Konuyu tamamlayan, ‘Ateistlere cevaplar’, ‘Kur’an’ın kaynağı nedir?’, ‘Oryantalistler ve Hz Muhammed’ adlı yazıları tavsiye ederiz.
Bu konuyu gerek oryantalist gerekse ateistler daima gündemde tutmaya çalışmışlar ve bu evliliklerin Hz Muhammed’in cinselliğe düşkünlüğünün göstergesi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu nedenle konuyu her iki açıdan da ele alıp değerlendireceğiz.
Oryantalistler bizzat kendi kutsal kitaplarında Hz İbrahim, Yakup, Davud, Süleyman birden çok evli iken (Tekvin, 16/1-4, 25/1, 30/3-13, 32/22, II. Samuel, 3/2-5, I. Samuel, 25/39-44, I. Krallar, 1/1-4 ) ve onlara herhangi bir “Şehvetperestlik veya kadın düşkünlüğü ithamında bulunmazken, efendimizin evliliklerini bu eksende değerlendirme eğiliminde olmuşları (Muhammed Ali sabuni, Subuhat ve Ebatıl Havle Teaddüdi Zevcai’r-Resul, s. 7-8; İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 352) ikiyüzlülüktür.İslam düşmanlarının iddiaları doğru olsaydı, Hz. Muhammed (sav) dul ve yaşlı kadınlarla değil de bakire olan genç kızlarla evlenirdi. Halbuki onun eşlerinden sadece Hz. Aise validemiz bakire idi. Diğerleri ise ya daha önce bir veya iki evlilik yapmış ve bazılarının da önceki eşlerinden çocukları olan yaşı bir hayli ilerlemiş dul kadınlardı. (Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, I/327) Halbuki “Mekkeli müşrikler Peygamberimize şair, kahin, sihirbaz demişler ama içlerinden hiçbirisi onun ahlakına, namusuna, edebine en ufak bir laf edememişlerdir.” (Soner Duman, Allah’ım sorularım bitmedi, s. 142)
Thomas Carlyle bu konuda şöyle demektedir: “İslam dininin düşmanları Hz Muhammed’i şehvetine düşkün bir kimse gibi gösteriyorlar. Onlar, cinsiyetin doğal olarak çok güçlü olduğu yaşlarda, Arap muhiti gibi evlenmenin kolay olduğu kadar yaşadığı yerde, taahhüdü zevcat’ın bir kural gibi doğal kabul edildiği ve boşanmanın çok kolay olduğu bir çevrede yaşamasına, kendisinden büyük dul bir kadın olmasına rağmen, gençliğinin en harareti devirlerinde 25 yıl yani 50 yaşına kadar yalnız Hatice ile evli kaldığı gerçeğini görmezlikten geliyorlar. Muhammed bundan sonra siyasi ve toplumsal sebeplerle birçok evlenmeler gerçekleştirir. O bu yolla bir takım kadınlara şeref bahşetmek ve kabilelerle akrabalık münasebetleri kurmayı amaçlamıştır. O, bazen hiç de genç ve güzel olmayan kadınlarla da evlenir.” (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 11)
Evlilik nedenlerini kısaca ele alırsak; İslam uğruna çekilen sıkıntılara karşılık olarak peygamberimiz dul hanımlarla evlilik yapmıştır, örneğin Hz. Sevde annemiz ile yaptığı evlilik. Kocası savaşta şehit olan kimsesiz dul hanımları koruma altına alma amacıyla evlilikler yapmıştır, örnek Hz Ümmü Seleme ve Hz Zeynep ile yaptığı evlilik. Hz. Muhammed, yaptığı evlilikler ile akrabalık bağları oluşturduğunu, bu sayede İslam destekçilerinin çoğalmasına vesile olduğunu da hatırlatalım. Örneğin Hz Cüveyriye, Hz Ümmü Habibe, Hz Safiyye, Mısırlı Hz Mariye ve son eşi Hz Meymune ile evlilikler. En yakın dostlarının kızları ile evlenerek aileyi onurlandırmasına ise, Hz Aişe, Hz Hafsa ve Cahş kızı Hz Zeynep ile evliliklerini örnek verebiliriz.
“Yıllarca tek kadına (Hz Hatice) sadık bir koca olarak evli kalmış olan Muhammed, onun ölümünden sonra birçok kadına saygılı ve müşfik bir koca.” (Gai Eaton, İslam Ve İnsanlığın Kaderi, s. 127) olan “Hz. Muhammed’in evliliklerinden birkaçı da, savaşta şehit düşmüş Müslümanların dul eşlerine yeni bir aile yuvası bahşetmek amacıyle gerçekleştirilmiştir.” (Annemarie Schimmel, Muhammed, s. 30) Armstrong da, “Hz. Peygamber’in yakın arkadaşları ile dostluğunu pekiştirmek veya diğer kabilelerle ilişkiler kurmak için evlilikler yaptığına ve eşlerinin arasında yaşlı hanımların varlığına işaret ederek bu evliliklerin cinsel amaçlı değerlendirilmemesi gerektiğinin” (Karen Armstrong, Islam, 15; Muhammad, 92) altını çizer.
Çevresince Hz Muhammed’e daha peygamber olmadan önce ‘Muhammedü’l-emin‘ (Güvenilir Muhammed) lakabı verilmişti. İçki, hırsızlık, kumar, ahlaksızlık, cinayetlerin çokça ve doğal karşılandığı o ortamda O (sav) parmakla gösterilecek dürüstlüğe sahip, nadir insanlardan biri idi. (İbn Hişam, Sire, I/197; İbn Sa’d, I/146 ) Kabe 605 yılında tamir edilmesi gerekmişti. Kabe tamir edildikten sonra Haceru’l-Esved taşının yerine konması büyük bir sorun olur. Bu eylem toplumda büyük bir statü göstergesi olacaktır. Kanlı bir kavga çıkmak üzere iken sorunu Hz Muhammed çözer. Halbuki ne zengin, ne kabile reisi ne de meşhur bir komutandır. (Belazûri, Ensâbü’l-eşrâf, I/100; İsmail Yiğit-Raşit Küçük, Siyer-i Nebi, 75) Peygamberimiz daha yirmili yaşlarda iken, zenginlerin fakirlerin haklarını korumak amacı ile kurdukları ‘faziletli-erdemlilerin dayanışması’ olarak tercüme edilebilecek Hilfu’l-Fudul derneğine de üye kabul edilir ki, kendisi ne zengin biri ve ne de kabile şeflarinden biridir. (Abdurrahman b. Abdullah Süheyli, Ravzü’l-Ünüf, 1/94, İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 295 , Sîre, 1/142; Tabakât, 1/129) “Mekke ileri gelenleri içinde Hz Muhammed’in güvenilirliği ve güzel ahlakı sebebiyle kızlarını onunla evlendirmek isteyen pek çok kimsede bulunmaktaydı.” (Soner Duman, Allah’ım sorularım bitmedi, s. 143) Peygamber olarak görevlendirildikten sonra da, hem de Peygamberlik görevinin en çetin geçen yıllarında amcası Ebu Talip vasıtası ile kendisine bir teklifte bulunulur: ‘Ey Muhammed! Eğer sen para istiyorsan sana para verelim, başımıza başkan olmak istiyorsan seni başkan yapalım, eğer istiyorsan seni kabilemizin güzel kızlarıyla evlendirelim. Yeter ki sen bu İslam davasından vazgeç.’ Peygamberimiz onlara şu cevabı verir: ‘Güneşi sağ elime, Ay’ı da sol elime verseler, ben yine bu dinden, bu tebliğden vazgeçmem Ya Allah, bu dini hakim kılar, yahut ben bu uğurda canımı veririm ’ (Sîretu İbn Hişam, 1/266; İbnu Seyyid’n-nas,Uyunu’l-eser, 1/132; İbn Kesir, es-Sîretu’n-Nebeviye, 1/474; Beyhakî, Delail’u’n-Nübüvve-şamile- 2/63; Taberî, 2/218-220; Soner Duman, Allah’ım sorularım bitmedi, s. 145) Hz Muhammed’e üstlenmiş olduğu görevden vazgeçirmek için tehdit, hakaret, vaadler, dünyevi şeref ve saltanat tekliflerinde de (Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 33) bulunulmuş, zamanla zenginlik ve makama yenileri eklenmiş (Arnold, s. 36) fakat tüm bu dünyevi teklifler, Hz Muhammed tarafından her defasında geri çevrilmiştir.
Dünyevi/nefsi/şehevi/maddi beklentileri olan bir insan neden daha genç iken toplumda bu kadar da saygı görürken zenginlerin arasına katılmasın, neden geleceği belli olmayan, fakir ve köleler ile beraber hareket edip, zenginleri karşısına alsın ve makam, kadın içerikli birçok teklifi reddetsin? Çünkü O, insanların hem dünya hem ahiret mutluluğunu hedeflemiş bir fedakarlık abidesi, imanı tam olan bir önder kişilikti! O, insanları battığı ahlaksızlık ve kötülük batağından kurtarmak için mücadele eden ve bu uğurda birçok iftiraya muhatap olmasına rağmen iyiliği tebliğ etme ve bu uğurda tüm zorlukları göze alma yolunu tercih etmiş bir dava adamı idi. Bunun başka ne ilmi, ne akli ne de tarihi başka bir açıklaması olamaz! Şimdi konuyu daha detayları ile ele alalım:
Hz. Hatice ile evliliği: Hz Hatice, evlilik için, kendisine gelen Kureyş’in en namlı kabile reislerinin isteklerini reddetmiş ve ahlakına hayran kaldığı Hz Muhammed’e bizzat kendisi, babasının itirazına rağmen evlilik teklifinde bulunmuştur. (İbni Hişam, Sire, I/188-189) Hz. Hatice annemizle evlenirken nikah merasiminde söz alan amcası Ebû Talip, henüz yirmi beş yaşındaki yeğenini şöyle anlatıyordu: “Doğrusu Muhammed, Kureyş’in hiçbir gencine benzemeyen, onlardan hiçbiriyle bir tutulamayan bir gençtir. Çünkü o, şeref, asalet, erdem ve akıl bakımından onlardan ayrılır.” (İ. Hişam, I/201) İlk iman eden, bütün malını İslamiyet’in yayılması için feda eden peygamberimizin ilk ve ‘en sevgili’ eşi Hz Hatice bu evlilik esnasında 40 yaşında Hz Muhammed ise 25 yaşında idi. Hz. Hatice ile peygamberimiz tam 25 sene evli kalırlar. Peygamberimiz 50, Hatice annemiz 65 yaşına gelir. Hatice annemiz, peygamberimize: “Ey Muhammed ben yaşlandım, artık başka hanımla evlen” deyince peygamberimiz şu cevabı verir: ‘Böyle söyleme Hatice, üzülürüm.’ (İbrahim Sarı, Peygamberimizin Kadınlara Şefkatı, s. 7) Hz. Resul o zamanlarda çok doğal olan cariye alma yoluna bile tenezzül etmez. Hz. Hatice 19 Nisan 620 tarihinde 65 yayında vefat eder. Hz. Resul 3 sene daha kimse ile evlenmez, 53 yaşına gelir. Bu yaşından sonra çeşitli sebep ve hikmetlere bağlı olarak efendimiz diğer evliliklerini yapar. (İbn Sa’d, Ebu Abdillah Muhammed, et-Tabakatü’l-Kübra, VIII/ 216-220, M. Hamidullah, İslam Peygamberi, II/ 673)
Ateist ve oryantalistlerin peygamberimiz Hatice annemizle zenginliği için evlendiğini iddia ederler. Bu konuyu bu yazımızın devamı niteliğindeki ‘Oryantalistler ve Hz Muhammed’ başlıklı yazımızda ele alacağımızı belirtip kısaca cevap vererek sonra asıl konumuza döneceğiz. Para, yani dünya nimetlerini önceleyen biri neden senenin en az bir ayını Hira mağarasında inzivaya çekilip, sadece yanında götürdüğü azıkla yetinerek geçirsin? Hazret-i Aişe’nin gelin olarak girdiği ve ‘hayatının sonuna kadar yaşadığı’ ev, Mescid-i Nebevi’nin Şam tarafına düşen, kapısı Mescide açılan, genişliği 5 metre, duvarları kerpiçten, tavanı hurma bölmeleri ve yapraklarından ibaret, uzunca bir adam boyu yüksekliğinde bir kulübe idi. Yağmurun sızmasına mani olmak için tavanın üzerine yün tortusu örtülmüştü. Kapısı ardıç veya sac denilen bir ağaçtan veya örtüdendi. (Buhari, Edebü’l-Müfred, s. 202) Bu mütevazı evdeki eşya da: Bir sedir, bir hasır, bir kat yatak, bir yastık, un ve hurma koymak için iki çanak, bir su kabı, bir su bardağından ibaretti. Efendimizin üç gün arka arkaya muntazam bir yemek yediği de vaki değildi. Ekseriya hurma ve su ile yemeğini geçiştirirdi. (Sünnen-i İbn-i Mâce, II/536) Bazan bir ay geçer de bu mutavazı hücrenin kandilinin ışıldadığı, bacasının tüttüğü görülmezdi. (İbn-i Hanbel, Müsned, IV/217) Rasul-i Ekrem, Hazret-i Aişe’nin hücresinde bulunduğu zaman yiyecek bir şey bulunup bulunmadığını sorar, o da hiç bir şey bulunmadığını söylediği vakit o günü oruçlu geçirirler yahut Medine’li müslümanlardan biri bir miktar süt gönderir ve bu sütle yetinirdi. (İbn-i Hanbel, Müsned, IV/49- 244) Hz. Peygamberin kendisinden bir şey istenip de ona ‘hayır’ dediği hiç görülmemişti. ( Buhari, Edep, 39) O an neyi varsa verirdi. Hz. Aişe, iki kız çocuğu ile bir şey istemeğe gelen fakir bir kadına bir tek hurmadan başka verecek bir şey bulamamış, onu da, ona vermişti. (Edebü’l-Müfred, s. 45) Hicretin 9. senesinde Medine’ye gelen mallar ve ganimetler son derece çoktu. Her taraftan Medine’ye mallar gönderiliyordu. Buna rağmen Rasul-i Ekrem’in evindeki hayat tarzı değişmemiş, değiştirilmemiştir. Hayber’in fethinden sonra eşlerine tahsis olunan erzak dahi fakirlere dağıtılmış ve misafirlere ikram dolayısıyla vaktinden evvel tükenmişti. Bazı günler efendimiz aç kalırdı. Peygamberimizin aile bireyleri arasında emir ve reis kızları da vardı. Bunlar, babalarının veya eski eşlerinin evlerinde rahat bir hayat geçirmişlerdi. Medine’de herkes az çok refah içinde yaşarken bunlar, kendilerinin sıkıntı içinde bırakılmalarına dayanamamışlar, başkaları kadar olsun müreffeh yaşatılmalarını arzu etmişlerdi. Yüce Allah bunu Peygamberine, Ahzab Suresi’nin: “Ey Peygamber! Zevcelerine deki: Eğer siz dünya hayatını ve zinetini istiyorsanız, geliniz size talak hakkınızı vereyim de hepinize güzel bir tarzda yol vereyim. Şayet Allah’ı ve Peygamber’ini ve ahiret yurdunu istiyorsanız şüphe yok ki Allah, sizden iyilik eden kadınlar için büyük bir mükafat hazırlamıştır.” 28. ve 29. âyetleriyle vahyeder. Hz. Peygamber, bu hususu Hazret-i Aişe’ye açıklayıp anne-babasına danışmadan karar vermemesini hatırlattığı zaman Hazret-i Aişe’nin cevabı şu idi: Ya Rasûlallah; Ben, Allah’ı ve Rasulullah’ı tercih ediyorum. (Tabakat’ı İbn-i Sâd, VIII/47; Müsned, VI/185, Caetanin’nin İsnad ve İftiralarına cevap, A. Köksal, s. 52–53) Sahih-i Buhari’nin cihad bölümünde şöyle bir rivayet vardır: “Hz. Peygamber vefat edeceği sırada zırhı bir yahudinin evinde üç ölçek arpa karşılığında rehin duruyordu. Vefat ettiği sırada üzerinde bulunan elbiseler de yamalıydı. Bu, öyle bir zaman, bu fırsat ve imkanlar öyle arkası kesilmeyen fırsat ve imkanlardı ki, bunlara normal devletler her zaman sahip olamazlardı. Suriye sınırlarından başlayarak Aden’e kadar bütün Arabistan fethedilmiş, Medine meydanı, altın ve gümüş akınına uğramıştı.” Tüm bunlara rağmen iki ay boyunca evinde ateş yanmadığı bile (Buhari, Hibe, 1; Müslim, Zühd, 20-22) olmuştu. (Bu bilgi ayruca, hicretin yedinci yılında oruç farz kılındı diyerek Hz. Peygamberin fazla oruç tutmadığını ima eden cahillere ithaf olunur.) Hz. Aişe (ra) bir gün bu durumu anlatırken Urve b. Zübeyr, “Peki neyle geçiniyordunuz?” diye sorunca Hz. Aişe (ra), “Su ve hurmayla. Komşularımız ara sıra keçi sütü gönderirlerdi de içerdik” demekte idi. Hz. Aişe (ra) şöyle der: “Hayatı boyunca yani Medine’ye gelişinden vefat edinceye kadar geçen dönemde, Hz. Peygamber hiçbir zaman üst üste iki vakit iyice doyarak yemek yememiştir.” (M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, I/381) Ebu Talha (ra) şöyle der: “Bir gün ben Hz. Peygamber’in mescidde kuru toprağa uzanmış, açlıktan kıvranarak bir o tarafına bir bu tarafına döndüğünü gördüm.” Çoğu kere açlıktan dolayı sesi o kadar kısılırdı ki, sahabe durumunu anlarlardı. Bir gün Ebu Talha (ra) eve geldi ve eşine; “Yiyecek bir şey var mı? Az önce Hz. Peygamber’in açlıktan sesinin kısıldığını gördüm” der. (Müslim, II/191) Çoğu kere öyle olurdu ki, Hz. Peygamber sabahleyin mübarek eşlerinin yanına gelir ve “Bugün yiyecek bir şeyler var mı?” diye sorardı. Onlar, “Yok” derlerse Hz. Peygamber, “Öyleyse ben de oruçluyum” buyururdu. (Son Peygamber, Nedvi, 621–623) Hz. Muhammed, Hz. Hatice’nin tüm malını Allah yolunda dağıtmıştır. (Afzalurrahman, Encyclopaedia of Seerah II/138) Hz. Resul daha sonra kendisine gönderilen hediye ve altınları da fakirlere dağıtacak, ( Yusuf Kandehlevi, Hayatussahabe, II/312) ve açlıktan karnına taş bağlayacak (Müsned, III/ 303) duruma gelecektir. Efendimizin Hz Hatice annemizle evlenmesini temel nedeni onun sahip olduğu yüksek ahlak, faziletlerdir. Bu iddiamızın en büyük göstergelerinden biri de Hz Hatice vefat ettikten yıllar sonra, peygamberimizin dul olmayan tek eşi Hz. Aişe annemizin: “En çok hangi eşini sevdiğini.” sorması üzerine verdiği cevaptır: “Vallahi Hatice.” (Hanbel, VI/118) Evet, Hz. Muhammed’in en sevdiği eşi, çoktan vefat etmiş olan O yüce annemiz idi. Olaylara şehevi- pragmatist bakan birinin cevabının ‘Aişe’ olmasını beklenir ama cevap ‘Hatice’ şeklindedir! Efendimzi en çok Hatice annemizi anardı. “Onu anmadığı zaman neredeyse yok gibiydi.” (Müslim, F. Sahabe, 76) Diğer bir seferinde Hz Hatice’nin kız kardeşi Hale, efendimizi ziyarete gelince, efendimiz onun sesini duyar duymaz heyecanla ayağa kalkar ve “Aman Allah’ın! Herhalde bu gelen Hale b. Huveylid’dir” der. Bu heyecan Hz Aişe’yi şaşırtır. Sebebini sorar. Peygamberimizde Hz Hatice’nin kıymetini, “Onun gibisi var mıydı” (İbn Hacer, el-İsabe fi Temyizi’s-Sahabe, VII/604; İbnü’l-Esîr, Usdü’l-Ğâbe, VI/84; Dımaşki, Ezvâcu’n-Nebi, s. 57-62; Kehhale, Mu’cemü Kabâili’l-Arab, I/330) sözleriyle dünyaya ilan ederdi. Hz Aişe: “Onunla aynı zamanı paylaşmama rağmen Hatice’yi kıskandığım kadar hiçbir kadını Efendimiz’den kıskanmadım. Çünkü Efendimiz Hatice’yi o kadar çok anıyordu ki bir an olsun onu unutmuyordu. Ne zaman evimizde bir koyun veya keçi kesilse hemen bir parçasını ayırır, ‘Bu pay Hatice’nin akrabalarının ve arkadaşlarınındır.’ der onlara gönderirdi. Bir gün dayanamadım; Efendimiz’e bu sevginin nedenini sordum. Efendimiz dedi ki; “Ey Aişe! Ben, en çok Hatice’yi seviyorum. Seven; sevdiklerinin sevdiğini de sever.” (Buhari, Menakibü’l-Ensar, 19, 21) “Hatice adlı bu kadının hakikaten sevmiş, ondan başkasını sevmemiştir. Muhammed’in ilk gençlik ateşlerinin söndüğü zamana kadar geçirmiş olduğu tamamen kusursuz, sakin ve tertemiz hayatı onun bir sahte peygamber olduğu görüşünü sarsıyor.” (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 33)
Efendimizin Hz Aişe dışındaki tüm hanımları dul idi (Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, I/327) ve hayatının son 10 senesinde yaptığı evlilikleri incelediğimizde nefsani ve şehevi değil, insani- ahlaki-dini hassasiyetlerin ön plana çıktığı görülür. “Hazreti Muhammed’in tüm evlilikleri yaşça çok ileride olan ve dul kadınlarla yapılmıştır. Buradaki evlilikler nefsani olsaydı genç, güzel ve bekar kızlarla evlilik yapardı.” (Adnan Şensoy, Ey misyonerler cevap verin, s. 114) Ayrıca Hz. Hatice vefat ettikten ve hicret olayı gerçekleştikten sonra İslam düşmanları Müslümanları rahat bırakmamışlardır. Peşpeşe çeşitli savaşlar olmuş ve bu savaşlarda birçok Müslüman erkek şehit olmuştur. İlk kez İslam ile tanışan o kuşağın insanları, geride kalan eş ve çocukları sahiplenmek istemezler. Peygamberimiz arkadaşlarına bu dul hanımlar ile evlenmelerini, onları evsiz, çocuklarını bakımsız bırakmamalarını tavsiye eder, gerektiğinde kendisi de bu dul hanımlar ile 53 yaşından sonra evlenir. Hz Hatice’nin vefatından sonra yaklaşık 3 sene daha peygamberimiz kimse ile evlenmez (Prof İbrahim Sarıçam, Hz Muhammed ve evrensel mesajı, s. 287) ve daha sonra da yukarıda sayılan nedenlerle efendimiz diğer eşleri ile evlenmeye başlar. Oryantalist Watt’ta, çok kadınla evlilik ayetinin Uhud savaşı sonrası nazil olduğunun altını çizer. ‘Artan kadın nüfusa şerefli bir evlilik temin ettiği gibi, kadınların varisleri tarafından baskı altında tutulmaları da önlendi’ der. (M. G. Watt, Muhammad at Medina, s. 277)
Efendimizin hayatının son 10 senesinde gerçekleştirdiği bu evliliklere sıra ile bakalım.
