Araplar bizi arkadan mı vurdu?

Within spread beside the ouch sulky and this wonderfully and  as the well and where supply much hyena so tolerantly recast hawk darn woodpecker

Bölüm  1 

Balkanları kaybettikten sonra Osmanlı Devleti içindeki Arap nüfusu Türk nüfusunu geçmişti. Milliyetçilik cereyanına kapılmış olan İttihat ve Terakki partisi taraftarları da bunun üzerine “Türkçeyi resmi dil yapma, Arapçayı yasaklama  çalışmaları yanında” ilk seçimde meclisteki 75 olan  Arap milletvekili sayısını 5’e düşürür. Ayrıca  mecliste Arapça konuşmayı yasakladığı gibi, Arapça okullar da yasaklanır. Arap asıllı paşalar yerlerinden alınır, basında Arapları aşağılayan yazılar artar. Türkçü söylemler ön plana çıktı. Halide E. Adıvar gibi ileri gelenlerinin deyimi ile “Araplar sürülmeli  ve toprakları sömürgelileştirilmeli, yerlerine Türkler yerleştirilmeli.” temennili, ‘Arapları fikri çalışmalardan yurtlarından kovmaya dek’ birçok ırkçı görüş  açıkça ileri sürülmeye başlanır. Araplar horlanmaya, Arap kökenli yöneticiler makamlarından almaya başlanır ve Arap topraklarına Arapça bilmeyen idareciler atanır. 6 Mayıs 1916’ta Şam valisi Cemal paşa, Suriye ve Lübnan aydınlarını toplayarak Şam ve Beyrut meydanlarında idam eder. Bu arada Avrupalı devletlerde -Başta İngilizler-  Arap Müslümanlar arasında İttihatçıların yaptıklarını körükleyerek, Arap unsur arasındaki huzursuzluğu artırır. Aslında ittihatçıların anlamadığı milliyetçiliğin İslam’da olmadığı  idi. Ümmet şuurundan habersiz, ırkçı dayatmalar ne yazık ki ümmeti sonunda parçalar. Tüm bunlar ittihatçıların eylemlerinin sonucu oluşur. Bu arada İttihat ve Terakki içinde Arap nüfuzu azalırken Yahudi ve Hıristiyan unsurların tesiri hızla artar!  Bizzat ittihatçıların atadığı Şerif Hüseyin, bu olaylar zincirini kullanarak 10 Haziran’da ayaklanır.  Şerif Hüseyin ise isyan hareketinin “Halife’nin değil, ancak bozkurda ibadet edecek derecede Turancılıkla meşbu (dolmuş) olan nazırların (Bakan’ların) aleyhine” olduğunu ilan eder. (Prof. Dr. Erol Güngör, İslam’ın Bugünkü Meseleleri, s. 160) Evet, siyasi amaçlarına alet olacak mazereti bizzat İttihatçılar Şerif Hüseyin’in eline vermiştir ama yine de birçok Arap aydını ve kabileler onu eleştirirler, ayaklanmaya katılmazlar.  “Müslümanlar ve Arap nüfusunun büyük çoğunluğu Osmanlı idaresine sadıktılar. Onların ‘kalan son güçlü İslam imparatorluğunu’ zayıflatmak gibi bir niyetleri yoktu. ” (N. Zeine, Arab Turkish Relations and The Emergence of Arab Nationalism, Greenwood Press, Westport 1981, s. 58)  Tüm bunlar yaşanırken, “Mekke’den ayrılırken, bizimle beraber Medine’de kalıp aylar süren kuşatmanın her türlü sıkıntısını çeken, açlığına bile katlanan yerli Araplar ise tam bir matem havası içinde hüngür hüngür ağlıyorlardı.”  (Feridun Kandemir, Medine Müdafaası: Peygamberimizin Gölgesinde Son Türkler, s. 235)

