Müslüman alimlerin objektifliği

Within spread beside the ouch sulky and this wonderfully and  as the well and where supply much hyena so tolerantly recast hawk darn woodpecker

Oryantalist ve takipçileri olan ateistler bir taraftan hadislerin uydurma olduğunu iddia ederken (‘Hadis müdafaası’ adlı yazımıza bakılabilir) diğer taraftan da uydurulduğu söyledikleri hadisler üzerinden İslam’a saldırmaya çalışırlar. Halbuki hadisçiler hadis uydursalar, hadisleri tahrif etseler veya sadece işlerine gelen rivayetleri kaydetselerdi, Hz. Peygamberin ve İslam’ın aleyhine delil arayanlar bugün ellerinde hiçbir malzeme bulamazlardı.

Benzer durum İslam siyer çalışmaları içinde geçerlidir. Oryantalistler hem bu yazılı eserleri uydurma-tahrif edilmiş kabul ederler hem de sonradan uydurulduğunu iddia ettikleri bu eserleri kaynak gösterip İslam’a saldırırlar! Örnekler için ‘İngiliz ve Alman oryantalistlerin Hz. Muhammed tasavvuru’ adlı yazımıza bakılabilir. Oryantalistlere sormak gerekir, eğer tahrif varsa neden İslami eserleri kaynak olarak eserlerinizde gösteriyor ve kullanıyorsunuz veya tahrif yoksa bu tahrif iddiası, bu usulsüzlük, metodolojiden yoksunluk nasıl ve ne kadar bilimsel bir yaklaşım tarzı olabilir?

İslami eserlerden alıntı yapılarak İslam’ı karalamaya çalışanlara öncelikle şunu hatırlatmak isteriz: Tüm bu rivayetler, Müslüman alimlerin aktardığı haberlerdir. Müslüman alimler asla bir şeyi gizleme gayreti içine girmemişlerdir. Ama haberin aktarılması ayrı, ‘delilleri ile doğru veya yanlış olduğunun tespiti’ ayrı konudur! İslam alimleri her habere doğru imiş gibi değer vermiş, eserlerine almış ve aktarmıştır. Kaynakların tek tek incelenip sahih, zayıf veya uydurma olduğunun tespit ise başka alimlerin görevidir ve uzmanlık gerektiren bir alandır. Biz hadis kitaplarını okuyanlar hadis uzmanı olmadığımız için, ‘rical ve mevzuat’ üstadı olan alimlerin ‘değerlendirmelerine göre’ haberleri doğru veya yanlış kabul etmek zorundayız. Nasıl ki bir mühendis doktor olamazsa her doktor da cerrah olamaz! Buradan hareketle hiç kimse de savunma ve reaksiyoner güdülerle bu yazıları yazdığımızı zannetmesin. Sahih olduğunu kabul ettiğimiz tüm hadisleri ‘sinek’, ‘tükürük’ ve ‘deve sidiği’ hadislerini hem reddetmeyiz hem de kabul ederek bilimsel olarak açıklarız. (Detay için, ‘Ateistlere cevap’, ‘Turan Dursun’a cevaplar’ ve ‘İlhan Arsel’e cevaplar’ adlı yazılarımıza bakılabilir.)

“Bizim kaynaklarımız, tamamen objektif olarak bir konuyla ilgili ister ‘şaz’ (genel kabule aykırı rivayet) ister ‘kıyle’ (Bu konuda ‘şöyle de denilmiştir, gerçeğe aykırı şu söz de söylenmiştir’ şeklindeki sözler) hükmünde olsun, her türlü görüş, iddia ve itirazları zikretmeyi ihmal etmez. Ama hemen arkasından söz konusu yanlış görüş, batıl iddia ve temelsiz itirazlara cevapta verilir. Oryantalistler ve ateistlere ‘Müslümanların genel kabulüne aykırı iddialarda bulunma fırsatı veren şey, Müslüman bilginlerin hakikate olan derin saygılarının gereği olarak zamanında yazılıp söylenmiş şaz ve kıyle mahiyetindeki görüşleri’ kitaplarına almış olmalarıdır. Eğer alimlerimiz bunları almamış olsalardı, oryantalistler İslam hakkında şüphe uyandıracak malzemeyi bulamazlardı. Oryantalistler cımbızlama yöntemi ile kaynaklardan alıntılar yaparlar ama aynı kaynaklardaki verilen cevapları göz ardı ederler.” (Ali Bulaç, Kur’an’a Deist itirazlar, Umran, Kasım 2011, 207. Sayı, s. 60-67)  Bu duruma sadece oryantalistlerde değil ateistlerde de çok sıkça rastlamaktayız!

Oryantalistler İslami kaynaklar içinde nerede “Delilsiz, merdut (İslam alimlerince doğru kabul edilmeyen, kaynakları ile iddiaları çürütülmüş), senetsiz, uydurma, güvenilmez, istisna, mürsel, munkatı” ne haber bulmuşlarsa almış ve bunlardan seçmece aldıkları ile İslam’a saldırmışlardır. Halbuki ilk dönem İslam alimleri eserlerine ne bulmuşlarsa almış ve aynen gelecek nesillere aktarmışlardır. ‘Onlar almış, korumuş, aktarmış, elekten, akli, ilmi, tarihi süzgeçten geçirmeyi biz sonraki nesillere bırakmışlardır.’ Zaten ‘Rivayet dönemine ait eserlerde senedlerin zikredilmesi, hadisin sıhhatinin değerlendirilmesini muhataba bırakılması anlamına gelmektedir.’ (Prof Ahmet Yücel, Oryantalist hadis anlayışı ve eleştirisi, s. 160)  “Müslümanlar hiçbir zaman bir eseri, Kur’an’ın, İslam’ın aleyhine olacak diye yok etme yoluna gitmemişlerdir! Bunun en güzel örneği Kur’an’a aykırı olan veya İslam’la savaşmak amacıyla söylenen sözlerin İslam kitaplarında yer almasıdır.” (Abdülaziz Hatip, Kur’an ve Hz. Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 255) “Tarih boyunca İslam atölyesinde işlenen bütün fikirlerin yongaları (Küçük parçaları) sayılan şaz (istisna) fikirler dahi atılmamış, bir tarafa kaydedilmiştir.” (Faruk Beşer, Bana bir İslam ısmarlayın ki, Yeni Şafak, 23.12.2018) “Hz. Muhammed’e sahte peygamber diyenler de (Adları sayılamayacak kadar çok Hristiyan ve Yahudi oryantalistler) Ona, dürüst, samimi hatta kahraman diyenler de (E. Gibbon, A. Schimmel, H. Grimme, A. Reland, H. Stubbe, T. Carlyle, R. Arnaldez, Davenport, Higgins, Lamartine, Hammer, Goethe, L. Massignon gibi) büyük oranda ‘aynı kaynakları’ kullanmışlardır. Buradaki ‘fark, ön yargı ve ideolojik kabullerden’ kaynaklanmaktadır. (Prof. İ. Sarıçam, Prof S. Erşahin, Batı oryantalizminin Hz. Peygambere bakışı, Eskiyeni Dergisi, sayı 5)

