Hz. Muhammed (sav) neden çok hanımla evlenmiştir?

2.390 kez görüntülendi

Resim bulunamadı

Konuyu tamamlayan, ‘Ateistlere cevaplar’, ‘Kur’an’ın kaynağı nedir?’, ‘Oryantalistler ve Hz Muhammed’ adlı yazıları tavsiye ederiz. 

.

.

Hz Muhammed neden çok hanımla evlenmiştir?

Bu konuyu gerek oryantalist  gerekse  ateistler daima gündemde tutmaya çalışmışlar ve bu evliliklerin Hz Muhammed’in cinselliğe düşkünlüğünün göstergesi olduğu ileri sürmüşlerdir. Bu nedenle konuya iki açıdan da ele alıp değerlendireceğiz. Oryantalistler bizzat kendi kutsal kitaplarında Hz İbrahim, Yakup, Davud, Süleyman birden çok evli iken (Tekvin, 16/1-4, 25/1, 30/3-13, 32/22, II. Samuel, 3/2-5, I. Samuel, 25/39-44, I. Krallar, 1/1-4 ) ve onlara herhangi bir “Şehvetperestlik veya kadın düşkünlüğü ithamında bulunmazken, efendimizin evliliklerini bu eksende değerlendirme eğiliminde olmuşları (Muhammed Ali sabuni, Subuhat ve Ebatıl Havle Teaddüdi Zevcai’r-Resul, s. 7-8; İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 352) ikiyüzlülüktür. İslam düşmanlarının iddiaları doğru olsaydı, Hz. Muhammed (s.a.v) dul ve yaşlı kadınlarla değil de bakire olan genç kızlarla evlenirdi. Hâlbuki onun eşlerinden sadece Hz. Aise validemiz bakire idi. Diğerleri ise ya daha önce bir veya iki evlilik yapmış ve önceki  eşlerinden çocukları olan yaşı bir hayli ilerlemiş kadınlardı. (Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, I/327)

Thomas Carlyle bu konuda şöyle demektedir: “İslam dininin düşmanları Hz Muhammed’i şehvetine düşkün bir kimse gibi gösteriyorlar. Onlar, cinsiyetin doğal olarak çok güçlü olduğu yaşlarda, Arap muhiti gibi evlenmenin kolay olduğu kadar yaşadığı yerde, taahhüdü zevcat’ın bir kaide kabul olduğu ve boşanmanın çok kolay olduğu bir çevrede yaşamasına, kendisinden büyük dul bir kadın olmasına rağmen, gençliğinin en harareti devirlerinde 25 yıl yani 50 yaşına kadar yalnız Hatice ile evli kaldığı gerçeğini görmezlikten geliyorlar. Bundan sonra siyasi ve toplumsal sebeplerle birçok evlenmeler gerçekleşir. Muhammed bu yol ile bir takım kadınlara şeref bahşetmek ve kabilelerle akrabalık münasebetleri kurmayı amaçlamıştır. O, bazen hiç de genç ve güzel olmayan kadınlarla da evlenir.” (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 11) 

Evlilik nedenlerini kısaca ele alırsak; İslâm uğruna çekilen sıkıntılara karşılık olarak peygamberimiz dul hanımlarla evlilik yapmıştır, örneğin Hz. Sevde annemiz ile yaptığı evlilik. Kocası savaşta şehit olan kimsesiz dul hanımları koruma altına alma amacıyla evlilikler yapmıştır,  örnek  Hz Ümmü Seleme ve Hz Zeynep ile yaptığı evlilik. Hz. Muhammed (s.a.v.) yaptığı evlilikler ile akrabalık bağları oluşturduğunu, bu sayede İslam destekçilerinin çoğalmasına vesile olduğunu hatırlatalım. Örneğin Hz Cüveyriye, Hz Ümmü Habibe, Hz Safiyye, Mısırlı Hz Mâriye ve son eşi Hz Meymûne ile evlilikleri. En yakın dostlarının kızları ile evlenerek aileyi onurlandırması; Hz Âişe, Hz Hafsa ve Cahş kızı Hz Zeynep ile evlilikleri buna örnek verilebilir.

“Yıllarca tek kadına sadık bir koca olarak evli kalmış olan Muhammed, onun ölümünden sonra birçok kadının saygılı ve müşfik koca.” (Gai Eaton, İslam Ve İnsanlığın Kaderi, s. 127) olan “Hz. Muhammed’in evliliklerinden birkaçı da, savaşta şehit düşmüş Müslümanların dul eşlerine yeni bir aile yuvası bahşetmek için yapmıştır.” (Annemarie Schimmel, Muhammed, s. 30) derken Armstrong’ta, “Hz. Peygamber’in yakın arkadaşları ile dostluğunu pekiştirmek veya diğer kabilelerle ilişkiler kurmak için evlilikler yaptığına ve eşlerinin arasında yaşlı hanımların varlığına işaret ederek bu evliliklerin cinsel amaçlı değerlendirilmemesi gerektiğinin” (Karen Armstrong, Islam, 15; Muhammad, 92) altını çizer.

Peygamber efendimize daha peygamber olmadan önce ‘Muhammedü’l-emin‘ (Güvenilir Muhammed ) lakabı verilmişti. İçki, hırsızlık, kumar, ahlaksızlık, cinayetlerin bol miktarda bulunduğu o dönemde parmakla gösterilecek dürüstlüğe sahip, nadir insanlardan biri idi. ( İbn Hişam, Sire, I/197; İbn Sa’d, I/146 ) Kâbe 605 yılında tamir edilmek istenir. Kâbe tamir edilir fakat Hacerul esved taşının yerine konması sorun olur. Bu toplumda büyük bir statü göstergesidir. Kanlı bir kavga çıkmak üzere iken sorunu Hz Muhammed çözer. Halbuki ne zengin, ne kabile reisi ne de meşhur bir komutandır. (Belazûri, Ensâbü’l-eşrâf, I/100; İsmail Yiğit-Raşit Küçük, Siyer-i Nebi, 75 ) Peygamberimiz daha yirmili yaşlarda iken, zenginlerin fakirlerin haklarını korumak amacı ile kurdukları ‘faziletli-erdemlilerin dayanışması’ olarak tercüme edilebilecek Hilfu’l-Fudul derneğine katılır ki, kendisi ne zengin ne de kabile şeflarinden biridir. (Abdurrahman b. Abdullah Süheyli, Ravzü’l-Ünüf, 1/94, İbn-i Ke­sîr, el-Bi­dâ­ye, II, 295 , Sîre, 1/142; Tabakât, 1/129)  Peygamber olarak görevlendirildikten sonra ise Peygamberliğinin en çetin yıllarında amcası Ebu Talip vasıtası ile kendisine bir anlaşma önerirler: ‘Ey Muhammed eğer sen para istiyorsan sana para verelim, başımıza başkan olmak istiyorsan seni başkan yapalım, eğer istiyorsan seni kabilemizin güzel kızlarıyla evlendirelim. Yeter ki sen bu İslam davasından vazgeç.‘  Peygamberimiz onlara şu cevabı verir: ‘Güneşi sağ elime, ay’ı da sol elime verseler, ben yine bu dinden, bu tebliğden vazgeçmem Ya Allah, bu dini hâkim kılar, yahut ben bu uğurda canımı veririm ’  (Sîretu İbn Hişam, 1/266; İbnu Seyyid’n-nas,Uyunu’l-eser, 1/132; İbn Kesir, es-Sîretu’n-Nebeviye, 1/474; Beyhakî, Delail’u’n-Nübüvve-şamile- 2/63; Taberî, 2/218-220) Hz Muhammed’e üstlenmiş olduğu görevden vazgeçirmek için tehdit, hakaret, vaadler, dünyevi şeref ve saltanat tekliflerinde ( Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 33) bulunulmuş, zamanla zenginlik ve makama yenileri eklenmiş ( Arnold, s. 36) fakat tüm bu dünyevi teklifler Hz Muhammed tarafından geri çevrilmiştir.

Dünyevî- nefsi- şehevî- maddi beklentileri olan bir insan neden daha genç iken toplumda bu kadar da saygı görürken zenginlerin arasına katılmasın, neden geleceği belli olmayan, fakir ve köleler ile beraber hareket edip, zenginleri karşısına alsın ve makam, kadın içerikli birçok teklifi reddetsin? Çünkü O, insanların hem dünya hem ahiret mutluluğunu hedeflemiş bir fedakârlık abidesi, imanı tam olan bir önder kişiliktir. O, insanları battığı ahlaksızlık ve kötülük batağından kurtarmak için mücadele eden ve bu uğurda birçok iftiraya muhatap olmasına rağmen iyiliği tebliğ etme ve bu uğurda tüm zorlukları göze alma yolunu tercih etmiş bir dava adamıdır.

Peygamberimizin evlilikleri, ithamlar ve gerçekler

Hz. Hatice ile evliliği: Hz Hatice, evlilik için, kendisine gelen Kureyş’in en namlı kabile reislerinin isteklerini reddetmiş ve ahlakına hayran kaldığı Hz Muhammed’e bizzat kendisi, babasının ittirazına rağmen evlilik teklifinde bulunmuştur. (İbni Hişam, Sire, I/188-189) Hz. Hatice Vâlidemiz’le evlenirken nikâh merasiminde söz alan amcası Ebû Talip, henüz yirmi beş yaşındaki yeğenini şöyle tanımlıyordu: “Doğrusu Muhammed, Kureyş’in hiçbir gencine benzemeyen, onlardan hiçbiriyle bir tutulamayan bir gençtir. Çünkü o, şeref, asalet, erdem ve akıl bakımından onlardan ayrılır.” (İ. Hişam, 1/201)   İlk iman eden, bütün malını İslâmiyet’in yayılması için feda eden peygamberimizin ilk ve en sevgili eşi Hz Hatice bu evlilik esnasında 40 yaşında HZ Muhammed ise 25 yaşında idi. Hz. Hatice ile peygamberimiz 25 sene evli kalırlar. Peygamberimiz 50, Hatice annemiz 65 yaşına gelir. Hatice annemiz, peygamberimize: “Ey Muhammed ben yaşlandım, artık başka hanımla evlen” () deyince peygamberimiz şu cevabı verir: ‘ Böyle söyleme Hatice , üzülürüm.’ (Peygamberimizin Kadınlara Şefkatı, İbrahim Sarı, s. 7) Hz. Resul o zamanlarda çok doğal olan cariye alma yoluna bile tenezzül etmez.  Hz. Hatice 19 Nisan 620 tarihinde 65 yayında vefat eder. Hz. Resul  3 sene daha kimse ile evlenmez, 53 yaşına gelir.   Bu yaşından sonra çeşitli sebep ve hikmetlere bağlı olarak efendimiz diğer evliliklerini  yapar. ( İbn Sa’d, Ebu Abdillah Muhammed, et-Tabakatü’l-Kübrâ, VIII/ 216-220, M. Hamidullah, İslam Peygamberi, II/ 673)

Ateist ve oryantalistlerin peygamberimiz Hatice annemizle zenginliği için evlendiğini iddia ederler. Bu konuyu bu yazımızın devamında ve ‘Oryantalistler ve Hz Muhammed’ başlıklı yazımızda ele alacağımızı belirtip kısaca cevap vererek sonra asıl konumuza döneceğiz. Para yani dünya nimetlerini önceleyen biri neden senenin en z bir ayını Hira mağarasında çekilip inzivaya çekilip sadece yanında götürdüğü azıkla yetinerek geçirsin? Hazret-i Âişe’nin gelin olarak girdiği ve ‘hayatının sonuna kadar yaşadığı’ hücre, Mescid-i Nebevî’nin Şam tarafına düşen, kapısı Mescide açılan, genişliği 5 metre, duvarları kerpiçten, tavanı hurma bölmeleri ve yapraklarından ibaret, uzunca bir adam boyu yüksekliğinde bir kulübe idi. Yağmurun sızmasına mani olmak için tavanın üzerine yün tortusu örtülmüştü. Kapısı ardıç veya sac denilen bir ağaçtan veya örtüdendi. (Buhari, Edebü’l-Müfred, s. 202) Bu mütevazı hücredeki eşya da: Bir sedir, bir hasır, bir kat yatak, bir yastık, un ve hurma koymak için iki çanak, bir su kabı, bir su bardağından ibaretti. Efendimizin üç gün arka arkaya muntazam bir yemek yediği de vâki değildi. Ekseriya hurma ve su ile geçinirlerdi. (Sünnen-i İbn-i Mâce, II/536) Bazan ay geçer de bu mutavâzı hücrenin kandilinin ışıldadığı, bacasının tüttüğü görülmezdi. (İbn-i Hanbel, Müsned, IV/217) Rasûl-i Ekrem, Hazret-i Âişe’nin hücresinde bulunduğu zaman yiyecek bir şey bulunup bulunmadığını sorar, o da hiç bir şey bulunmadığını söylediği vakit o günü oruçlu geçirirler yahut Medine’li müslümanlardan biri bir miktar süt gönderir ve bu sütle iktifa ederlerdi. (İbn-i Han­bel, Müsned, IV/49- 244) Hz. Peygamberin kendisinden bir şey istenip de ona ‘hayır’ dediği hiç görülmemiştir ( Buhari, Edep, 39) Hz. Âişe, iki kız çocuğu ile bir şey istemeğe gelen fakir bir kadına bir tek hurmadan başka verecek bir şey bulamamış, onu da, ona vermiştir. (Edebü’l-Müfred, s. 45) Hicretin 9. senesinde Medine’ye gelen mallar ve ganimetler son derece çoktur. Her taraftan Medine’ye mallar gönderiliyordu. Buna rağmen Rasûl-i Ekrem’in evindeki hayat tarzı değişmemiş, değiştirilmemiştir. Hayber’in fethinden sonra eşlerine tahsis olunan erzak dahi fakirlere tasadduk ve misafirlere ikram dolayısıyla vaktinden evvel tükenir, bazı günler efendimiz aç kalırlardı. Ehl-i beyt arasında emir ve reis kızları vardı. Bunlar, babalarının veya eski kocalarının evlerinde müreffeh bir hayat geçirmişlerdi. Medine’de herkes az çok refah içinde yaşarken bunlar, kendilerinin sıkıntı içinde bırakılmalarına dayanamamışlar, başkaları kadar olsun müreffeh yaşatılmalarım istemişlerdi. Yüce Allah bunu Peygamberine, Ahzâb Sûresi’nin: “Ey Peygamber. Zevcelerine deki: Eğer sîz dünya hayatını ve zînetini istiyorsanız, geliniz size talak hakkınızı vereyim de hepinize güzel bir tarzda yol vereyim. Şayet Allah’ı ve Peygamber’inî ve âhiret yurdunu istiyorsanız şüphe yok ki Allah, sizden iyilik eden kadınlar için büyük bir mükafat hazırlamıştır.” mealindeki 28. ve 29. âyetleriyle tebliğ eder. Hz. Peygamber, bu hususu Hazret-i Âişe’ye açıklayıp anne-babasına danışmadan karar vermemesini hatırlattığı zaman Hazret-i Âişe’nin cevabı şu idi: Ya Rasûlallah; ben, Allah’ı ve Rasûlullah’ı tercih ediyorum. (Tabakat’ı İbn-i Sâd, VIII/47; Müsned, VI/185, Caetanin’nin İsnad ve İftiralarına cevap, A. Köksal, s. 52–53) Sahih-i Buhari’nin Cihad bölümünde şöyle bir rivayet vardır: “Hz. Peygamber vefat edeceği sırada zırhı bir yahudinin evinde, üç ölçek arpa karşılığında rehin duruyordu. Vefat ettiği sırada üzerinde bulunan elbiseler de yamalıydı. Bu, öyle bir zaman, bu fırsat ve imkânlar öyle arkası kesilmeyen fırsat ve imkânlardı ki, bunlara normal devletler her zaman sahip olamazlardı. Suriye sınırlarından başlayarak Aden’e kadar bütün Arabistan fethedilmiş, Medine meydanı, altın ve gümüş akınına uğramıştı.” Peş peşe her gün iki ay boyunca evinde ateş yanmadığı (Buhârî, Hibe, 1; Müslim, Zühd, 20-22) olurdu. (Hicretin yedinci yılında oruç farz kılındı diyerek Hz. Peygamberin fazla oruç tutmadığını ima eden cahillere ithaf olunur.) Hz. Aişe (ra) bir gün bu durumu anlatırken Urve b. Zübeyr, “Peki neyle geçiniyordunuz?” diye sorunca Hz. Aişe (ra), “Su ve hurmayla. Komşularımız ara sıra keçi sütü gönderirlerdi de içerdik” dedi. Hz. Aişe (ra) şöyle der: “Hayatı boyunca yani Medine’ye gelişinden vefat edinceye kadar geçen dönemde Hz. Peygamber hiçbir zaman üst üste iki vakit iyice doyarak yemek yemedi.” (M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, I/381) Ebu Talha (ra) şöyle der: “Bir gün ben Hz. Peygamber’in  mescidde kuru toprağa uzanmış, açlıktan kıvranarak bir o tarafına bir bu tarafına döndüğünü gördüm.” Çoğu kere açlıktan dolayı sesi o kadar kısılırdı ki, sahabe durumunu anlarlardı. Bir gün Ebu Talha (ra) eve geldi ve eşine; “Yiyecek bir şey var mı? Az önce Hz. Peygamber’in  açlıktan sesinin kısıldığını gördüm” dedi. Çoğu kere öyle olurdu ki, Hz. Peygamber  sabahleyin mübarek eşlerinin yanına gelir ve “Bugün yiyecek bir şeyler var mı ?” diye sorardı. Onlar, “Yok” derlerse Hz. Peygamber , “Öyleyse ben de oruçluyum” buyururdu. (Son Peygamber, Nedvi, 621–623) Hz. Muhammed, Hz. Hatice’nin tüm malını Allah yolunda dağıtmıştır. Hz. Resul daha sonra kendisine gönderilen hediye ve altınları da fakirlere dağıtacak, ( Yusuf Kandehlevi, Hayatussahabe, II/312), açlıktan karnına taş bağlayacak (Müsned, III/ 303) duruma gelecektir.  Hz Hatice annemizle evlenmesini temel nedeni onun sahip olduğu yüksek ahlak, faziletlerdir. Bu iddiamızın en büyük göstergelerinden biri de Hz Hatice vefat ettikten yıllar sonra peygamberimizin dul olmayan tek eşi Hz. Aişe annemizin: “ En çok hangi eşini sevdiğini.” Sorması üzerine verdiği cevaptır: ” Lâ, vallahi Hatice.”  (Hanbel, VI/118)  Hz. Muhammed’in en sevdiği eşi hala O yüce annemiz idi. Olaylara şehevi- pragmatist bakan birinin cevabının ‘Aişe’ olmasını beklenir ama cevap ‘ Hatice’ annemizdir! O, en  çok Hatice annemizi anardı. ” Onu anmadığı zaman neredeyse yok gibiydi.” (Müslim, F. Sahabe, 76)  Diğer bir seferinde Hz Hatice’nin kız kardeşi Hale, efendimizi ziyarete gelince, efendimiz onun sesini duyar duymaz heyecanla ayağa kalkar ve ” Aman Allah’ın! Herhalde bu gelen Hale b.Huveylid’dir” der. Bu heyecan Hz Aişe’yi şaşırtır. Sebebini sorar. Peygamberimizde Hz Hatice’nin kıymetini, ” Onun gibisi var mıydı” sözleriyle dünyaya ilan eder. ( İbnu’l-Esîr, Üsdü’l-Ğabe, VII/85) “Hatice adlı bu kadının hakikaten sevmiş, ondan başkasını sevmemiştir. Muhammed’in ilk gençlik ateşlerinin söndüğü zamana kadar geçirmiş olduğu tamamen kusursuz, sakin ve tertemiz hayatı onun bir sahte peygamber olduğu görüşünü sarsıyor.” (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 33)

Efendimizin Hz Aişe dışındaki tüm hanımları dul idi (Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, I/327) ve hayatının son 10 senesinde yaptığı evlilikleri incelediğimizde nefsani ve şehevi değil, insani- ahlaki-dini özelliklerin ön plana çıktığı görülür. “Hazreti Muhammed’in tüm evlilikleri yaşça çok ileride olan ve dul kadınlarla yapılmıştır. Buradaki evlilikler nefsani olsaydı genç, güzel ve bekar kızlarla evlilik yapardı.” (Ey misyonerler cevap verin, Adnan Şensoy, s. 114) Ayrıca Hz. Hatice vefat ettikten ve hicret olayı gerçekleştikten sonra  İslam düşmanları Müslümanları rahat bırakmazlar. Çeşitli savaşlar olur ve bu savaşlarda birçok Müslüman erkek şehit olur. İlk kez İslam ile tanışan o kuşağın insanları geride kalan eş ve çocukları sahiplenmek istemezler. Peygamberimiz  arkadaşlarına bu dul hanımlar ile evlenmelerini, onları evsiz, çocuklarını bakımsız bırakmamalarını tavsiye ediyor, gerektiğinde kendisi de bu dul hanımlar ile 53 yaşından sonra evleniyorlar. Hz Hatice’nin vefatından sonra yaklaşık 3 sene daha peygamberimiz kimse ile evlenmez ( Prof İbrahim Sarıçam, Hz Muhammed ve evrensel mesajı, s. 287) ve daha sonra da yukarıda sayılan nedenlerle efendimiz diğer eşleri ile evlenmeye başlar. Oryantalist Watt’ta, çok kadınla evlilik ayetinin Uhud savaşı sonrası nazil olduğunun altını çizer. ‘Artan kadın nüfusa şerefli bir evlilik temin ettiği gibi kadınların varisleri tarafından baskı altında tutulmaları önlendi’ der. ( M. G. Watt, Muhammad at Medina, s. 277)

Peki, hayatının son 10 senesinde evlendikler şehevi ve dünyevi amaçlı olan genç, güzel hanımlarla mı gerçekleşmiştir?

