Richard Dawkins ve Stephen Hawking’e cevaplar

Within spread beside the ouch sulky and this wonderfully and  as the well and where supply much hyena so tolerantly recast hawk darn woodpecker

Bu konuya ek olarak, “Dinsiz ahlak olur mu?’, ‘Deizm Yanılgısı’, ‘Ateizm Yanılgısı, Naturalizm’, ‘Ateist akıl’ adlı yazılarımızı da öneririz.

Muhataplarımızın bakış açılarını gösteren bir örnek ile konumuza başlayalım: “Eğer bir Meryem Ana heykelinin sizlere el salladığını görseniz dahi, bir mucize ile karşı karşıya olduğunuzu sanmayın… Çok küçük bir olasılıktır, ama belki de heykelin sağ kolundaki atomların hepsi, tesadüfen, bir anda aynı yönde hareket etme eğilimi içine girmiş olabilirler.” (R. Dawkins, The Blind Watchmaker, s. 159) Bu önyargılı bakış açısını ateist Celal Şengör’de de görürüz. “Prof. Dr. Celal Şengör ‘Fikir Stalk’ adlı youtube videosunda ‘Mucize görse de inanmayacağını’ itiraf etmiştir. Ve Kur’an mucizevi bir eser olduğunu göstermekte ve ‘Naturalist yani doğayı ilah edinen’ bu kesim için bakın 1400 sene önce ne demektedir? “Allah’tan başkasına tapanlara mucize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız?” (En’am, 108-109) Ayrıca bilimin yanılmazlığına inanan ve bu anlayışı din edinen ateistlere cevap için ‘Bilim değişmez mi? adlı yazımızı da öneririz.

kor-saatci-1

Dawkins’in bilgi seviyesi ve görüşleri

Ateist felsefeci Michael Ruse, Dawkins’in ‘Tanrı Yanılgısı’ adlı eserinin ‘felsefeye ve dine giriş’ derslerinden bile geçemeyecek kadar yüzeysel ve hatalı olduğunu belirtir. (M. Ruse, Why I am an Accommodationist and Proud of it, Zygon, 50, 2, 2015, s. 362-363) “Gerek Michael Ruse, gerekse T. Eagleton gibi ateist yazarlar da, ‘Tanrı Yanılgısı’ kitabını yüzeysel olarak nitelendirir ve eleştirir.” (Modern Çağın İnanç Sorunları, Komisyon, DİB, Dr Alper Bilgili, s. 92) 20. yüzyılın Darwin’i olarak nitelenen evrimci biyologlardan Ernst Mayr, “Dawkins’in seçilimin hedefi olarak geni düşünmesi açıkça hatadır. Bireyin bütün genotipinin genlerden oluşmadığını biliyoruz.” demekte ve Dawkins’in, seçilimin hedefi olan temel gen teorisinin bütünüyle gayri-Darwinci olduğunu ileri sürmekte idi. (Kemal Batak, Naturalizm Çıkmazı, Dennett’ten Dawkins’e yeni ateizmin felsefi temelleri ve teistik eleştirisi, s. 142) “Davkins’i, Prospect Dergisi ‘dogmatik’; akademisyen Terry Eagleton ise ‘donanımsız, yanlışlarla dolu kitapların sahibi, çarpıtmacı’ olarak nitelemiştir.”  (Emine Öğük, Yeni ateistlerin yanılgıları, s. 26) Eğitimci yazar Sonnur Günaydın Asan da, ‘Tanrı Yanılgısı’ adlı kitaptaki mantık hatalarını, “Sahte ikilem, çifte standart, aşırı genelleştirme veya aşırı basitleştirme, nedensel ilişki, tertip ve taksim, kanıtı varsayma, isim seçme, etiketleme, korkuluk adam, gerçeğin yeniden tanımlanması” şeklinde sıralamaktadır. (Sonnur Günaydın Asan, Richard Dawkins’in “Tanrı Yanılgısı” Kitabındaki Mantık Yanlışları, İlahiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı / No. 13, Haziran, 2020, s. 153-181) Biyolog ve sinirbilim uzmanı Prof Dr. Sinan Canan da, 20.10.2013 tarihli Habertürk’teki ‘Öteki Gündem’ adlı programda şunları söylemektedir: “Dawkins’in ‘Tanrı Yanılgısı’ adlı kitabını çok seviyorum, kütüphanemin başköşesinde duruyor. Ne zaman okusam, ‘Walla, ne doğru din seçmişiz’ diyorum.” demektedir.

Dawkins’e göre, ‘insan hakları, insanın asaleti ve insan yaşamının kutsallığı’ gibi varsayımların gerçekte karşılığı da yoktur. (Dawkins, Kör Saatçi, s. 335) “Dawkins’e göre hayatın tek amacı ‘üremektir.’ Ona göre ‘insan’lar, gen aktarımında bir ‘araç’tan ibarettir. Bu bakış açısına göre ‘hayatın amacı, fayda ve zevk’ unsurlarına da indirgenmiş olmaktadır.” (Selçuk Kütük, Deizm, s. 142) Bu nedenle de Dawkins, “Kısır bir kadına ‘aşık olmamız’ evrim için ‘anlamsız’, hatta ‘saçmadır.’ Çünkü sevgi ve aşk da evrimsel sürece hizmet ettikleri sürece anlamlıdır, gereklidir. Oysa kısır bir kadın üreyemediği için evrimsel açıdan bir kayıp demektir. Bize verimli nesiller verme işlevi olan aşk, eğer bize nesil veremeyecek bir kadına duyuluyorsa anlamsızdır.”  (R. Dawkins, The God Delusion) demektedir. Richard Dawkins (The Selfish Gene) “Başarılı bir genden beklenen baskın özellik, acımasız bir bencilliktir.” derken, Mary Clark ise (In Search of Human Natürel) tam tersine, “Başka insanlara yardım etmeye genetik olarak yatkın ve programlıyız.” demektedir. (Şiddet karşısında İslam, Komisyon, DİB, s. 125) Richard Dawkins; insanların içinde bulunduğu toplumun dinine iman ettiğini iddia eder. (Hacı Ali Şentürk, Ateizm sonuçsuz serüven, s. 111) Halbuki İslam ise tam zıttını savunur. “Allah’ın indirdiğine uyun dense, hayır biz, atalarımızı hangi yolda bulmuşsak, ona uyarız, derler.” (Bakara, 170); “Atalarımız da gördüğümüz bize yeter, derler.” (Maide, 104) Dawkins’in iddiasının tersine ‘Kur’an’a göre insan, inancını sorgulayıcı bir anlayışa sahip olmalıdır.’ (Hacı Ali Şentürk, Ateizm sonuçsuz serüven, s. 114)

Evrimci Dawkins bakın ne diyor: “Darwinist prensipler üzerine kurulmuş bir toplum tam olarak benim içinde olmak ‘istemeyeceğim’  türden bir toplum. Bu ‘berbat bir toplum’ olurdu. Ben Darwinist prensiplerle kurulmuş bir toplumda ‘yaşamak istemem.’ Bu berbat bir toplum olurdu. ‘Darwinist bir dünyada yaşamak istemem.’ O halde gelin yaşamak isteyeceğimiz bir toplum inşa edelim. Ki bu kesinlikle Darwinist-evrimci ‘olmayan’ bir toplum olacaktır.” (R. Dawkins. Richard Dawkins Interviews Creationist Wendy Wright; https://www.youtube.com/watch?v=ZWB6Yhxqy5k) Görüldüğü gibi darwinizmi hayatının merkezine alan Dawkins bile, darwinizmin hakim olduğu bir toplumda yaşanamayacağını açıkça itiraf etmektedir. Buradan hareketle de, içinde yaşamak istemeyeceği toplumu savunanlara darwinist denir sonucuna rahatlıkla ulaşabiliriz!