Kısaca, İttihatçılar gelene dek Araplarla Türkler yan yana bir çok cephede savaşmışlardır. I. Dünya savaşı ilan edilince “Cihad çağrısına” uyan yüz binlerce Arap Osmanlı safında savaşlara katılmıştır. Çanakkale  (Şehitlerimizin 3’te biri Arap idi; Şam, Halep, Kudüs, Bağdat, Trablus’lu… Arap kardeşlerimiz idi) Kafkas, balkanlarda yatan  en az 200 Arap kökenli şehit buna delildir, hatta ilginçtir Arap oldukları halde kendilerine “Türk ” olarak tanıtan Araplarda mevcuttur, hem de 1900 yıllara  dek! Yani Jön Türklerin ırkçı Türkçülük söylemlerinin başlama tarihlerine dek! 1900’lü yıllarda Arjantin’e göç eden ve şimdiki Cumhurbaşbakanları olan Carlos Menem’in dedeleri Lübnanlı Arap iken kendilerini “El-Turko” olarak tanıtmışlardı. “Açık kaynaklarda bugün Latin Amerika’nın, Osmanlı pasaportuyla 19. yüzyılda bölgeye gelen çoğunluğu Arap, yaklaşık 30 milyon “Turco”ya ev sahipliği yaptığı ifade ediliyor.” (AA, 24.04.2023) Türkçülük iddiası ile Osmanlı’nın başına Mason  ağırlıklı Yahudi- Ermeni-Hıristiyan kırması İttihatçıların ayaklanma çıkartma gayreti denebilecek hata-hainlikleri sonucu yüzlerce yıllık kardeşliğimize gölge düşürülür. İyi organize olmuş Mason-Yahudi lobisi emelleri için İttihat ve terakki partisini kullanır, Türk – Arap ayırımı ile Filistin, Yahudiler için toprak olarak ayarlanır. Sonunda başta Balkanlar birçok toprak İttihatçılar yüzünden kaybedilir. Günümüzde de hala Osmanlı’yı yıkıp Yahudi devletini kurduran zihniyet, o devletin devamı için, eskisi gibi hala Arap düşmanlığını Türkler arasında körüklemeye devam etmektedirler. Ayrıca bizlerde birçok hatayı hala sürdürdük, Kıbrıs Barış Harekâtında bize destek olan Kaddafi’yi, ABD bombalayınca, ABD tarafında yer alarak yalnız bıraktık. Halbuki Kıbrıs harekâtında ABD bizim karşımızda idi! Cezayir yüz binlerce şehit verir ve Fransa’ya karşı ülkesini istiladan kurtarır, BM’de Cezayir’in tanınması için oylama yapılır ve Türkiye red oyu verir ki bu nedenle Cezayir BM’ye üye olamaz…

Bölüm  2

Her Türk genci “Arapların I. Dünya Savaşı’nda bize ihanet ettiğini” öğrenerek büyür. Oysa bu, ancak kısmen doğrudur. I. Dünya Savaşı’nda Mekke Şerifi Hüseyin’in İngilizler ile anlaşarak Osmanlı’ya isyan ettiği ve ordumuzu arkadan vurduğu doğrudur. Ama gözardı edilen nokta, Şerif Hüseyin’in “Arapların tümünü temsil etmediği, aksine bir istisna olduğudur.” Gazeteci Cengiz Çandar, “Arapların ihaneti” söylemi ile tarihsel gerçek arasındaki önemli farka şöyle işaret eder: “Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in Hicaz’da bazı Arap bedevi kabilelerini ayaklandırarak 1916’da İngilizlerle işbirliği yaptığı doğrudur. Ancak, Birinci Dünya Savaşı konusunda genel bir bilgisi ve fikri olan herkes, bunun ‘askeri açıdan’ tayin edici bir değer taşımadığını bilir. İngilizlerin daha sonra yerine getirmediği ‘bağımsızlık vaadi’ ile işbirliğine çektikleri Şerif Hüseyin’in ve oğullarının komuta ettiği bedevi kabileleri, Mekke-Maan hattında, yani ‘asıl cephenin gerisi’nde İngiliz kuvvetlerine yardımcı olmuştur. ‘Asıl cephe’, önce Şüveyş Kanalı ve Kanal Harbi’nde Türk-Osmanlı kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra Filistin’de kurulmuştur. ‘Filistin’de tek bir Arap ayaklanmamıştır.’ Suriye’de, Irak’ta, Lübnan’da Türk kuvvetlerini ‘arkadan vuran’ herhangi bir olay olmamıştır. Arapların ezici çoğunluğu, İstanbul’a yani Türkiye’ye sadık kalmıştır. Arabistan Yarımadası’nın Hicaz bölümünden Akabe’ye kadar olan ‘cephe gerisi’ dışında, Arapların Türkleri arkadan vurduğuna dair tarihte herhangi bir kayıt yoktur.” (Cengiz Çandar, “Sharon’cu Vicdansızlar-Filistin Yalanları”, Yeni Şafak, 5 Nisan 2002) Fransız tarihçi Prof. Catharine Nicault ise bu konuda şunu söylemektedir: “Bazı keyfi uygulamaları tenkit etseler de imparatorluğa derinden bağlı olup Arap milliyetçiliğini değil Osmanlı vatanseverliğini savunmakta idiler.” (Catharine, Nicault-Kudüs -1850-1948-, s. 191) Aynı gerçek, American-Israeli Cooperative Enterprise (Amerikan-Israil İşbirliği Girişimi) adlı düşünce kuruluşunun başkanı, Ortadoğu analisti Mitchell G. Bard tarafından da, sözkonusu kuruluşun sitesinde şöyle vurgulanır: “Contrary to the romantic fiction of the period, most of the Arabs did not fight with the Allies against the Turks in World War I. David Lloyd George, the British Prime Minister, noted that most Arabs fought for their Turkish rulers. Faisal’s supporters in Arabia were the exception: O dönemin romantik kurgusunun aksine, Arapların çoğu I. Dünya Savaşı’nda Türklere karşı müttefiklerin yanında savaşmadılar. İngiliz Başbakanı David Lloyd George’un belirttiği gibi, Arapların çoğu, Türk yöneticileri için savaştı. (Osmanlı İmparatorluğu’na isyan eden) Faysal’ın Arabistan’daki taraftarları, bir istisnaydı.” (https://web.archive.org/web/20060427112350/http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/myths/mf1.html)

