhların köleleştirilmesi programıdır. Kolonyal/sömürgeci toplulukların öncelikle zihin dünyalarının ele geçirilmesi gerekirdi. Bunun içinde kapsamlı ve disiplinli eğitim programları düzenlenmeli, kolonilerideki geri kalmış insanlar (!) eğitilmelidir. (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 110) Batının Yahudi-Hristiyan ve seküler medeniyeti, Avrupa ile sınırlı kalmayacak kadar büyük ve önemli bir hazinedir! Gerektiğinde zorla kabul ettirilmelidir… Sömürgecilik, modern Avrupa’nın kendini gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğu bir kaynaktır. Sömürgeleştirilmiş öteki üzerinden kurulan hayali kimlikler, Avrupalı aydınların kendilerini daha iyi ve daha üstün hissetmelerine de katkı sağlamaktadır. Avrupalı milletlerin kendi aralarında gözetmek durumunda oldukları eşitlik ilkesi, Batılı olmayan toplumlar için geçerli değildi. (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 111) Misyonerlerin Afrika içerisinde güya Hristiyan ve medeni yapmak iddiasında bulundukları yerliler, eşya ve sanayi işinde çalıştırmışlardır. (Halil Halid, s. 97)

Yani Said’in dediği gibi, “Doğu yalnızca Batının coğrafi komşusu değil, aynı zaman da en büyük, en zengin, en eski sömürgesidir.” (Osman Sarı, Oryantalizm üzerine bir araştırma, Yüksek Lisans Tezi, s. 10) ve “Oryantalizmin her zaman emperyalizmle el ele gitmiştir.” (Said, Kültür ve Emperyalizm; Jale Parla, Oryantalizm, Hayali Doğu, Atlas, Sayı: 96 s. 47) Batı ne zaman ki “Müslüman ülkelerin kaynaklarına el koyup, bir yandan da ulus devletler bölüp, iç savaşlar başlatmış” (Michel Chossudovsky, Müslümanların İblisleştirilmesi ve Petrol Savaşları, globalreserach.ca) bunu üzerine de “Doğulu, bu emperyalist düşünceye karşı direnmeye geçmiş, o zaman da ‘Doğu bir sorunu’ ortaya çıkmış.” (Osman Sarı, s. 97) ve bu defa medya kullanılarak Doğu yine suçlu olarak kamuoyunda gösterilmiştir!

Lamartine “Doğu ülkeleri üzerine araştırmalar yapıp, 1833 yılında, Fransız parlamentosuna bir proje sunar. “Roma Dünyası yeniden kazanacaktır. Modern Avrupa, eski Roma’dır. Avrupa; Asya ve Afrika’yı kolonize etsin. Uygarlığıyla ve ilerici dini ile oralarda yayılsın ve siz baylar, bu ‘kutsal insanlık zaferinin’ başına geçin.” (Lamartin, Doğu sorununa ilişkin görüş ve yazılar,  s. 31-32) Zaten “Amerika’da, Irak’a ‘Demokrasi, uygarlık ve barış getirme’ palavraları kullanarak sızmıştı.” (Ömer Baharoğlu, s. 120) “Batılılar Doğuyu, öteki olarak ele almış, ruhsuz bir obje gibi incelemişlerdir. Böyle bir yaklaşım, sömürgeciliği de kolaylaştıran bir ortam yaratmıştır.” (Ömer Baharoğlu, , s. 122) Bu nedenle “Fanon, ‘insanı düşünmekten başka bir meselesi olmadığını ilan etmekten vazgeçmeyen’ Avrupa’nın ‘her bir başarısının, insanlığın çektiği acılar pahasına gerçekleştiğini biliyoruz.” demektedir.” (Frantz Fanon, Yeryüzünün lanetlileri, s. 251) Jean Paul Sartre: “Eğer dayanabilirsen, kendimize bakalım. İnsanlığımızın çırılçıplak haliyle yüzleşelim. Gördüğümüz, bir yalanlar ideolojisinden, yağmaya mükemmel bir meşruiyet hazırlamaktan başka bir şey değildir. Tatlı sözler, duyarlılık iddiaları, saldırganlığımızın bir kılıdır.” (Yeryüzünün lanetlileri, s. 24; Jale Parla, “Hayali Doğu”, Atlas Dergisi, Mart 2001, s. 49; Ali Asker Bal, Oryantalist Resimde Bedenin Kolonileştirilmesi Bağlamında “Türk Hamamı” İmgesi, ACTA TURCICA, Yıl II, Sayı 2, Temmuz 2010, s. 22) “Batılıların; Amerika, Asya ve Afrika’da yaptığı soykırım ve sömürgeler neredeyse meşru ve haklıymış gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.” (Ömer Baharoğlu, s. 107) “Alphonse de Lamartine, ‘Doğu yolculuğu’nda, “Osmanlı İmparatorluğu yıkılırsa orada ‘uygarlaştırıcı’ bir yönetim kuracak ve bölgenin varlığı ve milliyet özellikleri güvencede olacaktır.” demektedir.” (Said, s. 121) Petrarca, Hristiyan Batının, Doğuya karşı ‘insanlığın son kalesi’ olduğuna inanıyordu. (Michael Curtis, s. 44) “İngiliz ekonomi politiği “Doğu toplumları, ancak yabancı bir işgal tarafından değiştirilebileceği” görüşünü kabul eder.” (Bryan S. Turner, s. 24) 

Siyonizm’in önderliğini yapan Balfour Deklarasyonu’nun fikir babası Arthur James Balfour, 1910 yılında İngiliz avam kamarasında şöyle bir konuşma yapar: “Doğulu ulusların bizim yönetimimiz altında olması iyi midir?  ‘İyidir’ derim ben! Onlar için Mısır’da olsak da, sırf onlar için orada değiliz, gene de Avrupa için oradayız.” (Said, s. 42) “Emperyalizmle ilerlemeyi özdeşleştiren Leroy Bealien, ‘Sömürgeciliğin, sömürülen topluma hayat kazandıracağını, hatta onun doğuşunu sağlayacağını.” Yazmaktan çekinmemiştir. Ona göre bir toplum, yüksek bir olgunluk ve güç düzeyine ulaştığında sömürgeciliğe girişir. Sömürdüğü topluma şekil verir, gelişimini gözetir ve doğuşunu sağladığı topluma hayat kazandırır.” (Agnes Murphy, Fransız emperyalizmin ideolojisi, aktaran, Necdet Sevinç, Osmanlı’dan günümüze misyonerlik faaliyetleri, s. 22) “Gabriel Charms daha açık konuşur: “Avrupalı güçler Doğuda olmayınca, Akdeniz ticaretimiz bitti demektir. Asya’daki geleceğimiz bitti demektir. Güney limanları bizim için öldü demektir. Ulusal zenginliğimizin en önemli kaynaklarından biri kuruyup gitti demektir.” (Murphy, Fransız emperyalizmin ideolojisi, aktaran Sevinç, s. 22) “Chateaubriand, Müslümanların şöyle tasvir eder: Özgürlük hakkında hiçbir şey bilmiyorlar. Ayrıca edepten, ahlaktan yoksunlar. Haçlılar daha ziyade, yeryüzünde cehaletin (İslam’ın) zorbalığın, uygarlık düşmanı bir inancın mı yoksa modern insanda hikmet dolu bir antik çağ ruhunun uyanmasını sağlayan itikadın mı galip geleceğini öğrenmenin peşindedir.” (Said, s. 184) Bu cümlede, ‘Bir uygarlığı yok etme’ siyasetinin ‘uygarlık götürme’ söylemiyle perdelendiği açıkça görülmektedir. “Uygarlık götürme hastalığı 1000 yıldır oryantalist söylemin dilinden düşmediği için, yani Haçlı Seferlerinin başlangıcına neden olanı Papa II. Urban’ın fetvalarından günümüze kadar, hem oryantalizme hem de emperyalizme, tarih üstü bir kimlik kazandırmıştır.” (Ömer Baharoğlu, s.  34) John Stuart Mill’in yorumu daha nettir: “Despotizm politikaları yani işgal, baskı, sömürgeleştirme, kültürel yabancılaştırma barbarlara yönelik muamelede ‘meşru’ bir yönetim şeklidir. 19. Yüzyıl Avrupa aydınlarının çoğunluğu Mill ile aynı görüştedir.” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 73, 74) Bir Alman Generali, ‘Savaş, medeniyet için ahlaki bir mecburiyet ve vazgeçilmez bir faktördür.’ demektedir. (Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 81) Batıda bazı gazeteler, Türk esaretinden kurtulan Doğu Hristiyanlarının süratle medenileştiklerinden bahsetmektedir. (Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 85) Jules Harmand ise, ‘işgal medeniyet için kaçınılmazdır.’ Derken, Lord Curzon, ’emperyalizm, sömürgeleştirilenler için ahlaki ve maddi nimet kaynağı olan ilahi bir kaderdir.’ demekte idi. (Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 110) Lee Harris’in, ‘medeniyetin koruması’ ile kastettiği şey de, ‘Amerikan emperyalizminin herkes tarafından meşru kabul edilmesidir.’ (Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 118) 

“J. B. Kelly, ‘Arabistan, Körfez ve Batı’ adlı kitabında, Asya ve Afrika ülkelerindeki sorunlar için çözüm olarak yeniden işgali önermektedir. Sanki oradaki sorunların nedeni bu işgaller değildir!” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 15) “28 Haziran 1970 tarihli New York Times gazetesinde George Ball, ‘Orta Doğudaki Amerikan çıkarlarının çok önemli olmaları nedeniyle, Başkan’ın Amerikalıları muhtemel bir Orta Doğu ‘işgali’ olgusuna karşı “eğitmesi” gerektiğini’ söylemektedir.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 67) Kısaca, “Sömürgecilik, evrimcilik ve ilerlemeci tarih anlayışı, ilkel toplumların ancak dışarıdan radikal müdahalelerle dönüşebileceği kabulünü de insanlara dayatmaktadır.” (Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 72)

Curtis, “Batı ülkelerinin Arap ve İslam ülkelerindeki sosyal ve politik tutumda değişim yaratılması için harcanan çabaya destek bulunmasının, demokrasiyi desteklemesinin ya da ‘insancıl amaçlar doğrultusunda müdahalede bulunmasını’ gerekli olup olmadığı hala bir sorundur” (Michael Curtis, s. 455) diye yazmakta ve “Fransa’nın Afrika’daki hakimiyet hegemonyası, Doğunun yaşam şartlarını iyileştirecek, daha az gelişmiş olan bu ilkellerin çağdaşlaşmasına yardımcı olacaktır.” Fransız emperyalizmini savunan Michael Curtis’e göre Fransa, Akdeniz ve Kuzey Afrika’daki konumunu, İngiltere’nin egemenliğine karşı kurmak zorundadır. Ona göre savaş, toplumların ufkunu genişletir, alevlendirir, insanlara hareket zemini sağlar. Ülkeyi güçten düşüren savaş değil, barışseverliktir. (Michael Curtis, s. 233-235) Michael Curtis, Fransa’nın rekabet halinde bir ülke olarak gördüğü İngiltere’nin, Sepoy İsyanını bastırması sırasında gösterdiği şiddetin de medenileştirme misyonu olduğuna inanmakta (Michael Curtis, s. 247) ve bu vahşeti şöyle yorumlamaktadır: “Bu vahşileri yönetmek için aldığınız ünvan, onlardan daha iyi olduğunuzu göstermektedir. Yapmanız gereken onları cezalandırmaktır; ‘onlar gibi davranmak’ değil.” Yazar yapılan bu katliamı ‘Hristiyanlığın ve medeniyetin zaferi sayılan bir başarı’ olarak kabul etmektedir. (Michael Curtis, s. 253) Bir ulusun, ‘ruhunun sömürgeleştirme sayesinde ayakta tutulabileceğini’ ileri süren. (Michael Curtis, s. 257) ve “İngilizler, Doğudakiler gibi barbar veya yarı barbar toplumlar üzerinde hegemonya kurmaya belki de en uygun toplumdur. Çünkü tüm Medeni toplumlar içerisinde kendi geleneklerine kesinlikle en sağlam şekilde bağlı olan toplum onlardır” demektedir. (Michael Curtis, s. 308) ‘İslam’ın ortaya çıkışından beri Avrupa için daimi bir tehdit oluşturmuş olmasının tarih gerçekliğine’ dikkat çeken (Michael Curtis, s. 444) Curtis, “Batının son  yüzyıllar boyunca Doğuya karşı takındığı tutum ve davranışlar ile ilgili bir ‘suçluluk kompleksinin’, bir nebzeye kadar hala Batı kültürü içinde ‘kol geziyor’ olduğu şüphesiz olsa da, iki unsuru hatırlamak faydalı olacaktır: Öncelikle Doğu, ‘Batının Doğuya yönelttiği  saldırganlığa’ karşı pasif kalmamıştır. Batılıların, Doğu toplumlarındaki ‘arzu edilen ilerici değişiklikler olarak gördükleri unsurları geliştirmek adına’ gerçekleştirdikleri faaliyetler ve girişimleri hatırlamak da aynı zamanda faydalı olacaktır.” Yazar ayrıca, “Batı toplumlarının öteki kültürlerle uğraşırken emperyalizm, ırkçılık veya avrosantrik (Avrupa ve Avrupalılara ve onların kültürüne odaklanan) bir tutum  takınmadıklarını ileri sürmektedir.” (Michael Curtis, s. 445) Kısaca yazar, Müslümanların yaptıklarını, Avrupalıları  ‘aşağılama’ olarak nitelendirirken, kendi yaptıkları katliamları, “medenileştirme, modernleştirme” olarak takdim etmektedir. Avrupalıların kendisini savunmasını ve Müslümanlara karşı saldırılarının emperyalizm olarak suçlanmasını ‘ironi’ olarak nitelendirirmektedir! Edmund Burke ise, İngiltere gibi demokratik bir devletin, despotik bir devleti yönetirken olumsuz bir şekilde ‘etkileyebilme ihtimali’ olabileceği konusunda endişelidir! (Michael Curtis, s. 452)  Adam Smith, anti-emperyalist birisidir! O, ‘sömürgelerin’ vergi mükellefi İngilizler’in ‘sırtında ağır bir yük’ olduğunu belirtmekte ve bir İmparatorluğun güç kazanması için, ‘ne mali ne de askeri bir katkısı olmayan’ sömürgelerin ‘gösterişli donanımını’ eleştirmektedir. James Mill, sömürgeleştirmenin İngiltere için ‘çok sorumluluk olduğunu, genel anlamda anavatanda daha az yatırım yapılmasına neden olduğunu, büyük masraflar anlamına geldiğini’ ileri sürmektedir. Michael Curtis, benzer görüşteki diğer yorumları da sıraladıktan sonra, ‘Emperyalizmin Avrupalıların tüm önemli görüşlerinin doğasında otomatik olarak var olmadığı sonucuna varılabilir.’ (Michael Curtis, s. 453) diyerek, kendince Batı emperyalizmini masum ve fedakar göstermektedir. Yazar, ‘yer verdiğimiz yazarların görüşleri ‘emperyalist kibrin göstergeleri ya da Doğunun maruz kaldığı sömürgeci aşağılamanın tezahürleri değildir’ (Michael Curtis, s. 443)  diyerek aslında gerçeklerin farkında olup üzerini örtmeye çalıştığını da gizlemeye çalışmaktadır. Curtis ve kitabında fikirlerini ifade ettiği diğer yazarlar, sömürgeciliğin, emperyalizmin, Batı hegemonyasının bir modernizasyon aracı olduğu, ilerleme ve gelişim sağladığını ileri sürerler. Bu yazarlar, Batılı ülkelerin, daha az gelişmiş toplumlara, Batı medeniyetini götürmek görev ve idealine önayak olması gerektiği ileri sürerler. (Michael Curtis, s. 456) 

Victor Gillam, Judge dergisi, 1 Nisan 1899 tarihli “Beyaz Adamın Yükü” adlı bir karikatür yayınlar. Yükü taşıyan İngiltere ve ABD’dır! İşte Batı hem sömürmekte hem de ‘Barbarlık, baskı, ahlaksızlık’ gibi zorlukları aşarken, Batılı olmayan halkları (Küba, Hawaii, Samoa, Porto Riko, Filipinler, Zulu, Çin, Hindistan, Sudan ve Mısır) sırtlarında taşıyarak onları medenileştirme idealine götürdüklerini ileri sürmektedirler!