Hz. Sevde: İlk iman eden Müslümanlardandı. İslam uğruna Habeşistan’a hicret etmiş, eşi orada vefat etmiş, tekrar Mekke’ye dönmek zorunda kalmış, oğlu 16 yaşında şehit olmuş, bunların sonunda tek başına ortada kalmış, İslam yolunda büyük sıkıntılar çekmiş olan 5 çocuklu 53 yaşındaki bu dul hanıma (Hamid Cengiz, Ateist ve deistlerin modern sorularına cevaplar, s. 142) Hz Resul evlilik teklifinde bulunmuştur. (Müsned, I/318-319) Hz. Sevde yaşlı, dul, çocuklu birisi idi. Zevk için evlendiği iddia edilen biri, ‘ilk hanımından sonra’ yaptığı evlilikte bu denli yaşlı birini tercih eder mi?” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun kalmasın, s. 240) Efendimiz Bu ihtiyaç sahibi hanımla evlenmiş ve hayatının son döneminde ona kol kanat germiştir. “Muhammed zevk düşkünü bir insan değildir. Birisinin bu insanı zevk düşkünü gibi görmesi büyük hata olur. Bazen aylar geçer, onun evinde bir ateş bile yanmazdı.” (Thomas Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, s. 55)
Hz. Aişe: Allah resulünün yaptığı evliliklere baktığımızda, Hz Aişe Radıyallahu dışında evlendiği hanımların tamamının dul olduklarını görüyoruz. (Muhammed Ali es-Sabuni, Şubuhât, s. 10) Evet, Hz Aişe, peygamberimizin dul olmayan tek eşidir. (İbn Hisam, es-Siretü’n-Nebeviyye, IV/644) Peygamberimiz 17-18 yaşlarında olan Hz. Aişe ile evlilik yapmıştır. Küçük yaşta evlenmesiyle ilgili yapılan rivayetlerin ise, Hz Aişe’nin peygamberimizden önce yaptığı ilk nişnalılıkla ilgili olduğunu ve rivayetlerin karıştırıldığını düşünüyoruz. Aişe annemizin evlilik yaşını detaylı olarak ele alırsak;
Hz Aişe annemiz peygamberimizden önce Cübeyr’le nişanlanmış (İbni Hacer, el İsabe, VIII/232) ve daha sonra dini nedenlerle ayrılmıştı. Bu duruma üzülen babası Ebu Bekir’in, Hz. resul’ün evlilik teklifi ile üzüntüsü mutluluğa dönüşmüştür. Buradan rahatlıkla Aişe annemizin evlenecek yaşta olan bir kız olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Çünkü kendisi daha önce nişanlanmış, nişanı bozmuş sonra peygamberimizle nişanlanıp bir sene sonra da evlenmiştir. Sıcak ülkelerde insanların erken olgunlaştığı (Aişe Abdurrahman, Rasülullah’ın Annesi ve Hanımlar, s. 240; Prof. Bekir Karlığa, İndependent Türkçe, 9.12.2022; Hamid Cengiz, Ateist ve deistlerin modern sorularına cevaplar, s. 95) bir gerçektir. (Güneş ışığına daha fazla maruz kalan bedende sentezi tetiklenen melatonin hormonu ergenliği hızlandırır. Afrika’da 8-9 yaşında ergen olan kızlar, kuzey İskandinav ülkelerinde ise 17-18 yaşlarında ergen olmaktadırlar.) Zaten günümüzde de, “Genç kızlar annelerinden çok daha erken adet görüyor artık. Bunun, iklimden beslenmeye kadar pek çok nedeni olabilir.” (Can Dündar, Milliyet, 17 Temmuz 2003) Arabistan, Mısır gibi ülkelerin özellikle iç bölgelerinde 8 yaşında kızlar ergenliğe girmektedir, halbuki bu yaş başka ülkelerde ortalama 11-12 yaşlarını bulmaktadır. Bu ülkedeki insanlar, aynı yaştaki başka ülkedeki insanlara göre daha olgunlaşmaktadırlar: “Kadınlar on iki yaşlarında olgunlaşıyor, kırk yaşında ihtiyarlıyordu.” (Will Durant, İslam Medeniyeti, s. 60) Montesquieu’nun da görüşü aynıdır ve ona göre “sıcak ülkelerde daha erken ergenliğe girilmektedir.” (Lord John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur’an’ı Kerim; Hazreti Muhammed (sav)’den Özür Diliyorum, s. 104; Michael Curtis, Şarkiyatçılık ve İslam, s. 125) Oryantalist Bodley de, ‘Arabistan ortamının kadınları daha 30 yaşına gelmeden ihtiyarlatan bir özelliğe sahip olduğunu’ söylemektedir. (Ronald Victor Courtenay Bodley, Hz Muhammed, s. 161) Hz. Aişe 17-18 yaşlarında evlendiğine göre diğer ülkelerdeki insanlarla kıyaslarsak rahatlıkla 24-25 yaşlarındaki bir kadın olgunluğunda olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz.
Hz resul’ün ise, vefat ettiği yıla kadar sağlığını ve dinçliğini koruyan biri idi: Saçlarında beyaz yok gibi idi (Müslim, Fedail, 105) ; beyazlar “14 adet idi” (Tirmizî Şemâil, No: 36); “20’ye yakın idi” (Tirmizî Şemâil, bab: 5, No: 35; Sünen-i Tirmizi Tercümesi, IV/201) İki omuzu arası geniş (Büyük Hadis Külliyatı, Cem’ul-fevaid min Cami’il-usul ve Mecma’iz-zevaid, İmam Muhammed Bin Muhammed bin Süleyman er-Rudani, V/31); Göğsü ve omuzları genişti. (Gazali, İhya’u Ulum’id-din, II/820) İlk anlarından itibaren yanında olan Ebu Bekir ile bu evlilik ile akraba da olan Efendimizin Hz Aişe ile evlenme sebeplerinden birisi de, hanım sahabeyi dini konularda Hz Aişe vasıtası ile eğitmek amacına yönelikti: “Müslüman kadınlar bazı özel sorularını peygamberimize sormaya utanıyorlardı. (Dârimî, Vüdû, 84) Bunu fark eden peygamberimiz, genç ve zeki olan Aişe annemize evlilik teklif eder. Onu Müslime hanımlar için özel eğitmen olarak yetiştirir. (Taberani, Mu’cemü’l-Kebir, 23/184) Diğer hanımları yaşlı, dul, çocuk sahibioldukları için bu görevi üstlenmeleri zordu. Zaten bazı hanımları evlilikten kısa süre sonra vefat edecek kadar da yaşlı idi. Kısaca Müslüman hanımların sormaya utandığı sorulara cevap vermesi için peygamberimiz Hz. Aişe ile evlenmiş ve onu öğretmen olarak yetiştirmiştir. (Prof İbrahim Sarıçam, Hz Muhammed ve evrensel mesajı, s. 289; Bahaettin Sağlam, İsmail Acarkan, Turan Dursun ve Din, s. 53) Bu eğitim sonucu Hz Aişe efendimizin yanında askeri seferlere iştirak etmiş, hasta bakıcı (Vâkıdî, I, 249, 265, 292) olarak da görev yapmış, İslam’ın en büyük hukukçularından (Hâkim, Müstedrek, 4/14 Ahmed b. Hanbel, 2001, 6/67) biri olmuş, peygamberimizden 2210 hadis rivayet etmiş, Müslüman kadın ve erkeklere öğretmenlik yapmıştı. (Buhari, İlim 36; Tirmizî, Menâkıb, 62; Zerkeşî, el-İcabe, s.103; İbn Sa’d, 1917/1940, 3/375; İbn Hacer, 1380/1960, 7/107; Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, II/678)
Hz. Aişe’nin Evlilik Yaşını daha detaylı ele alacak olursak;
1- Hz Aişe bir anısını şöyle aktarmaktadır: “Hz. Muhammed henüz Mekke de iken ve bende oynayan bir çocuk iken, “Onların vadeleri kıyamettir. Kıyamet ne dehşetli ve ne acıdır!” mealindeki (Kamer, 46) ayet inmişti. (Buhari 1.cilt, Teliful Kur’an bahsi) Bu sure, Mekke devrinin birinci döneminde (4. yıl) inmiştir. Hz. Aişe validemiz bu sure ve ayetleri net olarak hatırladığına göre, olayları ayrıntılarıyla hatırlayabilmek ve sokakta oynayan bir çocuk olması için en az beş veya altı yaşında olması gerekmektedir. Kamer suresi Mekke devrinin dördüncü yılında indiğine göre, dördüncü yılda Hz Aişe’nin beş-altı yaşlarında olması gerekmektedir. Ayrıca; kardeşi Esma, Abdullah bin Zübeyir’in annesidir. Esma yüz yaşına kadar yaşamış ve Hicretin 73. yılında vefat etmiştir. Hz. Aişe validemizden on yaş daha büyüktür. Hz. Esma yüz yaşında ve hicri 73. yılda öldüğüne göre, “hicret esnasında” 27 yaşında olması gerekir. Bundan on yaş küçük olan kardeşi Hz. Aişe validemizin de 17 yaşında olması gerekir ki, bu da aşağı yukarı Buhari de Hz. Aişe’nin kendi hadisindeki ifadeye uygun düşmektedir. Rasul-i Ekrem, Hicretin birinci senesi Hazreti Aişe ile evlenmiştir. Onun Kur’an, hadis ve fıkıh ilimlerindeki yerini bütün islam alimleri teslim etmektedir. O devrinin en büyük alimlerini tenkit etmiş, çeşitli konularda fetvalar vermiş, Kur’an’ın ve sünnetin doğru anlaşılması konusunda insanlara önderlik etmiştir. Sünneti Kur’an’la test etmenin ilk örneklerini vermiştir. Bu birikimi henüz çocuk denecek yaşta bir insanın elde etmiş olmasını kabullenmek mümkün değildir.
2- Hz. Aişe validemiz henüz peygamberimizle evlenmeden önce Cübeyir bin Mut’im ile nişanlanmıştı. Mut’im, Hz. Aişe’yi oğluna almakla evine Müslümanlığı sokacağını düşünerek daha sonra bu nikahı feshetmiştir. Hz. Ebu Bekir (r.a) İslam’ı ilk kabul edenlerden biri olduğuna göre; bu nişanın gerçekleşmesi, İslam’ın açıktan duyurulmasından veya yayılmasından önce olması gerekir. (Y. Nuri Öztürk, Asrı Saadet’in Büyük Kadınları, s. 33) İslam alenen açıklanıp Müslümanlar Kabe yürüyüşü veya Safa tepesi toplantısı yapıp topluma deşifre olduktan sonra Ebu Bekir’in Müslüman olduğu bilinince Mut’im Hz Aişe’yi almaktan vazgeçmiş olması daha gerçekçi görülmektedir. Bu olayda yine, Hz. Aişe’nin peygamberimizle evlenmeden önce evlilik çağına geldiğini ve nişanlandığını göstermektedir. (Ali Himmet Berki, Osman Keskioğlu, Hatemü’l Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, s. 210; Mevlana Şibli, Asrı Saadet, II/148, 997)Yani değil Hz Aile’nin Hz. Resulle nişanlanıp bir yıl sonra evlenmesi, daha önce evlenecek çağa gelmişti; nişanlanmıştı, zamanla İslam tebliği yayılınca Hz. Ebu Bekir’in Müslüman olması bu işi bozmuş ve daha sonra da, Hz. Resul onunla nişanlanıp bir yıl sonra da evlenmişti. Ayrıca tekrar hatırlatalım; “Sıcak bölgelerinde insanların fiziksel açıdan daha çabuk geliştikleri de unutulmamalıdır.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun kalmasın, s. 248) 17-18 yaşındaki bir kızın, Arabistan ikliminde normal evlilik yaşı haliyle gelmişti.
3- Hazreti Aişe’nin hemşiresi Esma, Hicret esnasında 27 yaşında idi. Aişeden on yaş büyüktü. Hazreti Aişe de, Esmadan on yaş küçük olduğuna göre, Hicrette on yedi yaşındaydı Rasül-i Ekremle evlendiği zaman, 17- 18 yaşında bulunuyordu. (Ömer Rıza Doğrul, Asr-ı Saadet, ll/149) Hz. Aişenin ablası Esma, ondan yaklaşık 10 yaş büyüktü. Hz. Aişe evlendiğinde Hz. Esma’nın yaklaşık 30 yaşında olduğu rivayet ediliyor. Buradan Hz. Aişe’nin evlendiğinde en az 18 yaşlarında olduğu sonucuna varılmaktadır. (Ali himmet Berki, Osman Keskinoğlu, Hatemül Enbiya, s. 210; Mevlana Şibli, Asrı Saâdet, II/149)
4- Hz. Peygamberin evliliği, vahyin başlangıcından 10 yıl sonradır. Hz. Aişe vahiy başlangıcından en az altı yıl önce doğmuştur. Dolayısıyla Hz. Ayşe’nin peygamberimizle evlendiği yaşın 17-18 olduğu ortaya çıkar. (Ali Himmet Berki, Osman Keskioğlu, Hatemü’l enbiya Hz. Muhammed ve hayatı, s. 210)
5- Bugün hadis kitaplarımızda yer alan ve Hz. Aişe validemizin Mekke yıllarıyla ilgili olarak anlattığı bazı rivayetlerde onun yaşını tespit edebilmemize yardımcı olacak niteliktedir. Mesela; peygamberlikten kırk yıl önce gerçekleşen ve tarih belirlemede bir ölçü olarak kabul gören Fil hadisesinden geriye kalan iki kişiyi Mekke’de dilenirken gördüğünü söylemesi; Mekke’nin en sıkıntılı günlerinde Allah Resulü’nün sabah-akşam kendi evlerine geldiğini ve bu sıkıntılara dayanamayan babası Hz. Ebu Bekir’in de peygamberliğin 5. veya 6. yılında Habeşistan’a hicret teşebbüsünde bulunduğunu detaylarıyla birlikte anlatması; ilk defa namazın ikişer rekat farz kılındığını, ikamet edenler için daha sonraları onun dört rekata çıkarıldığını, ancak sefer durumlarında yine iki rekat olarak bırakıldığını ifade etmesi gibi rivayetler, onun yaşı konusunda bize ipuçları verecek niteliktedir (M.Emin Yılfırım, Vakit, 08 Haziran 2008)
6- Peygamberliğin “ilk günlerinde” Müslüman olanların isimleri sıralanırken, ablası Esma validemizle birlikte Aişe validemizin adı da zikredilmektedir. Dikkat çekici olan bu anlatımın, Hz. Osmân, Zübeyr ibn Avvam, Abdurrahman ibn Avf, Sa’d ibn Ebi Vakkas, Talha ibn Ubeydullah, Ebû Ubeyde ibn Cerrah ve Erkam ibn Ebi’l-Erkam gibi ‘Sabikûn-u Evvelun’ tabir edilen ‘en öndekilerin’ hemen arkasından; Abdullah ibn Mesud, Cafer ibn Ebi Talib, Abdullah ibn Cahş, Ebu Huzeyfe, Suhayb ibn Sinan, Ammar ibn Yasir ve Habbab ibn Erett gibi isimlerden de önce gerçekleşiyor olmasıdır. (İbn Hişâm, Sîre, 1/271; İbn İshâk, Sîre, 124) Demek ki Aişe validemiz, o gün küçük de olsa ‘irade’ beyanında bulunabilecek bir çağda ve ilk Müslümanlar arasında yer alabilecek bir konumdadır. Söz konusu bilgilerde ondan bahsedilirken, ‘O gün o küçüktü.’ şeklinde bir kaydın konulmuş olması, bu manayı ayrıca teyit etmektedir. (İbn Hişam, Sire, I/271; İbn İshak, Sire, 124) Yaşı küçük olan bu kız, 13 yıl sonra efendimizle evlenmiştir. Yaşı Müslüman olduğunda 6-7 olsa, hicretten sonra evlilik yaşı yine 18 civarına tekabül etmektedir.