Evrimi savunan Dawkins’in kitabını okuyan “Bir tıp doktoru, Dawkins’e yazdığı mektupta şöyle demektedir: Neden hepimiz intihar etmiyoruz?” (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 103)  Soru aslında çok önemli bir konuyu da gündeme getirmektedir: “Yaşamı tesadüf olarak görürsek, bu durum insanı bunalımların içinde bırakmak anlamına gelmektedir.” (Hacı Ali Şentürk, Ateizm sonuçsuz serüven, s. 84)

Ateist Richard Dawkins’in ‘Gen Bencildir’ adlı kitabındaki çelişkiler

Richard Dawkins’in ‘Gen Bencildir’ adlı kitabından alıntıları okuyanlar, akılsız varlıklara nasıl ‘düşünme, irade, planlama, programlama, bilgi sahibi olma’ gibi özellikler yüklenmeye çalışıldığını göreceklerdir. Hele ‘akılsız’ atom yığınlarının ‘rastgele’ olarak bir araya gelip akıllı ve iradeli canlılara dönüştüğünü anlatmaya çalışırken Dawkins’in örnek verdiği ‘toto’ ve ‘Şikago gangsterleri’ örneklerinin aslında, amacının tam zıttını ispatladığını, biraz kıyas ve zekaya sahip herkes hemen fark edecek ve Turan Dursun’un bir kova, su ve süpürge ile yaptığı ‘deney’ sonucu ateist olması ile aradaki mantık-sızlık-sal benzerlik hemen dikkat çekecektir! ‘Hem Ganster, hem toto ve o ortamları kimin sağladı’ diye sorular zinciri her aklı başında insanı aynı sonuca ulaştıracaktır: Verilen tüm örnekler tam aksini ispat etmekte ve akıl ve irade sahibi bir gücü işaret etmektedir! Tırnak (‘ ’) işareti ile vurgulanan kelimelere özellikle dikkatinizi çekmek istiyoruz: “Bizi doğal seçilim ‘inşa etmiştir.’ Eski gen-seçmeli evrim, beyinleri ‘yaparak’ ilk memlerin doğacağı çorbayı ‘sağladı.’ Bir yerlerde, ‘rastlantısal’ olarak, ‘dikkate değer özellikleri’ olan bir molekül oluştu. Bunun ortalıktaki moleküllerin en büyüğü ya da en karmaşığı olması ‘gerekmiyordu’, ama kendi kopyalarını ‘yaratabilmek’ gibi ‘olağandışı’ bir özelliği vardı. Bu ‘rastlantının’ oluşma olasılığı ‘pek fazla gibi görünmeyebilir’; ‘öyleydi de!’ Eğer yüzlerce milyon sene boyunca her hafta ‘Toto kuponu’ doldurursanız, birçok kez büyük ödül kazanabilirsiniz. Evrim, bir anlamda, iyi bir şey gibi görünüyorsa da gerçekte hiçbir şey evrimleşmek ‘istemez’. Evrim ‘ister istemez’ oluşan ‘bir şeydir’, genlerin bunu ‘engellemek için harcadıkları tüm çabaya’ karşın. Başarılı Şikago gangsterleri ‘gibi’, bizim genlerimiz de, epey ‘rekabetçi’ bir dünyada milyonlarca sene boyunca, hayatta kalmayı başarabilmişlerdir. Buna dayanarak, genlerimizde ‘belirli nitelikler’ olduğunu ileri sürebiliriz. Ben başarılı bir gende, baskın özelliğin ‘acımasız bir bencillik’ olduğunu savunacağım. Genlerde ‘uzak görüşlülük yok’; geleceği ‘planlamıyorlar.’ Genler ‘yalnızca varlar’, bazı genler diğerlerinden daha ‘becerikli’ ya da değil ve ‘işte hepsi bu.’ Gen düzeyinde, ‘özverili olma kötü, bencillik ise iyi olmalıdır.’ Hücre, genlerin kimya ‘endüstrileri’ için ‘uygun bir çalışma birimidir.’ Gen ‘makineleri’ olarak ‘yapılmış’ ve mem ‘makineleri’ ile ‘yetiştirildik.’ Genler de yaşam kalım makinelerinin davranışlarını ‘denetlerler’; doğrudan kuklaları oynatan ipleri kullanarak değil, ‘bilgisayar programcısı gibi’ dolaylı yollarla. Genler ‘usta programcılar’ ve kendi canlarını kurtarmak için ‘programlıyorlar.’ İnsanoğlunun bir başka özelliği de –‘büyük olasılıkla’- has, çıkarsız, gerçek özverisi. Böyle olduğunu ‘umuyorum’ ama ‘bunu tartışmayacağım’ ve ‘olası’ memsel evrim üzerine ‘spekülasyonlar yapmayacağım.’ Her ne kadar aksine inanmak istesek de, ‘sevgi’ ve türün -bir bütün olarak- ‘iyiliği’ hiç de ‘evrimsel anlamı olmayan’ kavramlardır.” Görüldüğü gibi “Dawkins, yaratıcılık özelliğini zamana vermiştir. ‘Zaman ile her şey tesadüfen oluşabilir’ görüşündedir.” (Hacı Ali Şentürk, Ateizm, Sonuçsuz Serüven, s. 90) Dawkins’e cevaplar için özellikle ‘evrim’ adlı yazımızın okunmasını da tavsiye ederiz.

‘Tanrı Yanılgısı’ adlı kitap ise, içerik olarak bilimsel olmaktan çok demagojik, felsefik ve ideolojiktir. Yazar evrimsel bir ‘psikolojiye’ sahiptir, yani önceden verilmiş bir karara göre bu kitap yazılmıştır. Kitap mantık dışı ve duygusal hükümlerle de doludur!

Evrimci materyalizm önkabuller üzerine kurulu bir ideolojidir: “Evrim bir gerçek değil, bir felsefedir. Öncelikli olarak materyalizm gelir (a priori) ve delil, bu ‘değişmez felsefi bağlılığın ışığında’ tercüme edilir.” (Phillip E. Johnson, Defeating Darwinism By Opening Minds, InterVarsity Press, Illionis, 1997, s. 81)

“Dawkins, Tanrı Yanılgısı’nda, ‘yaşamın kaynağını hayati önem taşıyan koşulların ortaya çıkmasını sağlayan kimyasal olay veya olaylar dizisine bağlar.’ Bu kimyasal olayların ‘nasıl ve niçin’ başladığına dair açıklama yapmaz ve  okuyucusunu zeka özürlü yerine koyar. Eğer bu tarz bir metotla düşünmeye başlarsak, tek boynuzlu atlar veya gençlik iksiri gibi şeylerin şaşırtıcı ölçüde imkansız olsa da meydana gelebileceğini kabul etmemiz gerekir.” (Selçuk Kütük, Ateizm Yanılgısı, s. 37)

Dawkins önyargı ve sübjektif bir yaklaşıma sahiptir. Kitaplarının içinde hakaret,  alay, hınç ve acımasız eleştirisinin sınırı sonsuzdur. Ama bakın yazar kendini nasıl da farklı pazarlamaktadır. Sonradan Müslüman olan bir Yahudi ile yaptığı konuşmada Dawkins  kendisini şöyle tanıtmaktadır:

dawk-1

Kibar kişilikten bir hümanist paylaşım:

ateistdawkinsobjektifligi-1

“Ben bir ateistim ve ben kibar birisiyim, insanlardan nefret etmiyorum.” Bu kibar ve anti-nefret şahsiyetin sosyal medya paylaşımına bakalım: “Kur’an’ı okumadım, bu yüzden İncil için yaptığım gibi bölüm ve ayetlerden alıntı yapamadım. Ancak günümüzde ‘kötülük için en büyük gücün İslam olduğunu’ sıklıkla söylüyoruz.” (x.com/RichardDawkins/status/307369895031603200)

Ateizme gerekçe olarak Dawkins’in ‘Tanrı Yanılgısı’ında öne sürdüğü gerekçe, ‘Tanrı’nın muazzam biçimde karmaşık ve dolayısıyla muazzam biçimde ihtimal dışı olacağı’ şeklindedir. Bu iddialara cevaplar da, ‘Evrim teorisi’, ‘Allah’ın varlığının delilleri’, ‘Ateist akıl’ ve ‘Dinsiz ahlak olur mu?’ adlı yazılarımızda bulunmaktadır!

Dawkins ve evrim

“Richard Dawkins militan ateist tavrını Darwinizm ile meşrulaşır. Tasarımcının ya da ruhun olduğu hissini, Darwin’i okuduğunda tamamen kaybettiğini söyler.” (Prof. Adnan Bülent Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 173) Dawkins her materyalist gibi evrimi savunmaktadır. ‘Kör Saatçi’ adlı kitabında, canlıların evrimini, Stuart Kaufmann’ın yazmış olduğu bir bilgisayar programı aracılığıyla ‘kanıtladığını’ iddia eder. Bu program, çubuk, dikdörtgen ve üçgen gibi şekillerin rastgele değişimlerle daha karmaşık hale gelmelerini sağlayan bir programıdır. Program tarafından rastgele düzenlenen bu çubuklar, birçok ara formdan sonra zamanla hayvan, bitki ve insan figürlerini andırır hale gelmeye başlamaktadır. Dawkins, bu basit şekillerin bilgisayar programıyla zaman içinde insan veya hayvan figürlerine benzer hale gelmesinin, canlıların sözde evrimleşme sürecine benzediğini iddia eder. Bu örnekten yola çıkan Dawkins, canlıların da uzun bir süre boyunca meydana gelen mutasyonlarla bugünkü karmaşık hallerine dönüştüğünü savunur. Halbuki Stuart Kaufmann’ın kullandığı programın, bizzat kodlayıcısı vardır. Bir bilgisayar ve daha da önemlisi bunları yapan bir zeka vardır! Aslında Dawkins’in bu iddiası komiktir! Kodlardan oluşan bir bilgisayar oyunu sadece çizgilerden mi meydana gelir? Kodlamayı azıcık bilen ‘tek bir eksik veya fazla harf-rakamın’ oyunu nasıl da çalışamaz hale getirdiğini bilir. Dawkins hala Darwin’in eski mikroskoplar ile yaptığı araştırmalar seviyesinde kalmıştır. Artık DNA ve şifre, kod çağındayız ve asla hayat da basit çizgilerle ifade edilemeyecek kadar mükemmel ve uyumlu bir sistemler bütünüdür. Bu konuda ‘Evrim’ ve ‘Allah’ın varlığının ispatı’ adlı yazılara bakılabilir.