Araplar’ın topluca ihanet etmesi bir yana, çoğu Osmanlı ordularını fiilen desteklemiştir de. Konu hakkındaki uzmanlardan biri olan Dr. Zekeriya Kurşun’un ifadesiyle, “I. Dünya Savaşı’nda Türk ordusu ile beraber çeşitli cephelerde Türklerle omuz omuza çarpışan Arapların büyük yararlıklar gösterdikleri bir hakikattir.” (Zekeriya Kurşun, Yol Ayrımında Türk-Arap İlişkileri, s. 153) Peter Mansfield’a göre:”1904’te Osmanlı Padişahı Sina üzerinde hak iddia ettiğinde, Mısırlı milliyetçi lider Mustafa Kamil, İslamcılık ruhu içinde, onun yanında ve Mısır’ın çıkarlarını savunan Lord Cromer’in karşısında yer almıştır.” (Peter Mansfield, Osmanlı Sonrası Türkiye ve Arap Dünyası, s. 29; Peter Mansfield, The British in Egypt, s. 164-165) Hüseyin’in oluşturduğu gücün askeri açıdan bir önemi yoktu. Önemli Arap aileler isyana katılmamıştı. Şerif Hüseyin’e katılanlar Medine çevresinde parayla tutulmuş birkaç bedevi kabile ile Haşimiler’in Banu Kolu’na mensup birkaç kabileden ibaretti (toplam 5000 kişi) Mesela, Mekke, Taif, Cidde bölgesindeki kabilelerin hiçbiri isyana taraftar olmamıştır. Daha da önemlisi ne Bağdat ne de Şam’da ufak-tefek birkaç patırtı dışında, “isyan” olarak adlandırılabilecek bir hareket görülmemiştir. (Yavuz Bahadıroğlu- Vakit, 19-21.06.2010)

“Genç entellektüel Araplar, mücadelelerinin geleceğini Türk idaresinden bağımsızlık olarak görmüyorlardı. Hiçbiri Arap topraklarının bağımsızlığından söz etmedikleri gibi böyle bir amaç için çalışmıyorlardı. Tam tersine, birçoğu, daha geniş ve daha büyük bir Türk imparatorluğu görmek istiyorlardı.” (David Ben Gurion, Looks Back, Talks with Moshe Pearlman, s. 46) Peki, 1922 sonlarında Türk Milli Mücadelesi zafere doğru yürürken, ‘bazı Filistinli Arap liderlerin Kemalistlere başvurarak, kendi kaderlerini tayin hakkı elde edebilecekleri Türk mandası istediklerini’ biliyor muydunuz? Filistin, İngiliz mandası altına konulmuşken, “Filistinli Araplar, ‘Türk mandası’ istiyor.” (Jason Porath, The Emergence of Palestinian, Arab National Movement 1918-1929: Filistin Arap Ulusal Hareketinin Doğuşu 1918-1929, s. 160-165) ve “Genelde Araplar bağımsız devletçiklerdense Türkiye’ye bağlı kalmayı tercih ediyorlardı.” (Kemal Kahraman, Muhammed M. Pickthall, s. 50)

