İslam’da kadın hakları

Within spread beside the ouch sulky and this wonderfully and  as the well and where supply much hyena so tolerantly recast hawk darn woodpecker

İslam’da kadın hakları konusunda yazılan eserlerde öncelikle, İslam’ın geldiği dönemdeki Avrupa, Hint, Çin medeniyetlerindeki kadınların durumu ile İslam’ın kadınlara getirdiği haklar karşılaştırılarak, İslam’ın kadınlara çok daha fazla haklar getirmiş olduğunun altı çizilir. Biz ise kıyas götürmez bu hakikatleri direk atlayarak, İslam’ın tarihte olduğu gibi günümüzde de Batı medeniyetindeki kadın hakları ile kıyaslanamayacak kadar çok ‘fıtrat ve biyolojik yapılarına uygun, yaratılışı ile çelişmeyen’ hakları kadınlara getirdiğini iddia ve ispat edeceğiz inşallah. Bunun içinde, özellikle bu yazımızla beraber “Batı medeniyeti”, “Dinsiz ahlak olur mu?” ve “Modernizm ve kadın” adlı yazıların okunmasının faydalı olacağının altını çizmek isteriz.

İslam’ın ilk geldiği anlardan itibaren İslam’a giren ve bu dine hizmet konusunda öncülük yapanlar daima kadınlar olmuştur. İlk Müslüman bir kadındır (Hz Hatice); İslamiyet’in ilk şehidi bir kadındır (Hz. Sümeyye); Peygamberimizin soyu kızından (Hz Fatıma) devam (Kevser, 3) etmektedir. Hz. Ebubekir’in kitap haline getirdiği dünyadaki tek Mushaf, Hz. Ebubekir, Ömer, Osman dönemlerinde onlarca yıl bir kadının (Hz Hafsa) yanında kalmıştır. O  dönemde ise Hristiyanlar şunu tartışıyordu: “bir kadın İncil’e dokunabilir mi dokunamaz mı?”  Kur’an-ı Kerim’de Nisa (Kadınlar), Müntehine (İmtihan edilen kadın), Mücadele (Mücadele eden kadın), Meryem (Hz. İsa’nın annesi) gibi sure isimleri vardır. Fakat rical (Erkekler) suresi yoktur. Kadına değer vermediği iddia edilen dinin ana kitabından bahsettiğimizi hatırlatalım!

“Muhammed’in kadınlara ait hususlarda önemli derecelerde yaptığı değişiklikleri hiç bir büyük kanun koyucu yapmamıştır.” (Stanley Lane-Poole, Le Koran, sa poesie et ses lois, s. 96); “Hukuk davalarında kadın erkeğe tamamiyle eşit bir dereceye yükseltildi.” (Jacques C. Risler, La Civilisation Arabe, s. 4); “Kadının son derece lehinde olan Kur’an hükümleri, görünüşte şimdiki Avrupa kanunlarının verdiği haklardan çok daha fazlasını vermiştir.” (Profesör Gaudefroy Demombynes, Les institutions musulmanes, s. 134); “Mevcud kanunlarıyla İslam şeriati eski Roma hukukiyle yeni medeni kanunlarımızın çoğundan daha insanidir. Çünki bizim kanunlarımızda kadınla beraber ihtiyarlık çağına gelmiş analarla babalar ekseriyyetle ihmal edilmektedir.” (Rene Grousset, Litterature religieuse, Charles Ledit, Kur’an, s. 564)

7 Ekim’de rehin alınan ve bir süre Hamas kontrolü altında tutulan bir İsrailli kadın ve kızı, katıldığı programda şunları söylemekte idi: “Onlara göre kadınlar kutsaldır. Kadınlar kraliçe gibidir.” (Haber 7, 12.10.2024. Video: video.haber7.com/video-galeri/295534-hamasin-biraktigi-rehineler-konustu-cinsel-taciz-yalani-ortaya-cikti)

Peki, Batılıların bu itirafları, ki daha fazlasını aşağıda göreceksiniz, ortada iken, İslam’da kadın hakları diye bir mesele nasıl ortaya çıkmıştır? Bu sorun, Batı medeniyetinin kadına bakış açısı ile İslam’ın kadına verdiği değerin yorumlanmaya çalışılmasından kaynaklanmaktadır. Halbuki ortada iki ayrı medeniyet, bakış açısı ve yaşam tarzı vardır. Her biri kendi içinde ayrı ayrı değerler manzumesine, ayrı ayrı anlam ve değere sahiptir. Batının kadına yüklediği görevlerden farklı olarak “İslam, kadın ve erkeği fıtratlarına, yaratılış biçimlerine uygun vazifeler yüklemiştir.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun kalmasın, s. 225) Dolayısı ile, “İslam’ın ruhuna yabancı toplumsal adet ve geleneklerin sorumlusu, İslam değildir.”  (Leopold Weiss/Muhammed Esed, Mekke’ye giden yol, s. 373)  ve ileride göreceğimiz gibi “İslam kadınlara fazlasıyla değer vermiş.” (Karen Armstrong, The Guardian, 20.09.2006) olduğu için günümüzde Müslüman olan batılı insanların çoğunluğunu hala öncelikli olarak kadınlardan oluşmaktadır. Peki neden?

Bir örnek üzerinden konumuza başlayalım. ‘Hindu asıllı bir ateist’ iken, 1999’da Müslüman olan dünyaca ünlü Hint şairi ve yazarı Kamala Das’ın açıklamaları aslında birçok şeyi özetlemektedir: “İslam’ı seçmemde tesettürün büyük rolü var. Tesettürü seviyorum. Müslüman kadının Ortodoks hayat tarzını seviyorum. Erkekler tesettürlü bir hanıma dönüp bakmazlar. Tesettür emniyettir. Batı kültürünün kadına tanıdığı özgürlük beni cezbetmiyor. Bilhassa, ‘erkeklerin arzularını kabartan özgürlüğü’ kastediyorum. Delhi’deki kitap fuarında yayıncılar müşteri çekmek için yarı çıplak mankenler kullandılar. Utanç verici bir şey. Kadın vücudu Hindistan’da bile ticari meta haline geldi. Ben özgürlük istemiyorum. Bıktım özgürlükten. Bütün samimiyetimle söylüyorum, özgürlük benim için bir yük haline geldi. ‘Hayatımı düzenleyecek kurallar olsun istiyorum.’ Özgür olmayı değil, korunmayı arzu ediyorum ben. 24 yıl boyunca tesettürü tekrar tekrar denedim. Müslüman olmadığım halde Müslüman kadınlar gibi giyinip marketlere, konserlere, sinemalara gittim, seyahatlere çıktım. Gördüm ki mesture bir hanım her yerde saygı görüyor. Kimse dokunmuyor sana; laf atmaya bile cesaret edemiyor. Tesettür içinde tamamen emniyettesin. İslam’ın ilkeleri kadına yeterli derecede özgürlük alanı bırakıyor. Kadının kocasına veya daha yüksek bir otoriteye boyun eğmesini özgürlüğe aykırı bulmuyorum. Bunları dışlayan özgürlüğü fazlasıyla yaşadım, artık istemiyorum.” (The Times of India,15 Aralık 1999; Hakan Albayrak, Gerçek Hayat, 14 Mart 2008, 386. Sayı, s. 11)

Bir kadın düşünün ki doğduğunda ailesine cennetin kapılarını açan; “Kimin üç kız veya üç kız kardeş veya iki kız kardeş veya iki kız yetiştirir, terbiye ve edeplerini eksik etmez, onlara iyi davranır ve evlendirirse cenneti hak etmiştir.” (Ebu Davud, Edeb, 120, 130; Tirmizi, Birr, 13); “Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyamet günü o kimseyle ben şöyle yanyana bulunacağız.” (Müslim, Bir, 149; Tirmizi Bir, 13); “Kimin iki kızı olur da onları alçaltmaz, oğlan çocuklarını bunlara tercih etmezse Allah onu cennete koyar.” (Ebu Davud, 5147), hem evlendiği erkeğin diğer yarısı olup onu tamamlayan ; “Kadınlar erkeklerin diğer yarısıdır.” (Ebu Davud, Tahanet, 94; Tirmizi, Tahanet 827) hem de evlendiğinde eşinin imanının yarısını tamamlayan; “Kişi evlendiği zaman dininin yarısını korumuş olur.” (Heysemi, Mecmuu’z-Zevaid, 7310; Acluni, Keşfu’l-Hafa, II/239; Suyuti, Camiu-s-Sağir, II/932, 8730) ve “insanın dinini yaşamasına yardımcı olup, “en güzel dünya nimeti”; (Tirmizi, Birr 13), “bütün dünya nimetlerinin en değerlisi”; (Müsned, II, 168; Müslim, “Radaʿ”, 64; İbn Mâce, “Nikâh”, 5) kabul edilen ve anne olduğunda cennetin ayaklarının altına serildiğini; “Cennet annelerin ayakları altındadır.” (Nesai, Cihad, 6; İbni Hanbel, X/198; Acluni, Keşfu’l-Hafa, , 1351/1932, I/335, No: 1078; Kenz-ül Ummal, Hadis: 45439; Menavi, Feyzul Kadir, III/361) ilan edilen bir dinde kadının değeri olmadığını iddia etmek büyük bir iftiradır.

İslam ruhuna uzak ve hedeflediği medeniyet ideali ile hiçbir alakası olmadığı halde, ‘İslam’da kadın’ söz konusu edildiğinde, kaynağı Batılı oryantalistler olan “Evlilik, miras, şahitlik, boşanma, eşitlik” gibi kavram ve konular ile “Kadın uğursuz mudur? Kadın eğe kemiğinden mi yaratılmıştır?” türü soruları bu yazımızda ele alıp sıra ile cevap vereceğiz bi-iznillah. Yalnız okuyucudan ricamız, “Batı medeniyeti” ve “Modernizm ve kadın” gibi yazılar ile beraber bu yazımız okunmasıdır ki, bu sayede kadına gerçek anlamda hangi sistemin değer verdiği çok daha iyi anlaşılacaktır.

Kur’an ve hadisler ışığında İslam’da kadın 

“Şüphe yok ki, kadınlar erkeklerin dengi, benzeri ve tam bir eşidir.” (İbn-i Hamza, el-Beyan ve’t-Ta’rif, s. 261) “Kadın-erkek bütün insanlar, tarak dişleri gibi birbirlerine eşittirler.” (Ö. N. Bilmen, Hukuk-u İslamiye ve İstilahat-ı Fıkhiye Kamusu, II/73-74); “Kadınların haklarını yerine getirme hususunda Allah’tan korkunuz! Zira siz onları Allah’ın bir emaneti olarak aldınız.”  (Müslüm, Hac,147; Ebû Davud, Menasik, 56; İbn Mace, menasik, 84; Dârimî, menasik, 34; Ahmet Hamdi Akseki, Yeni Hutbelerim, 781-782, Acluni, Keşfu’l-Hafa, 1351, I/36) buyurmuş ve “Sizin en hayırlınız, ehline (eşine ve çocuklarına) en hayırlı olanınızdır.“ (Müslim, Birr, 149; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/472; İbni Mace, Nikâh, 50; Camiu’s-sağir, II/ll, Hadis No: 4012, Münavi, Feydu’l-Kadir, III/495,  Nesai, El-Vâfi, III/117); “Mü’minlerin iman bakımından en olgunu ve en hayırlısı, hanımına karşı en hayırlı olanıdır.” (Tirmizi, Rada, 11; Riyazu’s-Sâlihin, II/148); “Kim, (iki veya üç) kız çocuğunu erginlik çağına erişinceye kadar besleyip büyütürse, kıyamet gününde -iki parmağını birleştirerek- onunla şöylece beraber oluruz.” (Buhari, Talak 25, Edeb 24; Müslim, Zühd 42, IV/2028); “Dikkat ediniz, sizin kadınlarınız üzerinde, kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır.” (Tirmizi, Sünen, V/111; İbn Mace, Sünen, l/594, No: 1851)

Hazret-i Ömer İslam geldikten sonra hayatlarında gerçekleşen devrimle ilgili şunları aktarmaktadır: “Biz İslam’dan önce kadınları  insan  yerine koymazdık. İslam gelince onlara hem ayetlerde hem de hadislerde yer verdi, erkekler gibi hakları anlatıldı. Ondan sonra biz kadınların da erkekler gibi hakları olduğunu düşünür hale geldik!” (Buhari, Tefsir, 66, 2; libas, 31; H. Bezanus, Geçmişten Günümüze Kadınlar ve Kadınlarımız, s. 58) Bir tespit de Hz. Ömer’in oğlu Hz Abdullah’tan: “Biz kadınlar hakkında ileri geri konuşmaktan korkar olduk, vahiy gelir de bizi azarlar kadın hakları konusunda diye!” (Buhari, Nikah, 80) “Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür.” (İbn Mace, Edeb 3; Ebû Davud, Edeb 6, Rikak 22, İ’tisam 3; Müslim, Akdiye 11; Suyuti, Camiu’s-Sağır, II/496) diyen peygamberimiz, “Çarşıdan aldığı şeyleri, erkek çocuklardan önce kız çocuklarına verene, Allah Teala rahmetle nazar eder. Allah Teala rahmetle nazar ettiğine de azap etmez.” (Ebu Bekr Muhammed B. Ca’fer Sehl El-Haraiti, Mekarimu’l-Ahlak, I/212; Gazali, İhya, II/53) ve “Her kim kız çocukları yüzünden bir sıkıntıya uğrar da onlara iyi bakarsa, bu çocuklar onu cehennem ateşinden koruyan bir siper olurlar.” (Buhari, Zekât, 10, Edeb, 18; Müslim, Bir, 47; Tirmizî, Bir, 13) diye de buyurmuştur.

Birçok batılının da itiraf ettiği gibi, “Kur’an ayetleri kadının alçaltılmasına ve kötülenmesine karşı durur.” (Annemarie Schimmel, Muhammed, s. 30)  ve “Daha Osmanlı döneminde bile kadın toplumun en özgür bireyidir.” (İngiltere’nin Osmanlı Büyükelçisi Edward Wortley Montagu’nun eşi Lady Mary Wortley Montagu’nun kız kardeşi Lady Mar’a yazdığı (1717) bir mektuptan: ‘Her şeyi hesaba kalktığımda, Türkiye’deki kadınların, bu ülkedeki en özgür bireyler olduğunu görüyorum.’ ; Robert Hals, Selected letters of Lady Mary, s.329; Complete letters of Lady Montagu, I/318-320) 

Eşitlik mi adalet mi?

Kur’an-ı Kerim, kadın ile erkek arasında hiçbir ayırım yapmamakta, her ikisine de aynı hak ve sorumlulukları yüklemektedir. “İslam’da temel hak ve hürriyetler açısından, kadınlar erkek arasında bie ayırım yapmamıştır. İslam’da sadece ödev ve yükümlülüklerde farklılıklar vardır.” (Dr Ekrem Keleş, Şeriat ve Kadın adlı rapor, s. 39) Dini ve insani sorumluluk bakımından da erkekle kadın arasında tam bir eşitlik vardır. “Mü’min olduğu halde, erkek ve kadından kim bir takım salih amellerde/yararlı işlerde bulunursa, işte bu gibiler cennete girerler ve zerre kadar zulmedilmezler.” (Nisa, 124) “Erkek ve kadın, mü’min olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükafatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeliyle veririz.” (Nahl, 97) “Mü’min erkekler de, mü’min kadınlar da birbirlerinin dostları ve yardımcılarıdır. İyiliği emrederler, kötülükten vaz geçirmeye çalışırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederler. İşte bunları, Allah rahmetiyle bağışlayacaktır. Kuşkusuz Allah mutlak güç ve hikmet sahibidir.” (Tevbe, 71)

Eşitliğin olduğu yerler kadar, adaletin merkeze alındığı görev dağılımları ile İslam diğer sistemlerden ayrılmaktadır. “İslamiyet’te erkek ve kadın eşit değil,  adalet dengesi içindedir. Kadın ve erkek yaratılışta ve fıtratta eşit değildir. Birbirlerini ‘tamamlar’ vaziyettedir. İslam, yaratılışta var olan farklılığı kadın ve erkeğin hak ve vazifelerine yansıtmıştır.” (Osman Nuri Topbaş, Aklın cinneti Deizm, s. 139-141) Zaten Batı medeniyeti ile İslam medeniyeti arasında kadına bakışta en büyük farklılıklardan biri de bu yaratılış özelliklerine göre ödev ve sorumlulukların belirlenme konusunda ortaya çıkmaktadır. “Fiziksel yapısından ses tonuna, duygu dünyasından düşünce alemine, sahip olduğu fiziksel gücünden suret ve şekline kadar birçok noktada erkeklerden farklı olan kadının, sosyal hayatta kendisine yüklenen misyon açısından erkeklerle eşit olması hangi mantığa sığar? Allah’ın ‘her birine ayrı meziyet ve sorumluluk’ vermiştir. Allah (cc) onlar için fıtratlarına uygun olan şeylerle onları sorumlu tutmuştur.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun Kalmasın, s. 276)

Cenab-ı Hakk, erkek ve kadına farklı özellik ve yetenekler vermiş ve onların toplum içindeki görev ve konumlarını da farklı kılmıştır. Haklar ve sorumluluklar bu farklı özelliklere göre düzenlenmiştir.  Erkek; kadından fiziki olarak daha güçlü, zorluklara daha dayanıklı, olaylar karşısında daha soğukkanlıdır. Kadın ise duygusal açıdan çok zengin, şefkat yönünden de engin bir derya gibidir. İslam Dini, aile kurumunda, kadınla erkek arasında kendilerine verilen maddi ve manevi yeteneklerine göre görev dağılımı yapmıştır. Her cinse görebileceği işi vermiş; kadına, yapamayacağı işi teklif etmemiş, taşıyamayacağı sorumlulukları da yüklememiştir. (Asım Uysal, Kadın İlmihâli, s, 48) Erkek ve kadın her biri, diğerinin tamamlayıcısı ve birbirine karşı denge unsurudur. Erkek dışarıda hayat mücadelesini yapmakla mükelleftir. (Prof. Muhammed Kutup, İslam’ın etrafındaki şüpheler, s. 165)

Kadın ve erkek, her ikisini de insanlık, akıl, sorumluluk, mükellefiyet yönünden eşit yaratsa da, kadın erkekten hem fiziki hem de psikolojik olarak farklı ama aynı zamanda her ikisi de birbirlerininin tamamlayıcısı olarak yaratılmıştır. Bu durum erkeğin kadından veya kadının erkekten üstün olduğunu olduğu anlamına gelmez. Her iki cinsinde üstün ve eksik yönleri vardır. Her iki cins ayrı yaratılış özelliklerine sahiptir ve İslam bu özelliklere göre görev dağılımı yapmıştır. Bizler de bunu kabul etmeli, yaşam tarzımızı buna göre ayarlamalıyız. Kadın erkek eşit oldukları konularda paralel, olmadıkları konularda adil/adaletli paylaşım ile hayatlarına devam etmelidir. Erkekten ne kadar anasınıfı öğretmeni olabilirse  kadından da ancak o kadar halterci/boksör olabilir. Anlamsız yarış yerine dayanışma, iş bölümü ile hayata devam etmelidir. Eşitlik esastır ama biyolojik ve psikolojik farklılıklarda göz ardı edilmeden hayatın devamı iki cins açısından da en adil çözümdür.

“Kadın ve erkek birbirlerinin tamamlayıcılarıdır. Eşitlikte adalet yoktur fakat adalet de eşitlik vardır.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun kalmasın, s. 277)  Kadın erkek eşitliğinin söz konusu olmadığı alanlarda İslam, kadın erkek eşitliğini değil, kadın erkek adaletini savunur. Her konuda eşit olmak adaletli olmak demek değildir. Mesela eşitlikte, 100 kg yükü kadına da erkeğe de 50’şer kilo olarak bölmek esastır. Adalette ise, genel itibari ile daha güçlü olan erkeğe daha fazla, daha az güce sahip kadına daha az yük vermek esastır. Bu eşitlik değildir ama adalettir, güncel terim ile ‘kadına pozitif ayırımcılık’tır.   

Günümüzden örneklerle devam edelim. “İngiliz kraliyet ordusunda, kadın erkek tüm askerlere “aynı eğitim programının” uygulanması, kraliyet ordusu fizikçilerinden Yarbay  Ian  Gemmel’i “Fırsat eşitliği adı altında kadın askerler eziliyor” diye isyan ettirir. Erkek askerlerin eğitimi sırasında  yaralanma oranı yüzde 1.5 iken, kadınlarda bu oran yüzde 11.1‘lere kadar çıkmaktadır. Yarbay Gemmel’e göre bunun nedeni: Kadın kas ve kemik yapısı erkeklere göre daha zayıf. Aynı eğitim kadın bedeninde erkeklere oranla  % 39 daha fazla baskı oluşturuyor. Belirli kas olgunluğuna ulaşmak için erkek askerlerin 3 ay  çalışması yeterli iken, kadınların 6 ay çalışması gerekmektedir. Bu  kadın askerlerden 40 tanesi ordu’yu   “bize fazla yükleniliyor” diyerek   mahkemeye başvurmuştur.” (The Sunday Times, 10.03.2002) “İngiltere’de kraliyet donanmasında görev yapan kadın askerlerin dörtte birinin, görevleri sırasında en az bir kez cinsel tacize uğradığı açıklandı.” (Milliyet, 24.06.2005) “Amerikan askerleri arasında yaşanan cinsel tacizin geçtiğimiz yıla oranla büyük bir artış gösterdiği ortaya çıktı. Pentagon yetkilileri askerler arasında yüzde 40’ı bulan cinsel taciz artışını yeni uyguladıkları programa bağladı.” (Akşam,19.03.2006) “Ordudaki kadınlarla ilgili çarpıcı araştırma: ABD ordusu özel harekat komutanlığı yayınladığı rapor, kadınların cinsiyet ayırımcılığına maruz kaldığını ortaya koydu. Görüşme yapılan kadınların neredeyse hepsi cinsel tacize maruz kalmış ve çok azı bunu şikayet etmiş.” (Diriliş Postası, 25.08.2023) İsrail’de askere alınan kadınların üçte biri cinsel tacize uğruyor. İsrail Devlet Ombudsmanı tarafından hazırlanan raporda, zorunlu askerlik hizmetini yapan kadınların yüzde 33’ünün en az bir ya da daha fazla sefer cinsel tacize uğradığını söylediği, bunlardan yüzde 70’inin bu konuda şikayette bulunduğu vurgulandı.” (Sözcü, 29 Kasım 2022)

Kadın daha duygusal olduğu için çocuk eğitimi ve büyütülmesi görevi İslam’da kadına ana görev olarak verilmiştir. Çünkü o bu duygular ile yaratılmıştır. Acıma, sevme duygusu erkeklerten daha fazladır. Erkekler genellikle çocuk bakıcısı olamazlar. Çünkü erkekte acıma, sevme, şefkat daha az yoğunluktadır. Halbuki çocuğa sevgi; anne sevgisi lazımdır. Erkek evi dışarıdan korur, evin mali yönden devamını sağlar. Kadın evin içişleri ve eğitimine bakar. Aile kurumunun ahlaki temellerini atar. Kadın bir işte çalışsa bile daha çok yıpranır (Sosyal düzende o nedenle de kadınlar erkeklerden daha az sürede emekli olur) ve ailenin, çocuğun eğitimi ile yeteri kadar ilgilenemezler. Dolayısı ile de aile düzeni zamanla bozulur. Aile bozulunca, toplum huzuru, devlet huzuru bozulur ve sosyal çöküntü başlar. Eşit toplumda çalışan kadın çocuğunu kreşte büyütür ve sevgi yerine aldığı paraya göre dadısından/kreşten muamele gören çocuklarda büyüyünce psikolojik sorunlar ortaya çıkar. Akşam kreşten alınan çocuğa, bu açığı kapatmak için, beraber olunan az sürede bu kere daha fazla ilgi gösterilir ve çocuk bu iki uç arasında büyütülmeye çalışılırlar.

elmanin-2-yarisi-2

Kadın erkek eşit değildir birbirini tamamlayan bir elmanın iki yarısı gibidirler. Peygamberimiz “Kadınlar erkeklerin yarısıdır.” (Ebu Davut, Tahâret, 94; Tirmizi, Taharet, 82; Müsned, VI/256, 377) buyururlar. Hadiste geçen ‘şekâiku’ kelimesi sözlükte, ‘tam ortadan ikiye bölünen bir bütünün parçası; ikiye yarılmış nesnenin bir parçası ve yarılmış ve çatlamış olan’ manalarına gelir, Yani bir bütünü meydana getiren iki parçadan her biri, diğerinin ‘şakik’idir. Mesela, Holly Bourne tarafında yazılan ve Türkçeye “Sen benim diğer yarımsın” diye çevrilen roman da benzer mantığı yansıtmaktadır. Bu kitabın adından hiç kimse, ‘yarım insan’ mesajı çıkaramayacağı gibi hadisten de kimse farklı anlamlar çıkarmaya çalışmamalıdır! Yoksa oy verme/biat alma esnasında peygamberimiz erkekler yanında kadınlardan da ayrıca biat almıştır ki, bu da kadın erkek eşitliğini yasal yönden ortaya koyan en güzel örneklerdendir. (Süleyman Ateş, Gerçek Din Bu 1, s. 55)  “Kadınlar İslam hukuku önünde erkeklerle eşit haklara sahiptir.” (Kemal Kahraman, Muhammed M. Pickthall, s.110)

Buna göre, yaratılış, eğitim, kulluk, vatandaşlık, insaniyet yönünden eşit olan kadın ve erkek, fıtratları, ruhi ve biyolojik/psikolojik yapıları yönden ise birbirlerinden farklı ama birbirlerini tamamlayıcıdırlar. Her iki cinsinde eksik ve fazlalıkları vardır ve aralarındaki bu kadar farka rağmen onlardan eşit olmalarını beklemek her iki cinse de zulümdur. Adalet ve huzur ise, yaratılışa uygun yaşam tarzındadır.