1880’lerde bilim adamları hayatın kökeni için bir açıklama bulmanın oldukça kolay olduğunu düşünüyorlardı. “Hayatın karbondioksit, oksijen ve nitrojen gibi basit kimyasalların bileşimiyle kolaylıkla oluşan protoplazma denilen bir maddeden meydana geldiğini zannediyorlardı.”  (William A. Dembski, James M. Kushner, Signs of Intelligence, s. 103-104; Bölüm 8: Stephen C. Meyer, Word Games: DNA, Design and Intelligence) Bilim yazarı Howard Peth: “Eskiden hücrenin bir çekirdek ve sitoplazma ‘denizi’ içindeki diğer parçalardan meydana geldiği düşünülmekteydi. Fakat hücre içinde büyük alanlar boştu. Şimdi ise bir hücrenin gerçekten ‘kovan gibi olduğu’ yani hücrenin ve onu barındıran bedenin hayatı için gerekli olan önemli işlevsel birimlerle dolu olduğu bilinmektedir. Evrim teorisi hayatın ‘basit’ bir hücreden geliştiğini varsayar, fakat günümüzde bilim basit hücre diye bir şey olmadığını göstermektedir.” (Howard Peth, Blind Faith: Evolution Exposed, s. 77)

İnsanın tek bir hücresinin DNA’sında tam 1 milyon ansiklopedi sayfasını doldurabilecek miktarda bilgi bulunur. İnsan kendi bilgisini okumaya kalkışsa buna ömrü yetmez. Bu dev ansiklopedi yaklaşık 3 milyar farklı şifreye sahiptir. Eğer DNA’daki bilgileri kağıt üzerine yazılı hale getirseydik, kağıtların uzunluğu Kuzey Kutbu’ndan Ekvator’a kadar uzanacaktır. Ve bu sadece tek bir hücredir! 100 trilyon hücreden oluşan bir insanda ise bu, 100 trilyon kere 1000 kitap anlamına gelir. Bu günümüz bilgisayar teknolojisi ile bile mümkün olmayan bir gelişmiş sistemi ifade eder. İnsan Genomu Projesini yürüten Celera Genomics şirketinin uzmanlarından Gene Myers, “Beni asıl şaşırtan şey hayatın mimarisidir. Sistem olağanüstü derecede komplekstir. ‘Sanki tasarlanmış’ gibidir. DNA’da ‘büyük bir akıl’ yer almaktadır.” (Article by Tom Abate, San Francisco Chronicle, Şubat 19, 2001) demektedir.

Eğer materyalistlerin iddia ettikleri gibi maddenin doğada kendi kendine canlılığı oluşturma gibi bir özelliği olsaydı, bunun, laboratuarların kontrollü ortamında çok daha kolay gerçekleştirilebilmesi gerekirdi. Oysa bugün değil canlı hücresi, onun herhangi bir organeli bile laboratuarlarda suni olarak üretilememiştir.

İlkel çorba denilen bir ortamda canlı bir organizmanın oluşumunun mümkün olmadığı bilim literatürüne girmiştir: “ABD’li önde gelen bir araştırmacıya göre, Dünya’daki yaşamın volkanik kaynaklardan veya hidrotermal bacalardan ortaya çıkması pek olası değil.” (BBC, 13 Şubat 2006; news.bbc.co.uk/2/hi/science/nature/4702336.stm)

Fransız doğa bilimci Jean Baptiste Lamarck, evrimin mekanizmasını “kazanılan özelliklerin nesilden nesile aktarılması” şeklinde açıklamıştır. Canlıların yaşamları sırasında uğradıkları değişiklikler kalıcıydı ve yeni nesillere kalıtsal olarak aktarılabiliyordu. Ona göre zürafalar bir zamanlar ceylan benzeri birer hayvandılar; ama yüksek dallara erişmek için harcadıkları çaba yavaş yavaş boyunlarını uzatmıştı. Lamarck, oldukça iddialı konuşmaktan da çekinmiyordu: “Bir sülalenin sağ kollarının nesiller boyunca kesilmesi sonucunda yeni doğan bireylerin tek kollu doğacaktır.” Öncelikle, günümüz keçilerinin hala yüksek dallara uzanmaya çalıştıklarını ama boyunlarının uzamadığını ve ayrıca bilinenin tersine zürafaların da küçük boylu ağaçları tercih ettiklerini belirtelim.  Uppsala Üniversitesi zoologlarından Robert Simmon, American Naturalist dergisinde 1996 yılında yayınladığı bir makalesinde “Besin için rekabetin en fazla olması gereken kurak mevsimde, zürafalar genellikle yüksek dallarda değil, fazla büyümeyen çalılarda otlanır.” diye yazmaktadır. (BBC, 30 Haziran 2016) Çin’de tahmini olarak onuncu yüzyıldaki Beş Hanedan On Krallık döneminde başlayan,  yirminci yüzyıla kadar süre gelen bir gelenek vardır. Ayak bağlama ya da ‘lotus ayak geleneği.’ Gelenek, küçük yaşta kız çocuklarının ayak kemiklerini kırarak çok ufak boyutta ayakkabılara sokmak ve ayak büyümesini engellemek amacıyla yapılan bir uygulamaya dayanıyordu. Yüzlerce yıl sonunda hala bu geleneği devam ettiren insanların çocuklarının ayakları ‘normal’ doğmaktadır!