Ne Yaptı Araplar? 

Cemal Paşa’nın İttihat ve Terakki’nin yanlış ve kasıtlı politikaları çerçevesinde Mayıs 1916’da Şam ve Beyrut’ta Arap aydınlarını asması asla tüm Türklere ve o zaman var olan Osmanlı yönetimine mal edilemez. Aynı İttihat ve Terakkiciler Sultan Abdülhamit tarafından İstanbul’da mecburi ikamete tabi tutulan Şerif Hüseyin’i Mekke’ye göndererek Haziran 1916’da Osmanlıya karşı ayaklanmasını da sağlar. Ve bu ayaklanma ‘Arapların Türkleri arkadan vurması’ olarak lanse edilmiş ve Türk halkına böyle kabul ettirilmiştir. “Araplar Türkleri arkadan vurmadı. Vuran biri varsa o da İttihatçılar tarafından kışkırtılan ve İngilizler tarafından kullanılan Şerif Hüseyin’dir.” Mekke emiri, yani belediye başkanı olan Şerif Hüseyin’in ne bir ordusu ne de bir gücü vardı. Nitekim Osmanlı’ya ayaklandığı söylenen Şerif Hüseyin’in ordusunda büyük ölçüde İngiliz askerler ve siyonistler tarafından örgütlenen Yahudi gönüllüler bulunuyordu. Tam da o sırada, eski Dışişleri  Bakanı İsmail Cem’in belirttiği gibi yüz binlerce Arap insanı Osmanlı ordusunda tüm cephelerde savaşıyordu. Bu gönüllülerden on binlercesi Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Balkanlar’da şehit düşmüştü. Ayrıca ‘Şerif Hüseyin’in ordusunda olan Arapların da çoğu Hıristiyan’ idi. “Hıristiyan Araplar, Avrupalı koruyucularının da desteğiyle, Osmanlı Devleti’nin zayıflamasını da fırsat bilerek, bağımsız ve müstakil devlet olma gayesini gütmüşlerdir.” (Dr. H. Bayram Soy, Arap Milliyetçiliği: Ortaya Cıkışından 1918’e kadar, Bilig, Yaz, 2004, sayı: 30, s. 178) “Tarihlerinin modern bir versiyonunu yaratmaya çalışanlar Müslümanlar değil Hıristiyan Araplardı.”  (Prof. Kemal Karpat, İslam’ın Siyasallaşması, s. 594)  “Avrupa’nın kültürel etkinliği Suriye’de kendisini başlıca dini alanda, özellikle Hıristiyan Araplar vasıtasıyla hissettirmişti.”  (Bernard Lewis, (1968), The Arabs in History, (Tarihte Araplar, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1979), Hutchinson and Co. Ltd. London, s. 172) “Arap milliyetçiliği, özellikle Hıristiyan Araplar arasında daha da yaygınlaşmıştır, 1882’de İngiltere’nin Arap dünyasının merkezi olan Mısır’ı işgal etmesiyle daha da hızlanmıştır.” (Maurice Harari, (1962) Government and the Politics of the Middle East, Prentice-Hall, Inc., Englewood Cliffs, s. 105; Bernard Lewis (1968), The Arabs in History, (Tarihte Araplar, İstanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1979), Hutchinson and Co. Ltd., London s. 173) 

Hiçbir ulus ve devlet tarihin bir döneminin anıları ile kendi geleceğini rehin alamaz ve aldırmaz. Unutmamak gerekir ki; Türkler bağımsızlık ve kurtuluş savaşını İngiltere, Fransa, Yunanistan’a karşı vermiştir. Oysa Türkiye bugün NATO içinde bu ülkelerin müttefikidir ve AB uğruna bu ülkelerin neredeyse her dediğini yapmak durumdadır.