The Call, San Francisco, 5 Şubat 1899; Detroit Journal , 1898

“Afganistan’daki Müslümanlar iyidir, çünkü ABD çıkarlarına uygun kabul edilmektedirler. (Günümüzde ise -2024-  aynı insanlar Taliban adı altında düşman ilan edilmişlerdir.) İslamiyet hakkındaki açıklamalar esas itibariyle, İslam dünyasındaki ulusal ‘çıkarlara gerekçe’ bulmak üzere düzenlenmiştir. (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 174-176) “Amerikalıların çoğu, Amerikalı avukat ve politikacı Patrick Henry’yi, ‘Bana ya istiklal ya ölüm verin’ dediği için fanatik kabul etmez. Ama Ray Moseley, 25 Kasım tarihli Chicago Tribune yazdığı makalede, ‘Ölümün bir şeref olduğunu düşünen insanlar, tanım itibariyle fanatiktirler. Şehadet iştiyakı İran’ın Şii Müslümanları arasında sivrilmiştir.’ yazmaktadır.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s.141) “Pek az kişi Sovyetlere karşı Afgan direnişini, İsrail’e karşı Filistin direnişi ile eş tutacaktır.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 149) “Bir Filistinli, bir yerleşimciyi rehin alırsa bu ‘terörizm’dir. Bir İsrailli 3.000 çocuğu öldürürse bu ‘kendini savunma’dır. Bu mantıklı mı? ” (Jackson Hinkle, Twitter, 31 Ekim 2023) Bu sayı 2024’de ise onbini çoktan aşmıştı. “İsrail, Gazze’de ‘108 günde 11 bin çocuk’ öldürdü.” (AA, 22.1.2024) “Oryantalistler, Doğu medeniyetlerinin Avrupa medeniyetine ne kazandırdığını belirleyerek onları bu eksen üzerinde değerlendirirken, zamanla özünü tanımaya dönük Doğudaki faaliyetlere de ‘fundemantalizm/aşırı dinci’ adını vermiştir.” (Abdullah Topçuoğlu, Postmodernizm ve İslam, s. 218) “Batılılar, yabancı istilaya direndikleri zaman bunun adı, vatanseverliktir olur ve öve öve göklere çıkartılır.  Aynı şeyi, Doğulular yapınca bu, ‘yabancı düşmanlığı’ ve ‘yobazlık’ olur. (Rene Guenon, Modern dünyanın bunalımı,  s. 132) “İslam dünyası üzerinde Batının siyasi ve ekonomik çıkarları devam ettiği sürece, bu menfaatlere karşı koyan kim olursa olsun, terörist damgası yemekten kurtulamayacaktır.” (Jack Goody, Avrupa’da İslam damgası, s. 17) Soykırım ise, “terörizm ve insan hakları ihlalleri suçlamaları esasında, kendini uluslararası arenada güçlü hisseden devletlerin egemenlik kurmak maksadıyla hedef seçtikleri ülkeleri kendi ürettikleri tezlerle saldırmak için kullandıkları ithamlardır.” (Sefa M. Yürükel, Batı tarihinde insanlık suçları, s. 149) Halbuki “Toprakları işgal edilen, onurlu ve özgür vatandaşları köleleştirilen, tarihi ve medeniyeti reddedilen İslam dünyasından, tüm bunların nedeni olan Batıya tepkiler olması doğaldır.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 20) “Amerika’daki kürtaj kliniklerini bombalayan papaz Michelle Bray, Oklahama’daki hükümet binasını bombalayan Timothy McVeigh, Amerikan hükümetine savaş açan David Koresh, katolikler ve protestanlar arasında onlarca yıl süren çatışmalar, Bosna’daki Ortodoks Sırpların katliamları ve tecavüzleri, Amerika’daki evangelist grupların Irak’ta katlettiği yüz binlerce masum Müslüman vd. yakın tarihte Hristiyanlık adına pek çok cinayetin işlendiğini göstermektedir. 1994 yılında Brooklyn’li  bir psikolog olan Baruch Goldstein, el Halil Cami’ne giderek sabah namazında, namazı kılan Müslümanların üzerine ateş açmış ve 38 müslümanı katletmişti. Yahudi Başbakan İzak Rabin’i, terörist bir örgüt üyesi olan Yigal Amir öldürmüştü. En son Yeni Zellanda’daki katliamda camide 50 Müslüman şehit edilmişti.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 167, 168) “İslam, ulusal sınırları aşmaktaydı. Sömürgecileri İslam’ı ciddi bir şekilde araştırmaya yönelten şey, işte bu endişeydi. İslam yeniden yorumlanmalıydı. Cezayirli Muhammed Ben Rahal konuyu şöyle özetlemektedir: “Eğer bir Müslüman vatanını, dinini savunursa bir vatanperver değil vahşi bir kimse olarak görülür. Kahramanlık gösterirse fanatik olarak adlandırılır. Yenilgi esnasında tevekkül gösterecek olursa kaderci olarak isimlendirilir. (Asaf Hüseyin, s. 52) İsrail’in Filistinlilere veya Lübnan’a yönelik saldırıları ‘misilleme’ olarak görülürken, Filistinlilerin İsrail’e gerçekleştirdiği bir hücum ‘terörist saldırı’ olarak nitelendirilmektedir. İslam konusunda olumsuz olan her şey haber olarak görülmektedir. (Asaf Hüseyin, s. 115-116) The Chicago Tribune adlı gazete Arapları suçlayarak, “Arapların, İsrail’i ortadan kaldırmaya yönelik bir silah olarak Filistin problemini yarattıklarını” ileri sürüyordu. Halbuki 2024 İsrail’in Gazze’de yaptığı büyük katliamda gördük ki, hiçbir –ne arap ne de başka bir- islam ülkesi asla israil’e  karşı bir şey yapmamıştır. Ayrıca rtık bilinmektedir ki İsrail, Batılılarca Arap ülkelerini kontrol etmede kullanılan bir üs olarak bizzat batılılarca kurulmuş ve kullanılmaktadır! Amerikan deniz bombardımanında sivil halk hedef alınır. Ama bunun fazla bir haber değeri yoktur. Ama eğer böyle bir bombardıman İsraillilere karşı Müslümanlar tarafından gerçekleştirilmiş olsaydı, kuşkusuz geniş bir şekilde haber yapılırdı. Washington Post’un bir muhabiri, “İsrail’in tek amacı Lübnan’ı terörizm tehlikesinden kurtarmaktı” diye yazmaktadır. İsrail’in misket bombalarının biri hastaneye isabet etmesi ‘bir savaş kazası’ olurken, bunu İsraillilerin yaptığını gösteren hiçbir delilin bulunmadığı da ileri sürülmekte idi. Sanki bu teknolojiye sahip başka ülke vardı civarda! Bu ve benzeri birçok olay, konununn dini boyutunu ve Batının anti İslami geleneğini gözler önüne sermektedir. Gazeteci, batı toplumunun bir ürünüdür ve ister seküler olsun ister dini, bu toplumun bütün geleneklerini aynı oranda özümsemeye müsaittir. Verilmek istenen mesaj, ‘Müslümanlar ne kadar seküler hale getirilirse, herhangi bir ülkedeki Batı çıkarlarını o kadar az tehdit ettiği’ şeklinde özetlenebilir. Kitle iletişim araçları batılı haber ajanslarının denetimi altındadır. Medya kamuoyunu etkilemek için güçlü bir araç olarak kullanılmaktadır ve politik, ekonomik ve stratejik çıkarlara hizmet etmektedir.  Medya, dünyadaki batı yanlısı devletlerin yanında yer almaktadır. Medya Batı’nın propaganda silahı haline gelmiştir ve İslam ise onun en zavallı kurbanıdır. (Asaf Hüseyin, s. 118, 127) “Oryantalist mantığa göre bir Batılının yurdunu diğerlerine savunması kahramanlık, bir Doğulunun benzer nedenlerle ülkesini savunması ise gericilik, taassup, uygarlık düşmanlığıdır. İngiliz işgaline karşı Sudan Müslümanlarının verdiği mücadeleyi, Julious Richter şöyle yorumlar, ‘Bu İslami taassup, kültüre karşı bir hınçtan ve dar ufuktan kaynaklanır.’ (Richter, History of the protestant missions in the near East, s. 47) Michael Curtis, “Müslümanların kendini savunmasını militanlık (Michael Curtis, s. 448, 449) ve daha genel anlamda, terör diye tanımlamakta, Avrupa’da yaşayan Müslümanların (entegrasyonu değil) asimile olması gerektiğini de savunmakta (Michael Curtis, s. 449) ve yapılan zulümleri dile getirmeyi de ‘modern İslami tutuculuk’ olarak nitelendirmektedir.  (Michael Curtis, s. 452) “Hristiyan kilisesi’nin gazetecileri, bazı Yahudiler hücumların ön saflarında yer almaktadır. Bu insanlar, Hristiyan çeteler tarafından icra edilen kanunsuzluk ve terör hareketlerine sempati duymakta, Sultan’ın askerleri de bunları bastırdığında onları acımasızlık ve zalimlik ile suçlamakta ve bu bastırma hareketini Muhammedi fanatiklik olarak nitelendirmektedirler. Onlara göre, Fransa, evinde laiktir ama dışarıda emperyalizmin ajanları olan papazları korumaktadır.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 28)

“Bir taraf için terörist olan diğer taraf için özgürlük savaşçısı olabilmektedir. Fakat bu taraflardan biri gücü eline geçirdiğinde hemen meşruiyet kazanmaktadır.” (Jack Goody, Avrupa’da İslam Damgası, s. 179) “Terörist nitelemesi, gücü elinde bulunduran devletlerin kendi ideolojik amaçlarına karşı çıkan muhaliflerine yaptıkları bir yakıştırma olarak kabul edilmiştir.” (Emine Öğük, Yeni ateistlerin yanılgıları, s. 119) “1998 yılında ABD, kimyasal silahlar için malzeme ürettiğini iddia ettiği Sudan’daki bir fabrikayı vurmuştur. Ama bu fabrikanın söz konusu malzemeyi üretip üretmediğine ilişkin kuşkular seslendirilmiştir. Bu saldırıların uluslararası hukuktaki yeri nedir? Aynı saldırıların Japonya’nın 1942 yılında Hawaii’ye düzenlediği önleyici saldırılardan ya da Almanya’nın 1930’lu yıllarda birçok ülkeyi işgal etmesinden ne farkı vardır? Sudan, Usama bin Ladin’i barındırdığı için ABD tarafından tehdit olarak görülür. Ancak bu durumun, ABD’nin IRA örgütü için para toplayan kişileri barındırmasından ne farkı vardır? Bu durum herhalde İngiltere’ye, ABD deki hedefleri bombalama hakkı vermez. Saddam, İsraillileri kendisi için bir tehdit olarak görme hakkına sahip değil miydi? Terörizmin gerilla savaşı olarak karşımıza çıktığı yaygın durumlardan biri, kişinin ülkesinin düşman güçlerince işgal edilmedir. Tıpkı II. Dünya Savaşı’ndan sonra da tüm Avrupa’nın karşılaştığı durum gibi. Bu direniş işgal güçleri tarafından kaçınılmaz olarak terörizm olarak görülecektir ama işgal güçlerinin kendileri de sık sık terörist taktiklere başvurmuşlardır. Örneğin işgal güçleri sivil halkın üzerine ateş açmakta çoğu zaman bir sorun görmemektedir. (Goody, s. 182, 184) Medyada Filistin’li savaşçılar hemen hemen her zaman terörist olarak yer alır. Genelde aşırı dini görüşler ile hareket eden taraf ise aslında İsraillilerdir. ABD’deki yerli topluluk Çerokilerin 3000 silahlı adamı – asker değil; zira asker sözcüğü sömürgeciler ya da eski İngiliz askerleri için kullanılmıştır- olduğu söylenmiştir. Dolayısıyla öyle görülüyor ki, ‘silahlı adamlar’ kelimesi, devletin emrinde olmayan ya da üniforma taşımayan ama başka amaçlar için silah taşıyan herkesi için kullanılmıştır. Devlet terörizminin birçok örneğine yakın geçmişte de rastlanmıştır. Mesela CIA’nın Güney Amerika’da beğenmediği hükümetlere karşı savaşan silahlı grupları, Şili’de Allende ve Nikaragua’da Sandinistaları teşvik etmesi bu türdendir. Demokratik güçlerin kendi kısa ya da uzun vadeli çıkarları için bu türden terörist faaliyetlere destek vermesini hiçbir şey engellememiştir. Hatta bunu özgürlük mücadelesi kisvesine bürünmüşlerdir. İsrail devletinin kurulmasıyla teröristlerin statüsü değişmiş ve daha önce illegal olan terörist örgüt daha sonra devletin ordusu haline gelmiştir. Aslında 17. yüzyıl Amerika’sında olan biten tekrarlanıyordu. Zira bu dönemde, Avrupa’dan gelen sömürgeci göçmenler, Kızılderililerin topraklarını ellerinden almış ve kalanları da koruma bölgelerinden sürmüşlerdi. (Goody, s. 187, 189-190) İslami grupların kolayca terörist olarak damgalanmaları, onların siyasi ve sosyal gündemlerinin gözden kaçırılmasına yol açmıştır. Filistin ve Keşmir’in bağımsızlığı, Batılı güçlerin petrolleri çıkarması gibi konular gözden kaçırılmaktadır. İsrail’in Yakın Doğuya nüfuz etmesi, başka bir tür Haçlı savaşı olarak görülebilir.” (Goody, s. 20, 21)

“Oryantalizmin işlevi, oryantal toplumları yönetilebilir ve kavranabilir seviyeye indirmektir.” (Bryan S. Turner, s. 77) “Oryantalist mantık, Doğunun insanını, yönetimleri istenilecek bir sorun olarak görmüştür.” (Ömer Baharoğlu, s. 87) “Batı oryantalizminin gerçek amacı, Müslüman Doğu ülkelerinin dilini, dinini, tarihini, kültürünü mükemmel bir şekilde öğrenip, bu ülkelerin ele geçirilerek yeniden kurulmasında, yönetilmesinde ve sömürgeleştirilmesinde kullanmaktır. Oryantalist General Von Niedermayer bilgisini ve tecrübesini Nazi Alman devletinin hizmetine sunmuştu.” (Enver Altaylı, Ruzi Nazar, s. 115, 146) “Batıda zaten İslam imajı tamamen oryantalistlerce belirlenmiştir.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 187) “Bir Hristiyan misyoneri veya Yahudi din adamı olan bir oryantalist, herhangi bir İslami konuya, kendi öz kültürünün tesiriyle bakmaktan kendini ne ölçüde koruyabilir?” (Mustafa Sıbai, s. 17) Zaten “Oryantalizm de daha başlangıcında papazlar, Hristiyanların elinde gelişip, sonra misyonerliğin temsil ettiği fikri ve sömürgeciliğin temsil ettiği silah gücü haline gelmiştir. Oryantalizm, misyonerlik ve sömürgecilik gücüne dayanarak günümüze kadar gelebilmiştir. Oryantalizm ruhbanların ve misyonerlerin omuzlarında ayağa kalkmıştır.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 19, 48) “Genelde İslam ve özelde hadis hakkında araştırma yapan oryantalistler, kendi tarihsel ve kültürel arka planlarından etkilenmişlerdir.” (Harald Motzki, Hadis tarihlendirme metotları, s. 113) “Kilise, Müslümanlığı karalama ve onu Avrupalı mensuplarına çirkin bir imaj ile sunmak için oryantalistleri görevlendirmiştir. Bunların çoğu aynı zamanda Hristiyan din adamıydı. Oryantalist Carra de Vaux şu itirafta bulunmaktadır: “Muhammed, Batıda uzun zaman çok kötü olarak tanındı. Kendisine nispet edilmedik hiçbir hurafe ve hakaret bırakılmadı.” Oryantalistler misyonerlerle de yardımlaşarak, Müslümanları inançlarından şüpheye düşürmek ve sömürgecilere daha kolay teslim olmalarını sağlamaya çalışmışlardır. Çünkü sömürgeciliğin bir aleti durumundaki oryantalizm, İslam dünyasında kendilerine karşı olan gücün temel unsurunun İslam dini olduğunu çok iyi kavramıştır.” (Prof Dr. Abdülaziz Hatip, Kur’an ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 22) 

Oryantalizm her zaman Batı’ya hizmet eder. C.E.M. Joad şöyle demektedir: Bir İngiliz, bilmeyerek yahut bilmezden gelerek milletlerin uğradıkları acıları unutarak, İngilizlerin barışçı bir millet olduklarına inanılır. Başkalarını ise savaş delisi ve kan dökücü olmakla suçlar. Elindeki bitmez tükenmez serveti, kendisi ile paylaşmak isteyenlere ‘savaş delisi’ lakabını takar. Batıda savaşların demokrasiyi korumak için yapıldığı ne kadar söylenirse söylensin, hakikat ortadadır. Bu savaşlar sadece kuvvet yarışına girişen blokların mücadelesidir. (Guide to Modern Wickedness, s. 180, 191) “Müsteşriklerin herhangi bir konuda insaf ve orta yol üzere olmaları bizi aldatmamalıdır. Çünkü çok geçmeden başka bir konudaki dengesizlikleri ve aşırılıkları hemen kendini gösterir. Bu yüzden aynı müsteşriki bazımız, ‘İslam’ı öven ve takdir eden biri’ olarak görürken başka birimiz aynı şahsı ‘İslam düşmanı ve İslam’ı karalayıcı’ olarak görebilmekteyiz.” (A. Hatip, İddialara cevaplar, s. 26) “Arap dostu olarak tanınan (L. Massignon, Situation de l’Islam, I/11) Louis Massignon, Fransa’nın Filistin ve Suriye yüksek komiser yardımcı olarak çalışmıştır. Fransa’nın, “sonuna dek tutmak istemediği sözlerin bir güvencesi” olarak Fransız hükümeti tarafından kullanılan bir figür olmuştur.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. 150)  Müslüman olduğunu açıklayan ve Hollanda’nın Endonezya sömürge valiliği de yapan ve ‘Mekka’ isimli eseri de olan Christiaan Snouck Hurgronje, “Düşmanını iyi tanırsan onu kolayca alt edersin.” demektedir. O, Müslüman rolünü çok iyi oynamış ve İslami kültür bilgisini, Aceh sakinlerinin direnişini ezmeye ve onlara Hollanda sömürge yönetimini empoze etmeye önemli ölçüde yardımcı olan stratejiler geliştirmek için kullanır. (https://en.wikipedia.org/wiki/Christiaan_Snouck_Hurgronje) “Oryantalizmin temelleri, 17. Ve  18. yüzyıllara kadar gider, 19. yüzyılda ise büyük bir patlama yaşar.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı,s. 138) 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa’da, Arapça kürsüleri kurulmaya başlanır. Amaç sadece ilmi değil, daha çok ekonomik çıkar ve misyonerliktir. 19. yüzyılın ikinci yarısında İslam dünyasının yaklaşık yüzde seksenini işgal etmiş olan Avrupa, hükmettiği coğrafyanın insanları hakkında bilgi sahibi olmak zorundaydı. Hollanda’lı A. Relandus, 1704’te ‘Mahommedica’ adlı eser yazar. Yazar, eserini ‘İslam’la daha iyi mücadele etmek amacıyla yazdığını’ söylerken, kendisi ise İslam propagandası yapmakla suçlanmıştır. (Hıdır, s. 111-114) “Hindistan valisi Hestingens şöyle diyordu: “İngiltere’nin saldırgan ruhu, öte yandan İngiliz vatandaşlarının kayıtsız hatta teşvik gören ahlaksızlığı, ulusal ünümüze, silahlarımızın ve kuvvetimizin verdiği zarardan daha korkunç zarar vermiştir.” Tarihçi Mill diyor ki:’ Ode ülkesi daha önce yüksek bir refah düzeyinde idi. Fakat İngiliz memurların çokluğu, aylıkların yüksekliği, emekli, asker ve sivillerin masrafları dayanılmaz bir hale geldi.’ Zamanla İngiltere bütün ülkede düşman kabul edilir hale geldi. Mister Hestingens, olayı şöyle özetler: Biz diyoruz ki, ‘Siz bu orduyu istemiyorsunuz fakat onun masraflarını ödemeye mecbursunuz.’ Lord Dalhussi, 1836 yılında imzalanan anlaşmaların hükümlerini bozarak Ode’yi İngiliz ülkesine katar. Halbuki Mister Key’in dediği gibi, ‘bu ülke başındaki hükümdar ülkemizin dostu idi, halkı ordumuza dahil edilmişti.’ Lord Cornwallis şüphesiz ‘adaletli’ bir adam idi. Lord Tingmaus ‘dinine düşkündü.’ Lord Velesley ‘büyüktü.’ Fakat Ode hükümdarına yaptıkları işlemde zerre kadar adalet, beceri, büyüklük veya din düşkünlüğü yok idi.” (Lord John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur’an’ı Kerim; Hazreti Muhammed’den Özür Diliyorum,  s. 77, 79) “Papa 4. Nikola şöyle demişti: “Verilen sözü tutmamak günahtır ama Müslümanlara verilen söze itibar etmek daha büyük bir günahtır.” (İspanyalı eski Katolik papaz Abdullah Tercüman (Anselmo Turmeda), Hristiyanlığa Reddiye, s. 14)  “Belin anlaşması ile Türk topraklarının bütünlüğü korunuyordu. Fakat Bosna Hersek, Avusturya Macaristan imparatorluğu tarafından ilhak edildiğinde, Bulgaristan bağımsızlığını ilan ettiğinde, İtalya, Trablusgarp’ı işgal ettiğinde ve nihayet Balkan Hristiyan devletleri Avrupa’daki Türk topraklarını işgal ettiğinde Avrupalı güçler ciddi bir tepki göstermemiştir. 46 Bir Türk gazeteci Avusturya’nın İstanbul büyükelçisine, ‘Avusturya hangi halkla Osmanlı topraklarını ilhak ediyor?’ diye sorduğunda elçinin cevabı: ‘Hakkımız var çünkü gücümüz var.’ şeklinde olmuştur.” (Kemal Kahraman, Muhammed M. Pickthall, s. 46, 52) Türk sadrazamının İngiltere elçisi Sir Robert Ensley’e verdiği resmi yazı, İngiliz milletvekili Mister Grey tarafından 1792 yılı 29 Şubatında avam kamarasında okunur: “İyi huylar çoktan Avrupa’dan kovulmuştur. İngiltere, insanları alıp sattığından ona hiç güvenmemek gerekir. Sizin dostluğunuza, yardımınıza istekli değiliz. (Rusya ile arabuluculuk önerisinde bulunmaktadır İngiltere)  Bakanınız sadece, paraya taptığını haber aldığımız ulusunuzu eğlendirmek için bir iş çevirmektedir. Sizin ayırt edici özelliğiniz cimriliğinizdir. Siz tanrısınız alır ve satarsınız. Taptığınız paradır. Bakanlarınız ve ulusunuzun gözünde her şey ticarettir. Türkler hile ve oyun bilmezler. Sizin gibi herkesi yoldan çıkaracak bir ulusun nesine güvenilebilir? Halbuki Türk, hiçbir söz vermesine, şerefine karşı koymuş mudur? Asla! Buna karşılık hiçbir Hristiyan devleti faydanın ve hırsın gerektirdiği zamandan başka hiçbir sözünü tutmuş, hiçbir taahhüdünü yapmış mıdır?  Hayır! Eğer siz, denildiği gibi dünyanın en alçak Hristiyan ulusu değilseniz, en atak ve en sahteci ulusu olduğunuz gerçektir. Sizin aranızda yaptığınız barışlar rüşvete dayanır. Osmanlı vezirleri Avrupalıların sözlerini çok dinlemişler fakat her zaman hainlik görmüşler, satılmışlar ya da aldatılmışlardır. Sizin amacınız bütün insanlığı birbirine düşürmek, sonra faydalanmaktır. Sizin dininiz para kazanmaktır. Taptığınız put cimriliktir.” (Lord John Davenport, s. 80-82) Bir yüzyıl öncesi için Oskar Kolling ise bakın ne demektedir: “16. Asır Türk idarecilerinin, zavallı halkın hukukunu korumak huşusundaki gayretleri önünde eğilmek arzusunu duyarız. Türk yöneticileri, en buhranlı zamanlarında bile, düşmanlarına veya dostlarına karşı olan sözlerini bozmak hatasına asla düşmek istememişlerdir.” (Macar Serhadlerinde XVI. Asır Türk Devri, Ülkü, nr. 82, s. 309) Tarihte de durum aynıdır. Sokrates, “üç şey için şansa teşekkür ederim der ve birini, Yunanlıyım barbar değilim.” (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 42) şeklinde açıklarken, Yunan medeniyetini Pers medeniyeti ile karşılaştıran Aristo ise, ‘Uygun olan, Yunanlıların barbarlar üzerinde hüküm sürmesidir.’ (Aristotle, Politics, 1252 b4) diyerek, son tahlilde herkesin kendi üyesi olduğu grubun tarafında duracağını göstermektedir. Oryantalistler gibi basın çalışanları için de durum aynıdır. “Her normal insan gibi bir muhabirde, içinde doğup büyüdüğü bir takım değer yargılarını, kendi toplumunun alışkanlıkları oldukları gibi kabullenir. Yabancı kültürleri ve toplumları tarif ederken kendi eğitiminden, ulusal kimliğinden ve dininden sıyrılmayacaktır. (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 83) Amerikalılar, komünist propagandaların baskılarla halkı yönlendirildiğine inanır. Ancak kendi ülkeleri söz konusu olduğunda, Amerikalıların çoğu basın tarafında çizilen sınırlardan ve uygulanan baskılardan (Ülke çıkarlarında, basının devletle ilişkisine dek) habersizdir. Bir avuç şirket basın tekeli oluşturmuş ve dünyayı yönlendirmektedir.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 85-88) “Özellikle haberlerde İslam hakkında eksik ve hatalı bilgiler ortaya atmışlar ve bunları da ‘uzman’ sıfatı ile yapmışlardır.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 188) “Amerikan basınında tek parça ve kemikleşmiş bir İslamiyet kavramı yer etmiştir.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 131) “İslamiyet hakkında konuşacak kişi, bazı fikirleri kanun seviyesinde kabul etmelidir. Örneğin ‘İslamiyet orta çağdan kalma ve tehlikelidir, İslam düşman bir kültürdür.’ İslam hakkında konuşmak isteyen önce bu fikirleri göz önünde bulundurmalıdır.” (Edward Said, s.181, 189)