7- Ablası Esma annemizin, on beş yaşında iken Müslüman olduğu bilinmektedir (Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ, 2/597; Hakim, Müstedrek 3/635) Bilinen bir gerçek de onun, 595 yılında dünyaya gelmiş olduğudur. Bütün bunlar, peygamberliğin ilk yılı olan 610 tarihini göstermektedir. Demek ki Aişe annemiz, yaşı küçük olmasına rağmen 610 yılında Müslüman olmuştur. Bunun için o gün onun, en azından altı veya yedi yaşlarında olması gerekir ki, on üç yıllık Mekke hayatıyla en az yedi aylık Medine günleri de bu tarihe ilave edildiğinde onun, Allah Resûlü ile evlendiği gün -risaletten beş yıl önce dünyaya gelmiş olma ihtimalini esas alacak olursak- en azından on sekiz yaşında olduğu sonucu ortaya çıkarmaktadır. Aişe annemizin, hicretten yedi ay sonraki Şevval değil de Bedir sonrasına denk gelen ikinci yılın Şevval ayında evlendiği de ifade edilmektedir ki, bu durumda onun evlilik yaşı, bir yıl daha gecikmiş (Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ, 2/616) olmaktadır.
8- Hz. Ebu Bekir’in altı çocuğundan olan Abdurrahman, Hz. Ebu Bekir’in büyük oğludur ve ancak Hudeybiye’den sonra Müslüman olmuştur. Bedir savaşında babasıyla karşılaşmamaya özen göstermiştir ve o savaş esnasında Abdurrahman yirmi yaşındadır. (İbn Esîr, Üsdü’l-Gâbe, 3/467) O dönemde kardeşler arası yaş genellikle 1-2 civarında olduğundan, hicret esnasında Hz Aişe’nin yaşı on yedi civarında olursa aralarındaki bu yaş farkı ancak normal kabul edilebilir yoksa Aişe annemiz hicrette sekiz yaş civarında iddiası doğru olsa, Abdurrahman ile Aişe arasındaki yaş farkı on iki olur ki bu o dönem için makul bir yaş aralığı kabul edilemez.
9- Aişe Validemizin vefat tarihi olarak farklı tarihler verilmektedir. (İbn Sa’d, Tabakât, 8/75; Nedvî, Sîretü’s-Seyyideti Aişe, 202) Hicri 58. yılında ve 74 yaşında iken vefat ettiğini ifade eden rivayette, onun vefat ettiği günün çarşamba olduğu, vefat tarihinin, Ramazan ayının on yedinci gecesine denk geldiği, vasiyeti üzerine Vitir namazından sonra Cennetü’l-Baki’ye geceleyin defnedildiği, yine vasiyeti gereği namazını, Hz. Ebû Hüreyre’nin kıldırdığı, mezarına da, ablası Hz. Esma’nın iki oğlu Abdullah ile Urve, kardeşi Muhammed’in iki oğlu Kasım ve Abdullah ile diğer kardeşi Abdurrahman’ın oğlu Abdullah gibi isimlerin indirdiği gibi detayların bulunması ( İbn Abdilberr, İstîâb, 2/108; Doğrul, Asr-ı Saadet, II/142) diğerlerine nispetle bu bilginin daha güçlü olduğu izlenimi vermektedir. Öyleyse bu tarihi esas alarak bir hesaplama yapacak olursak onun, Efendimiz’in irtihalinden sonra kırk sekiz yıl daha yaşadığını (48+10=58+13=71+3=74) görmekteyiz ki bu hesaba göre o, risaletten üç yıl önce dünyaya gelmiş demektir. Bu durumda evlendiği gün onun, (74-48=26-9=17+7 ay) on yedi yılını yedi ay geçtiği anlaşılmaktadır. Kısaca: Hicri 58. yılda, 74 yaşında vefat etti ise, Efendimiz’den sonra 48 yıl dul olarak yaşadı ise, Allah Resulü ile evliliği de 9 yıl sürdü ise; demek ki, Aişe validemiz, Efendimiz Daru’l-Beka’ya hicret ettiğinde 26, evlendiğinde ise 17–18 yaşlarında idi. (Detay için; sorularlaislamiyet.com/hz-ayse-aise-validemiz-peygamber-efendimiz-ile-evlendiginde-kac-yasindaydi-bu-evlilig-dokuz-yasinda)
Yusuf Ziya Yörüka’da Hz Aişe’nin evlilik yaşının 18 olduğunu ifade eder. (Yusuf Ziya Yörükan, İslam Dini tarihi, s. 169) Ayrıca Suudi araştırmacı ve tarihçilerden Süheyla Zeynelabidin, Hz. Ayşe’nin Peygamberimiz ile evlendiğinde yaşının 19 olduğu sonucuna araştırmaları neticesi ulaşmıştır. Sosyalist bir çizgiden gelen gazeteci Soner Yalçın, Hz Aişe’nin evlilik yaşı için 20 rakamını vermekte ve O’nun ‘Kadınları cahiliye dönemi yobazlığından kurtarmak isteyen Hz Muhammed, yaşamıyla topluma örnek oldu ki yaşları 44, 45, 60 yaşlarında olan savaş dulları eşleri’ ile kadınları korumak için evlendiğini belirttikten sonra, ‘Hz Muhammed, toplumu her yönüyle ileriye doğru itekleyen bir devrimciydi; 14 asır sonra hala anlaşılamamsı ne acı!’ diyerek yazısını bitirmektedir. (Soner Yalçın, Sözcü, 13.12.2022) İlahiyatçı Rıza Savaş’ta aynı görüştedir: “Hazreti Ayşe’nin evlendiği esnada 20’li yaşlarda olduğu belirtilmektedir.” (Rıza Savaş, Hz Ayşe’nin evlilik yaşı, DEÜ, ilahiyat fakültesi dergisi, 1995, s. 144)
Efendimizin toplumda meydana getirdiği bu olumlu büyük değişim için sol görüşlü birçok yazar O’nu, ‘devrimci’ olarak ta tanımlamışlardır: “Hazreti Muhammed muhafazakar değil devrimciydi.” (Eren Erdem, Hürriyet, 08, 2013); ‘En büyük devrimci Hz. Muhammed’ CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na atfen Fikret Bila (Milliyet, 27 Temmuz 2013; Cumhuriyet, 26 Temmuz 2013); “Hz. Muhammed, büyük bir devrimin önderidir.” (Doğu Perinçek, Aydınlık, 26 Ekim 2018); Dev-Genç kurucularından ve 68 Kuşağı’nın önemli isimlerinden Sarp Kuray, “Hz. Muhammed devrimci bir önderdir.” (AGORA, 03 Mar 2022); 60’lı yılların devrimci sol önderlerinden Hikmet Kıvılcımlı “Hz. Muhammed dünyanın en büyük devrimcisidir.” (Kıvılcımlı, Tarih devrim sosyalizm, s. 271, 340; Aydınlık, 12 Ekim 2019)
Ayrıca “Araplarda kız çocuklarının yaşı hayızdan (Ergenlik çağından) itibaren sayılırdı. Hz Aişe’nin evlilik yaşı ile ilgili 6, 8, 10 gibi ifadelerin sebebi bu yaş hesaplama yönteminden dolayıdır. (H. Kemal Gürger, Ateizmin ve deizmin sorularına karşı İddialar ve izahlar, s. 82) görüşünü de ileri sürenler vardır ki, aslında birbirinden bağımsız olarak birçok rivayetin hep 18 yaş civarını işaret etmesi, asla göz ardı edilmemesi gereken bir duruma işaret etmektedir!
Bazı oryantalistler de (Ronald V. C. Bodley, Allah’ın resulü Hazreti Muhammed s. 116, 162; M. Rodinson, Hz Muhammed, s. 89) Hz Aişe’nin evliliğinin o dönem şartları için normal olduğunu belirtmişlerdir. İslami kaynakları delil kabul etmeyenler için bir başka oryantalist bir kaynak daha verelim: Oxford Üniversitesi bilgini Joshua Little, Hz. Muhammed’in Hz. Aişe ile 6 yaşındayken evlendiği hadisinin, olaydan 150 yıl sonra ve Medine’den 1000 km uzakta Irak’ta, Hişam bin Urwa adlı ravi tarafından ve siyasi amaçlı olarak uydurulduğunu bilimsel olarak ortaya çıkarmıştır. (Javad T. Hashmi, Newlinesmag, 28 Ekim 2022) Bu çalışmayı daha da değerli kılan ise, Little’ın bu doktora tezini hazırlarken “genç bir yeni ateist ve islamofobik olmasıdır.” (indyturk.com, 3 Kasım 2022; turkish.aawsat.com; 1 Kasım 2022)
Zaten evlilik yaşı, kültürel bir olaydır. Daha 70-80 sene önce ülkemizde kadınlar resmi olarak 15 yaşında evlenebiliyorlardı. (Türk kanuni Medenisinin 88. Maddesini tadil eden kanun, No: 3453, Tarih:15/6/1938) 40-50 sene önce Rize’de 14 yaşında kız çocukları evlendirilir, 17 yaşına geldiğinde hala evlenmediyse evde kaldı kabul edilirdi. (Mehmet Yazıcı, Unutulmayan Anılar, s. 28) Yani ülkemizde dahil bazı şeyler kültüreldir. Bugün on sekiz diye koyduğumuz sınır da yarın değişebilir. Önemli olan ‘buluğ ve rüşt’ şartlarının ihlal edilmemesidir!
Burada akla, “Madem öyle; bugüne kadar bu mesele niye bu şekilde gündeme gelmedi?” şeklinde bir soru gelebilir. Yakın zamana kadar bu hususta olumsuz hiçbir beyan serdedilmemiş; ne Ebu Cehil gibi her fırsatı aleyhte değerlendiren muannit bir firavundan ne de Abdullah ibn Übeyy ibn Selul gibi olmadık yerden fitne ve iftira üreten nifakın adresi olmuş birisinden bu evliliğe herhangi bir itiraz söz konusu olmamış, olamamıştır. “Müşrikler ve münafıklar hazreti Resul’ün hazreti Aişe ile evliliğine ilişkin hiçbir itiraz yönetmemişlerdir.” (Soner Duman, Allah’ım sorularım bitmedi, s. 154; Hamid Cengiz, Ateist ve deistlerin modern sorularına cevaplar, s. 143) Hz Aişe ile evlilik yaşı konusunda, “ilk ve en azılı İslam düşmanı” bir papaz olan Yuhanna ed-Dımaşki/Saint John of Damascus bile bir eleştiri de bulunmamış, İslam’a ve efendimize yaptığı birçok iftiraya rağmen bu konuda hiçbir itiraz dile getirmemiştir! Çünkü ortada itiraz edilecek herhangi bir durum söz konusu değildir! Kısaca; Hz. Resul’ün Aişe annemizle evliliklerinde anormal bir durum olsa idi, Zeyneb Validemiz’le izdivacında fırtına koparmak isteyenlerle, Beni Mustalık Gazvesi dönüşünde ve hiç olmadık yerde Aişe Validemiz’e iftira atanların, onlar açısından önem arz eden böyle bir konuyu dillerine dolamamaları düşünülemezdi. Sonuç nasıl olursa olsun sadece başlı başına bu bilgi bile, Aişe Vâlidemiz’in evliliği konusunda olumsuz herhangi bir durumun söz konusu olmadığını ispat için yeterli bir güce sahiptir.
Hazreti Muhammed’in büyüklüğü tekrar hatırlayıp O’na iftgira atılmasının değil, saygı duyulması gerektiğinin altını çizelim! Unutmayalım ki O tek başına çıktığı yolda; zenginlerin fakirleri sömürdüğü, ezdiği; içkinin su gibi içildiği; putlara tapıldığı, zina, kumarın yaygın olduğu; cahil, ırkçı ve kavgacı bir toplumu 23 senede, bu kötü alışkanlıklardan vazgeçirtip, namaz kılıp oruç tutan, zekat veren, okumaya ve ilme değer veren, ümmet bilincine sahip ahlaklı ve mücahit bireyler haline getirmiştir!
Hz. Hafsa: Hz. Ömer’in kızı idi. Eşi Uhut savaşında şehit olmuş, dul kalmıştı. (Buhari, Meğazi, 12) Hz. Hafsa, Hz. Aişe’nin deyimiyle, “tam babasının kızı idi”, yani biraz sert mizaçlı idi. Ayrıca sağlık sorunları da bulunuyordu. Hz. Ömer, kızını önce Ebu Bekir sonra Osman ile evlendirmek istemiş ama onlar mazeret sunarak bu talebi geri çevirmişlerdi. Hz Resul, İslam davasında gönüldaşı olan Ömer’in dul kızı Hz Hafsa ile evlenir ve onun gönlünü ferahlatır. (İbn Sa’d, VIII, 82-83) Artık Ebu Bekir gibi Hz Ömer’le de akrabalık bağı kurmuş olur. Yazılı ilk Mushaf, vefat edene kadar (Buhari, Fedâ’ilü’i-Ku’an, 3) Hafsa annemizin yanında kalır.
Huzeyme kızı Zeynep: İlk eşi Bedir Savaşı’nda, ikinci eşi de Uhud Savaşı’nda şehit olmuştu. Kimsesiz kalan Hz Zeynep, Allah’ın Resul’ü tarafından nikahlanarak (İbnü’l-Esîr, V, 297) koruma altına alınır. Zeynep Validemiz, Resulullah ile evlendiği zaman 60 yaşındaydı. (Hamid Cengiz, Ateist ve deistlerin modern sorularına cevaplar, s. 144) ve evlendikten iki ay sonra da vefat etmişti. (Hamidullah, İslam Peygamberi, II/680)
Ümmü Seleme: 44 yaşında, 4 çocuklu bir dul idi. Kendi deyimi ile: “Ben yaşlı, kıskanç, yetimlerin annesi bir kadınım.” dese de, Hz Muhammed ona evlilik teklifinde bulunur, Ümmü Seleme annemiz de sonunda teklifi kabul eder. (Hanbel, Müsned, IV/27-28; VI/307; Müslim, “Cenaiz”, 3, 4) ve evlenirler.
Cahş kızı Zeynep: Oryantalist ve İslam düşmanlarının en çok iftira konusu yaptıkları evliliklerden biri de, peygamberimiz efendimizin Hz. Zeynep annemiz ile evliliği konusudur. İftiranın boyutunu şöyle özetleyebiliriz: Güya Hz. Zeynep’ten hoşlanan Hz. Muhammed, onun eşinden boşanmasını bekleyip sonra onunla evlenir. Konuyu detaylı ele almadan önce altını çizerek belirtelim ki, ateistler bu konudaki yorumları ile kendi iddialarının temeline dinamit koymaktadırlar. Eğer Kur’an’ı Hz Muhammed yazmış olsa idi, kendisini sıkıntıya sokan (Ahzab, 37: “İçinde saklıyordun, insanlardan çekiniyordun.”) ayeti neden ‘kitabına’ koysun? Eğer yazmadı ise; Kur’an Allah kelamı ise, ateizm iddiası kendiliğinden zaten çökmektedir!
Ahzab, 37. ayet mealini vererek konuya başlayalım: “Bir zaman, Allah’ın kendisine lutufta bulunduğu, senin de lutufkar davrandığın kişiye, “Eşinle evlilik bağını koru, Allah’tan kork” demiştin. Bunu derken Allah’ın ileride açıklayacağı bir şeyi içinde saklıyordun; öncelikle çekinmen gereken Allah olduğu halde sen halktan çekiniyordun. Zeyd onunla evlenip ayrıldıktan sonra müminlere, evlatlıklarının -kendileriyle beraber olup ayrıldıkları- eşleriyle evlenmeleri hususunda bir sıkıntı gelmesin diye seni o kadınla evlendirdik. Allah’ın emri elbet yerine getirilecektir.”