Almanya 1940 yılında Fransa’yı işgali eder. 1944 yılında işgalden kurtulur. Ama sadece 7 yıl sonra Almanya ve Fransa 1951 yılında AB’nin temeli olan ‘Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu kurabilmişlerdir!

“Türkler, Araplar, Acemler, Kürtler ve bölgenin diğer halkları ve ulusları olarak birlikte olmak zorundayız. Yabancıların ve ortak düşmanların aramıza girerek bizi birbirimize kışkırtmasına ve kırdırmasına izin vermemeliyiz. Bu kırdırma her zaman askeri olmuyor. Yanlış önyargıların yerleştirilmesi ve zaman zaman bunların hatırlatılması çok daha tehlikelidir. 1910’lardaki kıyametin öncesinde 400 yıllık bir Arap-Türk birlikteliği vardır. Türkiye’nin Irak İşgalindeki duyarlı tavrı ve Filistin davasına gösterdiği yakın ilgi, bu ortak mazinin dostane anılarını öne çıkarmıştır.” (Hüsnü Mahalli, Akşam, 07.03.2006)

   
Araplar bizi arkadan vurdu mu?

İttihat Terakki’nin iktidara geldiği ilk sene Meclis-i Mebusan’ın 245 üyesinden 75’i Arap’tı. Ama Birinci Dünya Savaşı’na girdiğimizde bu sayı 5’e inmişti. İmparatorluk çatısı altında yaşayan diğer uluslar milliyetçilik derdine düştüğü halde o zaman kadar böyle bir düşünce taşımayan, daha ötesi dış dünyada kendilerini Türk olarak tanıtmakta beis görmeyen bir halktı Araplar. I. Dünya Savaşında Filistin ve Çanakkale cephesinde savaşa katılan Arapları soğutan, Cemal Paşa’nın ‘tehcir’ siyaseti ve Arap milliyetçisi olarak belirlediği aydınları Şam’da idam ettirmesi oldu. Tehcir denildiğinde aklımıza Ermeniler gelir. Oysa ilk tehcir uygulamasına Suriye’de Araplar muhatap olmuşlardır. Binlerce insan zorunlu olarak Anadolu’ya göç ettirilir. Ve tarihi birlikteliğe son darbeyi 6 Mayıs 1916’da Şam’da 21 Arap aydınını idam ettirerek Cemal Paşa vurur. “İttihatçıların Suriye’deki idari makamlara adamlarını yerleştirmeleri ve buradaki okullarda, mahkemelerde ve idari birimlerde “Türkçe kullanımını mecburi” hale getirmeleri “Arapcılık”ı Suriye’de muhaliflerin bir enstrümanı haline getirmiştir.”  (Alexander Scholch (1991), “Der arabische Osten im neunzehnten Jahrhundert, 1800-1914”, Ulrich Haarman (Ed.), Geschichte der arabischen Welt, Verlag C. H. Beck, Munchen, s. 426-427) “Türk milliyetçiliği yolundaki gelişmeler, hem Arap milliyetçiliğine örnek oluşturmuş hem de Araplarda, Türklerin artık kendilerini “bir yana bıraktığı”, “gözden çıkardığı” hissini uyandırmıştır.” (Ömer Kurkcuoğu (1982), Osmanlı Devleti’ne Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi, 1908-1918, Ankara Universitesi Siyasal Bilgiler Fakultesi Yayıları Ankara, s. 16)  “Ancak, Türkçe kullanma zorunluluğu Istanbul ile Araplar arasında önemli ve hassas bir konu olarak ortaya cıkmışsa da Arap siyaseti, temelde imparatorluktaki genel eğilimlere uymaya devam etmiştir. (Hasan Kayalı (1998), Jön Türkler ve Araplar. Osmanlı İmparatorluğunda Osmanlılık, Erken Arap Milliyetçiliği ve İslamcılık (1908-1918), s. 88-90)