“Sömürgeci devletler kültürel ve askeri sömürgeleri altındaki ülkeleri nasıl idare edeceklerinin bilgilerini, Müslüman halkı nasıl dejenere edip dinlerinden uzaklaştırıp kendilerine tabi kılıp, taklit ettireceklerinin metodunu oryantalistlerden öğrenirler.” (Hamdi Zakzük, s. 70) “Oryantalistlere büyük maaş ve makamlar sağlanmıştır. Siyaset ve kilise çevrelerince oryantalistlere büyük önem verilmektedir.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 10) Oryantalist Karl Heinrich Becker, Alman; oryantalist Snouck Hurgronje, Hollanda;  oryantalist Barthold,  Rus; oryantalist Sacy, Louis Massignon ve Hanotaux Fransız emperyalizmine hizmet etmişlerdir.” (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 45) Zaten “Oryantalistlerin çalışmalarına emperyalist devletlerin verdiği ekonomik destek göz önüne alınınca, başından itibaren akademi ile ulusal güvenlik çıkarları arasında çok güçlü bir bağ kurulduğu ortaya çıkmaktadır.” (Bulut, s. 158) “Batı’nın İslam imajı ve “oryantal toplumları” analizinde emperyalist politikaların rolü  belirleyicidir.” (N. Daniel, Islam and West, s. 44) “Özellikle 19. yüzyıldan sonra oryantalizm, emperyalizme malzeme sağlayan bir kurum haline gelir.”  (Ömer Baharoğlu, s. 27) Kısaca “İslamiyet uzmanı olup da hükümete danışmanlık yapmayan veya şirket, basın hesabına çalışmayan hemen hiç kimse yoktur.” (Edward Said, Haberlerin ağında İslam, s. 9) “Profesörler, İngiliz ve Fransız koloni bakanlarına ve özel sektöre de zaman zaman danışmanlık yapmıştır.” (Said, s. 177) “Sömürgeleştirilen her ülkede oryantalistler tercüman, askeri ateşe, sekreter, akademisyen olarak bol kazançlı makamlara gelmişlerdir. (Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. 25) Hatta bu durum sadece akademisyen veya oryantalistler için değil, İslam hakkında haber yapan basın mensupları için de geçerlidir: “Her Amerikan muhabiri kendi ülkesinin çıkarları olduğunu ve ülkesinin bir süper güç olduğunu bilmekle yükümlüdür. Kendi şirketinin Amerikan gücünün bir parçası olduğunun farkındadır.” (Said, İslam, s. 83, 84) İslam’a en hoşgörülü yaklaşanlardan biri olan oryantalist Watt, “İslam’ın köklerinde, Yahudilik ve Hristiyanlığın tarihi etkisi ve Arap monoeizmi olduğunu” ileri sürmektedir. (Montgomery Watt, Hz Muhammed’in Mekke’si, s. 84; A.L. Tibawi, Enver Abdülmelik, Hamid Algar, Krizdeki oryantalizm, s. 194; Çağdaş çalışmalar ve oryantalistlerin siyere yaklaşımı, İbrahim Sarıçam, Prof. Seyfettin Erşahin, s. 282; İslam and the Intefration of society, s. 293) İslam hakkında ‘en objektif yazarlardan olan’ Slomp’tan yapacağımız alıntı da, aynı bakış açısının izlerini taşımaktadır: “Muhammed bir peygamberdir; ancak İsa ise peygamberin ötesinde özelliklere sahiptir. Dolayısı ile Hz Peygamberden üstündür.” (Slomp, Het debat over de christelijke erkening van Muhammed, s. 64) Kısaca “Sömürgecilik Oryantalizmin birikimlerinden istifade etmiştir.” (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 61) “Napolyon’un Mısır seferi de, kalemin kılıçla ittifakını gösteren bir seferdir.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. 102) “Napolyon Mısır savaşında çok farklı yöntemler kullanmıştır. Napolyon,  amacının Mısır’ı Memlüklerin zülmünden ve Hindistan’ı da İngilizlerin elinden kurtarmak olduğunu ilan etmiş, halifenin dostu olduğunu belirtmiş, bildirisine de besmele ile başlamıştır. Bildiride Fransa’nın gerçek bir Müslüman ülke sayılabileceği iddiası bile ileri sürülmüştür.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. 90) “Napolyon Bonapart, Mısır’ı elinde bulunduran Memluklularla savaşmadan önce bir ferman yayınlar: Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla. Allah’tan başka ilah yoktur. Onun bir oğlu olmadığı gerçektir. Memluklular, yeryüzünün bu en güzel beldesinde fesat içerisinde hareket etmişlerdir, fakat alemlerin rabbi olan Allah, artık onların hükmünün sona ermesini takdir etmiştir. Ben buraya sizin haklarınızı zalimlerin elinden almak için geldim ve ben Allahü Teala’ya, Memluklulardan daha fazla kulluk eder, onun Peygamberi Muhammed’e ve kitabı Kur’anı Kerim’e onlardan daha fazla hürmet ederim. Ey kadılar, şeyhler ve imamlar! Halkınıza şunu söyleyin; Fransızlar da Sadık Müslümanlardır. Fransızlar, papalık merkezini yerle bir etmiştir. Osmanlı sultanının – Allah onun saltanatının daim kılsın – en sadık dostu Fransızlardır. Bize yardıma koşacak olanlar için de büyük nimetler vardır. Bütün ahali, camilerde namazları adet olduğu üzere kılmaya devam edecektir. Bütün Mısırlılar yüksek bir sesle şöyle diyecektir: Allah, Fransız ordusunu muhafaza etsin.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 130-133) ” Halkı yanına çeken Napolyon kısa sürede Memlükler’i mağlup etti ve 22 Temmuz’da Kahire’ye girdi. Mısır artık Fransızlar’ın elindeydi. Napolyon Kahire’de kaldığı sürece sık sık dini törenler yaptırdı ve böylelikle halkın direnişe kalkmamasını sağladı.” (Hürriyet, 7.11.2003) “Richard Simon, İslam’ın savunuculuğunu üstlenen biri olarak ün salmıştır. Ama o bile, Müslümanlığın iyi yanlarını Hristiyanlık ve Yahudiliğe borçlu olduğunu ileri sürmüştür. M. Rodinson tarafından “İslam peygamberini yücelten” bir kitap olarak tarif edilen Henri Boulainvilliers’in ‘Vie de Mahomed’ adlı eserinde İslam’dan, ‘tarihsel bir felaket’ olarak bahsetmektedir.” (Bulut, s. 79) G. Sale, 1736 da yayınladığı İngilizce Kur’an-ı Kerim Tercümesi’nde şunları yazmaktadır: “Hz. Muhammed’in Kur’an-ı Kerim’in müellifi/yazarı olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Kur’an’ı yazarken de başkalarından az yardım da görmemiştir.” Halbuki G. Sale  “Yarı Müslüman “kabul edilecek kadar objektif kabul edilen birisidir. (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 75) Sale tercümeden amacını ise şöyle açıklamıştır: Çalışmanın başlangıcı okuyucuya, benim Hristiyanlığa karşı İslam’ı savunacağım izlenimi verebilir. Fakat ben açıkça ifade edeyim ki, benim planım bunun tam tersidir. (Sale, Reflections on Mohammedism, s. 2) Constantin-François de Chassebof Volney, ‘Mısır’ın işgalini, Mısır’ın kurtarılması’ olarak ilan eder. (Hentsch, Hayali Doğu, s. 163) Günümüzde benzer kurtarıcılık rolünün en çok bilineni de, ABD’nin Irak’ı Saddam despotluğundan kurtarıp ‘Irak’a demokrasi getireceği’ vaadidir. Sonuç, 500.000 ölü, milyonlarca evsiz ve yurtsuz mülteci. Ama petrol artık ABD’nin kontrolündedir!

“İngiltere kralı Charles gizli bir müslüman mı? Rusya devlet başkanı Putin İslam’a övgüler yağdırdı, Kur’an’ı öptü. İngiltere devlet başkanı Tony Blair her gün Kur’an okuyor, Kur’an’ı hatmetmiş, Müslüman mı oldu? ABD başkanlarından Franklin Roosevelt gizlice Müslüman olmuş, Tarikata girmiş! CIA Başkanı Müslüman mı?” türü, kamuoyunu yönlendiren hidayet (!) haberleri de bizim basınımızda hiç eksik olmamıştır!

Özetle, “İstisnai olarak ortaya çıkan bir takım objektif çalışmalarda bile hiç bir zaman, Hz Muhammed’in peygamberliği kabul edilmemiştir.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 60) Hüseyin Akgün’ün, “Goldziher ve Hadis” adlı eserinden devam edelim. “İslam’ın kendi doktriner resmi şekliyle bile, felsefi kafaları tatmin edebilecek yegane din olduğunu akıllıca tespit ettim.” diyen Goldziher son tahlilde, “Benim idealim, Yahudiliği de benzer bir rasyonel seviyeye yükseltmektir.” diyerek yine kendi dinine hizmet etmeye çalıştığını göstermektedir. David E. Stannard, “Ne zaman yerliler barış istediyse, hep İngilizler tarafından sahte bir anlaşma yapıldı ve ardından da İngilizler, barış zamanında olduğunu sanan yerlilere beklenmedik bir biçimde tekrar saldırdılar.” demektedir. (Sefa M. Yürükel, Batı tarihinde insanlık suçları, s. 44) “İslam’a insaflı bir şekilde bakan az sayıdaki oryantalist de, içinde yaşadıkları ortam nedeni ile İslam’ı gerçek manada anlayamamışlardır. Oryantalist araştırmaların asıl amacı Müslümanlarla mücadele ederken yararlanmaları için misyonerlere malzeme hazırlamaktı. Bu nedenle söz konusu araştırmalar hiçbir zaman sağlıklı, iyi niyetli ve tarafsız olmamıştır.” (Muhammed Gallab, Nazaratün istişrakiyye fil-İslam, s. 8) Batılılar İslam milletlerini insaflı ve tarafsız bir şekilde düşünmemektedir. Mısırlıların bir yabancı devletin medeniyeti altına girmeye çok muhtaç olduğunu ilan edip duranlar, Bulgarlara tam bir istiklal verdirmeye ve onları dışarının vesayetinden kurtarmaya uğraşmaktadır. Bulgarları, genellikle Mısırlı’lardan daha medeni saymak da, Avrupa’ya mahsus olan uydurma safsatalardandır. (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 289)  “Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye bakışında iki belirleyici düzlemden söz edilebilir. Birincisi ekonomik,  ikincisi din.” (Hilmi Yavuz, s. 52) “Hiçbir ülke, Türkiye gibi Batılılaşmaya çalışmamıştır. Avrupa hiçbir zaman, Türkiye’nin Batılılaşma çabalarını ciddiye almamıştır. Bu çabaları küçük görmüştür. Türkiye’yi küçük görmekte haklıyız. Çünkü bizi taklit edene niçin saygı duyalım? Ben ancak medeniyetime katkıda bulunabilecek olana saygı duyarım.” (Arnold Toynbee, uygarlık sınavı adlı eserinden nakleden Hilmi Yavuz, Modernlesme Oryantalizm ve İslam, s. 68)

Oryantalizm, aydınlanma ve materyalizm

“Oryantalizm çalışmaları genel olarak, Müslümanları yıldırmak, kendilerine olan güvenlerini sarsmak ve ruhi çöküntüyü sağlamak konusunda odaklanmıştır. Amaçları, Müslümanların bu şekilde, Batının maddeci medeniyetlerine boyun eğmelerini sağlamaktır.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 131) “Bir grup oryantaliste, Avrupa tarafından işgal edilen halkların bilinçlerine Avrupalı güçlere köle olmalarının kuvvetlice işlenmesi görevi verilmiştir.” (A.L. Tibawi, Enver Abdülmelik, Hamid Algar, Krizdeki oryantalizm, s. 12-13)  Bu oryantalistler de görevlerini eksiksiz yerine getirmişlerdir. “Geçmişlerini Batılılardan öğrenen topluluklar, kendi tarihlerinde kayda değer bir bilginin olmadığına inandırılmıştır. Çünkü Batı, dünya üzerindeki tek uygarlığın Batı uygarlığı olduğunu zihinlere kazımıştır. Buradan Doğulunun Batılılara benzemesi gerektiği sonucu da, kendiliğinde ortaya çıkmaktadır. Bir şeye benzemek ise, kendi olmaktan vazgeçmekle mümkündür. Doğulu toplum içinde, elit kabul edilen bir kesim zamanla oluşturulmuştur. Bu kesim, topluma  oryantalist düşüncenin biçtiği yolu tavsiye eder. Bu elitlerin görevi, ‘cahil halkları eğitmek, uygarlaştırmaktır.’ Bilinçlenmenin yolu ise dini ve ahlaki  değerleri inkardan geçmektedir.” (İsmail Süphandağı, Batı ve İslam arasında Oryantalizm, s. 31, 33) Halbuki “Dinine sırtını çeviren Müslüman’ın elleri boş kalır ve artık kendisinin kim olduğunu bilemez hale düşerler.” (Eaton, s. 32) “Kendimizi Avrupalının gözü ile görmek” (Hilmi Yavuz, Batılılaşma Değil, Oryantalistleşme, Doğu Batı Dergisi, Nisan 1998, Sayı 2, s. 100) İşte “Türk aydınının Batılılaşma serüveni sonunda geldiği son nokta; Oryantalistleşme!” (İsmail Süphandağı, Batı ve İslam arasında Oryantalizm, s. 158) “200 yıllık Avrupalılaşma serüveninin bizi getirip bıraktığı yer oryantalizmdir. Oryantalizm, yani kendimizi Avrupalının gözüyle görmek! Ne Hazin!” (Hilmi Yavuz, Modernleşme, Oryantalizm ve İslam, s. 44)

Prof. Fuat Sezgin anlatıyor: “Biz talebeyken her şey Halk Partisi’nin elindeydi. Onlara çalışkan talebelerin listesi gider, listeye göre burs verirlerdi. Benim adım da çalışkan talebelerin arasındaydı. Oradaki adam bana ne yaptığımı sordu. Şarkiyat tahsili yaptığımı söyledim. “Niye yapıyorsunuz?” diye sordu. Arapça öğreniyorum gibi şeyler söyleyince, bana “Bu bizim ‘prensiplerimize aykırı.’ Size burs veremeyeceğim” dedi. Ben de onlara ‘büyük bir Alman oryantalistin yanında çalıştığımı’ ve onun bana ‘Arapça’nın yanısıra Latince, Yunanca gibi dilleri de öğrenmem gerektiğini’ söylediğini açıkladım. “O zaman olur” diyerek burs verdiler.” (Risale Haber, 30 Haziran 2020)

“Reform öncesi ezici ve zulmedici bir özelliği olan Hristiyanlık, aydınlanma sonrası sömürgecilikle bütünleşmiş ve sömürgeciliğin keşif kolu haline gelmiştir.” (İsmail Süphandağı, Batı ve İslam arasında Oryantalizm, s. 127) “Batı sömürücü karakterini, aydınlanma, modernleşme ve küreselleşme maskesiyle  örtmekte,  ötekine karşı militarist  tutumunu gizlemektedir.” (İsmail Süphandağı, s. 44) 