Hz. Zeynep Hz. Resul’ün akrabası, ‘öz halasının kızı’dır ve daha onu genç, bakire bir kız iken tanımaktadır. İstese onunla kız iken evlenebilirdi. (A. Köksal, Caetani‟ye Reddiye, II/106) Watt; “Zeynep peygamberimiz ile evlendiğinde çekiciliğini kaybetmiş, orta yaşlı bir kadındı.” (M. G. Watt, Muhammad, s. 158) “Ayrıca akrabası olan ve tesettür ayeti inmeden önce de peygamberimizce tanınan biri idi ve bizzat kendisi tarafından evlendirilmişdi.” (İngiliz ve Alman oryantalistlerin Hz. Muhammed tasavvuru, s. 357) “Evlenme niyeti olsaydı onu niçin ısrarla Zeyd ile evlendirmeye çalışsın ki?” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun Kalmasın, s. 258) Ama evlenmemiş aksine bir de, kendi eli ile Zeynep’i evlatlığı olan kölesi ile evlendirmiş ve hatta mehrini bizzat peygamberimiz kendisi vermiştir. (Süleyman Ateş, Gerçek Din Bu 1, s. 23) Bu evlilikte bazen sorunlar çıkıpta Zeyd her defasında efendimize geldiğinde, peygamberimizde evliliğini devam ettirmesi için daima kendisine nasihatte bulunmuştur. Hatta Zeyd boşanmak ister peygamberimiz bunu engellemiştir. (Tirmizî, Sünen, V/354; ibn-i Kesir, Tefsir, III/491) Fakat aile kendiliğinden dağılıp boşanma vuku bulunca her konuda, ırkçılıktan faize; kan davasından putperestliğe dek her türlü tabuyu yıkmakla görevlendirilen Hz. Resul, Arap geleneklerine göre evlatlığın, gerçek oğul gibi kabul edilmesi türünden ön yargıları da yıkmak için, Allah’ın ayetle emretmesi üzerine, geleneklere aykırı olup dedikodular çıkacağını bile bile, boşanmadan bir kaç ay sonra (Martin Lings, Hz Muhammed’in hayatı, s. 227) Hz. Zeynep ile evlenir. “Evlatlığın öz oğul olması algısını kıran şey, bu evliliktir.” (Altay Cem Meriç, Muhtelif-1, s. 65) Hz Muhammed insanlığın doğasına aykırı tüm tabu ve taassuba savaş açmıştır: “Kadın savaşa katılmıyor, miras alamaz; kadınlar uğursuzdur; kız çocuğu büyüyünce namusumuza leke getirebilir, diri diri gömülmelidir; soy erkek çocuktan devam eder, kız çocuk soyun kesilmesine neden olur vd.” gibi birçok günah/zararlı şeyleri peygamber efendimiz yıkmış, yok etmiştir. Miras, uğursuzluk, kadın hakları konusunda devrim niteliğinde yenilikler getirmiştir. Bizzat kendi soyunu da Allah (cc), kızı Fatıma annemiz ile devam ettirerek, kız çocuğunun soyun kesilmesine engel olmadığını hem pratikte efendimizin yaşantısıyla hem de ayetle (Kevser, 3) insanlığa ilan etmiştir. Peygamberimiz birçok yeniliği topluma, bizzat yaşayarak benimsetmiş, ilk doğan tüm tepki ve iftiraları hep kendi göğüslemiştir. (İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 290) “Eski Arap geleneğine göre asil bir kadın, bir köle ile evlenemezdi. Hz peygamber bizzat kendisi evlendirerek bu geleneği müdahale etmiştir. (Semerkandi, Bahru’l-Ulum, III/54) Hz Zeyd, Hz Zeyneb’i boşandıktan sonra, cahiliye düşüncesine göre Hz Zeynep ancak bir köle ile evlenebilirdi.” (Molla Musa Celali, Ateist İtirazlara Cevaplar, s. 98-99) Efendimiz bu iki geleneği de ayrıca ortadan kaldırmıştır.
Ahzab 37. ayet indiğinde ki, ayet Hz. Peygamberin Hz. Zeynep ile evliliğine dairdir, peygamberimiz müşriklerin yapacağı dedikoduları bildiği için epey sıkılmıştır. Hatta Hz. Aişe bu ayet hakkında (Peygamberimizin bu evlilik dolayısı ile doğacak dedikoduları bildiği için ) “Eğer Rasulullah bir ayeti saklayıp gizleyecek olsaydı, o bu ayet olurdu.” demiştir. (İbni Kesir, III 150; Buhari, Tevhid, 22; Müslim, İman, 77; Tirmizi Tefsir 34; İbni Hacer Fethu’l-Bari VIII/524) Bazı İslam düşmanları Hz Peygamberin içinde gizlediği şeyin Zeynep’e aşık olması olduğunu iddia etmektedirler. Bunu aktaran Abdurrahman bin Zeyd bin Eslem yalancılıkla nitelenen bir kişidir. (Ebu Şehbe, el- israiliyat, IV/323; Askalani, Tehzibu’t-Tehzib, II/508) Haberin senedi de sahih/sağlam değil, kesiktir. (Elmei, Mea’l-Müfessirin, s. 15) Diğer rivayetteki Hallad b. Eslem ise, kendisi delil kabul edilmeyen” bir kişidir. (İbn Sa’d, et-Tabakaâtü’l-Kübra, VII/252) Kısaca hem rivayet eden kişilerde hem haberin metninde sorunlar vardır. (Daha geniş yorum için: Celalettin Divlekci, Ahzab suresi 37. ayetiyle ilgili nüzul sebebi rivayetleri ve ilmî değeri, ekev akademi dergisi Yıl: 18 Sayı: 59 (Bahar 2014), s. 89-105) Aslında ayet bize şunu bildirmektedir: Allah’ın açığa vuracağı şeyi, Allah açığa vurmuştur. Allah’ın bu aşkı açığa vuran bir beyanı var mıdır? Yok! Ateistler hem Kur’an’ı ve dolayısı ile ayetleri inkar ederken hem de bizim inanıp kendilerinin reddettiği ayeti ilmi delilden yoksun bir şekilde, önceden belirledikleri amaca ulaşacak şekilde yorumlamaktadırlar.
Hz Muhammed’in, Hz Zeynep’i görüp, “Kalpleri evirip çeviren Allah’ım” diyerek oradan uzaklaştığını şeklindeki rivayet ise zaten uydurmadır. (İbni Kesir, VI/420; İbnü’l-Arabî, III/1542; Zemahşerî, III/427; Altay Cem Meriç, Muhtelif-1, s. 57) Biz ateistlerin iddia ettiği gibi işimize gelmeyen rivayetleri inkar ediyor değiliz, her iddiamız Kur’an, hadis, bilimsel kaynaklıdır. Biz Müslümanlar “bazı mucize iddialarına, Kur’an’ı öven bazı rivayetlere de uydurma diyoruz.” (Meriç, Muhtelif-1, s. 59) Zaten, Hz Hatice’nin vefatından sonra yaklaşık 3 sene bekar yaşayan ve sonrasında da, kendisi ile evlenmek istese evlenebileceği halasının kızını kölesi ile evlendiren ve aralarının bozulmasından endişelenerek Zeyd’e ‘Allah’tan kork’masını hatırlatması efendimizin, Hz Zeynep ile evlenme niyetinin olmadığını göstermektedir. Yani bekar olan akrabası ile dul olunca evlenmesi kendi isteği ile değil, amacı olan bir vahiy ile olmuştur. “Katade, İbni Abbas ve Mücahit’ten nakledildiğine göre, Zeynep’in ailesi ilk başta Hz Muhammed’in Zeynep’e talip olduğunu zannetmişlerdir. Hz Muhammed isteseydi o zaman Zeynep’le kendisi rahatça evlenebilirdi. Hz Muhammed’in böyle bir isteği yoktu. O’nun istediği şey, soy üstünlüğü kavramını yok etmekti. Hz Muhammed böyle bir evliliği istememiştir. Bu durumdan dolayı kendisi, ayetle ikaz edilmiştir.” (Meriç, Muhtelif-1, s. 70, 81) William Montgomery Watt bu konuda, “Bu suçlama haksız bir çıkarımdır.” (Watt, Muhammed Medine’de, s. 336) demektedir.
Kısaca: Hz. Resul Zeyd’in evine girdi, Zeynep’i gördü beğendi ithamı tamamen bir yalandır, iftiradır. Çünkü Hz Resul bir eve gireceği zaman önce selam verirdi. Cevap gelmezse toplam 3 kere selam verir, yine cevap veren olmazsa, eve girmez geri dönerdi. (Buhari, İsti’zan 13; Sahih-i Müslim, Adab 7; Sünen-i Tirmizî, İsti’zan 3) Hatta kızı Fatıma’nın evine bile böyle girerdi. Bu konu Nur suresi 27. Ayet ile (Ey inananlar, kendi evlerinizden başka evlere, sahipleriyle tanışmadan ve onlara selam vermeden girmeyin.) sabit iken, uygunsuz ortamda olan aile evine Hz Resul’un destursuz fütursuzca girmesi imkansızdır. Ayrıca bakire iken, kendi akrabası olduğu için her anında kendisini gördüğü ve hicap ayeti de inmediği için, evlilik öncesi yıllarca yanında olan Zeynep’i beğenmeyip, genç-bakire iken kendisini cezbetmeyen, kendi eli ile bizzat evlendirdiği akraba kızına -Haşa- efendimiz, evlendirince mi ilgi duymaya başladı?! Bu iftiranın mantıklı bir yanı var mıdır? Yalanın boyutuna bakın ki Zeyd, daha evlatlıkların eşleri ile ilgili hüküm ayeti inmeden, Hz Resul’e gelip, “Boşayayım, siz evlenin” neden desin? “Sen ne diyorsun, kız iken onu almadım, onu seninle ben evlendirdim” demez mi idi efendimiz ona? Ayrıca zaten böyle bir teklif o zamanki adetlere aykırı bir teklif olurdu. Ayrıca Hz Resul Zeynep annemiz ile evlendiğinde Zeynep annemiz 35 yaşında idi. Sıcak ülke ile ilgili erken olgunlaşma gerçeğini de hesaba katarsak, bu yaşa dek Hz Resul neden beklesin?! Kısaca iftira baştan sona mantık hataları, yalanlar ve çelişkilerle doludur.
Oryantalistleri de ateistleri de bilimsellik değil, ideoloji ve önyargı yönlendirir. Onlar diledikleri gibi kaynaklara ekleme veya çıkarma yaparlar. Mesela efendimizin Hz Zeynep ile evlenmesi ile ilgili iki örnek verelim: “Gençliğinin bütün taraveti içinde utanç ve şaşkınlıktan kıpkırmızı kesilen bu dağınık kıyafetli güzel kadın…” (Emile Dermenghem, Muhammedin hayatı, s. 367-370). Bu da Türk ateistlerden T. Dursun’a ait, 2000’e Doğru dergisinden: “Yorgunluktan ve terden pembeleşmiş yüzü ve yarı çıplak haliyle son derece çekicidir.” Halbuki her iki ekleme de hiçbir rivayette geçmez, kaynakta bulunmaz ama oryantalist ve ateistlerin kafa yapısı, bakış açısını göstermesi açısından ilginç örnekler olarak litelatüre de geçmişlerdir.
“Araplarca saldırıya uğrayacağını, suçlu sayılacağını bildiği halde ödev ve görev yüzünden bütün bu karşı koymaları dinlemeyerek Zeynep’le evlenmiştir.” diyen oryantalist Lord John Davenport, oryantalistlerin “gördü, aşık oldu.” Şeklindeki iddialarını kabul etmezken (Lord Davenport, Hz Muhammed ve Kur’an-ı Kerim, s. 25-26), bir diğer oryantalist M. Watt ise, “Onun güzelliği karşısında kendini kaybetmesi hikayesini pek ciddiye almaya gelmez. Bunlar ilk kaynaklarda yoktur, üstelik Zeynep, Muhammed ile evlendiği sırada 35 veya 38 yaşında idi, ki o devirdeki bir Arap kadını için bu ileri bir yaştı. Bu evlenmedeki aşk temasını Muhammed’in biyograflarının hayal güçlerinde geliştirdikleri duygusu uyanmaktadır.” (Watt, Hz Muhammed, s. 164) demektedir. Yerli birçok ateistten daha objektif değerlendirme yapan Marxist oryantalist Maxime Rodinson da, “Soyunun sayısız yanlış inancına cesaretle karşı çıkmış bir zeka olan Muhammed, evlatlık almanın hukuki yönden yanlış yorumlamalara yol açabilecek kargaşalığını da düzeltmiş, geçerli bir örnek yaratmış oluyor.” diyerek, tarihi bir gerçeğin altını çizmektedir. (Rodinson, Hz Muhammed, s. 209- 210) Karen Armstrong, “Hazreti Muhammed, İslam Peygamberinin Biyografisi” adlı esrinde, “O eğlence için değil, politik nedenlerden dolayı çok evlilik yapmıştı.” diyerek, hayali cinsellik iddialarını reddetmektedir.
Bu ayetin asıl amacı “nesep, soyun karışmasına engel olmaktır.” (Ahmet Bayraktar, Ateizmus 1, s. 83) Mesela, Ali, Ahmet’in evlatlığıdır ama asıl babası Mehmet’tir. Yani Ali, Ahmet oğlu Ali değil; Mehmet oğlu Ali’dir. (Soyadı kanunu olmadan önceki durum için örnek veriliyor. Günümüzde de soyadı alınınca da, aynı sorun ortaya çıkmaktadır) “Onları, babalarının adlarını da anarak çağırın.” (Ahzab, 5) ayetinden amaçta bu gerçeğin ilan edilmesidir. Ama Ahmet oğlu Ali olarak bilinen biri, tanımadığı gerçek babası olan Mehmet’in kızı ile yani kardeşi de evlenebilir. Evlatlık düzenlemesi ile asla dokunulmaması gereken birinci derece akraba, üst ve alt soy ilişki yasağı da korunmuş olmaktadır.
Günümüzden örnekler: “Yedi yıllık evli çift kardeş olduklarını öğrendi.” 39 yaşındaki Adriana, henüz on iki aylıkken terk edildi ve devlet tarafından bir aileye evlatlık verildi. Kocası Leandro ise sekiz yaşına kadar annesiyle birlikte yaşadı ama o da Adriana gibi annesi tarafından terk edilince başka bir aileye evlatlık verildi. İkisi de farklı ailelerin elinde farklı şehirlerde birbirlerinden habersiz büyüdüler. Yıllar sonra birbirlerine aşık oldular. O sıralar evli olan Adriana eşinden boşanarak Leandro’yla evlendi. Çiftin bir de çocuğu oldu.” (Hürriyet, 9.8.2014); “Evlendiği gün kocasının ikiz kardeşi olduğunu öğrendi! Esra Erol’da tüm izleyenleri şaşırtan bir olay ortaya çıktı.” (Sabah, 11.11.2017); “Kardeşiyle evlendi: Farklı ailelere evlatlık verilen ve gerçek kimliklerini bilmeden evlenen ikizlerin durumu, ülkede evlat edinme kurallarını tartışmaya açtı. İngiltere’de doğumdan sonra ayrılan ve farklı ailelere evlatlık verilen ikiz kardeşlerin tesadüfen evlenmesi, ülkede evlat edinme yasalarının sorgulanmasına neden oldu.” (Yeni Şafak, 11.1.2008)
Bir de, ‘Hz Muhammed, Hz. Zeyd’i ölsün diye savaşa gönderdi.’ iddiası vardır ki, Hz Muhammed ölmesini istediği birine savaşa gönderirken “eğer şehit olursan yerine şu geçsin” niye desin? Zeyd’e dedi, peki sonra yerine geçen de şehit olursa şu geçsin, o da şehit olursa şu geçsin” neden desin? Ayrıca bu üçünün de şehit olacağını bilmesi bile ,ateist iddiayı tamamen içinden çıkılmaz bir hale sokmaktadır. Ateist/oryantalist iddianın aksine bu hadise, Hz Muhammed’in Allah’ın izni ile geleceği bildiğini göstermekte değil midir?
Özet bir alıntıyı da Gürger’den yapalım: Cahş kızı Zeynep, o zamanlar hayli geç sayılacak bir yaş olan, 35 yaşına dek kendisine gelen tüm evlilik tekliflerini geri çeviren, zengin bir ailenin kızıdır. Hz Muhammed onu, Zeyd ile evlendirir. Ama aralarındaki kültürel fark sorun çıkarır. Zeyd defalarca peygamberimize gelerek boşanma niyetini açıklar. Ama efendimiz aracı olduğu bu evliliğin bitmesinin endişesiyle her defasında ona ‘Eşinden boşanma ve Allah’a karşı takva sahibi ol’ der. (H. Kemal Gürger, Ateizmin ve deizmin sorularına karşı İddialar ve izahlar, s. 91) Evlilik bittikten aylar sonra (İslam’da kadın hakları bölümündeki, ‘boşanma’ adlı başlığa bakılabilir) Zeynep ile efendimiz evlenmiştir. (Gürger, s. 92) Allah (cc) Mücadele suresi ile ‘zıhar’ cahiliye adetini ortadan kaldırmış ise, bu sure ile de evlatlıklarla olan münasebetleri yerli yerine oturtmuştur. Bu ayetle peygamberimiz, sakındığı mahalle baskısı konusunda; Hz Zeynep asaletinde; Zeyd sadakatından imtihan edilmiştir. Medine’liler dedikodu ve nifak konusunda imtihan edilirken, 21. Yüzyıl Müslümanları da bu konuda imtihan edilmeye devam etmektedir. (Gürger, s. 94)
Zeyd’in Hz Peygamberle bir akrabalık bağı yoktur. Zeynep de gelini ya da baldızı değildir. Halasının kızıdır ve Hz Peygamberin Zeynep ile evliliği de, halasının kızıyla yapılmış bir evliliktir. Peygamberin gizlediği şey, Zeynep’in boşanacağı ve kendisiyle evleneceği bilgisidir. (Prof. Cağfer Karadaş, Kafama takılanlar 2, s.125, 131)
“Ahzab, 37. ayetin anlattığı şey farklıdır, ateist ve misyonerlerin iddia edip ortaya attığı şey farklıdır.” (Altay Cem Meriç, Muhtelif-1, s. 54) Kur’an ayetlerinden hareket ederek Hz Muhammed’e saldırmaya çalışanlar, eğer ayeti kabul ediyorsa, zaten ayet her şeyi açıklamaktadır: ‘Efendimizin Zeyneb’i beğendiğini açıklamaktan değil, onunla evleneceğini daha önce Allah’ın kendisine bildirdiği için toplumda göreceği tepkiden çekinmesi ve bunu son ana kadar açıklayamamasına’ neden itiraz ediyorsunuz? Hayır, ayeti reddediyorsanız neden ayeti önceden tespit ettiğiniz sonuca göre yorumlayarak metotsuz bir şekilde İslam’a ve peygamberine saldırıyorsunuz?