“İslam kültüründe tedvin edilen (kuralları konulup, yazılarak oluşturulan) ilk ilimler dini ilimlerdir. Bu ilimlerde ise ‘ilk dönemlerde’ hakim olan tek yöntem, nakil ve işitme yolu ile bilgi elde etme yöntemidir. Bu yöntemin en hassas noktası, herhangi bir konuda, öncekilerin ortaya koyduğu rivayetleri, ‘üzerinde herhangi bir değerlendirme yapmadan olduğu gibi’ aktarmaktır. Öyle ki bu rivayetler, onları aktaran İslam âlimlerinin ‘inancına aykırı olsa bile’ üzerinde ‘hiçbir değişiklik yapmadan olduğu gibi’ aktarmışlar, rivayetleri bir emanet gibi titizlikle korumuşlardır. Özellikle tarihsel olaylar; bu bağlamda peygamberimizin hayatı ilgili bütün rivayetleriyle birlikte aktarılmış, rivayetler arasındaki çelişkiye bile hiç dokunulmamıştır. Çünkü bu ilimleri oluşturanların amacı bir kültür hazinesi oluşturmak, geçmişin kültürel mirasını ‘olduğu gibi’ aktarmaktır. “Taberi, eserindeki ‘rivayetleri’ teklif ve (benzerlerini bir araya getirerek) tevhit etmeyi (birleştirmeyi) bile bir tür tahrif (kasıtlı değiştirme ve bozma) olarak düşünmüş, bunları ‘aynen’ eserine yerleştirmiştir. (Dr. İhsan Arslan, Halife Muktedir’in Halifeliği ve Şahsiyeti, s. 274) “Peygamberimizin oğullarının isimleri ile ilgili ‘münker/reddedilen’ bir rivayeti İbni Asakir, münker olduğunu kabul ettiği halde rivayet etmiştir.” (İ. Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, V/308) “Büyük İslam alimleri, işittikleri bütün sözleri bir araya toplamaktan çekinmemişlerdir. Topladıkları rivayetlerin kimisinin sahih, kimisinin hasen, kimisinin zayıf olduğunu bilerek bunları kitaplarında aktarmışlardır. Onların ‘bildikleri bu bilgileri’ biz de göz önünde bulundurarak, rivayetleri kullanırken, sözleri nakleden ve rivayetlerin ‘değerlendirmelerini yapan alimlere kulak vermek’ zorundayız. Bu alimler, ‘kitaplarına topladıkları rivayetleri, senetlerine bakmadan hepsini mutlak doğruymuş gibi algılayacak bazı cahil ve kötü niyetli kişilerin çıkabileceğini hiç düşünmemişlerdi.’ Dönemleri, hangi ravinin rivayetlerinin güvenilir, hangisinin güvenilmez olduğunun ‘herkesçe bilindiği’ bir dönemdi… Hadis usulünde çok önemli bir metot vardır. Hadislerin ‘bütün rivayet yolları göz önüne alınarak’ hüküm verilmelidir. Hangi ilim dalında olursa olsun, genel sistemini bilmeden bir ilim dalı ile ilgili birkaç cümle aktararak bir fikir sahibi olmak mümkün müdür?” (Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Dr. Ekrem Keleş’in, İlhan Arsel’in ‘Şeriat ve kadın’ adlı kitap hakkında hazırladığı eleştirel rapor, s. 11- 13,140, 149) “İslam bilginlerinin bu ilim elde etme yöntemi ve yöntem ahlakına uygun hareket ederek elde ettikleri bilgiyi kutsal bir emanet gibi korumaları, asırlar sonra bilgi de dahil her şeyi metalaştıran modern dünya düşünürleri tarafından, dibine kadar istismar edilmiş ve ahlaksızca kullanılmıştır… Taberi’nin yanında İbn-i Hişam, Zehebi, Vehb b. Münebbih ve benzeri “tarihçiler, ayrıca hadisçiler ve bir kısım tefsirciler de eserlerini aynı yöntemle” yazmışlardır. İslam düşünürlerinin ilim ve onun en değerli ürünü olan bilgi (rivayet) karşısındaki bu ahlaki tutumlarına karşın modern dünyanın tarihçileri, insanlık tarihi üzerinde istedikleri gibi oynamayı ve onları tahrif ederek oradan bir toplumsal mühendislik projesi çıkarmayı ahlaksızlık olarak görmemiş, üstelik gerekli görmüşlerdir. Bu nedenle İslam bilginlerinin siyer ve tarih kitapları, Batılı tarihçiler (Oryantalistler) ve toplum mühendisleri elinde birer iftira kaynağı haline getirilebilmiştir. Batıdaki oryantalistler ve onların yardakçıları boş durmamış, İslam kaynaklarındaki rivayetlerden iftira üretmeye devam etmişlerdir. Batı’da bunlar olurken ‘ülkemizdeki Batıcılar da’ hemen bu kervana katılmış, İslam’ı karalamayı sürdürmüşlerdir. Ülkemizdeki Batıcılar, bu metodolojik gerçeği iyi bildikleri halde ahlaksızca İslam bilginlerinin rasyonel bir değerlendirmeye tabi tutmadan oluşturdukları eserleri kaynak göstererek İslam dinine ve onun peygamberine saldırmaktadırlar. Halbuki ‘rivayet yoluyla oluşturulan eserler, işlenmemiş ham madde gibidir.’ Bu hammaddeyi sahibi işlemeden başkasının keyfine göre işlemesi ne bilimsellik ne de akademisyenliktir; bunun adı ahlaksızlıktır.” (Prof. Dr. Hasan Ayık, İslam Kültür Mirası ve İslam Âlimlerinin Bilgi Edinme Ahlakı Karşısında Modern Dünyanın Dayanılmaz Ahlaksızlığı)