Hz. Sevde: İlk iman eden Müslümanlardandı. İslam uğruna Habeşistan’a hicret etmiş, eşi orada vefat etmiş, tekrar Mekke’ye dönmek zorunda kalmış, oğlu 16 yaşında şehit olmuş, bunların sonunda tek başına ortada kalmış, İslam yolunda büyük sıkıntılar çekmiş 5 çocuklu 53 yaşındaki bu dul kadına Hz Resul evlilik teklifinde bulunmuş (Müsned, I/318-319) Hz. Sevde yaşlı, dul, çocuklu birisidir. Zevk için evlendiği iddia edilen biri, ‘ilk hanımından sonra’ yaptığı evlilikte bu denli yaşlı birini tercih eder mi?” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun kalmasın, s. 240)   Efendimiz Bu ihtiyaç sahibi hanımla evlenmiş ve hayatının son döneminde ona kol kanat germiştir. “Muhammed zevk düşkünü bir insan değildir. Bu insanın onu bir zevk düşkünü gibi görmesi, çok hata yapmış olur. Bazen aylar geçer, evde bir ateş bile yanmazdı.” (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 55)

Hz. Aişe: Allah resulünü yaptığı evliliklere baktığımızda, Hz Aişe Radıyallahu dışında evlendiği hanımların tamamının dul olduklarını görüyoruz. (Muhammed Ali es-Sabuni, Şubuhât, s. 10) Hz Aişe peygamberimizin dul olmayan tek eşidir. (İbn Hisam, es-Siretü’n-Nebeviyye, IV/644) Peygamberimiz 17-18 yaşlarında olan Hz. Aişe ile evlilik yapar. Küçük yaşta evlenmesiyle ilgili yapılan rivayetlerin, ilk nişanlandığı tarih ile karıştırılmış olma ihtimali büyüktür. Aişe annemizin evlilik yaşı aşağıda detaylı ele alınmıştır. Aişe annemiz peygamberimizden önce Cübeyr’le nişanlanmış (İbni Hacer, el İsabe, VIII/232) ve daha sonra dini nedenlerle ayrılmıştı. Bu duruma üzülen babası Ebu Bekir’in, Hz. resul’ün evlilik teklifi ile üzüntüsü mutluluğa çevrilmiştir. Buradan rahatlıkla Aişe annemiz evlenecek yaşta olan bir kız olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Çünkü kendisi daha önce nişanlanmış, nişanı bozmuş sonra peygamberimizle nişanlanıp bir sene sonra da evlenmiştir. Sıcak ülkelerde insanların erken olgunlaştığı (Aişe Abdurrahman, Rasülullah’ın Annesi ve Hanımlar, s. 240) bir gerçektir. (Güneş ışığına daha fazla maruz kalan bedende sentezi tetiklenen melatonin hormonu ergenliği hızlandırır, Afrika’da 8-9 yaşında ergen olan kızlar, kuzey İskandinav ülkelerinde ise 17-18 yaşlarında ergen olmaktadırlar.)  Arabistan, Mısır gibi ülkelerin özellikle iç bölgelerinde 8 yaşında kızlar ergenliğe girmektedir, hâlbuki bu yaş başka ülkelerde ortalama 11-12 ve yukarısıdır. Bu ülkedeki insanlar, aynı yaştaki başka ülkedeki insanlara göre daha olgun olmaktadırlar. “Kadınlar on iki yaşlarında olgunlaşıyor, kırk yaşında ihtiyarlıyordu.” (Will Durant, İslam Medeniyeti, s. 60) “Montesquieu, sıcak ülkelerde daha erken ergenliğe girildiğini belirtir.” (Lord John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur’an’ı Kerim; Hazreti Muhammed (sav)’den Özür Diliyorum, s. 104; Michael Curtis, Şarkiyatçılık ve İslam, s. 125)  Hz. Aişe 17-18 yaşlarında evlendiğine göre diğer ülkelerdeki insanlarla kıyaslarsak rahatlıkla 24-25 yaşlarında bir kadın olgunluğunda olduğunu ifade edebiliriz. Hz resul’ün ise vefat ettiği yıllarda bile hala sağlığını ve dinçliğini koruyan biri idi: Saçlarında beyaz yok gibi idi (Müslim, Fedail, 105) ; “14 adet idi” (Tirmizî Şemâil, No: 36); “20’ye yakın idi” (Tirmizî Şemâil, bab: 5, No: 35; Sünen-i Tirmizi Tercümesi, IV/201)  İki omuzu arası geniş (Büyük Hadis Külliyatı, Cem’ul-fevaid min Cami’il-usul ve Mecma’iz-zevaid, İmam Muhammed Bin Muhammed bin Süleyman er-Rudani, V/31) Göğsü ve omuzları genişti. (Gazali, İhya’u Ulum’id-din, II/820) İlk anlarından itibaren yanında olan Ebu Bekir ile bu evlilik ile akraba da olur. Efendimizin Hz Aişe ile evlenme sebeplerinden birisi de, hanım sahabeyi dini alanda onun vasıtası ile eğitme amacını idi: Müslüman kadınlar bazı özel sorularını  peygamberimize sormaya utanıyorlardı. (Dârimî, Vüdû, 84) Bunu fark eden peygamberimiz, genç ve zeki olan Aişe annemize evlilik teklif eder. Onu Müslime hanımlar için özel eğitmen olarak yetiştirir. (Taberani, Mu’cemü’l-Kebîr, 23/184) Diğer hanımları yaşlı, dul, çocuklu oldukları için bu görevi üstlenmeleri zordu. Zaten bazı hanımları kısa süre sonra vefat edecek kadar yaşlı idiler. Kısaca Müslüman hanımların sormaya utandığı sorulara cevap vermesi için peygamberimiz Hz. Aişe ile evlenmiş ve onu öğretmen olarak yetiştirmiştir. (Prof İbrahim Sarıçam, Hz Muhammed ve evrensel mesajı, s. 289) Bu eğitim sonucu Hz Aişe efendimizin yanında askeri seferlere iştirak etmiş, hasta bakıcı (Vâkıdî, I, 249, 265, 292) olarak da görev yapmış, İslâm’ın en büyük hukukçularından  (Hâkim, Müstedrek, 4/14  Ahmed b. Hanbel, 2001, 6/67) biri olmuş, peygamberimizden 2210 hadis rivayet etmiş, Müslüman kadın ve erkeklere öğretmenlik yapmıştır. (Buhârî, İlim 36; Tirmizî, Menâkıb, 62; Zerkeşî, el-İcabe, s.103; İbn Sa’d, 1917/1940, 3/375; İbn Hacer, 1380/1960, 7/107; Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, II/678)

Hz. Hafsa: Hz. Ömer’in kızı idi. Eşi Uhut savaşında şehit olmuş, dul kalmıştı. (Buhârî, Meğazî, 12) Hz. Hafsa, Hz. Âişe’nin deyimiyle, “tam babasının kızı idi”, yani biraz sert mizaçlı. Ayrıca sağlık sorunları vardı. Hz. Ömer kızını önce Ebu Bekir sonra Osman ile evlendirmek ister ama onlar mazeret sunarlar. Hz Resul İslam davasında yoldaşı, Ömer’in dul  kızı ile evlenir, gönlünü ferahlatır. (İbn Sa’d, VIII, 82-83) Artık Ebu Bekir gibi Hz Ömer’le de akrabalık bağı kurmuş olur. Yazılı ilk Mushaf vefat bedene kadar (Buhârî, Fedâ’ilü’i-Ku’ân, 3) Hafsa annemizin yanında kalır.

Huzeyme kızı Zeynep: İlk eşi Bedir Savaşı’nda ikinci eşi de Uhud Savaşı’nda şehit oldu. Kimsesiz kalan Hz Zeynep, Allah’ın Resul’ü tarafından nikâhlanarak (İbnü’l-Esîr, V, 297) koruma altına alındı. Zeynep Validemiz, Resulullah ile evlendiği zaman  60 yaşındaydı; evlendikten iki ay sonra vefat etmiştir. (Hamidullah, İslam Peygamberi, II/680)

Ümmü Seleme: 44 yaşında 4 çocuklu dul idi. Kendi deyimi ile: “Ben yaşlı, kıskanç, yetimlerin annesi bir kadınım.” dese de Hz Resul O’na evlilik teklif eder, Ümmü Seleme annemiz de sonunda teklifi kabul eder. (Hanbel, Müsned, IV, 27-28; VI, 307; Müslim, “Cenâʾiz”, 3, 4)

Cahş kızı Zeynep: Oryantalist ve İslam düşmanlarının en çok iftira konusu yaptıkları evliliklerden biri de peygamberimiz efendimizin Hz. Zeynep annemiz ile evliliğidir. İftiranın boyutunu şöyle özetleyebiliriz: Hz. Zeynep’ten hoşlanan Hz. Muhammed, onun eşinden boşanmasını bekleyip sonra onunla evlenir. Konuyu detaylı ele almadan önce altını çizerek belirtelim ki, ateistler bu konudaki yorumları ile kendi iddialarının temeline dinamit koymaktadırlar. Eğer Kuran’ı Hz Muhammed yazmış olsa idi, kendisini sıkıntıya sokan (Ahzab, 37: “İçinde saklıyordun, insanlardan çekiniyordun.”) ayeti neden ‘kitabına’ alsın? Eğer yazmadı ise; Kuran Allah kelamı ise, ateizm iddiası kendiliğinden çökmektedir. 

Ahzab, 37. Ayet mealini vererek konuya başlayalım: “Bir zaman, Allah’ın kendisine lutufta bulunduğu, senin de lutufkâr davrandığın kişiye, “Eşinle evlilik bağını koru, Allah’tan kork” demiştin. Bunu derken Allah’ın ileride açıklayacağı bir şeyi içinde saklıyordun; öncelikle çekinmen gereken Allah olduğu halde sen halktan çekiniyordun. Zeyd onunla evlenip ayrıldıktan sonra müminlere, evlâtlıklarının -kendileriyle beraber olup ayrıldıkları- eşleriyle evlenmeleri hususunda bir sıkıntı gelmesin diye seni o kadınla evlendirdik. Allah’ın emri elbet yerine getirilecektir.”

Hz. Zeynep Hz. Resul’ün akrabası, öz halasının kızıdır ve daha onu genç, bakire bir kız iken tanımaktadır. İstese onunla kız iken evlenebilirdi. (A. Köksal, Caetani‟ye Reddiye, II/106) Ama evlenmemiş aksine bir de kendi eli ile Zeynep’i evlatlığı olan kölesi ile evlendirmiştir. “Evlenme niyeti olsaydı onu niçin ısrarla Zeyd ile evlendirmeye çalışsın ki?” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun Kalmasın, s. 258) Bu evlilikte bazen sorunlar çıkar, Zeyd her defasında efendimize gelir, O’da evliliğin devam ettirmesi için daima kendisine nasihatte bulunurdu. Hatta Zeyd boşanmak ister peygamberimiz bunu engeller. (Tirmizî, Sünen, 5/354; ibn-i Kesir, Tefsir, 3/491) Fakat aile kendiliğinden dağılıp boşanma vuku bulunca her konuda, her türlü tabuyu yıkmakla görevlendirilen Hz. Resul, Arap geleneklerine göre evlatlığın, gerçek oğul gibi kabul edilir türünden ön yargıları yıkmak için Allah’ın ayeti ile emretmesi üzerine, geleneklere aykırı olup dedikodular çıkacağını bile bile bir kaç ay sonra (Martin Lings, Hz Muhammed’in hayatı, s. 227) Hz. Zeynep ile evlenir. “Evlatlığın  öz oğul olması algısını kıran şey bu evliliktir.” (Altay Cem Meriç, Muhtelif-1, s. 65) Hz Muhammed insanlığın doğasına aykırı tüm tabu ve taassuba savaş açmıştır: “Kadın savaşa katılmıyor, miras alamaz, kadınlar uğursuzdur, kız çocuğu büyüyünce namusumuza leke getirebilir; diri diri gömülmelidir, soy erkek çocuktan devam eder, kız çocuk soyun kesilmesine neden olur… “ gibi birçok günah– zararlı ön yargıları, pratiğini bizzat yaşayarak peygamber efendimiz yıkmış, yok etmiştir. Miras, uğursuzluk, kadın hakları konusunda devrim niteliğinde yenilikler getirmiş, bizzat Allah soyunu kızı Fatıma annemiz ile devam ettirerek ve kız çocuğunun soyun kesilmesine engel olmadığını ayetle bildirerek (Kevser, 3) birçok yeniliği topluma peygamberimiz yaşantısı ile benimsetmiş, ilk doğan tüm tepki ve iftiraları hep kendi göğüslemiştir. (İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 290) “Eski Arap geleneğine göre asil bir kadın bir köle ile evlenemezdi. Hz peygamber bizzat kendisi evlendirerek bu geleneği müdahale etmiştir. Hz Zeyd, Hz Zeyneb’i boşandıktan sonra, cahiliye düşüncesine göre Hz Zeynep ancak bir köle ile evlenebilirdi.” (Molla Musa Celali, Ateist İtirazlara Cevaplar, s. 98-99) Efendimiz bu iki geleneği de ortadan kaldırmıştır.

Ahzab 37. ayet indiğinde ki ayet Hz. Peygamberin Hz. Zeynep ile evliliğine dairdir, peygamberimiz müşriklerin yapacağı dedikoduları bildiği için epey sıkılmıştır, hatta  Hz. Aişe bu ayet hakkında (Peygamberimizin bu evlilik dolayısı ile doğacak dedikoduları bildiği için ) “Eğer Rasulullah bir ayeti saklayıp gizleyecek olsaydı o bu ayet olurdu.” demiştir. (İbni Kesir, II, 3/ 150; Tirmizî  Tefsir  34; İbni Hacer  Fethu’l-Bârî  8/524) Bazı İslam düşmanları Hz Peygamberin içinde gizlediği şeyin Zeynep’e âşık olması olduğunu iddia etmektedirler. Bunu aktaran Abdurrahman bin Zeyd bin Eslem yalancılıkla nitelenen bir kişidir. (Ebu Şehbe, el- israiliyat, IV/323) Ayet bize şunu bildirir: Allah’ın açığa vuracağı şeyi, Allah açığa vurmuştur. Allah’ın bu aşkı açığa vuran bir beyanı var mı? Yok. Ateistler hem Kur’an’ı ve dolayısı ile ayetleri inkar eder hem de bizim inanıp kendilerinin reddettiği vahyin anlamını saptırıp İslam’a saldırmaya çalışırlar.

Hz Muhammed’in, Hz Zeynep’i görüp, “Kalpleri evirip çeviren Allah’ım” diyerek oradan uzaklaştığını şeklindeki rivayet ise uydurmadır. (İbn Kesîr, VI, 420; İbnü’l-Arabî, III, 1542; Zemahşerî, III, 427); “Muhammed bir gün Zeynep’i görmüş, ondan etkilenmiş” Bu tümüyle uydurma bir rivayettir.” (Altay Cem Meriç, Muhtelif-1, s. 57) Biz ateistlerin iddia ettiği gibi işimize gelmeyen rivayetleri inkar ediyor değiliz, her iddiamız delillidir. Biz Müslümanlar “bazı mucize iddialarına, Kuran’ı öven bazı rivayetlere de uydurma diyoruz.” (Meriç, s. 59) Zaten, Hz Hatice’nin vefatından sonra yaklaşık 3 sene bekar yaşayan ve sonrasında da, kendisi ile evlenmek istese evlenebileceği halasının kızını kölesi ile evlendirmesi ve aralarının bozulmasından endişelenerek Zeyd’e “Allahtan kork” demesi, Hz Zeynep ile evlenme niyetinin olmadığını göstermektedir. Bekar olan akrabası ile dul olunca evlenmesi kendi isteği ile değil, amacı olan bir vahiy ile olmuştur. “Katade, İbni Abbas ve Mücahit’ten nakledildiğine göre, Zeynep’in ailesi ilk başta Hz Muhammed’in Zeynep’e talip olduğunu zannetmişlerdir. Hz Muhammed isteseydi o zaman Zeynep’le kendisi rahatça evlenebilirdi. Hz Muhammed’in böyle bir isteği yoktu. O’nun istediği şey, soy üstünlüğü kavramını yok etmekti. (Meriç, s. 70)  William Montgomery Watt, “Bu suçlama haksız bir çıkarımdır” der. (Watt, Muhammed Medine’de, s. 336) Hz Muhammed böyle bir evliliği istememiştir. Bu durumdan dolayı kendisi ayetlerle ikaz edilmiştir.” (Meriç, s. 81)

Kısaca: Hz. Resul Zeyd’in evine girdi, Zeynep’i gördü beğendi ithamı yalandır, iftiradır. Çünkü Hz Resul bir eve gireceği zaman önce selam verirdi – Cevap gelmezse toplam 3 kere, yine cevap veren olmazsa eve girmez geri dönerdi. (Buhârî, İsti’zan 13; Sahih-i Müslim, Âdab 7; Sünen-i Tirmizî, İsti’zan 3) Hatta kızı Fatıma’nın evine bile böyle girerdi. Bu konu Nur suresi 27. Ayet ile (Ey inananlar, kendi evlerinizden başka evlere, sahipleriyle tanışmadan ve onlara selam vermeden girmeyin. ) sabit iken uygunsuz ortamda olan aile evine Hz Resul’un destursuz fütursuzca girmesi imkansızdır. Ayrıca bakire iken, kendi akrabası olduğu için her anında kendisini gördüğü ve hicap ayeti de inmediği için evlilik öncesi yıllarca yanında olan Zeynep’i beğenmeyip, genç-bakire iken kendisini cezbetmeyen, kendi eli ile  bizzat evlendirdiği akraba kızına  – Haşa-  efendimiz evlendirince  mi ilgi duydu! Bu  iftiranın mantıklı bir yanı var mıdır? Yalanın boyutuna  bakın ki Zeyd, daha evlatlıkların eşleri ile ilgili hüküm ayeti inmeden,  Hz Resul’e gelip, ” Boşayayım, siz evlenin” neden desin? “Sen ne diyorsun, kız iken onu almadım, ben seninle evlendirdim” demez mi idi efendimiz ona? Böyle bir teklif o zamanki adetlere aykırı bir teklif olurdu zaten. Ayrıca Hz Resul Zeynep annemiz ile evlendiğinde Zeynep annemiz 35 yaşında idi. Sıcak ülke ile ilgili erken olgunlaşmayı da hesaba katınca bu  yaşa dek Hz  Resul neden beklesin? Kısaca iftira baştan sona mantık hataları ve yalanlarla doludur.

Oryantalistler de ateistleri bilimsellik değil, ideoloji, önyargı yönlendirir. Kaynaklara ekleme veya çıkarma yaparlar diledikleri gibi. Mesela efendimizin Hz Zeynep ile evlenmesi ile ilgili iki örnek verelim:  “Gençliğinin bütün taraveti içinde utanç ve şaşkınlıktan kıpkırmızı kesilen bu dağınık kıyafetli güzel kadın.” (Emile Dermenghem, Muhammedin hayatı, S. 367-370). Bu da Türk ateistlerden T. Dursun’a ait, 2000’e Doğru dergisinden: “Yorgunluktan ve terden pembeleşmiş yüzü ve yarı çıplak haliyle son derece çekicidir.” Hâlbuki her iki ekleme de hiçbir rivayette geçmez ama oryantalist ve ateistlerin kafa yapısı, bakış açısı, bel altı vurmada birbirleri ile yarışmalarına ilginç örnektir bu iki örnek.

“Araplarca saldırıya uğrayacağını, suçlu sayılacağını bildiği halde ödev ve görev yüzünden bütün bu karşı koymaları dinlemeyerek Zeynep’le evlenmiştir.” diyen oryantalist Lord John Davenport oryantalistlerin “gördü, âşık oldu.” İddialarını kabul etmezken (Lord Davenport, Hz Muhammed ve Kuran-ı Kerim, s .25-26) Bir diğer oryantalist M. Watt ise, “Onun güzelliği karşısında kendini kaybetmesi hikayesini pek ciddiye almaya gelmez. Bunlar ilk kaynaklarda yoktur, üstelik Zeynep Muhammed ile evlendiği sırada 35 veya 38 yaşında idi, ki o devirdeki bir Arap kadını için bu ileri bir yaştı. Bu evlenmedeki aşk temasını Muhammed’in biyograflarının hayal güçlerinde geliştirdikleri duygusu uyanmaktadır.” (Hz Muhammed, s. 164) der. Yerli birçok ateistten daha objektif değerlendirme yapan oryantalist Maxime Rodinson ise, “Soyunun sayısız yanlış inancına cesaretle karşı çıkmış bir zekâ olan Muhammed, evlatlık almanın hukuki yönden yanlış yorumlamalara yol açabilecek kargaşalığını da düzeltmiş, geçerli bir örnek yaratmış oluyor.” diye yorum yapar. (Hz Muhammed, s. 209- 210)  Karen Armstrong, “Hazreti Muhammed, İslam Peygamberinin Biyografisi” adlı esrinde, “O eğlence için değil, politik nedenlerden dolayı çok evlilik yapmıştı.” demektedir.

Bu ayetin asıl amacı “nesep, soyun karışmasına engel olmaktır.” (Ahmet Bayraktar, Ateizmus 1, s. 83) Mesela, Ali, Ahmet’in evlatlığıdır ama asıl babası Mehmet’tir. Yani Ali, Ahmet oğlu Ali değil; Mehmet oğlu Ali’dir. (Soyadı kanunu olmadan önceki durum için örnek veriliyor. Günümüzde de soyadı alınınca da, aynı sorun ortaya çıkmaktadır) “Onları, babalarının adlarını da anarak çağırın.” (Ahzab,5) ayetinden amaçta budur. Ama Ahmet oğlu Ali olarak bilinen biri, tanımadığı gerçek babası olan Mehmet’in kızı ile yani kardeşi evlenebilir. Evlatlık düzenlemesi ile asla dokunulmaması gereken birinci derece akraba, üst ve alt soy ilişki yasağı korunmuş olmaktadır.