Olayın öncelikle psikolojik yönü vardır. İnsanların zihninde var olan sınıf, mevki, konum, statü kavramını yerle bir etmiştir. Sosyal boyutu ise, o toplumdaki münafıkların kendilerini ifşa etmeleridir. Günümüze uzanan boyutu ise, miras hukukundan evlatlık müessesine pek çok hukuki meselenin netleşmiş olmasıdır. “İslam iki tabuyu yıkmıştır. Birincisi bir çocuk ancak biyolojik anne babasına nispet edilebilir. İkincisi ise boşanmış kadın istediği kişiyle evlenebilir.” (Prof. Cağfer Karadaş, Kafama takılanlar 2, s. 132)
Cüveyriye bintü’l- Haris: Hz Cüveyriye dul ve savaş esiri idi. Esir ve cariyelerle evlenmek âdet değil iken, peygamberimiz onunla evlenerek, onların da aile kurma hakkına, insani her türlü hakka sahip olduğunu insanlığa, tüm dünyaya ispat ve ilan etmiştir. Cüveyriye, Mustalik oğulları kabilesinin reisinin kızı idi. Savaşta esir düşmüştü. Özgürlük bedelini bizzat Hz Resul ödemiş ve onu azat etmişti. Bunu duyan babası ve iki oğlu orada Müslüman olur. Özgür olan Cüveyriye de Hz. Resul ile evlenir. (İbn Sa’d, Tabakat, VIII/117) Hz. Cüveyriye, Peygamber Efendimizle evlenince, onun kabileyle de akrabalık bağı tesis edilmiş olunuyordu. Bu bağ kurulunca Müslümanlar da ellerindeki diğer esirleri serbest bırakırlar. (Taberi, es-Simtu’s-Semîn, s.198; Profesör Kamil Miras, Sahih-i Buhari muhtasarı, VII/453; Watt, Muhammad at Medina, s. 227; İ. Sarıçam, S. Erşahin, M. Özdemir, İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru, s. 316) Mustalik oğulları kabilesi de kendilerine yapılan bu saygın davranıştan dolayı çok memnun kalırlar ve topluca İslam’ı kabul edip Müslüman olurlar. (İbni Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, II/ 295; Hamid Cengiz, Ateist ve deistlerin modern sorularına cevaplar, s. 151) Oryantalist Caetani, Hz Cüveyriye ile efendimizin, yanlarında Aişe ve Ümmü Seleme var iken yolda bir çadırda zifafa girmiş (Caetani, IV/148) olduklarını iddia eder ki, gerçekte efendimiz Medine’ye döndükten, kurtulmalık bedelini ödeyip kendisini babasına teslim ettikten sonra, babasından Hz Cüveyriye’yi istemiş, onayından sonra ancak onunla evlenmiştir (İbn-i İshak, İbn-i hişam, Sire, III/308 ) Zaten Caetani’nin iddia ettiği zifaf olayı hiç bir kaynakta (Vakidi, İbn-i Hişam, Taberi, İbni Esir, Hamis, Buhari) geçmemektedir. Ama yukarıda ve daha sonra göreceğimiz gibi, bunun ateist veya oryantalistler için hiçbir önemi yoktur!
Safiye: İsrail Oğulları soyundan, kabile reislerinin birinin kızı idi. Daha önce iki kez evlemiş ve dul kalmış bir hanım idi ve tutsaktı. Hz. Resul O’na: “İster malını al, git özgürsün.” der ve sonra da, “İster kal, Müslüman ol, benimle evlen.” diye teklifte bulunur. (İsmail Acarkan, İlginç Sorular, s. 89) Safiye annemiz özgür olduktan sonra bu teklifi kabul eder ve peygamberimizle evlenir. (İbn Hisam, es-Siretü’n-Nebeviyye, III/ 350; İbn Sa’d, Tabakat, VIII/ 120-123) Efendimiz bu evlilik ile hem mağluplarla uzlaşma politikasını pratiğe geçirmiş (Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 569) hem de kabile reisinin kızı ile evlenmek suretiyle oluşan akrabalık bağı ile de onların gönüllerini İslam’a ısındırmaya çalışmıştır. (Ziya Kazıcı, Hz. Muhammed’in Aile Hayatı ve Eşleri, s. 285) Hz. Muhammed’e atılan bir diğer iftirada, Hz. Safiye ile evlenmeleri olayıdır: Güya Hz. Resul esir olan Safiye annemize “Benimle evlenirsen, seni serbest bırakırım.” diye bir teklifte bulunmuştur. Zavallı Safiye’de serbest kalmak için peygamberimizle evlenmiştir! Dinsiz İslam düşmanı bir Türk ateist, iki bölümden oluşan peygamberimizin teklifini kelime oyunları ile tek bir cümlede birleştirerek aktarır: “Benimle evlenirsen serbestsin!” Düşünebiliyor musunuz, bu tek cümleye indirme ile Safiye annemizin seçme hakkı da ortadan kaldırılmış olmakta ve sonuçta o zavallı, çaresiz konuma indirgenmektedir. Safiye annemiz ne kadar çaresiz gösterilirse, efendimizde o kadar gaddar ve acımasız gösterilecektir çünkü. Kısaca, Hz. Peygamber, Safiyye’yi azat etmiş, özgürce gitme ya da kendisiyle evlenme seçeneğini sunmuştur. Safiyye’de bir peygamberle evlenmeyi tercih etmiştir. (İ.Hanbel, Müsned, III/138) Efendimizde buna karşılık olarak daima ona saygılı davranmıştır. “Hz. safiye deveye binerken, hazreti peygamberin dizlerine basarak binmekteydi.” (Buhari, Megazi, 39; İ. sad, Tabakat, VIII/121; İbrahim Çoban, Ateizm ve Deizm Eleştirisi, s. 168) Oryantalist Leoni Caetani’de: “Muhammed’in, daima nefsine ve ihtirasına hakim olmayı bilen adamlardan biri olduğunu ispat etmek zor bir şey değildir. Evliliklerinden birçoğu, bazı kabilelerin sevgi ve yakınlığını çekmek yahut taraftarlarından bazılarını daha sıkı bağlarla bağlamak gibi bir siyasi bir düşünceyle yapılmıştı.” (Caetani, II/480) diyerek kendi uslubunca bir gerçeği dile getirmektedir.
Ümmü Habibe: 55 yaşında dul kalmıştı. Mekke reisi İslam düşmanlığı ile ünlü Ebu Süfyan’ın kızı idi. Mekke’den uzakta, Habeşistan’da dul kalmıştı ve çok zorluk çekmişti. Bunları duyan Hz. Muhammed elçi göndererek O’na evlenme teklif teklifinde bulunur. (Bahaettin Sağlam, İsmail Acarkan, Turan Dursun ve Din, s. 56) Ümmü Habibe annnemiz de olumlu cevap verince, Habeşistan kralı Necaşi bu nikahı vekiller vasıtası ile kıyar. Bu evlilikler bir dereceye kadar Ebu Süfyan’ın düşmanlığını da yumuşatır.
Meymune: 2 çocuklu, daha önce iki kez evlilik yapmış bir dul bir hanımdı. Hz. Resul’un amcası Abbas’ın baldızıdır. Hz Abbas vasıtası ile Hz Resul’e evlilik teklifinde bulunur (İbn Sa’d, Tabakat, VIII/132) Hz resul de kabul eder ve evlenirler.
Mısırlı Mariye: Bizans’ın İskenderiye valisi ve Mısır mukavkısı olan Cüreyc b. Mînâ (Belâzürî, Ensâb, I/449) Peygamberimize Mariye’yi hediye olarak gönderir. Cariye olan Mariye’yi Efendimiz azad eder. İsterse kalabilir ve İslam’a girer, isterse ailesine dönebilirdi. İslam’ı kabul eder ve peygamberimizin yanında kalır. Mariye annemiz mehirsiz olarak Peygamberimizle evlenmeyi kabul eder ama Hz. peygamber, onunla mehrini vererek nikahlanır. Aslında bu, Peygamber tarafından gösterilen bir iyi niyet idi ve Mariye ve ailesinin itibarını yükseltmek amacını güdüyordu. Cariye ile evlenerek de, çağında yerleşmiş olan cariye algısını yerle bir ediyordu!
Hz. Resul 50 küsür yaşına kadar tek eşle evli kalıyor, her türlü dünyevi teklifleri reddediyor ve 50 yaşından sonra genç, güzel, çekici ve zengin bir çok kızla evlenebilecek iken, sıcak ülkede erken olgunlaşıp yaşlanan, kimi 40 kimi 50 yaşlarında, 2-4 çocuklu dul hanımlarla, onları koruma ve tebliğ amacını güden, karşılıklı rızaya dayanan evlilikler yapar. Bu evlilikleri objektif olarak inceleyen herkes, evliliklerin hiç birinde dünyevi- şehevi bir amaç güdülmediğini görebilirler. Kısaca Hz. Muhammed (s.a.v.)’in evlilikleri, ilahi takdirin bir tezahürü olarak, nübüvvet görevinin tam anlamıyla ifa edilebilmesi için yapılan evlilikledir; bu evliliklerden hiçbiri şahsi istek ve dünya zevki ile yapılmamıştır.
“Medine’de, özellikle Hicri ikinci yıldan sonra meydana gelen gelişmeler çerçevesinde hem Allah resulü, hem de diğer bazı Müslümanlar yeni evlilikler yapma ihtiyacı hissetmişlerdir. Resulüllah bu evliliklerinde dünyaya meyilden ziyade, birçok sıkıntıya katlanma fedakarlığı olduğunu söylemek icap eder. Hz Ayşe hariç, Hz Peygamberin evlendiği hanımların hepsi daha önce evlilik yapmış ve bazılarının da çocukları vardı.” (Prof. Adnan Demircan, Siyer Konusunda Bilinmesi Gereken 88 Soru, s. 285); “Hz Peygamberin bütün evlilikleri ya bir sosyal düzenleme ya da siyasi bir sebepten dolayı olmuştur.” (Zakir Naik, Gençlerin inanç sorunları, s. 147)
“Peygamber Efendimizin evliliklerinin; hukuki, siyas, sosyal ve eğitimle ilgili çeşitli sebepleri vardır.
- İslam toplumunun egitilmesinde Hz. Peygamberin evliliklerinin önemli bir yeri vardır. Rasulullah, özellikle kadınlarla ilgili birtakım İslami kaide ve esasların öğretilmesinde yine kadınlardan yardım almak ihtiyacı hissetmiştir. Kadınların yaşayışıyla ilgili öyle günlük meseleler vardı ki, bir hanım bunlar hakkında gerekli bilgiyi utanma duygusuna kapılmaksızın bir erkekten isteyip elde edemez. İste bu sebeple Rasulullah hanımlarını, Müslüman kadınlar için adeta bir hukuk danışmanı olarak vazifelendirmiştir. Nitekim Hz. Aise ve Hz. Hafsa bu konuda çok büyük bir vazife icra etmişlerdir.
- Hz. Peygamberin evliliklerinden bir kısmı fedakâr ve cefakâr Müslüman kadınları himaye, onları takdir etme ve itibarlarını koruma gayesine yönelikti. Mekke döneminde Müslüman olan bazı kadınlar işkenceye maruz kalmışlar, Habeşistan’a daha sonra da Medine’ye hicret etmisler, kocaları vefat etmiş; birkaç çocukla ortada kalmışlardı. Aileleri de Mekke’de müsrik oldukları için onların yanlarına da dönemiyorlardı. İste Hz. Peygamber, onları himaye etmek ve çocuklarını da bakım altına almak istemiş, böylece onlarla nikâhlanmıştır. Sevde binti Zem’a, Zeyneb binti Huzeyme, Ümmü Seleme ve Ümmü Habibe bu hususa örnektir.
- Hz. Peygamber bazı evliliklerini ise, evlendiği hanımın kabilesini İslama ısındırmak, o kabile ile Müslümanlar arasındaki düsmanlıgı gidermek için yapmıştır. Cüveyriye ve Safiyye ile evliligi buna örnektir.
- Hz. Peygamberin bazı evlilikleri de yeni İslamî bir hükmün topluma kazandırılması amacını taşıyordu. Zeynep binti Cahs ile evliliği buna örnektir.
- Hz. Peygamberin bazı evlilikleri, yakın dostları, çevresi ile irtibatının, evlilik yoluyla kurulan akrabalıkla güçlendirilmesine yönelik idi. (İbn Sa’d, Tabakat, VIII/53-221) “Resulullah’ın çok evliliği şehvet dürtüsü ile olmamıştır, bu evliliklerle arkadaşları ve halkının büyükleri arasında güçlü bir akrabalık bağı kurmuştur.” (Muhammed Rıza Muhammedun Resulullah, s. 402) Mesela Hz. Ebu Bekir’in kızı Hz. Aise ve Hz. Ömer’in kızı Hz. Hafsa ile evliliği buna örnek gösterilebilir.
Demek ki Rasulullah’ın evliliklerinin ilahi planın bir parçası olarak cereyan ettigini görmekteyiz. Onun, Medine dönemindeki evliliklerini nefsanî arzuları için yapmadığının açık delili, bu hanımlarının çoğunun dul ve nispeten yaslı olmalarıdır. Rasulullah’ın bu evlilikleri ya büyük bir kavmin İslama girmesine vesile olmus ya büyük bir devlet adamının gönlünü almış ya daha önceden sürüp gelen bir cahiliye âdetini ortadan kaldırmış ya da savaşlarda sehit düsen bir müslümanın hanım ve çocuklarını koruması altına almasını sağlamıştır. Eğer nefsi için evlenseydi bakire, genç ve güzel hanımları bulması O’nun için zor olmazdı.” ( Prof. Dr. Mehmet Soysaldı, Peygamber Efendimizin Evliliklerinin sebep ve Hikmetleri. Ayrıca; Soner Duman, Allah’ım sorularım bitmedi, s. 148-152)
İngiliz yazar Parrinder de, 20. yüzyılın son çeyreğinde, tarihte Hz Muhammed kadar hiç bir büyük din önderinin iftiraya uğramadığını belirttikten sonra, evlilikler hususunda ‘Muhammed’in sicili kesinlikle İngiliz Kilisesi başı VIII. Henry’den çok daha iyidir.’ Tespitinde bulunur. (G. Parrinder, Mysticism in the World’s Religions, s. 121)
.
Hz Muhammed birçok hanımını sadece ortada kalmamaları için himayesine almış sadece 4 eşi (Aişe, Hafsa, Zeynep ve Ümmü seleme) ile haftanın gecelerini adaletle paylaşır, diğerlerini dolaşır, hallerini sorar ve ihtiyaçlarını giderirdi. (Süleyman Ateş, Gerçek Din Bu 1, s. 33)
“Hakkaniyet ölçüsünden uzaklaşmamış ve samimi bir tenkitçi, Hz. Muhammed’in hayatını incelediğinde bakınız neleri itiraf etmektedir: ‘‘Muhammed’in, alelade bir gönüllü ve esas maksadının arzu ve heveslerinin peşinde koşan biri olduğunu düşünürsek, açıkça yanılırız. Hayır! Arzu ve heveslerinin hiçbir türünü amaçlamamıştır. O’nun ev halkı en idareli olandı; O’nun yiyeceği genellikle arpa ekmeği, hurma ve su idi. Bazen aylarca ocağında bir sefer olsun ateş yanmazdı. Hükümdarlığı elde etmek için huzur bozan, ihtirası meslek edinen, iyi huylarını ve şahsiyetini inkar eden, ahlaksızlığı ve alçaklığı yerleştiren ihtiras sahibi bir sahtekar değildi! Ben, bunların hiçbirine kıymet vermiyorum ve inanmıyorum. O, Mekke toplumunda doğru (es-Sâdık), ve güvenilir (el-Emîn) insan, dürüst ve hilesiz tacir olarak şeref ve ün kazandı; hürmet gördü ve herkesin, özellikle fakir,yetim ve dulların sevip etkilendiği bir dost idi. Kadınlara karşı bir rağbet göstermedi. O’nun ilk evliliği bile Hatice’nin şahsi teşebbüsleriyle gerçekleşti. Birdenbire huyunu, karakterini ve davranışını değiştirip nasıl kadın düşkünü olabilirdi?” (Thomas Carlyle, On Heroes, Hero-worship and the Heroic in History, s. 288-305) Efendimizin özel hayatı konusunda Lord John Davenport, Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim adlı eserinde şunları söylemektedir: Memleketinde çok evlenmeye izin veren gelenekten faydalanmayı düşünmemiştir. (s. 11) Hz Aişe, ‘O Hatice yaşlı değil miydi?’ dediğinde, Hz. Muhammed, ‘ Hayır, ondan daha nazik ve daha asil bir eş yoktur. Düşmanlarım karşısında bana teselli veren, yardım eden o idi’ demiştir. (s. 18) Hz Hatice 63 yaşında iken vefat ettiği halde başka kadınlarla evlenmeyen, hele erkek evlat bırakmadığı halde bunu düşünmeyen biri için şu soruyu ortaya koymaya hak kazanırız: Çok kadınla evlenmenin yaygın olduğu bir ortamda, kendinden 15 yaş büyük bir kadınla 25 sene evli kalan bir adama şehvet düşkünü denebilir mi? (s. 20)
Watt, Hz Muhammed’in önemli bir sosyal devrim yaptığına inanır ve evliliklerini bu çerçevede ele alır: Kabileciliğin yerini İslam dini almıştır. (M. G. Watt, Muhammad at Medina, s. 16-29) Watt, efendimizin hanımlarının toplumda yüksek bir şerefe nail olduklarını, müminlerin anneleri seviyesine yükseldiklerini ve Hz Muhammed’in, Fars kisraları veya Doğulu yöneticileri taklit etme niyetinin olmadığını belirtir. (s. 327) Watt, efendimizin evliliklerinin siyasi amaçlı olduğunu söyler. Sevde ve Huzeyme kızı Zeynep ile onların ihtiyaçlarını karşılamak için evlenir. Sevde’nin kardeşi aşırı İslam muhalifi biri idi. Zeynep ile evlenerek de, iki kabile ilişkileri düzeltme yoluna gider. Aişe ve Hafsa çok sevdiği iki arkadaşı Ebu Bekir ve Ömer’in kızları idi. Ümme Selem, çok istenen bir dul olmasa da Mekke’li önde gelen kabilelerden biri olan Mahzumilerin reislerinden birinin yakını idi. Zeynep b. Cahş ile evliliğindeki amaç bir tabuyu yıkmaktı. Ümmü Habibe, Habeşistan’a eşi ile hicret etmiş, eşi orada vefat edince bir elçi göndererek kendisi ile evlenmişti. Meymune ile evlenerek amcası Abbas ile ilişkilerini güçlendirmiş, Yahudi kızları Safiye ve Reyhane ile evlenmesinde de siyasi nedenler amaçlamıştır. Evliliklerdeki hakim unsur siyasi idi. (M. G. Watt, Muhammad at Medina, s. 287-288)
Rudi Paret, peygamberimizin evliliklerini 3 nedene bağlar: Konumu gereği birden fazla evlenmesi gerekiyordu. Eşleri Bedir ve Uhud’da ölen kadınların ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyordu. Son olarak da, siyasi nedenler evliliklerinde önemli bir rol oynamıştır. (Paret, Muhammed und der Koran, s. 143)
Prof. John L. Esposito da Hz Muhammed’in evliliklerini, ‘Çoğu evlilikleri ittifakları güçlendirmek için siyasi idi. Diğerleri savaşta ölen arkadaşlarının yoksulluğa düşen dullarını korumak içindi’ demektedir. (J. L. Esposito, Islam, s. 20) Esposito, Hz Muhammed’in bazı evliliklerinin dul kadınlara yeni bir yaşam şansı vermeyi amaçladığını ifade eder. ( H. Kemal Gürger, Ateizmin ve deizmin sorularına karşı İddialar ve izahlar, s. 83)
Hz Muhammed evlilikleri ile dulları korumak ve istikrarı sağlamak için tercih etmiştir. Zevce sayısını 4 ile sınırlayan ayet inince (Nisa, 3) Hz Muhammed dokuz hanımından beşini bırakmak istedi ise de, onlar razı olmayınca, dört hanımı ile zevci ilişkilerini sürdürmüş, diğer beşi ile sadece hukuki evli kalmıştır. (Heyet, İngiliz ve Alman oryantalistlerin Hz. Muhammed tasavvuru, s. 313, 342) Ve çok önemli bir gösgerge de; Hz Muhammed Mekke’nin fethinden sonra yeni evlilik yapmamıştır. (İngiliz ve Alman oryantalistlerin Hz. Muhammed tasavvuru, s. 343)
Özetle, İslami ve batılı kaynaklardan hareketle Peygamberimizin hayatına genel olarak baktığımızda da, O’nun dünyevi, şehevi, makamsal hiçbir amaç gütmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Efendimizin hanımlarına olan hitap ve davranışlarından bir kaç örnek
Allah Resulü, Aişe annemize, “Gözbebeğim- (Lübbetülayn)” diye hitap ediyordu. ‘Ayşecik’ anlamına gelen “Uveyş” veya Aişem anlamına gelen “Aiş” diye hitap ettiğini de görüyoruz. Hele bir de gül yüzlüm, al yanaklım manasına gelen “Hümeyra” sözcüğü vardır ki, bu söz, bir kadının gönül dünyasını okşayan ne hoş bir ifadedir. (Ekrem Keleş, en güzel örnek Hz.Peygamber s. 92) Bir gün Hz. Aişe Peygamberimize sorar: “Ya Rasulullah, bana olan sevgin nasıldır?” Peygamberimiz: “Kördüğüm gibidir.” (İbn Hanbel, Müsned, 6/210) Tüm bunlara rağmen efendimiz ilk hanımını asla unutmamıştır! Hz. Aişe Validemiz, Ezvac-ı Tahirat’tan hiç kimseyi Hz. Hatice Annemiz kadar kıskanmadığını söylemektedir. (Müslim Fezailus-sahabe, 74-76) Hz. Peygamber’in onu sık sık andığını, koyun kestiği zaman Hz. Hatice’nin çok sevdiği hanım arkadaşlarına pay gönderdiğini (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, VII/84) fakat kendisinin bazen bu ilgiye dayanamadığını, Hz. Peygambere “Sanki yeryüzünde başka hiç kadın yok da, yalnız Hatice var!” diye söylendiğini, bazen daha ileri giderek: “İhtiyarlıktan dolayı ağzında diş kalmamış yaşlı bir koca kadının nesini anarsın bilmem ki, Allah onun yerine sana daha gencini, daha hayırlısını vermiştir.”dediğini fakat Hz. Peygamberin bu sözlere şöyle karşılık verdiğini bize aktarmaktadır: “Allah bana ondan daha hayırlısını vermemiştir. Herkes benim peygamberliğimi inkar ederken o bana iman etti. Herkes benim yalancı olduğumu iddia ederken o beni tasdik etti. Kimse bana bir şeycik vermezken o malını mülkünü benim emrime verdi.” (Ahmet b. Hanbel, Müsned, VI/117, 118) Hz. Hatice Validemiz, muhterem eşi Hira Mağarasına inzivaya çekildiğinde, emrinde çok sayıda hizmetçi olmasına rağmen (İbn Hişâm, es-Sîretü’nNebeviyye, I/255) aradaki 5 km mesafeyi kendi yürür, yemeğini bizzat kendisi götürürdü. Peygamber Efendimiz de Hz. Hatice Validemizin geleceğini hisseder, dağın eteklerine kadar iner onu karşılardı. Zira Hira Mağarasına çıkan yolun zorluklarını bilir ve değerli eşine kıyamazdı. Eşlerinden Safiye validemizi deveye bindirirken, önce incinmemesi için devenin üzerine bir örtü örtmesi ve binerken de eğilerek onu kendi omzuna bastırarak devesine kolay binmesini sağlaması da, onun hanımlarına karsı olan nezaketinin örneklerinden sadece biridir. (Buhari, “megazi” 83)
Batılıların dilinde Hz Muhammed
Kendini ateist kesimde kabul eden ve efendimize olmadık hakaretlerde bulunanların, Batılı oryantalistler kadar bile objektif olamadıklarını birkaç örnek ile delillendirmek istiyoruz.