“Aydınlanma çağı ‘ilahi müeyyidesi olmayan bir siyasi sistem, dogmasız bir ahlak’ kurmak peşinde, ilerici ve laik bir ideoloji kuruyor. Avrupa artık bilime inanmaktadır.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin Kısa Tarihi, s. 71) “Marxizm ve evrim teorileri sonuç olarak ‘Bilimsel materyalizmi’ bir din haline getirmiştir.” (Meryem Cemile, İslam ve Oryantalizm, s. 19) “Batı, bilim devrimini yaptıktan sonra iki temel felsefe akımı ortaya çıkarmıştır. Rasyonalizm ve empirizm. Aydınlanma 18. yüzyılda bu iki geleneğin bir sentezidir! Bizim için Batının tarihsel anlamı aydınlanma dönemi ile başlar. 1774-1820 yılları arası, Batılılar ordunun donanımı anlamında askeri alanda taklit edilmiş, tanzimatla beraber 1826 yılından itibaren de zihniyet düzenlenmesine gidilmeye başlanmıştır. Batılılaşmak demek, Avrupalılaşmak demek, aydınlanmacı olmak demektir.” (Hilmi Yavuz, s. 42-43)

“Aydınlanma düşünürlerinin mutlak hakikate sahip olduklarına dair sarsılmaz inancı, felsefi çoğulculuğun her türüyle çatışma halindeydi. Aydınlanmanın tek akıl, tek tarih, tek bilim, tek medeniyet modeli, modern dönemdeki mutlakıyetçi siyasi akımların da temel beslenme kaynağıdır.” (İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, s. 233)  “Yöntemi, yargılarıyla, Doğulu ve Batılı araştırma konuları ile reform adına Mısır’da uyulması istenen Batılı düşünce, Avrupa’da 19. asrın düşüncesinden başka bir şey değildir. Avrupa’nın 19. asır düşüncesi, materyalist ve pozitivist düşüncedir.” (Muhammed el-Behiy, s. 17) “Türk ateisti, aydınlanmanın mirasıdır. Daha doğrusu ateizm, Fransız aydınlanmasının, Türk entelijansiyası tarafından fevkalede yanlış bir biçimde anlaşılmasının sonucudur.” (Hilmi Yavuz, s. 113, 134) “Din, kültür ortadan kaldırılmaya çalışılınca yerine sahte dinlerin ikame edilmesi kaçınılmaz bir sonuç olmaktadır: “Bizim ilk aydınlanmacılarımız pozitivizmi, neredeyse yeni bir din olarak algıladılar. Şinasi’ye göre, Bilim, kul köle olunması gereken yeni bir değer, yeni bir kutsaldır. Tanzimat aydını olan Tevfik Fikret, “kul köleyiz bilime” demektedir.” (Emin Arık, Deizm ve ateizm çıkmazı, s. 295) “1945’te demokrasiye Batılıların dikte etmesiyle geçmedik mi? Biz Avrupalı olmadık, kendimizi Avrupalı gözlüğüyle görmeye başladık.” (Hilmi Yavuz, s. 50, 51) “Oryantalizmin etkisiyle, ‘Doğulular ve Müslümanlar, Batı gözlükleri takarak’ kendilerine bakmak zorunda kalmışlardır. Batılılaşanlar kendini ilerici olarak görmüşler, dinden uzaklaşmak da sınıf atlamak için gerekli görülmüştü.” (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 11, 17) Fransız Katolik enstitüsünden Prof. J. Danielov, “Aydınların zihnine, eserlerine Hristiyan unsurlar sokun.” (Adnan Odabaş, Dikkat misyoner geliyor, s. 66) demektedir. “Batılı ülkeler, gazeteciler, aydınlarla irtibata geçip onlar vasıtasıyla içişlerine karışmakta, aralarında ayrılık çıkardıkları ülkeleri birbirine düşünmektedir.” (Mustafa Sıbai, s. 42) Doğal olarak da, “Batı prensiplerine göre yetişmiş aydınlar arasında, dini inancın süratle çökmeye yüz tuttuğu hususunda şüphe yoktur. Halbuki hiçbir medeniyet, maziye bağlılığını kaybettikten sonra varlığını korumaya muktedir olamaz.” (Muhammed Esed, Yolların ayrılış noktasında İslam, s. 73, 87) “Oryantalistlerin özellikle aydın çevreler üzerindeki tesirleri vardır.” (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 12) “Oryantalistler İslam’dan uzaklaşanları ‘aydın’ olarak nitelendirmektedir.” (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 104) “Müslümanlar tarihinde ilk defa İslam dünyası, kendisi hakkındaki şeyleri Batı imalatı imajlardan, haberlerden öğrenmektedir. Yönetici sınıf ise, Batı kontrolündedir.” (Edward Said, Haberlerin ağında İslam, s. 90) “Sömürgeciler, dini siyasetten ayırma yollarını araştıran sekülerist doktrinler ithal ettiler. Sekülerist fikirler sadece Arap, Türk ve İranlı entelektüeller arasında değil, fakat onların Batılılaşmış siyasi liderleri arasında da pek çok yeni taraftarlar buluyordu.” (Asaf Hüseyin, s. 55) “Müslüman geçinen yarı aydınlar, oryantalistlerin tesiri altında kalmışlardır. Bunun sonucu olarak, batı kültürünün tesiri altında kalan bu aydınlar, oryantalistlerin gözüyle İslam’ı ve Müslümanları değerlendirmeye başlamışlardır. Onlar zannetmişlerdir ki, oryantalistler gerçek olandan başka söz söylemezler. Onlar son derece hassas ilmi metotlara uygun hareket ederler.” (Sıbai, s. 97-98) “Meğer Nureddin Mahmut Zengi (1118-1174) CIA ajanıymış. Ben demiyorum bunu. Cumhuriyet Gazetesi’nin mümtaz şahsiyetlerinden Aydın Engin beyefendinin iddiası bu yönde. 100 yaşındaki edebiyat dergimiz Varlık, “İbn Taymiyya” diye İslam aliminden söz ediyor mesela. Zira “aydınımsı” dediğimiz adam, İbn Teymiye’yi hayatı boyunca hiç “Türkçe yazılışından” okuyacak kadar tanımamıştır. Ancak bir oryantalistin yahut bir Batılı araştırmacının metninde tesadüf etmiştir ismine. Özdemir İnce’nin, Paulo Coelho’nun romanının çevirisinde yer verdiği, “birden kulelerden şarkılar yükselmeye başladı” cümlesindeki kulenin minare, şarkının ezan olduğunu söylememize bilmem gerek var mıdır? Türk aydınımsısı diye, halka, toprağa, tarihe, dine karşı cehalet geliştirmeyi neredeyse vazife edinmiş adama derler. Opera tarihini kusursuz şekilde bilmemesi suçtur bunun; ama barak havasıyla bozlağı birbirinden ayırt edememesi normaldir.” (İsmail Kılıçarslan, Yeni Şafak, 03 Şubat 2018) “Bizler, her konuda Avrupa’yı rakipsiz bir otorite olarak kabul etmemizden dolayı, tarihimizi bile Avrupalılardan alıp öğrenmeyi adet haline getirdik.” (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s. 10, 24) “Oryantalistlerin özellikle aydın çevreler üzerindeki tesirleri vardır.” (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 12) “Aydın kesim, gerek eski metinleri okuyup anlamadaki zorluğu göze alamamaları, gerekse bir an önce neticeye varmak arzularına sahip olmaları ve bir de dini çevrelerde bilinenlere aykırı, yeni şeyler ortaya atma hevesi yüzünden, oryantalistlerin eserlerini kaynak kabul etmişlerdir.” (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 98) “Oryantalistler, Batı hayranı olan elitlerden azımsanamayacak bir kitleyi peşlerine sürüklemişlerdir.” (Halil Çiçek, Müşkilu’l-Kur’an’ı Yeniden Değerlendirmek, s. 12) “Kendi kültürüne yabancılaşan, oryantalist fikirlerden etkilenen birçok yerli aydın kendi kültür ve dinine yabancılaşmış, kendilerini onlardan farklı-uzak ve Batının yanında görmeye ve göstermeye çalışmışlardır.” (Mehmed Said Hatiboğlu, “İrtica Nerede?”, İslamiyât, C. X, Sayı: 2, Nisan-Haziran 2007, s. 9-23; Mehmet Doğan, Batılılaşma: Mağlubiyet İdeolojisi, Eski Yeni, Sayı:8, Kış 2008, s. 58) 

1962’de yayınlanan bir eserin önsözünde, ‘Bugün İslam aleminin birçok yerlerinde Batıya karşı aşırı bir hayranlık fırtınası ortalığı kasıp kavurmaktadır.’ (Haydar Bammat, Batı medeniyetinin kuruluşunda Müslümanların rolü, s. 5) diye yazmakta idi. Bugün bu fırtına çok daha artmıştır ne yazık ki! Dr. Hamid Algar tarafından ilk kez 1969 yılında yazılan makalesinin giriş bölümünde, Batı’nın İslam dünyasına yönelik yıllarca süren askeri ve siyasi saldırılarının bir sonucu olarak, “Müslümanların Batıya karşı daima ‘özür dilemeci’ bir tavır içerisinde olduklarını belirtmektedir. (A.L. Tibawi, Enver Abdülmelik, Hamid Algar, s. 187) Ateist, toplumun manevi değerlerine düşman ama Müslüman olmayan gavura aşıktır her zaman. “İsrailli arkadaşımın önünde saygıyla eğiliyorum. Ama ben Ömer’in önünde eğilmem, Osman’ın önünde eğilmem.” demektedir ateist sanat İlyas Salman. (Yeni Şafak, 18 Haz 2023; www.youtube.com/watch?v=RPaerMH3jvY) “Mısırlılardan da Avrupa’ya köle olma şuurunu taşıyan ve bu şuuru dibine kadar da ilan bir nesil yetiştirilmiştir.” (Prof. Muhammed Kutup, İslam’ın etrafındaki şüpheler, s. 15) “Edward Said, sömürge entellektüeli kavramını şöyle açıklamaktadır: Kendini Avrupa kültürü ile tanımlayarak, sömürgeci ülkeyi anavatan sayan, her zaman Avrupai hakimiyetin kültürel perspektifi ile yazan. Sömürgeci entelektüel kendini, kendi halkı karşısında yenik düşmeye yazgılı konumda göstermenin dışında, bir meşrulaştırma olanağına sahip değildir.” (Hilmi Yavuz, s. 66, 67) “Aydın sınıf, Batı medeniyetinin tesiri altında şahsiyetini kaybetmiş ve aşırı derecede Batı hayranlığına müptela olmuştur.” (Said Halim Paşa, Buhranlarımız ve Son Eserleri, s. 61) “Batı karşısında toplumun her alanında ve her kesiminde birey birey içselleştirilmiş bir eziklik taşıyoruz.” (Ömer Baharoğlu, Oryantalizm İslam ve Türkler, s. 35) “Oryantalistlerin takipçileri, Batıyı kendilerine kıble ve hayatlarının rehberi yaptılar.” (Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. 68) “Türkiye’de, kendisini modernleşmiş, Avrupalılaşmış, Batılılaşmış sayan bir kısım insanımız, geleneksel kimliğini ön plana çıkaran bir başka kısım insanımızı ilkel,  pislik olarak kabul etmektedir. Onlara ancak aşağılayıcı, horlayıcı bir söylemle atıfta bulunmaktadırlar. Kendi yerli halkını öteki olarak işaretlemektedirler. Batılılaşmanın bizi getirip bıraktığı yer burasıdır: Kendi yerli halkını, insandan daha aşağı, Batılıyı ise insandan daha yukarı, neredeyse bir tanrı gibi görmek. Modernin kendi halkına ve Batıya bakışı hemen hemen hiç sorgulanmadı. Neden acaba?” (Hilmi Yavuz, s. 74) “İslam ülkelerinde sömürgecilerin uzun müddet hüküm sürebilmesi için, Müslümanların dinlerinden uzaklaştırılmaları lazımdı. İngilizler, Mısır’da okullarda iktisadi ve toplumsal adaleti içeren bir devlet nizamı, öğretim ve eğitim için bir sistem, başlı başına bir hayat ve hayatı içine alan bir düzen olan İslam’ın emirlerinden hiç birisini öğrencilere okutmadılar. Mısırlılardan, Avrupa’ya köle olma şuurunu taşıyan ve bu şuura dibine kadar dalan bir nesil yetiştirdiler.” (Profesör Muhammed Kutup, s. 14-15) Bunun sonucunda aydın kesim hem kendi kültürlerinden habersiz kalmış hem de gerçeğin tek ölçüsünün Batı’da olduğunu kabul etmişlerdir. Bu durumumuz yabancıları bile şaşırtmaktadır: “Zihinsel ve entelektüel köleliği anlayamıyorum.” (Wael Hallaq, Cins Dergisi, 9 Ocak 2019)  Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Cezayir ziyareti sırasında (28 Nisan 2018) Cezayirli bir gazeteci, Erdoğan’a “Türkler burayı işgal etmedi mi?” diye sorar. Erdoğan: “Eğer öyle olsaydı, siz bu soruyu bana Fransızca değil, Türkçe soruyor olurdunuz.” diye cevap verir. 1960’larda Cezayir’den kanlı bir şekilde çekilen Fransa Cumhurbaşkanı’na böyle bir soru soramayıp da 500 yıl önce yapılan bir fütuhatın hesabını sormaya kalkışmak, ancak “sömürge aydını” olmanın derine işlemiş bir ruh halini göstermektedir. “Bir yanı ile Müslüman, bir yanıyla Batılı fakat kendini ne İslam medeniyetine ne de Batıya ait hisseden insanlar bu ikircikli ruh halinin ağır baskısı altında sürekli krizlere maruz kalırlar.” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 174) “Roman ve sinema ile Batılı olmayanı ötekileştiren oryantalizm, Batıyı da hakim bir evrensel norm ve merkez olarak ilan etmektedir.” (Fuat Keyman, Oryantalizm, Derleme, s. 10) Twitter’da ‘Sevinçli’ adlı bir kullanıcı 3 Temmuz 2017 tarihli paylaşımında, “Kızım Disney Channel izleyerek büyüdü. Amerikan kültürüne son derece hakim ve ben annesi olarak ölünceye kadar kızımla gurur duyacağım.” diye yazmakta idi. ‘Shrike’ adlı twitter kullanıcısı da, Arda Güler Real Madrid’e transfer olunca, Arda ve annesinin fotoğrafını paylaşıp altına şunları yazmakta idi: “Annesinin açık ve sarışın olması ülkemizin imajı açısından mükemmel.” Evet, tam da oryantalistlerin istediği ideal ‘Doğulu, ezik ve kimliksiz’ tipoloji örneği. Halbuki Bosna’lılar full sarışın nerdeyse ama sadece Müslüman oldukları için Avrupa ortasında yaklaşık 4 sene (1992-1995) katliama maruz kalmışlardı. “Paris 2024 Olimpiyatları’nda sergilediği performansla dünya çapında tanınan milli atıcı Yusuf Dikeç, sosyal medya hesabından annesiyle çekildiği bir fotoğrafı “En Kıymetlim” notuyla paylaşır. Ancak, Dikeç’in annesinin başörtülü olduğunu gören bazı kullanıcılar, “Sil şunu, Arap sanacaklar, Avrupa’ya küçük düştük, Maalesef rezil olduk dünyaya, Keşke annenizi paylaşmasaydınız.” şeklinde yorum yazarlar.” (26 Ağustos 2024) Oyuncu Bade İşçil, bir zamanlar arabeks şarkı söyleyen “Mahsun’dan ayrıldıktan sonra hayatında ne değişti?” şeklindeki gazetecilerin sorusuna “Artık lahmacun yemiyorum. Ben Batılı bir kızdım ve özüme döndüm.” (Hürriyet, 11 Ekim 2007) diye cevap vermekte idi.