Benzer bakış açısını Dawkinks de ileri sürmüştür. “Başlangıçta günümüz sincabına benzer, ağaçlarda yaşayan ve herhangi bir şekilde uçmak için özel bir perdeli organı olmayan bir canlı, kısa mesafeleri sıçramaya başladı. (Eğer düşmesini yavaşlatacak birşey olsaydı daha uzağa sıçrayabilirdi.) Böylece doğal seleksiyon, kollar veya bacak eklemlerine yakın bir bölgede daha keseli bir yapıya sahip olan bireyleri ‘seçti.’ Şimdi gittikçe daha geniş deri alanına sahip bireyler daha uzağa sıçrayabiliyorlar. Sonraki nesillerde derinin genişlemesi bir kural oldu ve bu durum böylece devam etti… Gerçek kanat çırparak yapılan kuş uçuşunun bu basit süzülüş hareketinden evrimleşmesini hayal etmek artık çok daha kolay; böylece bu canlılar uçmaya başladılar.”  (Phillip E. Johnson Climbing Mount Improbable & Darwin’s Black Box; www.origins.org/articles/johnson_climbingmount.html) Dawkins, uçuş, kanatların simetriği, bu olayın biyokimyasını veya genetik gelişimini anlatan bilimsel kanıt sunmak yerine aslında sadece bir masal anlatmaktadır. Çünkü olaya bilimsel değil evrimsel/ideolojik yaklaşmaktadır! Dawkins, kuş akciğerleri ve sürüngen akciğerleri arasındaki derin anatomik farka hiç değinmez. Sürüngenlerin akciğerleri memelilerinki gibi, havanın içeri girip aynı yolu izleyerek geri çıktığı bir yapıya sahiptir. Kuşlarınki ise ‘jet motorlarına hava sağlayan mekanizmaya benzer şekilde dizayn edilmiştir.’ Yani hava hareketi tek yönde gerçekleşmektedir. Hava akciğere bir kanaldan girer, bir başka kanaldan çıkar. Başka hiçbir canlı grubunda rastlanmayan bu mükemmel mekanizma sayesinde, kuşun uçması için gerekli olan yüksek oksijen ihtiyacı karşılanır. Kanatlar özel yapıları sayesinde su ve havayı geçirmeyecek şekilde, göğüs kemikleri de uzun mesafe uçuşlarında oldukça büyük miktarda enerji ve kas gücü gerektirdiği için geniş yaratılmıştır. Hatta, “Aeorodinamik bir harika olan kuşla kıyaslandığı zaman en gelişmiş hava aracı bile sadece kabataslak bir kopyadan öteye geçmez.” (Kusursuz Uçuş Makineleri, Reader’s Digeest, çev: Ruhsar Kansu, Bilim ve Teknik, Sayı: 136, Mart 1979, s. 21) Kuşlardaki bu kusursuz tasarımların havacılığın gelişmesinde de büyük katkısı olmuştur. Nitekim uçağın mucidi olarak kabul edilen Wright kardeşler, Kittyhawk adındaki uçaklarının kanatlarını yaparken akbaba kanatlarının tasarımını örnek almışlardı. (web.archive.org/web/20060928173807/yourplanetearth.org/terms/details.php3?term=Biomimicry) “Askeri tasarımcılar baykuş kanatlarını taklit ederek hayalet uçakları olduklarından daha da gizli hale getirebilmeyi umuyorlar. Baykuşlardaki ‘tasarım sayesinde’ radarlar tarafından görülmeyen uçakların hiç duyulamayacak kadar sessiz olması hedefleniyor.” (www. fonz. org/zoogoer/zg1999/28(4)biomimetics.htm : “Designs from Life”, Robin Meadows, Zooger, July/August 1999) Airbus, uçağın kanatlarına tıpkı kuşlarınki gibi uçuş koşullarına göre şekil alabilme özelliği kazandıracak uyarlanabilen kanatlar (adaptive wings) yapmaya çalışmaktadır. Amaçları ise yakıt sarfiyatını en aza indirmek. (http://www.biltek.tubitak.gov.tr/dergi/98/ocak/yakitsiz.html) İlk çalışmalar, Amerikan avcı uçağı olan F-111 ile başlamıştır. (Biyonik, Doğayı Kopya Etmektir, Science et Vie’den Çev. Dr.Hanaslı Gür, Bilim ve Teknik Temmuz 1985, s. 1) Kuş kemiklerinin içleri boştur, bu nedenle de son derece hafiftir. Modern uçakların kanatları da kuş kemiklerinden ilham alınarak içleri boş olarak tasarlanmaktadır. Kuşun karnındaki tüylerle kanatlarındaki tüyler birbirinden farklı özelliklere sahiptirler. Büyük tüylerden oluşan kuyruk tüyleri dümen ve fren görevi görürler. Kanat tüyleri ise, kanat çırpma esnasında açılarak yüzeyi genişletip kaldırma kuvvetini arttırma özelliğine sahiptir. Konuyu daha  fazla uzatmadan Dawkins’in iddiasına dönelim ve şu soruları soralım: Ön ayağını kaybedip, onun yerine yarım kanata sahibi olan bir canlı, nasıl bir avantaja sahip olacaktır? Dört ayağa sahip bir sürüngen hızlı hareketi sayesinde hem düşmanlarından kaçabilecek, hem de avlanabilecektir. Yarım kanata sahip bir sürüngen ağaçtan düşüp, zarar görmesi engellenirken bir fayda sağlasa da, ön ayaklarını kaybettiği için hızlı hareket edemeyecektir. Böylece ne düşmanlarından kaçabilecek ne de avlarını eskisi gibi yakalayabilecektir. Bu onun için yarım kanatın getirdiği avantaja göre çok büyük bir dezavantajdır. Zaman içinde büyüyen kanatlar düşerken onu yavaşlatacak, fakat düşmanlarından kaçarken yada avını kovalarken engel olacaktır. Evrimci mantığın sorun listesi bu şekilde uzayıp gitmektedir. “Gerçekten hayvanlarda da sizin için bir ders (ibret) vardır.” (Müminun, 21)

dawin-gunumuz-mikroskop-1

 

dna-sifre-1

Dawkins, “Hindistan’da bölünme zamanında, bir milyondan fazla kişi Hindu ve Müslümanlar arasındaki dinsel çatışmalar sırasında katledildi. Öldürülecek toplulukların etiketlenmesinde yalnızca dinsel göstergeler etkendir. Bir bakıma Hindistan halkını dinden başka bir şey bölemezdi.”  demektedir. Bu da Dawkins’in son derece yanlış bir yorumudur. İlk önce kendisine şunu sorması gerekir. Nasıl oldu da bu insanlar yüzlerce yıl, farklı dinden olmalarına rağmen bir arada yaşayabilmişlerdir? Neden 20. yüzyıla gelindiğinde böyle bir bölünme yaşanmıştır. Bu konuda acaba asıl neden, o bölgeyi işgal etmiş olan sömürgeci güçler olabilir mi? Acaba Dawkins, pasaportunu taşıdığı İngiliz devletinin bu bölünmedeki katkıları hiç düşünmüş müdür?! Ve yine asıl sorulması gereken soru, dinler kadar emperyalizme hiç karşı çıkmış mıdır Dawkins? Yoksa ona verilen görev, zaten emperyalizmin önündeki tek engel olan İslam’ı karalamak mıdır? Tanrı Yanılgısı (The God Delusion)  adlı kitabın girişinde Dawkins “Hümanist” düşüncenin “milli marşı” olarak kabul edilen İmagine (Hayal edin) isimli şarkıdan esinlenerek, bir hayal kurmaktadır. Bu hayalini Dawkins şöyle ifade etmektedir: “Dinin olmadığı bir dünya hayal edin.” Dawkins ayrıca ateistlerin (Mesela Stalin’in) yapmış olduğu yanlışların bütün ateistlere mal edilemeyeceğini ileri sürerken (Dawkins, Tanrı Yanılgısı, s. 256), konu inançlı insanlara gelince tamamen farklı bir tavır sergilemekte, dindar olduğu iddia edilen kişilerce yapılan yanlışları genelleştirip, tüm inanç sahiplerini ağır itham altında tutmaktadır. Ateist olan Stalin’in 30 yıl süren iktidarı boyunca 20 milyondan fazla insan hayatını kaybetmiştir. Evrimci ideolojiyi savunan nazi lideri Hitler ile de Avrupa’yı paylaşmıştır. (Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı) Hitler daha sonra anlaşmayı bozunca ancak yollarını ayırmışlardır! Ateist Mao döneminde de Çin’de milyonlarca insan ölmüştür ve günümüzde de komünist partinin yönetimindeki Çin’de de tüm ‘işçiler’ az bir ücret ile sendikasız olarak  Batılı sermaye grupları için acımasızca çalıştırılmaktadır. Kızıl Kmerlerin lideri Pol Pot’un (Saloth Sar) Kamboçya’da sadece 3 yıl 8 ay içinde, 7 milyonluk ülke nüfusunun nerde ise yarısını -3 milyon kişiyi- katletmesi hep mayeryalist ve ateist ideolojinin sonuçlarıdır. Terörü sistemli olarak kullanılmasının gerekliliği konusunda ateist Lenin’in ifadeleri (V. İ. Lenin, Collected Works, Moscow, IX/346;  V. İ. Lenin, Collected Works, Moscow, xxxv/238;  Pravda Gazetesi, 26 Ekim 1918; V.İ. Lenin, Polnoye sobraniye soçineniy, Moskova, 1958-1966, XXXV/311; Stephane Courtois, Nicolas Werth, Jean-Louis Panne, Andrzej Paczkowski, Karel Bartosek, Jean-Louis Margolin, Komünizmin Kara Kitabı, s. 82) ile dizayn edilen komünist sistemlerin kanlı bilançosu özetle şu şekildedir: SSCB 20 milyon, Çin 65 milyon, Kuzey Kore 2 milyon, Kamboçya 2 milyon, Doğu Avrupa’da 1 milyon, Latin Amerika 150 bin, Afrika’da 1,7 milyon, Afganistan’da 1,5 milyon ve uluslararası komünist hareket ve iktidarda olmayan komünist partilerin eylemleri sonucu da 10.000 civarında ölüm olayı meydana gelmiştir. (Komünizmin Kara Kitabı, s. 17) Tüm bu katliamların merkezinde de materyalizm ve evrim teorisi bulunmaktadır. Evrimci P. J. Darlington vahşetin evrim teorisine inanmanın doğal bir sonucu olduğunu şöyle belirtmektedir: “Birinci nokta, bencillik ve vahşet içimizdeki doğal bir şeydir, en uzak atamızdan bize miras kalmıştır. O zaman vahşilik insanlar için normaldir; evrimin bir ürünüdür.” (P.J. Darlington, Evolution for Naturalists, s. 243-244) 1970 Nobel Edebiyat ödülünü kazanan Rus yazar Alexander I. Solzhenitsyn, 1983’de Londra’da yaptığı bir konuşmada, Rus halkının başına gelenleri şöyle özetlemektedir: “Yarım yüzyıl önce henüz bir çocukken, yaşlıların Rusya’nın başına gelen felaketlerin nedeni için şöyle dediklerini hatırlıyorum: “İnsanlar Allah’ı unuttular, tüm bu felaketlerin nedeni bu.” O zamandan beri, 50 yıldır devrimimizin tarihi üzerinde çalıştım, yüzlerce kitap okudum, yüzlerce şahit dinledim, sekiz cilt kitap yazdım. Ama 60 miyon insanı yok eden devrimin ana sebebini formüle etmemi isterseniz şunu tekrarlamaktan başka bir şey yapamam: İnsanlar Allah’ı unuttular; tüm bu felaketlerin nedeni bu.” (Edward E. Ericson, Jr., “Solzhenitsyn – Voice from the Gulag”, Eternity, October 1985, s. 23, 24) Amerikan Ateizmi Geliştirme Birliği başkanı Charles Smith, “Evrim, ateizmdir.” (H.Epoch, Evolution or Creation, (1988), s. 148-149) derken zaten bilinen bir gerçeği de itiraf etmektedir. Materyalizm, ateizm ve evrim bir bütünün farklı yüzleri ve parçalarıdır! Cansız ve şuursuz atomların kendi kararlarıyla biraraya gelip, canlı ve  şuurlu insanı oluşturduğunu iddia eden ve pagan (Putperest) kabilelerde olduğu gibi “doğa”yı ilahlaştıran (Naturalizm), DNA üzerindeki bozulma ve oynamaların -Mutasyonların- yeni türler oluşturabileceğini iddia eden, hayatın yapıtaşı olan proteinlerin kör tesadüfler sonucunda oluştuklarına inanan, birbiri ardına gelen başıboş tesadüflerin DNA gibi kompleks bir bilgi bankasını oluşturabileceğini zanneden, hücre gibi kompleks bir organizmanın tesadüfen oluşabildiğini ileri süren, fosiller evrim sürecini  devamlı olarak yalanlarken hala evrimi savunanların görüşü olan Darwinizm’in “doğanın bir mücadele ve çatışma yeri olduğu”  iddiası toplumlara uygulandığında,  Hitler’in ‘üstün ırk’ı oluşturma saplantısı,  Marx’ın ’İnsanlık tarihi sınıf çatışmalarının tarihidir.’ yanılgısı,  Mao’nun milyonlarca insana sözde bir tür hayvan gibi görüp akıl almaz vahşetler uygulaması, Mussolini’nin “Savaşın tüm insan enerjisini en yüksek noktaya taşıdığı” iddiası, Kapitalizmin “güçlülerin zayıfların üzerine basarak daha da güçlenmelerini”  fikri, Stalin’in zalim çalışma kampları, Üçüncü dünya ülkelerinin emperyalist ülkeler tarafından acımasızca sömürülmeleri, PKK gibi evrimci ateist örgütlerin katliamları, hepsi ama hepsi sözde bilimsel bir kılıf kazanmaktadır.  Unutmayalım ki birinci ve ikinci dünya savaşını da dindarlar çıkarmamıştır! Savaşların nedenini dine bağlayan ve dinler olmaz ise savaş ve yıkımların olmayacağını ileri süren Dawkins’e cevap için,  ‘Savaşların nedeni din midir?’, ‘Ateizm yanılgısı’, ‘İslam savaş hukuku’ adlı yazılarımızı öneririz.