“Dünyayı en çok etkileyen şahıslar listeninin başına Muhammed’i koymuş olmam, bazı okurları şaşırtacak, bazılarınca da sorgulanacaktır. Fakat, tarihte hem seküler hem de dini alanda mutlak manada başarılı olmuş tek insan O’dur. Denebilir ki, Muhammed’in İslam üzerindeki şahsi tesiri, İsa Mesih ve Aziz Pavlos’un Hristiyanlık üzerinde birlikte bıraktıkları tesirden daha fazladır.” (Michael Hart, The 100, A Ranking of the Most Influential Persons in History, New York, 1978) “Düşünür, hatip, havari, kanun koyucu, asker, düşüncelerin fatihi, rasyonel akidelerin düzelticisi, şekil ve suret olmaksızın tapınma; hepsi manevi tek bir hükümdarlık olan yirmi dünyevi hükümdarlığın kurucusu; işte Muhammed. İnsanın yüceliğinin ölçümü mümkün olsa, ondan daha büyük bir insan var mıdır sorarız” (Alphonse Marie Louis de Lamartine, Historie de la Turguie) “Hz. Muhammed güzel bir ahlaka sahip idi.” (George Sale, The Koran, s.7) “Hz Muhammed yeryüzünde Allah’ın dinini kurmak üzere gönderilmiş idi.” (Lord John Davenport, Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim, s. 47) “Bu kişinin etrafına maksatlı bir şevkle yığdığımız yalanlar, bizim için sadece bir utanç vesilesidir. Amacı, dünyayı aydınlatmaktı; dünyayı yaratan, böyle emretmişti.” (Thomas Carlyle, Heroes and Hero Worship and the Heroic in History, 1840; Zubeyr Tekin – Peygamber Sevgisi, s. 38) “Muhammed görevi tamamladığında başkaları gibi tahtını kurmadı, Kabe’nin yanında bir saray yaptırmadı; Medine’deki sade evine geri döndü.” (Lord John Davenport, ‘Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim, s. 94) “Muhammed’in sağduyusu, krallığın ihtişamını çok hakir görüyordu. Allah’ın Elçisi, ailesinde bir hizmetçi gibi davranıyor, ateşi yakıyor, yeri süpürüyor, koyunları sağıyor, elbiselerini ve ayakkabılarını bizzat kendisi tamir ediyordu. Bir rahip, bir keşiş görüntüsü verme gereği de duymadan, çok doğal bir zühd hayatı yaşıyordu.” (Edward Gibbon, The Decline and Fall of the Roman Empire, 1823) “Muhammed’in hayatının en büyük başarısı, sadece ahlakının gücünde yatmaktadır. Hayranlığımızı çeken, O’nun dininin anlatılması değil, devam edebilme gücüdür. O’nun Mekke ve Medine’ye nakşettiği aynı duru ve mükemmel tesir, onca olup bitene rağmen, Hint, Afrikalı ve Türk Müslümanlarca aynen korunmaktadır. Peygambere verilen değer, asla beşeri sınırı aşmamış ve O’nun getirdiği ve canlılığını sürekli koruyan prensipler, takipçilerinin kendisine karşı duyduğu saygı ve teşekkür hislerinin, hep akıl ve din sınırları içinde kalmasını sağlamıştır.” (Edward Gibbon, Simon Oakley, History of the Saracen Empire, Londra, 1879) “Koruduklarının en vefalı koruyucusu ve konuşması en tatlı, en kabul edilir olandı. O’nu ilk görenler, karşısında önce saygıyla ürperir, yanına yaklaşanlar ise O’nu sever ve O’nu tarif edenler, “Ne daha önce, ne de daha sonra O’nun gibisini görmedim.” derlerdi. Çok az konuşurdu, fakat konuştuğu zaman da vurgulu ve bilerek konuşur ve dinleyen kimse O’nun söylediklerini unutmazdı.” (Laneâ Poole, Speeches and Table Talk of the Prophet Muhammad) “Arabistan’ın bu büyük Peygamberinin hayatını ve şahsiyetini inceleyen ve nasıl öğrettiğini, nasıl yaşadığını bilen herkesin, Ulu Zat’ın elçilerinin en büyüklerinden biri olan bu güçlü Peygamber için ürpertici bir saygıyla dolmaması mümkün değildir. Ben bu Arabistanlı öğretmen için hep yeni bir hayranlık, yeni bir saygı duyuyorum. ” (Annie Besant, The Life and Teachings of Muhammad, Madras, 1932; Feyyaz, Rasulullah’a iman, s. 18) “Fakirlere karşı cömertliği o derecedeydi ki, sık sık bizzat kendi ailesi aç kalırdı. Fakirlerin sadece ihtiyaçlarını gidermekle kalmaz, onlarla sohbete oturur ve acılarını büyük bir içtenlikle paylaşırdı. Sağlam bir arkadaş, vefalı bir yoldaştı.” (W. C. Taylor, The History of Muhammadanism and its Sects) “Eğer tarihte her bakımdan ilâhi kaynağa dayalı olarak hükmetmiş biri varsa, o da Muhammed’dir; çünkü O, en güçlüydü, fakat güce ehemmiyet verdiği yoktu. Özel hayatında ne kadar sade ise, halkın içinde de o kadar sade idi. Muhammed’in dininde, burada her şey farklıdır. O’nun hakkında, gizemli ve gölgeli şeyler değil, açık bir tarih var.” (Reverend Bosworth Smith, Muhammad and Muhammadanism, Londra, 1874) Reverend Bosworth Smith: “Muhammed’i, rütbe bakımından insanların en yücesi olarak kabul ediyorum. Hatta insanlık onun bir benzerini görmemiş ve görmeyecektir.” (Cüneyt Avcıkaya, Kolaycılığa kaçmanın adıdır deizm, s. 107 ) “İslam’da tevhid akidesi, her zaman hiç bulanmaz bir berraklık, bir ululuk ve tam bir kanaat ve kararlılıkla ilan edilmiştir.” (Edward Montet, La Propagande Chretienne et ses Adversaries Musulmans, Paris 1890) “Muhammad, halkı için parlak bir örnekti. Şahsiyeti, öylesine temiz ve lekesizdi. Evi, elbisesi, yiyecekleri. Kısaca, bütün hayatı sade idi. Yapaylıktan o kadar uzaktı ki, arkadaşlarından asla özel bir saygı beklemez; bizzat kendisinin gördüğü kendi şahsi hizmetini kendisine kölesinin bile yapmasını istemezdi. Hastaları ziyaret ederdi ve herkese karşı sevgi doluydu. Toplumunun iyiliğine duyduğu ilgi ve bu konuda gösterdiği gayret ölçüsünde de cömert ve yüce gönüllü idi. ” (Dr. Gustav Weil, History of the Islamic Peoples) “Dünyada başka hiç kimse, önüne gönüllü veya gönülsüz O’nunkinden daha büyük bir hedef koymamıştır: Allah’la insan arasına sokulmuş bâtıl inançları ortadan kaldırmak; puta tapıcılığın maddi ve çarpıtılmış ilahlar kaosu arasında aklî ve kutsal ilah kavramını yeniden yerleştirmek. Dünyada başka hiç kimse, bu kadar zayıf vasıtalarla insan gücünün bu kadar ötesinde bir işe girişmemiştir; böylesine büyük bir hedefin tasarlanmasında ve uygulamaya geçirilmesinde kendinden başka vasıtası ve çölde yaşayan bir avuç insandan başka yardımcısı yoktu O’nun. Ve başka hiç kimse dünya üzerinde O’nun gerçekleştirdiği ölçüde büyük ve kalıcı bir ikinci inkılabı gerçekleştirmiş değildir. Eğer gayenin büyüklüğü, vasıtaların azlığı ve neticenin şaşırtıcılığı insan dehasının üç ölçüsüyse, modern dönemler tarihinde kim Muhammed’le karşılaştırılabilir ki? Uydurma ilâh zürriyetlerinin bıktırıcılığı altındaki bir dünyada ilân edilen Allah’ın birliği inancı, telaffuz edilir edilmez bütün eski putperest mabedlerini yerle bir eden ve dünyanın üçte birini harekete geçiren başlı başına bir mucizeydi. Bu Zat’ın hayatı, tefekkürü, ülkesinin batıl inançlarını kahramanca inkârı, puta tapıcılığın öfkelerine meydan okumaktaki cesareti, Mekke’de 13 yıl süreyle gösterdiği sabır ve tahammül, halkın ezasını ve hattâ hemşehrilerinin kurbanı oluşunu kabulü; evet, bütün bunlar ve ilâveten kesintisiz tebliği, tuhaflıklara karşı koyuşu, başarıya inancı ve felâketler karşısındaki insanüstü güven duygusu, zafere götüren sabır ve azmi, tek bir ideale olan tutkulu bağlılığı ve asla imparatorluk peşinde olmayışı; bitmez duası ve ibadeti, Allah’la olan mânevî haberleşmesi, vefatı ve vefatından sonraki muzafferiyeti; bütün bunlar bir yalana değil, sarsılmaz bir inanca şahitlik etmektedir. İnsan büyüklüğünün tesbitinde kullanılan bütün ölçüler içinde soruyoruz: O’ndan daha büyüğü var mıdır? ” (Alphonse de Lamartine, Historie de la Turquie, Paris, 1854) “Olağanüstü canlılığından dolayı Muhammed’in dinine daima büyük değer verdim. Bu din bana, varlığın ve hayatın değişen çehresini özümseyebilen ve her çağa hitap edebilen tek din olarak görünüyor. O harika Zat’ı da inceledim ve O, bana göre, bırakın deccal olmayı, İnsanlığın Kurtarıcısı olarak çağrılmalıdır. İnanıyorum ki, O’nun gibi biri modern dünyada diktatörlüğü ele geçirecek olsa, bu dünyanın en çok ihtiyacı olan barış ve mutluluğu sağlayacak bir tarzda onun bütün problemlerini çözer. Bir öngörüm var: Muhammed’in inancı, yarının Avrupa’sında kabul görecektir, nitekim bugünün Avrupa’sında kabul görmeye başlamış bulunmaktadır. ” (Sir Georged Bernard Shaw, The Genuine Islam, 1936, I/8) “Elindeki imkanların kıtlığı, buna karşılık başardığı işlerin boyutu ve kalıcılığı, O’nun ismini dünya tarihinde, sadece Mekkeli Peygamber olmanın çok ötesine taşımaktadır. Güzel şehirler, devlet sarayları ve mabedler, varlıklarını O’nun sayısız hanedana aşıladığı hareket ve hamle kabiliyetine borçlu olup, çok geniş ülkeler ve eyaletler de, yine O’nun sayesinde imana teslim olmuştur. Bütün bunların ötesinde, O’nun sözleri, nesillerin inancını belirlemiş, hayatlarının prensipleri olarak kabul edilmiş ve öbür dünya adına rehber olarak benimsenmiştir. Beşeri tanınmışlığın ölçüleriyle değerlendirildiğinde, hangi faninin şerefi O’nunkiyle mukayese edilebilir? ” (J. W. H. Stab, Islam and Its Founder) “Ciddi ve ağırbaşlı idi; çok az yer, çok oruç tutardı. Çok sade giyinir, gösterişten kaçar, bilgi satmazdı. Sadeliği tabii idi ve giyim gibi hususlarla ayrıcalık sergilenmesinden asla hoşlanmazdı. Muamelelerinde adildi. Arkadaş olsun yabancı olsun, zengin olsun fakir olsun, güçlü veya zayıf olsun, herkese adaletle muamele ederdi. Bilhassa halk kesimlerine çok yakın ilgi gösterir, onların şikâyetlerini dinler ve onlar tarafından çok sevilirdi. Askeri başarıları, kazandığı zaferler, O’nda hiçbir gurur ve kendini beğenmişlik uyandırmadı; eğer bu başarılar şahsi gayelere dayanmış olsaydı, mutlaka uyandırırdı. Düşmanlarıyla çepeçevre sarılı olduğu zaman hangi sadelik ve tevazu içinde idiyse, gücünün zirvesine ulaştığında da yine aynı sadelik ve tevazu içindeydi. Bırakın bir hükümdar tavrı takınmayı, bir odaya girdiğinde kendisine normalin dışında bir saygı gösterildiğinde bile çok rahatsız olurdu.” (Washington Irwing, Life of Muhammad, New York, 1920) “Muhammed’in Allah inancının yüceliği ve bunun O’nun karakterine ve davranışlarına kattığı sadelik, ciddiyet ve duruluktur ki, bütün çekiciliği ve gerçek ilham gücüyle, Arapların ahlâkî ve zihnî dokusunu oluşturmuştur.” (Arthur Glyn Leonard, Islam, Her Moral and Spiritual Values) “Muhammed’i bir yalancı görmek, ortaya çözülemeyecek pek çok problem çıkaracaktır. Ayrıca, tarihte büyük insanların hiçbiri, Batı’da Muhammed kadar yanlış tanıtılmamıştır.” (W. Montgomery Watt, Muhammad at Mecca, Oxford, 1953; http://www.muhammedmustafa.net/tr/altsayfa.php?sayfa=yazilar/batililarinitiraflari) “Şartlar değişti ama Allah’ın elçisi değişmedi. Zaferde ve yenilgide, güçlü zamanda ve sıkıntılı zamanda, zenginlikte ve yoksullukta, aynı kişiydi, aynı karakteri sergiledi.” (Koneru Ramakrishna Rao, Muhammad the Prophet of Islam, s. 24) “İslam’dan önce insan sosyal ayırımcılıklardan çok çekmişti; fakat İslam, bütün insanlar arasında eşitlik getirdi. Bir Müslümanı diğerlerinden ayıran faktör doğum, renk, ırk, sosyal statü değil, sadece takva, salih amel ve ahlaki vasıflardır.” (Dr. Laura Veccia Vaglieri, Apologia dell İslamismo, s. 334) Sosyalist yazar Hikmet Kıvılcımlı: “Muhammed’in ve İslam’ın en kalıcı mirası: Kollektivizm, adalet, hoşgörü, merhamet yani hümanizm olmuştur.” (Kıvılcımlı, Allah, peygamber, kitap, s. 29)
Hz. Muhammed’in (s.a.v) bin 400 yıl önce Medine’de yaşadığı evin kopyası
Hz. Muhamammed’in hayatından dünyevi, şehevi, maddi şeylere önem vermediğinin örnekleri