Bu konudaki bilimsel kaynaklar için, ‘Kadın erkek farklıdır’ başlıklı yazımıza bakılabilir.

Şimdi oryantalist merkezli ve ateistler tarafından gündeme getirilen ve İslam’la bağdaşması mümkün olmayan itham ve cevaplarına geçelim.

Erkek kadından üstün müdür?

“Erkekler, kadınların kavvam/koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden faddele/üstün kılmıştır.” (Nisa, 34)

Kur’an da erkeğin kadından üstünlüğünü ifade eden ayeti incelediğimizde, üstünlüğün “sorumluluk” anlamında kullanıldığını, yani erkeğin kadından daha fazla sorumluluk sahibi olduğunun, erkeğe daha fazla yük yüklendiğinin hemen farkına varırız. Zaten aynı ayette ‘mali sorumluluktan’ bahsedilmekte ve erkeklerin ailenin geçimi ve diğer mali yükümlülükleri üstlenmesine (ailenin geçiminden, mehir, diyet, cihad gibi görevlere) işaret edilmektedir. “Kadına cihad, evin geçimi, diyet gibi sorumluluklar yoktur, bunlar erkeklere yüklenmiştir.” (Molla Musa Celali, Ateist İtirazlara Cevaplar, s. 65)  “Bu nedenle de mirasta kadına bir pay, erkeği iki pay verilmiştir.” (Tabatabai, Mizan, IV/244, 358) Yani ayette geçen ‘Kavvam’ sorumluluktur. Yine Kur’an’da bu kelime, Furkan, 67. ayette ‘Kavama/denge’ anlamında kullanılmıştır. Bu sorumluluk ve dengeyi koruyup yerine getiremeyen erkek kavvam olmazlar: Hanımının hakkını yerine getirmeyen, onun malına göz diken, harcama (infak) görevini yapmayan ve ailenin ırz ve namusunu korumayan erkekler, ‘kavvam’ vasfına sahip kamil erkeklerden sayılmazlar. (Elmalılı, Nisa, 34. Ayet tefsiri) 

Nisa suresi 34. ayette Allah’u Teala kadın erkek arasındaki farka işaret ederek, birbirleri arasında bazı faziletle, üstünlükler olduğunu ifade etmiştir. Ayette “Efdalu”  yani “daha üstün” kelimesi geçmemektedir, dolayısı ile ayetin meali, ‘erkek kadından daha faziletlidir,’ anlamında değildir. Ayette geçen “Faddale” kelimesi, Allah’ın yaratılışta insanları farklı özelliklerle yarattığına işaret etmektedir. Aynı kalıp, Bakara 122. ayette de geçmektedir: Allah, Yahudileri üstün kıldığını belirtirken, yine “Efdalu” babı/kalıbı değil, “Faddale” babını kullanmıştır. Yani Allah (cc) Yahudilere vahiy göndermekle bazı üstünlük/özellikler vermiş ve onları bu özellikleri sayesinde üstün kılmıştır. Ama onlar vahyin kıymetini bilememişler, onu değiştirmişler ve dolayısı ile de bu üstünlüklerini de kaybetmişlerdir. Bu kalıp yine Bakara 253. ayette de geçmektedir: ‘Allah bazı peygamberleri diğerlerine üstün kıldım’ derken de, yine “Efdalü” kalıbını kullanmamakta, “Faddale” kalıbını kullanmaktadır. Yani Allah (cc) her peygambere ayrı özellikler vermiş ve her birini farklı özelliklerle diğerlerinden farklı kılmıştır. Burada fazilet/üstünlükte sıralama değil, farklılık esastır. Yoksa Allah bazı peygamberleri diğerlerinden üstün tutmamış ve bizden de aralarında ayırım yapmamamızı istemiştir. (Bakara, 285) Zaten efendimizde kendisini Yunus peygamberden üstün gören sahabelerini uyarmış ve “Beni Yunus b. Matta’ya üstün tutmayın.” (Buhari, Enbiyâ, Kitabu’t Ta’bîr, 3413, Müslim 2376) buyurmuştur. Arapçada “Tef’il” babında olan bu kelime (Faddale) Allah tarafından insanlara verilen ‘farklı özellikleri’ belirtmektedir. Zaten aşağıda da bu farklılıklarla ilgili açıklamalar yapılacaktır.  

Yoksa İslam’a göre üstünlük cinste değil Allah’ın emir ve yasaklarına olan bağlılıktadır: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Allah katında en değerli, en üstün olanınız, takvada en ileri olandır.” (Hucurat, 13); “Saliha bir kadın, bin tane salih olmayan erkekten daha hayırlı ve üstündür.” (Amili, Vesail, XIV/123) 

Mesela bir müdür ile memur düşünelim. Müdürde insandır memurda. İkisi birçok konuda eşittir. Hatta memur müdüründen birçok konuda ileride de olabilir. Memur olması, onun müdüre göre daha az zeki veya müdürden aşağı bir insan yapmaz. Ama müdürün yetki alanı ve sorumluluğu daha fazla olduğu için memurdan bir üst makamdadır. Ona belli konularda emir verebilir. Ama bunun dışında her ikisi de insan, kul, akıl yönünden eşit bireylerdir. Kur’an da, sorumluluğu fazla olan erkeği kadına üstün (sorumlu) kabul etmiş, görev bölüşümünde erkeğe daha fazla sorumluluk yüklemiş, yüklenen sorumluluk oranında da onu, idareci, sorumluluk sahibi ilan etmiştir. Veda hutbesinde de benzer şekilde sorumluluğa dikkat çekilmiştir: “Ey İnsanlar! Kadınlarınızın sizler üzerinde hakları, sizin de kadınlarınız üzerinde haklarınız vardır. Kadınların haklarını bilmelisiniz ve gözetmenizi isterim, bu nedenle Yüce Allah’tan korkmanızı dilerim. Siz kadınları Allah’ın emaneti aldınız.” (İbn Mace,Menasik, 84;  Müsned-i Ahmed, VII/376; Tirmizi, “Tefsiru’l-Kur’an” 10; M. Hamidullah.  Mecmuatü’l-Vesaikü’s-Siyasiyye, 361-362)  buyrulur. Bu ayetten amaç, “Aile yaşantısını düzenlemedir. Erkeğin bu görev için seçilmesi de, omuzlarına yüklenen sorumluluktan dolayıdır.” (Muhammed Bakır el-Hakim, Oryantalistler ve Kur’an hakkındaki şüpheleri, s. 20 ) 

Feminizm Batı toplumlarında başlamış bir harekettir ve batı toplumu için de zorunlu bir harekettir. Çünkü Avrupa’da kadın, “İnsan mıdır, İncil’e dokunabilir mi, ruhu var mıdır?” diye tartışılan (August Bobel, Kadın ve Sosyalizm, s. 46; Ayşe Sucu, Kadınlar üzerine, Sözcü, 9.3.2020) eşi tarafından  boşanırken satılan(tr.wikipedia.org/wiki/Zevce_sat%C4%B1%C5%9F%C4%B1;heinonline.org/HOL/LandingPage?collection=journals&handle=hein.journals/lqr45&div=34; hukuktar.org/2018/03/12/8792)  akrabaya, misafire peşkeş çekilen (Kuzay Avrupa), çalıştırılınca ücreti az ödenen (Sanayi dönemi batı Avrupa) kısaca, ikinci sınıf  bir canlı olarak görülmüştür. Böyle bir toplumda kadın tabii ki hak arama yarışına girip, reaksiyon gösterip ileri atılacak ve hakkını arayacaktır. Batıda hak, adalet arama mücadelesi zamanla sınırları zorlamış ve haklı mücadele aşırı uçlara kaymıştır. Eşitlik talepleri sonunda kadın gücünü, hissiyatını, duygu sınırlarını zorlar hale gelmiştir. Vücut geliştiren/kaslı, halter kaldıran, boks yapan kadınlar sadece ruhen değil bedenen de cinslerinden ayrılır hale gelmişlerdir. Fakat İslam toplumlarında kadının ne insan olma yönünün tartışılması, ne Kur’an’a dokunmaması, ne alıp satılımı (fahişelik) durumu söz konusudur. İslam’da kadın annelik görevini yerine getirdikten sonra doktor, hemşire, avukat, öğretmen de olabilir. Hatta bazı kadınların bu mesleklere sahip olmaları farzı kifayedir; mutlaka olmalıdır!

İslam genel anlamda eşitlik değil adalet, ehliyet ve liyakatı savunur. “Hiç bir insan da diğerine eşit değildir. Adalet ve Allah önünde, herkes eşittir. Kadın erkek eşitliği mi? Biz parmak uçlarımız gibi farklıyız. Kadın kadına, erkek erkeğe eşit mi ki, kadın erkeğe eşit olsun! Hangi erkek Hz Hacer’le, Ruhu’l-Kuds’ün annesi Meryem’le eşit olabilir ya da hangi kadın Hz Yusuf’la, Hz İsmail’le eşit olabilir ki? İnsan vardır eşrefi mahlukattır, insan vardır ‘bel hüm edal’dir, ‘essele safilin’dir. Kural; ehliyet ve liyakat. Kim ehil ve layık ise, o üstündür. Bunun kadın veya erkeği yoktur.” (Abdurrahman Dilipak, https://www.youtube.com/watch?v=cxERhd9RUuo)

Müslüman olduğunu duyuran ABD’li Abbey Hafez, Nisa, 34. ayetin mealini okuyarak İslam’ın kadınlara tanıdığı ekonomik hakları sıralamakta ve “Kadınlara bu kadar yüksek haklar veren ve toplum içinde çok yüksek bir statü tanıyan başka bir din duymadım. Artık Kur’an okuyan bir Hristiyan değilim, Kur’an okuyan bir Müslümanım. Hiç bu kadar huzurlu hissetmemiştim” diye sosyal medyada paylaşım yapmaktadır. (Tiktok, 25.11.2023; instagram.com/abbeyhafez) Bizdeki bazıları da bu ayetten hareketle ‘İslam’da kadın hakları yok’ diye yorum yapmaktadır!

Kız çocuk, erkek çocuk eşittir

Allah (cc) Kur’an’da “Göklerin ve yerin mülk ve tasarrufu Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Kimi dilerse, ona kızlar bağışlar, kimi dilerse ona erkekler lutfeder. Yahut (çocukları) erkekler-dişiler olmak üzere çift verir. Kimi de dilerse, onu kısır bırakır. Muhakkak ki, O alimdir, her şeyi bilir. Kadirdir, her şeye gücü yeter.” (Şura, 49-50) buyurur. Hiç bir Müslüman, çocuğunun erkek olmasıyla övünemeyeceği gibi, kız olmasıyla da yerinemez ve yerilemez. Önemli olan, çocuğun “Kız veya erkek” olması değil, “Hayırlı bir evlat” olmasıdır. (Aysel Zeyneb Tozduman, İslam’da Kadının Hakları, s. 36) İslamiyet’ten önce Arabistan’da yaygın olan kız çocuklarını diri diri gömme adeti (‘Turan Dursun’a cevaplar’ konusunda bu konu detaylı ele alınmıştır.), İslamiyet’le tamamen ortadan kaldırılmıştır. (Tekvir, 8-9) İşin kötü tarafı, bu adetin günümüzde kürtaj adı altında, daha doğmadan ve kız-erkek ayırıma da yapılmadan devam ettiğinin farkında olunamamasıdır! İslam’da kız çocuk erkek çocuk ayırımı yoktur. Kız erkek çocuk veren Allah’tır. “Çocuklarınız size Allah (c.c.)’ın bir hibesi/hediyesidir; dilediğine kız, dilediğine erkek verir.” (Hakim, el-Müstedrek, II/284) “Bir adam Hz. Peygamber’in yanında otururken, oğlunun biri gelir. Adam çocuğu öper ve dizinin üstüne oturtur. Az sonra kızı gelir. Adam onu öpmeksizin önüne oturtur. Bunun üzerine Rasulullah, “Aralarında eşit davranmıyor musun?” diye adamı uyarır.” (İbrahim Canan, Peygamberimizin Sünnetinde Terbiye, s.175) Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, VIII/156), Çocuklara eşit davranmaya çok önem veren Peygamber Efendimiz: “Bağış ve ihsanda çocuklarınızın arasını eşit tutun. Eğer ben birini üstün tutacak olsaydım, kızları üstün tutardım.” (Buhari, Hibe 12; Heysemî, IV153; lbn-i Hacer, el-Metalibü’l-Aliye, IV/69) buyurmuştur. Peygamberimiz kız çocuğuna karşı kötü duygular beslenmesini men etmiş (İbn Hanbel, Müsned, IV/151); kız çocuğu yetiştirmenin büyük ecir ve sevap olduğunu ifade etmiş (İbn Mâce, Edeb, 3; Tirmizî, Birr, 3) ve  “Allah’tan korkun ve çocuklarınız arasında adaleti gözetin”(Buhari, Hibe, 12-13; Müslim, Hibât, 13)  buyurmuştur.

Miras konusu

İslam miras hukukunda kadına, erkeğe verilen miktarın yarısı verildiği söylenerek kadına haksızlık yapıldığı, hatta bunun, kadının erkeğin yarısı kabul edildiğinin de delili olduğu iddia edilmektedir. Halbuki İslamiyet’te kadın erkek mirastan eşit pay aldığı yerlerde vardır, kadının fazla pay aldığı yerlerde. Ama fazla aldığı yerler sorun olmamakta, eşit aldığı yerler de gündeme getirilmemekte, sadece az pay aldığı yerler hep ön plana çıkarılmaktadır.  Ayırım iddiasının kökenini, ‘kız ve erkek kardeş’ miras almaya hak kazandıklarında erkek kardeşe, kız kardeşe verilenin iki katı verilmesi oluşturmakta ve bu istisna durum genelleştirilerek sanki tüm kadın erkek arasında bu oranın var olduğu iddia edilmektedir.

Mirasta kız ve erkek kardeş varsa, erkeğe kız kardeşinden iki kat fazla pay verilir. Bu paylaşımda ilk bakışta adaletsizlik olduğu izlenimi oluşmakta ise de, durum hiçte görüldüğü gibi değildir. Örneğin bir baba vefat etse, babanın üç dairesi olsa, kız kardeş bir, erkek kardeş iki daire mirastan pay alır. Kız kardeş bir erkekle evleneceği zaman, kız kardeşin bir dairesiyle evleneceği erkeğin ailesinden kendisine miras kalan iki payı bir araya gelince toplam üç payları olur. Erkek kardeşinde kendi iki dairesi ile beraber, evleneceği kızın ailesinden kızlarına düşen bir pay birleşince onlarında toplam üç payı olur. Kız kardeşin evleneceği erkeğin ailesinden getireceği iki pay, erkek kardeşinin iki dairesinden fazla olabileceği gibi, tersi az da olabilir. Aynı  durum erkek kardeş içinde söz konusudur, erkek kardeşin evleneceği kızın getireceği pay, kız kardeşten çok olabileceği gibi az da olabilir. Ama sonuçta paylar kız ve erkek kardeşlerde eşitlenir!

Ama miras paylaşımındaki farklılığın asıl sebebi bu değildir. İslam hukuku ailenin geçim ve bakımından erkeği sorumlu tutmuştur.  (Halil İbrahim Acar, Ana Hatlarıyla İslam Aile Hukuku, s. 144) Erkek kardeş evleneceği kıza ‘mehir’ verir. İslam’da ‘başlık parası’ yoktur. Mehir, evlenmeden önce ve boşanma vuku bulursa boşanma sırasında erkeğin kadına verdiği bir sigorta, mali güvenlik sistemidir. Mehir ile kadın hem evliliğin başlangıcında hem evliliğin bitme ihtimaline karşı sonrasında mali açıdan koruma altına alınmaktadır. Evleneceği kıza mehir veren erkek kardeşin iki dairesi erimeye başlar. Ayrıca erkek kardeş hayatı boyunca evleneceği kadın ve çocuklarının nafakasını (Yiyecek, giyecek, yakacak, barınma) karşılamak zorundadır ki nafaka kelimesinin köken anlamı zaten “Bir şeyin bitmesi, azalması, sarf etmek” (Halil b. Ahmed, Kitabü’l- Ayn, “nfk”, V/177; İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, “nfk”, X/357; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı Hukukı İslamiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, II/444) anlamlarına gelmektedir. Örneğimizdeki erkeğin iki dairesi, nafaka ile evlilik süresince erimeye devam eder. Halbuki kız kardeş, erkek kardeşinin evleneceği kıza mehir vermesi gibi, o da evleneceği erkekten mehir almaktadır. Ayrıca hayatı boyunca kendisine ve çocuklarına evleneceği erkek bakmak, mali ihtiyaçlarını evleneceği erkek karşılamak zorundadır. Kız kardeş ise kendisi dışında başkalarının geçimini sağlamakla mükellefte değildir. (Komisyon, İslam’da Kadın Hakları, II/178-283) Ayrıca, kendi dairesini ailesine harcamakta zorunda da değildir. (https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/921/evli-bir-kadin–kendisine-ailesinden-kalan-mirasi-kocasina-danismadan-istedigi-gibi-kullanabilir-mi) Bu bir payı onun harçlığıdır; ister satar, ister bağışlar, ister kiraya verir veya isterse de kocasına bağışlayabilir. (Mevsıli, el-İhtiyar, III/48, 52)

                                                                      Miras: 3 daire

                                             Kız kardeş                                       Erkek kardeş
                                                         1                                                               2

                                 Kız kardeş        Erkek                                   Kız         Erkek kardeş
                                          1                      2                                            1                    2
                                Evleniyor  (toplam 3 pay)                          Evleniyorlar (toplam 3 pay)
                                 (+) Mehir, Nafaka                                        (-) Mehir, Nafaka 

Görüldüğü gibi erkek kardeşe daha fazla mirastan pay verilmesinin sebebi, onun toplum içindeki ağır mali sorumluluğundan dolayıdır. Erkek kardeş aldığı iki payı önce evlenirken mehir, sonra nafaka olarak ailesine harcayacak, mirastan aldığı pay hep eksilecektir. Kız kardeş ise, aldığı bir payın yanında mehir, nafaka alacak, ekonomik yönden payını artıracaktır. İlk başta erkek kardeş kız kardeşinden fazla pay almış gibi görünse de, hayatın olağan akışı içinde kız kardeşin az gözüken payı artarken, erkek kardeşinin fazla gözüken payı, kız kardeşi ile aynı cinse harcanmak üzere devamlı azalacak, eriyecektir. İşte bu nedenle “Mirasın taksiminde erkek kadına, aile ve çocuklarına sarf etmek için miras servetinin üçte ikisini alır.” (Prof. Muhammed Kutup, İslam’ın etrafındaki şüpheler, s. 169) Özetle, erkek kardeşe ‘ailesine -eşine yani bir kadına- harcaması için’ fazla pay verilmiştir. Zamanla da bu oran kız kardeş lehine değişmektedir.

“Her fırsatta adaleti emreden (Bakara, 282;  Al-i İmran, 18, 21; Nisa, 3, 58, 127129, 135; Maide, 8, 42, 95, 106, En’am, 115, 152; A’raf,  29, 159, 181; Enfal, 58; Yunus, 4, 47, 54; Nahl Suresi, 76, 90; Hac Suresi, 25; Ahzab, 5; Şura, 15; Hucurat , 9; Rahman, 9; Hadid, 25; Mümtehine, 8; Talak, 2) bir kitabın mirasta adaletsiz olduğunu iddia etmek mantıksızdır. Kur’an, eşit değil ama adil bir paylaşım sunar. Zaten eşitliğin de amacı adalettir.”  (Ahmet Bayraktar, Ateizmus 1, s. 45, 47)

Erkek kardeş hem kendisine, hem hanımına ve çocuklarına, gerektiğinde annesine, babasına, kız kardeşlerine bakmak, onların geçimlerini sağlamakla görevli olduğu için, gerektiğinde yine kendisinin bakıp himaye edebileceği kız kardeşinden bir kat daha fazla miras alması, adalete aykırı değil, aslında adaletin ta kendisidir. “İslam’da, kadınların sahip oldukları mallarını, kocalarının müdahalesinden tamamı ile özgür olarak idareye hak sahibidirler.” (Hilal ve Haç Çekişmesi, Halil Halid, s. 160) ve Durant’ında ifade ettiği gibi, “Müslüman kadını, Avrupa’daki bazı kadınlara göre çok daha iyi durumdaydı. Edindiği her mal ve para tamamı ile kendine özel kalırdı.” (Will Durant, İslam Medeniyeti, s. 64) 

“Erkek ve kadının miras paylarının farklı olmasının sebebi ekonomik sorumluluktur. (Doç Dr Hüseyin Çelik, Kur’an Ahkamının Değişmesi, s. 116) Kadına erkeğin yarısı kadar miras her zaman alacağı bir oran değildir. Bu, sadece kadının aynı anne babadan bir erkek kardeşi bulunduğu durumda gerçekleşecek bir durumdur. Eğer ölenin tek kızı varsa, mirasın yarısını alır. Ölenin anne babası eşit pay alır, aralarında kadın erkek ayırımı da yapılmaz.” (Çelik, s. 118) 

Evlenme

“Annem babam dini anlamda şüpheciydi. Tanrıya inanmıyorlardı. Beni ve iki kız  kardeşimi inançsız yetiştirdiler. İslam’ı da kadın karşıtı bir din olarak görmem sanki benim için bir takıntı idi. İslam bir erkeğin dört karısının olmasına nasıl izin veriyordu? Anti feminist, erkekleri kadınlardan üstün tutan bir dindi İslamiyet.” (Sonradan Müslüman olmuş Hilary adlı hanımın anlattıklarından, Neden Müslüman oldum, İhtida öyküleri, s. 35) 

Öncelikle bir hususun altını çizelim: İslam’da kadınlar istemedikleri biri ile evlendirilemezler. Anne baba ve kızın ‘ortak onayı ile’ evlenme, en makbul olan evliliktir. Kadın sahabiyelerden dul bir hanım olan Hizam kızı Hansa’yı babası bir adama nikah etmişti. Ama Hansa, bu evliliğe razı değildi. Kalkıp Hz. Peygamber Efendimiz’e geldi. Ve babasının nikahladığı adamla evlenmek istemediğini bildirdi. Peygamber Efendimiz de, onun bu sözü üzerine derhal nikahı bozdu ve böyle bir evliliğin olamayacağını söyledi. (Buhari, Nikâh, 42)  İbn-i Abbas’ın rivayetine göre, bir defasında bakire bir kız Rasulullah Efendimiz’in yanına gelerek dert yandı. Babasının, kendisini arzu etmediği biriyle evlendirdiğini söyledi. Peygamber Efendimiz, kıza bu evliliği devam ettirip ettirmemekte tamamen serbest olduğunu söyledi. (Ebû Davud, Nikâh, 24)  Yine dul bir kadın olan Sübey’a el-Eslemiyye’ye iki kişi evlenme teklifinde bulunmuş ve bu hususta kendisine, istemediği kimseyle evlenmesi için baskı yapılmıştı. Bunun üzerine Sübey’a Hz. Peygamber’e gelip, olayı anlatır. Hz. Peygamber (s.a.v.) de, onun istediği ile evlenme hakkına sahip olduğunu ifade buyurur. (İbnü’l-Esir, Üsdü’l-Ğabe, VII/137)

Gelelim ‘Taaddüd-i zevcat/polygamy’ denen ve en çok 4 kadınla evliliğe izin verilen konumuza. Sınırsız sayıda evliliğin olduğu bir dönemde Lord John Davenport ve Thomas Carlyle tarafından da tespit edildiği gibi “İslam, Doğuda yaygın olan çok kadınlar evliliği sınırlamış, zina ve sapıklığı şiddetle yasaklamış” (Davenport, Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim , s. 51), “Hz Peygamber çok evlilik adetini değiştirmiş ve sınırlamıştır.” (Thomas Carlyle, Heroes and Hero-Worship, Muhammed isimli 2. Bölüm)

“Yetimlerin hakkına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın. Haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın veya mülkiyetinizde bulunan cariye ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.” (Nisa, 3); “Ne kadar üzerine düşseniz de kadınlar arasında adil davranmaya güç yetiremezsiniz; bari birine büsbütün kapılıp da diğerini askıda imiş gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah’a itaatsizlikten sakınırsanız bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, engin rahmet sahibidir.” (Nisa, 129)

Nisa, 3. ayetle, henüz evlenmemiş olanlara bir kadınla yetinmeleri tavsiye edilmiş, birden fazla kadınla evli olanlar için adalete riayet edememe tehlikesinin bulunduğunun altı çizilmiştir. Bu ayet inmeden önce var olan gelenek gereği, birden fazla evlenmiş olanlara da 129. ayet ile, birden fazla kadın arasında adalete tam riayetin mümkün olmadığı bir kere daha hatırlatıldıktan sonra, hiç olmazsa adaletsizlikte, farklı ilgi ve muamelede ölçünün kaçırılmaması emredilmiştir. (Karaman, Kur’an Yolu Tefsiri, II/15, II/155) Hz. Peygamber de, “Kimin iki hanımı olur da bunlardan birine farklı ilgi gösterirse kıyamet gününde bir tarafı felçli olarak haşredilecektir” (Müsned, II/295, 347, 471; Ebu Davud, “Nikaḥ”, 38; Tirmizi, “Nikaḥ”, 42; İbn-i Mace, Nikâh, 47; Tac Tercemesi) buyurarak eşler arasında adaletli davranmanın önemi belirtilmiştir. İslam alimleri de, eşlerine adaletli davranamayacağını hisseden kimsenin birden fazla kadınla evlenmesinin dinen caiz olmadığını  belirtmişlerdir. (Cessas, Aḥkâmü’l-Ḳurʾan, II/55) Ayrıca Hz Ayşe annemizde Nisa 3. ayet ile ilgili olarak, “Ayetin, yetim olan ve velileri ile kalan kızlar hakkında indiğini,  veliler yetim kızlarla düşük mehir vererek nikahlanmayı amaçladıkları için, ayetin tam mehir verilmesi gerektiğinin altını çizdiğini.” belirtmektedir. (Buhari, Kitabu’t-Tefasir, 4) Ayetlerden anlaşılacağı gibi, birden çok evlenme hususu bir emir, zorunluluk değil (Metin Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 126) belli şartlarda müsaade edilen bir istisnai durumdur. Bu istisnai şartlardan amaçta, toplumu ahlaksızlıktan ve fuhuştan korumaktır.