Müslüman alimler, günümüzün tarafsız, bilimsel diye tanıtılan birçok aydın geçinen bilginlerden çok daha fazla objektif ve bilime saygılı idi! Müslüman “Alimler, hatalı olabileceklerini gösteren önemli bir delille karşılaştıklarında kararlarını değiştirmişlerdir.” (Muhammed Mustafa el-A’zami, İslam fıkhı ve sünnet, oryantalist Schacht’a reddiye, s. 83) Bu konuda başta mezhep imamlarımız olmak üzere birçok örnekler kaynak kitaplarımızda bulunmaktadır.

Bir Müslüman’ın, İslam alimlerinin yazdığı eserlere yaklaşım tarzı nasıl olmalıdır? Bizler tefsir kitaplarında geçen israiliyat kaynaklı rivayetleri, hadislerin mevzu/uydurma olanlarını ve İslami eserleri de var olan insan kaynaklı hataları reddederken, bunlardan arınmış ‘tüm’  tefsir, hadis, siyer vb. eserleri kaynak olarak kabul eder, savunur ve müelliflerine hürmet eder, saygı duyar, kendilerine dua ederiz. “Hz. Peygamber ve sahabeden gelen bilgiler ‘rivayetler aracılığı ile’ geldiği için kesin olmayıp zannidirler. Her rivayet ciddi bir şekilde gözden geçirilmeli, incelenmeli, sahih olup olmadığı tespit edilmelidir.” (Prof Bünyamin Erul, Y.N. Öztürk’ün kendi dilinden Hz. Muhammed (Eleştiri yazısı);  Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 172)

Hadis Kitapları

“Hadis usulünde, ‘aktardığı rivayetin senedini veren alimin, okuyucuyu, senette ismi geçen ravilerin güvenirliğini araştırmaya sevk ettiği’ genel bir kural olarak kabul edilir. O alim, naklettiği rivayetlerin senedini vermekle sorumluluktan çıkmış olmaktadır.” (Zehebi, et Tefsir ve’l-Müfessirun, I/212)

Tirmizi; ‘Önce gelen birçok hadis alimi zayıf ravilerden rivayet etmiş ve onların bu durumunu da açıklamışlardır.’ (Tirmizi, Sünen, V/742) “İmamı Malik’in Muvatta’sı, Buhari ve Müslim hariç, ilk dönemdeki ilmi gelenek; Hadislerin ‘güvenilir, zayıf ayırımı yapmadan’ her raviden ‘her türlü rivayetin’ bir araya getirilmesi şeklinde idi.” (Prof. Ahmet Yücel, Oryantalist Hadis Anlayışı ve Eleştirisi. 123, 158) Hicri 206 tarihinde vefat eden Yezid b. Harun, ‘Önceki hadis ravilerini, güvenilir zayıf ‘ayırımı yapmaksızın’ herkesten hadis yazarken buldum.’ (Ramehürmüzi, s. 417, 446) Bundan dolayı Süfyanı Sevri; ‘Hadisi, uydurma olduğunu bilmek amacıyla alırım.’ (Hatib el-Bağdadi, el-Kifaye, s. 441) derken, Evzai; ‘Hadislerin zayıfını da öğren’ (Ramehürmüzi, el-Muhaddisu’l-fasıl, s. 419) ve Ebu Hatim er-Razi, ‘Her türlü rivayeti ‘yaz ancak rivayet ederken araştır’ ve açıkla.’ (Hatib el- Bağdadi, el-Cami, II/330) diyerek usulü göstermekte idiler. Dolayısı ile “Bir sözün, bir hadis kitabında geçmesi onun dine ait ‘olabileceğini’ gösterir, olduğuna dair ‘kesin’ bir kanıt vermez.” (Ahmet Bayraktar, Ateizmus 1, s. 19) İlk dönem hadis alimlerinin zayıf uydurma ayırımı yapmaması ne kusur ne de bir eksikliktir. Bu, zayıf veya uydurmayı kabul etmeleri anlamına da gelmez. Bu dönemsel bir usul/metot, o zamana ait bir gelenektir. Bunu bilmeli, “eserlerde hadislerin bulunmasını değil, sıhhatini, sahihliğini, doğruluğunu öğrenmeyi” öncelemeliyiz. Bunun içinde her alanda uzmanlarınca güvenilir birçok eser zaten yazılmıştır.

İmam-ı Taberani’nin eseri olan ‘es-Sünen’, diğer sünenlere nispetle daha fazla zayıf, münker hatta ‘mevzu hadis’ içerir. İsrailiyyat konuda ise, İsmail b. Muhammed b. el-Fadl et-Teym tarafından eleştirilmiştir. (İbn Hacer, Lisânu’l-Mizan, III/75)

“Müsnedlerde zayıf ve mevzu hadis vardır. Deylemi’nin Müsned’i gibi, mevzu hadisler oldukça fazladır.” (Prof. Dr. Yavuz Köktaş, Hadis kitaplarının değeri)