“Muhammed’in ailesi, onun vefat ettiği ana kadar, iki gün arka arkaya arpa ekmeğiyle karnını doyurmadı.” (Buhari, Eymân 22; Müslim, Zühd 22. Ayrıca bk. Buhari, Et’ıme 23, 27; Nesai, Dahaya 37; İbni Mâce, Et’ıme 48, 49) İbni Abbas: Resulullah, yemek yemeksizin peşpeşe bir kaç gün aç olarak gecelerdi. Ailesi de yiyecek akşam yemeği bulamazdı. Çoğu zaman ekmekleri arpa ekmeği idi. (Tirmizî, Zühd 38. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et’ıme 49) Ebu Hüreyre, önlerinde kızartılmış koyun bulunan bir topluluğa rastladı. Topluluk kendisini davet etti; fakat o yemek istemedi ve: Resulullah, arpa ekmeğine bile doymadan dünyadan çıkıp gitti, dedi. (Buhari, Et’ıme 23) Numan İbni Beşîr şöyle dedi: “Ben, Peygamberiniz’in karnını doyuracak adi hurma bile bulamadığını gördüm. (Müslim, Zühd 34, 36. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 39; İbni Mâce, Zühd 10) Resulullah bir gün evinden dışarı çıkmıştı. Baktı ki, Ebu Bekir ve Ömer oradalar. Onlara: “Bu saatte sizi evinizden dışarı çıkaran sebep nedir?” diye sordu. Onlar: Açlık, ya Resulallah, dediler! Peygamberimiz: “Gücü ve kudretiyle canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, sizi evinizden çıkaran sebep beni de evimden çıkardı” buyurdu. (Müslim, Eşribe 140) Rasulullah lüks ve konfor içinde yaşamamıştır. İsraflı bir hayatı hiç olmamıştır. (Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi, s. 174) Hz. Ebu Said-i Hudri buyurdu ki: “Resulullah Efendimiz, hayvana ot verir, deveyi bağlar, evini süpürür, koyunun sütünü sağar, ayakkabısının söküğünü diker, çamaşırını yamardı. Hizmetçisi ile birlikte yer, hizmetçisi el değirmeni çekerken yorulunca, ona yardım ederdi. Pazardan bir şeyler alıp torba içinde eve getirirdi. Fakirle, zenginle, büyükle, küçükle karşılaşınca, önce selam verirdi. (Buhari, İsti’zan, 15; Ahmet, Müsned, VI/256; Buhari, Edep, 40; Tirmizi, Kıyamet, 46; Müsned, 6/121, 256; Beyhaki, D. Nübüvve, I/ 328; Hakim, Müstedrek, 4/110; Lord John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur’an’ı Kerim; Hazreti Muhammed (sav)’den Özür Diliyorum, s. 37) Hatta sadece kendi ev işlerini yapmaz, mesela yolculuğa çıktığında komşusunun keçilerinin sağılmasına da yardım ederdi (İ. Sad, Tabakat, VIII/244) “Peygamber sahabelerle iç içe bir yaşam yaşamaktaydı, yemesinden içmesine, yolculuklarına kadar sahabe ile birlikteydi. Hayatı gizlilikler üzerine değil, açıklık üzerine kuruluydu. Peygamber olmadan önce de toplum içinde açık bir yaşantı sahibiydi.” (İbrahim Çoban, Ateizm ve Deizm Eleştirisi, s. 129) Hazreti Ömer, Hz. Peygamber’in odasını, bir ziyaretinde şöyle anlatıyordu: Rasûl-i Ekrem’in sırtında bir ihramı vardı. Bir tarafta çıplak bir sedir, üzerinde deriden bir yatak, bir köşede bir avuç yulaf, bir post, boş bir su tulumu gördüm. Bu görünüş karşısında ağladım. Rasul-i Ekrem sebebini sordu: “Üzerinde yattığınız yatak, vücudunuz üzerinde iz bırakmış. Bütün malınız bu oda içinde. Kayserler ve Kisralar, dünyanın bütün zevkini sürdükleri halde, siz, Allah’ın Peygamberi, böyle bir hayat geçiriyorsunuz!” diye cevap verdim. O zaman, Rasûl-i Ekrem: “Ey Hattaboğlu! İstemez misin ki, bu dünya onların olsun, ahiret nimeti de bizim olsun!” buyurmuştu. ( İbn-i Mace, Terğib, 5/161; M.Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, II/412 ) Bir kişi Resulullaha geldiğinde titremeye başladı. Bunu gören Hz. Peygamber: “Kendini zorlama! Ben bir kral, bir diktatör değilim. Ben Kureyş’ten, kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum” dedi. (Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, s. 361) Resulullah ile beraber mescide çıktık. Peygamber’in ayakkabısının bağı çözüldü. Ben eğilerek bağlamak istedim. Hz. Peygamber ayağını çekerek: “Bu kendisine hizmet ettirmektir. Halbuki ben kendime hizmet ettirmekten hoşlanmam” dedi. (Hayâtü’s-Sahâbe, III/113) Bir kişi Aişe’ye: “Hz. Peygamber evde herhangi bir iş yapar mıydı?” diye sordu. Aişe:”Evet, yapardı. Kendi pabucunu, elbisesini dikerdi. Herhangi birimizin evimizde yaptığımız gibi o da bir şeyler yapardı” dedi. Pazarda satıcı Hz. Peygamber’in elini öpmek için koşar. Fakat Hz. Peygamber elini çekerek: “Hayır, olmaz. Bunu acemler kendi krallarına yaparlar. Ben kral değilim. Ben de sizin gibiyim” dedi. (Kadı İyaz, Şifa-ı Şerif, s.132; Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, 3/113-115) Resulullah abdest suyunu hiç kimsenin hizmetine bırakmazdı. Kendi sadakasını da kendi eliyle getirip verirdi. (Rudani, Cem’ul-Fevaid, II/180; Peygamberimiz’in üstün ahlakı, İbrahim Sarı, s. 32) Hz. Peygamber, üzerinde dört dirhem bile etmeyen bir kadife bulunan bir semer üstünde hac yolculuğuna çıktı: Hacdan sonra “Allah’ım, bunu, içinde gösteriş ve desinler kasdı bulunmayan bir hac kıl” diye dua etti. (Tirmizi, Şemail, s. 24) Aişe validemiz ‘Allah benim canımı sana feda etsin! Yaslanarak ye! Çünkü yaslanarak yersen senin için daha kolay olur’ deyince, bu ısrarına bir karşılık olarak Hz. Peygamber, alnı yere değercesine mübarek başını eğdi ve sonra şöyle dedi; Hayır, ben kölenin yediği gibi yer ve kölenin oturduğu gibi otururum. (Bağavî, Şerhu’s-Sunne, XI/287; Ebu’ş-Şeyh el-isbehani, Hz. Muhammed (asv) ’in Edeb ve Ahlakı, s. 64; Prof. Dr. İ. Lütfi Çakan, Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, s. 275; M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, III/153) Rasulullah (sav) bütün hayatında rızık namına daima yetecek en az kadar ile yetinmiş, fazlasına asla iltifat buyurmamıştır. Birgeceelinde iki altın bulunduğu için uyuyamaması ve Hz. Bilal’ı uyandırarak altınları onun vasıtasıyla fakirlere göndermesi, bunun en açık delillerindendir. (Müslim, hadis no: 1055; S. Müslim Terc. ve Şerhi, 5/478) “Ben kim, dünya kim! Dünya (hayatı) ile benim ilgim, bir ağacın altında gölgelenip sonra da bırakıp giden yolcunun durumu gibidir.” (İbn Mâce, Zühd 3, hadis no: 4109, 2/1386; Tirmizî, Zühd 44, hadis no: 2377, 4/588) Bir defasında asasına dayanarak Sahabilerin yanına geldi. Resulullahın geldiğini gören Sahabiler hemen ayağa kalktılar. Bu hareketlerini tasvip etmeyen Peygamber Efendimiz onları ikaz etti: “Acemlerin (diğer milletlerin) birbirlerini büyükleyerek ayağa kalktıkları gibi, siz de benim için ayağa kalkmayın. Çünkü ben kulun yediği gibi yiyen, kulun oturduğu gibi oturan bir kulum.” buyurmuş ve “Hiç kimse için kalkılmaz. Ancak, Allah için ayakta durulur.” diye eklemiştir. ( M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, III/68; Kadı İyaz. Şifa-ı Şerif, s.129) Efendimiz bir gün kızı Fatma (r.anha)’ya giderek evinde yiyecek bir şeyler olup olmadığını sorar: “Kızım! Sende yiyecek bir şey yok mudur? Ben çok açım. Vallahi kızım, üç gündür baban bir şey yememiştir.” der. Bu sırada da devlet başkanıdır. (M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, I/383 ve IV/482) Bir defasında Hz. Peygamber (sav) Hz. Aişe’ye sorar: “Aişe! Kurban etini dağıttınız mı?” Hz. Aişe “Dağıttık ya Resulallah” diye cevap verir. “Ne kadarını dağıttınız?” sorusuna “Hepsini dağıttık, bize bu buttan başka hiçbir şey kalmadı” cevabını alınca gülümseyerek “Desene Aişe, bir buttan başka hepsi de bize kaldı” diye karşılık verir. (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 35) Bir bedevi gelir, Hz Muhammed’in arkasından yakasını şiddetle çeker. Boynunda iz oluşur. Bedevi, “Ya Muhammed! Bana iki deve yükü mal ver.” der. Hz Muhammed tebessüm eder ve ona istediğini verir. ( Müslim, zekat, 128) Bir adam, borcunu geri isterken Hz Muhammed ile kabaca konuşur. Sahabe ayaklanır, Hz Muhammed onlara engel olur ve onu korkuttukları için de, bir miktar da fazladan verir. (Hamza Andreas Tzortzis, Hakikatin izinde, Din bilim Ateizm, s. 372)
Peygamberimizin insan, hayvan, bitkilere merhamet/şefkatine örnekler
Peygamberliğinin onuncu yılında Peygamberimiz Taif’e gitti. Orada on gün kaldı ve ev ev dolaşarak onlara İslam’ı anlattı. Sonuçta onlar Hz. Muhammed’le alay ettiler ve onu kovdular ve o çıkıp giderken onu ve arkadaşı Zeyd’i ayaklarından kan akıncaya kadar taşladılar. Taiflilerin elinden kurtulmak için kendini bir bağa zor atmıştı. (İbn Hişam, II/68; Asım Köksal, 5/66-71) “Taif’te bir ay kalmış ama sonuçta üç millik bir yol boyunca taşlanarak kovalanmıştır.” (Lord John Davenport, Hazreti Muhammed ve Kur’an’ı Kerim; Hazreti Muhammed (sav)’den Özür Diliyorum, s. 19) Orada onlar için de dua etmiş “Rabbim, halkımı bağışla, onlar ne yaptıklarının bilmiyorlar.” (Buhari, İstitâbe 4, Enbiyâ 54; Müslim, Cihâd 105; İbn Mâce, Fiten 23) ve İşte o sırada kendisine gelen ve eğer istersen bu toplumu helak edelim diyen meleğe Hz. Peygamber şöyle karşılık vermiştir: “Hayır, hayır. Ben onların helak edilmelerini istemiyorum. Aksine Allah’ın onların soyundan, yalnız Allah’a ibadet edecek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kuşaklar çıkarmasını diliyorum!” (Buhari, Bed‘u’l-Halk 7, Kadı Iyaz, eş-Şifa, 1/78-79; Müslim, Cihâd, 11; İbn Kesir, es-Siratü’n-Nebeviyye, I/322; A. Köksal, İslam Tarihi, V/76) Yıllar sonra Taif kuşatılır. Kuşatma uzayınca Taif’te açlıktan ölümler başlar. Düşman teslim olmak üzere olmasına rağmen, kuşatmayı kaldırır. Halkının açlıktan ölümü sayesinde bir şehri teslim almaya gönlü razı değildir. O Taif ki, yıllar önce O’nu taş ve tükürük yağmuruna tutarak, kendi anlatımıyla “hayatının en acı gününü” yaşatmış bir şehirdir. (Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, III/245)
“Peygamber Efendimiz, karınca yuvası yakınında ateş yakmaya çalışan bir sahabeyi uyararak bir başka yerde yakmasını istemiştir.” (Zakir Naik, Gençlerin inanç sorunları, s. 108)
“Armstrong: Bizler Batıda asırlar boyunca Muhammed’i asık suratlı acımasız bir savaşçı, duyarsız bir politikacı olarak gördük. Oysa son derece nazik ve duyarlı bir insandı. Örneğin Hayvanları çok seviyordu. Morgoliouth: Karınca yuvasını ateşe verenleri uyararak hemen söndürdü. Bodley: Atış müsabakaları için canlı kuş kullanma usulünü kaldırdı. O çağda hangi filozof, hangi devlet yöneticisi hayvan haklarından bahsediyordu?” (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 370-372) “Hazreti Muhammed hayvanları çok severdi.” diyen oryantalist Bodley, 269. ve 270. sayfalarda da bunlara örnekler vermektedir. (Ronald Victor Courtenay Bodley, Hz Muhammed)
Uhud savaşında biricik amcası ve sütkardeşi Hz. Hamza şehit edilmiş ve vücudu paramparça ve lime lime edilmiştir. (İbn Hişâm, es-Sîratü’n-nebeviyye IV/44-45) Yine orada, halasının oğlu Abdullah b. Cahş kütükte doğranan et gibi doğranmıştır. (İbn Hişâm, es-Sîratü’n-nebeviyye IV/47) Bu arada kendi mübarek başı yarılmış, dişleri kırılmış, vücudu kan revan içinde kalmıştır. ( Buhari, megazi 24; Müslim, cihad 101-104) Ashaptan da 70 şehit vardı. “Müşriklere beddua etseniz!” diyenlere; “Ben lanetçi olarak gönderilmedim. Ya Rab! Kavmime hidâyet nasip et, çünkü onlar bilmiyorlar” diye cevap vererek, onlara dua etmiştir. (Buhari, Enbiya, 37, Müslim, cihad 104-105; İbn Mace, Fiten 23; Kurtubi, el-Cami’ li ahkâmi’l-Kur’an, IV/199-200; Ataullah b. Fazlullah, Ravzatü’l-Ahbab, s.174; Dr. Haluk Nurbaki, Fahr-i Kainat Efendimiz, s. 93) Başka bir seferinde “Ben rahmet olarak gönderildim, lanet isteyici olarak değil ” (Müslim, birr 87) ve “Ben tevbe ve rahmet peygamberiyim.” (Kadı Iyaz, eş-Şifa, I/17 ) buyurmuştur. Tufeyl b. Amr, Rasulullah’a gelerek, isyan edip İslam’a girmeyi reddeden kendi kabilesine beddua etmesini isterken O, ellerini kaldırıp “Allah’ım, Devs kabilesine hidayet ver, onları imana getir.” diye dua ediyordu. (Buhari, Cihad, 99, III/1073)
Esved oğlu Habir, kızı Hz. Zeyneb’in katilidir. Habir elindeki mızrakla Hz. Zeyneb’i devesinden düşürür. Hamile olan Zeynep düşük yapar ve bir süre sonra da bu sebepten ölür. Mekke fethedilince, kendisinden Hz. Zeyneb’in intikamının alınacağı korkusuyla saklanan ve İran’a kaçma hazırlıkları yapan Habir’e Hz Muhammed haber gönderir ve can güvenliği verir. Huzuruna gelince de bağlılık sözünü kabul eder ve onu bağışlar. (A.Rahman, Siret Ansiklopedisi, I/53)
Peygamberliği kabul etmeyenler, hatta ona düşman olanlar bile mal ve kıymetli eşyalarını kendisine teslim ediyorlardı. (İbrahim Çoban, Ateizm ve Deizm Eleştirisi, s. 128) Hatta hicret ettiği gece bütün bu emanetleri alıp gitmek yerine, Hz Ali vasıtası ile sahiplerine teslim etmiştir. (İbni Hişam, Tarihun-Nebeviyye, II/485, 493)
Bir arkadaşı yemesi için bir keler (çölde yaşayan bir canlı) hediye eder. Fakat o alışkın olmadığı için keler yememektedir. Bunu bilen Hz. Ayşe, keleri o sırada kapıda yiyecek isteyen bir fakire vermek için O’nun iznini ister. O ise izin vermez: “Kendi yemediğinizden fakirlere veremezsiniz.” (Prof. Dr. i. Lütfi Çakan, Hazreti Peygamber ve Aile Hayatı, s.82) buyurur.