Kur’an’da Allah’ü Teala tek kadınla evliliği Müslümanlara tavsiye etmektedir. Dolayısıyla İslam’da tek eşlilik esastır. İslam’da bir erkeğin en çok dört kadınla evlenmesine ise, belli şartlar dahilinde izin vardır.  (DVİA, Arap, III/321; Süleyman Ateş, Yüce Kur’an”ın Çağdaş Tefsiri, II/198, 200; Şemsettin Günaltay, İslamdan Önce Araplarda Kadının Durumu, Belleten, XV/701, 706)

“İslam’ın ilk geldiği zamanı, o ortamı, kültürü düşünün. Sonra yüzyıllar içerisinde yaşanan savaşlar, kimi zaman kadının kimi zaman erkeğin artıp eksilmesini. Tarihsel süreçte çok eşliliğe bunun gibi pek çok şey neden olmuştur. Yani sırf cinsel arzu dolayısıyla değil, toplumsal ve ekonomik hayatın, aile hayatının gereği olarak birden fazla evlilik gündeme gelebileceği için İslam, bu kapıyı kapatmamıştır. Ama sırf zevk ve arzu için ikinci bir kadınla evlenmenin önünü de tıkamıştır. ‘Erkek ilk eşin rızası olmadan evlenemez.’ Zaten Türkiye’de yaşanan sıkıntının bir nedeni de budur. Birinci eş ikinci hanımı istemiyor, ikinci hanım da birinciyi. Üstelik ikinci hanım, evleneceği erkekle görüşürken, birinci eşinden boşanma sözü istiyor. Yani bir yuva yıkarak yeni bir yuva kurmayı arzuluyor. Bunun caiz olmadığını söylemeye gerek bile yoktur. Bir de şunu düşünmek gerekir; çok eşliliğe belli sebeplerle izin verilmiş. Ancak bir insanın sağlığını bozmak yasak kılınmıştır. Birinde izin var, diğerinde yasak. İzin verilen bir şeyi yapmadığınızda sevabınız eksilmez, yasak olanı yaptığınız da ise günaha girersiniz.” (Hayrettin Karaman, Haber 7, 13.01.2012)

Erkeğin ikinci bir eşle evlenebilmesi belli şartlara bağlanmıştır. Bunlar:

1-) İlk hanımın izin vermesi: İslam Dini’nde erkekler, birden fazla evlenmekle emrolunmadıkları gibi, kadınlar da bunu kabul etmek zorunda değildirler. (Mehmed Zihni Efendi, Hanımlar İlmihali, s. 6-7) Kadın kocası ile evlenirken, kocasına, ‘benden sonra başka kadınla evlenmezsen seninle evlenirim.’ şartı koşar ve erkekte kabul ederse erkek bir daha başka bir kadınla evlenemez. Eğer ilk hanımı izin verirse, erkek ancak o zaman ikinci bir hanımla evlenebilir. Dolayısı ile İslam’da,  “İlk eş ikinci eşle evliliğe razı olursa, erkeğin ikinci kadınla evlenme hakkı doğar.” (Profesör Muhammed Kutup, İslam’ın etrafındaki şüpheler, s. 196) “Kadın, evlilik sözleşmesi esnasında kocasına başka bir kadınla evlenmemeyi şart koşma hakkına da sahiptir. Bu durumda erkek ikinci bir kadın alamaz.” (Yusuf  Kardavi, Melamihu’l Muctemei’l-İslamî, s. 356) “İslam hukukunda, kadınlara nikah akdine koydurabilecekleri yığınlarca imkan tanınmıştır. Özürsüz, izinsiz kinci bir eş alma hakkı yoktur.”  (Prof. Dr. Eva de Vitray Meyerovitch, İslam’ın Güler yüzü, s. 126-127) “İlk hanım da, üzerine evlenilmesini arzu etmediği takdirde, bu hususu, nikah esnasında uygun bir şart ile” elde edebilir. (Ömer Nasûhî Bilmen, Huk. İsl. ve Ist. Fıkh. Kâmûsu, II/114) 30 Ağustos 2012 yılında, Tunus Bilinçlenme ve reform için ılımlılık derneği başkanı Adil el-İlmi de, çok eşliliğin yasallaşmasını talep ederken “çok eşlilikte ilk eşin rızasını şart” koşmuştur.

2-) Belli şartlarda ancak erkek ikinci bir kadınla evlenebilir.

Mesela bir savaş olsa, erkek nüfusu doğal olarak (her savaşta olduğu gibi) azalıp, ülkede kadın nüfusu çok erkek nüfusu az iken kanun gereği her erkek bir kadınla evlense, fazlalık olan, açıkta kalan kadınlar ne yapacaktır? “Kafirlere karşı devamlı savaşmalarından dolayı Müslüman erkeklerin sayıları azaldı. Çok sayıda dul kadın için eş bulabilme ihtimali ortadan kalktı. Çok evlilik uygulaması için ortaya konan şartların yerine getirilmesi o kadar ağırdır ki, ancak çok az sayıda erkek korkusuzca böyle bir şeye girebilir. Hristiyan aleminde ise birçok evli kimsenin metres tuttuğu bilinen durumdur.” (Halil Halid, Hilal ve Haç Çekişmesi, s. 184, 185, 189) Avrupalı gazeteci Hans Barth’ın,’Le droit du Croissant’ adlı eserinden: “Zina, evde kalmış kızlar gibi bilinmeyen bir sorundur. Benzer şekilde evlilik dışı çocuklar, özel trajediler, boynuz takan kocalar, Monte Carlo’nun dehşet verici dedikoduları, Hristiyan Avrupa’sındaki diğer güzel çekici şeylerde yoktur. Türk erkeği birkaç kadınla evlenir ise, ona itiraz etmek yanlış olur. Patavatsızlığım için özür dilerim ama Avrupa’ da hangi erkek bunun sayısını geçmemiştir?” (Hayrunnisa Akdaş, II. Meşrutiyet dönemi fikir akımlarının taaddüd-i zevcât konusundaki tartışmaları, Yüksek lisans tezi, 2016, s. 90)

“Savaş nedeniyle erkek nüfusu kimi zaman azalmakta ve kadınlar fazla olabilmektedirler.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun Kalmasın, s. 233) İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’da kadın nüfusu erkek nüfusunun üç katına yükselmişti. (İslam’a İnanmanın Ateizme ve Deizme İnanmaya Üstünlüğü, Fırat Erkılıç, s. 104) İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya veya Fransa’da erkek nufüsuna göre 7.300.000 daha fazla kadın vardı ki, bunlardan 3.3 milyonu duldu. 20-30 yaşları arasındaki her 100 erkeğe yine aynı yaşlarda 162 kadın düşmekteydi. (Ute Frevert, Women in German History: From Bourgeois Emancipation to Sexual Libeation (New York: Berg Publishers, 1988, s. 263- 264) 1948 yılında Münih’te düzenlenen Uluslararası Gençlik Konferansı’nda Almanya’daki cinsiyet oranlarındaki aşırı dengesizlik tartışıldı. Sonunda poligami, konferansın kapanış bildirgesine dahil edildi. (Elsayyad Sabiq, Fiqh al Sunnah, II/191)

Huğaslero: “Resmi araştırmalara göre bu sene Fransa da dört hanım kıza eşit olunacak bir erkek düşüyor. Binaenaleyh çok eşliliği yasaklayan Fransa kanunu cezasının 340. maddesi düzenlenmelidir. Dörtte biriyle evlenince üçü ne olacak? Biri bütün manasıyla evlilik kanunlarının faydalarından nimetlenecek, diğer üçü ahlaka aykırı olarak erkeklerin birer gecelik eğlencesine, fuhşun zorlu hizmetine mahkum olacak. Çocuklardan kimi anası babasının duasıyla evlendiği için meşru çocuk olacak, babasının mirasına konacak, aile ismini taşıyacak. Diğeri p.ç sayılacak, mirastan ve pederinin isminden mahrum kalacak, ona göre refah ve terbiye de görmeyecektir. Kısaca toplumun başına bela bir serseri yetişecek. Hele bekar hayatının zührevi hastalıklarının genişlemesindeki tesirini de kim inkâr edebilir?” (Hayrunnisa Akdaş, s. 80)

 Görüldüğü gibi “Teaddüd-i zevcat, geçici hallere ait bir hükümdür. Adalet ve eşit muamele şarttır. Taaddüd-i zevcat  kanununa, toplumun ihtiyaç olduğu nice mühim devreler vardır.” (Muhammed Kutup, İslam’ın etrafındaki şüpheler, s. 193) ve “Harpler, taaddüd-i zevcat ı bir zaruret haline getirir.” (Kutup, s. 194)

Böyle istisnai durumlar için modern sistemler bir çözüm üretemiyor. Ama İslam’ın (Tek eşlilik genel tavsiyesi yanında) taaddüd-i zevcat  meselesi gündeme gelir ve sorun kendiliğinden olağan mecrasında çözülür. İlk hanımın iznini alan erkek ikinci eşini alır ve toplumda kim kimin eşi, kim kimin çocuğu belli olur. Toplum ahlakı ve nesil korunmuş olur. Eş aldatma, metres, veledi zina, anne-baba sevgisinden uzak yetişen çocuk gibi sorunlar ortadan kalkar. Türkiye’de çağdaş psikiyatrinin kurucusu olan Pr. Dr. Mazhar Osman bu nedenle şunu söylemektedir: “Ben Taaddüd-i zevcatı bir kusur değil, kemal-i eser olduğuna inanıyorum.” (Sefa Saygılı, Mazhar Osman, s. 128)

Meşhur Hristiyan evangelist Billy Graham, kendi dini adına şu itirafta bulunmaktadır: “Hristiyanlık, poligamiyle uzlaşmaz. Fakat günümüz Hristiyanlığı poligamiye izin vermezse, bu kendi zararına olacaktır. İslam, bazı sosyal problemlerin bir çözümü olarak poligamiye, ‘belli kurallar çerçevesinde’ insan tabiatına uygun olacak şekilde izin verdi. Hristiyan ülkeleri büyük bir monogami şovu yapıyorlar, fakat gerçekte onlar poligamiyi uyguluyorlar. Hiç kimse, Batı toplumlarında metresin rolünü bilmiyor. Bu açıdan İslam, temelden şerefli bir dindir. O, toplumun ahlakını korumak için, bütün gizli ilişkileri şiddetle yasaklamıştır.” (Abdul Rahman Doi, Woman in Shari’ah (London: Taha Publishers, 1994) s. 76) “Evlenmeden önce 8 cinsel partnere sorun yok diyenler, birden fazla eşe gelince ‘sorunlu’ diyebiliyorlar. Halbuki metres hayatı yaşayan bir kadın aşağılanır ve hiçbir hakkı da yoktur. (Zakir Naik, Gençlerin inanç sorunları, s. 142) Metresler “Yaşlanmaya başlayınca, aşıkların gönüllerinden düştükleri gibi gözlerinden de düşer ve ihtiyarlıkları da çoğunlukla fakirlik içinde son bulur. Zevceliğin yerine metresliğe layık görülen kadınlar gayrimeşru çocukların da annesi olurlarsa, sonraki durumları daha da kötü olur. İngiliz gazetelerinde defalarca gördük ki, genç ve fakir kızlardan idama mahkum edilenler oldu. Zinadan doğan çocuklarını öldürdükleri için. O gayrimeşru doğmuş olan belasını başına getirenlerin çoğu, yüksek sayılan tabakalara mensupturlar. Şehvetleri uğrunda feda ettikleri bu kızları nikahları altına almaları için onları hiçbir şey zorlayamazdı. Metres tutan evli Hristiyanların sayısının birden fazla hanım ile yaşayan Müslümanlarından pek de aşağı olmadığı bilinmektedir.” (Hilal ve Haç Çekişmesi, Halil Halid, s. 188, 190) Tabii bu yazıların yaklaşık 150 yıl önce yazıldığının altını da çizelim.

Zaten günümüzde Batıda tek eşle yaşayan, zina etmeyen, çocuğu belli olan kaç toplum vardır? Kendi toplumunun yapısını çok iyi bilen Pr. Dr. Forel şunu söylemektedir: “Avrupa’da tek eş taraftarlığı etiket, riyadan başka bir şey değildir.” (Emine Özkan Şenlikoğlu, Gençliğin imanını sorularla çaldılar, s. 137; Zafer dergisi, Aralık 1992, sayı: 192) İslam’da ise erkek hanımını asla aldatmaz! Ya izin alır evlenir ya da asla zina yapmaz. Hatta gözü ile bile! Batı ise zina, fuhuş, homo-lezbiyen bir toplum olma yolunda, hayvanlarla cinselliğe yönelmiş bir çağdaş lut kavmine dönüşmüştür. (Detay için ‘Batı medeniyeti’ ve ‘Dinsiz ahlak olur mu?’ adlı yazılara bakılabilir.) Bu nedenle Anguetil, “Acele taaddüd-i zevcat kabul edilmelidir. Geçen her saat toplumsal bir suç olmaktadır.” (İbrahim Sarı, Evlilik rehberi, s. 182; Şenlikoğlu, s. 144) demektedir. Wictor Gambon, Charles Richet; “Tek eşlilik, kadına hoş görünmek için uydurulmuş yalan gösteriştir.” derler. Wictor Marqveritte, Ayandan Gogslero, Dr. Charles Richet, Binet Sanglet gibi yazarlar Batının içine düştüğü buhranı görüp çok kadınla evliliği savunurlar. (Şenlikoğlu, s. 146) “Çoğu zaman da hanımlar, kendi kocalarını başka bir kadınla paylaştıklarının farkında bile değiller. Dolayısıyla, birçok kimse, çok kadınla evlilik üzerinde anlaşmayı teklif etmektedir.” (Philip L. Kilbride, Plural Marriage ForOur Times, s. 94) Bu mesele, 27 Ocak 1993 yılında Philadelphia’nın Temple Üniversitesi’nde düzenlenen panelin konusuydu. (Philip L. Kilbride, s. 95-99) Bazı konuşmacılar, poligamiyi krizden çıkmanın elde mevcut tek yolu olarak teklif ederken, özellikle fahişelikle metresliğe müsaade eden toplumlarda poligaminin kanunla yasaklanmamasını da istediler. Amerikalı Roma Katolik mirası antropoloğu Philip Kilbride, çok kadınla evlenerek, evlilik dışı bir ilişkiye son vermek, çocuklar için boşanmadan daha iyidir. (Philip L. Kilbride, s. 118) demektedir. Cambridge Üniversitesinden Dieter Lukas, tek eşliliğe insanları zorlamanın insanlık açısından bir problem olduğunu belirtir. (The New York Times, 2.8.2013) Washington üniversitesinden Prof. David Barash ise, insanlar için monogaminin doğal olmadığını ve poligaminin uygun olduğunu anlatan ve bu konudaki araştırmaları içeren bir kitabı 2016 yılında çıkarır. (Barash, D.P. , Out of Eden: the surprising consequences of polygamy. 2016, Oxford University Press.) “Zamanımızda pek çok kimsede çok evlilik için doğal bir his vardır ki, ona karşı koymak çok zordur.” (Ch. Le Torneau, The Evolution of Marriage, s. 136) Gerçekte Medeni memleketlerde pek çok erkek, çok evliliğe benzer bir durum içinde yaşamaktadırlar. Yüz bin kişide ancak bir kimse bulunabilir ki, ömründe yalnız bir kadından başkasına bakmadığına yemin edebilsin. (Max Nordau, Convertional Lies of Our Civilization, s. 301) İşin dikkat çekici yönü ise, batılı bu araştırmacıların İslam’daki savaş vb. özel şartları aramadan poligamiyi savunmalarıdır.

1998 yılında 16-45 yaş aralığındaki kişiler üzerinde Dünya çapında yapılan bir araştırmaya göre İngilizlerin %42’si, Amerikanların %50’si, Almanların ve Meksikalıların %40’ı, Fransızların %36’sı, İspanyolların %22’si eşlerini aldattığını veya aldatabileceklerini kabul ediyor. 16-21 yaş arası erkeklerin %40’ı aynı ‘zaman diliminde çok fazla kadınla birlikte olduğunu’ söylerken bu oran aynı yaş grubu kadınlarda %28 olmuş. (Mackay, J., Global sex: Sexuality and sexual practices around the world. Sexual and Relationship Therapy, 2001. 16(1): p. 71-82) ABD’de 2006 yılında yapılan bir araştırmada, Amerikalı erkeklerin %20’sinin tek partnerle, %60’ının ise 2 ile 20 arası partnerle birlikte iken, %17’sinin ise 20’den fazla partnere sahip olduğunu ortaya çıkarmıştır.Yani halkın dörtte birinin 20’den fazla partneri var ve %80’i ise birden çok partnerlidir.(Lehmiller, J.J., The psychology of human sexuality. 2017: John Wiley & Sons; www.lehmiller.com/blog/2012/6/8/sex-questionfriday-whats-your-number.html; www.bilimveyaratilisagaci.com/2020/02/insan-tek-esli-midir-cok-eslilik)

3-) Adalet: Hanımı izin verse, mali, sosyal, kültürel şartlar uygun olsa da, erkek kendine şu sormalıdır: ‘Evleneceğim yeni eş adayı ile ilk eşim arasında adaleti sağlayabilecek miyim?’ İkisinin çocuklarında, sevgi başta her türlü ihtiyaçlarında maddi-manevi adaleti gerçekleştirebilir miyim? Cevabı ‘hayır’ ise, erkek yine evlenemez. İlk hanımı izin verse, şartlar müsait olsa bile! Yani üçüncü şart ‘Adalet’tir. (Nisa, 3)

Birden fazla kadınla evli olan bir erkek, eşleri arasında her hususta adaletli davranmaya dinen mecburdur. Nöbetleşe beraber kalır. Birinin nöbetinde iken, onun izni olmaksızın diğerine gidemez. Ortakların güzeli ile çirkini, yaşlısı ile genci bu hususta aynı durumdadır. Kocanın bu konuda hiç bir özrü geçerli değildir. Yedirme, giydirme, mesken, davranış gibi bütün konularda da hiçbir ayırım yapmaması şarttır. (Osman Keskioğlu, Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku, s. 240-242) Bu üç şartta bir arada olmalıdir. Biri eksik olursa, ikinci eş yasaktır. Gelelim bu kuralın pratik hayattaki karşılığına, uygulamaya yansımasına:

“Asyalı Erkeklerin her birisinin dört karısı olduğu düşüncesi tamamen yanlış bir düşünce idi. Gerçekte bin erkekten sadece ellisi iki eşli, belki on tanesi de ikiden fazla eşliydi. Bizim oralarda bir söz vardı, “İki karı ile evli kalmaktansa, iki kaplanla yaşamak daha iyidir.” (Mirza Ebu Talep Han, Oksidentalizm, s. 345) İngiliz yazar, yorumcu ve dinler tarihçisi bayan Armstrong, çok eşliliğin kadınların aleyhine değil lehine sonuçlar ürettiğini vurgular ve özellikle maddi sıkıntıların olduğu bir toplumda dört eş ve çocukların sorumluluğunu almanın cesaret ve şefkatin bir neticesi olduğuna işaret eder. (Karen Armstrong, Muhammad, 127, 133)

“Osmanlı toplumunda evli erkeklerin birden fazla evli olanlarının oranı, yüzde bire ulaşmıyordu.” (Aişe Aslı Sancar, Osmanlı toplumunda kadın, s. 54) Zaten “Öteden beri, Müslüman toplumunda tek eşlilik hep yaygın olan nikah türü olarak gelmiştir.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun kalmasın, s. 232) Günümüzde Metres olarak kullanılıp kenarı atılanların oranı acaba yüzde kaçtır? Bir yerde kadınla evlenme söz konusu ise, orada o kadının hakkı vardır. (Ömer Faruk Korkmaz, s. 231)

Bir erkeğin ikinci hanımı olma ihtimalini abartanlarla; bundan çok daha fazla yüzdelik dilime ulaşan bir kesim olan ve bir eşya gibi kullanılıp atılan, cariyeden de kötü şartlara sahip olan ‘Metres, lolita, hayat kadını, telekız, eskort, fahişe, sex işçisi’ adı altında yaşamaya zorlanan kadınların durumunu göz ardı edenler neden hep aynı kesimdir? İslam şeriatı gelse “bir erkeğin dördüncü karısı olacaktın” diyenler, metres, telekız, eskort, sevgili adı altında onlarca kadını kullanıp atarken, aslında İslam’ın kadınların bu şekilde kullanılmasına karşı olduğu için bu iftirayı attıklarını bir gün tüm kadınlar anlayacaktır! 

Kadın bedenini bir meta gibi alınıp satılan bir eşya olmaktan kurtaran tek dünya görüşü İslam’a aittir. İstisnai bir durum olup yine kadınların onurunu korumak için İslam’ın ortaya koyduğu bir kuralı genelleştirip, İslam’da kadın haklarını sorgulayanların iyi niyetli olduğunu düşünmek çok safdillik olur! Onlar önce savaş gibi ender durumlarda ortaya çıkacak soruna ne çözüm ürettiklerini veya ‘metres, telekız’ adı altında hayatları boyu bir aile ortamını tadamadan yaşamaya çalışanlara dönük çözüm önerilerini bir sunsunlar!