Mesela, “Hz. Adem su ve toprak arasında iken ben peygamber idim.” (C. Sağır, II/89) şeklindeki rivayetin aslı, “peygamber olarak yazılmıştım.”  (Mevzuatı Aliyyu’l-Kari, 91) şeklindedir. Diğer bir rivayette ‘Peygamber Efendimiz bir akşam da tüm hanımlarını dolaşmıştır.’ (Buhari, Gusül, 12) şeklindedir. Fakat bu rivayet farklı bir şekilde, başta hadisi rivayet eden Enes olmak üzere, “Biz kendi aramızda öyle konuşurduk.” şeklinde de ifade ettiği gibi, tüm hanımları ile cinsel ilişkiye girdiği şeklinde ekleme ile aktarılmıştır. Ortada Hz. Peygamber’den gelen bir bilgi değil -Hz. Enes’in  sözlerinden de anlaşıldığı gibi- sahabelerin kendi aralarında yürüttükleri bir tahmin söz konusudur. Yoksa efendimiz hanımlarının ihtiyaçlarını sormak için onları ziyaret etmiştir. Bu iki örnekten de anlaşılacağı gibi, İslam tarihinde ve hadis literatüründe, aynı konu farklı şekillerde rivayet edilebilmiştir. Aynı konudaki tüm rivayetleri bir arada değerlendirmeden bir sonuca ulaşmak ise, kullanılan yanlış metot nedeni ile, okuyucuyu da yanlış sonuçlara ulaştıracaktır! Odaklanmamız gereken, gerçeğe, hakikate ulaşmak için ‘Peygamberimizin hayat çizgisine uyan ve aklı kullanmayı emreden Kur’an’ın emirlerini merkeze alarak’ rivayetleri süzgeçten geçirmek olmalıdır. Önyargılı olanlar kendilerine bu geniş kaynak havuzundan istediği delileri bulup kullanabilir. Ama asıl gerçek, yine aynı kaynakların içinde doğruyu ve hakikati arayanları beklemektedir. 

Siyer Kitapları

“Rivayetleri, kendilerine gelen haberleri gerekli titizlik ve ciddiyetle ‘tenkid süzgecinden geçirmeden eserlerine alıp nakleden’ bazı İslam tarihçileri sayesinde oryantalistler İslam’a ve onun Peygamber’ine hücum etmek için fırsat ve malzeme bulmuşlardır. ‘İbn-i İshak, İbn-i Sad, Taberi, kendilerine ulaşan rivayetleri eserlerinde naklederek, gelecek nesillere aktarmakla yetinmişlerdir, bu rivayetleri sıhhat açısından tenkide tabi tutmamışlardır.’ Oryantalistlerde hadis ilmine uygulanan kriterlerin yukarıda adı geçen eserlerdeki bazı rivayetlere uygulayınca, çok zayıf veya uydurma olan rivayetlerden hareketle gerçekleri tahrif etmişler ve ‘tarihe yalan’ söylettirmişlerdir.” (Prof. Ali Osman Ateş, Oryantalistlerin Hz. peygamber ile ilgili iddialarına cevaplar, s. 30, 132-133)

Efendimizin hayatını anlatan “İlk siyer kitaplarında rivayetlerin senedleri, hadis kitaplarında olduğu gibi değil de, ya senedin son ravisinin ismi verilerek ya da senedler tamamen atılarak aktarılmış idi. Ayrıca sened ve metinler ayrıntılı bir şekilde tenkide tabi tutulamamışlardı.” (Hz. Peygamberi anlama ve anlatmada kaynak ve araştırmaların yeri ve önemi; Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 114)  “İslamiyet ile ilgili yapılan eleştirilerde taassubun, ön yargının ve hatta düşmanlığın büyük rolü olduğu kesindir. Ancak bu durum, Müslüman çevrelerin gerek cevap, gerekse de kaynakların öncelikli incelenmesi konusundaki sorumluluğunu ortadan kaldırmaya yeterli neden değildir. Kaynaklarımızın ciddi bir şeklide tenkit süzgecinden geçirilmesi gerekmektedir. İslam alimleri, hadis konusundaki tenkitçi kurallarını geliştirmiş ve bunu hem nakilciye hem metne uygulamıştır. Ancak, konu tarih olunca tenkit kuralları -maalesef- yumuşatılmış ve daha hoşgörülü bir tutum sergilenmiştir. Mevzu haberlerde ehli kitap kültürünün, mezhebi eğilimler ile siyasi ve itikadi çekişmelerin etkin olduğu görülür. Habercilerin fikri yapıları, siyasi ve mezhebi tercihlerinin de mutlak tespit edilmesi gerekir. Çünkü haberci/raviler dünya görüşlerine, kendi ön kabullerine göre haberleri nakletmektedir. Bir tarihçi, delil niteliğindeki belgelere ulaşması halinde bir görüş ileri sürebilir. Bu belgenin kullanımı içinde, yukarıda sayılan nedenlerden ötürü, gerekli eleştirel çalışmayı yapıp, doğru ile yalanı birbirinden ayırt etmesi gerekir. Mesela Putların içinden gelen seslerin Resulullah’ın peygamberliğini (İbni Sad, II/167; Ebu Nuaym, II/115-125), cinlerin de hicreti haber vermesi (İbni Hişam, II/487; Taberi, I/570; Zehebi, Sire, 227) gibi İslami açıdan kabul edilemeyecek haberler, İslam’ı övme maksatlı tarih kitaplarımızda yer alabilmiştir. “ (Doç. Dr. Şaban Öz, Hz. Peygamberin siretiyle ilgili mevzu haberlerin tarihi değeri; Prof A. Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı,  s. 20-21, 24-26, 48) “Temel kaynaklarda yer alan bilgilerin ve rivayetlerin kritik edilmesi ve bunlarla ilgili sonuca gidilmesi ancak ciddi bir birikime sahip olan bilim adamlarının incelemeleri ve kritik etmesi ile mümkündür.” (Prof. Adnan Demircan, Siyer Konusunda Bilinmesi Gereken 88 Soru, s. 21) “Siyer hakkında yazılan eserlerdeki bilgilerin ciddi bir incelemeye tabi tutulmadan ve yeniden telif edilmeden okuyucu tarafından anlaşılması zordur. Hz. Peygamberin hayatını anlatan kitapların ‘birçoğunda sağlıklı bir rivayet kritiği yapılmadığı’, mevcudun naklinden öteye gidilmediği ve rivayetler arasındaki çelişkilere dahi dikkat çekilmediği görülmektedir. Günümüzde, bu alana dair ‘yeterli bilgisi olmayan ve usul/metot konusunda bilgisi olmayan’ kişilerin, yazılan kitaplardan fayda yerine zarar görmesi kuvvetle muhtemeldir. Nitekim, istismara açık olan bir peygamber algısına, bu türden eserler üzerinden elde edilen bilgi ya da bilgisizlik yol açmaktadır. Tarih, özellikle de siyer, din istismarı için kullanılan verimli bir alandır.” (Prof. Adnan Demircan, Siyer Konusunda Bilinmesi Gereken 88 Soru, s s. 40, 42) “Mukaddem (Önceki) İslam tarihçileri derlemeci bir rivayet metodunu izlemişlerdir. Bu metotta olaylarla ilgili doğru yanlış tüm rivayetler nakledilir ve bu arada ‘herhangi bir eleştiriye tabi tutulmazlardı.’ Dolayısı ile bu tür eserlerde uydurma, hatta İslam’la bağdaşmayan bilgilere rastlamak mümkündür. Bu tür eserlerden faydalanırken titiz bir seçim yapılmalıdır.” (Ahmet Önkal, İslam tarihinde tarafsızlık problemi, Prof A. Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 79) “İslam dünyasında, sirete (Efendimizin hayatını anlatan bilim dalı) yaklaşımda bir metot eksikliği vardır. Müslüman tarihçiler, siret ilmine dair ‘bilgilerin tahliline’ yönelik metodolojik bir çaba içine girmemişlerdir.” (Prof. Özcan Hıdır, Batı’da Hz. Muhammed imajı, s. 53-54) “Siret ve kaynakların yapıcı/eleştirel bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gerekir.  İbni İshak’ın siret’i daha çok Peygamberimizin savaşlarını öne çıkarır. İbni İshak belki bir tarihçi olarak görevini yapmıştır. Bize düşen ise, ömrünün sadece 53-54 gününü savaşlarda geçirmiş Resulüllah’ın hayatını büyük oranda savaşlarla anlatmaktan vazgeçip, O’nun hayatındaki insani, medeni detaylara odaklanmak olmalıdır.” (Prof. Özcan Hıdır, Batı’da Hz. Muhammed imajı, s. 410)