Dawkins’in itiraf tadındaki bu cümleleri de, Evrim Teorisi’nin içinde bulunduğu önemli bir açmazı ifade etmektedir: “Yaşamın başlangıcı, şüphe duyanlar için söylemek isterim ki, araştırma konusu olarak ‘gelişmekte olan’ bir konudur. Bu araştırmanın ilgili uzmanlık alanı kimyadır ve bu benim alanım değildir. Gelişmeleri çok büyük bir merakla ‘kenardan’ izlerim ve önümüzdeki birkaç yıl içinde eğer kimyacılar laboratuarlarında yeni bir yaşam başlangıcını başarılı bir şekilde yeniden gerçekleştirdiklerini bildirirlerse ‘hiç şaşırmam.’ Ancak yine de bu ‘henüz gerçekleşmedi’ ve ‘bu gelişmenin olasılığı oldukça düşük olduğunu söylemek mümkündür’ ve bu her zaman böyledir; gerçi bu ‘bir kez’ gerçekleşti.” (Tanrı Yanılgısı, s. 133) Bilim ve Ütopya dergisinin Kasım 1998 tarihli nüshasında, “Uçtu Uçtu Dinozor Uçtu” adlı makalesinde  Ümit Sayın da, “Diyelim ki tüm fosiller fos çıktı! Bu bile evrim kuramını çökertmez. Değişimin nedenlerinin ve mekanizmalarının belirlenmesi ‘bugünkü bilgilerle’ mümkün değildir, ama ‘100 yıla kadar’ bu konuda dev adımlar ‘atılacağına kesin gözüyle’ bakılmaktadır!” diyerek, Dawkins’le benzer şekilde ‘gayba’ inandıklarını, gözle görülemeyene iman ettiklerini ilan etmektedir. Halbuki, “Doğabilimciler unutmamalıdırlar ki, evrim süreci sadece fosil kayıtları aracılığıyla açığa çıkar. Sadece paleontoloji (fosil bilimi) evrim konusunda delil oluşturabilir ve evrimin gelişimini ve mekanizmalarını gösterebilir.” (Pierre Grassé. Evolution of Living Organisms. New York, Academic Press, 1977, s. 82) Ve tüm bunlara rağmen ünlü İngiliz paleontolog Derek W. Ager, bir evrimci olmasına karşın bu gerçeği şöyle itiraf etmektedir: “Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılaşırız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz.”  (Derek A. Ager, The Nature of the Fossil Record, Proceedings of the British Geological Association, cilt 87, s. 133)

ilkelcorba-1

 

agacdali-keci-1

Bu keçilerin suçu ne ey evrim/ kozmik enerji!?

Dawkins duanın bir anlamı olmadığı dolayısıyla bir Tanrı’nın olmadığını da ileri sürer. (Tanrı Yanılgısı, s. 34) ki, bu iddianın cevabına, ‘İslamın emirleri ve hümanizm’ adlı yazımızdan ulaşabilirsiniz.

Kur’an ve İslam üzerine Dawkins çok sınırlı ve yüzeyler bilgilere sahip olduğu (x.com’daki itirafının dışında ayrıca) yorumlarından da anlaşmaktadır. O Kur’an hakkında şöyle bir yorum yapmıştır: “Ne yazık ki Kur’an’daki barış yanlısı pasajlar, genelde sadece ilk bölümdedir, yani Muhammed’in Mekke’de olduğu zamanlar. Daha kavgacı satırlar kitabın sonraki bölümlerindedir. Medine’ye kaçması ile başlar.” Klasik oryantalist görüşün aynen  tekrarı olan bu iddianın cevabı için, ‘İslam barış dinidir’, ‘Kur’an’ın kaynağı nedir?’ ve ‘İslam savaş hukuku’ adlı yazılarımıza bakılabilir!

Dawkins, dinlere ihtiyaç olmadan bir ahlakın nasıl açıklanabileceği üzerinde uzun uzun açıklamalarda bulunur: “İyi ya da kötü birisi olmak için Tanrıya ihtiyaç yoktur.” iddiasında bulunur. Bu konuya ise ‘Dinsiz ahlak olur mu?’ adlı yazımızda cevap verilmiştir!

Richard Dawkins’in temel argümanlarından birisi de ‘Tanrıyı kim yarattı?’ sorusudur. Halbuki böyle bir iddia kendi içinde mantıksızdır. Eğer bir varlık yaratılmış ise o zaten Tanrı olamaz ki? “Allah, tanıma itibarıyla yaratılmamıştır. Allah’ın tanımı yaratılmamış olmasıdır. Her yaratılanın bir yaratıcısı vardır.” (Zakir Naik, Gençlerin inanç sorunları, s. 14) Yaratan ama yaratılmayana Tanrı denilmektedir. Dolayısı ile Dawkins kitabının adını ‘Tanrı Yanılgısı’ olarak koymakla doğru bir tercih yapmış olmaktadır. Çünkü böyle bir tanrıyı hiç kimse kabul etmemektedir. Dawkins tarafından reddedilen tanrı anlayışı, zaten bir yanılgıdan ibarettir! Ayrıca, ‘tanrı kavramını kabul etmek bilimin çökmesi demektir.’ diye bir ön kabulden hareketle tanrı fikrine karşı çıkan Dawkins, ön kabul ile bilimsel bir açıklama yapılabileceğini nasıl düşünebilmektedir? Aslında işleyiş tarzı bulunan kanunları bilim adamlarınca ancak bulunabilen kurallar zincirini koyan birisinin olması akla ve bilime neden aykırı olsun ki?! Bu konuda ‘Allah’ın varlığının ispatı’ ve ‘Ateist akıl’ adlı yazılarımıza bakılabilir.