Devam edelim:Birden fazla evliliğin oranı bütün Müslüman toplumlarda %5”i geçmemektedir.” (Hristiyan yazar Corci Zeydan, İslam Medeniyeti Tarihi, V/145) Alman protestan papaz Salomon Schweigger: “Türkler dünyaya, eşleri de onlara hükmeder. Türk kadını kadar gezen, eğleneni yoktur. Çok eşlilik yoktur. Boşanma pek görülmüyor. Çünkü boşanırken erkek para ve eşya veriyor ve kız çocuk anaya kalıyor.” demektedir. (İlber Ortaylı, “Anadoluda XVI. Yüzyılda Evlilik İlişkileri Üzerine Bazı Gözlemler “Osmanlı Araştırmaları, İstanbul 1980, I/37; Osmanlı Toplumunda Aile, s. 67) M. A. Ubicini de yazdığı eserinde, Türkiye’de çok kadınla evliliğin son derece az olduğunu belirtir. (M. A. Ubicini, Türkiye 1850, II/477) Osmanlı döneminde, “İstanbul’da 1516 erkekten 1407’sinin (%92,8) tek kadınla evli olduğu tesbit edilmiştir. Aynı incelemede 103 erkeğin 2’şer, sadece 6’sının 3’er eşle evli oldukları görülmektedir.” (Ö. L. Barkan; “Edirne Askeri Kassamına Ait Tereke Defterleri (1545-1659)”, TTK- Belgeler Serisi, III/5-6, s. 13)  Şer’iye sicilleri kullanılarak yapılan bir araştırmada, 16. yüzyılda Bursa’da 939 evli erkekten 22 kişi (%2.3) iki evli, 2 kişi (%0.2) üç kadınla evli olduğu görülmüştür. Dört kadınla evli ise hiç yoktur. Dolayısıyla geriye kalan 915 kişi 1 kadınla evlidir (%97.5) (Klaus Liebe- Harkort aus Hagen; Beitrage zur sozialen und wirtschaftlichen Lage Bursas am Anfang des 16. Jahrhunderts, s. 303) H. Gerber, Bursa Şer’iye sicillerinde 2000’in üzerinde erkeğin mirasçıları üzerinde yaptığı bir araştırmada, 17. yüzyılda Bursa’da iki veya daha fazla kadınla evlilik yapan 20 kişiyi tesbit etmiştir. Çok evlilik oranı % 1’dir. (Abdurrahman Kurt, “Osmanlı’da Kadının Sosyo-Ekonomik Durumu”, Yeni Türkiye Dergisi, Osmanlılar Özel Sayısı, V/446-447)  Daniel Bates’in tesbitlerine göre Güneydoğu Türkmen aşiretlerinde bu oran % 3’dür. (Cem Behar, “Polygyny in Istanbul, 1885-1926”, Middle Eastern Studies, Volume 27, Number 3, July 1991, s. 479) İstanbul’da 1885’de çok evlilik oranı %2.51, 1907’de %2.16’dır. (Cem Behar, Alan Duben, İstanbul Haneleri, İstanbul 1996, s. 161, 162, 169)  1860-1930 tarihleri arasında muhtelif senelere ait verilerde, 3291 evli kişinin 3183’ü (% 96.72) tek evli, 108’i (%3.28) birden fazla kadınla evlidir. (Cem Behar, “Polygyny in Istanbul, 1885-1926”, Middle Eastern Studies, Volume 27, Number 3, July 1991, s. 480; Doç. Dr. Said Öztürk, Osmanlı Araştırmaları Vakfı Osmanlı’da Çok Evlilik) Nüfus kayıtlarına göre de, 1848 yılında Kahire’de evli erkeklerin sadece yüzde 2,7’sinin çok eşli olduğunu, aynı yüzyılda, İstanbul’da ise bu oranın sadece yüzde 2 olduğunu kaydedilmiştir. (Filiz Barın Akman, Osmanlı Çok Eşli miydi? İnternet Haber; 1 Haziran 2011) 

Lord John Davenport’dan alıntı ile devam edelim: “Ünlü gezgin Nayboher de, ‘Ben Arabistada bir ayrılık görmedim. Bu memleketin kadınları, Avrupa’dakiler gibi serbest ve mutlu. Araplar dört kadınla evlilik hakkından pek az faydalanıyorlar. Çünkü eşler arasında eşitlik ve adaletle yükümlüdür din kanunlarınca. Bu zorluktan dolayı Araplar bunda çok az faydalanır.’ demektedir.” (Lord John Davenport, Özür Diliyorum, s. 105)

“Altı asır ayakta kalabilmiş bir devletin kuşkusuz sağlam bir aile yapısının olması gerekir. Bu yapı içinde anne ya da eş olarak kadınların sahip oldukları haklar da önemlidir. Çoğunlukla seyahatnamelerde ya da oryantalistlerin yazmış olduğu eserlerde, Osmanlı kadını denilince eve hapsolmuş, toplumdan soyutlanmış, eşinin evlendiği diğer hanımları ile birlikte yaşamaya mecbur birer kişi tasvir edilir. Oysa her dönemin şartları o toplumu şekillendirir. İslamiyet erkeğe dört kadına kadar evliliğe müsaade etmişse de, bunun toplumda görülme oranı sanıldığı kadar fazla değildir. Erkekleri bu tür evliliğe iten sebepler arasında özellikle Osmanlı’nın ilk dönemlerinde gaza/savaş anlayışı ve bunun getirdiği sonuçlar, ilk eşten çocuk sahibi olmaması görülebilir.” (Ömer Düzbakar, Osmanlı Toplumunda Çok Eşlilik: 1670-1698 Yılları Arasında Bursa Örneği, s. 98) Oryantalist Lucy Garnett, (Lucy Mary Jane Garnett, Türkiye’nin Kadınları ve Folklorik Özellikleri, s. 502); D’Ohsoon (Burçak Evren, Dilek Girgin Can, Yabancı Gezginler ve Osmanlı Kadını, s. 133) ve Georgina Adelaide Müller, Osmanlı’da çok eşlilik olduğu iddiasının yanlış olduğunu, daha çok tek eşliliğin hakim olduğunu ve çok eşliliğin istisnai bir durum olduğunu ifade ederler. Müller ayrıca bir Osmanlı bakan eşinin kendisine “Biz sizden daha mutluyuz. Bizim kocalarımız hizmetkarlarımız arasından bildiğimiz birini beğeniyor. Fakat sizin kocalarınız, sizin tanımadığınız kadın oyuncularla dolaşıyor” (Georgina Adelaide Müller, Ondokuzuncu Asır Biterken İstanbul’un Saltanatlı Günleri, s. 128) dediğini aktarmaktadır.

19. yüzyılın sonlarında Hans Bart, ‘Le droit du Croissant’ adlı eserinde “Batıda üçden ziyade kadınlar ile münasebetde bulunmayan kim vardır?” diye sorar. (Aktaran Mahmud Esad, Taaddüd-i Zevcat, Kostantınıyye 1316, s. 64) Mustafa Sabri bir Batılıya atfen, “Müslümanlar dörde kadar ve kendilerini daha medeni addeden Batılıların istediği kadar kadınla istifraş” ettiklerinden söz etmektedir. Haşim Nahid’in dediği gibi, “Bir tek eşle evli olan Avrupalıların çoğu gayr-ı meşru surette defalarca eşlere sahip olmaktadır.” (Şeyhülislam Mustafa Sabri, Aile Hayatı, Tesettür Meselesi, Kadın Hukuku, Yay. Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, III/1119, 1122) Newsweek dergisinin yaptığı bir araştırma bu konuda Batının ne denli bir çıkmaz ve çöküş ile karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Evlilik dışı çocukların oranı İsveç”te %50, Danimarka”da %47, Norveç”de %46, Fransa”da %35, İngiltere”de %32, Avusturya”da %27’dir. Bu rakamlar sadece çocukların oranını vermektedir. Evlilik dışı yaşayanların oranı bundan çok daha yüksektir. Şu acı tablo, Batıda evliliğin bir bakıma rafa kaldırıldığının bir resmidir. (Ahmet Selim, Batı Medeniyetinin Son Virajı, 18 Ocak 1997)

Ünlü ‘Ben Hur’ romanının yazarı Lew Wallace, 1881-1885 yılları arasında, Amerika’nın Türkiye elçiliği yapar. 10 Şubat 1887’de Brooklyn müzik akademisi’nde yaptığı bir konuşmada  (New York Times, 11.2.1887, s. 4) “Türkler son derece kibar ve dindar insanlardır.” demekte ve “Haremle ilgili hikayelerin birer hayal ürünü olduğunu, çok kadınla evliliğin yaygın olmadığını, kadınların evlerinde mahpus olduklarına dair düşüncelerini yanlış olduğunu” anlatmaktadır. (Doç. İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 197) 

Peki, sanıldığının veya lanse edilenin aksine neden çok eşlilik bu kadar azdır? “Bir yandan Kur’an-ı Kerim’in açık tavsiyeleri, diğer yandan kanunun kadınlara iyi muamele etmesi ve onların geçimini tek başına sağlaması konusunda kocaya yüklediği mecburiyet müslüman ferdler arasında çok kadınla evlenme olaylarının oldukça ender görünmesine büyük katkıda bulunmaktadırlar.”  (M. A. Ubicini, Türkiye 1850, II/479) 12. yüzyılın ünlü İslam alimi Zemahşeri, ‘Neabigu’l- Kelime’ isimli eserinde: “Denizde dalgalarla boğuşanlar mı yoksa birden çok kadınla evlenen mi talihsizdir, bilemem.” demektedir. 

Evet! Günümüzde bir erkeğin 4. veya 40. sevgilisi olununca sorun kabul edilmemekte, ama nesli, ahlakı ve toplumu ayakta tutacak resmi olan, en çok dört kadınla evlilik sorun olmaktadır, öyle mi?! Hemen her gün gazetelerde ‘Fuhuş baskını’ haberleri okuyoruz. Kadınların, başları öne eğik fotoğraflarını görüyoruz. Onlarında başları dik, onurlu bir yaşamla, ikinci eş olarak bile olsa, toplum içinde namusları ile hayatlarını sürdürselerdi, bu durum o kadınların hakları açısından daha onurlu bir durum olmaz mı idi?!

Ya metres, sevgili hayatını savunanlara ne demeli? Onlar çok evliliğe karşıdırlar. Genç kızları kandırıp, kullanıp atmak varken ne gerek var zaten mehir, çocuk, kadının ömür boyu sürecek sorumluluğunu yüklenmeye! Bazı seküler kesim, “Evlenmeye niyetin yoksa eline bile dokunamazsın.”  kuralını  boşuna mı çağdışı kabul ediyorlar sizce?

Savaş zamanları dışında da kadın erkek nüfus oranları bazen dengesizleşmektedir. “BM verilerine göre ‘125 ülkede kadın nüfusu erkekleri geçti.’ Dünya çapında 125 ülkede kadın nüfusu erkekleri geride bırakırken, Türkiye’de dengeli bir dağılım oluştu. Avrupa Birliği ülkelerinde ise kadın nüfusun erkeklerden yüzde 5 daha fazla olduğu belirlendi. Avrupa İstatistik Ofisi, Avrupa Birliği ülkelerindeki kadın erkek nüfus dağılımına ilişkin verilerini yayınladı. Listenin başında Letonya geliyor. Avrupa Birliği Avrupa İstatistik Ofisi verilerine göre Letonya, yüzde 17 farkla, ülkedeki kadın nüfusunun erkeklere oranla en fazla olduğu ülke oldu. Onu yüzde 14 ile Litvanya, yüzde 12 ile Portekiz ve yüzde 11 ile Estonya takip etti.” (Euronews, 07/12/2021) “Bir erkeğe 10 kadın düşen ülke. Kadın sayısının erkeklerden daha fazla olduğu çok sayıda ülke var. Örneğin, Avrupa ülkelerinin tamamında, kadın sayısı erkeklerden fazla. Örneğin 100 kadına karşılık; İsviçre’de 91; İtalya, Polonya ve Bulgaristan’da 94; İngiltere, Fransa ve Romanya’da 95; Almanya, Belçika ve Avusturya’da 96, Türkiye’de 99 erkek düşüyor. Diğer ülkelerden, Estonya’da 85; Ukrayna’da 87; Rusya’da 88 erkek düşüyor.” (Hürriyet, 01 Ağustos 2004) “Bu ülkede erkek kıtlığı yaşanıyor! Avustralya’da ‘erkek kıtlığı’ baş gösterdi. Ülkenin büyük şehirlerindeki kadınlar, ‘aşkı bulmak için’ taşraya yönelmek zorunda kalıyor.” (Habertürk, 8.05.2011) “Rusya’da kadınların oranı Birinci Dünya Savaşı sırasında yükselmeye başladı ve büyüme Rus iç savaşı, kıtlık ve Sovyetler Birliği’ndeki “Büyük Terör” ile devam etti. Cinsler arasındaki dengesizlik, cinsiyete bağlı ‘kürtajlar ve kız çocuklarının öldürülmesiyle’ tanınan Çin ve Hindistan’da tersinedir. Çin’de her 100 kadına 106.3 erkek düşüyor ve Hindistan’da 107.6” (The Washington Post, 19.8.2015) “100 kadına düşen erkek sayısı: Estonya 88; Litvenya: 84.8; Letonya: 85.3; Belarus: 86.8; Ukrayna: 86.3; Moldova:92.6; Rusya: 86.8; Ermenistan: 86.5; Azerbaycan: 99.1; Türkmenistan: 96.6; Özbekistan; 96.7; Kazakistan: 93.4; Kırgızistan: 98.” (United Nations Word Population Prospects: The 2015 Revision, The Washington Post, 19.8.2015)

Letonya: Letonya’da erkek kıtlığı yaşanıyor! Letonya’da erkeklerin ortalama ömrünün kadınlara kıyasla daha kısa olması nedeniyle kadınlar uygun eş bulmakta zorlanıyor. Kadınların ortalama yaşam süresi erkeklerden 11 yıl daha fazla. Bu da, yetişkin kadın oranının erkeklerden yüzde 8 daha fazla olmasına yol açıyor.  Letonya Üniversitesi’nden Sosyolog Baiba Bela, kız öğrenci sayısının erkeklerden yüzde 50 fazla olduğunu söylüyor. (Milliyet,14 Ekim 2010) Moğolistan: Moğolistan Dünya Bankası verilerine göre 1 erkeğe 1.1 kadın düşüyor.” (Milliyet, 22 Ocak 2010) Rusya, Almanya, Avustralya, Yunanistan, İtalya, Finlandiya: Rusya, Almanya, Avustralya, Yunanistan, İtalya, Finlandiya gibi ülkelerde kadın sayısı erkekleri aşmış durumda.  Bu ülkeler arasında başı Rusya çekiyor. Rusya’nın yüzde 46.26’sını erkekler, yüzde 53.73’ünü kadınlar oluşturuyor. Rusya’da 65.7 milyon erkek, 76.3 milyon kadın bulunuyor. Avustralya’da ise kadın sayısı erkek sayısından 100 bin fazla. Almanya’da da erkek nüfusu 40 milyon 478 bin 53’ken, kadın nüfusu 41 milyon 922 bin 943 kişi. Ayrıca Brezilya’da 95 milyon kadın varken, erkek nüfusu kadın nüfusundan 3 milyon daha az. Yunanistan’da ise kadın nüfusu 5 milyon 456 bin 32 kişiyken, erkek nüfusu 5 milyon 250 bin 258 kişiden oluşuyor. İtalya’da kadın nüfusu 29 milyon 676 binken, erkek nüfusu 28 milyon 471 kişi. Finlandiya’da ise 2 milyon 563 bin erkek, 2 milyon 675 bin kadın bulunuyor. (Hürriyet, 07.06.2009, 27.01.2009) Türkiye: Nüfus dağılımı: Erkek: 35.171.000, Kadın: 35.362.000. (Posta, 06.05.2003) Kazakistan: Kazakistan’da nüfusun %48’i erkek, % 52’si kadındır. (web.firat.edu.tr/sosyalbil/dergi/arsiv/cilt11/sayi1/099-114.pdf) Malezya: İki, üç kadına bir erkek oranı var. (Gözcü, 30.03.2006); Dünya nüfusunun mevcut halkların nispetlerini muhafaza ederek,100 kişilik bir köy kadar küçültebilseydik, bu köyün yüzde 52’si kadın, 48’i erkek olacaktı. 6 kişi bütün servetin %59’una sahip olacaktı ve bunların hepsi ABD kökenli olacaktı. (Enson hHaber, 1.7.2019) Avustralya’da en büyük sorun erkek kıtlığı: Kadınlar evlenecek kişi bulamıyor. McCrindle şirketinin araştırmasına göre 8 eyaletten 6’sında kadın nüfusu erkek nüfusuna oranla 100.000 fazla. Araştırma kız bebek doğumlarının erkek bebek doğumlarına göre hayli yüksek olduğunu gösteriyor. Son yıllarda 25-30 yaş arasındaki kadınlar, erkek arkadaş bulmakta zorlandıklarını dile getiriyorlar. (Güneş, 18.5.2017)

Günümüzde pek çok modern toplumda kadın sayısı erkek sayısından fazladır. “ABD’de erkeklere oranla 7.8 milyon kadın nüfusu fazladır. Bu sayı İngiltere’de 4 milyondur. Almanya’da ise fark 5 milyondur. Rusya’da erkeklere oranla 9 milyon fazla kadın vardır.” (Zakir Naik, Gençlerin inanç sorunları, s. 141) Amerika’da erkeklerden en az 8.000.000 fazla kadın vardır. Guyana gibi ülkelerde her 100 erkeğe 122 kadın düşmektedir. Tanzanya da her 100 kadına 95,1 erkek düşüyor. (Eugene Hillman, Polygamy Reconsidered: Africa Plural Marriage and the Christian Churches (New York: Orbis Books, 1975) s. 88-93; Zühdü Mercan, Farklı Açılardan Kadın ve Aile; www.enfal.de/ev16.htm) Hatta Darwin bile, kadın erkek nüfusu konusunda benzer sonuca ulaşmıştır: “Bütün uygar ülkelerde, kadın sayısı erkek  sayısından daha fazladır.” (Darwin, İnsanın Türeyişi, s. 256) Çok eşle ilgili dünya üzerinde çeşitli araştırmalarda yapılmıştır. (Philip L. Kilbride, Plural Marriage For Our Times (Westport, Conn: Bergin & Garvey, 1994) pp. 109) Kenya’daki Anglikan kilisesi piskoposu: “Eşler arasındaki sevginin ifadesi olarak monogami daha ideal olabilir, fakat kilise çok eşliliğin sosyal olarak kabul edildiği toplumlarda poligaminin Hristiyanlığa ters olduğu fikrinin artık makul olmadığını düşünmeye başlamalı” demektedir. (The Weekly Review, 1Ağustos 1987) Afrika’daki poligami üzerinde çalışan Anglikan kilisesinden Peder David Gitari, terkedilmiş kadınlar ve çocuklar düşünüldüğünde, ideal olarak uygulandığı takdirde, çok kadınla evliliğin boşandıktan sonra yeniden evlenmekten daha Hristiyanca olduğu kanaatindedir (Philip L. Kilbride,.Plural Marriage ForOur Times (Westport, Conn. Bergin & Garvey, 1994) pp. S. 126)

Diyanet 2008 yılında yaptığı açıklamada, ‘yasal altyapısının olmadığı’ için ‘ikinci evliliğin dinen uygun olmadığını’ açıklar: Başkanlığımız, ilgili Kur’an ayetinin (Nisa, 3) çok evliliği değil tek eşliliği teşvik ettiğini, hukuken ve toplumsal genel kabul yönüyle tek evliliğin esas olduğu ülkemizde, kadının ‘hakkı korunamadığı, çocukların nesebi ve mirası gibi konularda haksızlıklar söz konusu’ ve neticede kadın mağdur olduğu için’- ikinci evliliğin dinen de uygun olmadığını her vesileyle ifade etmekte, Başkanlık personelinin uygulaması ve toplumu bilgilendirmesi de bu yönde olmaktadır” ifadelerine yer verdi.  (Yeni Şafak, 01.05.2008)

İlginç çıkışlar

“Sibel Hanım  “Önce zina yasaklanmalı. Şu anda olduğu gibi serbest bırakılmamalı. Sonra da çok eşlilik gelmeli.” diyor. Sibel hanıma katılıyorum: Yani, toplumda zaten belirli bir pratiği bulunan çok eşlilik, yasal açıdan serbest olmalı. Bu, zaten “ikinci eş” durumunda olan kadınları yasal haklara kavuşturacağı için, “feminist” bir adım da sayılabilir. Üstteki soru Batı’da da tartışılıyor. Örneğin çok eşliliğin 130 yıl önce yasaklandığı ABD’de, Mormonlar gibi bazı dini gruplar bu konuda özgürlük istiyor, bazı liberal (özellikle “liberteryen”) çevrelerden de destek buluyorlar. Hele de “eşcinsel evliliğe” izin veren bir dünyada bu itiraz iyice anlam kazanıyor: İki adam birbiriyle evlenebiliyorsa, niçin bir adamla iki kadın evlenemesin? Amerikalı hukuk profesörü Jonathan Turley’nin “Çok Eşlilik Yasaları Kendi İkiyüzlülüğümüzü Gösteriyor” (Polygamy Laws Expose Our Own Hypocrisy) başlıklı USA Today makalesi, bu konuda tartışma yaratmış yazılardan biri. Turley şöyle diyor: “Bir insan çok sayıda partner ile yaşayabiliyor, hatta onlardan çocuklar yapabiliyor. Ama o partnerlere karşı yasal bir sorumluluk kabul edip de onları ‘eş’ edinirlerse, onları hapse atıyoruz!” Turley’in sözünü ettiği iki yüzlülük, Türkiye’de de bolca var: Konu “zina” olunca “yatak odasında devletin ne işi var!” diye köpürenler, o yatak odasına sayısız “nikâhsız partner”le girme özgürlüğünü savunanlar, aynı mekana “nikah eşlerle girilmesine şiddetle karşı.” (Mustafa Akyol, Star, 25.05.2011) Can Dündar da çok eşlilik istedi: “Ben Türkiye’de birçok ilişkinin üçüncü kişiler sayesinde yürüdüğünü düşünüyorum. İnsanoğlu bence artık tek eşlilik çağını tüketti. Bunun insan doğasına uygun bir şey olmadığını, hele bu çağda bunu uygulamanın son derece zor olduğunun anlaşıldığı bir dönemdeyiz. Ve insanoğlu tek eşlilikten çok eşliliğe yürüyor tekrar. Yani çok eşlilikten gelmişti buraya zaten, yoğun bir kıskaca almayla tek eşlilik denemesi yapıldı birkaç yüzyıl. Ama bir noktaya geldi ve tıkandı. Bir dönemin kapanışına tanık oluyoruz aslında farkında olmadan. Yani bir dönem açılacak ama onun ne olduğunu bilmiyoruz.” (Borajet isimli dergiye verdiği röportajdan,  Türkiye, 28.06.2012); Bu da evrimci bir materyalist yoldaş olan Che’den: “Hiç bir erkeğin, ömrünün sonuna kadar aynı kadınla yaşamak zorunda olduğu söylenemez. İnsan, kendi kendini böyle sınırlayan tek hayvandır.” (Jean Cormier, Che Guevara, s. 235) 

Özetle, “Bir yerde kadınla evlenme söz konusu ise, orada o kadının hakkı vardır. Mihri verilecek. Allah’ın bir emaneti olarak bilinecek, nafakası temin edilecektir. Ömürlerinde onlarca, yüzlerce kadınla gayrimeşru beraber olabilmeyi normal sayıp savunanlar, aile hayatının bir modeli olan çok eşli nikahlılığı eleştirmektedirler. Onlar birlikte oldukları kadını bir şehvet objesi gibi kullanmakta ve bunun karşılığında kadın için hiçbir hak söz konusu olmamaktadır. Bu normal, her şeyi ile sorumluluklarını üstlendiği birden fazla nikahlı eşinin olması anormal öyle mi?” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun Kalmasın, s. 231-232)

Görüldüğü gibi, iddia edildiğinin aksine İslam, kadınların haklarını alternatiflerinden çok daha fazla savunmakta ve korumaktadır.

Ek bilgi: “İslam öncesi eski Türklerde de çok kadınla evlenme geleneği vardır.” (Tahsin Ünal, İslam Medeniyeti Dergisi, yıl: 2, Sayı: 14, Eylül 1968, s. 30; M. Akif Aydın, “Aile”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, II/199; Yavuz Haykır, Tarihsel Süreç içerisinde Türk aile yapısına bir bakış, Türk Dünyası Araştırmaları, Eylül – Ekim 2017 Cilt: 117 Sayı: 230 s. 90; Eski Türklerde Aile, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2009, s. 4; Mehmet Mandaloğlu, İslamiyet’ten Önce Türklerde Aile Hukuku, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Yıl 2013 Sayı: 33, 22 Haziran 2016, s. 139)  “Oğuz Kağan destanında, Oğuz Kağan’ın üç kadınla evlendiği görülmektedir.” (S. M. Arsel, Türk tarihi ve hukuku, s. 337) “Eski Türklerde çok eşlilik mevcut, hatta oldukça yaygındı. Bazı kaynaklarda çok eşliliğin sadece hanlara özgü olduğu, bazı kaynaklarda ise hiç olmadığı iddia edilir ki, bu doğru değildir. Çünkü kadın sayısı fazladır ve yakınlarının dullarla evlenmesi şartı vardır.” (Mualla Türköne, Eski Türk Toplumunun Cinsiyet Kültürü, s. 180; Türklerde Evlenme Gelenekleri, s. 58)

İslam’da evlilik şartları: Büluğ+Rüşt!

Talak, 4: “Ay hali görmekten kesilen ve hiç ay hali görmeyen kadınlarınıza gelince, onların iddeti, üç (takvim) ayı olacaktır; hamile olanların iddetleri ise, doğum yaptıklarında sona erecektir.” İslam karşıtları, Talak suresi 4. ayetteki “hiç ay hali görmeyen  kadınlar.” ayetinden hareketle İslam’da küçük yaştaki kızlarla evliliğe izin verildiğini iddia etmektedirler.