Taberi, ‘Taberi tarihi’ diye anılan ‘Tarihü’l-Rusül ve’l-Müluk’ isimli ünlü eserinde, rivayet ve olayların üzerinde ‘herhangi bir değerlendirme yapmaksızın, olayları duyduğu şekilde aynen’ aktarmıştır. Kendisi de eserinin bu özelliklerini şöyle dile getirmektedir:  “Benim bu eserimi gözden geçirenler bilsinler ki, eserimde bulunan haberler (rivayetler), pek azı hariç olmak üzere ‘akli delillere, insanların akıllarını kullanıp düşünerek buldukları (tümel) nedenlere dayanmayıp, ancak senetleriyle aktaranları gösterdiğim haber ve rivayetlerden’ oluşmaktadır. Bu haber ve rivayetler bize nasıl nakledilmişse, biz de o şekilde alarak kitabımızda topladık.” (Ebu Cafer Muhammet Bin Cerir et- Taberi, Tarihü’l Ümem ve’l Mülûk, Daru’l Kütübi’l İlmiyye, s. 13) Taberi “Bu rivayetlerin bazılarının yanlışlığının farkında olduğu halde bu rivayetleri eserine almıştır.” (Tarihü’l Ümem ve’l Müluk I/5) Onun eserindeki “Özellikle İslam öncesi döneme ait rivayetler, hurafelerle doludur ve bunu kendi de ifade etmektedir.” (Şemdettin Günaltay, İslam tarihi kaynakları, s.41-43) “Taberi tarihinde bazı sağlam rivayetler dışında bazı olaylarla ilgili ‘zayıf haberleri’ de eserine aldığı bilinmektedir. Bu onun dikkatsizliği değil, o olay hakkındaki ‘her şeyi kaydetmeyi bir metot olarak kabul ettiği ve bu sayede araştırmacılar için geniş bir imkan sunmayı istemesinden’ kaynaklanmaktadır.” (Asım Köksal, İslam Tarihi, 7/384, XIV/21) İslam düşmanı oryantalist Caetani bile İslam tarihi adlı eserinde “Taberi’nin eserinde mevzu hadisler, pek şüpheli isnadlar, bir takım ilaveler.” bulunduğunu söylemektedir. (Caetani, IV/420)  Hz. Ali’nin vasi/halife/imam olarak tayin edildiği şeklinde üretilen ve rivayet eden ravilerin tamamı ya meçhul veya cerh edilmiş (İncelenip yalancı olduğu ortaya çıkmış) olan ‘İnzar hadisesi’ (Peygamberimizin söylediği iddia edilen, ‘Ali, içinizdeki kardeşim, vasim ve halifendir.’ sözü), İbni İshak ve İbni Sad’ın kitaplarında yer almazken, daha sonraki yazarlardan olan Taberi’de (Taberi, I/542) yer almıştır. (Prof A. Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 44) Zaten, “Haber uydurmada en gayretli mezhep konumunda olan da Şia’dır.” (Doç. Dr. Şaban Öz, Hz. Peygamberin siretiyle ilgili mevzu haberlerin tarihi değeri; Prof A. Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı,  s. 43) “Şiiler, yalan hadis uydurmuşlardır.” (Osman Keskioğlu, İslam Hukuku, s. 64-65) “Siyasi fırkalar içinde hadis uydurma hareketini de ilk Şia başlatmıştır.” (TDV İslam Ansiklopedisi, Mevzu maddesi) Meşhur N. Belağa açıklayıcısı Şii alim İbn Ebi’l Hadid de, “Şiiler, başlangıçta imamları hakkında çeşitli hadisler uydurmuşlardır. Onları hadis uydurmaya sevkeden neden, hasımlarının düşmanlığı idi.” demektedir. (İbn Ebi’l Hadid, Şerhû Nehcül Belağa. III/26) “Taberi tarihinde, Muhammed Bin Saib el-Kelbi, Mukatil bin Süleyman, Muhammed Bin Ömer el-Vakidi gibi itham edilmiş şahsiyetlerden rivayetler yer almıştır.” (Profesör Doktor İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/148) “Taberi Tarihi’nde yer alan İsraili rivayetlerde tabiat ve yaratılış kanunlarına son derece aykırı, ismet sıfatına ters düşen peygamberlik tasvirleri, melek olgusuna aykırı olarak niteleyebileceğimiz anlatımlar yer almaktadır. Bu rivayetleri kabul etmek mümkün değildir.” (Serap İnce, Taberi’nin Tarihu’l- Ümem ve’l-Müluk adlı eserinde israiliyat, s. 112) Yine “Taberi’nin tefsirinde zayıf rivayetlere de rastlanmaktadır.” (Flamur Kasami, Kur’an’da çelişkili gibi görünen ayetler, s. 111) ve İbnu’l Arabi’nin dediği gibi, “Taberi, asılsız birçok rivayet aktarmıştır.” (Süleyman Ateş, Din Bu 1, s. 215)