Günümüzden örnekler: “Yedi yıllık evli çift kardeş olduklarını öğrendi.” 39 yaşındaki Adriana, henüz on iki aylıkken terk edildi ve devlet tarafından bir aileye evlatlık verildi. Kocası Leandro ise sekiz yaşına kadar annesiyle birlikte yaşadı ama o da Adriana gibi annesi tarafından terk edilince başka bir aileye evlatlık verildi. İkisi de farklı ailelerin elinde farklı şehirlerde birbirlerinden habersiz büyüdüler. Yıllar sonra kader onları bir araya getirdi ve birbirlerine âşık oldular. O sıralar evli olan Adriana eşinden boşanarak Leandro’yla evlendi. Çiftin bir de çocuğu oldu.” (Hürriyet, 9.8.2014); “Evlendiği gün kocasının ikiz kardeşi olduğunu öğrendi! Esra Erol’da tüm izleyenleri şaşırtan bir olay ortaya çıktı.” (Sabah, 11.11.2017); “Kardeşiyle evlendi: Farklı ailelere evlatlık verilen ve gerçek kimliklerini bilmeden evlenen ikizlerin durumu, ülkede evlat edinme kurallarını tartışmaya açtı. İngiltere’de doğumdan sonra ayrılan ve farklı ailelere evlatlık verilen ikiz kardeşlerin tesadüfen evlenmesi, ülkede evlat edinme yasalarının sorgulanmasına neden oldu.” (Yeni Şafak, 11.1.2008) 

Bir de Hz Muhammed, Hz. Zeyd’i ölsün diye savaşa gönderdi iddiası vardır ki, Hz Muhammed ölmesini istediği birine savaşa gönderirken “eğer şehit olursan yerine şu geçsin” niye desin? Zeyd’e dedi, peki sonra yerine geçen de şehit olursa şu geçsin, o da şehit olursa şu geçsin” neden desin ve bu üçünün de şehit olması bu iddiayı içinden çıkılmaz bir hale sokarken, ateist/oryantalist iddianın aksine bu hadise Hz Muhammed’in Allah’ın izni ile geleceği bildiğini göstermekte değik midir?

Özet bir alıntıyı da Gürger’den yapalım: Cahş kızı Zeynep, o zamanlar hayli geç sayılacak bir yaş olan, 35 yaşına dek kendisine gelen tüm evlilik tekliflerini geri çeviren, zengin bir ailenin kızıdır. Hz Muhammed onu, Zeyd ile evlendirir. Ama aralarındaki kültürel fark sorun çıkarır. Zeyd defalarca peygamberimize gelerek boşanma niyetini açıklar. Ama efendimiz aracı olduğu bu evliliğin bitmesinin endişesiyle her defasında ona ‘Eşinden boşanma ve Allah’a karşı takva sahibi ol’ der. Ahzab, 37. Ayetteki ‘insanlardan çekiniyordun’ ayetinden kastedilen de budur. ( H. Kemal Gürger, Ateizmin ve deizmin sorularına karşı İddialar ve izahlar, s. 91) Evlilik bittikten aylar sonra   (İslam’da kadın hakları bölümündeki, ‘boşanma’ adlı başlığa bakılabilir) Zeynep ile efendimiz evlenmiştir. ( Gürger, s. 92) Allah celle ve Teala, Mücadele suresi ile ‘zıhar’ cahiliye adetini ortadan kaldırmış ise, bu sure ile de evlatlıklarla olan münasebetleri yerli yerine koymuştur. Bu ayetle, peygamberimiz sakındığı mahalle baskısı konusunda, Zeynep asaletinde, Zeyd sadakatından imtihan edildi. Medine’liler dedikodu ve nifak konusunda imtihan edilirken, 21. Yüzyıl Müslümanları da bu konuda imtihan ediliyoruz. (Gürger, s. 94)

Zeyd’in Hz Peygamberle bir akrabalık bağı yoktur. Zeynep de gelini ya da baldızı değildir. Halasının kızıdır ve Hz Peygamberin Zeynep ile evliliği de halasının kızıyla yapılmış bir evliliktir. Peygamberin gizlediği şey, Zeynep’in boşanacağı ve kendisiyle evleneceği bilgisidir. (Prof. Cağfer Karadaş, Kafama takılanlar 2, s.125, 131)

Özetle, “İslam iki tabuyu yıkmıştır. Birincisi bir çocuk ancak biyolojik anne babasına nispet edilebilir. İkincisi ise boşanmış kadın istediği kişiyle evlenebilir.” (Prof. Cağfer Karadaş, Kafama takılanlar 2, s. 132)

“Ahzab, 37. ayetin anlattığı şey farklıdır ateist ve misyonerlerin iddia edip ortaya attığı şey farklıdır.” (Altay Cem Meriç, Muhtelif-1, s. 54) Kur’an ayetlerinden hareket ederek Hz Muhammed’e saldırmaya çalışanlar, eğer ayeti kabul ediyorsanız, zaten ayet her şeyi açıklıyor (Efendimizin Zeyneb’i beğendiğini açıklamaktan değil, onunla evleneceğini daha önce Allah’ın kendisine bildirdiği için toplumda göreceği tepkiden çekiniyor ve bunu son ana kadar açıklayamıyordu), neden itiraz ediyorsunuz? Hayır, ayeti reddediyorsanız neden ayeti önceden tespit ettiğiniz sonuca göre yorumlayarak metotsuz bir şekilde İslam’a ve peygamberine saldırıyorsunuz? Olayın öncelikle psikolojik yönü vardır. İnsanların zihninde var olan sınıf, mevki, konum, statü kavramını yerle bir etmiştir. Sosyal boyutu ise, o toplumdaki münafıkların kendilerini ifşa etmeleridir. Günümüze uzanan boyutu ise, miras hukukundan evlatlık müessesine pek çok hukuki meselenin netleşmiş olmasıdır.

Cüveyriye bintü’l- Haris: Hz Cüveyriye dul ve savaş esiri idi. Esir ve cariyelerle evlenmek âdet değil iken peygamberimiz onlar ile evlenerek onların da aile kurma haklarının olduğunu, onlarında insani her türlü hakka sahip olduğunu, insanlığa, tüm dünyaya ispat ve ilan etmiştir. Cüveyriye,  Mustalik oğulları kabilesinin reisinin kızı idi. Savaşta esir düşer,  özgürlük bedelini bizzat Hz Resul öder, onu azat eder. Bunu duyan babası  ve iki oğlu Müslüman olur.  Özgür olan Cüveyriye de Hz. Resul ile evlenir. (İbn Sa’d, Tabakat, VIII/ 117) Hz. Cüveyriye, Peygamber Efendimizle evlenince o kabileyle akrabalık bağı tesis etmiş oluyordu. Bunun üzerine Müslümanlar da ellerindeki diğer esirleri serbest bıraktılar. (Taberi, es-Simtu’s-Semîn, s.198; Profesör Kamil Miras, Sahih-i Buhari muhtasarı, 7/453; Watt, Muhammad at Medina, s. 227; İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 316) Mustalik oğulları kabilesi de kendilerine yapılan bu saygın davranıştan dolayı çok memnun oldular, topluca İslam’ı kabul edip Müslüman oldular. (İbni Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, II/ 295) Oryantalist Caetani ise Hz Cüveyriye ile efendimizin, yanlarında Aişe ve Ümmü Seleme var iken yolda meşin bir çadırda zifafa girmiş ( Caetani, IV/148) iddiasında bulunurken gerçekte efendimiz Medine’ye döndükten, kurtulmalık bedelini ödeyip kendisini babasına teslim ettikten sonra, babasından Hz Cüveyriye’yi istemiş, onayından sonra ancak evlenmiştir (İbn-i İshak, İbn-i hişam, Sire, III/308 ) Zaten Caetani’nin iddia ettiği zifaf olayı hiç bir kaynakta (Vakidi, İbn-i Hişam, Taberi, İbni Esir, Hamis, Buhari ) geçmemektedir.

Safiye: İsrail Oğulları soyundan, kabile reislerinin birinin kızı idi. Daha önce iki kez evlenen ve dul kalan bir hanım idi ve tutsaktı. Hz. Resul O’na :”ister malını al, git özgürsün ” der, ” İster kal, Müslüman ol, benimle evlen.” diye teklifte bulunur. Safiye annemiz özgür iken teklifi kabul eder ( İbn Hisam, es-Siretü’n-Nebeviyye, III/ 350; İbn Sa’d, Tabakat, VIII/ 120 ) Efendimiz bu evlilik ile hem mağluplarla uzlaşma politikasını pratiğe geçirmiş (Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, s. 569) hem de kabile reisinin kızı ile evlenmek suretiyle oluşan akrabalık bağı ile gönülleri İslam’a ısındırmaya çalışmıştır. (Ziya Kazıcı, Hz. Muhammed’in Aile Hayatı ve Eşleri, s. 285) Hz. Muhammed’e atılan bir diğer  iftirada  Hz. Safiye ile  evlenmeleri  olayıdır: Güya  Hz. Resul  esir  olan  Safiye annemize   “Benimle  evlenirsen  seni  serbest   bırakırım.“ diye bir teklifte bulunmuştur.  Zavallı Safiye’de serbest kalmak için peygamberimizle evlenmiştir! Hâlbuki olay şöyle gerçekleşmiştir: Yahudilerle Müslümanlar savaşır, savaşı Müslümanlar kazanır. Yahudilerden  savaşta  esir  olan  Hz. Safiye ‘ye   Hz.  Resul  “ Sana  bir  teklifim  var, istersen  serbestsin  mallarını   al  ve  git, istersen  sana  evlenme  teklif  ediyorum, Müslüman ol, yanımda  kal “Bu teklifini   özgür  ve  hür  iradesiyle  değerlendiren   Hz.  Safiye  annemiz, kendi   isteği  ile  teklifi  kabul  eder  ve  Hz. Muhammed’in   yanında  kalır, Müslüman olur. Dinsiz  İslam düşmanı bir ateist iki bölümden oluşan peygamberimizin teklifini kelime oyunları ile tek bölümde  birleştirerek aktarır:” Benimle evlenirsen serbestsin!” Düşünebiliyor musunuz, bu tek cümleye indirme ile Safiye annemizin  seçme hakkı da ortadan kaldırılmış olunuyor ve bu amaçla zavallı, çaresiz konuma sokuluyor. Safiye annemiz ne kadar çaresiz gösterilirse efendimizde o kadar gaddar ve acımasız göstermeye çabalıyorlar. Ama gerçeklerin daima ortaya çıkar ve güneş  balçıkla sıvanmaz.   Kısaca Hz. Peygamber (a.s), Safiyye’yi azat etmiş, özgürce gitme ya da kendisiyle evlenme seçeneğini sunmuş. Safiyye’de bir peygamberle evlenmeyi tercih etmiştir. (İ. Hanbel, Müsned, 3/138) Efendimizde buna karşılık olarak daima ona saygılı davranmıştır. “Hz. safiye deveye binerken hazreti peygamberin dizlerine basarak binmekteydi.” (Buhari, Megazi, 39; İ. sad, Tabakat, 8/121; İbrahim Çoban, Ateizm ve Deizm Eleştirisi, s. 168) Oryantalist Leoni Caetani’de: “Muhammed’in,  dâima nefsine ve ihtirasına hâkim olmayı bilen adamlardan biri olduğunu ispat etmek zor bir şey değildir. Evliliklerinden birçoğu bazı kabilelerin sevgi ve yakınlığını çekmek yahut taraftarlarından bazılarını daha sıkı bağlarla bağlamak gibi bir siyasî bir düşünceyle yapılmıştı.” (Caetani, II/480) diyerek gerçeği dile getirmiştir. 

Ümmü Habibe: 55 yaşında dul kalmıştı. Mekke reisi İslam düşmanlığı ile ünlü Ebu Süfyan’ın kızıdır. Mekke’den uzakta, Habeşistan’da dul kalır. Çok zorluk çeker. Hz. Muhammed elçi göndererek O’na  evlenme teklif eder. Ümmü Habibe annnemiz olumlu cevap verir. Habeşistan kralı Necaşi nikâhı vekiller vasıtası ile kıyar. Bu evli­likler bir dereceye kadar Ebu Süfyan’ın düşmanlığı yumuşar.

Meymune: 2 çocuklu, daha önce iki kez evlilik yapmış bir dul bir hanımdır. Hz. Resul’un amcası Abbas’ın baldızıdır. Hz Abbas vasıtası ile Hz Resul’e evlilik teklifinde (İbn Sa’d, Tabakat, VIII/132) bulunur, Hz resul de kabul eder.

Mısırlı Mariye: Cariye idi. Efendimiz onu azad eder. İsterse kalabilir İslam’a girer, isterse ailesine dönebilirdi. İslam’ı kabul eder ve  peygamberimizin yanında kalır. Peygamberimiz de kendisi ile evlenir. Mariye annemiz mehirsiz olarak Peygamberimizle evlenmeyi kabul eder ama Hz. peygamber, onunla mehrini vererek nikâhlanır. Aslında bu, Peygamber  tarafından gösterilen bir iyi niyet idi ve Mariye ve ailesinin itibarını yükselt­mekti.

Hz.  Resul  50 küsür yaşına kadar tek eşle evli kalıyor, her türlü dünyevi teklifleri reddediyor  ve 50 yaşından sonra genç, güzel ve çekici ve zengin bir çok kız yerine, sıcak ülkede erken olgunlaşıp yaşlanan, kimi 40, 50 yaşlarında, 2-4 çocuklu dul hanımlarla, onları koruma ve tebliğ amacını güden, karşılıklı rızaya dayanan evliliklerini objektif  olarak inceleyen herkes, evliliklerin hiç birinde dünyevi- şehevi bir amaç gütmediğini görebilirler. Kısaca Hz. Muhammed (s.a.v.)’in evlilikleri, ilahi takdirin bir tezahürü olarak, nübüvvet görevinin tam anlamıyla ifa edilebilmesi için yapılan evlilikledir; bu evliliklerden hiçbirini şahsi istek ve dünya zevki ile yorumlamak mümkün değildir.

“Medine’de, özellikle Hicri ikinci yıldan sonra meydana gelen gelişmeler çerçevesinde hem Allah resulü, hem de diğer bazı Müslümanlar yeni evlilikler yapma ihtiyacı hissetmişlerdir. Resulüllah bu evliliklerinde dünyaya meyilden ziyade, bir çok sıkıntıya katlanma fedakârlığı olduğunu söylemek icap eder. Hz Ayşe hariç Hz Peygamberin evlendiği hanımların hepsi daha önce evlilik yapmış ve bazılarının da çocukları vardı.” ( Prof. Adnan Demircan, Siyer Konusunda Bilinmesi Gereken 88 Soru, s. 285) 

“Hz Peygamberin bütün evlilikleri ya bir sosyal düzenleme ya da siyasi bir sebepten dolayı olmuştur.” (Zakir Naik, Gençlerin inanç sorunları, s. 147)

“Peygamber Efendimizin evliliklerinin; hukukî, siyasî, sosyal ve eğitimle ilgili çeşitli sebepleri vardır.

  1. İslam toplumunun eğitilmesinde Hz. Peygamberin evliliklerinin önemli bir yeri vardır. Rasulullah, özellikle kadınlarla ilgili birtakım İslami kaide ve esasların öğretilmesinde yine kadınlardan yardım almak ihtiyacı hissetmiştir. Kadınların yaşayışıyla ilgili öyle günlük meseleler vardı ki, bir hanım bunlar hakkında gerekli bilgiyi utanma duygusuna kapılmaksızın bir erkekten isteyip elde edemez. İste bu sebeple Rasulullah hanımlarını, Müslüman kadınlar için adeta bir hukuk danışmanı olarak vazifelendirmiştir. Nitekim Hz. Aise ve Hz. Hafsa bu konuda çok büyük bir vazife icra etmişlerdir.
  2. Hz. Peygamberin evliliklerinden bir kısmı fedakâr ve cefakâr Müslüman kadınları himaye, onları takdir etme ve itibarlarını koruma gayesine yönelikti. Mekke döneminde Müslüman olan bazı kadınlar işkenceye maruz kalmışlar, Habeşistan’a daha sonra da Medine’ye hicret etmisler, kocaları vefat etmiş; birkaç çocukla ortada kalmışlardı. Aileleri de Mekke’de müsrik oldukları için onların yanlarına da dönemiyorlardı. İste Hz. Peygamber, onları himaye etmek ve çocuklarını da bakım altına almak istemiş, böylece onlarla nikâhlanmıştır. Sevde binti Zem’a, Zeyneb binti Huzeyme, Ümmü Seleme ve Ümmü Habibe bu hususa örnektir.
  3. Hz. Peygamber bazı evliliklerini ise, evlendiği hanımın kabilesini İslama ısındırmak, o kabile ile Müslümanlar arasındaki düsmanlıgı gidermek için yapmıştır. Cüveyriye ve  Safiyye ile evliligi buna örnektir.
  4. Hz. Peygamberin bazı evlilikleri de yeni İslamî bir hükmün topluma kazandırılması amacını taşıyordu. Zeynep binti Cahs ile evliliği buna örnektir.
  5. Hz. Peygamberin bazı evlilikleri, yakın dostları, çevresi ile irtibatının, evlilik yoluyla kurulan akrabalıkla güçlendirilmesine yönelik idi. (İbn Sa’d, Tabakat , VIII, 53-221) “Resulullah’ın çok evliliği şehvet dürtüsü ile olmamıştır, bu evliliklerle arkadaşları ve halkının büyükleri arasında güçlü bir akrabalık bağı kurmuştur.” (Muhammed Rıza Muhammedun Resulullah, s. 402) Mesela Hz. Ebu Bekir’in kızı Hz. Aise ve Hz. Ömer’in kızı Hz. Hafsa ile evliliği buna örnek gösterilebilir.

Demek ki Rasulullah’ın evliliklerinin ilahi planın bir parçası olarak cereyan ettigini görmekteyiz. Onun, Medine dönemindeki evliliklerini nefsanî arzuları için yapmadığının açık delili, bu hanımlarının çoğunun dul ve nispeten yaslı olmalarıdır. Rasulullah’ın bu evlilikleri ya büyük bir kavmin İslama girmesine vesile olmus ya büyük bir devlet adamının gönlünü almış ya daha önceden sürüp gelen bir cahiliye âdetini ortadan kaldırmış ya da savaşlarda sehit düsen bir müslümanın hanım ve çocuklarını koruması altına almasını sağlamıştır. Eger nefsi için evlenseydi bakire, genç ve güzel hanımları bulması O’nun için zor olmazdı.” ( Prof. Dr. Mehmet Soysaldı, Peygamber Efendimizin Evliliklerinin sebep ve Hikmetleri )

“Hakkaniyet ölçüsünden uzaklaşmamış ve samimi bir münekkit, Hz. Muhammed  ‘in hayatını incelediğinde bakınız neleri itiraf etmektedir: ‘‘Muhammed’in, alelade bir gönüllü ve esas maksadının arzu ve heveslerinin peşinde koşan biri olduğunu düşünürsek, açıkça yanılırız. Hayır! Arzu ve heveslerinin hiçbir türünü amaçlamamıştır. O’nun ev halkı en idareli olandı; O’nun yiyeceği genellikle arpa ekmeği, hurma ve su idi. Bazen aylarca ocağında bir sefer olsun ateş yanmazdı. Hükümdarlığı elde etmek için huzur bozan, ihtirası meslek edinen, iyi huylarını ve şahsiyetini inkâr eden, ahlâksızlığı ve alçaklığı yerleştiren muhteris -hâşâ- bir sahtekar değildi! Ben, bunların hiçbirine kıymet vermiyorum ve inanmıyorum. O, Mekke toplumunda doğru (es-Sâdık), ve güvenilir (el-Emîn) insan, dürüst ve hilesiz tacir olarak şeref ve ün kazandı; hürmet gördü ve herkesin, özellikle fakir,yetim ve dulların sevip etkilendiği bir dost idi. Kadınlara karşı bir rağbet göstermedi. O’nun ilk evliliği bile Hatice’nin şahsî teşebbüsleriyle gerçekleşti. Birdenbire huyunu, karakterini ve davranışını değiştirip nasıl kadın düşkünü olabilirdi?” (Thomas Carlyle, On Heroes, Hero-worship and the Heroic in History, s. 288-305)

Efendimizin özel hayatı konusunda Lord John Davenport, Hz Muhammed ve Kuran’ı kerim adlı eserinde şunları söyler: Memleketinde çok evlenmeye izin veren gelenekten faydalanmayı düşünmemiştir. (s. 11)  Hz Aişe, ‘O Hatice yaşlı değil miydi?’ dediğinde, Hz. Muhammed, ‘ Hayır, ondan daha nazik ve daha asil bir eş yoktur. Düşmanlarım karşısında bana teselli veren, yardım eden o idi’ demiştir. (s. 18) Hz Hatice 63 yaşında iken vefat ettiği halde başka kadınlarla evlenmeyen, hele erkek evlat bırakmadığı halde bunu düşünmeyen biri için şu soruyu ortaya koymaya hak kazanırız: Çok kadınla evlenmenin yaygın olduğu bir ortamda, kendinden 15 yaş büyük bir kadınla 25 sene evli kalan bir adama şehvet düşkünü denebilir mi? (s. 20) 

Esposito, Hz Muhammed’in bazı evliliklerinin dul kadınlara yeni bir yaşam şansı vermeyi amaçladığını ifade eder. ( H. Kemal Gürger, Ateizmin ve deizmin sorularına karşı İddialar ve izahlar, s. 83) 