Ayette, küçük çocuk ifadesi (bint-benat) geçmemekte, aksine yetişkin kadınlar için kullanılan ‘nisa’ kelimesi kullanılmaktadır. Bu nedenle ayetten kastın, ‘hayız görmeyen’ kadınlar olduğu sonucu rahatlıkla çıkmaktadır. Primer amonore; ergenliğe girdiği, hem bedensel hem cinsel organları geliştiği halde henüz adet görmeyen kadınları ifade eder. Amenore adı verilen bu hastalığın görülme sıklığı da yüzde 5’e kadar çıkabilmektedir. Ayrıca sekonder amenore, normal olarak adet gören kadınların; psikolojik veya biyolojik çeşitli nedenlere bağlı olarak adet görmeye üç aydan daha fazla süreyle ara vermelerine denmektedir. Ayette bahsedilen de, bu gruptaki yetişkin kadınlardır. Ayrıca, evli kadın boşanma aşamasına gelince stres-gerginlikten dolayı adetten kesilebilmektedir. O zaman ne yapacaklardır? Kadın psikolojisinin normalleşip sonra üç ay geçmesini mi bekleyecektir? İşte Allah (cc) burada konuya açıklık getirmektedir: “Tıpkı adetten kesilen yaşlı kadın veya hamile kadınlar gibi, artık adet görmeyen bu tür kadınların da iddeti süresi üç aydır. Ayrıca ayet 3 tür kadından bahsediyor, adetten kesilen yani yaşlı, hiç adet görmeyen hasta ve hamile olan kadınlar. Sıralamaya bakınca her kadının içinde olabileceği bu üç dönem ve bu dönemdeki her kadın da ‘yetişkin’dir! Bu doğal sıralama yerine yaşlı ile hamile kadın arasında nasıl küçük  yaşta çocuk kızlar eklenebiliyor hayret etmemek mümkün değildir! Zaten iftiraya yönelik bu çalışmayı yapanlarda’ “Kur’an küçük çocuklarla evlenmeyi ‘teşvik ediyor’ diyemesek de” şeklinde eserlerine yazarak,  Kur’an’dan çok, bazı yorumları esas alarak iftirasını temellendirmeye çalışmaktadır.

Önceleri Yahudi asıllı bir gazeteci iken sonradan Müslüman olup, yıllarca Araplar içinde yaşayarak dillerini ve edebiyatlarını inceleyen ve öğrenen Muhammed Esed, yazdığı ‘Tefsirul Mesaj’  adlı ünlü eserinde, hiç ay hali görmeyenden maksadın, “Yani, herhangi bir fizyolojik sebepten dolayı hiç ay hali görmeyenler” olduğunu yazmaktadır. Mahmut Toptaş da, ‘Şifa Tefsiri’  adlı eserinde, kız çocuklarından hiç bahsetmemekte ve ‘aybaşı görmeyen kadınlar’a işaret etmektedir. Pr. Dr. Hamdi Döndüren, ‘İslam ilmihali’ adlı eserinde bu yaşı 18 yaşında olup hala adet görmeye başlamayanların adet görmüş gibi kabul edileceğini ifade etmektedir. Zaten adet görmemek demek hamile kalamamak demektir. Yoksa cinsel birleşmede kadın açısından bir sorun yaşanmamaktadır.” (Abdullah Akgül, millicozum.com, 19 Mart 2019) İbn Şübrüme Osman el-Betti gibi müçtehitler de, küçüklerin bizzat kendilerinin evlenmelerinin de, velileri tarafından evlendirilmelerinin de caiz ve muteber olmadığını ifade etmektedir. (www.hayrettinkaraman.net/makale/0383.htm; 01.02.2009) “Yetimleri nikah çağına kadar deneyin.” (Nisâ, 5) mealindeki ayet, evlenme ehliyetini belli bir çağa bağlamıştır. Kişilerin bizzat evlenme akdini yapmalarının uygun olduğu çağ, evlenme rüştüne erdikleri çağdır. Pr. Dr. Abdülaziz Bayındır, Prof. Bekir Karlığa, Prof. Dr. Kerim Buladı da (İndependent Türkçe, 9.12.2022) benzer görüşleri ifade etmişlerdir.

Evlilikte rüşt konusu

Evlenme konusunda kızların rızasının alınması İslami bir emirdir. (Buhari, Nikah, 40, 41; Ebu Davud, II/197; Nesei, Nikah, 36) Kur’an’danikah, buluğ ve rüşt kavramlarını bir arada içeren tek ayet” olan Nisa suresi 6. ayette: “Sorumluluğunuz altındaki yetimleri evlenebilecekleri yaşa gelinceye kadar deneyin; sonra aklen olgunlaştıklarını tespit ederseniz (Rüşt) mallarını onlara iade edin; (sakın,) onlar büyümeden önce, aceleyle ve müsrifçe harcayarak mallarını tüketmeyin.” Buyrulmaktadır. Kur’an, yetimlere ancak akıl baliğ olup bir de rüştlerini ispat ettiklerinde onlara mallarına vermemizi emretmektedir. Yetimlerin mallarını vasilerinin kendilerine teslim etmeleri için buluğ çağına girmelerini yeterli görmeyen İslam, aklen olgunlaşıp, rüştünü ispat etmelerini de ön şart olarak ileri sürmektedir. Bakara, 232: “Kadınları boşadıktan sonra, bekleme sürelerinin sonuna gelmişlerse, ‘aralarında uygun bir şekilde anlaştıkları takdirde’ başka erkeklerle evlenmelerine engel olmayın. Bu, Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanan her biriniz için bir uyarıdır.” buyrulmaktadır. Ayet bizlere 3 aylık iddet müddeti bitince kadınların evlenebileceklerini bizlere haber vermektedir. Nisa 6. ayet ise, yetimlerin mallarında söz sahibi olmak için akıl baliğ olmanın yetmediğini, rüştlerini ispat etmeleri gerektiğini   belirtmektedir. Kur’an’dan hüküm çıkarmak için aynı konudaki tüm ayetlerin bir arada değerlendirilmesi gerektiği bilinmektedir. Bu doğru hüküm vermek için şarttır! Her iki ayeti bir arada değerlendirdiğimizde, evlilik için sadece buluğ değil, rüşt/olgunluk şartının da gerekli olduğu ortaya çıkmaktadır. Gerçek anlamda anne baba olabilmek bir altyapı, eğitim, ufuk, vizyon, misyon ve sorumluluk ister. Bu da bize buluğ yanında rüşt şartının da önemini göstermektedir. Kur’ani bir bakış açısı bize, en azından yetim malı kadar hatta daha da önemli olan iki kul arasındaki ahirete dek uzanan dünyevi birlikteliğin altyapısının prensiplerini sunmaktadır. Zaten Diyanet İşleri Başkanlığı da bu konuya açıklık getirerek, aynı şartların öneminin altını çizmektedir: “İslam’a göre, bireylerin ‘hem fiziksel hem de ruhsal olgunluğa’ erişmeden, aile kurmanın anlam ve sorumluluğunu idrak edecek rüşt yaşına gelmeden evlendirilmeleri söz konusu olamaz.” (09.12.2022)

Boşanma

Bazı çevreler, ‘İslam’da kadının boşanma hakkı yoktur. Erkek kadına üç kere ‘Boş ol’ derse boşanma/talak vuku bulur, kadın itiraz edemez.’ gibi iddialarda bulunmaktadır. Halbuki “Erkeğin sadece boş ol demesi ile talak gerçekleşmez. Boşanma ancak, mahkemede gerçekleşir.” (Muhammed Kutup, İslam’ın etrafındaki şüpheler, s. 190) ve “Talak suresi birinci ayet gereği üç boşama, bir ağızla söylenecek sözler olmayıp, üç ay içerisinde ve her ay bir tane olmak üzere verilecek ayrı ayrı talaklardan oluşur.” (Süleyman Ateş, Gerçek Din Bu 1, s. 67)

“Resulullah’a, adamın birinin karısını bir defada üç talakla boşadığı haberi verildiği zaman, Resulullah öfkeli bir şekilde ayağa kalktı ve “Ben henüz içinizde iken Allah’ın kitabıyla mı oynuyorsunuz?” diyerek bu tür boşanmaların İslam’a uygun olmadığını ilan etmiştir.” (Sünen-i Nesai, Talak 6) İbn-i Abbas ise “Erkek hanımına: ″Sen boşsun, sen boşsun, sen boşsun″ diye üç kere söylerse bu, bir boşama sayılır, yeter ki bunlarla birinci defadaki söylediği, ″Sen boşsun!″ sözünü te’kid etmeyi kastetmiş olsun veya hanımıyla henüz gerdek yapmamış olsun.” (Kütüb-i Sitte, Hadis No: 4046) demektedir. Bakara suresinin 229. ayetinden ve gerekse Talak suresinin 1. ayetinden açıkça anlaşılan şudur ki, 3 boşama bir ağızda söylenecek sözler olmayıp, 3 ay içerisinde ve her ay bir tane olmak üzere verilecek ayrı ayrı talaklardır. (Süleyman Ateş, İslam’a itirazlar ve Kur’an-ı Kerim’den cevaplar, s. 464)  “Karısını bir defada 3 talak ile boşayıp sonra pişman olan Abdu Yezid’e Hz. peygamber eşine dönmesini emretmiş, Abdu Yezid; ‘Ya Resulallah ben onu 3 talak ile boşadım’, demesi üzerine Hz. peygamber ‘biliyorum’ demiş ve talak suresinin 1. ayetini okumuştur.” (Ateş, s. 465)

Kısaca, bir cümlede üç kere ‘boş ol’ sözü ile boşanma yoktur. (Müslim, Talak, 15, No: 1472; Müslim, Talak, 16, No: 1472; Ebu Davud, Talak, 10, No: 2200; Müslim, Talak, 17, No: 1472)

“Eğer karı kocanın arasının açılmasından endişeye düşerseniz, bir hakem erkeğin ailesinden ve bir hakem de kadının ailesinden kendilerine gönderin. Bu ara bulucu hakemler, gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah karı koca arasındaki dargınlık yerine geçim verir.” (Nisa, 35); “Ey peygamber! Kadınları boşayacağınız zaman iddetlerini gözeterek boşayın ve bekleme sürelerini iyice hesap edin.  Onların bekleme süresi üç aydır.” (Talak, 1,3); “Boşanan kadınlar kendi başlarına (evlenmeksizin) üç adet süresince beklerler.” (Bakara, 228)

Ayrıca iddiaların aksine, İslam hukukuna göre kadının da boşanma hakkı vardır. “İslamiyet’in, kadınlardan boşanma yetkisini aldığı iddiası yanlıştır. Bir kadın nikah esnasında ‘ismet’ denen hakkını korumayı şart koşarsa, hakkından faydalanmak için şeriatin hükmüne müracaat edilebilir.” (Hilal ve Haç Çekişmesi, Halil Halid, s.  202; Murat Bardakçı, Habertürk, 3.12.2017) İslam hukukuna göre kadın veya erkek, evlenirken bazı şeyleri şart koşabilir. (Pr. Dr. Bekir Topaloğlu, İslam’da kadın, s. 155; Mehmet Dikmen, İslam’da kadın hakları, s. 178; İslam’da kadın hakları, Komisyon, I/239, II/301) “Kadının şart koşma hakkına sahip olduğu hususlardan birisi de “Boşanma hakkı”nın kendi elinde olmasıdır. Buna ‘Tefviz-i talak’ denir.” (Ahmet Akgündüz, İslam Ve Osmanlı Hukuku Külliyatı, Dicle ünv. Hukuk Fak. Yay. Diyarbakır 1986, 205-206) “Bu yetki vermeye “tefviz-i talak” denirken bu yetkiyi alan hanımına da ‘mufavvaza’ denir.” (Muhammed Muhyiddin, el-Ahvalü’ş-Şahsiyyeti fi’ş-Şeriati’l-İslamiyeti, Mektebetü’l-İlmiye, s. 300) “Tefviz, kitap, sünnet ve icma ile sabittir.” (Nihat Dalgın, İslam hukukunda boşanma yetkisi, s. 81; Kurtubi, el-Cami, XIV/166; Kasani, Bedayi, III/118) ‘Erkeğin sahip olduğu boşama hak ve yetkisini hanımına vererek, boşanmayı onun irade ve isteğine bırakması.’ şeklinde tarif edilir ve vekaletten faklı bir tasarruf olup, bundan kocanın vazgeçme hakkı yoktur. (Ömer Nasuhi, Hukuk-i İslamiyye ve Istılah-ı Fıkhiyye Kamusu, II/177; İbn Rüşd, Ebu’l-Velid Muhammed b. Ahmed el-Hafid el-Kurtubi, Bidayetü’l-Müctehid ve’n-Nihayü’l-Muktesid, Daru’l-İbn Hazm, 1995, II/41, Kurtubi, Muhammed b. Ahmed b. Ebi Bekr, Ahkamu’l-Kur’an, XIV/170,  Buhari, Talak, 5, VI/165; Müslim, Talak, 4, II/1104; Ebu Davud, Talak, 12, II/653-654; Döndüren Hamdi, Delilleriyle Aile İlmihali, s.418-419) Yani “Koca, verdiği yetkiyi artık geri alamaz.” (İbn-i Abidin, Mehmed Zihni Efendi, Münakehat ve Müfarakat, 160; el-Fıkh ale’l-mezahibi’l-erbaaIV/370; İbnü’l-Hümam, Hethü’i-Kadir, III/99; M. Ebu Zehra, T. İslam, s. 99) Boşanma yetkisinin kadına devri, nikah akdinden önce yapılacağı gibi, nikah anında veya daha sonra da yapılabilir. (https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/837/bosama-yetkisinin-ese-veya-baskasina-devredilmesi-mumkun-mudur) ve bu şekilde elde ettiği yetkiyi istediği zaman kullanabilir. (el-Fetava’l-Hindiyye, I/423; İbni Abidin, Reddü’l-Muhtar, IV/551, 552, 573)

Ayrıca kadın Tefviz-i talak yapmasa bile, anlaşamadığı, fakat kendisini boşamak da istemeyen kocasından, kendine ait olan malı karşılığında boşanmak (Muhale’a) yoluyla da ayrılabilir. (H. Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, s: 311; Neylü’l-Evtar, VI/260) Geçimsizlik ve benzeri sebeplerle kadının, söz konusu nikahtan doğan haklarından vazgeçerek ayrılmayı istemesine yani muhale’a muamelesine tarihten bir örnek verelim: “Konya şehrinde Muhtar mahallesinde oturan Hasan kızı Amine adlı hanım, şer’i mahkemede muhâla’a yaptığı kocası Ahmed oğlu Suleyman adlı şahıs huzurunda şöyle ikrar ve beyanda bulundu: Adı geçen Süleyman’la güzel geçinemediğimiz için Süleyman’ın bana karşı borçlu bulunduğu mehri mueccelimden, iddet nafakamdan ve mesken masrafları hakkımdan vazgeçerek, sözü geçen Süleyman ile geçerli ve meşru olmak üzere karşılıklı rıza ile boşandı. Bundan böyle karı-kocalığa ait bütün dava ve taleplerden birbirimizin zimmetini umumi ibra ile ibra ve iskat eyledik. Birbirimizde hak ve alakamız kalmadı.” (Abdurrahman Kurt, Bursa Sicillerine Göre Osmanlı Ailesi, Bursa, 1998, s. 59; Konya Şer’iye Sicilleri, Mevlana Müzesi, No: B-17/60; Akgündüz/Hey’et, Şer’ye Sicilleri. I/278-283) “Klasik dönem Osmanlı Bursa’sında en fazla mahkeme kayıtlarına geçirilen boşanma şekli % 61.18 oranıyla muhala’adır. Onu % 34.21 ile bain talak izlemektedir. Muhala’a kadın talebiyle gerçekleşen bir boşanma şekli iken bain talakta boşama yetkisi tamamen erkeğin elindedir.” (Bursa Şer‘iyye Sicilleri, A 98, 194b; Saadet Maydaer, Klâsik Dönem Osmanlı Toplumunda Boşanma, Uludağ üniversitesi ilahiyat fakültesi dergisi Cilt: 16, Sayı: 1, 2007, s. 299-320) Görüldüğü gibi, zannedilenin aksine Osmanlı döneminde kadın hem boşanma hakkına sahiptir hem de bunu en fazla uygulayan kesimdir. Bunun dışında “Erkeğin gerçekten ciddi bir tehdit oluşturduğuna kanaat getirilirse ya da eşlerini eşit ve adil bir beraber zaman geçirme sunamıyorsa, bu durumda kadının da boşanma hakkı oluşur.” (Mirza Ebu Talep Han, Oksidentalizm, s. 346) 

“Türkiye’de milyonlarca kişi, eğitim programlarındaki geçmişi kötüleme hevesi yüzünden Medeni Kanun öncesindeki asırlarda kıyılan nikahların şimdikilerden tamamen farklı olduğunu, erkeklerin çoğunun dört kadın aldığını, canları istediğinde boşayıp yenileri ile değiştirebildiklerini, eski nikahlarda yaş sınırının bulunmadığını ve birçok kadına da aslında nikah yapılmadığını zannederler. Mecelle’nin ardından çıkartılan “Hukuk-ı Aile Nizamnamesi” ile evlilik hukuku daha bir zaptu rapt altına alınmıştır. Evlilik akdi, imamın önüne geçip “Aldım-kabul ettim” gibisinden sözlerin söylenmesinden ibaret değildi ve deftere kaydedilirdi. “Mihr” meselesi, yani kadının geleceğini güvence altına alan tazminat miktarı da yazılı olarak düzenlenirdi. Bu belge senet hükmünde idi, koca günün birinde eşini boşayacak olduğu takdirde önceden belirlenmiş mihri ödemeye mecburdu. Bundan otuz küsur sene önce bir yazı dizisi için Suudi Arabistan’a gitmiş ve bir hapishaneyi görmüştüm. İçeride hemen her suçtan mahkum vardı ama en fazla dikkatimi çeken mahkumlar, karısını boşayıp da mihrini ödeyemeyen kocalardı!  “Şer’iye sicili” denen ve bir kısmı yayınlanan Osmanlı mahkeme kayıtlarına baktığınızda aynı uygulamanın bizde de mevcut olduğunu, boşanma muameleleri için tutulan ‘seyyibe defterleri’nde bütün ayrıntıların yazıldığını görürsünüz. Çokeşlilik meselesi de geçmişte, şimdi zannedildiğinden farklıydı ve pek öyle yaygın değildi. Nüfus kayıtları ve şer’iye sicilleri üzerinde yapılan son araştırmalar neticesinde çıkartılan istatistikler, çokeşliliğin Osmanlı’da en yüksek olduğu dönemlerde bile yüzde beşi geçmediğini, üçüncü kadın alma oranının ise çok daha düşük ve bu ‘yüzde beşin yüzde onu’ civarında bulunduğunu göstermektedir. (Murat bardakçı, Habertürk, 31 Temmuz 2017)

İslam’a uygun boşanma en az üç ay sürer:

Birinci Ay: Boşanmak isteyen kadın ve erkek, kadıya/hakime giderler. Boşanmak istediklerini söylerler. Hâkim onlara bir ay mühlet verir ve ‘barışmalarını tavsiye’ eder. İkinci Ay: Eşler yine gelirlerse hakim onları yine gönderir. Ailelerinin çağırıp, onlara tavsiyelerde bulunmalarını ister. Bir ayda büyüklerinin nasihatleri ile geçer. Üçüncü Ay: Vazgeçmemişlerse hakim onlara; “Son bir ay, yine gelirseniz kesin boşanma kararı verilir.” der ve gönderir. Üçüncü ayın sonunda anlaşma olmazsa, boşanma vuku bulur. “Bakara 228. ayet bize boşanmış kadınların evlenmeksizin 3 ay hali boyunca beklemeleri gerektiğini bildirir. Bu süre zarfında barışmak isterlerse, kocalarının onlarla evlenebilir.” (Kemal Gürger, Ateizmin ve deizmin sorularına karşı İddialar ve izahlar, s. 106) Yani, “boşama durumu ortaya çıktığında eşler 3 aylık süre içinde ailelerine geri dönebilirler.” (Süleyman Ateş, İslam’a itirazlar ve Kur’an-ı Kerim’den cevaplar, s. 463)

“İslam aile hukukunda erkeğin boşama hakkı sınırsız olmadığı gibi tek yetkilide değildir. İslam aile hukukunda kadının da evliliği sona erdirme hakkını kullanabileceği tefvizü’t-talak, hul’/muhalea ve tefrik gibi çeşitler bulunmaktadır. Ancak kadının bu hakları teoriden çıkarılıp, pratiğe dökülmeli ve fiili olarak uygulanabilecek düzenlemeler yapılmalıdır.” (Ayten Erol, Fatma Gökalp, İslâm Aile Hukukunda Kadının Evliliğini Sona Erdirme Hakkı, Kalemname 7/13 (Haziran 2022), s. 29)

Görüldüğü gibi, ne ‘Boş ol’ deme ile bir anda boşanma vuku bulur ne de ‘İslam’da kadının boşanma hakkı yoktur’ iddiası doğrudur.  

Şahitlik

İddia edildiği gibi, İslam, kadının şahitliği kabul etmez veya kadını erkeğin yarısı mı kabul eder?

Hz. Ömer hutbesinde Müslümanlara, evlenirken mehri azaltmalarını söylemişti. Bir hanım itiraz edip, “Ey Ömer, bunu söylemeye hakkın yoktur!” demiş ve Kur’an-ı Kerim’den Nisa suresinin 20-21. ayetlerini delil göstermişti. Bunun üzerine Halife Ömer, “Allah’ım bağışla! Kadın, Ömer’i susturmuştur!” diyerek kendi görüşünden dönmüştü. (Beyhaki, es-Sünenü’l-Kübra, VII/233; Sa’d b. Mansur, Sünenu Sa’d b. Mansur, I/166-167; Kurtubi, Cami’ li Ahkami’l-Kur’an, V/99; İbn Hacer, el-Metalibü’I-aliye, II/4-5; Şevkani, Neylü`l-Evtar, VI/168; Heysemi, Mecmau`z-Zevaid,  IV/283¸İbn-i Kesir, Nisa, 20-21. ayetin tefsiri) Yine Hz. Ömer, kızı Hz. Hafsa’ya, kadınların kocalarından ne kadar süre ayrı kalabileceğini sormuş, kızının O’na verdiği cevaba uygun olarak, bu süreyi dört ay olarak belirlemiştir. İslam hukukunda erkeklerin vakıf olamayacağı ve tamamen kadınların ilgi sahası olan bekaret, evlilik, doğum, hayız, süt emzirme ve kadınlara ait hastalık gibi kadınlara özel hallerde, erkeğin değil, sadece tek kadının şahitliği yeter görülmüştür. (Serahsi, el-Mebsut, XVI/144; İbnu’l-Kayyım, et-Turuku’f-Hukmiyye, 79, 151-152; Mavsili, el-Ihtiyar, II/140; lbn Hazm, el-Mualla bi’l Asar, VIII/478, , el-Muhalla, VIII/478; İbn Kudame, el-Muğni, XII/16; Vehbe Zühayli, el-Fıkhul-İslam ve Edilletuhu, 6/572; Pr Dr. Bekir Topaloğlu, İslam’da Kadın, s. 246) Yani, “Erkeklerin muttali olmadıkları şeylerde kadınların şahitliği makbuldür.” (İbn Hazm,  el-Mualla bi’l Asar, Vlll/478; Cessas, Ahkamu’l-Kur’an, I/685; Serahsi, el-Mebsut, VI/114; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, VII/123) Hz. Peygamberin emzirme konusunda tek kadının şahitliğini kabul ettiği de bilinmektedir. (Rıza Savaş, Hz. Muhammed Devrinde Kadın, s. 271) Hz. Ömer boşanma konusunda yalnız başına kadınların şahitliğini, Hz. Ali de bir çocuğun öldürülmesinde şahit olan kadınların şehadetini kabul etmiştir. (İbn Hazm, el-Mualla bi’l Asar, IX/397-398) Ramazan hilalinin görülmesi konusunda kadın erkek şahitliğinde de bir ayırım yoktur. (İbn Hacer Askalani, Ahkâm Hadisleri, Buluğul Meram, II/415)  

Miras hukuku hakkındaki ayet, “Ey İman edenler” diye genel bir ifade ile başlar ve ayette cinsiyet ayırımı yapmadan” “İki adil şahit” istenir. (Maide, 106) Yine boşanan kadınlar konusunda da cinsiyet ayırımı yapılmaksızın ayet “İki adil şahit” arar. (Talak, 2) Zina konusunda da ayet “4 şahit” istenmekte  (Nur, 4, 13) ve cinsiyet belirtmemektedir. İzzet Derveze’de, ayette kadın erkek ayırımın yapılmadığına dikkat çeker. (İzzet et-Tefsîiru’l-Hadis, VI/91) ki zaten “Arap dilinde kural gereği, erkek ve bayanlara yapılan hitaplarda genelde fiillerin ve zamirlerin eril/müzekker şeklinde çekildiği bilinmekte ve buna ‘tağlip’ kuralı denmekte ve bu durum bütün müfessirlerce de kabul edilmektedir.” (Salih Akdemir, “Tarih Boyunca ve Kur’an’ı Kerim’de Kadın”, İslami Araştırmalar, V/267, s. 4, Ekim 1991) Bu dil kuralı aynen Fransızcada da bulunmakta, erkek kadın karışık topluma eril şekilde hitap edilmektedir.. Peygamberimiz de “Veli ve iki adaletli şahit olmadıkça nikah olmaz” (Ebu Davud, Nikâh, 19; Ayrıca,  Müslim, Adab 138) buyururken cinsiyet ayırımında bulunmamıştır. İbni Kayyım’da erkeklerin şahitlik yaptığı her konuda kadınların da onlarla birlikte şahitlik yapabileceğini söylemiştir. (Kayyım, et-Turukul-Hükmiyye, s. 205) Yine Hz. Peygamber, bir kadının evli çifti emzirdiğini belirtmesi üzerine, başka şahit olup olmadığını sordurmaksızın, ayrılmaları gerektiğini belirtmiş ve eşler ayrılmışlardır. (Buhari, Şehadat 14)

Göçebe yaşayan insanların şehir hayatını bilemeyecekleri, şehirlilerin arasındaki işlemlere, problemlere akıl erdiremeyecekleri gerekçesiyle (Şevkani, Neylü’l-Evtar, IX/188) peygamber efendimiz ‘Göçebenin şehirli hakkında şahitlik etmesi caiz değildir.’ (İbni Mace, Ahkâm 3; Ebu Davud, İkdiye 17)  buyurmuştur. Burada şahitliği kabul edilmeyen bir erkektir. Dolayısı ile ‘şahitlikten amaç adaletin tesis edilmesidir’ ve bu konuda cinsiyete değil, ‘o alanda bilgi sahibi olma, eğitim ve bilgi, beceri, ilgi duyma’ ile alakalıdır! “Bir genç bir bayanla evlenmek ister. Bir zenci kadın, “Ben ikinizi de emzirdim” der. Peygamberimiz, o kadının ifadesini esas alarak onların evlenmesine izin vermez. (Buhari, Nikâh, 23) Halbuki “burada bedevi erkek olduğu halde şahitliği kabul edilmezken, kadın olanınki kabul edilmiştir. (Hüseyin Çelik, Kur’an Ahkamının Değişmesi, s. 133) Ramazan hilalinin görülmesinde iki şahit şartı aranırken, kadın ve erkek ayrımı yapılmamıştır.” (Çelik, s.134) İnsanlar arasındaki renk, dil ve ırk farklılıklarını bir üstünlük aracı olarak değil de, bir zenginlik olarak gören İslam dini, neden bedeviyi küçültsün de şehirliyi yüceltsin? Veya kadını değersizleştirsin de erkeği değerli kılsın? Buradaki temel espri; söz konusu olan durum hakkında ‘bilgisi olup olmamak, konuya hakim olup olmamakla’ alakalıdır. Ayetten temel amaç, hakkın tesisidir.” (Çelik, s. 135)

Peygamberimizin “İki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk olması.” (Buhari, Hayz bab 6; Müslim, iman. Hadis no:l32) şeklinde bir hadis bulunmaktadır. Hadisler, Kur’an ayetlerinin açıklamalarıdır. Bu hadiste Bakara 282. ayetin açıklaması, pekiştiricisidir. Ayette mealen: “Ey iman edenler! Belirli bir zamana kadar birbirinize ‘borçlandığınız zaman’ onu yazın. Bunu, aranızda bir katip doğru olarak yazsın. Erkeklerinizden iki de şahit tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa, şahitlerden kendilerine güvendiğiniz bir erkek ve -biri unutunca diğerinin hatırlatması için- iki kadın yeter.” buyurulmaktadır. Ayet bir bütün olarak ele alındığında, ayetin genel olarak şahitliği düzenleyen genel bir hüküm koymadığı, ayet-i kerimedeki hükmün vadeli borçlanmalarla (Hüseyin Hatemi, Modern Mahrem ve İslam’ın Kadına Bakışı, İslami Araştırmalar, V/331; Reşit Rıza, el-Menâr, III/120) alakalı olduğu görülmektedir.