Dawkins’e, inanmadığı için mi Darvincilik çok akılcı gelmektedir yoksa Darwinizmin bir sonucu olarak mı o inançsız biri olmuştur? Dawkins’in hararetli tartışmaları, onun 19. yüzyıl başlarında yaşıyor olduğu izlenimini vermektedir. (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 42, 43) İnsanın dünyaya nasıl geldiğini Dawkins tek cinsiyete kadar dayamaya temayülündedir. Cinsiyetin kadın olma olasılığı üstünde duran Dawkins kendi tezini, İsa’nın mucizevi doğumunda inkar etmiş olur. (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 117) Öte yandan biyolojik açıdan erkek üstünlüğünü açıkça savunan Dawkins şöyle söylemektedir: “Kadın, doğada üreme açısından silik varlıktır.” (Dawkins, Tanrı Yanılgısı, s. 296)  Yine ona göre “Sevgi bir amaç değildir. Beynin çalışmasının bir yan ürünüdür. Belki de genlerin hayatta kalması için çok önemli bir üründür.” (Sami Amiri, Ateizm kendi paradigmasıyla yüzleşiyor, s. 162) Dawkins, ”doğal eleme sayesinde, üstün türlerin devamı ilkesi evrenin başlangıcında tasarlanmıştır.” demektedir. (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 164) Tabii burada, ‘tasarlayan kim?’ sorusunun asıl cevabını Dawkins’ten beklemek çok fazla gerçekçi olmaz! Dawkins’e göre doğal eleme, doğanın kör saatçisidir. Görünen bir amaçta yoktur. (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 136) Richard Dawkins, Kör Saatçi (Blind  Watcmaker) adlı kitabında, doğal seleksiyonla işleyen evrimsel düzeni, kusursuz işleyen bir saatin dişlerine benzetir. (Prof. Adnan Bülent Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 191) Bir saatçi için saat neyse, doğa için de tanrı odur. (Prof. Adnan Bülent Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 116) Materyalist bilimde insanlık, nesnelerin kör dünyasına tabi kılınır. (Prof. Adnan Bülent Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 172) Darwin, evrenin bir tasarımcı tarafından tasarlanması fikrine şiddetle karşı çıkar. Ona göre en büyük tasarım, doğal seleksiyondur. (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 236) Dawkins, insanın bir tür ruhsal boyut kazanma hamlesi olan aşk olayını da patolojik (hastalıklı) bir bağımlılık olarak görür. (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 170) Dawkins, darwinizm’in hipotezlerini ‘kanıtlanmışçasına’ savunmaktadır. (Aliye Çınar, s. 281) Dawkins, iyilik yapma dürtüsünün kaynağını, bencil gen teorisiyle açıklamaya çalışır. Ona göre gen bencildir. Halbuki gen Bir DNA zinciridir. Ancak bilinçli değildir! Bencil gen teorisi açısından bakınca insanı, kemiğini asla vermeyen ve bunun için mücadele eden köpekten ayırt etmek zor olacaktır. (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 297) Dawkins, Aşk duygusunu patolojik yani hastalıklı bir bulgu olarak değerlendirir. Dawkins, bencilce almayı, normallik olarak görür. (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 299, 300) Hakbuki teizmde, “Tanrının bir üst değer oluşu, bencillik prangalarından özgürleşmenin de garantisidir.” (Aliye Çınar, s. 111) Dawkins, iyilik yapmanın altındaki sebepleri 4 başlıkta açıklar: Birincisi ‘karşılıklı çıkar’, ikincisi akrabalık bağları, üçüncüsü ‘şöhret kazanma’, dördüncüsü ‘toplum içinde onaylanmak’,  kabul görmek. (Dawkins, Tanrı Yanılgısı,  s. 202-206) Aslında bunların tümü ahlak değil, ahlaksızlıktır! Dawkins, menfaatçiliği iyi işlerin nedeni olarak düşünmektedir. (Aliye Çınar, s. 305)

Not; Dawkins’in, zürafalarda bulunan  (Vagus) Recurrent Laryngeal siniri hakkındaki iddiasının cevabı da, ‘ Körelmiş organlar’ adlı yazımızdadır!

‘Büyük tasarım’ adlı eserinde ise Hawking, ‘Felsefe öldü’ derken, eserinin tamamı ise aslında, bilim yerine felsefi içeriklerle doludur! Hawking, bilim adına felsefe yapar ve yaptığının ölü olduğunu da kendisi dolaylı yönden itiraf eder. Kitabındaki şu cümle de çok ilginçtir: “Yerçekimi kanunu olduğu için kainat ‘kendisini yoktan var’ edebilir.” Önce ‘yoktan’ kelimesi ile neyi kastettiğini ele almak gerekir. Eğer yerçekimi varsa, ortada yok diye bir kavram kullanmamızın imkanı yoktur. Demek ki yoktan değil, var olandan kainat oluşmuştur! Yani Hawking’in aslında ‘yok’ dediği ‘var’dır ve kendisi var’ı yok etmektedir. Hawking bunu tanrı kavramında da aynen yapmaktadır! Evet Hawking yok olan bir şey hakkında bir kitap dolusu yazı yazmıştır!

Ayrıca, kendinden yaratıldığı iddia edilen ve aslında sadece yaratılma süreçlerden biri olan bir kanun -yerçekimi- ile neden bu yaratılma sürecini başlatıyor? Hawking acaba daha öncesini neden görmek istememektedir?! O yerçekiminin yaratılmasını neden ele almamakta ve neden var olmaya yani aslında yaratılışı ara süreçten başlatmaktadır?!

“Isaac Newton, “Yerçekimi gezegenlerin nasıl hareket ettiklerini açıklıyor, gezegenleri neyin yörüngeye soktuğunu değil… Her şeyi Tanrı yönetir” derken, İngiliz fizikçi Hawking ise “Yerçekimi diye bir yasa olduğu için, evren kendi kendisini hiçten yaratabilir ve yaratmaya devam edecektir.” diyerek, evrenin varlığının hiç yerine, birşey olmasının sebebinin ‘kendiliğinden yaratılış’ olduğunu savunur.” (BBC, 2 Eylül 2010) Hawking, Kasım 2016’da da, “kütle çekimi ve kuantum teorilerinin, evreni ilahi bir güce ihtiyaç olmadan yarattığını” (DW, 08.01.2017) ileri sürerek hatalar zincirini devam ettirmekte idi.

Kuantum fizikçisi Hans Peter Dürr ise gerçeği görüp itiraf etmekten çekinmemektedir: “Kuantumla öğrendik ki, ekonomik gerekliliklere ve doğa kanunlarına değişmez tek boyutlu baktığımızdan -ipek böceği gibi-  kendi ördüğümüz mecburiyetler kozası içinde hapsolup kalıyoruz. Maddeci anlayışın doğurduğu inançsızlık ve bencillik, bereket ve bolluğu fark etmemizi önlüyor. Tevekkülle istemeyi bilmediğimizden -hırsla hayata saldırdığımızdan- sadece istediklerimizden mahrum kalmıyoruz;  özlediğimiz mutluluk ve huzuru da elde edemiyoruz.” (Hans Peter Dürr, P.M. Magazin 05, 2007)  Yunus Emre’nin dediği gibi: “İlim ilim bilmektir İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen, Ya nice okumaktır. Okumaktan mana ne, Kişi Hakk’ı bilmektir. Çün okudun bilmezsin Ha ‘bir kuru emek’tir.” (Yunus Emre Divanı, s. 184)

Hawking, bilim adına felsefe yaparak, yaratılan kanunu yaratıcı ilan etmekte ve buna bilim adını vermektedir. Halbuki kanun adını alan şeyin, deney ve tecrübe ile kendisini kanıtlatabilecek kadar kesin olan bir düzeye gelen şeyler olduğunu herkes bilir ki, bu da belli bir kurallar zinciri ve uyumu gerektirir. Hiçbir kanun gibi bu kanunlar da kendini yaratamaz! Yaratan, uygulatan ve düzenleyen (Bedi’, Halık, Melik ve  Rab) Vahid’l-Ehad olan Allah’ı inkar etmek için birden çok yaratılanı ‘yaratıcı’ ilan edenlere Kur’an şöyle seslenmektedir: “Gökleri ve yeri hak ile yarattı: O, ortak koştukları şeylerden Yücedir.” (Nahl, 3); “Biz onları yalnızca hak ile yarattık. Ancak onların çoğu bilmezler.” (Duhan, 39)

Stephen Hawking ve Dawkins, ikisi de okuyucuyu yönlendirme hatasına düşmekte ve onları Yaratıcı ile bilim arasında bir tercih yapmak zorunda bırakmaktadırlar. Hawking ve Dawkins, tabiat kurallarının yaratıcı bir güce sahip olduğunu ileri sürmektedir. Yani gözümüz önünde işlevsel görevi olan, kendilerine kodlanan görevleri yapan aracıları yaratıcı ilan edip, asıl yaratıcıyı reddetmemizi istemektedirler. Bu tıpkı otomatik pilota bağlı uçağa bakarak, ‘Kendi kendine gidiyor; uçak mühendisi ve pilotu zaten görünmüyor’ demek kadar bilimseldir! Belki uçaktan bahsederken, o uçağı yapandan bahsetmeye gerek yoktur ama sonuçta konuşulan konu teknik/bilimsel bir konudur ve o uçağı yapan mutlaka vardır ve yaptığı uçağın kalitesi de, onu yapanın ilmi ve gücü (Alim, Kadir) hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlamaktadır. Yaradan da bu nedenle evrene yönelmemizi, evren kitabını okumamızı ve onu inceleyip kendisine ulaşmamızı (Mülk, 4-5; Yunus, 5; Enbiya, 30; Ankebut, 44; Zümer, 5 vd.) istemektedir. Bu konuda, Prof. Dr. Adem Tatlı’nın ‘Bilimlerin Işığında Yaratılış’ adlı eserini özellikle tavsiye ederiz.