Watt, Hz Muhammed’in önemli bir sosyal devrim yaptığına inanır ve evliliklerini bu çerçevede ele alır. Kabileciliğin yerini İslam dini aldı. ( M. G. Watt, Muhammad at Medina, s. 16-29) Watt, efendimizin hanımlarının toplumda yüksek bir şerefe nail olduklarını, müminlerin anneleri seviyesine yükseldiklerini ve Hz Muhammed’in, Fars kisraları veya doğulu yöneticileri taklit etme niyetinin olmadığını belirtir. (s. 327) Watt, efendimizin evliliklerinin siyasi amaçlı olduğunu iddia eder. Sevde ve Huzeyme kızı Zeynep ile onların ihtiyaçlarını karşılamak için evlenildiğini söyler. Ayrıca Sevde’nin kardeşi aşırı İslam muhalifi biri idi. Zeynep ile evlenerekte iki kabile ilişkileri düzeltme yoluna gidildi. Aişe ve Hafsa çok sevdiği iki arkadaşı Ebu Bekir ve Ömer’in kızları idi. Ümme Selem çok istenen bir dul olmasa da Mekke’li önde gelen kabilelerden biri olan Mahzumilerin reislerinden birinin yakını idi. Zeynep b. Cahş ile evliliğindeki amaç bir tabuyu yıkmaktı. Ümmü Habibe, Habeşistan’a eşi ile hicret etmiş, eşi orada vefat edince bir elçi göndererek onunla evlenmiştir. Meymune ile evlenerek amcası Abbas ile ilişkilerini güçlendirmiş, Yahudi kızları Safiye ve Reyhane ile evlenmesinde siyasi nedenler amaçlamıştır, evliliklerdeki hakim unsur siyasi idi. (  M. G. Watt, Muhammad at Medina, s. 287-288)

Rudi Paret, peygamberimizin evliliklerini 3 nedene bağlar: Konumu gereği birden fazla evlenmesi gerekiyordu, eşleri Bedir ve Uhud’da ölen kadınların ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyordu. Son olarak ta siyasi nedenlerde evliliklerinden önemli bir rol oynamıştır. ( Paret, Muhammed und der Koran, s. 143)

Prof. John L. Esposito da Hz Muhammed’in evliliklerini, ‘Çoğu evlilikleri ittifakları güçlendirmek için siyasi idi. Diğerleri savaşta ölen arkadaşlarının yoksulluğa düşen dullarını korumak içindi’ demektedir. ( J. L. Esposito, Islam, s. 20)

Hz Muhammed evlilikleri ile dulları korumak ve istikrarı sağlamak için tercih etmiştir. Zevce sayısını 4 ile sınırlayan ayet inince (Nisa, 3) Hz Muhammed dokuz hanımından beşini bırakmak istedi ise de onlar razı olmayınca, dört hanımı ile zevci ilişkilerini sürdürmüş, diğer beşi ile sadece hukuki evli kalmıştır. (Heyet, İngiliz ve Alman oryantalistlerin Hz. Muhammed tasavvuru, s. 313, 342) Hz Muhammed Mekke’nin fethinden sonra yeni evlilik yapmamıştır. (İngiliz ve Alman oryantalistlerin Hz. Muhammed tasavvuru, s. 343) Hz Aişe ile evlilik yaşı konusunda, ilk ve en azılı İslam düşmanı oryantalistlerden olan Dımeşki bile bir eleştiri de bulunmamıştır. Zeynep peygamberimiz ile evlendiğinde çekiciliğini kaybetmiş, orta yaşlı bir kadındı. (M. G. Watt, Muhammad, s. 158) Ayrıca akrabası olan ve tesettür ayeti inmeden önce de peygamberimizce tanınan biri idi ve bizzat kendisi tarafından evlendirilmişdi. (İngiliz ve Alman oryantalistlerin Hz. Muhammed tasavvuru, s. 357) 

İngiliz yazar Parrinder de 20. yüzyılın son çeyreğinde, tarihte Hz Muhammed kadar hiç bir büyük din önderinin iftiraya uğramadığını belirttikten sonra evlilikler hususunda ‘Muhammed’in sicili kesinlikle İngiliz Kilisesi başı VIII. Henry’den çok daha iyidir.’ tespitini yapar. ( G. Parrinder, Mysticism in the World’s Religions, s. 121)

100-onder-1numara-1-1
.

Hz. Aişe’nin Evlilik Yaşı

1- “Hz. Muhammed henüz Mekke de iken ve bende oynayan bir çocuk iken “Onların vadeleri kıyamettir. Kıyamet ne dehşetli ve ne acıdır!” mealindeki (Kamer, 46) ayet inmişti. (Buhari 1.cilt Teliful Kur’an bahsi) Bu sure Mekke devrinin birinci döneminde (4. yıl) inmiştir. Hz.Aişe validemiz bu sure ve ayetleri net olarak hatırladığına göre, olayları ayrıntılarıyla hatırlayabilmek ve sokakta oynayan bir çocuk olması için en az beş veya altı yaşında (veya daha büyük) olması gerekir. Kamer suresi Mekke devrinin dördüncü yılında indiğine göre dördüncü yılda beş-altı yaşında olması gerekmektedir. Ayrıca; kardeşi Esma, Abdullah bin Zübeyir’in annesidir. Esma yüz yaşına kadar yaşamış ve Hicretin 73. yılında vefat etmiştir. Hz. Aişe validemizden on yaş daha büyüktür. Hz. Esma yüz yaşında ve hicri 73. yılda öldüğüne göre hicret esnasında 27 yaşında olması gerekir. Bundan on yaş küçük olan kardeşi Hz. Aişe validemizin de 17 yaşında olması gerekir ki bu da aşağı yukarı Buhari de Hz. Aişe’nin kendi hadisindeki ifadeye uygun düşmektedir. Rasûl-i Ekrem, Hicretin birinci senesi Hazreti Âişe ile evlenmiştir. Hz. Aişe validemiz peygamberimizle dokuz yıl beraber yaşamıştır. Onun Kur’an, hadis ve fıkıh ilimlerindeki yerini bütün islam alimleri teslim etmektedir. O devrinin en büyük alimlerini tenkit etmiş, çeşitli konularda fetvalar vermiş, Kur’an’ın ve sünnetin doğru anlaşılması konusunda insanlara önderlik etmiştir. Sünneti Kur’an’la test etmenin ilk örneklerini vermiştir. Bu birikimi henüz çocuk denecek yaşta bir insanın elde etmiş olmasını kabullenmek oldukça zordur.

2- Hz. Aişe validemiz henüz peygamberimizle evlenmeden önce Cübeyir bin Mut’im ile nişanlanmıştı. Mut’im Hz. Aişeyi oğluna almakla evine Müslümanlığı sokacağını düşünerek bu nikahı feshetmişti. Hz. Ebu Bekir (r.a) İslam’ı ilk kabul edenlerden biri olduğuna göre; bu olayın gerçekleşmesi, İslam’ın alenen duyurulmasından veya yayılmasından önce olması gerekir. (Y. Nuri Öztürk, Asrı Saadet’in Büyük Kadınları, s. 33) İslam alenen açıklanıp Müslümanlar Kabe yürüyüşü veya Safa tepesi toplantısından sonra topluma deşifre olduktan sonra Ebu Bekir (r.a) ın Müslüman olduğu bilinince kızını almaktan vazgeçmiş olması daha doğru görünmektedir. Bu olayda yine Hz. Aişe’nin peygamberimizle evlenmeden önce evlilik çağına geldiğini ve nişanlandığını göstermektedir. ( Hatemü’l Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, Ali Himmet Berki, Osman Keskioğlu, s. 210 )Yani değil Hz. Resulle nişanlanıp bir yıl sonra evlenmesi, daha önce evlenecek çağa gelmişti, nişanlanmıştı, zamanla İslam tebliği yayılınca Hz. Ebu Bekir’in Müslüman olması bu işi bozdu. Daha sonra da Hz. Resul onunla nişanlanıp bir yıl sonra da evlenmişti. “Sıcak bölgelerinde insanların fiziksel açıdan daha çabuk geliştikleri de unutulmamalıdır.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun kalmasın, s. 248)  17 -18 yaşındaki bir kızın Arabistan’daki  normal görüntü ve evlilik yaşı haliyle  gelmiş bir  yaş olduğu rahatlıkla kabul edilmelidir.

3- Hazreti Âişenin hemşiresi Esma, Hicret esnasında 27 yaşında idi. Aişeden on yaş büyüktü. Hazreti Aişe de, Esmadan on yaş küçük olduğuna göre, Hicrette on yedi yaşındaydı (Mevlana Şibli, Asrı Saâdet, II/149) Rasül-i Ekremle evlendiği zaman, 17- 18 yaşında bulunuyordu. Hz. Aişenin ablası Esma, ondan yaklaşık 10 yaş büyüktü. Hz. Aişe evlendiğinde Hz. Esma’nın yaklaşık 30 yaşında olduğu rivayet ediliyor. Buradan Hz. Aişe’nin evlendiğinde en az  18 yaşlarında olduğu sonucuna varılmaktadır.

4- Hz. Peygamberin evliliği, vahyin başlangıcından 10 yıl sonradır. Hz. Ayşe vahiy başlangıcından en az altı yıl önce doğmuştur. Dolayısıyla Hz. Ayşe’nin peygamberimizle evlendiği yaşın 17-18 olduğu ortaya çıkar. (Hatemü’l enbiya Hz. Muhammed ve hayatı, Ali Himmet Berki, Osman Keskioğlu, s. 210)

5- Bugün hadis kitaplarımızda yer alan ve Hz. Aişe validemizin Mekke yıllarıyla ilgili olarak anlattığı bazı rivayetler, onun yaşını tespit edebilmemize yardımcı olacak niteliktedir. Mesela; Risâletten kırk yıl önce gerçekleşen ve tarih belirlemede bir ölçü olarak kabul gören Fil hadisesinden geriye kalan iki kişiyi Mekke’de dilenirken gördüğünü söylemesi; Mekke’nin en sıkıntılı günlerinde Allah Resûlü’nün sabah-akşam kendi evlerine geldiğini ve bu sıkıntılara dayanamayan babası Hz. Ebû Bekir’in de Nübüvvetin 5. veya 6. yılında Habeşistan’a hicret teşebbüsünde bulunduğunu detaylarıyla birlikte anlatması; ilk defa namazın ikişer rekat farz kılındığını, mukim olanlar için daha sonraları onun dört rekata çıkarıldığını, ancak sefer durumlarında yine iki rekat olarak bırakıldığını ifade etmesi gibi rivayetler onun yaşı konusunda bize ipuçları verecek niteliktedir (M.Emin  Yılfırım, Vakit, 08 Haziran 2008)

6- Risâletin ilk günlerinde Müslüman olanların isimleri sıralanırken, ablası Esmâ Vâlidemiz’le birlikte Âişe Vâlidemiz’in adı da zikredilmektedir. Dikkat çekici olan bu zikrin, Hz. Osmân, Zübeyr ibn Avvâm, Abdurrahmân ibn Avf, Sa’d ibn Ebî Vakkâs, Talha ibn Ubeydullah, Ebû Ubeyde ibn Cerrâh ve Erkam ibn Ebi’l-Erkam gibi ‘Sâbikûn-u Evvelûn’ tabir edilen en öndekilerin hemen arkasından; Abdullah ibn Mes’ûd, Ca’fer ibn Ebî Tâlib, Abdullah ibn Cahş, Ebû Huzeyfe, Suhayb ibn Sinân, Ammâr ibn Yâsir ve Habbâb ibn Erett gibi isimlerden de önce gerçekleşiyor olmasıdır (İbn Hişâm, Sîre, 1/271; İbn İshâk, Sîre, 124) Demek ki Âişe Vâlidemiz, o gün küçük de olsa ‘irade’ beyanında bulunabilecek bir çağda ve ilk Müslümanlar arasında yer alabilecek bir durumdadır. Söz konusu bilgilerde ondan bahsedilirken, ‘O gün o küçüktü.’ şeklinde bir kaydın konulmuş olması, bu manayı ayrıca teyit etmektedir

7- Ablası Esmâ Vâlidemiz’in konumu da bu kanaati güçlendirmektedir; zira onun, on beş yaşında iken Müslüman olduğu bilinmektedir (Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ, 2/597; Hakim, Müstedrek 3/635) Bilinen bir gerçek de onun, 595 yılında dünyaya gelmiş olduğudur. Bütün bunlar, risâletin ilk yılı olan 610 tarihini göstermektedir. Demek ki Âişe Vâlidemiz, yaşı küçük olmasına rağmen 610 yılında Müslüman olmuştur. Bunun için o gün onun, en azından altı veya yedi yaşlarında olması gerekir ki, on üç yıllık Mekke hayatıyla en az yedi aylık (Âişe Vâlidemiz’in, hicretten yedi ay sonraki Şevvâl değil de Bedir sonrasına denk gelen ikinci yılın Şevvâl ayında evlendiği de ifade edilmektedir. Bu durumda onun evlilik yaşı, bir yıl daha gecikmiş demektir. (Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ, 2/616) Medine günleri de bu tarihe ilave edildiğinde onun, Allah Resûlü ile evlendiği gün –risâletten beş yıl önce dünyaya gelmiş olma ihtimalini esas alacak olursak- en azından on sekiz yaşında olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.

8- Hz. Ebu Bekir’in altı çocuğundan olan  Abdurrahman, Hz. Ebû Bekir’in büyük oğludur ve ancak Hudeybiye’den sonra Müslüman olmuştur. Bedir savaşında babasıyla karşılaşmamaya özen göstermiştir ve o savaş esnasında Abdurrahman yirmi yaşındadır (İbn Esîr, Üsdü’l-Gâbe, 3/467)  O dönemde kardeşler arası yaş genellikle 1-2 civarında olduğundan, hicret esnasında Hz Aişe’nin yaşı on yedi civarında olursa aralarındaki bu yaş farkı ancak normal kabul edilebilir olur yoksa Aişe annemiz hicrette sekiz yaş civarında iddiası doğru olsa, Abdurrahman ile Aişe arasındaki yaş farkı on iki olur ki bu o dönem için makul bir yaş aralığı kabul edilemez.

9- Âişe Vâlidemiz’in vefat tarihi konusunda gelen rivayetler de bu kanaati güçlendirmektedir. Zira onun vefat ettiği yıl ve o günkü yaşıyla ilgili olarak hicrî 55, 56, 57, 58 veya 59;29 yaşıyla alakalı olarak da altmış beş, altmışaltı, altmış yedi veya yetmiş dört  (İbn Sa’d, Tabakât, 8/75; Nedvî, Sîretü’s-Seyyideti Âişe, 202) gibi farklı tarih ve rakamdan bahsedilmektedir. Bu ise, doğum tarihinde olduğu gibi onun vefat tarihiyle ilgili de kesin bir kabulün olmadığını göstermektedir. Özellikle 58. yılında ve 74 yaşında iken vefat ettiğini ifade eden rivayette, onun vefat ettiği günün çarşamba olduğu, vefat tarihinin, Ramazan ayının on yedinci gecesine denk geldiği, vasiyeti üzerine Vitir namazından sonra Cennetü’l-Bakî’ye geceleyin defnedildiği, yine vasiyeti gereği namazını, Hz. Ebû Hüreyre’nin kıldırdığı, mezarına da, ablası Hz. Esmâ’nın iki oğlu Abdullah ile Urve, kardeşi Muhammed’in iki oğlu Kâsım ve Abdullah ile diğer kardeşi Abdurrahman’ın oğlu Abdullah gibi isimlerin indirdiği gibi detayların bulunması ( İbn Abdilberr, İstîâb, 2/108; Doğrul, Asr-ı Saadet, 2/142) diğerlerine nispetle bu bilginin daha güçlü olduğu izlenimi vermektedir. Öyleyse bu tarihi esas alarak bir hesaplama yapacak olursak onun, Efendimiz’in irtihalinden sonra kırk sekiz yıl daha yaşadığını (48+10=58+13=71+3=74) görmekteyiz ki bu hesaba göre o, risâletten üç yıl önce dünyaya gelmiş demektir. Bu durumda evlendiği gün onun, (74–48=26–9=17+7 ay) on yedi yılını yedi ay geçtiği anlaşılmaktadır. Kısaca: Hicri 58. yılda, 74 yaşında vefat etti ise, Efendimiz’den sonra 48 yıl dul olarak yaşadı ise, Allah Resulü ile evliliği de 9 yıl sürdü ise; demek ki, Aişe validemiz, Efendimiz Daru’l-Beka’ya hicret ettiğinde 26, evlendiğinde ise 17–18 yaşlarında idi.

Yusuf Ziya Yörüka’da Hz Aişe’nin evlilik yaşının 18 olduğunu ifade eder. ( Yusuf Ziya Yörükan, İslam Dini tarihi, s. 169)  Ayrıca Suudi araştırmacı ve tarihçilerden Süheyla Zeynelabidin, Hz. Ayşe`nin Peygamberimiz ile evlendiğinde yaşının 19 olduğunu araştırmaları sonucu ulaşmıştır. Sosyalist bir çizgiden gelen gazeteci Soner Yalçın Hz Aişe’nin evlilik yaşı için 20 rakamını vermekte ve O’nun ‘Kadınları cahiliye dönemi yobazlığından kurtarmak isteyen Hz Muhammed yaşamıyla topluma örnek oldu ki yaşları 44, 45, 60 yaşlarında olan savaş dulları eşleri’ ile kadınları korumak için evlendiğini belirtip, ‘Hz Muhammed, toplumu her yönüyle ileriye doğru itekleyen bir devrimciydi; 14 asır sonra hala anlaşılamamsı ne acı!’ diye yazısını bitirmektedir. (Soner Yalçın, Sözcü, 13.12.2022)

Efendimizin toplumda meydana getirdiği bu olumlu büyük değişim için sol görüşlü birçok yazar O’nu ‘devrimci’ sıfatı ile tanımlamaktadırlar: Hazreti Muhammed muhafazakâr değil devrimciydi.” (Eren Erdem, Hürriyet, 08, 2013); ‘En büyük devrimci Hz. Muhammed’ CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na atfen Fikret Bila (Milliyet, 27 Temmuz 2013; Cumhuriyet, 26 Temmuz 2013); “Hz. Muhammed, büyük bir devrimin önderidir.” (Doğu Perinçek, Aydınlık, 26 Ekim 2018); Dev-Genç kurucularından ve 68 Kuşağı’nın önemli isimlerinden Sarp Kuray, “Hz. Muhammed devrimci bir önderdir.” (AGORA, 03 Mar 2022); 60’lı yılların devrimci sol önderlerinden Hikmet Kıvılcımlı “Hz. muhammed’i dünyanın en büyük devrimcisidir.” (Kıvılcımlı, Tarih devrim sosyalizm, s. 271, 340; Aydınlık, 12 Ekim 2019); Hz. Muhammed’in gelmiş geçmiş en büyük devrimci ve inkılapçı.” (CHP İstanbul Milletvekili ve emekli Müftü İhsan Özkes, İHA, 25 Nisan 2013) 

Ayrıca “Araplarda kız çocuklarının yaşı hayızdan (Ergenlik çağından) itibaren sayılırdı. Hz Aişe’nin evlilik yaşı ile ilgili 6, 8, 10 gibi ifadelerin sebebi bu yaş hesaplama yönteminden dolayıdır. (H. Kemal Gürger, Ateizmin ve deizmin sorularına karşı İddialar ve izahlar, s. 82)  

Bazı oryantalistler de (Ronald V. C. Bodley, Allah’ın resulü Hazreti Muhammed s. 116, 162; M. Rodinson, Hz Muhammed, s. 89) Hz Ayşe’nin evliliğinin o dönem şartları için normal olduğunu belirtmişlerdir. İslami kaynakları delil kabul etmeyenler için bir başka oryantalist bir kaynak daha verelim: Oxford Üniversitesi bilgini Joshua Little, Hz. Muhammed’in Hz. Aişe ile 6 yaşındayken evlendiği hadisinin, olaydan 150 yıl sonra ve Medine’den 1000 km uzakta Irak’ta, Hişam bin Urwa adlı ravî tarafından ve siyasî amaçlı olarak uydurulduğunu bilimsel olarak ortaya çıkardı. (Javad T. Hashmi, Newlinesmag, 28 Ekim 2022)

Zaten evlilik yaşı, kültürel bir olaydır. Daha 70-80 sene önce ülkemizde kadınlar 15 yaşında evlenebiliyordu. (Türk kanını Medenisinin 88. Meddesini tadil eden kanun, No: 3453, Tarih:15/6/1938)

Burada akla, “Madem öyle; bugüne kadar bu mesele niye bu şekilde gündeme gelmedi?” şeklinde bir soru gelmektedir. Yakın zamana kadar bu hususta olumsuz hiçbir beyan serdedilmemiş; ne Ebû Cehil gibi her fırsatı aleyhte değerlendiren muannit bir firavundan ne de Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl gibi olmadık yerden fitne ve iftira üreten nifakın adresi olmuş birisinden bu evliliğe herhangi bir itiraz söz konusu olmamış, olamamıştır. Çünkü ortada itiraz edilecek herhangi bir durum yoktur. Kısaca; Hz. Resul’ün Âişe Vâlidemizle evliliklerinde bir anormal durum olsa idi, Zeyneb Vâlidemiz’le izdivacında fırtına koparmak isteyenlerle, Benî Mustalık Gazvesi dönüşünde ve hiç olmadık yerde Âişe Vâlidemiz’e iftira atanların, onlar açısından önem arz eden böyle bir meseleyi dillerine dolamamaları düşünülemezdi. Sonuç nasıl olursa olsun sadece başlı başına bu bilgi bile, Âişe Vâlidemiz’in evliliği konusunda olumsuz herhangi bir durumun olmadığını ispat için yeterli bir güce sahiptir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Hz Aişe annemizin başından geçen ilk nişanlılık olayı ile efendimiz ile olan nişanlılığının tarihi rivayetlerde aktarılma sırasında medyana gelen karışıklıklar Aişe annemizin efendimizle nişan ve evlilik yaşlarında karışıklığa da neden olmuştur.

Hazreti Muhammed’in büyüklüğü: Tek başına çıktığı yolda; zenginlerin fakirleri sömürdüğü, ezdiği; içkinin su gibi içildiği; putlara tapıldığı, zina, kumarın yaygın olduğu; cahil, ırkçı ve kavgacı bir toplumu 23 senede, bu kötü alışkanlıklardan vazgeçirtip, namaz kılıp oruç tutan, zekat veren, okumaya ve ilme değer veren, ümmet bilincine sahip ahlaklı ve mücahit bireyler haline getirmiştir!