Vadeli borçlar konusundaki şahitlik, özel sosyal şartlara ve o dönemdeki mevcut olguya yönelik bir düzenlemeyi içermektedir. O dönemde sosyal hayat içerisinde bulunmayan kadınların ticari konularda bilgi ve becerilerinin olmaması doğaldı. Günümüzde “pozitif ayırımcılık” adı altında kadınlara yönelik yapılan bazı yasal düzenlemeler nasıl ki kadın erkek ayrımcılığı anlamında anlaşılmıyorsa, efendimiz döneminde de kadınların ilgi alanları dışında bulunan ticaretin borçlar hukuku bölümü ile ilgili bu hükümde kadınları ilgi alanları dışında olan bir konuda sorumluluktan uzak tutmakta, kadınları yükümlülük altına almayıp onlara bu konuda esnek bir alan bırakmaktadır. İslam, bir erkeğin şahitliği esnasında kendisine yüklenen sorumluluğu, o dönemde kadınların ilgi alanları dışındaki bir konu olan vadeli borçlar konusunda bir kadına yüklememiş ve bu yükümlülüğü iki kadın arasında paylaştırmıştır. Dönemin şartları ile ilgili yorumlara kısaca bir bakalım: “Cahiliye döneminde kocası ölen, çalışamaz durumda olan ya da başka türlü geçim imkanı kalmayınca kadınlar çalışabilmekte idiler. O dönemde bir elin parmağını geçmeyen tüccar kadınlar vardı. Onlar da işlerini kendileri yapmıyor başkalarına yaptırıyorlardı. Kadınların iş hayatına sokulmadığı  bir ortamda, kadınların şahit olduğu bir olayı tüm yönleri ile idrak edebilmesi mümkün müdür? Bir doktor, kick box maçında hakem olabilir mi? Bu durum onu, değersiz kılar mı? Mesele, kadın erkek meselesi değil, bilen, olayın içinde olan veya olmayan meselesidir.” (Ahmet Bayraktar, Ateizmus 1, s.49-51) “Kadınların o günün şartlarında genelde sosyal hayatla, özelde ise ticaret işleriyle fazlaca ilgilenmedikleri bilinen bir gerçektir. Ayetten bir hükme ulaşılırken, dönemin sosyal şartları, bireylerin okuma yazma oranları, kadının sosyal hayattaki konumu, alış-veriş ve borç işlemleri ile kadınların ne kadar ilgilendikleri gibi durumlar göz ardı edilmemelidir. Ayetin, vahyin nazil olduğu dönemdeki sosyal hayatın şartlarını dikkate alarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Ayetin, o günün kadınlarının genel özellikleri icabı ticaret ve borçlar konusunda pratiklerinin olmayışı ile yakından ilgili olsa gerektir. Unutma kadınlarla ilgili genel bir durum olsaydı, bu öncelikle din bilimlerinde çok önemli bir alan olan hadis rivayetlerinde, yani Peygamber sözlerinin tespit edilmesi olayında dikkate alınırdı. Halbuki bu alanda kadınların şahitliğinden hiç şüphe edilmemiştir.” (Hadi Sağlam, Naslardaki şahitlikle ilgili düzenlemelerin islam hukukuna yansımaları ışığında kadınların şahitliğinin değerlendirilmesi, Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sergisi, 2008, s. 360-399) O dönemde kadınlar  ticaretle direk ilgilenmiyordu. Hatta Hz. Hatice bile  kendi  ticari işlerini erkeklere yaptırıyordu! “O dönemde kadın ticari işlere aşina değildi.” (Prof. Muhsin Demirci, Kur’an ve Tefsir, s. 39) Kadınlara her türlü hakların sonuna kadar verildiği günümüzde, ‘Girişimcilerinin ve iş dünyası yöneticilerinin oluşturduğu gönüllü bir sivil toplum kuruluşu’ olan TÜSİAD’ın “Yönetim kurulu üyelerinin %19’unun kadın.” (TÜSİAD Kadın-Erkek Eşitliği Çalışma Grubu Başkanı Nur Ger’in “Cinsiyet Eşitliği ve Kalkınma” Konulu Açılış Konuşması, Erzurum, 10.11.2012) olması aslında, bu alanın hala kadınların ilgi alanlarının dışında olduğunu da göstermektedir.

“İslam’ın kadına ekonomik konularla uğraşmasını onaylamasına rağmen kadının asıl görevinin sosyal içerikli olduğunu dikkate almalıyız. Kadının mali konularda insanlar arasında dava konusu olacak meselelerde şahitlik etmesi, ender görülen bir meseledir. Mesele, kadının şerefli olup olamaması, kadına değer verilip verilmemesi, kadının şahitliğe ehil görülüp görülmemesi değildir. Bilakis mesele, yapılan şahitlikle karar vermekte titiz davranıp tedbirli olmak meselesidir. Her adaletli sistemin ısrarla üzerinde durduğu şeyde budur.” (Dr. Sibahi, Elmer’etü Beyn’el Fıkh-ı Vel’Kanun, s. 31) Prof. Muhammed Kutup’ta bu konuda şöyle demektedir: “İslam hukukunda iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliği gibi sayılması, kadının erkeğin yarısı olduğunu göstermez. Bu, şahitliğin güvenilir olmasını bütünüyle garantiye almak demektir. Şahitlik, suçlanan kişinin lehinde olsa da aleyhinde olsa da bu böyledir. Nitekim kadının uzmanı olduğu, kadınlarla ilgili meselelerde tek bir bayanın şahitliği geçerlidir.” (İslam’ın etrafındaki şüpheler, Prof. Muhammed Kutup, s. 126, 127)

“Kadın bu bakımdan da ikinci sınıf ve dereceden bir insan olarak algılanmadığı içindir ki, ayette “erkek bulunmadığı takdirde” denilmemiş, erkek bulunsa bile kadınların tanıklığı kabul edilmiştir. Ayetin ifadesine dikkat edildiğinde anlaşılacağı üzere iki kadının şahitliğinde tanıklık eden yine bir kadındır; yani şahitlik için gerekli sayı doldurma bakımından bir kadın, bir erkek gibidir. Diğer kadının işi, hemcinsinin unutması veya yanılması halinde ona hatırlatmaktan, hatırlamasına yardımcı olmaktan ibarettir.” (Kur’an Yolu Tefsiri, I/448; Şirbini, Muğni’l-muhtac, IV/441) Roger Garaudy, Bakara 282. ayetteki hükmü, kadınların sosyal hayata katılmamaları, tecrübe bakımından eksik olmamalarına bağlamaktadır. Hüseyin Hatemi’de, kadınların iş hayatı ile ilgilenmediklerinin altını çizmektedir. (Garaudy, İslam ve insanlığın geleceği, s. 192; Hatemi, İlahi Hikmette kadın, s. 48; Tarih boyunca ve Kur’anı Kerim’de kadın, İslami araştırmalar, V/266)

Zaten “Yazılı ve imzalı şahitlik yaygın hale gelince şaşırma gibi durumlar ortadan kalkar ve ayet bu manadaki şahitliği kapsamaz.” (İslam’da kadın hakları, Komisyon, Rehber yay. I/310) Günümüzde  ekonomi  özel ilgi alanına giren -ekonomi  alanında eğitim gören, bu konuda uzmanlaşan- kadınlar için, “Unutma ve ilgi  alanı olup olmama” şeklindeki ayetin illeti/sebebi, temel hareket noktası kendiliğinden ortadan kalkmaktadır. Sebep/illet ortadan kalkınca  hükmünde kalkacağı açıktır ki bu konuya İslam alimleri de tarihte dikkat çekmiştir. Mesela, Malik ve Ahmed b. Hanbel, “kadın ticaretle ilgili konuları bilir, onları iyi kavrayıp borcunu belgelendiren biri haline geldiğinde, onun vereceği haberle maksat hasıl olur, tıpkı sika/güvenilir kadının dini konulardaki vereceği haberlerle amel edildiği gibi.” demektedirler. (İbnü’l-Kayyım, İ’lamu’l-muvakkıin, I/75) Zaten peygamber efendimizde Hudeybiye anlaşması esnasında karşılaştığı bir sorun üzerine eşi Ümmü Seleme’nin önerisini aynen kabul edip uygulamış ve olumlu sonuçta almıştır. (Hasan İbrahim Hasan, İslam Tarihi, I/172)

O dönemde kadınların ilgi alanlarının dışındaki ‘vadeli borçlar’ konusundaki bu istisnai  hükmü genelleştirmek bizleri yanlış sonuçlara götürür. İslam, kadınların ilgi alanları olmayan borçlar hukukunda şahit olarak bir kadının yanında ikinci bir kadını hatırlatması için hazır olmasını şart koşarken, kadınların ilgi alanı olan konularda sadece kadınları şahitliğini kabul etmiştir. Dolayısı ile konu cinsiyet meselesi değil, söz konusu alan ile alakadar olunup olunmaması, ilgi alanına girip girmemesiyle alakalıdır. Geri kalan, had cezaları gibi konularda dahil olmak üzere tüm konu ve yorumlar içtihat konusu olup, zamanın şartlarına göre devlet başkanının da alacağı ‘maslahat’ çerçevesindeki kararlarla belirlenecektir!

Kadın Dövülür mü?

İslam kadını dövme meselesini ortaya çıkarmadığı gibi, pek çok yönden bu fiili önlemeye çalışmıştır. (Müslim, Rada, 61; Ebu Davud, Nikah, 40-41;Ebu Davud, Nikâh, 42; İbni Mace, Nikah, 51; İbn Sa’d, 8/204; Tirmizi, Tefsir Tevbe, 3087; Tirmizi, Rada, 11; Ebu Dâvud, Sünnet, 15; İbni Mâce, Nikah, 50; Tirmizî, İman 6; Hanbel, 6/47-99) Ayetlerin açıklayıcısı ve uygulayıcısı olan Hz Muhammed aleyhisselam hayatında hiçbir zaman eşlerini darb etmemiş, dövmemiştir!  

Hz. Aişe, Rasulullah’in ne hanımlarına (Müslim, Fezail, 79) ne hizmetçilere (İbni Sa’d, Tabakat, X/193) ne de hayvanlara (Müslim, Fedail, 79) vurmadığını, hiç bir kimseyi dövmediğini bizlere haber vermektedir. (Ahmed, Müsned, IV/31) Peygamberimiz, “Hanımlarını dövenler, şüphe yok ki sizin hayırlınız değildir.” (Ebu Davud, Nikâh, 42; İbni Mace, Nikâh, 51.İbn-i Sad, Tabakat, 8/204; et-Tebrizi, Mişkâtü’l-Mesabih, II/204) buyurmuştur. Fatıma binti Kays anlatmaktadır: “Allah Resûlü’ne gittim ve Ebu Cehm ve Muaviye bana evlilik teklifinde bulundular’ dedim. Allah Resulü, Muaviye çok fakir, Ebu Cehm ise kadınları döver’ buyurdu.” (Müslim, Talâk, bab 6, 47, 1480, s. 569; İbni Mace, Sünen, Kitabun-nikah, 1869) Görüldüğü gibi peygamber efendimiz kadınların dövülmesine karşı olduğu gibi, evlenecek kadınları da bu konuda dikkatli olmaları konusunda uyarmaktadır. “Kadınları, ancak kötüleriniz döver.” (İbn Sa’d, VIII204); “Kadınları dövenler, hayırlı adamlar değildir.” (Müsned, Ibn-i Riyazu’s-Salihin, I/320); “Sizin en hayırlılarınız, eşlerini asla dövmeyenlerinizdir.” (Şafi, el-Ümm, V/194; Ebu Şeybe, Musannef, VIII/368; Hâkim, Müstedrek, Nikah, II/208; Beyhaki, Sünen, VII/127); “Hanımınıza yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, ‘onları dövmeyin’, onlara ‘çirkin’ demeyin, fena söz söylemeyin.” (Müslim, IV/385; Ebu Davud, Nikah, 40-41); “Mümin bir erkek, mümin bir kadına kızıp darılmasın.” (Müslim, II/1091) buyuran Efendimiz ayrıca, “Kadınlara iyi muameleden başka bir hakkınız yoktur.” (Tirmizi, Tefsir Tevbe, 3087) diye erkekleri yönlendirmekte ve “Mü’minlerin iman bakımından en mükemmeli, huyu en iyi olanıdır. Hayırlınız, kadınlarına karşı hayırlı olanlardır.” (Tirmizi, Radâ`, 11; Ebu Dâvud, Sünnet, 15; İbni Mâce, Nikâh, 50); “Sizin en hayırlınız, kadınlarına karşı iyi davrananlardır.” (Tirmizi, İman 6; Hanbel, 6/47-99); “Allah sizden; kadınlara karşı iyi ve hayırlı olmanızı ister; çünkü onlar, sizin analarınız, kızlarınız veya teyzelerinizdir.” (Camiu’s-Sağir, s.78, Hadis 1647); “Kadına, ancak asalet ve şeref sahibi kimseler değer verir. Onları hor gören ve onlara ihanet edense, kötü ve aşağılık kimselerdir.” (Câmiü’s-Sağir, 2/2129) gibi hadisleri ile kadınlara iyi davranılması gerektiğini ümmetine emretmektedir.

Peki, İslam’da kadının dövülmesine izin verildiği iddiası nereden çıkmaktadır?

Nisa suresi 34. ayet: “Saliha kadınlar Allah’a itaatkardır; Allah’ın korumasına uygun olarak, kimsenin görmediği durumlarda da kendilerini korurlar. ‘Nüşuz’undan endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları ‘darbedin’ Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.”

Ayette tartışma konusu yapılan iki kavram vardır: ‘Nüşuz’ ve ‘darb.’ Nüşuz nedir, darb nedir? İslam kadınların dövülmesine izin mi istemektedir? Ayetlerin pratiğe dönük uygulayıcısı olan efendimiz bunun tam tersini ümmetinden istediğine göre darb kelimesinden maksat nedir?

Önce ‘nüşuz’ kelimesinin anlamı üzerinde duralım.

Nisa 34. ayetin başında, nüşuz eden kadının tam tersi olan salih olan kadının özellikleri anlatılır. (Suat Erdoğan, İslam Aile Hukukunda Şiddetli Geçimsizlik (Şikak) Durumunda Hakem Tayini ve Tayin Edilen Hakemlerin Yetkileri. Düzce Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1(2),s. 45-57) Ayet bize nüşuzun ne demek olduğunu, salihin tanımını yaparak öğretmektedir. Buna göre nüşuz, saliha kadının tam tersidir yani kocasının korunması gereken şeylerini (iffetini, namusunu, şerefini) sadakatsizce başkalarına açan kadındır. Birçok alimde nüşuz kelimesine bu anlamı vermektedir:

Nüşuz; “Flörtten başlayarak gayrimeşru cinsel ilişkiye kadar uzanan sadakatsizlik ve iffetsizlik.” (Metin Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 133); “Serkeşlik; ahlaksızlık etmek.” (Firüzabadi, Besair, V/56; İbn-i Manzur, Lisan, XIV/43); ‘Sadakatsizlik ve iffetsizlik’ (Yaşar Nuri Öztürk, Meal, Nisa, 34); “yüz kızartıcı suçlar işlemek” (Molla Musa Celali, Ateist İtirazlara Cevaplar, s. 33); ‘Serkeşlik’ (Seyyid Kutub, Meal, Nisa, 34; Bayraktar Bayraklı, Meal, Nisa, 34; Hasan Basri Çantay, Meal, Nisa, 34); “Kadının kocasında değil başka birinde gözünün olması” (Ebü’l-Kasım Hüseyin b. Muhammed b. Mufaddal Ragıb Isfahani, Muʽcemu müfredati elfazi’l-Kur’an, s. 638); İbni Aşur: “Kadının kötü huylu olması veya bir başkasında gönlün olması.” (Şiddet karşısında İslam, Komisyon, DİB, s. 151) şeklinde açıklanmıştır ki tüm bunlar ahlaki zafiyetlere işaret etmektedir.

Ahlaki zafiyet gösteren (nüşuz sorunu başgösteren) kadınlara önce öğüt verilmesini isteyen ayet-i kerime, bunun işe yaramadığı durumda ayrılmanın ön hazırlığı olan ayrı yataklarda yatıp, kadının iç dünyasında olayı değerlendirmesi için ortam hazırlanmasını istemekte, bunun da işe yaramadığı durumlarda ise, kadının kötü yola düşüp hem kadının kendisi, hem de aile ve dolayısı ile toplumun zararına olacak kötü sonuca engel olmak için onların ‘darbedilmesini’ tavsiye etmektedir.

Peki ‘Drb’ kelimesi ne anlama gelmektedir? Bu kelimenin iki şekilde yorumu yapılmaktadır.

Birinci yorumda, ‘Drb’ fiiline, ‘dövmek’ anlamı verilmektedir: Darabe fiiline dövmek anlamı veren alimler bile bu fiili, ‘vurma, zarar verme’ şeklinde anlamamış; tamamen sembolik anlamda kabul etmişlerdir.

Bu fiil, “Evlilik birliğini doğrudan doğruya veya dolaylı şekilde yıkmaya kalkışması durumuna özeldir. Bunun dışında erkeğin, kadını dövmeye hakkı yoktur. Üstelik bu konularda da erkek, hafif bir biçimde dövmenin fayda vermeyeceğini tahmin etmesi durumunda, yine kadını dövemez. Çünkü amaç kadını dövmek değil (Kadınları dövenler, hayırlı adamlar değildir.” Riyazu’s-Salihin, I/320 gibi hadisler buna delildir), ısrar ettiği çirkin davranıştan onu döndürmek ve boşanmakla meydana gelecek aile facialarının kötü sonuçlarından onu korumaktır.” (Bekir Topaloğlu, İslam’da Kadın, s. 79) “İkinci nesil alimlerden Ata, namusu lekeleyecek bir davranışta bulunmayan kadının dövülemeyeceğini ifade etmiştir.” (Soner Duman, Allah’ım sorularım bitmedi, s. 228)

Peki, dövmek fiili pratiğe nasıl aktarılır?

Öncelikle dövme anlamını veren tüm alimlerin ortak noktası, dövmeyi “Hafifçe vurmak” (Taberi, Camiu’l-Beyâan, V/67; İbn Kesir, Tefsir, 4/26; Razi, Tefsir, 10/75; Beyzavi, Tefsir, II/85; Muhyissünne Ebû Muhammed el-Hüseyin b. Mesʽud Begavi, Tefsir, I/423; Nesefî, Tefsir, I/251; Zemahşeri, Keşşâf, II/70; Şevkani, Tefsir, I/532) şeklinde anlamalarıdır. Bu fiil, “Bükülmüş mendil gibi bir şeyle.” (Razi, Tefsiri-Kebir, Nisa, 34); “Etki ve iz bırakmayacak, kemiğini kırmayacak, herhangi bir uzvunu çirkinleştirmeyecek, dürtmek ve benzeri şekilde.” (Kurtubi Tefsiri, Nisa, 34); “Bir demet ot-çöple.” (Ahmet Tekin, Meal, Nisa, 34); “İbni Abbas ve Ata, ‘misvak ile’ (Taberi, Camiul Beyan, V/68; Taberi, Camiu’l-Beyan, VIII/314; İbn Ebi Hatim, Tefsir, III/943-944; Cessas, II/189; İbn Atıyye, II/48); “Yaralayıp berelemeden, cilde zarar vermeden, kanatmadan, incitmeden bir temas ve dokunuşla” (Alusi, Ruhu’l-Meani, V/25) şeklinde gerçekleştirilir ki, tüm bu yorumlar kaynağı Sad 44. ayetten almaktadır. Hz Eyüp (as), kendisine asi olan hanımını dövmeye yemin eder.  İyileşince Allah O’na ayet indirir: “Eline bir çimen sapı al ve onunla vur.” (Sad, 44) Bu ayette de, Nisa 34. ayetteki ‘drb’ fiili geçmektedir. Görüldüğü gibi vurma fiili tamamen sembolik (Kur’an Yolu, Sad 44. ayet meali) kabul edilmiş ve bu şekilde uygulanması istenmiştir.