“İnsanları sömürülebilir hale getirmek için önce onların dayandığı değerler sisteminin çökertilmesi gerekmektedir. Kendi değerler sistemini kuramayan toplumlar taklitçi durumuna düşer ve nihayet başkalarının sömürü ağlarında yem olurlar. İnsanları sömürülebilir hale getirebilmek için önce benliklerini tahrip etmek, tarihleri ile ilişkilerini kopararak kimliklerini yok etmek gerekmektedir.” (Prof. Hasan Ayık, Ahlak sorunumuz, s. 31-32) “Müslüman toplumları, hem entelektüel hem de kültürel açıdan zayıflamış ve dejenere olmuşlardır. B. A. Zaki Badawi: “Batı’yı ideal olarak tanıtan iki tip sosyal grup olduğunu belirttir: Batılılaşanlar ve laikler.” Mısır tarihi, İslami karakterlerini mümkün olduğunca yok ekmek amacından yola çıkarak yeniden yazıldı. Türkiye ve İran’da da buna benzer eğilimler iyi bilinmektedir.” (Hilmi Yavuz, s. 204 -205) “Türk entelijansiyası, laikliği yanlış anladı. Modernite projesinin devlet ile sınırlı tuttuğu laikliği, bireysel alana taşıdı.” (Hilmi Yavuz, s. 115) “Vulgarlaisizm, bu ülkenin en barbar ideolojisi. Çünkü kendisini hakikat görüyor, egemenlik kibriyle bakıyor ve modern olmanın havasıyla üstün sanıyor. Toplumuna, tarihine ve coğrafyasına yabancılaşan bir self-bilinci temsil ediyor. Bu topluma, kötü bir modernlik kopyacılığıyla bakıyor. O nedenle bilgili ama cahil. Bilimsel sanıyor kendisini ama dogmatik. Her şeyi kopya ettiği kaba modernliği, vulgarlaisizmin (kaba laikçilik) üzerinden okuyor. Din karşıtı, toplum karşıtı ve tarih karşıtı bir zihin haline geliyor.” (Ergün Yıldırım, Yeni Şafak, 6 Eylül 2020) “Müslüman toplumların birçoğunda, sömürgeciliğin izleri kalmıştır.” (Hilmi Yavuz, s. 231) “Batıcılık, Müslümanlar arasında tehlikeli bir alçaklık kompleksi hissi oluşturan bir dünya görüşünü temsil eder. ‘Gelin Batıyı her yönüyle benimseyelim’ gibi sloganlar ürettiler.” (Hilmi Yavuz, s. 261) “Taklit ve aşağılık kompleksi ile bazı genç yazarlar eskiye karşı savaş açma konusunda cesaretlendirilmiştir. O günden beri, eskinin adı gericilik ve ilkellik olurken, yeninin adı da ilericilik ve uygarlık olmuştur. Müslüman Doğuda reform, Batı düşüncesini kötü bir şekilde taklit etmekten ibarettir.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 32, 54, 205) “Oryantalistlere bağlanıp onlara hizmetçi olan, kendisini Batılı değerlere teslim edenler, kültürel, ruhi ve psikolojik şahsiyetini de çifte dönüştürür, zamanla da kendini tam bir yabancı gibi hissederler. Batılılaşmış Müslüman gençlik, oryantalistlerin güç sahibi olduklarına inanan ve kuvvetin sadece Allah’a ait olduğunu bilmeyen kimselerdir.” (Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 66) “E. J. W. Gibb, ‘Osmanlı Şiir Tarihi’ isimli kitabında, Osmanlı şiirini ‘bıktırıcı tekrarlar ve basmakalıp tedailerden (detay, ayrıntılardan) öte bir şey olmadığını’ iddia eder. Bu bakış açısı Cumhuriyet döneminde Divan şiirine karşı öne çıkarılan resmi ideolojik söyleminde başat, baskın temalarından da biri olmuştur. Türk entelijansının (aydınlar topluluğunun) zihni, oryantalist bir yapılaşmadan öte bir şey değildir. Prof. Walter G. Andrews ise, ‘Şiirin Sesi, Toplumun Şarkısı’ adlı kitabında Gibb’in Divan edebiyatı ile ilgili iddialarına yanıt verir.” (Hilmi Yavuz, s. 86, 88-91) “Türküleri güncel hale getirmek ya da Batılılar sevsin diye modernleştirmek onu bir kafese koymak gibidir. Türklerin bazıları sınıfsal farklardan dolayı türkülere köylü zihniyeti olarak bakmaktadır.” (Amerikalı Bob Beer ile röportajdan, Yeni Şafak,  19 Ağustos 2018) “Biz kendimizi sevmiyoruz. Dede’yi Wagner olmadığı için; Bâki’yi Goethe yapamadığımız için beğenmiyoruz. Dünyanın en iyi giyinmiş milleti olduğumuz halde, çırılçıplak yaşıyoruz. Biz ‘misyonlarımızın’ farkında değiliz.” (Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, s. 270) Hürriyet yazarı Tufan Turenç, 10.09.2014 tarihli twitter paylaşımında, “Bale izleme kültürüne erişmeyen insan ne atom rektörü yapabilir, ne de teknolojik gelişmeleri kavrayabilir.” demektedir. ‘Tarafsız Bölge’ adlı programda Ahmet Hakan ile İlber Oltaylı arasında şöyle bir konuşma geçer: Oltaylı, ‘Fatih, muhteşem bir dil bilgisi vardı ve büyük bir deha idi.’ deyince Ahmet Hakan, ‘Yani Batıya açık biri. Bilime açık biri, tipik bir Müslüman örneği değil’ diye yorumda bulunur. Oltaylı, ‘Hayır efendim, o zaman Batı da böyle adam yoktu ki! Ne Batısı diyorsun. Asıl Müslüman örneği Fatih! Sizin bildiğiniz gibi değil. Zaten Müslüman dediğin böyle olur. Senin kafandaki Müslüman örneği başka tabii.’ diye cevap verir. (youtube.com/watch?v=H112S2vgeQg; https://web.archive.org/web/20170817213446/http://www.bolgepostasi.com/gundem/ahmet-hakan-boyle-bi-sey-uydurmuslar-dolastiriyorlar-h1214.html) Fuat Uğur, Türkiye Gazetesi’nde bu durumu şu başlıkla değerlendirir: “Batı oryantalizminin kölesi olan ezik portre” (Türkiye, 17 Ağustos 2017)  “Yalnız edebiyatımızla değil, bütün hayatımızın gelişmesi için her şeyden önce eskiden silkinmemiz gerekir, geçmişle bütün bağlarımızı kesmeliyiz; ne alaturka musiki, ne alaturka şiir. Kapamalıyız onları. Gençleri, kendilerine hür edebiyatı öğreterek kurtarabiliriz. Eski Yunan’ın, eski Roma’nın edebiyatı. Çocuklarımıza Yunancayı, Latinceyi öğretmeliyiz.” (Nurullah Ataç, Edebiyatçılarımız Konuşuyor, s. 40) ‘Batıcılık denilen bir belanın batırdığını’ (Attila İlhan, Hangi Batı, s. 11) “Genç bir ozan hatırlıyorum: Beyoğlu’nun artık bütün bir edebiyat kuşağınca bilinen ‘malum’ pastanesinde, yumruğunu göğsüne vura vura; “Ben,” demişti, “Türk olmak istemiyorum. Çevremde gördüğüm her şey kızgın bir demir dehşetiyle etime yapışıyor. Sanatımla ve duygulanma gücümle başka ve batılı bir ortama aitim ben.” Yanlış bilmiyorsam, erkek deyişli, iri ve serüvenci dizelerle başlamış, solukluya benzer bir delikanlı ozandı bu; biraz Beyoğlu, biraz lanetli Fransız şaiirleri, biraz da isyancı tabiatı onu çarçabuk yedi. Bir başkası: Daha yaşlı, basbayağı ünlü, oldukça ipe sapa gelmez biri, bir Ankara birahanesinde üç aşağı beş yukarı, buna benzer şeyler söylemiş; içisıra haçlar, Hıristiyan duaları, Tevrat ya da İncil hikayeleri kımıldanan birkaç şiir okumuştu.” (Attila İlhan, Hangi Batı, s. 23) Sonradan Müslüman olan Pickthall ‘yabancılaşmış liberal bir Türk’le karşılaşır. Genç,  ‘ya dinimiz ne kadar cahilce, ne kadar geri kalmış, ne zaman ilerleme aramışsak bizi engellemiş, bir Luther’e şiddetle ihtiyacımız var, bizi ancak Avrupa kurtarır.’ demekte idi. Pickthall ise, ‘İslamiyet’in batılıların sandığı gibi gelişmeye engel olmadığını’ söylemektedir. (Kemal Kahraman, Muhammed M. Pickthall, s. 70-71) “Türk aydını, Batı’nın manevi ajanıdır. Batı diye bir şey yoktur. Bu hayali bir kavramdır. Türkiye’de basın da Türk değildir.” (Attila İlhan, Ceviz Kabuğu, Star, 6.2.2004) diyen İlhan ayrıca “Gerekmediği halde aydınlarımız, nasıl Batılılara bakarak, liberal oluyorlardıysa, aynı biçimde Batılılara bakarak sosyalist de oluyorlardı.” (Attila İlhan, Hangi Batı, s. 197) haklı tespitinde de bulunmaktadır. Ateist Celal Şengör: “Halk cahil, halkı yönetenler de nihayetinde halkın içinden gelen kimseler. ‘Ben bir yabancı gibiyim Türkiye’de.’ Türkiye’ye gelip akıl veren bilim adamlarından bir tek farkım İstanbul’da oturuyor olmamdır.” (Haber 7, 1.1.2018: Prof. Dr. Celal Şengör’ün kendisini YÖK üyeliğine uygun gören Üniversiteler Arası Kurul’un 219 üyesine birden gönderdiği mektuptan, yıl 2008) Bu ülke halkını şucu bucu diye damgalayanlar ve “Bu kolay suçlamayı yıllar yılı dillerinden düşürmeyenler bir de kalkmışlar “biz Batılıyız” diye göğüs kabartıp utanmadan böbürleniyorlar. Ama Batılılar onların yüzüne gülüyormuş. Umurlarında mı?” (Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi Abalıoğlu’nun oğlu Nadir Nadi, Ben Atatürkçü Değilim, s. 75) Hz Muhammed’i bir ‘kahraman’ olarak nitelendiren bir oryantalist için Osman Yüksel Serdengeçti şöyle bir değerlendirmede bulundurmakta idi: “Oryantalist yazar Thomas Carlyle, bizim aydınlarımızdan çok daha insaflı, çok daha idrakli, şüphesiz çok daha bilgili bir adamdır.” (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 8) Görüldüğü gibi “Batı güdümüne giren toplumlar her zaman dağılmış, parçalanmış ve özüne yabancılaşmıştır.” (Süphandağı, s. 35) Profesör Mehmet Aydın benzer bir tespitte bulunur: “Aydınlarımız bize tamamen yabancı bir kesimdir.” (Mehmet Yazıcı, Unutulmayan Anılar, s. 275) “Beyaz efendilerine teslim olmuş sömürge aydını, kendini Batı kültürünün bir parçası olarak görür. Bu kültür alanının dışına çıktığında kimliksiz, kişiliksiz, önemsiz bir varlık olduğunu düşünür.” (İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, s. 279) Aslında “Kültürel ve teknolojik emperyalizm, politik emperyalizmi kadar tehlikelidir.” (Ziyaüddin Serdar, İslam medeniyetinin geleceği, s. 278) “İkbal’e göre de, kişiliğin kaybolması, tüm kayıplardan daha üzücüdür. Yine İkbal’in düşüncesine göre, Müslümanların geleceği, fert olarak kişiliklerini yeniden bulmalarına ve bilinçli olarak yaşam tarzları ile kimliklerini pekiştirme çabalarına bağlıdır.” (Ziyaüddin Serdar, İslam medeniyetinin geleceği, s. 225) Haçlı emperyalizmi, İslam ülkelerinde bölünmeyi daha da büyütecek bir takım şartlar oluşturmuştur. Kurtuluş hareketleri, İslam’ı toplumsal hayattan soyutlama ve ayırma hareketlerine dönüşmüştür. 1936 tarihinde Mısırlı yazarlardan biri olan Taha Hüseyin , “Artık İslam’dan ve Arapça’dan tümüyle kurtulmanın zamanı geldi”, 1938 yılında ise, “Batılıların iyi kötü bütün kültür ve düşüncelerini, eski ve yeni dillerini harfiyen öğrenmenin tam zamanı olduğunu” söylemekte idi.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 204) İngilizlerin Mısır’ı işgalinden sonra dil üzerinde yapmak istedikleri değişiklikleri “aşırı yenilik taraftarları  olduğu gibi benimsemiş, hatta bununla da kalmayıp bu değişikliği aşırı derecede övmüşlerdir.” (Erol Akyıldız, Mısır ‘da İngiliz işgalinin arap dili üzerindeki tesirleri, s. 74) “Çağdaş Arap edebiyatı dalında, oryantalistlerin ilk talebesi Taha Hüseyindir.” (Mustafa Sıbai, s. 26) Taha Hüseyin, Mısır’da üniversitelerden önce lisede Latince ve Yunanca dillerinin öğretilmesi gerektiğini savunur. “Batı ile eş olmamız, iyiliği ve kötülüğü ile acısı ve tatlısıyla, sevilen ve sevilmeyen yönleri ile kısaca, her şeyi ile uygarlıkta onlara ortak olmamız için Avrupalıların yolundan gidilmesi gerektiğini” ilan etmekte, “Dini siyasetten ayırıp, İslam toplumunda düşünce reformu” yapılması gerektiğini savunmaktadır.” (Taha Hüseyin, Mustakbelu’s-Sakafe fi Mısr, II/289-292; Ziyaüddin Serdar, İslam medeniyetinin geleceği, s. 68) Ona göre, ‘Mısır’ın mantalitesi, Avrupalılara çok yakındır. Bu medeniyet Yunan medeniyetine yakın, şark/doğu mantalitesine/zihniyetine ise uzaktır.’ Firavunlar devrinden beri gelen medeniyeti savunan yazar, Pers, Roma, Arap veya İslam’dan hiç etkilenmemiş bir kültürü savunmakta (Taha Hüseyin, I/9-11) ve “Mısır halkının Avrupalılar ile özde bir olduğunu” söyleyerek, “Avrupalılar içinde erimek gibi bir korkuya” gerek olmadığını, ‘zaten aynı olduklarını’ (Taha Hüseyin, I/63) ileri sürmektedir. (Taha Hüseyin, II/372) “Almanya da 4 yıl kalan Ali Hasan Abdulkadir, Ezher’de ilk dersine şöyle başlamıştı: “İtiraf etmeliyim ki, 14 yıla yakın süre Ezher’de okudum ama İslam’ı hiç mi hiç anlayamamışım. Onu ancak Almanya’daki eğitimim sırasında anlayabildim.” (Mustafa Sıbai, s. 28) Türk olan A. Cevdet de, ‘medeniyet Avrupa medeniyetidir, bunu gülü ile dikeni ile almak mecburiyetindeyiz.’ (Abdullah Cevdet, Şime-i Muhabbet, İctihad dergisi, 89, sayfa 1984) diyerek, ‘aydın’ kesiminin Batı’ya tam teslim olma zihniyetinde sınır tanımadığını da göstermektedir. “Kendilerinin gerçekte inanmadıkları ve ancak merasim görevlerine uyarak yapmacık bir surette inandıkları bir dini, birisi kalkar ve Hristiyan medeniyetinin fikirlerinin ve eserlerinin Fas’ta ve daha bilmem nerelerde acilen uygulanması lüzumundan açıkça bahseder. Hristiyan medeniyeti namına bu kişilerin gösterdikleri gayretin başlıca sebebi, eskiden beri Hristiyanların kalplerinden silinmemiş olan İslamiyet’e karşı miras olarak intikal eden düşmanlık hissidir.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 286-287) Amaç; Geçmişi, tarihin derinliklerine uzanan bir intikam duygusudur. Bu duyguyu emperyalizm de tetiklemektedir. 

Amerika’dan Afrika ve Asya’ya, kendi dillerini ve kültürlerini öğrettikleri yerli aydınlar vasıtası ile toplumu yönlendirmenin daha ucuz ve kolay bir yol olduğunu Batı kısa zamanda öğrenmişti: “Birçok yabancı okul da, aynı vatanın çocuklarını, farklı yönlere yönlendirmektedir.” (Ömer Furuh, et-Tebşir ve’l-İsti’mar fil Biladil Arabiyye, s. 112) Fanon Frantz, Batıcı aydın tipini şöyle karakterize etmektedir: “Doğu’dan yerliler getirip onları eğittik. Zira Batı eliti, yerli elit üretmek istiyordu. Kısa bir süre sonra ful doktoralı olarak memleketlerine geri gönderildiler. Artık bu yürüyen yalanların kendi kardeşlerine söyleyebilecekleri hiçbir şeyleri yoktu.” (Fanon Frantz, Les Dammes de la Terre, s. 17) “Afrika dilleri, üniversite seviyesinde yıllarca tahsil edilemedi. Uganda Makerere Üniversitesinde öğretilen tek dil, bağımsızlıktan sonra bile İngilizceydi.” (Philip G. Altbach, Gail P. Kelly, Sömürgecilik ve eğitim, s. 66) “Kızılderili komisyon kurulu şöyle diyordu: “Kızılderilileri siyasetimizde güvenilir ve kullanışlı bir unsur haline getirmek için cesurca çalışmalı. Batı, pahalı bir bedelle Kızılderili ile dövüşmektense onu eğitmenin daha ucuz olduğunu öğrendi.” (Philip G. Altbach, Gail P. Kelly, s. 101) “Sömürge altındaki toplumlar, kendi tarihlerinden mahrum bırakılmışlardır. Sömürülen, sömürgecinin dilini efendisinden daha nazik şekilde konuşmaya yönlendirildi.” (Philip G. Altbach, Gail P. Kelly, s. 133, 134) “İngiliz tarihçi, siyasetçi ve şair Thomas Macaulay, ‘Hint eğitimi üzerine notlar’ isimli eserinde, ‘yapmamız gereken şey, hükmettiğiniz milyonlarla bizim aramızda tercüman görevini üstlenecek bir sınıf yetiştirmektir. Bu sınıfın kanı ve rengi Hintli fakat zevkleri, kanaatleri, ahlakı ve aklı İngiliz olacaktır.’ demektedir.” (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 113) Tüm bu faaliyetlerin sonunda, ABD’yi savaşta yenen Vietnam’da bile “Ülke halkı, sosyalizm ve milliyetçilik doğrultusunda eski efendilerini taklit etme ayrıcalığını kazanmak için savaşmış oldular.” (Gai Eaton, İslam Ve İnsanlığın Kaderi, s. 45) Ülkemizde de “Batılılaşma hastalığına duçar olmuş Cumhuriyet aydınlarının Türkçü medeniyeti söylemi, İslam ve Osmanlı kimliklerinden arındırılmış bir toplum düzeni inşa etmeyi hedefliyordu.” 

Kolombiya’da bir kızcağız bir tv progmına misafir olmuş ve İngilizce (Hello, Good afternoon) diye selam vererek içeri girmişti. Bayan spikerin milliyetçi hisleri galeyana gelir ve kıza sert şekilde çıkışır: “Sen Kolombiyalısın! Damarlarında Kolombiya kanı akıyor. Ve burası ‘İspanyolca’ konuşulan bir program.  İspanyolca konuşmazsan defolur gidersin!” Kendi ana dili olan Chibchan dilleri yerine İspanyolca değil de İngilizce konuştuğu için konuğunu azarlayan bu kadın bir de milliyetçilik yaptığını zannetmektedir. İşte durum bu kadar girift/karmaşık bir hal almıştır!