İslami ve batılı kaynaklardan hareketle Peygamberimizin hayatına genel olarak baktığımızda O’nun dünyevi, şehevi, makamsal hiçbir amaç gütmediğini daha iyi anlamış oluruz.

Burada akla, “Madem öyle; bugüne kadar bu mesele niye bu şekilde gündeme gelmedi?” şeklinde bir soru gelmektedir. Yakın zamana kadar bu hususta olumsuz hiçbir beyan serdedilmemiş; ne Ebû Cehil gibi her fırsatı aleyhte değerlendiren muannit bir firavundan ne de Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl gibi olmadık yerden fitne ve iftira üreten nifakın adresi olmuş birisinden bu evliliğe herhangi bir itiraz söz konusu olmamış, olamamıştır. Çünkü ortada itiraz edilecek herhangi bir durum yoktur. Kısaca; Hz. Resul’ün Âişe Vâlidemizle evliliklerinde bir anormal durum olsa idi, Zeyneb Vâlidemiz’le izdivacında fırtına koparmak isteyenlerle, Benî Mustalık Gazvesi dönüşünde ve hiç olmadık yerde Âişe Vâlidemiz’e iftira atanların, onlar açısından önem arz eden böyle bir meseleyi dillerine dolamamaları düşünülemezdi. Sonuç nasıl olursa olsun sadece başlı başına bu bilgi bile, Âişe Vâlidemiz’in evliliği konusunda olumsuz herhangi bir durumun olmadığını ispat için yeterli bir güce sahiptir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Hz Aişe annemizin başından geçen ilk nişanlılık olayı ile efendimiz ile olan nişanlılığının tarihi rivayetlerde aktarılma sırasında medyana gelen karışıklıklar Aişe annemizin efendimizle nişan ve evlilik yaşlarında karışıklığa da neden olmuştur.

Hazreti Muhammed’in büyüklüğü: Tek başına çıktığı yolda; zenginlerin fakirleri sömürdüğü, ezdiği; içkinin su gibi içildiği; putlara tapıldığı: zina, kumarın yaygın olduğu; cahil, ırkçı ve kavgacı bir toplumu 23 senede, bu kötü alışkanlıklardan vazgeçirtip, namaz kılıp oruç tutan, zekat veren, okumaya ve ilme değer veren, ümmet bilincine sahip ahlaklı ve mücahit bireyler haline getirmiştir!

Efendimizin hanımlarına olan hitap ve davranışlarından bir kaç örnek

Allah Resulü, Aişe annemize, “Gözbebeğim- (Lübbetülayn)” diye hitap ediyordu. ‘Ayşecik’ anlamına gelen “Uveyş” veya Ayşem anlamına gelen “Aiş” diye hitap ettiğini görüyoruz. Hele bir de gül yüzlüm, al yanaklım manasına gelen “Hümeyra” sözcüğü vardır ki, bu söz, bir kadının gönül dünyasını okşayan ne hoş bir ifadedir. (Ekrem Keleş, en güzel örnek Hz.Peygamber s. 92) Bir gün Hz. Âişe. Peygamberimiz (sav)’e sordu: “Ya Rasûlullah, bana olan sevgin nasıldır?” Peygamberimiz:“Kördüğüm gibidir.” diye cevap verdi. (İbn Hanbel, Müsned, 6/210) Hz. Aişe Validemiz, Ezvac-ı Tahirat’tan hiç kimseyi Hz. Hatice Annemiz kadar kıskanmadığını söyler. (Müslim Fezailus-sahabe, 74-76) Hz. Peygamber’in onu sık sık andığını, koyun kestiği zaman Hz. Hatice’nin çok sevdiği hanım arkadaşlarına pay gönderdiğini (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, 7/84) fakat kendisinin bazen bu ilgiye dayanamadığını Hz. Peygamber (sav)’e “Sanki yeryüzünde başka hiç kadın yok da yalnız Hatice var!” diye söylendiğini, bazen daha ileri giderek: “İhtiyarlıktan dolayı ağzında diş kalmamış yaşlı bir koca karının nesini anarsın bilmem ki, Allah onun yerine sana daha gencini daha hayırlısını vermiştir.”dediğini fakat Hz. Peygamber (sav)’in bu sözlere şöyle karşılık verdiğini söylemektedir: “Allah bana ondan daha hayırlısını vermemiştir. Herkes benim peygamberliğimi inkâr ederken O bana iman etti. Herkes benim yalancı olduğumu iddia ederken O beni tasdik etti. Kimse bana bir şeycik vermezken o malını mülkünü benim emrime verdi.” (Ahmet b. Hanbel, Müsned, VI/117, 118) Hz. Hatice Vâlidemiz, muhterem eşi Hira Mağarası’na inzivaya çekildiğinde, emrinde çok sayıda hizmetçi olmasına rağmen (İbn Hişâm, es-Sîretü’nNebeviyye, I/255) aradaki 5 km mesafeyi kendi yürür, yemeğini bizzat kendisi götürürdü. Peygamber Efendimiz (sav) de Hz. Hatice Validemizin geleceğini hisseder, dağın eteklerine kadar iner onu karşılardı. Zira Hira Mağarası’na çıkan yolun meşakkatini bilir ve değerli eşine kıyamazdı. Eşlerinden Safiye validemizi deveye bindirirken, önce incinmemesi için devenin üzerine bir örtü örtmesi ve binerken de eğilerek onu kendi omzuna bastırarak devesine kolay binmesini sağlaması onun hanımlarına karsı olan nezaketinin sadece bir örneğidir. (Buhari, “megazi” 83)

Batılıların dilinde Hz Muhammed

Kendini ateist kesimde kabul eden ve efendimize olmadık hakaretler edenlerin batılı oryantalistler kadar bile objektif olamadıklarnı birkaç örnek ile delillendirmek istiyoruz.

 “Düşünür, hatip, havari, kanun koyucu, asker, düşüncelerin fatihi, rasyonel akidelerin düzelticisi, şekil ve suret olmaksızın tapınma; hepsi manevi tek bir hükümdarlık olan yirmi dünyevi hükümdarlığın kurucusu, işte Muhammed. İnsanın yüceliğinin ölçümü mümkün olsa, ondan daha büyük bir insan var mıdır sorarız” (Alphonse Marie Louis de Lamartine , Historie de la Turguie) Hz. Muhammed güzel bir ahlaka sahip idi. (George Sale, The Koran, s.7) “Hz Muhammed yeryüzünde Allah’ın dinini kurmak üzere gönderilmiş idi.”  ( Lord John Davenport, Hz Muhammed ve Kuran’ı kerim, s. 47)  “Bu Zât’ın etrafına maksatlı bir şevkle yığdığımız yalanlar, bizim için sadece bir utanç vesilesidir. Amacı, dünyayı aydınlatmaktı; dünyayı Yaratan, böyle emretmişti.”  (Thomas Carlyle, Heroes and Hero Worship and the Heroic in History, 1840) “Muhammed görevi tamamladığında başkaları gibi tahtını kurmadı, Kâbe’nin yanında bir saray yaptırmadı; Medine’deki sade evine geri döndü.” (Lord John Davenport, ‘Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim, s. 94) “Muhammed’in sağduyusu, krallığın ihtişamını çok hakir görüyordu. Allah’ın Elçisi, ailesinde bir hizmetçi gibi davranıyor, ateşi yakıyor, yeri süpürüyor, koyunları sağıyor, elbiselerini ve ayakkabılarını bizzat kendisi tamir ediyordu. Bir rahip, bir keşiş görüntüsü verme gereği de duymadan, çok tabiî bir zühd hayatı yaşıyordu.” (Edward Gibbon, The Decline and Fall of the Roman Empire, 1823) “Muhammed’in hayatının en büyük başarısı, sadece ahlâkının gücünde yatmaktadır. Hayranlığımızı çeken, O’nun dininin anlatılması değil, devam edebilme gücüdür. O’nun Mekke ve Medine’ye nakşettiği aynı duru ve mükemmel tesir, onca olup bitene rağmen, Hint, Afrikalı ve Türk Müslümanlarca aynen korunmaktadır. Peygamber’e verilen değer, asla beşerî sınırı aşmamış ve O’nun getirdiği ve canlılığını sürekli koruyan prensipler, takipçilerinin kendisine karşı duyduğu saygı ve teşekkür hislerinin, hep akıl ve din sınırları içinde kalmasını sağlamıştır.”  (Edward Gibbon, Simon Oakley, History of the Saracen Empire, Londra, 1879) “Koruduklarının en vefalı koruyucusu ve konuşması en tatlı, en kabul edilir olandı. O’nu ilk görenler, karşısında önce saygıyla ürperir, yanına yaklaşanlar ise O’nu sever ve O’nu tarif edenler, “Ne daha önce, ne de daha sonra O’nun gibisini görmedim.” derlerdi. Çok az konuşurdu, fakat konuştuğu zaman da vurgulu ve bilerek konuşur ve dinleyen kimse O’nun söylediklerini unutmazdı.” (Laneâ Poole, Speeches and Table Talk of the Prophet Muhammad) “Arabistan’ın bu büyük Peygamberinin hayatını ve şahsiyetini inceleyen ve nasıl öğrettiğini, nasıl yaşadığını bilen herkesin, Ulu Zât’ın elçilerinin en büyüklerinden biri olan bu güçlü Peygamber için ürpertici bir saygıyla dolmaması mümkün değildir. Ben bu Arabistanlı Muallim için hep yeni bir hayranlık, yeni bir saygı duyuyorum. ”  (Annie Besant, The Life and Teachings of Muhammad, Madras, 1932) “Fakirlere karşı cömertliği o derecedeydi ki, sık sık bizzat kendi ailesi aç kalırdı. Fakirlerin sadece ihtiyaçlarını gidermekle kalmaz, onlarla sohbete oturur ve acılarını büyük bir içtenlikle paylaşırdı. Sağlam bir arkadaş, vefalı bir yoldaştı.” (W. C. Taylor, The History of Muhammadanism and its Sects) “Eğer tarihte her bakımdan ilâhî kaynağa dayalı olarak hükmetmiş biri varsa, o da Muhammed’dir; çünkü O, en güçlüydü, fakat güce ehemmiyet verdiği yoktu. Özel hayatında ne kadar sade ise, halkın içinde de o kadar sade idi. Muhammed’in dininde, burada her şey farklıdır. O’nun hakkında, gizemli ve gölgeli şeyler değil, açık bir tarih var.”  (Reverend Bosworth Smith, Muhammad and Muhammadanism, Londra, 1874) Reverend Bosworth Smith: “Muhammed, rütbe bakımından insanların en yücesi olarak kabul ediyorum. Hatta insanlık onun bir benzerini görmemiş ve görmeyecektir.” (Cüneyt Avcıkaya, Kolaycılığa kaçmanın adıdır deizm, s. 107 )  “İslâm’da tevhid akidesi, her zaman hiç bulanmaz bir berraklık, bir ululuk ve tam bir kanaat ve kararlılıkla ilân edilmiştir.” (Edward Montet, La Propagande Chretienne et ses Adversaries Musulmans, Paris 1890) “Muhammad, halkı için parlak bir örnekti. Şahsiyeti, öylesine pâk ve lekesizdi. Evi, elbisesi, yiyecekleri. Kısaca, bütün hayatı sade idi. Sun’ilikten o kadar uzaktı ki, arkadaşlarından asla özel bir saygı beklemez; bizzat kendisinin gördüğü kendi şahsî hizmetini kendisine kölesinin bile yapmasını istemezdi. Hastaları ziyaret ederdi ve herkese karşı sevgi doluydu. Toplumunun iyiliğine duyduğu ilgi ve bu konuda gösterdiği gayret ölçüsünde de cömert ve âlicenap idi. ”  (Dr. Gustav Weil, History of the Islamic Peoples) “Dünyada başka hiç kimse, önüne gönüllü veya gönülsüz O’nunkinden daha büyük bir hedef koymamıştır: Allah’la insan arasına sokulmuş bâtıl inançları ortadan kaldırmak; puta tapıcılığın maddî ve çarpıtılmış ilâhlar kaosu arasında aklî ve kutsal ilâh kavramını yeniden yerleştirmek. Dünyada başka hiç kimse, bu kadar zayıf vasıtalarla insan gücünün bu kadar ötesinde bir işe girişmemiştir; böylesine büyük bir hedefin tasarlanmasında ve uygulamaya geçirilmesinde kendinden başka vasıtası ve çölde yaşayan bir avuç insandan başka yardımcısı yoktu O’nun. Ve başka hiç kimse dünya üzerinde O’nun gerçekleştirdiği ölçüde büyük ve kalıcı bir ikinci inkılâbı gerçekleştirmiş değildir. Eğer gayenin büyüklüğü, vasıtaların azlığı ve neticenin şaşırtıcılığı insan dehasının üç ölçüsüyse, modern dönemler tarihinde kim Muhammed’le karşılaştırılabilir ki? Uydurma ilâh zürriyetlerinin bıktırıcılığı altındaki bir dünyada ilân edilen Allah’ın birliği inancı, telâffuz edilir edilmez bütün eski putperest mâbedlerini yerle bir eden ve dünyanın üçte birini harekete geçiren başlı başına bir mûcizeydi. Bu Zât’ın hayatı, tefekkürü, ülkesinin bâtıl inançlarını kahramanca inkârı, puta tapıcılığın öfkelerine meydan okumaktaki cesareti, Mekke’de 13 yıl süreyle gösterdiği sabır ve tahammül, halkın ezâsını ve hattâ hemşehrilerinin kurbanı oluşunu kabulü; evet, bütün bunlar ve ilâveten kesintisiz tebliği, tuhaflıklara karşı koyuşu, başarıya inancı ve felâketler karşısındaki insanüstü güven duygusu, zafere götüren sabır ve azmi, tek bir ideale olan tutkulu bağlılığı ve asla imparatorluk peşinde olmayışı; bitmez duası ve ibadeti, Allah’la olan mânevî haberleşmesi, vefatı ve vefatından sonraki muzafferiyeti; bütün bunlar bir yalana değil, sarsılmaz bir inanca şahitlik etmektedir. İnsan büyüklüğünün tesbitinde kullanılan bütün ölçüler içinde soruyoruz: O’ndan daha büyüğü var mıdır? ”  (Alphonse de Lamartaine, Historie de la Turquie, Paris, 1854) “Olağanüstü canlılığından dolayı Muhammed’in dinine daima büyük değer verdim. Bu din bana, varlığın ve hayatın değişen çehresini özümseyebilen ve her çağa hitap edebilen tek din olarak görünüyor. O harika Zât’ı da inceledim ve O, bana göre, bırakın deccal olmayı, İnsanlığın Kurtarıcısı olarak çağrılmalıdır. İnanıyorum ki, O’nun gibi biri modern dünyada diktatörlüğü ele geçirecek olsa, bu dünyanın en çok ihtiyacı olan barış ve mutluluğu sağlayacak bir tarzda onun bütün problemlerini çözer. Bir öngörüm var: Muhammed’in inancı, yarının Avrupa’sında kabul görecektir, nitekim bugünün Avrupa’sında kabul görmeye başlamış bulunmaktadır. ” (Sir Georged Bernard Shaw, The Genuine Islam, 1936, I/8 ) “Dünyayı en çok etkileyen şahıslar listeninin başına Muhammed’i koymuş olmam, bazı okurları şaşırtacak, bazılarınca da sorgulanacaktır. Fakat, tarihte hem seküler hem de dinî alanda mutlak mânâda muvaffak olmuş tek insan O’dur. Denebilir ki, Muhammed’in İslâm üzerindeki şahsî tesiri, İsa Mesih ve Aziz Pavlos’un Hıristiyanlık üzerinde birlikte bıraktıkları tesirden daha fazladır.” (Michael Hart, The 100, A Ranking of the Most Influential Persons in History, New York, 1978) “Elindeki imkânların kıtlığı, buna karşılık başardığı işlerin boyutu ve kalıcılığı, O’nun ismini dünya tarihinde, sadece Mekkeli Peygamber olmanın çok ötesine taşımaktadır. Güzel şehirler, devlet sarayları ve mâbedler, varlıklarını O’nun sayısız hanedana aşıladığı hareket ve hamle kabiliyetine borçlu olup, çok geniş ülkeler ve eyaletler de, yine O’nun sayesinde imana teslim olmuştur. Bütün bunların ötesinde, O’nun sözleri, nesillerin inancını belirlemiş, hayatlarının prensipleri olarak kabul edilmiş ve öbür dünya adına rehber olarak benimsenmiştir. Beşerî tanınmışlığın ölçüleriyle değerlendirildiğinde, hangi fâninin şerefi O’nunkiyle mukayese edilebilir? ”  (J. W. H. Stab, Islam and Its Founder) “Ciddî ve ağırbaşlı idi; çok az yer, çok oruç tutardı. Çok sade giyinir, gösterişten kaçar, bilgi satmazdı. Sadeliği tabiî idi ve giyim gibi hususlarla ayrıcalık sergilenmesinden asla hoşlanmazdı. Muamelelerinde âdildi. Arkadaş olsun yabancı olsun, zengin olsun fakir olsun, güçlü veya zayıf olsun, herkese adaletle muamele ederdi. Bilhassa halk kesimlerine çok yakın ilgi gösterir, onların şikâyetlerini dinler ve onlar tarafından çok sevilirdi.  Askerî başarıları, kazandığı zaferler, O’nda hiçbir gurur ve kendini beğenmişlik uyandırmadı; eğer bu başarılar şahsî gayelere dayanmış olsaydı, mutlaka uyandırırdı. Düşmanlarıyla çepeçevre sarılı olduğu zaman hangi sadelik ve tevazu içinde idiyse, gücünün zirvesine ulaştığında da yine aynı sadelik ve tevazu içindeydi. Bırakın bir hükümdar tavrı takınmayı, bir odaya girdiğinde kendisine normalin dışında bir saygı gösterildiğinde bile çok rahatsız olurdu.” (Washington Irwing, Life of Muhammad, New York, 1920) “Muhammed’in Allah inancının yüceliği ve bunun O’nun karakterine ve davranışlarına kattığı sadelik, ciddiyet ve duruluktur ki, bütün çekiciliği ve gerçek ilham gücüyle, Arapların ahlâkî ve zihnî dokusunu oluşturmuştur. ”  (Arthur Glyn Leonard, Islam, Her Moral and Spiritual Values) “Muhammed’i bir yalancı görmek, ortaya çözülemeyecek pek çok problem çıkaracaktır. Ayrıca, tarihte büyük insanların hiçbiri, Batı’da Muhammed kadar yanlış tanıtılmamıştır.” (W. Montgomery Watt, Muhammad at Mecca, Oxford, 1953) “Şartlar değişti ama Allah’ın elçisi değişmedi. Zaferde ve yenilgide, güçlü zamanda ve sıkıntılı zamanda, zenginlikte ve yoksullukta, aynı kişiydi, aynı karakteri sergiledi.” (Koneru Ramakrishna Rao, Muhammad the Prophet of Islam, s. 24) “İslâm’dan önce insan sosyal ayırımcılıklardan çok çekmişti; fakat İslâm, bütün insanlar arasında eşitlik getirdi. Bir Müslümanı diğerlerinden ayıran faktör doğum, renk, ırk, sosyal statü değil, sadece takvâ, sâlih amel ve ahlâkî vasıflardır.” (Dr. Laura Veccia Vaglieri, Apologia dell İslamismo, s. 334)

Hz. Muhamammed’in  (sav)  hayatından dünyevî, şehevî, maddî şeylere önem vermediğinin örnekleri