Şafi mezhebinde esas olan görüş, nüşuz olsa bile dövmenin terkedilmesinin daha evla olduğudur. (Azimabadi, Avnü’l-maʽbûd, VI/128; Azizi, es-Siracü’l-münîr şerhu’l-Câmii’s-sağir, I/17) İmam Buhari, Nikah bölümünde “Kadını Dövmenin Çirkinliği” isimli bir bab açarak bu konudaki kanaatini de ortaya koymuştur. (Buhari, Nikah, 93)

Kısaca Kur’an, kadınların ailenin devamına engel olacak ahlaki zafiyet göstermeleri halinde üç aşamalı, toplumun temeli olan aileyi kurtarma operasyonundan bahsetmektedir. “Ayette geçen dövmenin normal koşullarla ilgili olmadığı, özellikle ciddi sorunlar yaşayan, dağılma sürecindeki aileyi kurtarma dönük bir durum olduğu ortadadır. (Prof. Adnan Demircan, Siyer Konusunda Bilinmesi Gereken 88 Soru, s. 301) “Amaç aile kurumunu kurtarmaktır.” (Prof. Muhsin Demirci, Kur’an ve Tefsir, s. 50)  

Kadına önce eşince nasihat edilir, adının kötüye çıkacağından, çocuğunun anne şefkatinden mahrum kalacağından, ailenin dağılacağından bahsedilir ve kadının olaya daha geniş açıdan bakması sağlanmaya çalışılır. Bu işe yaramazsa yatakların ayrılmasına sıra gelir. Kadın tek başına bırakılır, kendi ile hesaplaşmaya girmesine imkan verilir. Kadına düşünme, hatasını anlama, iç hesaplaşma ortamı sağlanır. Bu da işe yaramazsa, hem kadının bizzat kendisinin geleceği, hem erkek hem çocuk kısaca ailenin devamı için, dövmek amacıyla değil, kötülüğe meyleden nefsinin kırılması için, beklide ot  sapı ile kadın incitilir. Yoksa “Dövme, semboliktir. Kesinlikle yaralama, iz bırakma olmamalıdır.” (Kurtubi, Cami, VI/285) Bu aşama da işe yaramazsa mahkeme safhasına gelinir. Yoksa İslam, yemeğin tuzu,  elbisenin ütüsü gibi sebeplerden kadının dövülmesine asla izin vermez ki, efendimizin hayatı da  bunun açık delilidir. (Müslim, Fezail, 79; İbn Hacer, el-İsabe, VIII/218)

Bazı kadınlar da vardır, söz bazen yetersiz kalır. İdare edilmek istenirler, biraz sert erkeklerden hoşlanırlar: “Kadınlar gücü sever derler ama bazı kadınlar dayak yemekten hoşlanır. Bir sürü kaşınan kadın var.” (Pakize Suda, Habertürk, 3.4.2010); Demet Akalın: “İki tokat atsa boşanmazdık. İncir çekirdeğini doldurmayacak şeylerden kavga çıktı. Genelde çıbanbaşı benim. Zor bir kadınım. Problemler benden çıkıyor. Oğuz’un benden tek bir isteği vardı; İstanbul’da sahneye çıkmamı istemiyordu. ‘Huzurumuz bozulur’ diye düşünüyordu ki ‘haklıydı’ da. Sonunda ‘sözüne geldim’ ama Oğuz’un. Belki iki tokat atsaydı otururdum. Ama Oğuz böyle biri, hayatta yapmaz. Kavga ederken bile sesini yükseltmez. Boşanalım dediğin de bağırıp, çağırsaydı, ben dururdum. Biraz maçoluk istiyorum.” (Hürriyet, 15 Mart 2007); Calvin C. Hernton,Amerika’da cinsiyet ve ırkçılık kitabının 51. sayfasında, bazı kadınların kendilerine kaba ve sert davranan erkeklerden hoşlandığını, daha sonra bu kadınların kuzu gibi sakinleştiğini belirtir ve eşinden ayrılan bir kadının da, “Eski eşimi arıyorum. Öteki erkekler hanım evladı gibi davranıyorlar; çok uysal duruyorlar.” dediğini aktarır. “Kadınlar kendilerine başeğen zayıf adamları sevmezler.” (Pr. Dr Mazhar Osman, Tababet-i Ruhiyye, II/258); Fars haber ajansının verdiği haber göre, Tahran’da aile mahkemesine başvuran 24 yaşındaki bir kadın, dilekçesinde, “Eşim çok iyi huyludur halbuki ben şiddet uygulamasını istiyorum, eğer bunu yapmazsa kendisinden ayrılmak istiyorum” diyerek şikayetçi olur. 28 yaşındaki koca ise mahkemeye gelerek, “Ben karımı çok seviyorum, o yüzden kendisine şiddet uygulamıyorum. Ona nazik davranıyorum ve şiddet uygulamak için bir neden yoktur.” diyerek savunma yapar. Kocasının bu tavrından dolayı ayrılmakta ısrar eden kadın, eşini ikna etmeyi başarır. Koca, mahkemeye verdiği taahhütte eşine şiddet uygulayacağını kabul eder. (Milliyet, 22 05.2010)

İşin garabet yönü, “sevişirim evlenmem; hamile kalırım doğurmam” diyen ve aile kurumuna karşı olup, “cinsel özgürlük, fantezi” adı altında kamçı ile dayak yemekten zevk alanların, cinsel tercih adın altında, “Swinger, teşhirci, fetişist, pedofili, mazoşizm, sadizm, röntgenci, eşcinsel, zoofili, ensest, coprophilia” vb. sapıklıkları normal görenlerin bu ayete karşı çıkmalarıdır! Çünkü amaçları kadın hakları değildir! Savundukları sistemde kadın onurunun (!) ne kadar olduğunun delillerine şu yazılarımızdan ulaşılabilir: ‘Dinsiz ahlak olur mu?’; ‘Modernizm ve kadın’ve ‘Batı medeniyeti.’

İkinci yorumda ise, ‘Drb’ fiilinin diğer anlamı olan, ‘uzaklaştırma’ manası verilir:

Efendimiz Hz Aişe ile ilgili ifk olayında onu dövmeyip babasının evine göndermesinden ve ‘Eşlerini dövenler sizin hayırlılarınız değildir.’ Mealindeki birçok hadislerinden  (Ebu Davud, “Nikah”, 41; İbn Mace, “Nikah” 5; Darimi, “Nikah”, 34; Muhammed b. Hibban b. Ahmed etTemimi el-Büsti İbn Hibban, Sahihu İbn Hibban, bi tertibi İbn Bülban, IX/499; Ebu Abdullah Muhammed b. Abdullah Hakim, el-Müstedrek ale’s-Sahihayn, II/205; İbn Kesir, Tefsir, IV/27-28) hareketle “eşinizden geçici süre ayrılınız” anlamı verenler (Bayraktar Bayraklı, Y. Nuri Öztürk, Nisa, 34) bulunmaktadır.

Arapların ünlü sözlüğü, ‘Lisanu’l Arab’ta, -darabe- kelimesinin, bu ayetteki gibi, ‘harf-i cersiz’ kullanımına şu örnek verilir: Zaman aramıza darb etti, Yani bizi birbirimizden ‘uzaklaştırdı.’

(Darabe) kelimesinin Kur’an’da “sefere çıkmak, bir yerden bir süreliğine ayrılmak, açmak, ayırmak” anlamında kullanıldığı yerler (Nisa, 101; Taha, 77) vardır. “Ayette geçen ‘ve’dribuhunne’ kelimesi  sözlükte (Drb) kökü mastar olarak “vurmak, dövmek, yapmak, bırakmak, ayrılmak, göstermek, etmek, eylemek, koymak” vb. birçok anlama gelir. (Nşz) fiili ise “yükselmek, şişmek, ortaya çıkmak, meydana gelmek, ayağa kalkmak, normalin dışına çıkmak, isyan etmek, karı-koca birbirine karşı gelip kavgaya meydan vermek” manalarına gelmektedir. Bu Türkçede aile mahkemelerinde sıkça kullanılan ve boşanma nedenleri arasında sayılan ‘şiddetli geçimsizlik’leaynı manayı çağrıştırır. Burada kadından kaynaklanan şiddetli geçimsizliğin kastedildiği anlaşılır. Kadının bu dik başlılığı; flörtten zinaya dek uzanan bir anlamı içinde barındırır. “Bize her konuda örnek olan peygamberimiz, İfk olayı (Detay, ‘İfk olayı’ adlı yazımızda) olduğunda Hz Aişe’yi dövmek şöyle dursun, ona kötü bir söz bile söylememiş, sadece araya mesafe koymuştur.” (H. Kemal Gürger, Ateizmin ve deizmin sorularına karşı İddialar ve izahlar, s. 108) 

‘Bu ayetten sonra’ ne gibi gelişmelerin olduğuna baktığımızda, bizzat Hz. Peygamber’in ömrü boyunca evli olduğu hanımlara tek bir kez bile el kaldırdığını göremiyoruz. Bir ara hanımlarıyla sorun yaşayınca önce onlarla konuşmuş, sonra yatağını ayırmış ve bir müddet (iki ay kadar) onlardan ayrılmıştır. Sonra anlaşma sağlanınca tekrar dönmüştür. Ayetin sıralamasına da uygun olan ve kelimenin birkaç anlamında birini de içeren ‘Ayrılmak, bir müddet ayrılma, ayrı kalma’  (boşanma değil; henüz boşanma yok) anlamlarını Efendimiz bizzat kendi hayatında tatbik etmiştir. Üstelik dövmenin hiçte hayırlı bir şey olmadığını söyleyen yığınla rivayet ve görüş varken, bu anlamı neden gözardı edilebilmektedir? Bizzat Hz. Peygamberin kendisi ‘bir müddet ayrılma’yı zaten uygulamışken hemde! Hiçbir zaman hanımlarına tek bir “fiske” bile vurmamışken! Yani ayet, ‘Konuşun, anlaşın.’ Olmazsa (ev içinde) ‘yatakları/odaları ayırın.’ O da olmazsa ‘bir müddet (evleri) ayırın.’ O da olmazsa ‘hakemler çağırın.’ O da olmazsa boşanın, onu da iki ile sınırlandırın, üçüncü bir geri dönme hakkınızı (İhsan Eliaçık, 11.10.2011) da kaybetmeyin. İslam hukuk profesörü Hayrettin Karaman, Cessas’ı (II/188; Ebu Bekir İbnü’l-Arabi, Ahkamu’l-Kur’an, I/415) kaynak göstererek, kadının dövülmesinin sünnete uygun olmadığını ifade etmektedir. (Yeni şafak, 22.08.2010) Namık Kemal Zeybek’te aynı görüşü savunmaktadır: “Zinada bile ceza 100 kere celde (küçük değnek) ile vurmak iken, burada sınırı belli olmayan vurma olamaz. İslam Ceza Hukuku’nda “bizzat cezalandırma” yoktur. Bu konuda da olamaz. Cezayı ancak ‘kamu kurumları’ verebilir. İslam Peygamberi ‘Kadınlarınızı dövmeyin; dövdüğünüz kadının koynuna nasıl girersiniz’ derken Kur’an-ı Kerim’de “dövün” emri olamaz. Kur’an-ı Kerim “dövün” demişse Peygamber nasıl ‘dövmeyin’ diyebilir?” (N. K. Zeybek, Posta, 11 Ekim 2010)

Üç aşamalı bu kadın/aile/toplumu koruma metodunun son aşamasının nasıl olacağını belki de en iyi, eşini daha iyi tanıyan kadının kocası bilebilir. Çünkü kadın mizaçları da farklı farklıdır. Ama hangi anlamda kabul edilirse edilsin amaç asla kadın düşmanlığı değil, öncelikle kadın onurunu korunması, geleceğinin garanti altına alınması olduğu unutulmamalıdır!

Mevzu/uydurma hadislerde kadın

Peygamber efendimizin sözlerine hadis denir. Mevzu hadis ise, şahsi, siyasi, mezhebi amaçlara ulaşmak için peygamberimizin ağzından uydurulan, Hz. Resul’ün söylemediği halde kendisine atfedilen sözlerdir. Uydurma/mevzu hadisler genellikle siyasi görüşler, ırkçılık, mezhepler konularında olmaktadır. Aşağıda görüleceği gibi, İslam alimleri tüm mevzu hadisleri tek tek araştırıp bulmuş ve haklarındaki hükümleri de kendi kitaplarında tek tek belirtmişlerdir. Ama onların bu çalışmalarından habersiz gözüken ateist ve oryantalistler bu sözleri hadis olarak topluma lanse etmekte ve İslam’a saldırı için bir vasıta olarak kullanmaktadır.

“Kadınlarla istişare edin, onlara danışın ve onların söylediklerinin zıttını yapın” Sehavi ve İbn-i Arrak hadisi merfu (Peygamber sözü) olarak görmezler. Ebu Hatim, İbn-i Adıyy, İbn-i Cevzi, İbn-i Hıbban, Aliyyul Kari, İmamı Şevkani  hadisin uydurma olduğu görüşündedirler. (El- Makasıdu’l-Hasene, 248; Tezkiretu’l-Mevzuat, 128; Tenzihuş Şeria, II/204; Silsiletu’-Ehadis, 432; el-Kari, el-Esraru’l Merfua filahbaril- Merfua, 226, 257; el-Fevaidul Mecmua fi’l Ehadisil mevzua, 130) Hadisin aslı yoktur. (Acluni, Keşfu’l-Hafa 2II/3; Geniş bilgi için, bk. Münavi, IV262-263) Kur’an’a baktığımızda zaten bu konuda bir soru olmadığı ortadadır: “Ana-baba aralarında istişare ederek ve anlaşarak sütten kesmek isterlerse ikisine de sorumluluk yoktur.” (Bakara, 233) ayeti; Hz. Şuayb Peygamber’e kızı tarafından yapılan teklif ve bu teklife uyması(Kasas, 26) Ayrıca, Hz. Resul’ün Ümmü Seleme ile istişarede de bulunması ve teklifini aynen uygulaması (Sehavi, Makasıdu’l-Hasene, 585; Elbani, Silsile, 436; Acluni, Keşfu’l-Hafa, II/3; Vakidi, K. Megazi, 613; İbn-i Sad, Tabakat, 98; Abdurrezzak, Musannef, V/326; Vâkıdi, Meğazi, II/613; Asım Köksal, VI//214); İlk vahiy geldiği zaman Resulullah’ın Hz. Hatice’ye konuyu açması ve Onun Resulullah’ı teskin ve tesellisi etmesi (Buhari, Bed’ül-Vahy 1); Kızı Zeyneb’in Ebu’l-As’a verilmesi konusunda Hz. Hatice’nin teklifini kabul etmesi. Hatta bu rivayeti yapan kişi, “Resulullah, Hz. Hatice’ye muhalefet etmezdi.” demesi (Heysemi, IX/213); İfk hadisesinde, Zeyneb Bintu Cahş’tan, Hz. Aişe’nin cariyesi Berire’den Hz. Aişe hakkında görüşlerini sorması (Buhari, Şehadat 16) gibi örnekler bize göstermektedir ki, bizzat “Hz. Peygamber kadınlarla istişare eder ve onların görüşleriyle amel ederdi.”  (İbnu Kuteybe, ‘Uyunu’l-Ahbar I/27) “Kendilerini ilgilendiren hususlarda kadınlarla istişare edin.” (İbnü’l Esir, Üsdü’l-Ğabe, IV/15); “Kızları hususunda kadınlarla istişare edin.” (Ebu Davud, Nikâh 24); “Bakire kızla, babası istişare etmelidir.” (Ebu Davud, Nikâh 24, 25); “Dul kadın kendisiyle istişare edilmeden evlendirilmemeli, bakire kız da izni alınmadan nikahlanmamalı.” (Buhari, İkrah 3; Müslim, Nikâh 64) gibi hadisler de, kadınlarla istişare edilmesini tavsiye etmektedir. Sahabelerden, mesela Hz Ömer bir kadınla dini meseleyi konuşup kadının haklı olduğuna karar verince şöyle der: “Bir kadın isabet, bir erkek hata etti, bir emir cedelleşti ve cedeli kaybetti.” (Bakıllani, et-Temhid, s. 199) Yine kızı Kızı Hafsa’ya danışıp onun tavsiyesi üzerine askerlik müddetini altı ay olarak sınırlamış (Sa’id ibnu Mansur, Sünen,  II/186)  ve okuma yazma bilen Şifa Bintu Abdillah’ın görüşlerini başkalarının görüşlerine tercih etmiştir. (İbn Hacer, İsabe IV/341) Sahabelerden Halid b. Velid, kız kardeşi Fatıma Bintu’l-Velid ile istişare etmiş (Üsdul-Ğâbe, VII/233) Abdurrahman İbnu Avf da halife belirlenirken kadınların görüşlerini almıştır. (İbn Kesir, el-Baisul-Hasis, s. 183) Bu konuda daha detaylı bilgi için Mustafa Çelik’in ‘Uydurma Hadislerle Kadın Aleyhtarlığı’ adlı kitabını da (Ölçü yay. İstanbul, 1995s. 135-146) tavsiye ederiz. Kısaca, “Kadınlarla istişareyi yasaklayan ve bazı kitaplara da girme fırsatı bulan, sahih bir kaynaklıktan yoksun bu rivayet, insanların tecrübelerinin hadis formuna dökülmüş, öfkeli ve aşırı bir ifadesi olabilir, kesin bir gerçek değildir.” (İbrahim Canan, Aile İçi Eğitim, s. 227-238)

“Kadınlara itaat pişmanlıktır.” Ukayli, Şevkani, İbn-i Cevzi, Suyuti hadisi uydurma kabul ederler. (Muhammed Tahir  b. Ali, Tezkiratu’l Mevzuat, 128; İ. Cevzi, Kitabu’l Mevzuat, II/272; Şevkani, Fevaidu’l Mecmua fi’l Ehadisil mevzua, 129; Suyuti, el-Leali, II/174)

“Kadınlar olmasaydı Allah’a hakkıyla ibadet edilirdi” Suyuti, Buhari, İbn-i Adıyy, Ebu Hatim, İbn-i Cevzi, Muhammed Nasuriddin, İbn-i Hıbban hadisi mevzu kabul ederler. (Elbani, Silsiletul Ehadisu’z-zaif, 74; İ. Arrak, Tenzihuşşeria, I/62, El-leali, II/59, el-Fevaidul Mecmua fi’l Ehadisil mevzua, 119; Acluni, Keşful Hafa, II/165, K. Mevduat, II/255)

“Kadınlar olmasaydı, erkekler cennete girerdi.” İbn-i Arrak, Es- sakafi, İmamı Şevkani hadisi kabul etmezler. (Camiussağir, II/113, el-Fevaidul Mecmua fi’l Ehadisil mevzua, 119)

“Güzele bakmak sevaptır veya ibadettir, gözü kuvvetlendirir.” Ebu Nuaym, Durekutni, İbn-i Cevzi, Sehavi, İbn-i Hacer, Iraki, Zehebi, İbn-i Kayyim, Muhammed İbn-i Arrak, Nasıruddin hadisi uydurma kabul ederler. (Sehavi, el-Makasıd: 129; Silsiletu’l Ehadissuz’-zaif, 164, Kitabu’l Mevzuat, I/63, Mevzuatu Aliyyu’l Kari, 124; Keşful Hafa: II/317, Tenzihu’-Şeria, 201)

“Uğursuzluk kadın, at ve evdedir.” Hz. Aişe bu sözü duyunca: “Kur’an’ı indirene yemin ederim ki, bunu rivayet eden, Ebul Kasım’a (Hz. Muhammed’e) iftira etmiştir. Resulullah sadece, “Cahiliye insanları, uğursuzluk, kadın, ev ve hayvandır” dediklerini (İbn Hanbel, Ahmed eş-Şeybani, Müsned, VI/150, 240; İshak b. Râhûye, İbn İbrahim el-Hanzalî, Müsnedü İshâk b. Râhûye, thk. Abdulğafur b. Abdülhak el-Bulûsî, III/751, H. No: 1365; el-Hâkim, Ebu Abdullah Neysâburî, el-Müstedrek âle’s-Sahîhayn, II/521, H. No: 3788; ez-Zerkeşî, el-İcâbe, s. 208) söylerler.” diyerek hadisin eksik bölümünü tamamlamıştır. Hz. Resul bu sözü cahiliye dönemi (İslam öncesi dönem) insanlarının bir sözü olarak nakleder. İslam, cahiliye görüş ve adaletlerini tümden reddettiği gibi, uğursuzluk kavramını da kabul etmemekte (Müslim, Selam, 102; Buhari, Tıb, 54; Tecrid-i Sarih, VIII/3120) reddetmekte ve hatta şirk olarak (Suyuti, Camiü’s-Sağir, II/3646) nitelendirmektedir.

“Kadınların akılları ferçlerindedir.” Sehavi, Aliyyul Kari, Acluni sözün uydurma olduğunu kabul ederler. (el-Makasıd, 292; el Esraru’l Merfua, 246; Keşfu’l Hafa II/62; M. A. Kari Tecümesi, s. 82)

“Doğum yapan siyah bir kadın, yapmayan beyaz bir kadından hayırlıdır”. Iraki, hadis uydurmadır der. (Mevzuatı Aliyyul Kari Tercümesi, 73) İslam’da hayırlı olmanın ölçüsü takva (Sevgi ile karışık korku)’dur. Ayrıca Kur’an çocuk sahibi olmanın veya olmamanın Allah’tan gelen bir imtihan vesilesi olduğunu da bildirir. (Şura, 49-50) Dolayısı ile bu hadis hem sened hem metin hem Kur’an yönünden sorunlu, uydurmadır. (Huriye Tekin Önür, Engin Güneş, Kadınlarla ilgili uydurma hadislerin kadınların rol davranışları üzerine etkisi, Doğu Anadolu Bölgesi Araştırmaları; 2008)

“Kadınları Allah geride bıraktığı gibi sizde geri bırakın.” Söz mevkuftur. Yani Hz. Peygamber’in söz değil, bir sahabinin sözüdür. (Abdurrazzak, el-Musannef, 5115) Merfu olarak zikredilen rivayetin senedi yoktur. (Peygamberimize ulaşan senedi yoktur, peygamber sözü değildir) uydurmadır. (Keşfu’l-Hafa, I/67) İbn-i Humam, onun peygamberimizce söylendiğini kabul etmez. ‘Hadis, Peygamberimize ulaşmaz’ der. (M A. Kari Tecümesi, 34, K. İbn-i Hümam, Fethul Kadir, I/311) el-Ayni’de bu haberin efendimize ulaşmadığını bildirir. (el-Bidaye fi şerhi Hidaye, II/405) ez-Zeylai’de “Bu sözün aslı-kaynağı yoktur.” demektedir. (Zeylai, Nesbur-Raye li Ehadisiı-Hidaye, I/36)

Allah (cc) karı ve kocayı birbirinin dostu ilan etmiş (Tevbe, 71), eşlerin ikisinin de birbirine ısınıp aralarında muhabbet ve merhamet oluşturmuş (Rum, 21), “Kız çocukları olduğunda bunu kötü haber olarak algılayanları eleştirmiş” ( Nahl, 58-59) ve Yüce Peygamber “Kızlarına iyi davranan ve haklarını koruyanların cennetlik olacağını” (Tirmizi, IV/230) bildirmiş ve “Hayırlı Müslüman olmayı eşlerine iyi davranmakla” (İbn-i Mace, nikâh, 50, Tirmizi, redaat, 11) ölçmüş, iyi amel işleyen kadın veya erkeğin cennete gideceğini (Nisa,124) dinimiz bildirmiş iken, bu dinin ve Yaratıcısının kullarının cinsleri üzerinden bir ayırıma gideceğini düşünmek ancak akıl dışı bir iddia olur. Peki, bu tür rivayetler nereden İslam kültürünün içine girmiştir? Rauf Pehlivan’ın ‘Büyük Kadın İlmihali’nde belirttiği gibi, “Yabancı kültürlerle temasa geçilme sonucunda, bu kültürlerin etkisinde kalınarak Kur’an-ı Kerim’den kopulmuş, kadını aşağılayıcı birçok görüş İslam toplumuna girmiştir.” (Ayrıca bakınız; Salih Akdemir, Tarih boyunca ve Kur’an-ı Kerim’de kadın, İslami Araştırmalar, Cild, 5, Sayı: 4 Ekim 1991, s. 262; Hüseyin Akgün, Kadının kaburga kemiğinden yaratılması meselesi, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi Cilt 19, Sayı 2, 2019, s. 334)

Hz. Adem, Hz Havva annemiz yüzünden mi cennetten kovulmuştur?

Cennetten kadın yüzünden kovulma inancının kökeni Tevrat’tır (Tekvin II/4 ve III/24, Genesis: 3/1-14) ve buradan İslam’a sokulmuş israiliyat kaynaklı bir haberdir.  İslam Hz Adem’in cennetten çıkarılmasına neden olan suçu yalnız kadına yüklememiş; her ikisini de sorumlu tutmuştur. (A’raf, 120) İslam’da, Hristiyanlıkta kabul edildiği gibi ne ‘ilk günah’ ve ne de insanın yaradılışında günah işleme temayülü diye bilinen ‘asli günah’ iddialarına yer yoktur! “Derken şeytan onların ayağını oradan kaydırdı. İçinde bulundukları cennetten çıkardı.” (Bakara, 36) Kur’an tövbeleri hakkında da şöyle der: “Her ikisi, Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz, dediler” (A’raf,  24) Hatta Kur’an bazı ayetlerinde olayın sorumluluğunu Hz. Adem’e yükler: “Ama şeytan Adem’e vesvese verip: “Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?”  Adem Rabbine baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı” (Taha, 120 -121)

Hz. Havva neden yaratılmıştır?