Sosyalist ve anti emperyalist iddiası ile kendini lanse eden Ankara Üniversitesi Hukuk Mensupları Fikir Kulübü, 20 Kasım 1953 yılında yıllık faaliyetlerini sıralarken bir tanesi olarak da radyoda “Batı müzik saatlerinin artırılmasını” sağlamaları saymaktadır. (Turhan Feyizoğlu, KFK, Fikir Kulüpleri Federasyonu, s. 82) Hukuk profesörü Hıfzı Veldet Velidedeoğlu ise, Iğdır’daki bir düğün için “uygar bir düğün”tanımlamasını kullanmaktadır. Nedeni ise, sadece “Düğünde kadın ve erkeklerin ‘beraber’ eğlenmesi, dans etmesi’dir!” (Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Anıların izinde, s. 199) Türk devrimci solunun lider kadınlarından olan Behice Boran, babasını ‘ilerici’ olarak tanıtmaktadır. Nedeni, ablasını “Fransız Rahibeler okuluna” göndermesidir. (Emel Koç, Behice, s. 20) Ülkemin sol aydınlarının memleketimi çağdaşlaştırma gayretlerine, kullandıkları metot ve bakış açılarına ilginç örneklerdir bunlar. İngiliz Gezgin A. Slade, 1829’da Blonde gemisinde verilen bir baloya katılan Türklerin ‘Medeni tutumu’ hakkında şu gözlemlerde bulunmakta idi: “Ayrılmadan önce, birkaç saat içerisinde medeniyet yolunda üç büyük adım attılar. Kadınlarla dans ettiler, herkesin ortasında içki içtiler ve kumar oynadılar.” (Tuncer Baykara, Osmanlılarda medeniyet kavramı, s. 24) “Ülkenin elitleri arasında sayıldım çünkü İngilizce konuşabiliyor ve Batı kıyafetleri giyebiliyordum. Benim gibi insanları dinden uzaklaştıran en büyük faktör, vaizlerinin uyguladıkları ile vaaz ettikleri arasında büyük bir fark olması idi. Ayrıca, dinin arkasındaki felsefeyi açıklamak yerine, ritüellere aşırı vurgu yapılıyordu. Neslimin miras aldığı aşağılık kompleksi, yavaş yavaş birinci sınıf bir sporcu olarak geliştikçe geçti. Her iki toplumun avantajlarını ve dezavantajlarını görmeye başladım. Üstün olduğumuz ve hâlâ da üstünlüğümüzün devam ettiği bir alan vardı ve bu da bizim aile hayatımızdı. Materyalist ve hedonistik kültür insanda psikolojik sorunlara neden olmaktadır.” (Pakistan Başbakanı Imran Khan ile röportajdan, Arabnews, 25 Mayıs 2019) Sosyal medyada ‘Σελήνη’  adlı bir kullanıcı, “Türk olduğumu öğrenen Amerikan garson ‘selamünaleyküm’ dedi. Aleyküm selam demediğim için saygısız olduğumu iddia etti.” diye twit paylaşmıştı. Ona destek olmak isteyen bir twit kullanıcısı da, “Biz merhaba deriz deseydiniz keşke. Ben Amerika’ya ilk geldiğimde giydiğim kıyafetlere çok şaşırmışlardı. İran gibi düşünüyorlar bizi maalesef ve Arap alfabesi kullandığımızdan eminler.” Diye yazmakta idi. Kıyafetle Batılı olmak veya zaten Arapça kökenli bir kelime olan ‘Merhaba’ ile Arapçılığa savaş açtığını zanneden modern insanlar türemiştir günümüzde. Yine twitter’de Yusuf Demirkapu adlı bir kullanıcı, “Asurlara ait en eski kraliyet arşivi British Museum” diye paylaşımda bulununca, Umut K. adından bir kullanıcı “Burda olsa üç günde yağma olurdu. Emin ellerde olduğuna inanıyorum” diye yorum yaparak aslında sömürgeci hırsızlara güzelleme yaptığının ve kendi kültürüne düşmanlığını ilan ederek tam bir Stockholm sendromu örneği olduğunu gösterdiğinin farkında bile değildir. Yine sosyal medyada, “Taksim’deki Arapça tabelaların sökülmesini keyifle sigara yakıp izlediğini” yazan bir kullanıcıya Eray K. Adında biri, “İngilizce tamam da Arapça bize ters hacı” diye yorum yapmaktadır. Cem Yılmaz’ın ‘açık büfe’ komedi videosuna göre, “Biz Türkler açık büfede ”acayip’mişiz! Ama ‘bir İngiliz’de böyle bir şey görmezmişiz, bir zeytin, bir avakado alıp gidiyormuş” Sayın Yılmaz keşke İngilizlerin, dünyanın öbür ucundaki insanların yemeklerini önlerinden aldıklarını, yer altı ve yer üstü zenginliklerini sömürdükleri, yaptıkları zulüm ve katliamları da komedisine ilave edebilseydi! “2005 ile 2016 yılları arasında Afganistan’da özel kuvvetler personelinin ‘yaptıklarına’ ilişkin soruşturmanın bulgularını detaylandıran Avustralyalı General Angus John Campbell, 23 ayrı olayda 25 Avustralyalı Özel Kuvvetler personelinin 39 ‘yasa dışı cinayet işlediğinin’ ortaya çıktığını söyler.” (Euronews, 19/11/2020) Haberi “icmihraklar” adlı twitter kullanıcısı bakın nasıl yorumlamaktadır: “Ancak Batılı bir devletin vereceği medeni bir tepki. Şark devletlerinde bunlar hiç olmaz.” 39 kişiyi öldürüyorlar, olay ‘basına sızınca’ sadece lafla özür diliyorlar ve bizim celladına aşık zihniyet sahipleri konuyu ‘medeniyet’ olarak değerlendiriyor! F. A. Eroğlu, 07.06.2019 tarihinde Twitter hesabından Norveç’e çitlere asılmış elma poşetlerinin fotoğrafını paylaşır ve “Bu fotoğraf Norveç’ten. Bahçelerinden topladıkları elmaların fazlasını başkaları da yesin diye çitlere asmışlar. Dilerim güzel ülkemde bir gün bu refah ve medeniyet seviyesine ulaşır” ifadelerini kullanır.  dogrulukpayi.com adlı site olayı araştırır ve “Norveçlilerin ağaçtan toplanan elmaların fazlasını, başkalarının yemesi için bahçe duvarlarına astıkları iddiasının yanlış.” Olduğunu ilan eder. Peki gerçekte durum nedir? “İngiltere merkezli “Development Initiatives” kuruluşu tarafından hazırlanan Küresel İnsani Yardım 2022 Raporu’na göre, Türkiye, 2021’de gayrisafi milli hasılasına oranla ‘en çok insani yardım yapan ülke’ sıralamasında zirvedeki yerini korudu.” (AA, 27.07.2022) “Oryantalistlerin hemen hepsi, Doğunun kültürünü harap etmeye çalışmışlardır.” (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 10)  “Anlam haritası tarumar edilen, algısı uyuşturulan genç, kendi kültüründen utanç duymaya, başka kültürlere özenmeye başlar.” (Prof. Adnan Bülent Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 53) Meşhur Fransız oryantalist Louis Massignon, ‘Müslümanların her şeylerini tahrip ettik. Felsefeleri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler. Anarşi ve intihar için olgun hale geldiler.’  (E. Said, Oryantalizm, s. 8) derken, İslam aleminde yıllardır süren anarşi ve bölünmüşlüğün temelinde yatan sebeplere de ışık tutmaktadır.

“Hristiyan Batı düşüncelerinin İslam ülkelerinde yayılması, Müslümanlardaki dini ruhu zayıflatmış ve onların din dışı yönetim ve sistemlere alışmalarına neden olmuştur.”  (Muhammed Bakır el-Hakim, s. 28) “Ahmet Hamdi Tanpınar, Türkiye’de yaşanan Batılılaşma tecrübesini “kültürel inkar” olarak tarif eder. Ülkemizin sosyal teorisyenlerinden Şerif Mardin ise, Tanzimat’la başlayan Cumhuriyet’le sürdürülen modernleşme projesini, “Türklerin İslam kültüründen uzaklaştırılması” olarak tanımlar.” (Yusuf Kaplan, Yeni Şafak, 09 Ağustos 2019) Bu aşağılık kompleksinden bir an önce kurtulup köklerimizin farkına varmalı ve bir an önce Batı karşısında öz kültürümüzü yeniden oluşturmalıyız! “Fuat Köprülü, Osmanlı’nın her kurumu Bizans’lılardan aldığını iddia eden hem oryantalist hem de Osmanlı kültürünü reddeden, onu küçük gören seküler Türkçülerle mücadele etmiştir.” (Doğan Gülpınar, Ottoman, s. 94) “Türkiye’yi yaşanmaz bulanlar Türkiye’ye yaşanmazlaştıranlardır. Oryantalizm illetinin, Türkiye’nin entelektüel gündeminin bir numaralı mesele olduğunu söyleyebiliriz.” (Cemil Meriç, Jurnal, s. 69, 70) “Medya İslam’a saldırıyor; Biz ise kendimizi savunuyoruz? En mükemmel dine sahibiz! Peki neden çekiniyoruz, neden korkuyoruz? Durumu tersine çevirmemizin zamanıdır.” (Zakir Naik, Gençlerin inanç sorunları, s. 172)

Oryantalizmin yetiştirdiği insanların zihin yapısı ülkemde özellikle 28 Şubat sürecinde zirve noktasına ulaşmıştır! Konuyu uzatmamak için sadece birkaç örnek verelim: Gaziantep 5. Zırhlı Tugay Komutanlığı Harekat Eğitim Şubesi Eğitim Subay Yardımcısı Öğretmen Yüzbaşı İbrahim Keleş, eşi başörtülü olduğu gerekçesiyle ihraç edilir. Kendisine, gönderilen 7 Nisan 1999 tarihli “Gizli” ibareli yazıda; İbrahim Keleş’in eşi Gülsen Keleş’in başörtüsün için, “Tesettür denilen bu acayip kıyafet” tanımlaması yapılmıştır. (Yeni Akit, 23 Kasım 2010) Sağlık Bakanlığı’nın türban nedeniyle güneşten mahrum kalan kadınlar için D vitamini dağıtımını öngören bir proje hazırlayan ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle Paris’te bulunan ve Elele Derneği’nde düzenlenen belgesel film gösterimine katılan İsmet İnönü’nün kızı Özden Toker ile gazeteci Metin Toker’in kızı Gülsün Bilgehan, kendisiyle birlikte 3 Türk kadının daha anlatıldığı ’Laik ve Türk kadınlar’ adlı belgeselin ardından yapılan tartışmada, “13 yaşındaki çocuklara ‘ilkel kostüm’ giydiriliyor.” derken kastettiği tesettür kıyafetidir. (Türbanlı kadınlara D vitamini, Hürriyet, 23 Mart 2007) 28 Şubat dönemi. Din dersi kitabı hazırlama görevi verilen öğretmen taslağı hazırlar. Talim terbiye kuruluna gönderir ama taslak geri iade edilir. ‘Cami toplumsal birliği sağlar, oruçta beraber yemek yenir.’ metni ile beraber bir cami resmi vardır. Görevli,  kalem ile cami resmindeki başörtülü bir iki kadın resmini yuvarlak içine alır, ok çıkarır ve her birine ayrı ayrı ‘ilkel kesit’ yazısını yazar! Ali Nejat Ölçen’de başörtüsü için, “ilkel ve çirkin kılık” tanımlamasını yapmakta idi. Prof. Yalçın Küçük ise Ulusal Kanal’daki bir konuşmasında, “HDP’li vekillerin çocukları mini etekli. Hiç birinde türban yok. Hiç birisinin kafasına ‘ilkel şeyler’ koyamadınız.” demektedir. (www.youtube.com/watch?v=apeSp_7cQlc)

Batılıların gözünde Müslümanlar

“Oryantalizm, İslam dinine Müslüman olmayanların düşmanlıklarının bir ürünüdür.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 20) “Bir oryantalist için Doğulu her zaman Doğuludur.” (Edward Said, Oryantalizm, s. 19, 144) “Bütün Kur’an’ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde Osmanlıyız. Osmanlı, yani İslam. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın!” (Cemil Meriç, Jurnal 11, s. 383) “Avrupa’nın bir kimlik inşa edebilmesi için ötekine ihtiyacı olduğu öteden beri biliniyor. Bu öteki Doğu olarak işaretlenir ama Batıdan farklı, ondan aşağı, barbar, ilkel bir Doğu imgesi kurgulanır. Öteki diye işaretlemeler düpedüz Hristiyan olmayanlardır. Oryantalizm gücünü, ‘yoktan bir şeyi var etmesinden değil, olan bir şeyi olmayana indirilmesinden’ alır.”  (Hilmi Yavuz, s. 56, 58) “Doğulunun sağcı solcu, devrimci olması bir şeyi değiştirmez. Hiç bir Batı kaynaklı bile olsa, ideoloji bir Doğuluyu Batılı yapmaya yetmez. Doğulu her şeyden önce doğuludur; bir Müslüman yarı Fransız olabilir ama yarı Hristiyan asla olamaz.” (İsmail Süphandağı, Batı ve İslam Arasında Oryantalizm, s. 19-20) “Misyonerler İslam’dan dönenleri de şüphe ile yaklaşmışlardır.” (Asaf Hüseyin, s. 82) “Bizzat Batı’nın kendisi tarihsel köklerini kaşıyor, derin çatışmayı ve düşmanlık duygularını yeniden diriltiyor. Bunu anlayalım artık.” (Haşmet Babaoğlu, Sabah, 19 Mart 2019)  “Edward W. Said bir Hristiyandır ama Filistinlidir, Arap’tır ve neticede Doğuludur.” (Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa tarihi, s. 183) “Bir fert ne kadar Batıcı olursa olsun, eğer Doğulu ise önce Doğuludur sonra Batıcı.” (Süphandağı s. 68) Alman bilim adamı Fritz Neumark: “İçtenlikle itiraf etmeliyim ki, Avrupalı Türkleri sevmez, sevmesi de mümkün değildir. Türk ve İslam düşmanlığı Hristiyanların ve kilisenin asırlardır hücrelerine sinmiştir. Avrupalılar Türkleri Müslüman olduğu için sevmez, ama ‘laiklik’ şöyle dursun, ‘Türkler Hristiyan olsa da’ onlara düşman olarak bakmaya devam ederler.” (Metin Aydoğan, Bitmeyen Oyun, Türkiye’yi Bekleyen Tehlikeler, s. 182) Neden mi bizi sevmezler? Çünkü onlara anlatılan budur: “Viyana piskoposu Johann Fabri: “Dünyada yaş ve cinsiyet ayrımı yapmadan çocuk yaşlı herkesi kesen, hatta ana rahmindeki bebeği bile katleden Türkler kadar acımasız ve kaba bir ırk yoktur.” (Turkey, Sweden and the EU Experiences and Expectations”, Report by the Swedish Institute for European Policy Studies, Nisan 2006, s. 6) Halbuki Batıda balkanlarda katledilen, doğuda Ermenilerce soy kırıma uğratılan, Arakan’dan Gazze’ye topluca katliama uğratılan çocuklar hep Müslüman çocukları olmuştur! “Batılıların dediği olursa, sizin Alevi-Sünni, Kürt-Türk, sağ-sol, laik-ateist olduğunuza da bakmayacaklar. Adınıza, geldiğiniz yere bakacaklar. Zaman ve coğrafya kaderimizdir. Kaderine karşı yürümeye kalkışanlar, Allah’ın iradesine karşı durmaya çalışıyorlar demektir.” (Abdurrahman Dilipak, Yeni Akit, 09.03.2017)  “Oryantalistler, kendilerini fikri yönden takip eden, amaçlarına yardımcı olan beyaz insan cinsinden, Yahudi veya Hristiyan olsalar bile, onların Doğulu Arap asıllı olduklarını bilmektedirler. Bu nedenle onlar bu oryantalist efendilerinin gözünde yabancı kimselerdir.” (Pr. Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 64) Evet, değil bir Müslüman’ın sonradan Hristiyan olması, yüzlerce yıldır Hristiyan olan Ortodokslara Katoliklerin bakışı ortadadır! İstanbul’u işgal eden, Haçlı seferleri sırasında Ortodokslara uygulanan şiddet ortada iken ve en son Bosna savaşında ortaya çıkan bölünme göstermektedir ki,  kendi dindaşlarına, Doğulu ve farklı mezhepten olduğu için tarihte birçok zulüm yapan Katolik ve Protestanların yeni Hristiyan olanlara güvenebileceği, onlara samimi davranabileceğini iddia etmek mümkün değildir! “Müslüman dünya istediği kadar Batılılaşsın, sekülerleşsin, sanayileşsin, aradaki ontolojik mesafenin kapanması mümkün değildir. B. Lewis, Huntington gibi yazarlar; Müslümanların masumiyeti gibi filmler bunun göstergesidir.” (İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, s. 241) “İnsan bilmediğinin düşmanıdır. Batının İslam konusundaki tarihi cehaleti, bir imkan ve kapasite meselesi olmaktan ziyade ‘bilinçli bir tercih’ gibi görünüyor.” (İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, s. 240) “Batılı her zaman Oryantalisttir. Bu bakış her şeyi mahvediyor.” (Osmanlı tarihi uzmanı Japon Prof. Yuzo Nagata, Milliyet, 24 Mart 2000) Fransız Türkolog François Georgeon’un 15.01.2021 tarihli Paris’teki söyleşisinde şöyle demktedir: “Türkiye hiç sömürgeci olmadı ama Batı Türkiye’ye sömürgeci bir dil kullandı. Bunun hesabını da vermedi. 70’lerde Fransa’ya çalışmaya gelen Karadenizli köylülere aynı muamele yapıldı. Bu bir paket onlar için, kendileri dışında herkes aynı!” Prof. Oktay Sinanoğlu’nun şu cümle her şeyi özetlemektedir: “Sen ne kadar Batı’ya yaranmaya çalışırsan çalış. Batı için sen Türk’sün, Müslümansın. İşte bu yüzden Batı senin ezeli ve ebedi düşmanındır ey çocuk!” Oryantalist Toynbee’nin sözünü tekrar hatırlayalım: “Türkiye’yi küçük görmekte haklıyız. Çünkü bizi taklit edene niçin saygı duyalım. Ben ancak medeniyetime katkıda bulunabilecek olana saygı duyarım.” (Arnold Toynbee, Uygarlık Sınavı adlı eserinden nakleden Hilmi Yavuz, Modernlesme Oryantalizm ve İslam, s. 68)

“Türkler Avrupa düşünce tarzını kabul ettiler. Buna ulaşmak için bütün güçlerini sarf ettiler. Jön Türkler İngiltere’nin hala niçin kendileriyle anlaşma yapamadığını anlayamamışlardı: ‘İşte şimdi anayasamız var, despotizmi yıktık, halka özgürlük bildirisi yayınladık, bütün bunları yaptığımız halde İngiltere niçin bizi sevmiyor?’ diye soruyorlardı.” (Kemal Kahraman, Muhammed M. Pickthall, s. 53, 67) 

Görüldüğü gibi ne yaparsak yapalım Batı bizi asla kabul etmeyecektir. O halde öncelikli yapmamız gereken Batılı kavramlar ve kurumlar karşısında eziklik psikolojisinden kurtulup kendi özümüze, dinimize dönmek ve tarihsel misyonumuzu yeniden kuşanmaktır ‘Tevhid, adalet ve emanet’ bilincini tüm evrene yaymak, evrensel barışı tesis edip zülme ve sömürüye engel olmak!

Oryantalistler yüzlerce yıldır, birçok ülkede üniversite seviyesinde binlerce akademisyen yetiştirmiştir. Tefsir, hadis, İslam tarihi, kelam, fıkıh birçok konuda araştırmalar yaparak bu alanlarda ‘hata, eksik, yanlış arama’ faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Amaçları “Hz Muhammed’in peygamber olmadığı; Kur’an’ı kendisinin yazdığı, Müslümanların barbar ve bilim düşmanı” olduğunu ispat etmektir. Ayrıca bu bilgileri kullanarak misyonerlik, ticaret ve sömürü düzenlerinin devamını sağlamaktır. Oryantalistler dini veya siyasi nedenle üzerlerine düşen görevi yerine getirmeye devam etmektedirler.

Müslümanlarca yapılan ‘ferdi çalışmalar’ genellikle bir alanda olsa da, toplamda tüm oryantalist ithamlara cevap vermişlerdir. Fakat bu çalışmalar dünyanın dört bir tarafında dağınık durumda ve düzensiz olarak bulunmaktadır. Oryantalistlerin yüzlerce yıldır birçok ülkede yaptığı gibi, bir tane bile ne yazık ki ‘oksidentalist’ çalışma yapacak akademik kürsü henüz hiçbir İslam ülkelerinin kurulabilmiş değildir. “Oryantalistlere karşı “Ferdi plandaki çalışmaların yanında kurumsal temelde planlı, stratejik bazı çalışmalara ihtiyaç olduğu açıktır.” (Hıdır, s. 405) Şimdi, Müslüman akademisyenlere düşen görev, oryantalistlere verilen cevapları akademik bir disiplin dahilinde ele alıp sistemli bir şekilde bir araya getirmektir! Sorun büyüktür ama çözüm de aslında çok basittir: Uzmanlar, küresel bazda yapılan tüm çalışmaları toplayıp, belli bir disiplinler altında yayına hazır hale getirmek. TDV tarafından hazırlanan İslam Ansiklopedisi bu çalışmanın ilk adımı olabilir. Devamı da acilen yerine getirmesi gerekli bir görevdir.

“Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun olan bazı gençlerin Yunanca ve Latince öğrenmeleri ve Hristiyanların dini üniversitelerinde bu din üzerine ihtisas yapmaları şarttır.” (İspanyalı eski Katolik papaz Abdullah Tercüman (Anselmo Turmeda), Hristiyanlığa Reddiye, s. 5) “Bize düşen, İslam ülkelerinde, İngilizce eğitim yapan yüksek lisans ve doktora bölümlerini kurma zorunluluğudur.” (Mustafa Sıbai, s.  94) “Bir gün gelecek, evlatlarımız ve torunlarımız, Batılıların koyduğu tenkit ölçüleriyle, onların ilimlerini, itikatlarını eleştirecekler ve bir de bakacaklar ki, bugün bize yakıştırdıkları çelişki ve karışıklıkların çok daha fazlası kendilerinde mevcut!  O zaman geldiğinde, Batılı yazar ve siyasilerinin, faziletin kırıntısını dahi taşımadıkları, üstelikte ahlaksız ve vicdansız oldukları ortaya çıkmayacak mı?” (Mustafa Sıbai, s.  99) “İlimlerimizin ve tarihimizin kaynaklarını öğrenmek üzere -ellerinde Müslümanların yazdıkları eserlerden başka kaynak olmadığını bile bile- Batılılara başvurma devri artık geçmiştir. Artık, ilmi hazinelerimizin üzerindeki tozları silkeleyip, sağduyu ve hür şahsiyet şuuruyla, manevi değerlerimizi, bütün ihtişamıyla gün ışığına çıkarmanın tam zamanıdır.” (Mustafa Sıbai, s. 101)

Gerek tarihi ve gerek dini/ekonomik/emperyalist nedenlerle İslam Batıda hep kötü bir imajla sunulmuştur. Yüzyıllardır Batı aleminde İslam ve Müslümanlar hep “şeytanın dini, uydurma, gerici, vahşi” olarak tanıtılmıştır. Bu yaftayı bizlere yapıştırmaya çalışan papazlar ve oryantalistler kadar, bu imajın yanlışlığını ortaya çıkarmayan biz Müslümanlar da bu tablodan sorumluyuz! “Batıda İslam  imajı yerleşik bir hal almıştır. Bugün Batıda bu imajın restorasyonu Müslümanlar açısından kaçınılmazdır.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 45) “İslam alemi iki ayağı üzerinde doğrulmak istiyorsa, ne yapıp ne edip boynundaki kölelik zincirini kırmalıdır. Oryantalistlerin yazdıkları eserleri ve onların görüşleri, fikir süzgecinden geçirilip, hatalarını düzeltebilecek kapasiteli alimler ve yazarlar yetiştirmelidir.” (Prof. Ebu’l Hasen Ali En-Nedvi, Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, s. 348) “İslam ülkelerinden gelip oryantalistlerin gözetiminde çalışan birçok Müslüman öğrenci kendi ülkelerine döndüklerinde, İslam hakkında oryantalist fikirlerin daha fazla yayılmasında aracı görevi görmüşlerdir.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 188) “Avrupa’ya gidip eğitim gören Müslüman öğrenciler, ülkelerine pek çok yeni fikirler ama çoğunlukla da bulanık zihinlerle dönerler. Çünkü büyük sentezler yapabilecek entelektüel donanıma sahip değildirler.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 155) “Oryantalistler, birçok Müslümanın düşüncelerini etkilenmiş ve birçok oryantalistik görüş Müslümanlar tarafından kaleme alınan eserler de yerini almıştır.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 7) “Oryantalistlerce eğitilen gençler İslam medeniyetini ve tarihi değerlerini inkara dayalı bir eğitim ile yetişmektedir.” (Adnan Muhammed Vezzan, s. 54) “Oryantalistlerin en büyük etkisi yetiştirdikleri öğrenciler ve yazdıklarını okuyan (akademisyen, gazeteci, siyaset adamı) çevrelerdeki insanların, onların fikri yapılarından etkilenmelerinden kaynaklanmaktadır. (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 57) “Sömürge ülkelerindeki ‘yerli araştırmacılar’ uzun zaman Batılı araştırmacılar için ‘bilgi taşıyıcı’ olmaktan öte bir role sahip olmamışlardır.” (Bulut, s. 144) “Oryantalistlerce yönlendirilenlerin gerçekleri öğrenmeleri için yeni bir bakış açısı kazanmaları, yeni bir sözlük kullanmaları zorunlu olmaktadır. Müslüman öğrenciler, sınavı geçme hevesi ile donanımsızlıklarından dolayı aldıkları bilgileri özümsemekte ve zamanla Batılı hocalarının etkilerinde kalmaktadırlar. Daha sonrada onların yazdığı makale ve kitapların tesirinde kalan okuyucular ve yazdıkları ders kitaplarını okuyan geleceğin yetişkini olan öğrenciler bu etkilemeden paylarına düşenleri almaktadır. Kısaca oryantalistler Müslümanları farklı maskeler altında kötülemeye devam etmektedirler.” (Tibawi, Abdülmelik, Algar, s. 161-162; Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 7) “Georges Mahe adında yaşlı bir Fransız ile dost olduk. Bir gün bu zatla konuşurken ‘Avrupa’ya öğrenci göndermek’ meselesi açıldı. O şöyle dedi: “Avrupa’ya öğrenci göndermek doğru değildir. Göndereceğiniz öğrenciler, orayı gördükten sonra içlerinden “memlekete dönmek” istemezler. Döndükleri vakit, “bilmedikleri yurtlarına” alışamazlar; memleketlerine yararlı hizmetler göremezler.” (Kazım Nami Duru, Hatıralar, s. 107) Massignon, Nurettin Topçu’ya şöyle demektedir: “Yenilik diye, Avrupalı olacağız diye giriştiğiniz bu hareketlerin ne kadar yanlış ve yersiz olduğunu biliyor musunuz? Allah size cennet gibi bir vatan vermiş, şanlı bir tarihiniz, yüce bir dininiz, muhteşem bir kültürünüz, dünyada eşi benzeri olmayan bir mimariniz ve sanat eserleriniz var. Bütün bunları yok sayarak mı yoksa yok ederek mi büyük millet olacaksınız? Kendi kendinizi inkar ve imha ederek mi Avrupalı olacaksınız? Bu çılgınlığı hiç bir millet yapmadı ve yapmaz.’ Hele siz hiç yapmamalısınız. Bu size yakışmaz. ‘Buna hakkınız da yok! Siz kendiniz olmalısınız. Bu çılgınlığınıza anlam veremiyorum.” (Emin ışık, Nurettin Topçu, s. 33) 

“Oryantalizm bir söylem olarak dünyayı tereddüte yer bırakmayacak şekilde, Occident ve Orient/Doğu ve Batı olarak ikiye ayırmıştır.” (Bryan S. Turner, s. 77) “Batı, tarihlerinin başlangıcından itibaren gücü, dolayısıyla güç üreten araçları kutsadılar. Çünkü Batı uygarlığını umutlara değil korkulara dayanıyor, varlığını hep ötekiler, düşmanlar, canavarlar icat ederek sürdürüyor.” (Yusuf Kaplan, Yeni Şafak, 07 Ocak 2018) “Varlığını ötekine bağlı üreten Batı Hristiyanlığı, İslam’ı her zaman farklı göstermeye çalışmış ve bu eğilimini bugüne dek sürdürmüştür.” (Süphandağı, s. 90) “Hala Müslümanlarca tercüme edilen bir İncil, Tevrat olmaması ama buna karşı oryantalistlerce hazırlanan birçok Kur’an tercümesinin olduğunu” hatırlatan Prof. Zakzuk, Müslüman aleminin acilen geçmişimize bakıp hayal kurmaktan kurtulup, öncelikle “Oryantalistlere cevap ansiklopedisi, milletler arası bir İslami/ilmi müessesenin kurulması, yeni bir İslam ansiklopedisinin yazılması, İslam’a davet için uluslararası bir teşkilatın kurulması, Kur’an’ın Batı dillerine çevirilerinin bizzat Müslümanlarca yapılması, İslam kültüründen başta İsrailiyyat olmak üzere bir ayıklamanın yapılması, Batıda İslam’ın daima gündemde tutulması için çalışmalar yapılması, tarafsız oryantalistlerle diyalogun yoğunlaştırılması ve en son uluslararası bir İslami yayınevinin kurulması” gerektiğini belirtmekte ve bu konuda yapılması gerekenleri sıra ile maddeler halinde kitabında açıklamaktadır. (Hamdi Zakzük, veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 111- 136) “Müslüman bilginler arasında bir koordinasyon sağlanmalı, İslam devletlerinin oryantalistlerin iftiralarına reddiye yazacak, farklı ilim dallarında uzmanlaşmış ilmi heyetler kurulmaları ve oryantalistlere gereğinde cevap vermek, onların yalan ve uydurmalarını açığa çıkarmak ve incelemek için sorumlu uzman ilmi heyet oluşturmalıyız.” (Pr. Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve oryantalistler, s. XII, s. 126, s. 161) “Bir an önce yabancı hayranlığından kurtulup, kendi kültürümüzü canlandırıp, kendimize güvenerek, hedefe ulaşacağımız inancına tam manası ile inanmamız gerekmektedir.” (Hamdi Zakzük, s. 117) 

“Emperyalistler, Müslüman halkın kendilerine karşı ortaya çıkan mücadele ruhunu yok etmek için geleneksel hukuk, eğitim ve bilim sistemlerini ortadan kaldırmayı hedeflemişlerdir.” (Özafşar, s. 37) Bu “Batı aynı zamanda içimizdedir, zihnimizi işgal etmiş durumdadır.” (Edward Said, Haberlerin Ağında İslam, s. 6-8) Sadece alimler değil “Bütün Müslümanlar oryantalist faaliyetlerin farkında olmalı ve gereğini yapmalıdır.” (Adnan Muhammed Vezzan, Oryantalizm ve Oryantalistler, s. XIV) Bu nedenle eğitimden hukuka, her alanda kendi özümüze dönmek öncelikli sorumluluğumuz olmalıdır. 

Ne yazık ki, “Batı, dini felsefeleştirirken Doğu, gelenekselleştirmiştir.” (Süphandağı, s. 15) Kaynaklarımıza, geleneğimizi ihmal etmeden yeniden bakmalıyız. Bu konuda, ‘Tefsir, hadis, fıkıh, İslam tarihi, kelam gibi ana dallardaki usul, ıstılah, tarih çalışmaları bütüncül olarak ele alınmalı ve ‘Rical, tabakat,mevzuat, israiliyat, Müşkilü’l-Kur’an, Muhtelifu’l-Hadis’ gibi ilim dalları yeniden aktif hale getirilmelidir.

“Müslümanların Hz İsa’ya olan saygın bakış açısı uygun dille anlatılmalıdır. Bir oksidentalist araştırma merkezi kurulmalı, dini ve dili iyi bilen araştırmacı, akademisyen ve entelektüeller yetiştirilmelidir. İyi bir dil eğitimi çok önemlidir. Müslümanların protesto kültürünü geliştirmeleri de gerekmektedir. Soğukkanlı tepkiler konusunda toplum bilinçlenmelidir. İslam, politik bir dille değil, poetik-şiirsel-edebi bir dille anlatılmalıdır. Batıda Hz Peygamber hakkındaki negatif iddialar tespit edilmeli ve modern metodolojiler kullanılarak bunlara uygun cevaplar verilmelidir. Oryantalistlerin kendi aralarındaki reddiyelerden de istifade edilmelidir. Hz Peygamberin yönetici konumunda bulunurken, ‘ötekilere’ yönelik adaletli muameleleri, söz ve uygulamaları mukayeselerle anlatılmalıdır. Hz Peygamber’in insanlığa esasen ne tür-büyük katkılar ve insani değerler kattığı anlatılmalıdır. Hz Peygamberin dönemindeki uygulamalarına bakılarak, günümüze dönük evrensel ne tür mesajlar verdiğinin üzerinde durulmalıdır.  Doğru peygamber imajı, yepyeni bir dünyanın kurulmasında da öncü rol oynayacaktır. Batıda peygamberimize yönelik söylemleri  izleyip, uygun yollarla onlarla mücadele için stratejiler belirleyen bir merkez oluşturulmalıdır. İslam ülkelerinin bu tür temel meselelerdeki siyasi birliği ve ortak tutumu ancak sonuç alıcı olabilir. Reaksiyoner ve şiddet/hakarete yol açan gösteriler ve tutumların Batıda, ‘İslam şiddet yanlısıdır’ yönünde aleyhte kullanıldığı unutulmamalıdır.” (Hıdır, s. 406-417)

“Batı ülkelerinde, insanlığın İslam dini ile alakalı her şeyde ne kadar cahil bırakıldıklarını bilmekteyiz. Batıda İslamiyet hakkında yanlış fikirlere dayalı gerçek dışı o kadar çok yargılarda bulunulmuştur ki, hakiki islamiyetin ne olduğu hususunda fikir sahibi olmak çok güçtür.”  (Dr. Maurice Bucaille, Müsbet ilim yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, s. 9, 183) “İslam gerçeğini bütün insanlığa anlatmak bizim kaçınılmaz görevlerimizdendir.” (Kerim Aytekin, Misyonerlere kanmayın, s. 15 ) “Ümmet olarak daha ne kadar bizzat kendi kitabımız, peygamberimiz, inancımız ve kültürümüzle ilgili alanlarda yapılanlara seyirci kalacağız? Bizi üzen davranışlar karşısında eli kolu bağlı ve daima seyirci koltuğunda oturmakla mı yetineceğiz? Unutmamalıdır ki onların kuvvetli görünmelerinin nedeni bizim zayıf oluşumuzdandır.” (Prof Dr. Abdülaziz Hatip, Kur’an ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 12) “Oryantalistler, gücünü bizim zaafiyetimizden almaktadır.” (Hamdi Zakzük, s. 115) İngiltere sömürge bakanı Gladstone’un Ocak 1938 yılında, İngiltere hükümet başkanına sunduğu raporda şunları yazmaktadır: “Savaş bize öğretti ki, İslam birliği, İngiltere imparatorluğunun sakınması ve mücadele etmesi gereken en büyük tehlikedir. Sadece imparatorluğun değil, Fransa’nın da aynı şeyi yapması lazımdır. Ne mutlu bize ki, halifelik gitti. Bir daha geri dönmemesini temenni ederim.” (Hamdi Zakzük, s. 88)

Öncelikle “Biz  kendimizi anlatmalıyız. İslam dünyası ciddi anlamda organize olmadığı ve birliktelik sergileyemediği için sonuçta  güçlü bir kamuoyu da oluşturamamaktadır.” (Doç. Dr. Serhat Ulağlı, Yeni Şafak, 18.01.2015) Bize düşen “Öncelikli olarak, Batı’nın zihnen ve fiilen işgalini görmek, bu çifte işgali yok etmenin yollarını bulmak.” (Yusuf Kaplan, Yeni Şafak, 20.01.2018) ve İslam’a saldıran, hakaret/iftira eden her türlü film, kitap gibi çalışmalara bağırarak, yıkarak, öfkeli görüntüler sergileyerek değil, yine aynı araçları (Kitap, film, internet sitesi) kullanarak, vahyin aydınlığında bilimsel, tarihi belgelerle ve akılcı  cevaplar vermek olmalıdır. Günümüzde ilahi mesajı doğru metotlarla toplumla buluşturmak sorumluluğu, her Müslüman’ın üzerine düşen en önemli görevlerdendir. “Her şeyden önce Müslümanlar açısından, yeni metot ve stratejiler belirlenerek sistemli bir “imaj restorasyonu” çalışması yapılmak zorundadır. (Prof. Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 40) Öncelikle sergilememiz gereken tutum, reaksiyoner olmaktan ziyade aksiyoner ve nitelikli adımlar olmalı, tebliğden ziyade temsil öncelenmelidir. Hz Peygambere yönelik her saldırıya, medeni tarzda, akademik/ilmi yanıt vermeli, bunu yapamıyorsak şiddete yol açan gösteriler yapmaktan uzak durmalıyız.” (Hıdır, s. 405) “Oryantalizm ve misyonerliğin kalıntılarından Müslümanlar kendilerini temizlenmeye çalışmalıdır. Müslüman kuruluşlar misyonerlik ve oryantalizme karşı koyma gereğini bile doğru dürüst anlamamaktadır. Oryantalistlerin İslam aleyhine yaptıkları konuşmaları cevaplandıracak birimlerinin oluşturulması gerekir. Oryantalizmin söylediklerine birçoklarımız, “boş sözler” der geçeriz. Ama bunlar, bizimle savaşırken düşmanlarımızın kullandığı silah ve ateştir. Demir ve ateşe ancak demir ve ateşle karşılık verilir. Bilim alanında demir ve ateş ise, çalışmak, sürekli çok çalışmaktır.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 219, 222, 268) “Bu yüzyılın en büyük ayıbı, ‘İslam dinini yalan ve Hz. Muhammed’in aldatıcı ve yalanı yaldızlayıcı bir kişi olduğunu sananların sözlerini dinlemektir.’ Bu gibi akılsızca ve utanmazca sözlere savaş açmamızın zamanı gelmiştir.” (Afif  A. Tabbare, Ruhu’d-dini İslam, s.458) “Onların hücumlarına, sağlam metotlar geliştirmek suretiyle yapılacak ilmi araştırmalardan elde edilecek fikirlerle karşı çıkmak gerekmektedir. ‘Müslümanların görevi, emperyalist ve oryantalistlerin düşmanlarımız olduğu gerçeğini hatırlamaktır.’ Oryantalistlerin iftiralarını çürütmek, biz Müslümanların görevi olmuştur.” (Vezzan, Oryantalizm ve oryantalistler, s. XII, s. 5) “Batı, medyanın ve sanatın gücünü kullanarak terörün en büyük mağduru olduğu izlenimini yaratmaktadır. Kuşkusuz medya ve sanatın gücüyle başa çıkmanın en iyi yolu bu konuda yakınmak değil, sanat ve medyanın gücünü kullanarak haklı olduğunu göstermektir.” (Emre Dorman, Hürriyet, 18 Haziran 2017) “İslam dünyası birkaç asırdır gaflet uykusundadır. Uyanışın gerçekleşmesi, karşı tarafın hücumlarını bertaraf etmenin yanı sıra, fikren karşı hücuma geçmekle mümkün olacaktır.” (A. Hatip, İddialara cevaplar, s. 36)  “Günümüzde, İslam’ı gerçek yüzü ile tanıtmaya her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç vardır.” (Emine Öğük, Yeni ateistlerin yanılgıları, s. 8) “Oryantalistik çalışmalar ciddi bir şekilde ele alınmalı ve her yönüyle incelenip gerekli cevaplar verilmelidir. Müslümanların yapacağı en önemli çalışma, her iddianın hakkını vermeye çalışarak gerekli cevap ve açıklamalarda bulunmaktadır.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kur’an’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 8, 174) “Oryantalizm kuşkusuz sütten çıkmış ak kaşık değildir ama, hatalarımızı yalnızca başkaları objektif olmayan amaçlarla konuşuyorlar diye reddetmek başımıza daha fazla çorap örebilir. Bu aşamada bizim kültürel görevimiz, gerilik boğasını boynuzlarından yakalamak ve başkalarının bizim hakkımızda çizdikleri resmi (bu resim kasten çarpıtılmış olsa bile) eleştirmeden önce kendimizi eleştirmektir.” (Prof. Fuad Zakaria, Naqd al-Istishraq wa’azmat al-thaqafa al-Arabiyya al-mu’aşira, Fikr, 10, 1980, s. 75) Ayrıca, “Hiçliğin kucağında çırpınan yerli seyyar ateistlere de el uzatmalıyız; Bunu kalpleri taşlaşmadan mühürlenmeden yapmalıyız.” (Modern Çağın İnanç Sorunları, Komisyon, DİB, Adnan Bülent Baloğlu, s. 88) “Günümüzde bilhassa internette ‘yeni ateizmin’ en çok destekçi bulan ateist ekol olduğu söylenebilir. Bu noktada Müslümanlara düşen internette ilgi gören bu iddiaların geçersiz olduğunu tarih, felsefe ve sosyolojinin tanıklığından da faydalanarak göstermek olmalıdır.” (Modern Çağın İnanç Sorunları, Komisyon, DİB, Dr Alper Bilgili, s. 101) “Müslüman entelektüellerin dinin temel meselelerini rasyonel,  makul bir şekilde izah etmesi gerekmektedir.” (Modern Çağın İnanç Sorunları, Komisyon, DİB, s. 108, 117) “Din hizmetleri açısından internet merkezli alana daha fazla önem verilmesinin zamanı çoktan gelmiştir. Bu konuda diyanet işlerine, akademisyenlere önemli görevler düşmektedir. İnsanımızın sorunlarına ve sorularına doğru, gerçekçi ve makul cevaplar aranması zorunludur. Gençleri bu sanal alemde yalnız bırakmamak ve onların dünyalarına iştirak etmek ve bir şekilde doğru bilgiye erişimlerini sağlamak son derece önemlidir. (Temel Yeşilyurt, Çağdaş inanç problemleri, s. 81, 263) Evet, ne yazık ki günümüzde “Bilimsel cihad hala dar bir çerçevededir.” (İzzet Derveze, Kur’an cevap veriyor, s. 22)  Az da olsa “Kimi gayretli İslam alimleri, oryantalistlerin çalışmalarına ve İslami konuları araştırırken taşıdıkları art niyetlere eğilerek, faaliyetlerinin gerçek yüzünü ortaya koymuşlardır. (Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve oryantalistler, s. 23) Ancak oryantalistlerin hücumlarına karşı koymak “ihtiyacı karşılamayan ferdi gayret ve teşebbüsler” (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 12) ile mümkün değildir. “Oryantalistlere karşı “Ferdi plandaki çalışmaların yanında kurumsal temelde planlı, stratejik bazı çalışmalara ihtiyaç olduğu açıktır.” (Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 405) Geçmişten günümüze, Mekkeli müşriklerden oryantalistlere, değişen sadece iftiracıların adları ve dinleridir. Ama ne olursa olsun sonuç değişmeyecek ve cahiliye dönemi nasıl son buldu ise günümüzün ‘bilinçli cehaletide’ bir gün son bulacaktır, bi-iznillah. “Andolsun onların söylediklerinin senin göğsünü daralttığını biliyoruz.” (Hicr, 97; Hud, 12) “Sen, sana buyurulanı açıkça duyur, müşriklere aldırış etme! ﴾95-96﴿ Allah’ın yanında başka bir tanrı daha edinen o alaycılara karşı biz senin yanındayız. Onlar ileride anlayacaklar!” (Hicr, 94-96) “Onların söylediklerinden dolayı canın sıkılarak sana vahyedilen âyetlerin bir kısmının tebliğini terkedecek değilsin ya! Sen ancak bir uyarıcısın. Allah her şeye vekildir.” (Hud, 12)