Kısaca, Yaratıcı/din ve bilimsel kurallar birbiri ile çelişmez, aksine bunlar birbirini tamamlayan ifadelerdir. Bir yaratan vardır, yaratır sonra düzenler; görevleri yükler/kodlar. Bu birinci aşamadır. Sonrada işini/görevini yerine getiren ve yüklendiği kodlamaya göre hareket eden (Tabiat kuralları başta) yaratılanlar vardır. Bunlar birbirine zıt ve çelişkili değildir! Hawking, yaratıcı fikrinin eski bir fikir olduğunu ileri sürer. Ama şunu unutur, her eski fikir illa yanlış olmak zorunda değildir!

“Bir balığı balık yapan maddelerin neler olduğunu bilim tespit edebilir. Ancak bilim, bu maddelerin tamamını toplayıp bir kaba koysa onlar kendiliğinden balığa dönüşmemektedirler. Özellikle cansız maddelere canlılık kazandırılması mümkün görülmemektedir. (Murat Akın, ‘Bilimsel İlerlemeler Tanrı’yı Yok mu Ediyor?’ Sorusu ve Kelami Açıdan Değerlendirilmesi, Tekirdağ ilahiyat dergisi, Tasavvur, Aralık/December 2020, VI/716) Balığın ve tüm varlıkların kendi içlerinde ve diğer canlı ve cansızlarla olan uyumlu birlikteliği bizleri bir düzenleyene götürmelidir. Materyalistler bunu maddeye/evrime/zamana izafe ederken teistler ise Yaradan’a izafe etmektedirler. Hiç bir Müslüman bilim ile din arasında bir seçim yapmak zorunda değildir. (Hasan Özalp, Bilim-Din İlişkisinde Uzlaşmacı Yaklaşımlar, s. 92)

Mesela Newton yerçekimi kanununun işlevini bulunca, ‘Kainatı, her şeye gücü yeten bir Yaratıcının vücut verdiği bir kriptogram (Şifreli yazı) olarak görmüştür.’ (John Maynard Keynes, Newton, the Man, London, 1946)  ‘Güneş ve gezegenler, aralarında hiç bir şey yokken birbirlerini nasıl ve neye göre çekiyorlar? Nasıl oluyor da tabiatta hiçbir şey abes olmuyor ve dünyada şahit olduğumuz düzen ve güzellik vücut buluyor? Bütün bu olan bitenden, bilinen manada harici bir vücudu bulunmayan, canlı, akıl sahibi, muktedir bir Zat’ın var olduğu, sonsuzluk içinde kendine has nitelikte her şeyi çok yakinen bildiği ve idrak ettiği açık bir şekilde ortaya çıkmaz mı?’ (Newton, Opticks, 2nd edition (1718), Book 3, Query 28, 343-5) diyen Newton ayrıca, ‘Kainattaki her şeyin son derece kolay bir şekilde, akarcasına olup bitiyor olmasını Yaratıcı’nın mükemmelliğiyle’ irtibatlandırıyor ve ‘Yaratıcı’nın hikmetle iş yaptığını ve asla hiçbir şeyi başka bir şeye karıştırmadan işleri yürüttüğünü’ söylüyordu. (Newton, Yahuda MS 1.1a, fo. 14r)  Ayrıca onun, “God is known from his works: Tanrı yaptıkları/eserleri ile bilinir.” (Isaac Newton, Cambridge University Library, MS Add. 3965, section 13, cited in J .E. McGuire, ‘Newton on Place, Time, and God: An Unpublished Source’, The British Journal for the History of Science, 11 (1978), 118-9; Emin Arık, Deizm ve ateizm çıkmazı, s. 27) tespitini ve teslisi reddedip, İsa’nın tanrı olmadığı fikrine sahip olduğunu da (Snobelen, D. Stephen, “The true frame of Nature”: Isaac Newton, Heresy, and the Reformation of Natural Philosophy, in Heterodoxy in Early Modern Science and Religion, Brooke and Maclean, s. 232-233) özellikle ifade edelim. Kuasarları keşfeden, modern astronominin babası olarak anılan ve astronomide Nobel ödülüne eşdeğer olan Crafoord Ödülü’nü kazanan Allan Sandage: ‘Böylesine bir düzenin kaostan meydana gelmesi olanaksızdır. Bunu düzenleyen bir unsur var olmalıdır. Yaratıcı benim için bir gizemdir, ancak var oluş mucizesinin açıklaması O’dur.’ (Ediz Sözüer, Olağanüstü Bir Hazinenin Keşif Yolculuğu, s. 514) demektedir.

Ateist Hawking, evrim teorisinin yeterli olmadığını görünce yeni bir teori ortaya atmıştır: ‘M teorisi.’ Mantığını yukarıda açıkladığımız bu teoriye göre, ‘kainatı tabiat kuralları yaratmıştır!’ Yani, yerçekimi ‘kanununu’ bile bir ‘teoriye’ bağlarlar ve buna bilim adını verirler. Halbuki teori ve kanunlar belli şartlar altında gerçekleşen şeylerin bilimsel/matematiksel açıklamalarıdır. Mesela güneşin doğudan doğması bilimsel bir kanundur ama ne güneşi ne dünyayı ne de yönleri yaratan bu kanun değildir. Bu kanun sadece ‘var olanı, yaratılanı tanımlar, açıklar!’ Aslında kainatı ne bilim adamları, ne teoriler ve ne de tabiat kuralları yaratmıştır. Hawking’in kitabında, tabiat kanunları, aynen ilahi kitaplardaki mucizeler gibi anlatılır. M teorisi ‘farklı bir şeyden’, hem her yerde olan, hem görünmeyen bir ana kuvvetten, vücuda getirenden, yaratıcı bir kuvvetten bahseder. Bu kuvvet cihazlar ile algılanamaz ve anlaşılabilir matematiksel tahminlerle incelenemez, ancak tüm olasılıkları içerir. Her yerde bulunma, her şeyi yapabilme özelliğine sahiptir ve aynı zamanda da çok gizemlidir. Bu özellikler okuyucuya birini çağrıştırıyordur eminiz! Unutulmamalıdır ki yaratıcı, bilimin önündeki engel değil, bilimin var oluşunun sebebidir. O (cc) yaratmasa, kodlayıp uygulama alanına sokmasa, bilim adamları neyi keşfedebilecekti?

Ateistler insanların sadece doğanın temel parçacıklarının bir araya toplanmasından oluşmuş şeyler olduğuna inanmamızı isterler. Bu bir indirgemeciliktir. Bu ateist görüş biyolojiyi, fizik ve kimyaya indirger ve şöyle der: ‘Eğer davranışlarımız bilim kanunları tarafından belirleniyorsa, o zaman özgür iradenin nasıl kullanıldığını anlamak zordur. Demek ki bizler biyolojik makinelerden başka bir şey değiliz ve özgür irade ise sadece bir hayaldir.’ Halbuki böyle bir şey gerçek olsaydı, konuştuklarımız ve yazdıklarımız bir robotun otomatik eylemlerinden ibaret olmaz mıydı? Robotta his, duygu, tercih hakkı bulunabilir mi? Görüldüğü gibi ateist bakış açısı insanı, aslında ehli sünnetin reddettiği  ve ateistlerin de ehli sünneti suçladığı ‘kaderci’ anlayışa götürmektedir! Bu konuda, ‘Kader’ adlı yazımızabakılabilir.

Bu bilim (!) adamlarının yaratıcıyı inkar etmeleri bilimsel çalışmaları sonucu vardıkları sonuçlar değil, başta kabul ettikleri ateist dünya görüşü ve ideolojilerinin bir tezahürüdür. Buna birçok örnek verilebilir ama Paul Davis adlı ateistin şu sözleri pek çok şeyi açıklar mahiyettedir: “Kainatı bir takım matematiksel kanunların var edebilecek kadar zeki olduğuna inanmak bana çok daha ilham verici gözüküyor.” Evet ortada bilim değil, ‘İnanmak’ var ve ayrıca yaratıcı fikri yerine yaratılana zeka ve yaratma özellikleri yüklemenin ve bunu çok daha fazla ‘ilham verici’ bulmanın da ateistlere özgü bir özellik olduğu görülmektedir! Ve bir de bunun bilimsel bir görüş olduğuna inanmamız beklenmektedir! Peki bu matematiksel gerçek hiç birimizin cebindeki bir parayı iki para yapmış mıdır? Evet, kanunların bir şey yaratabileceğini düşünmek, sabahtan akşama toplama işlemi yaparak para kazanabileceğini düşünmek kadar mantıklı ve bilimseldir!