“Ey insanlar, sizi ‘tek nefisten’ yaratan ve ondan ‘eşini’ yaratıp ikisinden bir çok erkek ve kadınlar türeten Rabbinizden korkun” (Nisa, 1) Ayet açıkça Hz Adem ve Havva’nın bir nefisten (öz, cevherden) yaratıldığını belirmektedir. Cenab-ı Hak, Hz Havva’yı, Hz Adem’i yarattığı aynı maddeden yaratmıştır. Kur’an, kadın-erkek ayrımı yapmadan mutlak insanın topraktan yaratıldığını söylemektedir. Kur’an’da bu konuda tam açıklık vardır. “Allah sizi çamurdan yarattı” (En’am, 2) “Allah insanı çamurdan yaratmaya başladı.” (Secde, 7) “Biz insanı çamur’un süzülmüşünden yarattık.” (Müminun, 13) “Ben çamurdan bir insan yaratacağım” (Sad, 71) “Biz insanı pişmiş çamurdan, değişmiş cıvık balçıktan yarattık.” (Hicr, 26) Havva Annemizin Adem’in kaburga kemiğinden yaratılması iddiası ise israiliyat kaynaklıdır. (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, II/18-23) İmam-ı Taberi, “Bu rivayetlerin doğruluğunu Allah bilir,” diyerek bu rivayet hakkındaki şüphesini belirtmişken  İbn-i İshak’da bu konuda “Hz. Havva’nın, Hz. Adem’in sol kaburga kemiğinden yaratıldığı şeklindeki haber, Yahudilerden nakledilmiştir.” demektedir. Bu konuda hadis rivayetleri varsa da onlar da konuya fizyolojik, bedenin yaratılması açısından değil, kadın psikolojisi açısından yaklaşır. Zaten hadiste de, ‘Kadınlar hep seni hoşnut edecek şekilde davranamaz. Onu (Kendi arzuların yönünde) doğrultmaya kalkarsan kırarsın, kırılması da boşanmasıdır.’ (Müslim, Reda 64; Nesai, Nikah 15; Ahmed b. Hanbel, II/168) buyrulmaktadır. Burada kastedilenin kadının duygusal kırılganlığı olduğu ortadadır. Zaten birçok boşanma sebebinin altında da bu kırılganlığın anlaşılamaması yatmaktadır! Çünkü “Bazı kadınlar, kadınımsı huylarını erkekleri rahatsız edecek derecede aşırı şekilde kullanırlar.” (Ali Bakkal, Kadının Kaburga Kemiğinden Yaratıldığını Belirten Rivayetler Hakkında Bir Değerlendirme, İlahiyat akademi, Sayı: 18, 2023, s. 80) Özetle bu hadislerde “Efendimiz bize kadının yaratılışına dair biyolojik bilgi vermek istememiştir. Bize kadınla nasıl geçinmek gerektiğini anlatmıştır.” (Dr. Murat Kaya, https://www.youtube.com/watch?v=2kRiUD-G7dU&t=428s; s. 3) Bu “Hadislerde anlatılan, kadının nezaketi ve onlara nasıl davranmak gerektiği hususudur.” (Hüseyin Akgün, Kadının kaburga kemiğinden yaratılması meselesi, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi Cilt 19, Sayı 2, 2019, s. 334)

Kadının aklı ve dini yarım mı?

“Kadınlara okuma- yazma öğretmeyin.” Darekutni, Zehebi, Nasuriddin Elbani, İbn-i Cevzi, İbn-i Hıbban, İbn-i Adıyy  bu hadisi kabul etmez, ‘uydurmadır’ derler. (M. Zevaid ve M.Fevaid, 4/93, Telhisül Müstedrek, 2/396, El-Meretül Müslime,13, Kitabu’l-Mevzuat 2/268)

İslam’a göre ilim öğrenmek kadın erkeğe farzdır. (İbni Mace, Mukaddime, s. 17) Hz. Peygamber devrinde kadın sahabiler ilme büyük katkıda bulunmuşlardır. Efendimizin ailesi de ilmi gayret ve çalışmaların içinde yer almışlardır. (Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, II/698) Kadınlar ilk yatılı okul sayılacak Mescidi Nebeviye bitişik (Hanbel, Müsned, V/315; Buhari, Salat, 58) kurumda ders almışlar ve daha sonra öğrendikleri ile kadın erkek öğrencilere dersler vermişlerdir. (M. Z. Sıddıki, Hadis edebiyat tarihi, s. 130, 137) Allah Rasulü’nün kızı Hz. Fatıma duygulu bir şair olduğu gibi, Hz. Peygamber’in bazı hadislerini de rivayet etmiştir. (İbn Sa’d, Tabakât, VIII/19, 30) Hadis rivayet eden kadın sahabilerin sayısı çoktur. Bazıları şunlardır: Hz Aişe, Ümmü Habibe binti Ebu Süfyan, Ümmü Abd, Esmâ binti Ebu Bekr, Zeyneb binti Cahş, Meymune binti Haris, Fâtıma binti Kays, Dürre binti Ebı Leheb, Ümmü Haram binti Milhan vd. (İbn Hayyat, et-Tabakat, II/859, 884; Al Selmân, Inâyetü’n-Nisa Bi’l-Hadîsi’n-Nebevi, s. 57-58; M. Tayyib Okiç, İslamiyet’te Kadın Öğretimi, s. 22, 23; Hatice Kurt, s. 41-58; Sahabi hanımlar ve hadis ilmi, Yüksek lisans tezi; Doç. Dr. Ayşe Esra Ağırakça Şahyar, Seyahat ve Rivayetleriyle Hanım Sahabiler) Mesela Hz Aişe, içinde hanım sahabilerden rivayet ettiği hadisler de dahil toplam 2210 rivayet etmiştir. (İbn Hallikan, Vefeyatü’l-A‘yan Ve Enbaü Ebnâi’z-Zaman, III/16-20; Zehebi, Siyeru A‘lami’n-Nübela, II/135-201; İbn Hacer, Tehzibü’t-Tehzib, VI/604) Önemle altı çizilmelidir ki hadis, Kur’an’dan sonra İslam dininin ikinci kaynağıdır ve biz Müslümanlar hanım sahabilerin aktardıkları ile hala daha dinimiz anlayıp yaşamaktayız! Kütüb-i Sitte’de rivayeti bulunan kadın sahabilerin sayısı 115 civarındadır.  Kadın sahabiler dışında, Kütüb-i Sitte’de rivayeti bulunan kadınların sayısı ise 103’tür.  (Muhammet Yılmaz, Hz. Peygamber Dönemi ve Sonrasında Kadın Alimlerin Hadis İlmine Katkıları, s. 382)

Efendimiz, Şifa bint Abdillah el-Adeviyye’den eşi Hz. Hafsa’ya okuma yazma öğretmesini istemiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI/286; Ebû Davud, Sünen: Tıb, 18; İbn Hacer, İbni Sad, Tabakat, VIII/84; el-İsâbe fî Temyizi’s-Sahabe, IV/333) Şifa bint Abdillah, Hz. Hafsa dışında çok sayıda kadın sahabiye de okuma yazma öğretmiştir. Zamanla okuma-yazma bilen sahabi kadınlar arasına Ümmü Seleme, Kerime bint el-Mikdal, Ümmü Külsum bint Ukbe ve Aişe bint Sa‘d gibi isimler de katılmıştır. (Belazuri, Fütuhu’l-Büldan, 692-693; M. T. Okiç, İslamiyette Kadın Öğretimi, 22). Hz. Aişe’nin, yeğeni Aişe bint Talha’ya okuma yazma öğrettiği ve kendisine çeşitli beldelerden gelen mektuplara onun vasıtasıyla cevap verdiği bilinmektedir (Buhari, el-Edebü’l-Müfred: I/382; Ali Osman Ateş, Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın, s. 143) İbn Hazm sahabe devrinde yetişen ‘hanım hukukçuların’ olarak şu isimleri zikretmektedir: Ümmü Seleme, Ümmü Habibe, Hafsa binti Ömer, Hz. Fatıma, Fatıma binti Kays, Esma binti Ebi Bekr, Havlâ binti Tüveyt, Ümmü Şerîk, Sehle binti Süheyl, Ümmü Eymen, Atike binti Zeyd, Ümmü’d-Derda, Zeyneb binti Ümmü Seleme ve Ümmü Yusuf. (İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, s. 319, 323; Ayrıca, Nevzat Aşık, Sahabeye Hadis Rivayeti, s. 78, 79; İbn Kayyim, İ’lâm, I/14) Mesela HZ Aişe için Urve: “Hz. Aişe’nin şiir bilgisine hayret etmiyorum, çünkü Ebu Bekir’in kızıdır. Fıkıh konusundaki ilmine de hayret etmiyorum, çünkü Hz. Peygamber’in zevcesi idi. Fakat tıp konusunda ki bilgisi beni hayrete düşürüyor.” dediği nakledilmektedir. (El-Mekki, Fethu’l Mübin, s. 157) Hz. Peygamber kadınların eğitimine büyük önem vermiştir. Kadınlar mescide gelmekte ve hadisleri dinlemekte idiler. Bir Sahabi kadın Hz. Peygamberden eğitim için özel bir gün istemiş ve efendimiz de haftada bir gününü onlara tahsis eder. (Hanbel, Müsned, III/34; Müslim, Birr, 152; Muhammed Ebû Zehv, el-Hadîs ve’l Muhaddisun, s.55; Buhari, Sahih, I/36)

Zaten “Kur’an ve sahih sünnetin genel esaslarına uygun bir çerçevede hadise baktığımızda” rivayette geçen “eksiklik ifadesinin hakiki, mutlak ve genel manada olmadığı anlaşılmaktadır.” (Tuğba Kocaman, Kadınlar hakkında “aklın ve dinin noksanlığı” nitelemesini içeren hadisin tahrici, tenkidi ve değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, s. 231) Aksi halde, “Kadının aklının eksik olduğu kabul edilirse, İslami yükümlülük için aklının sihhatinin şart olduğu bilindiğinden, aklı yönden eksik olan bir varlığın herhangi bir dini sorumluluktan yükümlü olmaması (TDV İslam Ansiklopedisi, II/247) doğal sonucuna ulaşmamız gerekirdi. Halbuki kadın ve erkek her müslümanın Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak konusunda aynı derece yükümlü oldukları Kur’an-ı Kerim’de açıkça (Tevbe, 71-72) belirtilmiştir.” (Rauf Pehlivan, Büyük Kadın İlmihali; biriz.biz/mahrem/kadininaklivedini.htm; İbrahim Sarı, Kadın, s. 57)

Konuyu ayrıca, ‘İslam kadınların okumasına karşı mıdır?’ adlı yazımızda ve ‘İlhan Arsel’e cevap verdiğimiz ‘Şeriat ve Kadın” adlı eserinin eleştirisi II’ adlı yazıda ayrıca ele alınmıştır.

Kadın Uğursuz mudur?

“Uğursuzluk (anlayışı) kadında, evde ve attadır.” (Buhari, Nikâh 17; Müslim, Tıb 116) “Bir şeyde (uğursuzluk) olsaydı, bu atta, kadında, meskende olurdu.” (Buhari, Cihad 47, Nikâh 17, Tıb 43,54; Müslim, Selam 119, Müslim, Tıb 117-120, (2226); Muvattâ, İsti’zan 21) Hz Aişe’ye, “Ebu Hüreyre Resûl-i Ekrem’in ‘uğursuzluk evde, kadında ve attadır dediğini söylüyor, siz ne dersiniz?’ diye sorulduğu zaman, “Ebu Hüreyre bu hadisi iyi öğrenememiş. Resul-i Ekrem: “Allah Yahudilerin canını alsın, onlar uğursuzluğun evde, kadında ve atta olduğuna inanırlar” derken sözün sonuna yetişmiş, ama baş tarafını duymamıştır” diyerek konuya açıklık getirmiştir. (Ebû Davud et-Tayâlisi, Müsned, s. 215, no: 1537; z-Zerkeşi, el-İcabe, s. 207-211) İşin diğer ilginç yönü, eksik işitilip tam İslam’a zıt bir içerik kazanan bu hadisin sahih kitaplarda da yer almasıdır. Ayrıca özellikle belirtmek gerekir ki, İslam’da uğur veya uğursuzluk gibi batıl inanç türleri asla yer almamaktadır! “Ne safer ayında, ne kuşun uçmasında, ne baykuşun geceleyin ötmesinde ne de başka bir şeyde uğursuzluk vardır.” (Buhari, et-Tac, III/220; Keşfu’l Hafa, II/366, Hadis No.3079; el-Câmiu’s-sağir, Hadis No: 9908); “Uğursuzluk yoktur” (Buhari, Tıb 19, 43-45, Ebû Davud, Tıb 24. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I/257, 304, 319, V/347); “Uğursuz saymak şirktir” (Ebu Davud Tıb 23); “Uğursuzluk çıkarmak şirktir, uğursuzluk çıkarmak şirktir, uğursuzluk çıkarmak şirktir.” (Ebu Davud, Tıbb 24, (3910); Tirmizî, Siyer, 47); “Uğursuzluk, hiçbir Müslümanı teşebbüsünden vazgeçirmesin” (Ebu Davud, Tıb 24. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II/387, III/349); “Uğursuzluk yoktur. Ben hayra yormayı yeğlerim.” (Buhari, Tıb 19, 43–45; Müslim, Selam 102, 107, 110, 114, 116.Tirmizi, Siyer 47,  Ayrıca bk. Ebû Davud, Tıb 24; İbni Mâce, Mukaddime 10, Tıb 43); “Sorgusuz sualsiz cennete gireceklerden biride “Uğursuzluğa inanmayan” kimselerdir.” (Buhari, Tıb 1; Buhari, Rikak 21, Müslim, İman 374) Ne İslam uğursuzluk inancını kabul eder (DİA, uğursuzluk maddesi), ne de kadın İslam’da uğursuz sayılmıştır. Burada sadece hadisi eksik anlama ve rivayet etme söz konusudur!

Hz Peygamber, kötü huylu ve etrafa kırıtkan bir kadın hakkında: “Şeytan, kadın şeklinde görünür” (Ahmed b. Hanbel, Musned, III/330; Muslim, Nikâh 9; Ebû Davud, Nikah 43; Tirmizî, Radâ’ 9) şeklinde bir benzetme yapmıştır. Tirmizi hadislerini açıklayan Mubarekfuri, “kadın şeytan suretinde gelir” ifadesinin yorumunda, Hz. Peygamber’in “vesvese verme ve kötülüğe davet etme” özelliğiyle kadını şeytana benzettiğini ifade etmektedir. (Mubarekfuri, Tuhfetu’l-ahvezi bi-şerhi’l-Cami‘i’t-Tirmizi, IV/270) Amaç, bu tür kadınların insanları kötü düşüncelere sevkettiklerine dikkat çekmektir. Prof. Ali Osman Ateş de, “Mecazen, fitneci, düzenbaz kadınlara şeytan denildiğini ifade eder.” (Ateş, Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın, s. 72-83) şeklinde hadisi yorumlamaktadır. Oryantalistler ve onların içimizdeki havarileri ateistler, Rağıb el-İsfehani’nin ‘Müfredat’ına baksaydı, Arapça’da şeytan kelimesinin “İnsan ya da hayvanlardan, kötü huylu olanlara (ele avuca sığmayan, haşarı olanlara) sıfat olarak verildiğini” görürlerdi. (el- Müfredat fi Garibil Kur’an, 381)  ki, Kur’an-ı Kerim, şeytanın erkek şeklinde olabileceğini de belirtmektedir! Bedir Savaşı sırasında Bekr oğullarından Süraka ibn Malik ibn Cu’şum adında bir kişi Kureyşlilere katılmış, onları savaşa teşvik ve tahrik etmiş, sonra iki ordu karşılaştığında işin ciddiyetini, zorluğunu anlayan Süraka, kışkırttığı adamları bırakıp kaçmıştır. İşte bu adam, Kuran’da şeytan olarak takdim edilmektedir: “O zaman şeytan, onlara, yaptıkları işi süslemiş: ‘Bugün insanlardan, sizi yenecek kimse yoktur. Korkmayın, ben de sizin yanınızdayım!’ demişti. Fakat iki topluluk birbirini görünce ardına dönüp: ‘Ben sizden uzağım, ben sizin görmediğinizi görüyorum, ben Allah’tan korkarım zira Allah’ın cezası çetindir!’ dedi.” (Enfal, 48) İşin ilginci bu ‘benzetmeden’ hareketle nedense hiçbir İslam düşmanının aklına, ‘İslam’da erkek şeytan olarak tasvir edilir’ iddiası gelmemektedir! Görüldüğü gibi ortada cinsiyet değil huy, ahlak, karakter merkezli analizler yapılmaktadır. Bu kötü düşünce sadece erkekleri değil, hemcinselerinin de tepkisini çekmektedir. Mesela, şarkıcı Nükhet Duru, ” Herkes sevdiğini, istediğini giyebilir ama ne olur bu tayt olayına bir, ‘Dur!’ deyin artık. Tunikle giyilirse tamam ama öbür türlü çorapla sokakta dolaşan bir sürü hanımefendi görüyoruz. Bu hoş bir görüntü değil. Görsellik devreye girince yurtdışından gelen modayı çok yanlış uyguluyor insanımız.” (Milliyet, 27.10.2022) diye tepki gösterirken, sanatçı Niran Ünsal, müzik kliplerindeki erotik sahneleri eleştirip, çıplaklığın sanat adı altında sergilenmesinin çok komik olduğunu söylemekte ve ‘Özgürlüğün yanına çıplaklığı koydular’ diye sözlerine devam etmektedir. (Yeni Şafak, 12/10/2014) Neslihan Altun’un gerçekleştirdiği sokak röportajında konuşan bir kadın da: ‘Her şey yozlaştı ve bozuluyor, evlatlarımız da bozuluyor. Günümüzde açıklık sorunu değil çıplaklık sorunu var.’ (https://www.youtube.com/watch?v=loMWwuvKn7k) diye tepki göstermektedir. Şarkıcılık adı altında çıplak şekilde sahneye çıkanlar içinde Sevda Türküsev, “Bu özgürlük değil hadsizlik!” (Twitter hesabı, 13.8.2022) derken, Riva Şalhon ise, teşhircilik başlıklı yazısında, “Aslında amaç belli: Herkes bir şekilde hafızalarda yer etmek istiyor, içinde mutlaka öz güven eksikliği de barındırmaktadır.” (Şalom, 14 Kasım 2018 ) diye yorum yapmaktadır. Görüldüğü gibi benzer sorunlar günümüzde de aynen devam etmektedir.

Neslin erkek çocuktan devam ettiği inancı. 

“Birisine bir kız çocuğu müjdelenirse, üzüntüsünden yüzü simsiyah kesilir.” (Nahl, 58) Bu ayette Allah (c.c.) cahiliyet insanının kadına bakışını anlatmakta ve bu durumu kınamaktadır. Halbuki “Allah dilediğine kız, dilediğine erkek, dilediğine ikisini birden verir, dilediğini de kısır yapar.” (Şura, 49) Peygamberimizin nesli kızı Fatıma’dan devam etmektedir. Bu Kur’an tarafından da onaylanmakta ve soyun devamının kadından da devam edebileceğini ilan etmektedir. (Kevser, 3) Ama bunu 1400 sene sonra bile bazı bölgelerde Müslümanlara kabul ettirmekte hala zorlanıyoruz. Bir de onların bu tavırlarına bakarak, bunu İslam ile özdeşleştirip İslam’a saldıranlar var ki, aslında olay İslam ile ona inandığını söyleyip uygulamayan Müslüman arasındaki derin uçurumdan kaynaklanmakta ama sorun İslam’a mal edilmektedir! Konuyu uzatmadan ve dağıtmadan belirtelim ki, içki içen, zina eden, yalan konuşup rüşvet yiyenlere sorsak tümü, ‘Müslüman’ım’ der ama söz boğazlarından aşağıya inmemektedir! Kur’an onlara şöyle seslenmektedir: “İman ettik demeyin, Müslüman olduk deyin” (Hucurat, 14); “Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin.” (Nisa, 136)

Çağdaş hayat

   

İslam’da kadın dışarıda örtünür, süsünü, çekiciliğini evde eşine saklar. Tabii ki aynı durum erkek içinde söz konusudur! Hanım kardeşlerimiz hostes olup onlarca erkeğe hizmet ederken, yemek ikram edip, yastık kabartıp, kemer bağlarken medeni olurlar da, evlenip sadece eşine hizmet edince neden ‘erkeğin kölesi’ ilan edilirler?! Bazılarının, “hayatını güvence altına almak, ekonomik özgürlük” iddialarının arkasındaki neden, doğru ve güvenilebilir bir eş, hayat arkadaşının eksikliğini iliklerine kadar hissediyor olmaları olmasın sakın? Kadın eşi yanında bigudili saçlar, yüzünde kremler, gözünde salatalıkla dolaşmasını doğal karşılayanlar, dışarı çıkacakken taranıp süslenip kokular sürmesindeki ikilemi neden görememektedir acaba?! Sokakta kızımızın beline bir erkek kolunu dolasa ona kızacak olanlar, adı “dans” olunca bu harekete neden tepki  göstermez? “Moda” adı altında yırtık, çıplak, tuhaf elbiseleri neden doğal karşılanır? Kızımız veya oğlumuz  “don” ile dışarıda dolaşsa buna karşı çıkacak olanlar, adı “mayo veya şort” olunca neden buna karşı çıkmaz?! Bazı kavramların arkasına sığınılarak toplumun nasıl ifsat edildiği arık görülmelidir! Bu konuyu daha detaylı olarak, ‘Modernizm ve Kadın’ adlı yazımızda ele aldık.

Karşı cinsten insanlarla arkadaşlık

Karşı cinsten insanların uzun süreli çalışma ilişkilerinde olaylar genellikle sinsice gelişir. Kişi “Karşı cinsten filanca kişiyle sadece  arkadaşız” dediklerinde kesinlikle kendilerini aldatmaktadırlar. Bazen doğru gelebilir ya da ilişkinin başında masum gelebilir. Oysa pek çok durumda karşı cinsle kurulan arkadaşlık bir süre sonra, diğerinin zekası ya da mesleki yeteneğine duyulan saygıya bağlı olarak arkadaşlıktan öte bir şey haline gelmeye başlar. İlişki adım adım daha açık ve güvenilir bir nitelik kazanır. Küçük şeyler paylaşıldıkça bir takım tesadüfler ve ortaklıklar sonucunda daha yakınlaştığınızı fark edersiniz. Eğer evliyseniz eşinizle aranızdaki farklılıklar yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlar. Bir bakmışsınız ki yeni arkadaşınızla her şeyde uyuşurken, eşinizle hiçbir konuda uyuşmaz hale gelmişsiniz. Tabii sonunda diğer insanla (arkadaşınızla) uyum faktörü ya da fiziksel çekicilik nedeniyle hormonlar faaliyete geçer ve kaçınılmaz olay nihayet gerçekleşir. Olmasını asla tasarlamadığınız şeyler olur. Konunun trajik  yanı  çoğu cazip şeyin zamanla felaket getireceğinin başta inkar edilmesidir. Karşı cinsten biriyle gözlerin  saniyenin onda biri kadar bir zamanda uzunca birleşmesi, koridorda yanından geçerken özel bir itina göstermek, herhangi bir yerde tesadüfen çarpışmak, ‘tokalaşırken’ veya bir şey alıp verirken ellerin bir iki saniye daha uzun tutulması, bunlar ve bunun benzeri ipuçlarını görmemezlikten gelmek, bu gibi şeyler kırmızı bayraklardır. Böyle durumlarda kendinize ‘zararsız flört’ olamayacağını hatırlatın. Eğer evli iseniz,  olan şeyi dürüstçe kabul edin -mazeret aramayın- ve eşinize bağlılığınızı hatırlayın. İş yerinizdeki arkadaşınızla veya sekreterinizle ‘bir kere yemeğe çıksam ne olur?’ demeyin. Boşanmaların yüzde yetmişi, aynı iş yerinde veya yakın iş birliği halinde çalışan şahısların yakınlaşması sonucu olmaktadır. Yüzde ellisi de eşlerden birinin bir alış veriş merkezinde veya otoparkta karşı cinsten biri ile tanışması ve o kişiye karşı ilgi duyması ile gerçekleşir. Kısacası sekreterinizle veya işbirliği içinde olduğunuz karşı cinsle iş yemeği yemeniz veya bir yerde  buluşmanızın  size hiçbir kazancı olmaz ama kaybedeceğiniz çok şey olur! İşin gerçeği bu konuda duyarlı öğütler vardır. “Evlilikten önce iffet, evli iken sadakat gerekir.” Karşı cinsten biri ile çalışmanız gereken durumlar olacaktır. Bu durumu önleyemeyebilirsiniz ama kendi düşünce ve konuşmalarınızı pekala denetleyebilirsiniz. Temel sorun, dostluk ile  flört arasındaki çizgiyi aştığınız  zaman, sonuçta  bir şeylerin yaşanabilecek olmasıdır. Yaşananlar da kötü sonuçlar doğurur. (Amerikalı yazar ve motivasyon konuşmacısı Zig  Ziglar,  ‘Hayat Boyu Flört’ adlı eserinden)

“Allah sizden; kadınlara karşı iyi ve hayırlı olmanızı ister; çünkü onlar, sizin analarınız,  kızlarınız veya teyzelerinizdir. (Camiu’s-Sağir, el, s. 78, Hadis No: 1647); “(Ey Resulüm), Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan beri alsınlar ve ırzlarını zinadan korusunlar. Bu kendileri için daha temizdir. Muhakkak ki Allah, onların bütün yaptıklarından haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, ziynetlerini (süslerinin takılı olduğu boğaz, gerdan, baş, kol, bacak ve kol gibi yerlerini) göstermesinler. Ancak bunlardan görülmesi zaruri olan (yüz, el ve ayaklar) müstesnadır. Baş örtülerini yakalarının üstüne koysunlar.” (Nur, 30-3); “İlk bakışa ikinci bakışı ekleme. Çünkü birincisi senin lehinedir, ikincisi ise senin lehine değildir.” (Ebu Davud, Nikah, 44) “Gözler zina eder; onların zinası ise harama bakmaktır. Eller de zina eder; onların zinası da harama dokunmaktır.” (Müslim, Kader, 33, H. No: 2658/1; İmam Zeylei, Nasbu’r-Raye, IV/248)

Tokalaşmakla ilgili, ‘İslami emirler, yasaklar ve hümanizm’ adlı yazımızdaki, ‘Namahrem ile Tokalaşmak Üzerine’ başlıklı notumuzu okumanızı tavsiye ederiz. 

 

 

islamdakadinhaklari-1-2

2 Comments