Son bir not olarak “Mustafa Kemal’in gerek milli mücadele süresince gerekse savaş bittikten sonra Araplara muhalif bir tavır içinde olmak bir yana mutasavver Türk-Arap federasyonu dahil ileriye matuf kimi düşünceleri kendisini ziyaret eden Arap heyetlerine ifade ettiğini de kaydedeyim. Kaldı ki Atatürk gelecekte İslam ülkelerinin hilafet makamına ihtiyaç olduğu fikrinde ittifak etmeleri halinde TBMM’nin manevi şahsiyetinde mündemiç olan İslam hilafetinin yeniden ihdas edilebileceği fikrindeydi.” (Avni Özgürel, Radikal, 13.6.2010)

İçimizdeki Araplar

“Suriye’de bir şekerci dükkânı. Hani şu, “Ne Arap’ın yüzü, ne Şam’ın şekeri” sözünden bildiğimiz meyve şekerlerinden satılıyor içeride. Dükkân sahibi, kese kâğıtlarından birine fazladan bir avuç şeker daha bırakıyor; müşterisinin İstanbullu olduğunu öğrendi çünkü. İstanbul âşığı başka bir Halepli Emine Er Ragıp, Güngören’deki evinde Suriye’ye özgü kâkûle kokulu kahvelerimizi yudumlarken, İstanbul’a geliş hikâyesini anlatıyor. Araplara ilişkin dostâne birkaç söz edecek olsanız duyacağınız cümle bellidir: “Ama onlar bizi sırtımızdan vurdu.” Bu itham, Arapları yaralıyor. İngiliz oyununa gelip ihanet eden soydaşlarının yükünü taşımaktan fazlasıyla muzdaripler. Halepli Emine’nin, söyleşi boyunca belki sesi ilk kez titriyor: “Bazı Türk arkadaşlar, ‘Araplar bizi sattı.’ diyor. Ben de onlara, ‘Babamın iki amcası Çanakkale Savaşı’nda şehit düşmüş. Gidin bakın.’ diyorum.” Emine’ye göre Türklerin, daha önce savaştıkları Batı ülkelerini artık dost kabul etmesinin bir nedeni var; onların daha güçlü olması! “Araplar şimdi çok zayıf.” diyor, “Türk kardeşlerimiz bakıyor ki, bizde ne demokrasi var, ne sanayi, ne teknoloji. Daha güçlü olsaydık böyle söylemezlerdi.” Büyük babası Osmanlı ordusunda savaşanlardan biri de Mahmud Osman. On altı sene hizmet ettiği orduyla Yemen savaşına katılan dede Türkçe de bilirmiş; ama o vakitler bu, vakayı adiyeden sayılırmış. “Dedelerimizin hemen hepsi Türkçe konuşurdu.” diyor Osman. “Biz çocukken, seferberlik ağıtları yakarlardı. Aralarında Çanakkale’ye katılanlar da olmuş; ancak bugün hiçbir Halepli mücahitten bahsedilmiyor.” El Cezire Televizyonu İstanbul Temsilcisi Fikri Şaban’ın ailesinde de bir Osmanlı askeri var: “Benim büyük dedem 1900’lerde Osmanlı’yla savaşa gitti ve bir daha dönmedi. Çanakkale’de kardeş kardeş yatıyorlar şimdi. Gidince görürsünüz; kimi Kudüs’ten, kimi Şam’dan, kimi Halep’ten.” (Ülkü Özel Akagündüz, Aksiyon, 17-09-2007)

Muhafazakar Müslüman Arapların çoğu, Osmanlı’ya sadakat duyguları içindeydiler. Hatta sadece Sünni Araplar değil, Irak ve Suriye’deki Şii Araplar arasında bile Osmanlı’ya ve Hilafet’e bağlılık duygusu vardı. (Kemal Karpat, İslam’ın Siyasallaşması, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004, s. 379)