“Muhammed’in ailesi, onun vefât ettiği ana kadar, iki gün arka arkaya arpa ekmeğiyle karnını doyurmadı.” (Buhârî, Eymân 22; Müslim, Zühd 22. Ayrıca bk. Buhârî, Et’ıme 23, 27; Nesâî, Dahâyâ 37; İbni Mâce, Et’ıme 48, 49)  İbni Abbâs: Resûlullah, yemek yemeksizin peşpeşe bir kaç gün aç olarak gecelerdi. Ailesi de yiyecek akşam yemeği bulamazdı. Çoğu zaman ekmekleri arpa ekmeği idi. ( Tirmizî, Zühd 38. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et’ıme 49)   Ebû Hüreyre, önlerinde kızartılmış koyun bulunan bir topluluğa rastladı. Topluluk kendisini davet etti; fakat o yemek istemedi ve: Resûlullah, arpa ekmeğine bile doymadan dünyadan çıkıp gitti, dedi. (Buhârî, Et’ıme 23) Nu’mân İbni Beşîr şöyle dedi: “Ben, Peygamberiniz’in karnını doyuracak âdi hurma bile bulamadığını gördüm. (Müslim, Zühd 34, 36. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 39; İbni Mâce, Zühd 10) Resûlullah bir gün evinden dışarı çıkmıştı. Baktı ki, Ebu Bekir ve Ömer oradalar. Onlara: “Bu saatte sizi evinizden dışarı çıkaran sebep nedir?” diye sordu. Onlar: Açlık, yâ Resûlallah, dediler! Peygamberimiz: “Gücü ve kudretiyle canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, sizi evinizden çıkaran sebep beni de evimden çıkardı” buyurdu. (Müslim, Eşribe 140) Rasulullah lüks ve konfor içinde yaşamamıştır. İsraflı bir hayatı hiç olmamıştır. (Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi, s. 174) Hz. Ebu Said-i Hudri buyurdu ki: “Resulullah Efendimiz, hayvana ot verir, deveyi bağlar, evini süpürür, koyunun sütünü sağar, ayakkabısının söküğünü diker, çamaşırını yamardı. Hizmetçisi ile birlikte yer, hizmetçisi el değirmeni çekerken yorulunca, ona yardım ederdi. Pazardan bir şeyler alıp torba içinde eve getirirdi. Fakirle, zenginle, büyükle, küçükle karşılaşınca, önce selam verirdi. (Buhari, İsti’zan, 15; Ahmet, Müsned, VI/256; Buhari, Edep, 40; Tirmizi, Kıyamet, 46; Müsned, 6/121, 256; Beyhaki, D. Nübüvve, I/ 328; Hakim, Müstedrek, 4/110; Lord John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur’an’ı Kerim; Hazreti Muhammed (sav)’den Özür Diliyorum, s. 37) Hatta sadece kendi ev işlerini yapmaz, mesela yolculuğa çıktığında komşusunun keçilerinin sağılmasına da yardım ederdi (İ. Sad, Tabakat, VIII/244) “Peygamber sahabelerle iç içe bir yaşam yaşamaktaydı, yemesinden içmesine, yolculuklarına kadar sahabe ile birlikteydi. Hayatı gizlilikler üzerine değil, açıklık üzerine kuruluydu.  Peygamber olmadan önce de toplum içinde açık bir yaşantı sahibiydi.” (İbrahim Çoban, Ateizm ve Deizm Eleştirisi, s. 129) Hazreti Ömer, Hz. Peygamber’in odasını, bir ziyaretinde şöyle anlatıyordu: Rasûl-i Ekrem’in sırtında bir ihramı vardı. Bir tarafta çıplak bir sedir, üzerinde deriden bir yatak, bir köşede bir avuç yulaf, bir post, boş bir su tulumu gördüm. Bu görünüş karşısında ağladım. Rasûl-i Ekrem sebebini sordu: “Üzerinde yattığınız yatak, vücudunuz üzerinde iz bırakmış. Bütün malınız bu oda içinde. Kayserler ve Kisralar, dünyanın bütün zevkini sürdükleri halde, siz, Allah’ın Peygamberi, böyle bir hayat geçiriyorsunuz!” diye cevap verdim. O zaman, Rasûl-i Ekrem: “Ey Hattâboğlu! İstemez misin ki, bu dünya onların olsun, ahiret nimeti de bizim olsun!” buyurmuştu. ( İbn-i Mace, Terğib, 5/161; M.Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, II/412 ) Bir kişi Resûlullaha geldiğinde titremeye başladı. Bunu gören Hz. Peygamber: “Kendini zorlama! Ben bir kral, bir diktatör değilim. Ben Kureyş’ten, kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum” dedi. (Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, s. 361)  Resûlullah ile beraber mescide çıktık. Peygamber’in ayakkabısının bağı çözüldü. Ben eğilerek bağlamak istedim. Hz. Peygamber ayağını çekerek: “Bu kendisine hizmet ettirmektir. Hâlbuki ben kendime hizmet ettirmekten hoşlanmam” dedi. (Hayâtü’s-Sahâbe,  III/113) Bir kişi Âişe’ye: “Hz. Peygamber evde herhangi bir iş yapar mıydı?” diye sordu. Âişe:”Evet, yapardı. Kendi pabucunu, elbisesini dikerdi. Herhangi birimizin evimizde yaptığımız gibi o da bir şeyler yapardı” dedi. Pazarda satıcı Hz. Peygamber’in elini öpmek için koşar. Fakat Hz. Peygamber elini çekerek: “Hayır, olmaz. Bunu acemler kendi krallarına yaparlar. Ben kral değilim. Ben de sizin gibiyim” dedi. (Kadı İyaz, Şifa-ı Şerif, s.132; Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, 3/113-115) Resûlullah abdest suyunu hiç kimsenin hizmetine bırakmazdı. Kendi sadakasını da kendi eliyle getirip verirdi. (Rudani, Cem’ul-Fevaid, II/180; Peygamberimiz’in üstün ahlakı, İbrahim Sarı, s. 32) Hz. Peygamber, üzerinde dört dirhem bile etmeyen bir kadife bulunan bir semer üstünde hac yolculuğuna çıktı: Hacdan sonra “Allah’ım, bunu, içinde gösteriş ve desinler kasdı bulunmayan bir hac kıl” diye dua etti. (Tirmizi, Şemail, s. 24) Aişe validemiz ‘Allah benim canımı sana feda etsin! Yaslanarak ye! Çünkü yaslanarak yersen senin için daha kolay olur’ deyince, bu ısrarına bir karşılık olarak Hz. Peygamber, alnı yere değercesine mübarek başını eğdi ve sonra şöyle dedi; Hayır, ben kölenin yediği gibi yer ve kölenin oturduğu gibi otururum. (Bağavî, Şerhu’s-Sunne, XI/287; Ebu’ş-Şeyh el-isbehani, Hz. Muhammed (asv) ’in Edeb ve Ahlakı, s. 64; Prof. Dr. İ. Lütfi Çakan, Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, s. 275; M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, III/153) Rasûlullah (sav) bütün hayatında rızık nâmına daima yetecek en az kadar ile yetinmiş, fazlasına asla iltifat buyurmamıştır. Birgeceelinde iki altın bulunduğu için uyuyamaması ve Hz. Bilâl’ı uyandırarak altınları onun vâsıtasıyla fakirlere göndermesi, bunun en bâriz delillerindendir. (Müslim, hadis no: 1055; S. Müslim Terc. ve Şerhi, 5/478) “Ben kim, dünya kim! Dünya (hayatı) ile benim ilgim, bir ağacın altında gölgelenip sonra da bırakıp giden yolcunun durumu gibidir.” (İbn Mâce, Zühd 3, hadis no: 4109, 2/1386; Tirmizî, Zühd 44, hadis no: 2377, 4/588) Bir defasında asasına dayanarak Sahabîlerin yanına geldi. Resulullahın geldiğini gören Sahabîler hemen ayağa kalktılar. Bu hareketlerini tasvip etmeyen Peygamber Efendimiz onları ikaz etti: “Acemlerin (diğer milletlerin) birbirlerini ta’zim ederek ayağa kalktıkları gibi, siz de benim için ayağa kalkmayın. Çünkü ben kulun yediği gibi yiyen, kulun oturduğu gibi oturan bir kulum.” buyurmuş ve “Hiç kimse için kalkılmaz. Ancak, Allah için ayakta durulur.” diye eklemiştir. (  M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, III/68; Kadı İyaz. Şifa-ı Şerif, s.129) Efendimiz bir gün kızı Fatma (r.anha)’ya giderek evinde yiyecek bir şeyler olup olmadığını sorar: “Kızım! Sende yiyecek bir şey yok mudur? Ben çok açım. Vallahi kızım, üç gündür baban bir şey yememiştir.”der. Bu sırada da devlet başkanıdır. (M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, I/383 ve IV/482 ) Bir defasında Hz. Peygamber (sav) Hz. Aişe’ye sorar: “Aişe! Kurban etini dağıttınız mı?” Hz. Aişe “Dağıttık ya Resûlallah” diye cevap verir. “Ne kadarını dağıttınız?” sorusuna “Hepsini dağıttık, bize bu buttan başka hiçbir şey kalmadı” cevabını alınca gülümseyerek “Desene Aişe, bir buttan başka hepsi de bize kaldı” diye karşılık verir. (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 35) Bir bedevi gelir, Hz Muhammed’in arkasından yakasını şiddetle çeker. Boynunda iz oluşur. Bedevi, “Ya Muhammed! Bana iki deve yükü mal ver.” der. Hz Muhammed tebessüm eder ve ona istediğini verir. ( Müslim, zekat, 128) Bir adam, borcunu geri isterken Hz Muhammed ile kabaca konuşur. Sahabe ayaklanır, Hz Muhammed onlara engel olur ve onu korkuttukları için de bir miktar da fazladan verir. (Hamza Andreas Tzortzis, Hakikatin izinde, Din bilim Ateizm, s. 372)

Peygamberimizin insan, hayvan, bitkilere merhamet/şefkatine örnekler

Peygamberliğinin onuncu yılında Peygamberimiz Taif’e gitti. Orada on gün kaldı ve ev ev dolaşarak onlara İslam’ı anlattı. Sonuçta onlar Hz. Muhammed’le alay ettiler ve onu kovdular ve o çıkıp giderken onu ve arkadaşı Zeyd’i ayaklarından kan akıncaya kadar taşladılar. Taiflilerin elinden kurtulmak için kendini bir bağa zor atmıştı. (İbn Hişam, II/68;  Asım Köksal, 5/66-71) “Taif’te bir ay kalmış ama sonuçta üç millik bir yol boyunca taşlanarak kovalanmıştır.” (Lord John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur’an’ı Kerim; Hazreti Muhammed (sav)’den Özür Diliyorum, s. 19) Orada onlar için dua etmiş “Rabbim, halkımı bağışla, onlar ne yaptıklarının bilmiyorlar. (Buhârî, İstitâbe 4, Enbiyâ 54; Müslim, Cihâd 105; İbn Mâce, Fiten 23) ve İşte o sırada kendisine gelen ve eğer istersen bu toplumu helâk edelim diyen meleğe Hz. Peygamber şöyle karşılık vermiştir: “Hayır, hayır. Ben onların helâk edilmelerini istemiyorum. Aksine Allah’ın onların soyundan, yalnız Allah’a ibadet edecek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kuşaklar çıkarmasını diliyorum!” (Buhârî, Bed‘u’l-Halk 7Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1/78-79, Köksal, İslam Tarihi 5/76) Yıllar Taif kuşatılır. Kuşatma uzayınca Taif’te açlıktan ölümler başlar. Düşman teslim olmak üzere olmasına rağmen, kuşatmayı kaldırır. Halkının açlıktan ölümü sayesinde bir şehri teslim almaya gönlü razı değildir. O Taif ki, yıllar önce O’nu (asm) taş ve tükürük yağmuruna tutarak, kendi anlatımıyla “hayatının en acı gününü” yaşatmış bir şehirdir. (Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, III/245)

“Peygamber Efendimiz, karınca yuvası yakınında ateş yakmaya çalışan bir sahabeyi uyararak bir başka yerde yakmasını istemiştir.” (Zakir Naik, Gençlerin inanç sorunları, s. 108) 

Armstrong: Bizler batıda asırlar boyunca Muhammed’i asık suratlı acımasız bir savaşçı, duyarsız bir politikacı olarak gördük. Oysa son derece nazik ve duyarlı bir adamdı. Örneğin Hayvanları çok seviyordu. Morgoliouth: Karınca yuvasını ateşe verenleri uyararak hemen söndürdü. Bodley: Atış müsabakaları için canlı kuş kullanma usulünü kaldırdı. O çağda hangi filozof, hangi devlet yöneticisi hayvan haklarından bahsediyordu? (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 370-372)

Uhud savaşında biricik amcası ve sütkardeşi Hz. Hamza şehit edilmiş ve vücudu paramparça ve lime lime edilmiştir. (İbn Hişâm, es-Sîratü’n-nebeviyye 4/44-45 ) Yine orada, halasının oğlu Abdullah b. Cahş kütükte doğranan et gibi doğranmıştır. (İbn Hişâm, es-Sîratü’n-nebeviyye 4/47) Bu arada kendi mübarek başı yarılmış, dişleri kırılmış, vücudu kan revan içinde kalmıştır. Buhârî, megâzî 24; Müslim, cihad 101-104Ashaptan da  70 şehit vardır. “Müşriklere beddua etseniz!” diyenlere; “Ben lânetçi olarak gönderilmedim. Ya Rab! Kavmime hidâyet nasip et, çünkü onlar bilmiyorlar” diye dua etmiştir. (Buhari, Enbiya, 37, Müslim, cihad 104-105; Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 4/199-200; Ataullah b. Fazlullah, Ravzatü’l-Ahbab, s.174; Onk. Dr. Haluk Nurbaki, Fahr-i Kainat Efendimiz, s.93) Başka bir seferinde “Ben rahmet olarak gönderildim, lânet isteyici olarak değil ”  ( Müslim, birr 87 ); “Ben tevbe ve rahmet  peygamberiyim.” (Kadı Iyâz, eş-Şifa, 1/17 ) buyurmuştur. Tufeyl b. Amr, Rasûlullâh (sav)’a gelerek, isyan edip İslâm’a girmeyi reddeden kendi kabilesine beddua etmesini isterken o, ellerini kaldırıp “Allâh’ım, Devs kabilesine hidayet ver, onları imana getir. diye dua etmiştir. (Buhârî, Cihâd, 99, 3/1073)

Esved oğlu Habir, kızı Hz. Zeyneb’in katilidir. Habir elindeki mızrakla Hz. Zeyneb’i devesinden düşürür. Hamile olan Zeynep düşük yapar ve bir süre sonra da bu nedenle ölür. Mekke fethedilince, kendisinden Hz. Zeyneb’in intikamının alınacağı korkusuyla saklanan ve İran’a kaçma hazırlıkları yapan Habir’e haber gönderir. Can güvenliği verir. Huzuruna gelince de bağlılık sözünü kabul eder ve bağışlar. (A.Rahman, Siret Ansiklopedisi, I/53)

Peygamberliği kabul etmeyenler hatta ona düşman olanlar bile mal ve kıymetli eşyalarını kendisine teslim ediyorlardı. (İbrahim Çoban, Ateizm ve Deizm Eleştirisi, s. 128) Hatta hicret ettiği gece bütün bu emanetleri alıp gitmek yerine, Hz Ali vasıtası ile sahiplerine teslim etmiştir. ( İbni Hişam, Tarihun-Nebeviyye, II/485, 493) 

Bir arkadaşı yemesi için bir keler (çölde yaşayan bir canlı) hediye eder. Fakat o alışkın olmadığı için keler yememektedir. Bunu bilen Hz. Ayşe (r.anha), keleri o sırada kapıda yiyecek isteyen bir fakire vermek için O’nun (asm) iznini ister. O ise izin vermez: “Kendi yemediğinizden fakirlere veremezsiniz.”  (Prof. Dr. i. Lütfi Çakan, Hazreti Peygamber ve Aile Hayatı, s.82 )

Bir gün Medine sokaklarından bir cenaze geçiyordu. Peygamberimiz bunu görünce ayağa kalktı. Yanındakiler cenazenin bir Yahudiye ait olduğunu söylediler. Bunun üzerine Peygamberimiz ‘O insan değil mi?’ diyerek arkadaşlarının uyarır. (Müslim, Cenaiz, 50,78/1596; Abdurrahman Azzam, Peygamberimizin Örnek Ahlakı, s. 94; İslamda İnsan Modeli ve Hz. Peygamber Örneği, s.125)

Peygamberliği döneminde çok sıkıntı çekmiş (Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe (Peygamberimiz ve İlk Müslümanlar), I/237; İbn-i Hişam, Siret, II/72), üzerine pislik atılmış, öldürülmek istenmiş, geçeceği yollara dikenler atılmış, (Mevdudi, Hz. Peygamber’in Hayatı, III/182; Belazuri, Ensab, I/220; İbn Hibban, Siret, 68; İbn Kesir, Bidaye, III/135; Hamidullah, İslam Peygamberi, 93) ilk Müslümanlar da sayısız işkencelere tabi tutulmuş, aç susuz bırakılmış (İbn İshak, Siyer, 207, 208, 210, 223; Hamidullah, İslam Peygamberi, 94; İbn Şihab ez-Zühri, el-Meğazi (İlk Dönem İslam Tarihinde Savaşlar), s. 87; Belazuri, Ensab, I/53, 235;Zühri, Meğazi, 87; İbnü’l-Esir, Kamil, II/79; Belazuri, Ensab, I/413; Mevdudi, Hz. Peygamber’in Hayatı, III/212; Belazuri, Ensab, I/303) ve hatta öldürülmüşlerdi. (Celaletin Vatandaş, Mekke Dönemi, 401) Sonunda evlerini yurtlarını terkedip Habeşistan ve Medine’ye hicret edilmek zorunda kalınmış (İbn İshak, Siyer, 242, 292; İbn Hişâm, es-Sîre, II/314) ama buralarda da rahat bırakılmamışlardı. (Ebu’l-Hasen en-Nedvi, Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed, 174) Sonunda Mekke fethedildiği zaman “Bugün merhamet günüdür.” demiş ve düşmanlarının hepsini affetmiştir (Vâkıdî, Megazî, 2/822) Ayrıca kendisini zehirlemek isteyen Yahudi kadını af etmiştir. (Buhârî, Tıbb, 55; Müslim, Selâm, 43, Kastalanî, Mevahibû’l-Ledünniye, 1/81) Mekke’nin tahıl ihtiyacının bütününü karşılayan Hamame isimli bir kabile reisi Müslüman olur. Ve Mekke’ye tahıl satışını durdurur. Aniden açlık tehlikesiyle yüz yüze kalan Mekke’li putperestler önce Hamame’ye başvururlar. Fakat sonuç olumsuzdur. Bunun üzerine, son çare olarak Hz. Muhammed (asv)’e bir elçi heyeti gönderirler.”Eğer senden de bir çare bulamazsak, hepimiz açlıktan kırılırız.” derler. O, Mekkelilerin üç yıl boyunca kendiyle beraber bütün Müslümanlara bir tek buğday tanesi bile vermediklerini hatırına getirmez. Defalarca ordu düzüp Medine’ye yürüdüklerini unutur. Hamame’ye emreder, Mekke yeniden tahılına kavuşur.  (A. Rahman, Siret Ansiklopedisi, I/54)

Enes b. Malik şöyle anlatıyor: “ Allah’ın Resulüne on sene hizmet ettim. Bana hiçbir zaman öf bile dememiştir. Yanlış bir iş yapsam niçin yaptın demezler. Lüzumlu bir işi terk ettiğim zaman niçin terk ettin demezlerdi. Rasulullah (sav) insanların en güzel ahlaklısı idi” (Ebu Davud, Edeb,1; Buhârî, Savm, 53; Müslim, Fedâil, 52, 82)

Mekke’nin Fethi esnasında, İslâm safına giren pekçok insan bulunuyordu. Hz. Muhammed’in amcasını öldürtüp ciğerlerini yiyen Ebû Süfyan’ın hanımı Hind de Kureyş kadınlarıyla birlikte yüzü örtülü olarak Peygamberimiz (sav)’in huzuruna geldi. Müslüman olarak affını diledi. Peygamberimiz (sav) onu tanımıştı. Fakat belli etmedi. Yaptıklarını hiç yüzüne vurmadan affetti. (Buhârî, Megâzî, 21; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 25/481-482; (İbn Asâkir, Târîḫu Dımaşḳ, LXII, 413)

Bedir savaşı başlamak üzeredir. Hz muhammed safları bozan bozan Sevad b. Gaziyye adlı sahabiye elindeki okla dokunarak hizaya geçmesini ister. Gaziyye, “Ya resulullah, canımı acıttın, kısas istiyorum” der. Savaş başlamak üzeredir ve buna rağmen Hz Muhammed karnını açar ve kısası kabul eder. Gazıyye O’na sarılır ve öper. “Savaş başlamak üzere, sizi son kez veda edeyim istedim.” der. (İbn-i Hişâm, II, 266-267; M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, II/492)

“Useyd b. Hudayr bir toplulukta konuşuyordu. Şakacı bir adamdı. Bir ara topluluğu güldürdü. Derken Peygamber şaka olarak bir çöpü onun böğrüne hafifçe dürttü. Bunun üzerine Üseyd Peygamber Efendimize: Ey Allah’ın Resulü sana kısas yapmama imkân ver, dedi. Hz. Peygamber de: Haydi öyleyse kısas yap, buyurdu. Üseyd: Fakat senin üzerinde gömlek var. Benim üzerimde gömlek yoktu, dedi. Hz. Peygamber de gömleğini yukarı doğru kaldırdı. Bunun üzerine: Hemen Hz. Peygamber’i bağrına basıp onu öpmeye başladı ve: Ey Allah’ın Resulü, (işte) benim istediğim bundan ibaretti, dedi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 149)

Huneyn seferi sırasında bir sahabi sert ayakkabısı ile Hz Muhammed’i devamlı rahatsız eder. Hz Muhammed, kamçısı ile ayakkabısına vurur ve “canımı acıtıyorsun” diye uyarır. Ertesi gün resulullah onu çağırır ve ona seksen koyun hediye eder. (Prof İbrahim Sarıçam, Hz Muhammed ve evrensel mesajı, s. 287)  “O hiç bir zaman despot olmamıştır.” (Roger Arnandez, Hz Muhammed, s. 32)  

Ebû Cehil’in oğlu İkrime, Peygamberimiz’i her seferinde sıkıntıya sokan, ona eziyet vermek için elinden geleni yapan bir din düşmanıydı. İkrime babasıyla birlikte hareket ediyor, Peygamberimize düşmanlıkta önde gidiyordu. İslâm ordusu Mekke’ye girince İkrime korkusundan Yemen’e kaçtı. Fakat hanımı Müslüman olmuştu. Onu Yemen’de buldu. Peygamberimiz’den kendisini affedeceği hususunda teminat aldığını söyledi. Geri döndü. Hz resul  Onu güler yüzle karşıladı. “Merhaba ey süvari muhacir” diyerek (Hakim, Müstedrek, III/242; İbn Abdilberr, İstiab,III/1082) kucakladı ve iltifatta bulundu. İman eden İkrime, Peygamberimiz (sav)’e yaptıklarından dolayı mahcuptu. Fakat rahmet Peygamberi, Müslüman olan İkrime’ye şöyle dua etti: “Allah’ım, İkrime’nin bana yaptığı bütün kötülükleri, Senin nurunu söndürmek için attığı her adımı affet. Yüzüme karşı ve gıyabımda söylediği sözleri de affet.” (İ. Esîr, Üsdü’l-Gàbe, 4-5 ) 

“Elimizde bir ağaç fidanı varsa, kıyamet kopmaya başlasa bile eğer onu dikecek kadar zamanımız varsa mutlaka dikin.” (Buhari, Edebu’l-müfred, s.168) , “Bir kimse ağaç diker de bunun meyvesinden, hayvan veya kuş yerse, yenen şey onun için bir sadaka olur.” (Müslim, Müsakat, 7-10, 12; Buhari, Edeb, 27; Hars, 1) Ağaç yapraklarını dökmek için  sopa ile ağaca vurana: Ağaca vurmadan, sallayarak yapraklarını dök” diye nazikçe uyarmış (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, 1417, VI/ 378) “Kim bir bitkiye basıp ezerse, melek ona lânet eder.” (Ali el-Müttakî, Kenz, III, 905/9122) diye ikaz ederek tabiatın dengesini korumaya özen götermiş ve insanları da bu konuya dikkat etmeye çağırmıştır.