“Meselenin çözümü için bir medeniyet yüzleşmesine gidilmesi ve mevcut ‘öteki’leştirmenin ‘ötesi’ne geçilmesi gerekir. Ben ile öteki arasındaki ayırımı mutlak manada ortadan kaldırmak mümkün değildir. Buna gerek de yoktur ama öteki ile yapıcı, insani, üretken, adil, saygılı bir ilişki kurulabilir. Önyargılardan arındırılmış bir İslam-Batı tartışması, modernlik, akıl, birey, özgürlük ve gelenek konularında daha derinlikli ve ufuk açıcı bakış açılarının gelişmesine katkı sunabilir. Yeter ki biz, sözümüzü güzelce söylemeye (Nahl, 125; Taha, 44; Ali İmran, 159), dostluk elimizi uzatmaya devam edelim. Bir arada yaşamanın en aşağı şartı, ‘herkesin kendi kalarak ortak iyi de’ uzlaşmasıdır. İslam ve Batı Medeniyetleri ‘iyilikte yarışan topluluklar.’ (Maide, 48) oldukları zaman bölgesel ve küresel barışa katkıda bulunacaklardır.” (İbrahim Kalın, Derin Tarih, s. 1, 40, 53; sayı: 70, Ocak 2018) “Kur’an’ın, iyi ve övgüye layık olanı (Maruf) emretme ve ahlaken kötü ve nefret edileni (Münker) yasaklama çağrısı, belli bir kültüre has bir emir değildir. Dini geleneklerine bakmaksızın bütün halklara hitap eder.” (İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, s 220) “Yapılması gereken, İslam geleneğindeki zengin tecrübeyi eleştirel bir gözle değerlendirmek ve barış, savaş, bir arada yaşama ve çoğulculuk gibi temel kavramları bu tecrübe ışığında yeniden ele almaktır. İslam medeniyeti kozmopolittir. Bir değerler hiyerarşisine tabi olarak farklılıkların bir arada yaşandığı kültür vizyonu, Bağdat’tan Endülüs’e İslam topraklarına hakim olan bir bakış açısıydı.” (İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, s. 229, 252) İslam’ın, Batı medeniyetinden farklı olarak, bir arada yaşama kültürünü Cemil Meriç söyle tanımlamaktadır: “Batı, kültürün vatanıdır, Doğu İrfan’ın. İrfan, düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelimedir, ‘ayırmaz’ birleştirir.” (Cemil Meriç, Kültürden İrfana, s. 33) “İslam; İspanya, Sicilya, Malta, Yugoslavya ve Balkanların Batılı bir dini, Hristiyanlık; Suriye, Mısır ve kuzey Afrika’nın Doğulu bir dini olarak gönderme yapabiliriz.” (Bryan S. Turner, s. 121) “İspanya Kralı Ferdinand ve Kraliçe İsabella’nın orduları reconquista olarak bilinen, İspanya’daki Endülüs Emevi devletini işgal harekatını tamamladığında, sadece İslam’ın Avrupa’daki tarihi sona ermedi, aynı zamanda Avrupa tarihinin gördüğü en kapsamlı ‘bir arada yaşama tecrübesi’ olan ‘convivencia’da yine trajik bir şekilde tarihe gömüldü. Böylece Yahudi, Müslüman ve Hristiyanların beş asırdan fazla süren ortak bir medeniyet inşa etme çabası, reconquista ile sona erdi. Belki şöyle de diyebiliriz, Müslümanların İspanya’da örneğini gösterdikleri bu çok dinli medeniyet aslında Batılı ile ortaklaşa kurulmadı. Onu Müslümanlar tek başlarına kurdular, diğerlerini de buna dahil edip himaye ettiler. Böyle düşünüyorum ve bu nokta bence önemli. Ötekini tolere edip idare edemeyen bir anlayış medeniyet kuramaz.” (Faruk Beşer, Yeni Şafak, 26.8.18)

Yapılması gerekenler

Öncelikli hedefimiz; Batı kültürü karşısında eziklikten kurtulmak olmalıdır! Bunun için gerek tarihi köklerimizden gerek kaynaklarımızdan hareketle geleceğe dönük dinamizmi harekete geçirecek enerji bizde fazlası ile vardır.

Beyrut Safir Gazetesi Sahibi Talal Selman’ın Milliyet Gazetesi Yazarı Can Dündar’a söylediği, “Doğu’da bir numaralı devlettiniz, Batı’da son numarala olmayı tercih ettiniz.” sözünün benzerini merhum Erol Güngör’de ifade etmektedir: “Avrupa Ortak Pazarının kuyruğu mu, yoksa Ortadoğu’nun başı mı olacağız? Bize düşman olan ve düşman kalacak olan bir medeniyetin çöpçülük hizmetini mi yoksa kendi medeniyetimizin öncülüğünü mü yapacağız?” (Erol Güngör, Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, s. 266) Sonradan Müslüman olan yazar “Pickthall’a göre de Türkler Avrupalı havalarına gireceğine kendi İslam miraslarını tanımalı ve sahip çıkmalıdır.” (Kemal Kahraman, Muhammed M. Pickthall, s. 69)

“Kendimiz kalarak ötekine açılmayı öğrenmek zorundayız.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 10)  “İslam medeniyeti kendi dışındaki din ve kültürleri kucaklayabilecek esnekliğe sahip bir dünya görüşüne dayanmaktadır.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 19) “İslam ve Batı Medeniyetleri, ‘iyilikte yarışan topluluklar’ (Maide, 48) oldukları zaman Barış’a ulaşılacaktır.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 21) “Dr. Mustafa es-Sıbaî: “Bizim, Batılıların kültürünü araştıracağımız, onların din, ilim ve medeniyetini tenkit edeceğimiz bir gün gelecektir.” demektedir. (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 126)

O gün artık gelmiştir. “Oksidentalizm Doğunun özgürleşme hareketleri ile ortaya çıkmış, Fransızca ‘occident’ kelimesinden türemiştir. Türkçe ‘Batı bilimi’ şeklinde tercüme edilebilecek bu kavram garbiyat veya istiğrab kavramı ile de ifade edilebilir.” (Abdullah Metin, Oksidentalizm, İki Doğu İki Batı, s. 65) Oksidentalizm, ‘Batı’yı anlamaya çalışma ve karşı söylem üretmeye çalışılma’ sürecidir. “Oksidentalizm, medeniyetler tarihi yazımında bir denge sağlamayı amaçlamaktadır, onda bir emperyalist hakimiyet düşüncesi gözükmez.” (Hasan Hanefi, “Oryantalizmden Oksidentalizme”, Uluslararası Oryantalizm Sempozyumu, s. 80-82; Alim Arlı, Oryantalizm, Oksidentalizm ve Şerif Mardin, s 60) “Müslüman’a yakışan, Kur’an’ın bakış açısı ile olayları değerlendirmektir.” (M. Hamdi Zakzük, Oryantalizm veya Medeniyetler Hesaplaşması, s. 55) Bu konuda ana eksenimizi de,  “Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletten alıkoymasın.” (Maide, 7) ayeti oluşturmalıdır. “Batı bir coğrafyadan daha çok bir yaşam tarzıdır.” (Abdullah Metin, s. 76) “Oksidentalist öncelikle Doğu’yu çalışmalı ve kendi saf ‘ben’ini ortaya koymalıdır.” (Abdullah Metin, s. 72) “Oksidentalizm, Ben’i ortaya koyacak, Batı’nın gözlüklerini çıkaracak, hem kendi toplumuna hem de Batı toplumuna kendi gözlükleriyle bakacaktır ve sonuçta kendini tanımanın özgüveni ile görevini daha doğru şekilde yerine getirecektir.”  (Abdullah Metin, s. 145) Oksidentalizmin  temeli, modernleşmeye tepki ve sömürgelerin bağımsızlıklarını  kazanırken kullandıklarına dayanır. (Abdullah Metin,, s. 98) “Nasıl Avrupalıların başkalarını çözümlemeye hakları varsa, başkalarının da Batıyı çözümlemeye hakları vardır.” (Samir Amin, Avrupa-merkezcilik, s. 125) Oksidentalizm bağımsızlık mücadeleleri ile paralellik gösterir, bu mücadele ikinci dünya savaşında başlamıştır. (Abdullah Metin, s. 105) “İslam ülkeleri bağımsızlaşmıştır ama işgalciler  kültürleriyle beraber tekrar geri dönmüş, zihinleri işgal etmiştir. Oksidentalizm, Batı’yı uyarırken, Doğu’yu da uyandırma gayreti içindedir. Sadece askeri değil, ekonomik ve kültürel işgalden de kurtulunması gerekmektedir. Oksidentalizm kültürler arası bir dengeyi savunur… Sanki Avrupa dışı halkların varlığı, Avrupa tarafından bilinmelerine bağlıdır.” (Abdullah Metin, s. 111-13) Kısaca oksidentalizm, önce kendini tanıma, sonra tanıtma ve ötekileştermeden muhatabını tanımak demektir. Sömürgecilik karşıtıdır ve insani/dini/ticari iletişime açıktır.

Karşı çıkmamız gereken bakış açısına bir örnek Amerikalı tarihçi ve yazar, Cumhuriyetçi ve İsrail yanlısı tezleri savunmakla ünlü Daniel Pipes: “Komünizmi yendik şimdi sıra İslamcılarda! Faşist ve komünist tehlikeleri yendik ve şimdi de İslamcı tehlikesini yenmemiz gerek. İslam hukukunun tümüyle uygulanmasının yollarını arayan bir hükümete karşı çok katıyım. İslam hukukunun tümüyle uygulanmasının yollarını arayan bir hükümet, hareket veya kişiler neredeyse her ülkede oldukça küçük bir azınlık. Hiçbir yerde çoğunluk değiller ve evet, onlara karşı çok katıyım.” (Aksam, 08 Ocak 2013) Siyonist bu yazar, 70 senedir Filistin’lilere kan kusturan ve Yahudi şeairtı ile yönetilen israil’e veya son 250 senedir dünyayı sömüren Hristiyan hukukuna değilde, dünyaya adalet ve birlikte yaşamı öğreten İslamcılık adı altında İslam’a  sadece ‘katı’ şekilde karşıdır!

Oryantalizmin amacı hammadde, toprak ve iş gücüde dahil hakimiyet kurmaktır. Oksidentalizm amacı ‘ben’i önyargılardan kurtarmak ve ötekini aydınlatmaktır. Oryantalizm egoist ve ırkçıdır. Oksidentalizmde kendini müdafaa vardır. (Abdullah Metin, s. 8) Oryantalizm ile önce sömürgecilik sonra zihinsel işgal amaçlanırken, oksidentalizm ile bir özgürleşme hareketine girilir. (Abdullah Metin, s. 12)

“İslam, Yahudi ve Hristiyanlara hukuki bir statü vermiş, din özgürlüklerini güvence altına almıştır ki, dinler tarihinde bu ilk defa olan bir şeydir.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 49) “Yaklaşık 400 yıl boyunca Müslümanlar, Yahudi ve Hristiyanlarla özgür fakat rekabetçi bir ortamda, ortak bir kültürün inşasına katkıda bulunmuş ve birbirlerinden çeşitli şekillerde etkilenmiştir. Endülüs kültürü, iki dünyanın barış içinde yaşayabileceğini gösteren çarpıcı bir örnek olarak tarihe geçecektir. Endülüs’te farklılıklar bir çatışma gerekçesi değil, iyi ve güzel olan da yarış için bir zemin oluşturmuştur.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s.85-93) “Yapılması gereken, Yahudi, Hristiyan ve Müslümanları ortak ahlaki ve manevi değerlerde buluşmaya davet etmektir. Kendimiz kalarak evrensel değerlere sahip çıkabildiğimiz gün, yerel olanla evrensel olan arasındaki gerilimde bitecektir.” (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 183)

Tabii bizi ‘öteki’leştiren Batı’ya da büyük görevler düşmektedir: “Politik düzeyde olduğu kadar, dini düzeyde de İslam’la bir uzlaşma sağlamak Batının en başta gelen hedefleri arasında yer alması gerektiği gibi, geleceği için de son derece zorunludur.” (Gai Eaton, İslam Ve İnsanlığın Kaderi, s. 53) Avrupa’da on milyonlarca Müslüman yaşamaktadır ve bu, İslam’ın artık bizzat Avrupa’nın içinde yaşadığını göstermektedir. Jack Goody’nin Batılılara teklifi ise, İslam’la çatışmayı bir tarafa bırakıp onu anlamak için çaba göstermeleri gerektiği şeklindedir: “Çatışmayı azaltmak istiyorsak, bu dinin geçmişi ve bugünü hakkında bir şeyleri anlamaya ihtiyacımız vardır. Bu fevkalade başarılı olmuş dünya çapındaki dinin amaç ve etkilerini değerlendirmek, onu ehli kitaptan biri olarak ele almak zorundayız.” Tarımı unutan bir kıtaya sulama tekniklerini öğretmekten tutun da, hoşgörü ve bir arada yaşama pratiğinin cennetini tesis etmeye kadar yığınla olgunun Avrupa’ya, İslam kanalından taşındığı net bir biçimde Goody’nin yazdığı kitapta açıkça ifade edilmektedir. (Jack Goody, Avrupa’da İslam Damgası, s. 11, 12) “Sorun ancak siyasal ve toplumsal bir perspektifle çözülebilir. Batı, Yakın Doğuya ilişkin politikaları konusunda Müslüman çoğunluğun taleplerine karşı farklı tutum geliştirene dek, saldırılar sürecektir. İşgal, gerginlikleri daha da artıracaktır. İslam, asla faşizmin bir çeşidi değildir. Bu yüzden onunla uzlaşmak zorundasınız; Tıpkı Güney Afrika’da ve Amerika’nın güneyinde beyazların siyahlarla anlaşması gibi.” (Goody, s. 18) İslam hakkında peşin hükümlü olmaktan kaçınmamız gerekir. (Goody, s. 24) Avrupa, hiçbir zaman tamamen izole olmuş ve tamamen Hristiyan kalmış bir kıta değildir. İslam’a dönersek, onun ortaya çıkışını Hristiyan Avrupa’ya el koyması olarak görmemek gerekir, zira Hristiyanlıkta aynı şeyi Yahudilik için yapmıştır. Bu üç dinin de, var olmaya hakkı vardır. Hepsi Avrupa’nın birer parçasıdır. (Goody, s. 32) Büyük enerji tüketimine sahip Batı dünyası, Ortadoğu petrolüne muhtaçtır. (Goody, s. 20) Doğu, Avrupalılar için daima siyasi bir ilgi kaynağı olmuştur; önce Grekler ve daha sonra Romalılar doğuda büyük imparatorluklar kurmuştur. ‘Öteki’, coğrafi olarak hiçbir zaman ayrı olmamış, hep aramızda olmuştur. İslam geçmişte de öteki değildi, şimdi de değildir. Müslümanlar artık Avrupa sahnesinin bir parçası haline gelmişlerdir.” (Goody, s. 34, 36, 213) İslam’ın Avrupa’ya gelişi daha çok, Yahudilik ve Hristiyanlığın Avrupaya gelişine benzemektedir. Zira Hristiyan ve Yahudiler Avrupa’ya geldiklerinde, önceki rejimlere entegre olmak yerine, onlarla çatışmış ve onları dönüştürmüştür. İslam, hiçbir zaman ‘öteki’ yani Doğu olmamış, tam tersine her zaman Avrupalıların hayatının bir parçası olmuştur. İslam’ın önemini takdir etmeliyiz. Müslümanlar, Hristiyan bir ortamda kendi dini kimliklerini muhafaza etmek istemektedirler. Noel, Paskalya, azizler ve diğer tatiller, Hristiyanlık dinine dayanmaktadır. Müslümanları gurbet havasından kurtarıp, kendilerini evde hissetmelerini sağlayacak ‘çok kültürlülük’ gibi bir anlayış uygulanabilecek midir? Avrupa, göçmenlerin Hristiyan gibi davranmaları dışında bir çözüme yanaşmamaktadır. Göçmenler güvenlerini kısmen İslam’dan, daha doğrusu gurbette yeniden doğan İslam’dan almaktadır. Almanya’da Türkler ayrımcılığa uğradıkları için tıpkı Fransa’dakiler gibi, İslam’a sarılmaktadır. Müslüman gruplarının diğer Müslüman güçlerden yardım alması olgusu, Yahudi cemaatinin İsrail’e yaptığı yardımlar bağlamında ele alınması gereken bir konudur. Her halükarda İslam’ı dünyamızı bir parçası olarak kabul etmek durumundayız; tıpkı geçmişimizin bir parçası olduğu gibi. (Goody, s. 128, 132, 136, 138-140, 144-145) Avrupa’da din, kimlik ile özdeşleşmiştir. (N. Daniel, The Araba and the Medieval Europe, s. 303) Din, kimliğin asli unsurlarından biridir.  Amerikalı Yahudiler hiçbir zaman Amerikalı olmamışlardır. Bu Yahudiler kendisini Yahudi olarak tanımlayan bir başka devlete yani İsrail’e destek vermektedirler. Bu durum, gelecekte Avrupa’daki Müslüman toplulukların intibakına ve onların ortaya koyacakları siyasi hareketlere de model teşkil edecektir. (Goody, s. 170, 171)