Dr. John Lennox, “Büyük Tasarım” kitabında şöyle demektedir: “Yaşadığımız dünyada basit bir aritmetik kuralı olan 1+1=2, hiç bir zaman hiçbir şeyi var etmemiştir. Bu kural, şimdiye kadar ne benim ne de başkasının banka hesabına para koymamıştır. Matematik kanunlarının kendi başlarına kainatı ve yaşamı yarattığı bir katı tabiatçı dünya, tamamen bilim kurgudan ibarettir. Hawking apaçık bir şekilde ‘neden hiçbir şey değil de bir şey var’ temel sorusunu cevaplamakta başarısız olmuştur.”

Ateist Dawkins de, evrenin kendiliğinden oluştuğunu ispatlamak için bir bilgisayar programı kullanılmasını tavsiye eder ve der ki: “Eğer doğanın kör güçleri tarafından kurulmuş olabilecek kümülatif bir seçilim için gerekli koşullar oluşturulmuş olsaydı, tuhaf ve mükemmel sonuçlar alınabilirdi.” (Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, Norton, 1987, s.49) İyi de, “cümledeki karakterlerin sayısı, geçiş orantıları, bilgisayar programcısı, karakterleri seçen program, işi gerçekleştiren enerji, enerjinin üretimi ve dağıtımı, karakterlerin varlığı, zaman ve mekan, varoluşun ve yasaların sürekliliği ve devamını ‘kim’ ayarlayacaktır? Devamı da ilginçtir: “Evrimin uzun dönemli amacı yoktur. Her ne kadar insanlar, amaçlı olan bir evrimin ürünü olduğumuz biçimindeki saçma sanı ile avunuyorlarsa da, uzun vadeli bir hedef, bir seçilim için kriter olarak hizmet edecek mükemmel bir model yoktur.” Yani, amaçsız, hedefsiz, şans eseri var olan insan dünyada bir süre yaşayacak ve sonra yok olup gidecektir! Ey ateist arkadaş! Sen iradesiz bir varlıksın ve şans eseri varsın. (Ateistler “bizi tanrı neden sormadan yarattı” diye bi daha sormasınlar, biz cevabımızı verdik de, evrimci materyalist görüşün buna cevabı hiç yoktur!) Yaşayacağın acı-sevinç türü her şey sadece atomların tesadüfen bir araya gelmesi ile meydana gelen şeylerdir, zaten ölüm sonrası da yoktur! E, peki “ne yapıcam, neye göre yaşıyacağım, iyilik neden yapayım, kötülük denen şey gerçekte var mıdır?” türü kafanızda bin türlü sorular cevapsız kalmaktadır! Evet, ateist olmak demek ‘karamsarlık, bunalım, idealsizlik ve intihar’ demektir! Bu konuda ‘Ateizm Yanılgısı’ ve ‘Dinsiz ahlak olur mu?’ adlı yazılarımıza bakılabilir.

“Uzaylılar mesaj gönderirse cevap vermeyin. “Stephen Hawking’in Favori Yerleri” (Stephen Hawking’s Favorite Places) isimli yeni bir belgeselden alınan açıklamalarında dünyaca ünlü fizikçi Stephen Hawking, uzaydaki Dünya dışı yaşamla ilgili korkutan ifadeler kullandı. Hawking, uzaylıların dünyaya mesaj göndermesi durumunda buna cevap verilmemesi gerektiğini söyledi. Hawking, uzayda seyahat edecek kadar gelişmiş bir uygarlığın Dünya’ya geliş amacının ‘barışçıl’ olmayacağının da altını çiziyor.” (Hürriyet, 26.7.2017) Uzaylıları kabul, Yaradanı inkar eden bilim adamı! Peki o uzaylıları kim yaratmıştır?!

“ABD mahkemeleri tarafından 3 Ocak’ta basına ifşa edilen 949 sayfalık bir rapor, eski finansçı ve pedofil seks suçlusu Jeffrey Epstein’ın, “Dünyaca ünlü fizikçi Stephen Hawking’in, reşit olmayan kızlarla yaşanan bir toplu seks etkinliğine katıldığına” dair iddiaları yalanlamaları için kurbanlara para teklif ettiğini ortaya çıkardı. Resmi kayıtlara göre, dünyaca ünlü fizikçi de, Epstein’ın kötü şöhretli fuhuş adasını ziyaret eden kişiler arasında yer aldı.” (Cumhuriyet, 05.01.2024) Hem ateist ve Pedofili! Devamı, ‘Dinsiz ahlak olur mu?’ adlı yazımızda.

sinancanan-dawkins-1

 

  

 

Soru:
Hocam Richard dawkins ile ilgili yazınızın sonlarına doğru söyle bir ifade geçiyor. “”Eğer davranışlarımız bilim kanunları tarafından belirleniyorsa, o zaman özgür iradenin nasıl kullanıldığını anlamak zordur.Demek ki bizler biyolojik makinelerden başka bir şey değiliz ve özgür irade ise sadece bir hayaldir.’ Hâlbuki böyle bir şey gerçek olsaydı, konuştuklarımız ve yazdıklarımız bir robotun otomatik eylemlerindenibaret olmaz mıydı? Görüldüğü gibi ateist bakış açısı insanı sonuçta ehli sünnetin reddettiği  ve ateistlerin de biz ehli sünneti suçladığı ‘ kaderci’ anlayışa götürmektedir. ”
Ehli sünnetin red ettiği kaderci anlayış ifadesinden ne anlamaliyiz. Biz muslumanlar kadere iman ediyoruz imanin şartı diyoruz hatta peki sizin bahsettiğiniz kaderci zihniyet nedir?

cevabımız: Atilla kardeşim, 
Ehli sünnetin kader anlayışında insan iradesi odaklı bir bakış açısı vardır, insan yaptıklarından sorumludur, bu anlayışta. Bu konu Kader ( islamicevaplar.com/kaza-kader.html ) adlı yazımızda ele alındı.
Ehli sünnetin reddettiği kader anlayışı İslam tarihinde kadercilik/ kaderiye hatta cebriye mezhebi adları ile tanınır ve insanın iradesini, istek ve seçimlerini göz ardı eden bir kader anlayışını savunurlar. İnsan rüzgarın önündeki yaprak gibidir, anlayışı etrafında, tedbiri reddeden veya önemsemeyen bir anlayıştır bu!
İnsan melek veya doğa kanunları gibi ‘kodlanmış, programlanmış’ kabul edilir ki bu anlayışı asla kabul edemeyiz!
Tabii ki ‘külli irade’ yani Allah’ın iradesi vardır ve bu her şeyi kapsar, O’nun istek ve onayı olmadan hiç bir şey olmaz ( Allah kötülüğü ister mi; islamicevaplar.com/kotuluk-allah-tan-midir.htm ) adlı yazımıza da bakılabilir.
Not: Ehli sünnet akaidini savunurum ve önemine inanırım ama detay bir alt başlık olarak bir eklemeyi de burada belirtmek isterim:
‘Kader’i her ne kadar ehli sünnet gibi anlasam da, ”Kadere iman iman esaslarından değildir!’ diyen insanları ehli sünnet dışı ama Müslüman kabul ederim:
Bakara, 177 ve 285. ayetlerde; Nisa, 136. ayetlerde iman esasları sayılır ama Kader bunlar arasında yoktur. Ehli sünnet akaidinin baş yapıtlarından olan Nesefi’nin Tabsıratü’l edille adlı eserde de imanın şartları 5 olarak belirtilir kader bunların arasında değildir!
Kuran’da kader kelimesi; ‘Denge, uyum, ahenk, düzen’ anlamlarında kullanılır, yani Kader kelimesinin kelime anlamı bunlardır. Terim anlamı yani İslam akaidinde ise bildiğimiz özel anlamı ile ‘Allah’ın olacak olan şeyleri önceden bilip yazması’ anlamına gelir!
Ben ehli sünnet’im ve kaderi bu anlayış çerçevesinde kabul ederim ama iman şartları içinde saymayanları asla tekfir etmem ve Müslüman görürüm!
TEKFİRCİ OLMAYAN VE YORUMLARA AÇIK EHLİ SÜNNET’İN ÖNEMİ DE BURADAN İLERİ GELİR.
Selam ile. 

stephen-hawkingRichard_dawkins-1

Leave a comment