Hz. Peygamber hicretin sekizinci yılı Mekke Fethi’ne giderken bir vadide, yolun kenarında yeni doğmuş yavrularını emziren bir köpek gördü. Cuayl Bin Suraka adlı sahabeyi çağırıp “Köpeğin ve yavruların rahatsız edilmemesini sağlamak” amacıyla ordu geçinceye kadar başlarında nöbet tutmasını emretti.” (Vâkıdî, Kitâbu’l-Megâzî, 2/804; Şâmîi, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd, 7/51, Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan; Örnek Kul Son Resul )

Hz. Muhammed, Uhud seferinde, ordunun önüne yavrularını emziren bir kedi çıkınca, kedinin başına ezilmemesi için bir nöbetçi dikip koca bir orduyu o kedinin etrafından dolaştırmış ve seferden döndüğünde o nöbetçiden kediyi istemiş ve sahiplenerek adını Müezza koymuş. (İmam Malik, Muvatta, Taharet, 2.13; Ebu Davud, Taharet, 1/38; Tirmizî, Taharet, 1/69; Nesaî, Taharet, 1/54; İbn Mace.Taharet, 1/32)  Müezza bir gün sedirde oturan Hz. Muhammed’in giysisinin ucunda uyuya kalır. Hz. Muhammed, Müezza’yı uyandırmaktansa elbisesinin ucunu usulca keserek kalkmayı tercih eder. (Annemarie Schimmel, Muhammed, s. 3; Ebu Davud, Sünen, Taharet 38)

Hayvanları hedef olarak dikilmekten (Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 12) ateşle dağlanmaktan (Ebû Dâvûd, Cihâd, 58) susuz ve aç bırakılmaktan (Ebû Dâvûd, Cihâd, 47) ağır yük taşımaktan (Ebû Dâvûd, Cihâd, 47) dövülmekten (Ebû Dâvûd, Cihâd, 58) lanet olunmaktan (Ebû Dâvûd, Cihâd, 55) onun merhamet dolu öğütleri kurtarmıştır.

Peygamberimiz kız olan torunu Ümame’yi taşıyarak namaz kılardı. (Buhârî, Salât, 106; Müslim, Mesâcid, 41) Secdeye vardığında onu yere bırakır, secdeden başını kaldırdığı zaman tekrar omzuna alırdı. Hz Muhammed çıkan ilk turfanda meyveleri eli ile keser ve çevresindeki çocuklara yedirirdi. (Tirmizi, Daavât, 53 ) Rasûl-i Ekrem secdeye gidince Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin de gelip sırtına binerlerdi. Hz. Peygamber secdeden kalkarken onları yumuşak bir şekilde alıp yere bırakırdı. Secdeye gidince onlar yine sırtına binerlerdi, bu durum, namaz bitene kadar bu şekilde devam ederdi. Namaz bitince ise Rasulullah onları hiç kızmaksızın alıp dizlerine oturturdu. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 513; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 494; Nesâî, Tatbik, 82) 

Hz. Muhammed, Bir bayram sabahı camiden eve dönmektedir. Sokakta bayramlıklarını giyinmiş oynayan çocuklar görür. Fakat bir tanesinin durumu  dikkatini çeker. Kenarda oturmuş, kirli ve eski elbiseler içinde diğerlerini seyretmektedir. Hz. Muhammed (s.a.v) yanına yaklaşır. “Oğlum!” der, “sen niçin arkadaşlarına katılmıyorsun?” Çocuk hüzünlü, cevap verir. “Ey Allah’ın Elçisi! Ben yetimim. ”Hz. Muhammed (s.a.v) için bu kadarı yeterlidir. Çocuğu elinden tutar, evine götürür. Orada yetim yıkanır, yeni elbiseler giydirilir, yedirilir, cebine para konur, sevindirilir. Sonra Hz. Muhammed (s.a.v) onun yüzünü avuçları içine alarak sorar,“Benim baban, Ayşe’nin annen, Hasan’la Hüseyin’in de kardeşlerin olmasını ister misin?” (M. Yusuf kandehlevi, Hayatüssahabe, I/128)  “Evet! Ey Allah’ın Elçisi evet!” Sevinç içinde ok gibi fırlayan çocuk, diğerlerinin arasına karışmıştır. Bu hızlı değişimi merak eden arkadaşları sorar:“Ne oldu sana böyle?” Yetim cevaplandırır: “Allah’ın Elçisi babam, Ayşe annem, Hasan’la Hüseyin’de kardeşlerim oldu.” ( İbn-i Sad, III/610, Vakidi, I/65, 94 )

Sahabi Esad b. Zürare ağır hastadır. Geride bırakacağı üç kız evladını düşünmektedir. Peygamberimiz onu ziyaret eder. Bu esnada durumu efendimize arz eder. Hz Esad: “Şimdi ben öleceğim, can parçalarım çok küçükler ve yetim kalacaklar.” Efendimiz cevap verir: “Senin kızların benim kızlarımdır ey Esad!” ( İbni Sad, T. Kübra, III/610) Efendimiz birçok yetim gibi bunlara da sahip çıkar ve onları kendi öz çocuklarından ayırmadan yetiştirir. Sonrada hepsinin evlenip yuva kurmalarını sağlar.

Yola çıkıldığında kafilede kadınlar varsa Peygamberimiz onların rahat etmesi için her türlü tedbiri alırdı. Bir sefer esnasında Enceşe adında Habeşistanlı güzel sesli bir köle, vezinli ve kafiyeli şiirleri makamla söylüyordu. Böylece develer daha hızlı yürüyordu. Develerin hızlı bir şekilde yürümesi üzerine kadınların rahatsız olduğunu fark eden Peygamber Efendimiz Enceşe’yi ikaz etti: ”Ey Enceşe, cam şişelerin hayvanlarını yavaş sür!” ( Buhârî, Edeb 90, 95, 111; Nesâî  Amelu’1-Yevm ve’1-Leyl, 525; Ahmed  b. Hanbel, Müsned, 3/186, 227; Müslim, “Fedâil”, 14; Sünen-i Dârimî, “İsti’zân”, 65 ) Kadınlar zayıf ve nazik oldukları için Peygamberimiz onları cama benzetmişti. Onların incinmesine, acı duymalarına gönlü razı olmuyordu.

“Medineli bir çocuk gelir, Resulullahın elinden tutar, istediği yere götürürdü. Resulullah, gitmem demezdi.” Gördüğü ve karşılaştığı her çocuğa selâm verir, halini hatırını sorardı.  (İbn-i S’ad, VII/170, Tirmizi, İ. Adab, 8) Binekli bulunduğu zaman çocukları atın terkisine alır, gidecekleri yere kadar götürürdü. (İbnü’l-Esir, Ü. Ğabe, IV/126) Çocuklarla arkadaşça konuşur, onların yanında çocuklaşır, anlayış seviyelerine göre sohbet eder, öğütler verir, şakalaşırdı. (Buhari, Edeb, 2003, Edebül-müfred, 1043) Çocuklarla o kadar içice olmuştu ki, bir defasında yarış yapan çocukları görmüştü de, onların neşesine katılmak için birlikte koşmuştu. Sokakta çocukları sıraya koyar, sonra karşılarına geçer, “Hadi bana en  önce gelene hediye alacağım “ der, oyları yarıştırır, onlarla oynardı. ( Hanbel, I/214, Ahmed III/112)

Hz Peygamber dilini torunu Hasan’a doğru uzatırdı. Çocuk dilin kızıllığını görünce neşe dolardı (Suyuti, Tarihi Hulefa, 189) , Çocuklarla en çok şakalaşan O idi. (İbnul esir, Kâmil, III/466) , Çocukların yanaklarını okşardı (Müslim, Fedail, 80) “Küçük çocuğu olan onun hatırı için çocuklaşsın.” ( Tirmizi, Birr, 17), “Çocuklarınıza saygılı davranın, onlarla alay etmeyin, onlara hakaret etmeyin, aptal ve cahil gibi lakaplarla onları çağırmayın.” (Hadis-i Terbiyetî, I/117; el-Kâfi, VI/47) , “Beş şeyi ölene kadar terk etmeyeceğim; onlardan biri de çocuklara selâm vermektir. (Hadis-i Terbiyetî, I/120)

“Çoluk çocuğuna Peygamberimizden daha şefkatli bir kimseyi görmedim. Oğlu İbrahim’in -Medine’nin- Avali semtinde oturan bir sütannesi vardı. Beraberinde ben de bulunduğum halde Resulullah sık sık oğlunu görmeye giderdi. Varınca, demircinin duman dolu evine girer, oğlunu kucaklar, koklar, öper ve bir süre sonra da dönerdi.” (Müslim, Fezail, 63)  Peygamberimiz, kızı Fatıma’yı çok severdi. Bir sefere çıkacağı zaman en son ona uğrar, dönüşünde ise önce onun yanına giderdi. Hz. Fatıma babasını ziyarete geldiğinde ise, Peygamberimiz sevgili kızını karşılamak için ayağa kalkar, alnından öper ve yanına oturturdu. (Tirmizi, Menakıb, 30; Davud, Edeb, 143-144; İ. Sad, Tabakat, I/136) Hazret-i Fatıma’nın iki oğlu vardı: Hasan ve Hüseyin. Peygamberimiz bu torunlarım çok severdi. Onları kucağına alır, omuzuna çıkarır, okşar, sırtında taşır, oyun oynar, isteklerini yerine getirirdi. ( Tirmizi, Menakıb, 30, Tirmizi, Tefsir, XXXIIV /17-18)

Enes b. Malik’in kardeşi Zeyd evinde bir kuş beslemektedir. Adını Umeyr koyar. Efendimiz Zeyd’e, Umeyr’in babası anlamına gelen Ebu Umeyr ismini koyar. Bir gün Ebu Umeyr’in beslediği küçük kuşu ölür, Umeyr çok üzülür. Efendimiz yanına uğrayınca onu teselli eder. (Buhari, Edeb, 112, 296;  Hanbel, III/200, 223, 288) Üzüntüsünü gidermek için, ‘Ey Ebu Umeyr, ne yapıyor senin Nuğayr?’ diye defalarca, Zeyd yeniden gülmeye başlayana dek tekrar tekrar sorar. (Tirmizi, Birr, 57) 

Hz. Enes de kendi gördüklerini şöyle dile getiriyor:”Peygamberimizi hutbe okurken gördüm, Hasan dizinin üstündeydi. Ne söyleyecekse halka söylüyor, sonra eğilip çocuğu öpüyor ve ‘Ben bunu seviyorum’ diyordu.” ( Buhari, Libas, 60, Büyu’, 49 )

Ebû Said anlatıyor: ”Peygamber Efendimiz secdede iken torunu Hasan geldi, sırtına çıktı. Peygamber Efendimiz de onun elinden tuttu ve ayağa kalktı. Tekrar rükûa varıncaya kadar onu sırtında tuttu. Rükûdan kalktıktan sonra bıraktı ve çocuk gitti.” ( İ. Sarı, Peygamberimizin Çocuk Sevgisi, s. 137)

Hz. Zübeyir anlatıyor: ”Bir gün gözümle gördüm. Peygamber Efendimiz secdede iken Hasan geldi, sırtına bindi. Çocuk kendiliğinden ininceye kadar Peygamber Efendimiz de onu indirmedi. ( Nesai, Tatbik, 82)

Peygamber Efendimiz namazda iken bacaklarını açar, Hasan da bir taraftan girer, öbür taraftan çıkardı.” ( Yusuf Kandehveli, Hayatus-sahabe, 3/34 ) Torununu ayağını kendi ayağının üstüne kor, ‘hadi çık’ der, onlarla oynardı. ( Buhari, Edebul müfred, 270)

Bir seferinde Hz. Hasan’ı omzuna almış, gidiyordu. Bir adam kendisini bu halde görünce, Hasan’a;”Ey çocuk, bindiğin binek ne güzeldir” dedi. Peygamberimiz de cevap verdi: “O da ne güzel binicidir.” ( Tirmizi, Menakıb, 30; Hakim, Müstedrek, III/186; İ. Mace, Edep, 3; Bekir Sağlam, Model İnsan, s. 50)

“Resulullah bize sabah namazını kıldırmıştı. Namazda iki kısa sûre okudu. Namaz bitince Ebû Said el-Hudrî sordu: ”Yâ Resulallah bugün daha önce yapmadığınız bir şekilde namazı kısa kıldırdınız”. Peygamberimiz şöyle açıkladı: “Geride kadınlar safındaki çocuk sesini duymadın mı? Annesinin onunla ilgilenmesini temin edeyim dedim.” (Buhari, Ezan, 65; Müslim, salât 192; Müsned, III/109)

Bir defasında Akra bin Habis, Peygamberimizi, Hz. Hasan’ı öperken gördü ve şöyle dedi: “Benim on çocuğum var. Şimdiye kadar hiçbirini öpmedim.” Bunun üzerine Peygamberimiz, “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” buyurdu. (Buhari, Tevhid 2, Edep 18,27; Müslim, Fedail 66, 164; İ. Sad, Tabakat, I/113; Tirmizi, Birr, 15)

Bir bedevî Rasûlullâh’a “Siz çocuklarınızı öpüyor musunuz? Biz çocuklarımızı öpmeyiz.” deyince, Rasûlullâh (sav) “Allâh senin kalbinden merhameti çekip almışsa ben ne yapayım!” buyurmuştur. (Buhârî, Edeb 18; Müslim, Fezâil, 164)

“Çocuklarınızı çok öpün. Çünkü her öpücük için size Cennette bir derece verilir ki, iki derece arasında beşyüz senelik mesafe vardır. Melekler öpücüklerinizi sayarlar ve sizin defterinize sevap yazarlar.” (Buhari , Müsned, Zeyd İbni Ali, 505 ; Hakim , Müstedrek, I/62, Ebu Davud, Edep, 66)

Hz. Âişe’den rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber, “Cennette adı Ferah olan bir yer vardır. Oraya sadece çocukları sevindirenler girebilir.” diye bildirmiş ( Suyûtî, Câmi‘u’s-Sağîr, 1/195; Ali b. Hüsameddin el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 3/170) ve “Çocuklarınıza değer verin/onlara ikram edin” buyurmuştur. (İbn Mâce, Edeb, 3)

“Adamın biri Peygamber Efendimizin huzuruna geldi. Yanında da bir erkek çocuğu vardı. Adam ikide bir çocuğu kucağına alıyor ve seviyordu. Peygamber Efendimiz sordu: ”Bu çocuğa şefkat gösteriyor musun?”  “Evet, yâ Resulallah.” “Sen buna nasıl şefkat gösteriyorsan, Allah da senin şefkatinden daha çok şefkat eder.” (Hakan Üzüm, Hayırlı Çocuk Yetiştirmek, s. 165)

Enes bin Mâlik anlatıyor: “Peygamberimizin yanında bir adam oturuyordu. Bir ara adamın erkek çocuğu geldi. Adam çocuğu aldı dizlerine oturttu. Az sonra bir de kız çocuğu geldi. Onu da yanına oturttu.”Peygamber Efendimiz adama sordu: “Niçin ikisini bir tutmadın?” ( Heysemi, Mecmau’z-zevâid, VII/156; M. Yusuf Kandehlevi, Hayat-üs Sahabe, III/46 )

Süt annesini ( Halîme Hâtun)  her gördüğünde: “Anneciğim” diyerek ayağa kalkar, ona yer gösterir, ihtiyaçlarını giderirdi. ( İbn-i Sa’d, I/113, 114)

Hayvanlara fazla yük yüklemeye, hayvan dövüştürmeye, binek üzerinde iken sohbet edilmesine karşı çıkardı. (el-Azîm el Âbâdî, Ebu’t Tîb, Muhammedşemsü’l Hak, Avnu’lMa’bûd şerhi Süneni Ebû Dâvûd, 7/221, Hadis no: 2532; Nesâî, Sayd, 34, Dahâyâ, 42; Dârimî, Sünen II, 115; Beyhakî, Ahmed b. Ebi Bekr, esSünenü’l Kübrâ, IX/ 279)

Hayvan dövüşünü de efendimiz yasaklamıştır. (Ebû Dâvûd, Cihad, 51, 56; Tirmizî, Cihad, 30, 1708; Beyhakî, esSünenü’l Kübrâ, X/22; Nesai, Kurban, 41) Ayrıca hayvanların yüzüne  vurularak dövülmesi, canlı hayvanların hedef alınıp atış yapılması (Müslim, Sayd ve Zebâih, 12, 59; Buhârî, Zebâih, 25), yüzüne dövme yapılmasını (Müslim, Libâs, 29, 106 ;Ebû Dâvûd, Cihad, 56; Tirmizî, Cihad,30) yasaklanmıştır.

Haksız yere bir kuş veya daha küçük bir hayvanı öldüren insana Allah onun hesabını mutlaka sorar “ diye ikazda bulunmuştur. ( Kütübu sitte VII/ 1951, Nesâî, Sayd 34, (7, 239), Dahaya, 42 )

Bir gün açlıktan karnı sırtına geçmiş bir deve gördü. Sahibini bulup ikaz etti: ”Hayvanlarınız hususunda Allah’ın sizi azaba çarptıracağından korkunuz.” (Sünen-i Ebu Davud, Cihad, 44) Bir sefer esnasında Sahabîler bir kaya kuşu gördüler. Yanında iki de yavrusu bulunuyordu. Birisi gidip yavrularını aldı. Anne kuş gelip başlarının üstünde çırpınarak uçmaya başladı. Peygamberimiz bunu görünce, “Yavrularını alarak bu hayvanın canını kim acıttı? Yavrularını yerine koyun” buyurdu.  Sahabîler “Yâ Resulallah, hayvanlara iyilik etmekte bize bir mükâfat var mı?” diye sorduklarında, Peygamberimiz şöyle cevap verdi: “Canlı bir hayvan için size mükâfat vardır.” (Mehmet Paksu; Peygamberimizin Örnek AhlakıEbû Dâvûd, Libâs, 40, Menâsik, 23, Salat,122; Tirmizî, Libâs, 31; Buhari, Zebâih,13; Demîrî, Hayâtü’lHayevâni’l Kübrâ, II/496) Deveye fazla yük yükleyenleri uyarmış, susuz bir deveye susuzluğunu gide ne dek elinde kovayı tutarak su vermiştir.

Bir hizmetçi ona gelince, hizmetçinin elini tutarak yolda gidilecek yere dek beraber yürürlerdi. Bir çiftçi ile tokalaşırken, eli nasırlı çiftçi Hz resul’den çekinir. Hz resul: “Bu eller öyle ellerdir ki onları hem Allah hem resulu sever.” Buyurur.