Son söz

İttihat ve Terakki’nin nasyonalist politikası  bazı Arap toplumlarında tepki toplamıştır. Özellikle Arap ülkelerinde sokakta Arapça konuşmanın yasaklanması ve Türkçenin zorunlu kılınması çalışmaları, idareci, savcı vs olarak gönderilenlerin bir yabancı imiş gibi hiç Arapça bilmemeleri, İttihatçılar içinde var olan ve epey yetkili konumdaki siyonist-Ermeni, ayrılıkçı yönetici kadro ki, Osmanlı’yı da onlar bitirmişti, Arap toplumunda dış ülkelerin de körüklemesi ile isyanlara yol açmışlardır. Yönetici konumdaki İttihatçıların yanlış politikaları ve bunu kendi menfaatlerine kanalize eden İngilizlerin kışkırtması ileçoğu Hristiyan olan çok az sayıda Arap isyan eder. Bu isyanlar iyi değerlerndirildiğinde temelinde “milliyetçilik” değil, yanlış politika ve  İslam’dan uzaklaşmanın olduğu görülür. Biz İslam’a aykırı Osmanlı’ya isyan eden Arapları mazur mu göstermeye çalışıyoruz, Asla! Zaten Allah’u teala’da Şerif Hüseyin’e yaşarken hatasını fark etme cezası vermiştir. (Detaylara girmiyoruz.) Cezanın gerisi ahirette. Ama şunun altını özellikle çizmek istiyoruz; Çanakkale’de bizi işgal etmek isteyen ve en az 150 yıldır bizi bölmeye çalışan İngiliz ve İngilizceden rahatsız olmayanlar, Çanakkale’de bizimle yan yana savaşan Araplara ve Arapçaya düşman kesilmektedirler! Hâlbuki Almanya ve Fransa II. dünya savaşında birbirleri ile savaştılar ama 7 yıl sonra AB’nin temellerini beraber attılar! ABD, dost ve müttefik olarak tanımlanır ama ülkemdeki darbelerden teröristleri desteklemeye dek tümünün arkasında hep bu ülke vardır! Ama Arap düşmanları ABD’ye karşı bir söylem geliştirmiyorlar! Adı geçen batılı ülkeler Arap sermeyesini ülkelerine çekmek için kırk takla atarken biz hala “arap saçı, karabaş, şamın şekeri…” gibi direk ve dolaylı arap düşmanlığına devam ediyoruz! Ve sonuçta ne oluyor, istisnai ve yine kendi içimizdeki yanlış politikaların sonucu ortaya çıkan bir azınlığı ve asla tüm Arap kardeşlerimizi kapsamayan bu olayı genelleştirip, üzerinden geçen yaklaşık 100 yılın ardından hala İslam kardeşliği çerçevesinde birleşmiyoruz. Fransa’yı işgal eden Almanya  kadar da mı olamadık? Her iki tarafta bunun cezasını ve zararını defalarca görmedi mi, hala görmüyor mu? Daha ne zamana kadar?

 

Tarih, 23 Temmuz 1922. Büyük Taarruza bir ay var. ‘İleri’ isimli, zamanına göre batılı tarzda yayın politikası güden gazeteden bir başlık: “Anadolu’ya yardımda evlad-ı Arabın müsabakası”, yani; “Anadolu’ya yardımda yarışan Araplar.” 

Ay yıldızlı Osmanlı Sancakları Altında İtalyanlar’a Karşı Şavaşan Libyalı Araplar

İşgallere Karşı Türk Arap Direnişi

Araplar İtalyanlara Karşı Trablus’da Türklerle Omuz Omuza Ay yıldızlı Sancağın Altında

Araplar Osmanlı Tuğrası ve Ay yıldızlı Sancaklar Altında Türklerle Omuz Omuza (Filistin)

Ellerinde Ay yıldızlı Sancaklarla Araplar

Araplar Filistin’de Türklerle Omuz Omuza

Ay yıldızlı Sancağın Altında Düşmana Karşı Harekete Geçen Arap Aşiretler

Araplar ve Türkler Libya’da İtalyanlara Karşı Omuz Omuza

“Unutmayalım ki, Batılı devletlerin Birinci Dünya Harbinden sonra Ortadoğu’ya ekmiş oldukları nifâk tohumları bize de çok tesir etmiştir. Arap deyince, yeni Türk nesillerinin aklına daima Türk ordularını arkadan vuran İngiliz maşası bedevî kabileleri gelir;  Araplar da Türk deyince en çok İttihatçı Cemal Paşa’nın Suriye’de yaptıklarını hatırlarlar. Her iki tasavvur da yanlıştır, iki tarafı birbirine düşman etmek için İngilizler tarafından uydurulmuştur. Memleketimizdeki Batı kuklası münevverlerin sistemli bir şekilde yerleştirmeye çalıştığı Arap düşmanlığının bütün izlerini silmeliyiz. Unutmayalım ki, “Arap düşmanlığı propagandasının temelinde İslâm düşmanlığı vardır.” İslâm dünyasının yan yana yaşayan iki büyük kitlesini birbirine düşman etmek, böylece her birini tek tek Batılılara esir etmek gayreti vardır.” (Prof. Dr. Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, s. 235-236) 