Suyuti, tarih alanında yazdığı ‘Tarih’u-Hulefa’ adlı eserinin giriş kısmında şöyle bir başlık açmıştır: ‘Emevi halifelerine karşı uyarı niteliğindeki hadisler.’ Burada Emevi hilafetini kötüleyen bazı haberleri verir ve sonra yeni bir başlık açar: ‘Abbasi halifeliğini müjdeleyen hadisler.’ (Suyuti, s. 13-18) İşin ilginç yanı Suyuti’nin vefatından (1505) tam 250 yıl önce Abbasi sultasının sona ermiş olmasıdır. (Prof A. Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 79) Buradan da, Suyuti’nin, içinde olduğu kültürden etkilendiği ve bazı hadisleri rivayet ederken yeterince dikkat etmediği anlaşılmaktadır. Nitekim Suyuti, “hadis değerlendirmeleri ve naklinde “Mütesahil” (gevşek) davranmakla tenkit edilmiştir.” (A. Ebu Ğudde, Abdulhayy el-Leknevi’nin el-Ecvibetu’l-Fadıla li’l-Es’ileti’l-Aşerati’l-Kamile’sine ta’lik, s. 130) Yine “Suyuti’nin, ‘birçok konuyu incelemeden nakletmekle yetindiği’ bilinen bir özelliğidir.” (Doçent Doktor Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler, Müşkilü’l Kur’an, s. 470) 

“İbni İshak’ın ünlü eseri ‘es-Siret’ için de aynı şey söz konusudur. O da duyup elde ettiği her haberi kitabına, ‘hiçbir akıl süzgecinden geçirmeden aynen’ alıntılamıştır. Hatta bu nedenle Ebu Abdillah O’nu huccet (Delil, kaynak) kabul etmemiştir. İbn-i Main: “Muhammed: İbni İshak sikadır (Güvenilir bir kişidir) ancak huccet değildir. en-Nesai ise onun için, “Kavi” (rivayetleri destekli) değildir.” demiştir.” (Zehebi, Mizanu’l-İtidal, III/499; İbni Hacer, Tehzibu’t-Tehzib, V/31) Darekutni de benzer ifadeler kullanır: “Delil kabul edilmez ama kendisiyle itibar olunabilir.” (Zehebi, III/469; İ. Hacer, V/32) Süleyman et-Teymi ve Hişam b. Urve, “O kezzabtır’ (Çok yalan haber yazmıştır.), Yahya el-Kattan ise, “O yalancıdır.” demişlerdir. (Zehebi, III/471) İmamı Malik de onu “itham etmiş ve cerh etmiştir. (Eleştirmiştir.)” (Zehebi, III/469) İbni İshak için İbn-i Ebi Fudeyk, “O’nu ehli kitaptan (Yahudi ve Hristiyan) bir şeyler yazarken gördüm.” demektedir. “İbn-i İshak’ın israiliyattan rivayetleri naklettiği olmuştur.” (Altay Cem Meriç, Muhtelif-1, s. 140) En ilginç değerlendirmeyi ise, Ebu Davud et-Tayalisi yapar: “Bana, ‘sika (Güvenilir) bir kimse haber verdi.’ deyince kendisine ‘kim o?’ diye soruldu. İshak da, “Yakub el-Yahudi’dir.” dedi.” (Zehebi, III/470, 471)  Hadis üstadı İbni Hacer de Ahmed b. Hanbel’in İshak’ı hadis konusunda eleştirdiğini, İbni Seyyidin-Nas’ın da, ravileri atlayarak rivayet ettiği için onu ayrıca eleştirdiğini bildirmektedir. Ahmet Emin ise, İshak’ın zikrettiği şiirlerin sahihliğini (doğruluğunu) araştırmadığını belirtir. (İslam tarihi ve tarihçileri, s. 37)  İbni Hişam, kendi siretini yazarken “üstadı İshak’ın ‘siretindeki delili olmayan şeyleri’ kendi kitabına almadığını” ifade eder. (İbni Hişam, Siret, s. 39) Oryantalist  Michael Cook, İbni İshak’ın zamanında uydurma rivayetlerin çok yaygın olduğunu, eserini şifahi/sözlü rivayetlere dayandırdığını söyler. (Cook, Muhammed, s. 61)  “İbni İshak’ın eserinin asıl nüshasının ravileri, esere çeşitli sebeplerle ‘müdahale de’ etmişlerdir.” (Prof Kasım Şulul, J. M. B. Jones’in peygamberin savaşlarının kronolojisi başlıklı makalesinin tenkidi; Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 319) Zahidü’l-Kevseri, ehli tenkidden bir çoğunun İbn-i İshak’ı ‘cerh’ ettiğini, kendisini destekleyenlerin de, bunu, bir takım şartlar öne sürerek yaptıklarını belirtmektedir. (M. Zahidu’l Kevseri, Makalat, s. 561) Buhari ve Müslim, İbn-i İshak’la ihticac (delil kabul) etmemişlerdir. Ahmed b. Hanbel, “Ondan şu hadisler -yani megazi türü- yazılır. Ancak helal ve haram söz konusu olduğunda ise şöyle birilerini -ondan daha kuvvetlilerini- isteriz.” demiştir. (Beyhaki, el Esma ve’s Sıfat, s. 418-419) “Malik ve Hişam b. Urve, İbn-i İshak’ı tekzib etmişlerdir, yalanlamışlardır.” (Ebu’l Ferec Abdurrahman İbnu’l Cevzi, el İlelu’l Mütenahiye, I/38) Ebu Hanife indinde, İbni İshak razı olunmayan birisi idi. (Zehebi’nin Menakibu’l İmam Ebi Hanife’sine yazdığı talik, s. 59) Oldukça mutedil ve aşırı uçlardan uzak olan Aliyyü’l-Kari bile onun hakkında, “Muhammed b. İshak, ehl-i kitap’tan nakillerde bulunurdu.” (Aliyyül Kari, el Mevzuatu’s Suğra, s. 226) demektedir. Kevseri’de, “Megazi (Hz. Muhammed’in seferleri) ilminde İbn-i İshak’ın sağlam yöntemlere dayandığı pek azdır. Megazi konusunda İbni İshak’ın ilminden razı olanlar da bunu, bilinen şartlarla yapmışlardır.” demektedir. (Zehebi’nin, Menakibu’l İmam Ebi Hanife adlı esere yazdığı talik, s. 59) “Zehebi, İbni İshak için “Yazdığı tarihinde rivayet zinciri kopuk, tanınmayan, bilinmeyen şeylerle, yalan şiirle doldurmasından başka bir günahını bilmiyorum.” derken, Nesai, “Sağlam değildir.”; Darekutni, “Sözleri kanıt olamaz.”; Süleyman et-Teymi ve  Hişam ibni Urve, “O yalancıdır.”; İmam-ı Malik, “O deccallerden biridir.”; Hammad ibn-i Seleme, “Zaruri olmadıkça İbni İshak’tan rivayet etmem.”; Yahya el-Kattan, “İshak’ın yalancı olduğuna tanıklık ederim.”; Hatib Bağdadi, “İbni İshak, kitabındaki savaş haberlerini dönemindeki şairlere gönderir ve onlardan bu olayların temasına uygun şiirler yazmalarını isterdi ki, o şiirleri de olaylara ekleyebilsin.” demektedir. (Selahattin Sönmezsoy, Kur’an ve Oryantalistler, s. 272)