Mahmut b. Rebi’ 5 yaşındayken, Peygamberimiz (s.a.v)’in bir keresinde bir kovadan su alıp yüzüne püskürttüğünü ve bunu hiçbir zaman unutamadığını söylemiştir ( Buhârî, “İlim”, 18; Ayrıca başka tarikler için bk. Buhârî, “Vüdu”, 40, “Ezan”, 154, “Teheccüd”, 36, “Da’vet”, 31, “Rikâk”, 6; İbn Mâce, “Tahâret”, 136, “Mesâcid ve Cemaat”, 8; Ahmed b. Hanbel, V/427, 429)

Bir gün yaşlı bir kadın Peygamberimize gelerek: “Yâ Resulallah! Cennete girmem için bana dua eder misiniz?” dedi. Peygamber Efendimiz:”Yaşlı kadınlar Cennete giremez” diye ona takıldı. Sonra:‘Sen Cennete yaşlı olarak giremezsin.’ Cenab-ı Hak, ‘Biz onları yepyeni bir yaratılışla yarattık da, eşlerine sevgi ile düşkün hep aynı yaşta genç kızlar yaptık’ (Vakıa, 36) buyurmuyor mu?” (Kandehlevi, Hayatus-Sahabe, III/175; Afzalur-rahman, Siret, I/83; Tirmizi, Şemail-i Şerif, s.258) Yine bir gün adamın biri Rasûlullah (s.a.v)’e gelerek binek hayvanı ister. Rasûl-i Ekrem (s.a.v): “Seni dişi devenin yavrusuna bindireceğim.” buyurur. Adam: “Ya Rasûlallah! Dişi devenin yavrusunu ne yapacağım?” diye şaşkınlığını ifade edince Efendimiz (s.a.v) “Develeri dişi develer doğurur değil mi?” buyurmuş ve onun şaşkınlığını bir anda tebessüme dönüştürmüştür.  (Buhari, Edebul-Müfred, 268; Akif Köten, Hz. Peygamber’in Sünnetinde Şaka ve Bazı Şakacı Sahabiler, s. 21 )

Rasulüllah’ın azatlı kölesi Sefine (kelime anlamı gemi demektir) diyor ki, bir yolculukta taşımam için verdikleri yük bana ağır geliyordu. Şikâyette bulundum. Efendimiz, latife yaparak, çıkınını yay bakalım, dedi. Herkes eşyasını ona doldurmaya başladı. “Hadi şimdi taşı, çünkü sen sefinesin (gemisin) ya!” Buyurdular. (Siyer Çocuk Dergisi, Sayı: 8, sayfa: 19)

Peygamberimizin bir başka şakasını da Enes bin Mâlik’ten dinleyelim:”Çöl halkından Zahir adında bir adam vardı. Zahir Peygamberimize her gelişinde kendi yetiştirdiği ürünlerden hediyeler getirirdi. Şehirden çöle döneceği zaman da, Peygamber Efendimiz ihtiyacı olan şeylerle onun heybesini doldururdu. Gelen hediyelere bu şekilde karşılık verdikten sonra da şöyle buyururdu: “Zahir bizim çölümüz, biz de onun şehriyiz.” “Peygamberimiz Zahir’i çok severdi. Halbuki Zahir hiç de güzel değildi. Fizikî olarak son derece çirkin bir adamdı. “Bir gün pazarda çölden getirdiği malları satmaya çalıştığı bir sırada Peygamber Efendimiz gitti, sessizce yaklaştı, Zahir’i arkasından kucakladı ve elleriyle gözlerini kapadı.   “Zahir tutanın kim olduğunu göremiyordu. Tutan kimse bıraksın’ diye çabalamaya başladı. Bu arada göz ucuyla arkasından tutanın Efendimiz olduğunu anlayınca sırtını Peygamberimizin göğsüne iyice dayamaya başladı. Zahir’in bu neşeli hareketinden hoşlanan Peygamber Efendimiz yüksek sesle: “Bu köleyi satıyorum, var mı alan?” diye seslenmeye başladı. “Zahir boynu bükük, mahzun bir halde: “Yâ Resulallah, benim gibi değersiz bir köleye vallahi kuruş veren olmaz’ deyince Peygamber Efendimiz: “Hayır, yâ Zahir, sen Allah katında hiç de değersiz değilsin’ buyurdu.” (İbni Kesir, el-Bidâye: 6/46) Abdullah bin Haris bin Cez: “Resûlullah’tan tebessümü daha çok bir kimse görmedim.” (Tirmizî, Biyografi, 22)

Âmir bin Rebia anlatıyor: “Peygamber Efendimiz ile birlikte camiye gidiyordum. Yolda Peygamberimizin ayakkabısının bağı çözüldü. Ben hemen eğilip bağlamak istedim. Fakat Peygamberimiz ayağını önümden çekti ve şöyle buyurdu: “Bu hareketin, başkasına hizmet gördürmek demektir. Ben başkasına hizmet gördürmeyi sevmem.” (M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, III/154) “Beni, Musa’ya tercih etmeyin” (Beyhakî, Delaılu’n-Nubuvve, V/492; İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nıhaye, I/248 Kadı lyad, eş-Şifa, 1/439) “Hristiyanların İsa İbn Meryem’i övdükleri gibi beni övmeyin. Ben sadece bir kulum. Siz: Allah’ın kulu ve Rasülü deyin.” (Buharî, Sahih, İV/204, VIII/210; Müslim, Sahih, kitabu’l-kader, bab: 7; Abdur-rezzak Musannef, 19757, Beyhakî, Delailu’n-Nubuvve, V/498; Ahmed, Musned, I/23, 24; Tir-mizî, Şemail, 172) Bir adam:”Muhammed! Efendimiz! Efendimizin oğlu! Bizim en hayırlımız! En hayırlımızın oğlu!” dedi. Bunun üzerine Rasulullah: “Ey cemaat! Her zaman nasıl konuşuyorsanız, öyle konuşun! Şeytan sizi saptırmasın! Ben, Abdullah’ın oğlu Muhammed’im. Ben Allah’ın kulu ve Rasulü’yüm. Vallahi! Sizin beni bulunduğum derecenin üzerine çıkarmanızı sevmem.” dedi. (Buhari, 111/201, Vll/32; Taberanî, Mu’cemul-Kebır, XI/120; İbn Hıbban, Sahih, 1064; İbn Sa’d, Tabakatul-Kubra, 1/95,107; İbn Adıyy, el-Kamıl, İV/1352, V/1688, 1937)

İslam’ın ilk büyük meydan sınavı Bedir’e doğru yol alınmaktadır. Deve azdır, ancak üç kişiye bir tane düşer ve sırayla binilir. Hz. Muhammed ile aynı deveyi paylaşan arkadaşları, kendi haklarından gönüllü olarak vazgeçerler. Sürekli O’nun (asm) binmesini isterler.  O ise kabul etmez: “Siz” der, “benden daha güçlü değilsiniz. Kaldı ki ben de sizin kadar sevap kazanmaya muhtacım.” (M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, III/219)

Bir gün bir zat Peygamberimizin huzuruna gelince, peygamberlik heybetinden titremeye başladı. Bu Sahabîsinin halini gören Peygamberimiz, “Kendine gel, ben bir hükümdar değilim. Ben ancak Kureyş kabilesinden kurumuş tuzlu ekmek yiyen bir kadının oğluyum” buyurdu. (Hakim, Müstedrek, H/4366; Hatib, Tarih, VI/277, 279; Zebîdî,- İthafu’s-Sadeti1!-Muttakîn, VI1/142; Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, IX/20) Pazarda bir satıcı Hz. Muhammed’i tanır ellerine kapanarak öpmek ister. O izin vermez. “Bunu İranlılar krallarına karşı yaparlar. Ben kral değilim, içinizden bir insanım…” Eve dönüş sırasında Ebu Hüreyre yükünü taşımaya yardımcı olmak ister. Ona da izin vermez. “Kişi, eşyasını, taşıyabiliyorsa, sadece kendi taşımalıdır.”  (M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, III/156, 157; Kadı İyaz, Şifa-ı Şerif, s.132 ) Arkadaşları, O yanlarına her girdiğinde hızla ayağa kalkmaktadırlar. En sonunda bir gün dayanamaz: “İranlıların birbirlerini büyük görerek ayağa kalktıkları gibi siz de bana ayağa kalkmayın. Çünkü ben, bir kulun yemek yediği gibi yemek yiyen, bir kulun oturduğu gibi oturan bir kulum.” Bunun benzeri başka bir olayda ise uyarısına şu eklemeyi de yapar: “Hiç kimse için kalkılmaz. Ancak, Allah için ayakta durulur.” Bundan sonra arkadaşları O (asm) içeri her girdiğinde kendilerini zorla tutarlar ayağa kalkmaz, oturmaya devam ederler. (M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, III/68; Kadı İyaz, Şifa-ı Şerif, s.129)

Hz. Ömer (ra), peygamberimizin olduğu odaya girer. Bir an çevresine göz gezdirir. Odasının bir yanında işlenmiş bir deri, bir diğer köşesinde de, içinde birkaç avuç arpa bulunan küçük bir torba vardı. İşte Allah Resûlü’nün odasında bulunan eşyalar bundan ibaretti. Bu manzara karşısında ağlamaya başlayan Hz. Ömer (ra)’in hıçkırıkları O’nu uyandırır. Kalkınca hasırın vücudunda iz yaptığını, kan oturduğunu gören Hz. Ömer ise omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başlar. Hz. Muhammed  hayretle sorar: “Ey Hattab oğlu! Niçin ağlıyorsun?” “Ey Allah’ın Elçisi! İranlılar imparatorlarını saraylarda yaşatırken, Bizanslılar Kayserlerini lüks ve ihtişama boğmuşken sen ki Allah’ın Elçisisin. İzin versen de, biz de seni…” Maksat anlaşılmıştır, Allah’ın Elçisi (asm), gelecekteki halifesinin sözünü hüzünlü bir tebessüm, tatlı bir el işareti ile keser ve “Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı. ” (Ankebut, 64) ayetini okuduktan sonra ekler: “İstemez misin ey Ömer? Dünya onların olsun, ahiret te bizim!”  (Ahmed, II/298;  M.Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, II/412; G. Weil, Mohammed der Prophet, s. 347)

Medine’de ağzı bozuk, şuna buna çatarak sövüp sayan, ağır ve kaba lâflar söyleyen bir kadın vardı. Bu kadın bir gün Peygamber Efendimizin yanından geçerken Resulullah bir seki üzerinde oturmuş haşlanmış et yiyordu. Kadın: “Şu adama bakın. Bir köle gibi yere oturmuş ve kölelerin yemek yiyişi gibi yemek yiyor” dedi. Peygamber Efendimiz: “Benden güzel köle mi olur! Çünkü ben de Allah’ın kölesiyim.” dedi. Kadın: “Kendisi yiyor da bana vermiyor” dedi. Peygamber Efendimiz: “Gel, sen de ye” buyurdu. Kadın: “Kendi elinle bana vermezsen yemem” dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz kendi eliyle kadına verdiyse de kadın bu sefer:”Ağzına koyduğun lokmadan bana vermezsen yemem” diyerek diretti. Peygamber Efendimiz de lokmayı kadına uzattı. Kadın bu lokmayı yedikten sonra çok hayâlı ve utangaç oldu. Hiç kimseye kötü söz söylemedi. Medine’nin en namuslu ve iyi kadınlarından birisi oldu. (Adnan Şensoy, Hz.Muhammed hakkında 1000 soruya 1000 cevap, s. 123)

Sahabîlerin anlattığına göre, hizmetliler arpa ekmeğine bile davet etseler, Peygamberimiz davetlerine icabet eder, yemeklerini yerdi. Çünkü onların hizmetli  olmaları basit görülmelerini, horlanmalarını gerektiren bir durum değildi. (Heysemî, M. Zevâid, IX, 20)

Peygamberimizin amcası Hz. Abbas, Sahabîleri arasında sıkışık bir vaziyette bulunduğunu, oturduğu zamanlar gelip geçenlerin kendisini rahatsız ettiğini söyleyip, ayrı bir yerde oturmasını teklif ederek şöyle demişti: “Ya Resulallah, sizin için gölgesinde oturacağınız bir çardak yapalım.” Böyle bir imtiyazı asla uygun bulmayan Peygamberimiz, “Allah’ın ruhumu teslim alacağı vakte kadar ben Sahabîlerimin ayakkabıma basmalarına da, hırkamı çekiştirmelerine de katlanacağım” buyurarak reddetti.  (İbn-i Sa’d, II/193; Heysemî, IX/21; İbrahim Refik, Hadiselerin İbret Dili, s.109)

Efendimiz evindeyken elbisesini yamar, ayakkabılarını tamir eder (İbn-i Sa’d, I/366) ve koyununu sağardı. (Heysemî, IX, 20) Yine o, eşyâsını kendisi taşır, hiç kimseye yük olmak istemezdi. Ebû Hüreyre: “Bir gün Efendimiz ile beraber çarşıya gitmiştim. Peygamberimiz oradan elbise satın aldı. Hemen koşarak onları elinden almak istedim. Bunun üzerine: “Bir kimsenin, eşyâsını kendisinin taşıması daha uygundur. Ancak taşımaktan âciz olursa Müslüman kardeşi ona yardım eder.” Buyurdu. (Heysemî, V/122; Kadı İyaz, Şifa-ı Şerif, s.132, M. Yusuf Kandehlevi,  Hayatü’s Sahabe, III/156, 157 )

Bir sefer sırasında Peygamberimiz Sahabîlerinden bir koyun kesip pişirmelerini istedi. Ashabdan birisi öne çıktı: “Ya Resulallah, onu kesmek benim üzerime olsun” dedi. Bir başkası ileri atıldı: “Ya Resulallah, pişirmesi de benim üzerime olsun”  Başka bir sahabî hizmete talip oldu: “Onu yüzmesi de benim üzerime olsun” diyerek kendi aralarında vazife taksimi yaptılar. Peygamberimiz de, “Odun toplamak da benim üzerime olsun” diyerek katılmak istedi. Sahabîler buna razı olmak istemediler: “Ya Resulallah, biz sizin yapacağınız işi de görmeye yeteriz. Sizin çalışmanıza ihtiyaç yoktur” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Sizin benim işimi de göreceğinizi ve kâfi geleceğinizi biliyorum, fakat ben size karşı imtiyazlı bir durumda bulunmaktan hoşlanmam. Çünkü Allah, kulunu Sahabîleri arasında imtiyazlı durumda görmekten hoşlanmaz.” (Kastallânî, el-Mevâhibü’l-Ledünniyye, I/385; Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, I/63)

Hendek savaşından önce Medine’nin etrafına hendek kazılırken bütün Sahabîler çalışıyor, bir an önce bitirmeye gayret ediyorlardı. Yiyecek bir şey bulamadıklarından, açlıklarını bastırmak için karınlarına taş bağlıyor  o şekilde kazma sallıyorlardı. En büyük örnek olan Peygamberimiz de kendisini onlardan farklı görmeden eline kazmayı alıyor, çalışıyor, o da açlığından karnına taş bağlıyordu. (Buhârî, Megâzi, 29; Müslim, Eşribe, 141) Kuba Mescidinin ve Medine’deki Mescid-i Nebevinin inşaatında da Peygamberimiz bir işçi gibi çalışmış, Sahabîlerle birlikte sırtında kerpiç taşımıştı. (İbn Sa’d, Tabakatül-Kübrâ, I, 239-240)

Peygamberimiz böyle bir ikramı bir seferinde Câbir bin Abdullah’a yaptı. Hz. Câbir’in kendisi anlatıyor: “Ben bir savaşta Resulullahla beraberdim. Yolda bana, ‘Allah sana mağfiret etsin, sen bu deveni bir dinara satar mısın?’ dedi. Ben de ‘Ya Resulallah, Medine’ye vardığımız zaman bu deve sizin olsun’ dedim. Resulullah yine, ‘Allah seni bağışlasın, bunu iki dinara satar mısın?’ dedi. Yirmi dinara varıncaya kadar devenin fiyatını birer dinar arttırdı. Ben Medine’ye vardığım zaman devemin başından tutup Resulullahın huzuruna götürdüm. Resul-i Ekrem beni görünce Bilâl’e: “Ya Bilâl, Câbir’e yirmi dinar ver’ buyurdu. Bana da, ‘Deveni al, evine götür, senin olsun’  diye ikramda  bulundu.” (Buhârî Cihad 113; Müslim, Müsâkât 110)

Bir gün uzaktan bir elçi gelir. Muhammed nerede diye sorar. Uzaktaki kalabalık gösterilir. Kalabalığa yaklaşır. Bir kişi halka su dağıtmaktadır. O kişi Hz resuldür. Adam şaşırır: Bugüne kadar böyle bir lider görmedim, der. Hz. resul: “İnsanların efendisi insanlara hizmet edendir.” buyururlar. (Mağribî, Câmiu’ş-Şeml, 1/450, hadis no: 1668; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2/463; Deylemi, Müsned, II/324; Kütüb-i Sitte, hadis no: 5391)

  

 

 

Hz. Muhammed (sav) neden çok hanımla evlenmiştir? Konusuna Ait Etiketler

Bu Konuyu Sosyal Medyada Paylaş

Yorumlar

  1. sinem dedi ki:

    SÜPER YA ALLAH RAZI OLSUN KARDEŞLERİM…

    Muhammed EHAD:
    Amin, Allah hepimizden razı olsun.

  2. Nevin dedi ki:

    Son derece aydınlatıcı, belgelerle desteklenmiş; açık ve anlaşılır bir dille yazılmış bir araştırma. Allah razı olsun…

    Muhammed EHAD:
    Amin, ecmain Nevin Hanım.

  3. ayşegül dedi ki:

    emeğinize sağlık sayfamda paylaştım ateistler için çok iyi bir yazı Allah sizden razı olsun sonunu ağlayarak okudum.

    M. EHAD:
    Allah razı olsun. Dualarınızda unutmamanız en büyük temennimiz,Selametle kalınız.

  4. Halit Akyel dedi ki:

    İslam TR sayfasında şu ifadeye reddiyeniz var mı acaba aynen şöyle deniliyor:”Hz.Aişe’nin 17-18 yaşında evlendiğini belirten rivayetlere itibar etmemek lazım.Bu topraklarda bir zamanlar beşik kertmesi usulü vardı.Batılılara sevimli görünmek için böyle zorlamalı yorumlara ihiyacımız yok.Bi’setin 4. yılında (614) Mekke’de doğdu. Onun daha önce doğduğunu ve dolayısıyla Peygamber ile evlendiğinde 14 ile 18 yaşlarında olduğunu ileri süren batının psikolojik saldırıları karşısında tutunamayan bazı çağdaş araştırmacıların (Suleyman Nedvî, V, 12-25; Akkâd, s. 39, 59, 60) dayandıkları rivayetler sağlam değildir.
    İbn İshak, Ebû Bekir’in daveti ile müslüman olanları sıralarken Âişe’nin de adını verir ve o sıralarda yaşının küçük olduğunu zikreder.
    Âişe’nin, “Ben ebeveynimi bildim bileli onları müslüman buldum” (Buhârî, “Kefalet”, 4) ifadesinden kendisinin bi’set-i nebeviyyeden sonra doğduğu anlaşılmaktadır. Çocukluğu hakkında fazla bilgi yoktur.

    Babası Rasûl-u Ekram ile daha önce hicret ettiği için aynı yıl (622) annesi, ağabeyi Abdullah, kız kardeşi Esma, Peygamber’in hanımı Şevde, kızları Fâtıma ve Ummu Kulsum ile birlikte Medine’ye hicret etti.
    önceleri Medine’nin havasına alışamadığı için babası gibi rahatsızlandı. Ancak kısa bir süre sonra sağlığına tekrar kavuştu. Hicretin 2. yılı Şevval ayında (Nisan 624, iki bayram arasında) Peygamber’le evlendi. (Zehebî, II, 141-142.) Düğün tarihini hicretin 1. yılı Şevval ayı (Nisan 623) olarak kabul edenler de vardır.
    Ebû Bekir (r.anh), düğünü neden geciktirdiğini Peygamber’e sormuş, mehir parasını temin edemediği için tehir ettiğini öğrenince ihtiyacı olan 500 dirhemi ona ödünç vermişti.

    18 yaşında dul kalan Âişe (r.anha), Peygamber hanımlarının başkalarıyla evlenmelerini yasaklayan Kur’an hükmüne uyarak bir daha evlenmedi.
    Peygamberden sonra 47 yıl daha yaşadı ve 65 (veya 66) yaşında iken 17 Ramadan 58 (14 Temmuz 678) Çarşamba gecesi, vitir namazını kıldıktan sonra Medine’de vefat etti.
    56, 57 veya 59 yıllarında 19 veya 13 Ramadan’da vefat ettiği de rivayet edilmiştir, ölümü Medine’de büyük bir üzüntüyle karşılanmış, cenazesi aynı gece kaldırılmıştır.

    İlgili Nass’lar :

    “Kadınlarınızdan âdetten kesilenlerin iddetinde tereddut ederseniz, onların iddet süreleri 3 aydır. Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir.” (Talak, 4)

    “Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir.”
    ifadesi, âdet görmemiş kız çocuklarının da evlendirilebileceğini göstermektedir.

    “İçinizden evli olmayanları evlendiriniz.” (Nur, 32)
    Ayette ergenlik çağı veya yaş sınırı konulmamıştır.”Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ben 6 yaşında iken benimle evlendi. Medine’ye geldik. Beni’l-Hâris İbnu’l-Hazrec kabîlesine indik. Ben hummaya yakalandım. Saçlarım döküldü. (İyileşince) saçım yine uzadı.
    Annem Ummu Rûman, ben arkadaşlarımla salıncakta oynarken, bana geldi, benden ne istediğini bilmeksizin yanına gittim. Elimden tuttu. Evin kapısında beni durdurdu. Evimizde, ensârdan bir grup kadın vardı. “Hayırlı, bereketli olsun!”, “Uğurlu mubarek olsun!” diye dualar, tebrikler ettiler. Annem beni onlara teslim etti. Onlar kılık kıyafetime çeki düzen verdiler.
    Beni, [kuşluk vakti aniden] Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)(ın gelişinden) başka bir şey şaşırtmadı. Annem beni O’na teslim etti. O gün ben 9 yaşında idim.”
    (Buhârî, Nikâh 38, 39, 57, 59, 61; Muslim, Nikâh 69, (1422); Ebu Dâvud, Nikâh 34, (2121); Edeb 63, (4933,4934,4935, 4936, 4937); Nesâî, Nikâh 29, (6, 82). Ayrıca Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayın: 15/486.) Bu hadise dayanan İslâm ulemâsı, küçük yaşta bulunan kız çocuğunun babası tarafından nikahlanabileceği hükmünü çıkarmıştır. Nevevî, bu cevaz hususunda İslâm ulemâsının icma ettiğini belirtir.
    Hanefî’lere göre bu câizdir. Ancak kızın buluğa erince seçme hakkı vardır, dilerse kabul etmeyebilir. Bu hakkını daha önce kullanamaz.
    Şâfiî, Mâlikî gibi Hicaz ulemâsı bu seçme hakkını tanımazlar. İmam Şâfiî, Mâlik, Ahmed, Ebu Yusuf gibi birkısım ulemâ buluğa ermeyen küçüğü nikahlama yetkisine sadece babanın sahib olduğunu, diğer velilerin bu hakka sahib olmadığını söylerler. Ebu Hanife, Evzâi ve diğer birkısım ulemâ velilerin de evlendirebileceğine hükmetmiştir.

    CEVABEN
    Kardeşim,
    hadis beşik kertmesinin caiz olduğuna delil olabilir, o tartışma konusu ama zifaf ayrı bir konudur! Söz verilir, evlenme sözleşmesi yapılabilir ama gerdeğin gerçekleşmesi farklı bir olaydır. Aslında yukarıdaki alıntı bile iddiamızı destekliyor; oradan hareket edersek, söz alındı ama zifaf 18 yaşlarında gerçekleşti!
    Geri kalan alıntılar ve yorumlardan oluşuyor ki biz de alıntı ve yorum yaptık ama bizimki tarihi verilere daha uygun olduğu kanaatindeyiz. Özellikle bazı hadislerde efendimizin özel hayatının abartıldığı veya farklı yorumlandığı kanaatindeyiz. Mesela, efendimizin bir gecede tüm hanımlarını ziyaret etmesini bazı alimler cinsel içerikli ziyaret olarak yorumlayıp sonra da efendimizin erkekliğini öven abartılı ve İslam peygamberinin çizgisine uymayan açıklamalara gitmişlerdir. Halbuki efendimiz hanımlarının yanına uğrayıp onların genel gündelik ihtiyaçları, durumları ile ilgilenmekte idi. Efendimizin özel hayatını, genel hayatı içinde değerlendirince daha doğru sonuçlara ulaşırız; evliliklerinin geneline bakınca zaten bu çizgi kendiliğinden ortaya çıkar.
    Not, verdiğiniz site selefi bir sitedir, yani Müslüman kardeşlerimizdir ama yorumlarda bazı farklılıklarımız vardır; biraz keskin-sivridirler.

Yorum Yaz


Yukarı Çık