Ülkemiz, Suriye’de terör örgütleri ile savaşırken, 1974 yılında Rum katliamlarından kurtardığımız ve maaşından suyuna ülkemizden karşıladığımız Kıbrıs devletini başındaki kişi, Türkiye’yi zor duruma sokacak 74 harekatı ve Suriye operasyonu ile ilgili açıklama yapar.

Ek: Filistin’liler topraklarını Yahudilere sattılar mı?

İngiliz işgal güçleri Yahudilerin Filistin topraklarından mülk edinmelerini kolaylaştırmak için çeşitli baskı uygulamalarına başvurdular. Örneğin çok ağır arazi vergileri koyup, bu vergileri ödeyemeyenlerin arazilerini gasp edip bunları sembolik fiyatlarla yahudilere sattılar. Eğer Yahudiler o insanların topraklarını parayla satın almış olsalardı, ellerindeki satış belgelerini ve tapuları gösterir, geriye dönen mültecileri de bir yerlere istif ederlerdi. Filistinlilerden satın aldıkları toplam arazi miktarı Filistin topraklarının sadece % 0,9’una (binde 9’una) tekabül eder. Araziler kesinlikle satın alma yoluyla değil, sahiplerinin tehcire zorlanması sebebiyle ve daha önce sözünü ettiğimiz terk edilmiş topraklarla ilgili kanunun işletilmesi suretiyle işgalcilerin eline geçmiştir. (Ahmet Varol, Akit, 28 mayıs 2003; 02 Kasım 2017) “Yahudiler yerli Arap halkına karşı koyu ırkçı bir politika uyguladılar, bu politikanın ana unsurları şiddet, baskı ve terördü. Yahudilerin Arap işçi çalıştırmasını yasakladılar ve Arap halkın elindeki toprakları terörden yılmış bu insanların elinden zorla satın aldılar.” (Fulya Gürses, Hasan Basri Gürses, Dünyada Dünyada ve Türkiye’de gençlik, s. 243) Filistin’li bayan Doktor Ayşe  Maksudi’nin Twitter’deki 16 Ekim 2023 tarihli açıklaması da bu gerçeğin altını çizer: “Biz topraklarımızı satmadık. Bu bütün dünyaya yayılan en büyük yalanlardan biri. İngilizler burayı işgal ettikten sonra çok büyük vergiler koydular ve bu vergileri sürekli arttırdılar. Bir süre sonra vergilerini ödeyemeyen çiftçilerin topraklarına el koyup o toprakları Yahudilere verdiler.”

Tarihçi Murat Bardakçı’da, ”Filistinliler toprak sattı” diyen Ortaylı ve Şengör’e tepki gösterir: “Söyledikleri hikaye. 1918’de işgale uğrayana kadar Yahudilerin elindeki topraklar yüzde 1.5’tur. Fakat bu araziler nereden geliyor? İlber’in dediği ‘Filistinli demek toprak satıp Kahire’de yiyen tiptir’ ifadesi yanlış. Bunlar Filistinli değil, Lübnanlı. “Hristiyan aileler.” Bunlar, ellerindeki arazileri Yahudi ajanslara sattılar. Fakat yüzde 6’ya kadar.” (Son Dakika, 10.12.2023)

“Filistinliler topraklarını sattı’ iddiası bir siyonist propagandasıdır ve vicdansızlıktır. Filistin halkının toprakları elinden alındı ve mülksüzleştirildi, bugünkü çatışma durumuna gelindi. 194 Sayılı karar gibi Birleşmiş Milletlerin (BM) değişik kararlarında ‘geri dönüş hakkı’ diye bir kavram bulunmaktadır. Toprağını gönüllü olarak satanlar için böyle bir uluslararası hukuk kararı olabilir mi? Filistinlilerin gönüllü sattığı söylenebilecek şahıs arazilerinin oranı binde 9’dan daha küçüktür.” (Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, AA, 21.10.2023)

Leave a comment