“İbni Kuteybe’ye nispet edilen, ‘el-İmame ve’s-Siyase’ adlı eserde de bol miktarda Şia görüşleri yer alır.” (Prof. A. Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 76)  

Ahmet Bin hanbel ve imam Şafi hadis konularında Vakidi’yi eleştirmişlerdir. Ayrıca imamı Şafii, Vakidi’nin ‘Sire’sinin yığınla yalanlarla dolu olduğunu söylemektedir. (Mevlana Şibli, Asr-ı Saadet, s. 41)

İbni Sad’ın tarihi için ise Sabri Hizmetli, ‘Taberi tarihi gibi onun da eserinde görgü şahitlerinden gelmeyen, çeşitli yorum ve tereddütlere imkan tanıyan birçok rivayet mevcuttur.’ demektedir. (İslam tarihçiliği üzerine, s. 126) 

Tefsir kitapları

Abdullah İbn-i Abbas, İslam tarihinin yetiştirdiği en ünlü alimlerden birisidir. Abdullah bin Abbas’ın müstakil ‘bir tefsir kitabı yoktur.’ Fakat tefsire dair muhtelif rivâyetleri vardır. İslam alimleri, tefsir kitaplarını onun rivayetleriyle süslemişlerdir. Kendisi güvenilir, alim bir zattır. Fakat onun bu güvenilirliğini suistimal edip, onun adı ile ‘ona isnat edilerek birçok uydurma- yalan rivayette’ bulunmuşlardır. İmam-ı Şafi, “Abdullah İbn-i Abbas’tan rivayet edilen tefsire dair sahih hadislerin toplamı yüz civarındadır.” (Suyuti, El-Itkan fi Ulumi’l- Kur’an, IV/ 209; Ahmed Emin, Fecrul İslam, s. 203, M. Ebu Şehbe, Mecelletü’l-Ezher, XXV/492; A. Muhammed el- Hayfi, Taberi, s. 100,  İslam Ans. TDV, I/78) “Tefsirde İsrailiyyat konusunda ilk sırada Abdullah İbn-i Abbas yer alır. O’nun ‘şöhretini kullanıp ona nisbet edilen rivayetler’ bulunmaktadır.”  (Remzi Muhammed Kemal Na‘naa, el-İsraʾiliyyat ve eseruha fi kütübi’t-tefsir, s. 128-130; İslam Ans. TDV, XXIII/200) “İbn-i Abbas’ın ağzından değişik konularda, aslında ‘onun söylemediği’ birçok rivayet nakledilmiştir.” (İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 161) İbn-i Abbas’a nisbet edilen ‘Tenvir-ül-Mikbas’ adlı eserin ona ait olmadığı bilinmektedir. (İ. Cerrahoğlu, Tefsirin doğuşu, s. 99; Tefsir Usulü, s. 237) 

İsrailiyyat yani İslam kaynaklarında olmayan ve Yahudi din kitaplarından İslami eserlere geçen rivayetler, özellikle Yahudi iken Müslüman olan bazı mühtedilerin eski bilgilerini ayet/hadisleri açıklarken kullanmaları üzerine İslam toplumunda yayılmış ve bu rivayetler zamanla İslam’ın görüşü gibi halk arasında itibar görmeye başlamıştır.

Birçok konuda olduğu gibi İsrailiyyat konusunda bile “İslam alimi, kendisine kadar intikal etmiş ilmi birikimi, ‘bir bütün’ olarak kendisinden sonrakilere aktarmayı görev saymış, kendisine ulaşmış bilgiyi emanet duygusu ve büyük bir özgüven hissi içinde sonraki nesillere aktarmıştır.” (Ebubekir Sifil, Tefsirde İsrâiliyyât Meselesi) Bu ilmi sadakate sahip Müslüman alimlerin, akıl süzgecinden geçirmeden aktardıkları, ümmete miras bıraktıkları bu eserlerdeki işlerine gelen tarafları ‘uydurma, delilsiz, kaynaksız’ demeden bir araya toplayan oryantalistler, İslam’ı karalama çabasına girmişlerdir. Ama artık mızrak çuvala sığmamaktadır; Yalan, iftira, ithamlar tek tek tespit edilip cevaplanmıştır.

Merhum Abdullah Aydemir’in “Tefsirde İsrailiyyat” adlı eserinden alıntılarla konumuza devam edelim: Taberi’den itibaren yetişen bazı müfessirler kendilerinden önce tedvin edilmiş eserlerden ‘ne buldularsa aynen’ benimsediler. İslam’a ‘yüzde yüz zıt olanlar bile’ bazı tefsirlerde yer aldı. (Aydemir, Tefsirde İsrailiyat, s. 18) Bazı hakikatler, efsane ve israiliyat içinde boğuldu. (s. 19)  Tabiinden sonra İsraili rivayetlerle meşhur olmuş şahıslardan birisi de İbnü’l-İshak’tır. (s. 100) Abdullah ibni Abbas: İmamı şafii, Abdullah İbni Abbas’tan rivayet edilen tefsire dair sahih hadislerinin tamamının 100 civarında olduğunu söyler. İbni Abbas’a nispet edilen ‘tenviru’l mikbas’ isimli eserin ona ait olduğu kabul edilmemektedir. (s. 86) Ebu Hureyre: Şöhret ve otoritesi istismara uğramış, hadis ve tefsir sahasında pek çok şey bu büyük insana izafe edilmiştir. (s. 88) Abdullah ibn-i Amr ibn-As: Bu sahabeden gelen, bilhassa mevkuf hadisler hususunda ulema titiz davranmış, onları almaktan kaçınmışlardır. (s. 90) Abdullah ibni Selam: Aslen Musevi iken Müslüman olmuştur. Tevrat’ı iyi bilen bir zat idi. Abdullah ibni Selam bütün yazarlara göre güvenilir bir insandır, buna rağmen bilhassa kendisinden gelen mevkuf hadisler hakkında dikkatli davranmak ve onların israiliyat olabileceği ihtimalinden uzak tutmamak gerekmektedir. Şöhreti çok büyük olan bu zatın isminin istismar edildiğini düşünmek de mümkündür. (s. 92) Temim et Dari: Aslen Hristiyan bir aileye mensup idi. Temim’den Müslüman topluma bilhassa Hristiyanlara ait bazı israiliyyatın geçtiği kesindir. (s. 93) Ka’bul Ahbar: Aslen Yemen Yahudilerinden idi. Onun vasıtasıyla tefsire ‘pek çok’ israiliyat ve efsane girmiştir. (s. 95) Pek çok kez kendisi uyarılmıştır! Mesela İbni Abbas, ondan gelen bir sözü duyunca “Ka’b yalan söylüyor yalan, bu Yahudilerin sözüdür.  Ka’b bunu İslamiyet’e sokmak istiyor.” demiştir. (s. 96) Ondan gelen başka bir söz için İbni Mesud, “Ka’b yalan söylemiş, demek o hâlâ Yahudiliğini terk etmemiş.” demiştir. (s.97) Hz. Ömer de Müslüman olduktan sonra Tevrat’tan nakiller yapmaya devam ettiği için onu dövmüştür. (s. 98) Vehb ibni Münebbih: Aslen İranlı olan Münebbih, ‘Yahudi rivayetlerin en mühim kaynaklarından’ birisidir. (s. 99) Onun vasıtasıyla İsraili rivayetlerden bir haylisinin İslam’a girdiğini rahatça söyleyebiliriz. (s. 100) Ehli kitap mühtedisi olsun veya olmasın, ilmi ile ün yapmış İslam büyüklerinin isimlerinin istismar edildiği ve söylemedikleri pek çok şeyin onlara nispet edildiğini hatırdan çıkarmamalıyız! (s. 101) Belki yüzde doksan oranında; tefsirle, siyerle, peygamberler tarihi ve meğazi ile uğraşan ve akaid sahasında eser veren müelliflerin rivayetleri hiçbir tenkite tabi tutulmadan alınmıştır. “Haberleri rivayet veya dirayet yönünden ve bazen de her ikisi bakımından tetkik edenler oldukça azdır.” İsrailiyattan olan haberlerin naklinde sayısız mahzurlar vardır, birçok yönleri ile bunlar batıl ve lüzumsuzdur. (s. 198) Cenab-ı  Hak tarafından Kur’an-ı Kerim’de belki onlarca yerde tahrif edildiği, bozulduğu, ilahi hüviyetten zalim insanların eliyle sıyrıldığı bildirilen Tevrat’a ve onun açıklamalarına ihtiyaç yoktur. (s. 352) “Bir eserin veya müellifinin büyük olması ayrıdır, o eserde israiliyyatın bulunmadığı ayrıdır. İnsanlarda, herhangi bir sahada otorite kabul edilen kişilerin hata yapmayacağı, eserlerinde hatalı noktaların bulunmayacağı inancı vardır.” Sevmenin ve benimsemenin de bir sınırı ölçüsü olmalıdır. “Senin bir şeyi aşırı derecede sevmen seni kör ve sağır eder.” (Ebu Davud, edep, 116; Ahmet, V/194) Herhangi bir eserde İslami yönden küçük veya büyük bir hatanın veya hatalı bir görüşün tespit edilmesi, bazı insanları hiç de uygun olmayan bir kanaate sevk etmektedir. O da, bu eserlerin tamamen terk edilmesidir. Bu noktada “yapılacak iş, bu eserlerin iyi yönlerinden istifade etmek, eksiklerini tespit edip, ilmi usuller dairesinde edep ve terbiye dairesinde ilme, akla ve kaynaklara istinaden hataları göstermektir.” (s. 384)

Önemli not: İslam alimlerimiz, bizim tarihimiz ve dinimiz ile bağlarımızı sağlayan en sağlam köklerimizdir. Onlara saygı ve hürmette asla kusur etmemek, en azından ilme önem vermenin göstergesi olarak hepimizin üzerine düşen önemli bir görevdir. Fakat, alime hürmet, eserlerindeki eksiklikleri -ki, hafıza-i beşer nisyan ile malüldür; hatadan münezzeh hiç bir insan ve eser yoktur- dile getirmemize ve özellikle de bu eksiklerden hareketle İslam’a bir saldırı yapılıyorsa, saldırı konusu olan bu eksiklerin İslam’da değil, hatadan münezzeh olmayan ama aynı zamanda hatalarından ayıklandığında hürmette kendilerine asla kusur göstermeyeceğimiz alimlerden kaynaklandığını göstermemize asla engel olmamalıdır. Hatadan münezzeh olmayan bu kardeşinizin de yanlışlarının İslam’a mal edilmemesi temennisi ile.

 

objektif-olmak-1

Leave a comment