Bir gün Medine sokaklarından bir cenaze geçiyordu. Peygamberimiz bunu görünce ayağa kalkar. Yanındakiler cenazenin bir Yahudiye ait olduğunu söyler. Bunun üzerine Peygamberimiz ‘O insan değil mi?’ diyerek arkadaşlarının uyarır. (Buhari, Cenâiz, 49; Nesai, Cenâiz, 46; Müslim, Cenaiz, 50,78/1596; Abdurrahman Azzam, Peygamberimizin Örnek Ahlakı, s. 94; İslamda İnsan Modeli ve Hz. Peygamber Örneği, s.125)
Peygamberliği döneminde çok sıkıntı çekmiş (Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, Peygamberimiz ve İlk Müslümanlar, I/237; İbn-i Hişam, Siret, II/72), üzerine pislik atılmış, öldürülmek istenmiş, geçeceği yollara dikenler atılmış, (Mevdudi, Hz. Peygamber’in Hayatı, III/182; Belazuri, Ensab, I/220; İbn Hibban, Siret, 68; İbn Kesir, Bidaye, III/135; Hamidullah, İslam Peygamberi, 93) ilk Müslümanlar da sayısız işkencelere tabi tutulmuş, aç susuz bırakılmış (İbn İshak, Siyer, 207, 208, 210, 223; Hamidullah, İslam Peygamberi, 94; İbn Şihab ez-Zühri, el-Meğazi (İlk Dönem İslam Tarihinde Savaşlar), s. 87; Belazuri, Ensab, I/53, 235;Zühri, Meğazi, 87; İbnü’l-Esir, Kamil, II/79; Belazuri, Ensab, I/413; Mevdudi, Hz. Peygamber’in Hayatı, III/212; Belazuri, Ensab, I/303) ve hatta öldürülmüşlerdi. (Ebû Şeybe, Muṣannef, VIII/42; Hâkim, Müstedrek, III/ 388; Celaletin Vatandaş, Mekke Dönemi, 401) Sonunda evlerini yurtlarını terkedip Habeşistan ve Medine’ye hicret edilmek zorunda kalınmış (İbn İshak, Siyer, 242, 292; İbn Hişâm, es-Sîre, II/314) ama buralarda da rahat bırakılmamışlardı. (Ebu’l-Hasen en-Nedvi, Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed, 174) Sonunda Mekke fethedildiği zaman “Bugün merhamet günüdür.” demiş ve düşmanlarının hepsini affetmiştir (Vakıdİ, Megazî, II/822) Evet, inananlara doğdukları şehri dar eden, onlara olmadık işkence ve eziyeti reva gören, onları Mekke’den sürüp çıkaran, bununla da kalmayıp onlan Medine’de bile rahat bırakmayan, defalarca Medine’ye saldırılar düzenleyen Mekkelilere Hz. Muhammed, ‘Size bugün hiçbir şekilde başa kakma ve kınama yok. Allah sizi yarlıgasın. O, esirgeyicilerin en esirgeyicisidir. Gidiniz, hepiniz serbestsiniz!’ buyurarak bağışlayıcılığını ilan etmişti. (Yusuf, 92; İ. Hişam, es-Siratü’n-Nebeviyye, IV/47; Asım Köksal, İslam Tarihi, XV/288) Mekke’nin fethi esnasında, İslam safına giren pekçok insan bulunuyordu. Hz. Muhammed’in amcasını öldürtüp ciğerlerini yiyen Ebû Süfyan’ın hanımı Hind de Kureyş kadınlarıyla birlikte yüzü örtülü olarak Peygamberimiz (sav)’in huzuruna geldi. Müslüman olarak affını diledi. Peygamberimiz onu tanımıştı. Fakat belli etmedi. Yaptıklarını hiç yüzüne vurmadan onu da affetti. (Buhari, Megazi, 21; Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXV/481-482; İbn Asakir, Tariḫu Dımaşḳ, LXII/413)
Mekke’nin tahıl ihtiyacının bütününü karşılayan Hamame isimli bir kabile reisi Müslüman olur. Ve Mekke’ye tahıl satışını durdurur. Aniden açlık tehlikesiyle yüz yüze kalan Mekke’li putperestler önce Hamame’ye başvururlar. Fakat sonuç olumsuzdur. Bunun üzerine, son çare olarak Hz. Muhammed (asv)’e bir elçi heyeti gönderirler.”Eğer senden de bir çare bulamazsak, hepimiz açlıktan kırılırız.” derler. O, Mekkelilerin üç yıl boyunca kendiyle beraber bütün Müslümanlara bir tek buğday tanesi bile vermediklerini hatırına getirmez. Defalarca ordu düzüp Medine’ye yürüdüklerini unutur. Hamame’ye emreder, Mekke yeniden tahılına kavuşur. (A. Rahman, Siret Ansiklopedisi, I/54)
Yine kendisini zehirlemek isteyen Yahudi kadını af etmişti. (Buhari, Tıbb, 55; Müslim, Selâm, 43, Kastalanî, Mevahibû’l-Ledünniye, I/81) “O, hiç bir zaman despot olmamıştır.” (Roger Arnandez, Hz Muhammed, s. 32)
Enes b. Malik şöyle anlatıyor: “Allah’ın Resulüne on sene hizmet ettim. Bana hiçbir zaman ‘öf’ bile dememiştir. Yanlış bir iş yapsam ‘niçin yaptın’ demezler. Lüzumlu bir işi terk ettiğim zaman ‘niçin terk ettin?’ demezlerdi. Rasulullah (sav) insanların en güzel ahlaklısı idi” (Ebu Davud, Edeb,1; Buhari, Savm, 53; Müslim, Fedâil, 52, 82)
Bedir savaşı esnasında Hz muhammed safları bozan bozan Sevad b. Gaziyye adlı sahabiye elindeki okla dokunarak hizaya geçmesini ister. Gaziyye, “Ya resulullah, canımı acıttın, kısas istiyorum” der. Savaş başlamak üzeredir ve buna rağmen Hz Muhammed karnını açar ve kısası kabul eder. Gazıyye O’na sarılır ve öper. “Savaş başlamak üzere, size son kez veda edeyim istedim.” der. (İbn-i Hişâm, II/266-267; M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, II/492)
“Useyd b. Hudayr bir toplulukta konuşuyordu. Şakacı bir adamdı. Bir ara topluluğu güldürdü. Derken Peygamber şaka olarak bir çöpü onun böğrüne hafifçe dürttü. Bunun üzerine Üseyd Peygamber Efendimize: Ey Allah’ın Resulü sana kısas yapmama imkan ver, dedi. Hz. Peygamber de: Haydi öyleyse kısas yap, buyurdu. Üseyd: Fakat senin üzerinde gömlek var. Benim üzerimde gömlek yoktu, dedi. Hz. Peygamber de gömleğini yukarı doğru kaldırdı. Bunun üzerine: Hemen Hz. Peygamber’i bağrına basıp onu öpmeye başladı ve: Ey Allah’ın Resulü, (işte) benim istediğim bundan ibaretti, dedi. (Ebû Davud, Edeb, 149)
Huneyn seferi sırasında bir sahabi sert ayakkabısı ile Hz Muhammed’i devamlı rahatsız eder. Hz Muhammed, kamçısı ile ayakkabısına vurur ve “canımı acıtıyorsun” diye uyarır. Ertesi gün resulullah onu çağırır ve ona seksen koyun hediye eder. (Prof İbrahim Sarıçam, Hz Muhammed ve evrensel mesajı, s. 287)
Ebu Cehil’in oğlu İkrime, Peygamberimiz’i her seferinde sıkıntıya sokan, ona eziyet vermek için elinden geleni yapan bir İslam düşmanıydı. İkrime babasıyla birlikte hareket ediyor, Peygamberimize düşmanlıkta önde gidiyordu. İslam ordusu Mekke’ye girince İkrime korkusundan Yemen’e kaçar. Fakat hanımı Müslüman olmuştu. Eşi onu Yemen’de bulur. Peygamberimiz’den kendisini affedeceği hususunda teminat aldığını söyledi. Geri dönerler. Hz resul onu güler yüzle karşılar. “Merhaba ey süvari muhacir” diyerek (Hakim, Müstedrek, III/242; İbn Abdilberr, İstiab, III/1082) kucaklar ve ona iltifatta bulunur. İman eden İkrime, Peygamberimiz (sav)’e yaptıklarından dolayı mahcuptur. Fakat rahmet Peygamberi, Müslüman olan İkrime’ye şöyle dua eder: “Allah’ım, İkrime’yi affet.” (İ. Esîr, Üsdü’l-Gàbe, 4-5)
“Elimizde bir ağaç fidanı varsa, kıyamet kopmaya başlasa bile eğer onu dikecek kadar zamanımız varsa mutlaka dikin.” (Buhari, Edebu’l-müfred, s.168); “Bir kimse ağaç diker de bunun meyvesinden, hayvan veya kuş yerse, yenen şey onun için bir sadaka olur.” (Müslim, Müsakat, 7-10, 12; Buhari, Edeb, 27; Hars, 1) buyuran peygamberimiz, ağaç yapraklarını dökmek için sopa ile ağaca vurana: “Ağaca vurmadan, sallayarak yapraklarını dök” diye nazikçe uyarır. (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, 1417, VI/378) “Kim bir bitkiye basıp ezerse, melek ona lanet eder.” (Ali el-Müttakî, Kenz, III, 905/9122) diye ikaz ederek tabiatın dengesini korumaya özen göstermiş ve insanları da bu konuya dikkat etmeye çağırmıştır.
Hz. Peygamber hicretin sekizinci yılı Mekke Fethi’ne giderken bir vadide, yolun kenarında yeni doğmuş yavrularını emziren bir köpek görür. Cuayl Bin Suraka adlı sahabeyi çağırıp “Köpeğin ve yavruların rahatsız edilmemesini sağlamak” amacıyla ordu geçinceye kadar onların başında nöbet tutmasını emreder.” (Vâkıdî, Kitâbu’l-Megâzî, 2/804; Şâmîi, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd, VII/51, Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan; Örnek Kul Son Resul)
Hz. Muhammed, Uhud seferinde, ordunun önüne yavrularını emziren bir kedi çıkınca, kedinin yanına, rahatsız edilmemesi için bir nöbetçi dikmiş, koca bir ordusunu o kedinin etrafından dolaştırmış, seferden döndüğünde o nöbetçiden kediyi istemiş ve sahiplenerek adını Müezza koymuştur. (İmam Malik, Muvatta, Taharet, 2.13; Ebu Davud, Taharet, 1/38; Tirmizî, Taharet, I/69; Nesaî, Taharet, I/54; İbn Mace.Taharet, I/32) Müezza bir gün sedirde oturan Hz. Muhammed’in giysisinin ucunda uyuya kalır. Hz. Muhammed, Müezza’yı uyandırmaktansa elbisesinin ucunu usulca keserek kalkmayı tercih etmiştir. (Annemarie Schimmel, Muhammed, s. 3; Ebu Davud, Sünen, Taharet 38)
Peygamberimiz kız olan torunu Ümame’yi taşıyarak namaz kılar (Buhari, Salât, 106; Müslim, Mesâcid, 41) Secdeye vardığında onu yere bırakır, secdeden başını kaldırdığı zaman tekrar omzuna alırdı. Hz Muhammed çıkan ilk turfanda meyveleri eli ile keser ve çevresindeki çocuklara yedirirdi. (Tirmizi, Daavât, 53) Rasul-i Ekrem secdeye gidince Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin de gelip sırtına binerlerdi. Hz. Peygamber secdeden kalkarken onları yumuşak bir şekilde alıp yere bırakırdı. Secdeye gidince onlar yine sırtına binerlerdi, bu durum, namaz bitene kadar bu şekilde devam ederdi. Namaz bitince ise Rasulullah onları hiç kızmaksızın alıp dizlerine oturturdu. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/513; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/494; Nesai, Tatbik, 82)
Hz. Muhammed, Bir bayram sabahı camiden eve dönmektedir. Sokakta bayramlıklarını giyinmiş oynayan çocuklar görür. Fakat bir tanesinin durumu dikkatini çeker. Kenarda oturmuş, kirli ve eski elbiseler içinde diğerlerini seyretmektedir. Hz. Muhammed yanına yaklaşır. “Ey çocuk!” der, “sen niçin arkadaşlarına katılmıyorsun?” Çocuk hüzünlü, cevap verir. “Ey Allah’ın Elçisi! Ben yetimim.” Hz. Muhammed için bu kadarı yeterlidir. Çocuğu elinden tutar, evine götürür. Orada yetim yıkanır, yeni elbiseler giydirilir, yedirilir, cebine para konur, sevindirilir. Sonra Hz. Muhammed onun yüzünü avuçları içine alarak sorar,“Benim baban, Ayşe’nin annen, Hasan’la Hüseyin’in de kardeşlerin olmasını ister misin?” (M. Yusuf kandehlevi, Hayatüssahabe, I/128) “Evet! Ey Allah’ın Elçisi evet!” diye cevap veren çocuk sevinç içinde ok gibi fırlayarak diğerlerinin arasına karışır. Bu hızlı değişimi merak eden arkadaşları sorar: “Ne oldu sana böyle?” Yetim cevaplandırır: “Allah’ın Elçisi babam, Ayşe annem, Hasan’la Hüseyin’de kardeşlerim oldu.” (İbn-i Sad, III/610, Vakidi, I/65, 94 )
Sahabi Esad b. Zürare ağır hasta olur. Geride bırakacağı üç kız evladını düşünmektedir. Peygamberimiz onu ziyaret eder. Bu esnada durumu efendimize arz eder. Hz Esad: “Şimdi ben öleceğim, can parçalarım çok küçükler ve yetim kalacaklar.” Efendimiz cevap verir: “Senin kızların benim kızlarımdır ey Esad!” (İbni Sad, T. Kübra, III/610) Efendimiz birçok yetim gibi bunlara da sahip çıkar ve onları kendi öz çocuklarından ayırmadan yetiştirir. Sonrada hepsinin evlenip yuva kurmalarını sağlar.
Yola çıkıldığında kafilede kadınlar varsa Peygamberimiz onların rahat etmesi için her türlü tedbiri alırdı. Bir sefer esnasında Enceşe adında Habeşistanlı güzel sesli bir köle, vezinli ve kafiyeli şiirleri makamla söylüyordu. Böylece develer daha hızlı yürüyordu. Develerin hızlı bir şekilde yürümesi üzerine kadınların rahatsız olduğunu fark eden Peygamber Efendimiz Enceşe’yi ikaz eder: ”Ey Enceşe, ‘cam şişelerin’ hayvanlarını yavaş sür!” (Buhari, Edeb 90, 95, 111; Nesai Amelu’1-Yevm ve’1-Leyl, 525; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/186, 227; Müslim, “Fedâil”, 14; Sünen-i Dârimî, İsti’zân, 65) Kadınlar zayıf ve nazik oldukları için Peygamberimiz onları cama benzetmiş, onların incinmesine, acı duymalarına gönlü razı olmamıştı.
“Medineli bir çocuk gelir, Resulullahın elinden tutar, istediği yere götürürdü. Resulullah da, “gitmem” demezdi. Gördüğü ve karşılaştığı her çocuğa selam verir, halini hatırını sorardı. (İbni S’ad, VII/170, Tirmizi, İ. Adab, 8) Binekli bulunduğu zaman, çocukları atın terkisine alır, gidecekleri yere kadar götürürdü. (İbnü’l-Esir, Ü. Ğabe, IV/126) Çocuklarla arkadaşça konuşur, onların yanında çocuklaşır, anlayış seviyelerine göre sohbet eder, öğütler verir, şakalaşırdı. (Buhari, Edeb, 2003; Edebül-müfred, 1043) Çocuklarla o kadar içice olmuştu ki, bir defasında yarış yapan çocukları görünce, onların neşesine katılmak için onlarla birlikte koşmuştu. Sokakta çocukları sıraya koyar, sonra karşılarına geçer, “Hadi bana en önce gelene hediye alacağım” der, onları yarıştırır, onlarla oynardı. (Hanbel, I/214, Ahmed III/112)
Hz Peygamber dilini torunu Hasan’a doğru uzatırdı. Çocuk dilin kızıllığını görünce neşe dolardı (Suyuti, Tarihi Hulefa, 189); Çocuklarla en çok şakalaşan O idi. (İbnul esir, Kâmil, III/466); Çocukların yanaklarını okşardı (Müslim, Fedail, 80) “Küçük çocuğu olan onun hatırı için çocuklaşsın.” (Tirmizi, Birr, 17) “Çocuklarınıza saygılı davranın, onlarla alay etmeyin, onlara hakaret etmeyin, aptal ve cahil gibi lakaplarla onları çağırmayın.” (Hadis-i Terbiyetî, I/117; el-Kâfi, VI/47); “Beş şeyi ölene kadar terk etmeyeceğim; onlardan biri de çocuklara selam vermektir. (Hadis-i Terbiyetî, I/120) diye buyururdu.
Hz. Enes anlatıyor, “Çoluk çocuğuna Peygamberimizden daha şefkatli bir kimseyi görmedim. Oğlu İbrahim’in, Medine’nin Avali semtinde oturan bir sütannesi vardı. Beraberinde ben de bulunduğum halde Resulullah sık sık oğlunu görmeye giderdi. Varınca, demircinin duman dolu evine girer, oğlunu kucaklar, koklar, öper ve bir süre sonra da dönerdi.” (Müslim, Fezail, 63) Peygamberimiz, kızı Fatıma’yı çok severdi. Bir sefere çıkacağı zaman en son ona uğrar, dönüşünde ise önce onun yanına giderdi. Hz. Fatıma babasını ziyarete geldiğinde ise, Peygamberimiz sevgili kızını karşılamak için ayağa kalkar, alnından öper ve yanına oturturdu. (Tirmizi, Menakıb, 30; Davud, Edeb, 143-144; İ. Sad, Tabakat, I/136) Hazret-i Fatıma’nın iki oğlu vardı: Hasan ve Hüseyin. Peygamberimiz bu torunlarım çok severdi. Onları kucağına alır, omuzuna çıkarır, okşar, sırtında taşır, oyun oynar, isteklerini yerine getirirdi. (Tirmizi, Menakıb, 30, Tirmizi, Tefsir, XXXIIV /17-18)
Enes b. Malik’in kardeşi Zeyd evinde bir kuş beslemektedir. Adını Umeyr koyar. Efendimiz Zeyd’e, Umeyr’in babası anlamına gelen ‘Ebu Umeyr’ ismini koyar. Bir gün Ebu Umeyr’in beslediği küçük kuşu ölür, Umeyr çok üzülür. Efendimiz yanına uğrayınca onu teselli eder. (Buhari, Edeb, 112, 296; Hanbel, III/200, 223, 288) Üzüntüsünü gidermek için, ‘Ey Ebu Umeyr, ne yapıyor senin Nuğayr?’ diye defalarca, Zeyd yeniden gülmeye başlayana dek tekrar tekrar sorardı. (Tirmizi, Birr, 57)
Hz. Enes anlatıyor, “Peygamberimizi hutbe okurken gördüm, Hasan dizinin üstündeydi. Ne söyleyecekse halka söylüyor, sonra eğilip çocuğu öpüyor ve ‘Ben bunu seviyorum’ diyordu.” (Buhari, Libas, 60, Büyu’, 49)
Ebu Said anlatıyor: “Peygamber Efendimiz secdede iken torunu Hasan geldi, sırtına çıktı. Peygamber Efendimiz de onun elinden tuttu ve ayağa kalktı. Tekrar rükuya varıncaya kadar onu sırtında tuttu. Rükudan kalktıktan sonra bıraktı ve çocuk gitti.” (İ. Sarı, Peygamberimizin Çocuk Sevgisi, s. 137)
Hz. Zübeyir anlatıyor: “Bir gün gözümle gördüm. Peygamber Efendimiz secdede iken Hasan geldi, sırtına bindi. Çocuk kendiliğinden ininceye kadar Peygamber Efendimiz de onu indirmedi. (Nesai, Tatbik, 82)
Peygamber Efendimiz namazda iken bacaklarını açar, Hasan da bir taraftan girer, öbür taraftan çıkardı.” (Yusuf Kandehveli, Hayatus-sahabe, 3III/34) Torununun ayağını kendi ayağının üstüne kor, ‘hadi çık’ der, onunla oynardı. (Buhari, Edebul müfred, 270)
Bir seferinde Hz. Hasan’ı omzuna almış, gidiyordu. Bir adam kendisini bu halde görünce, Hasan’a; “Ey çocuk, bindiğin binek ne güzeldir.” dedi. Peygamberimiz de cevap verdi: “O da ne güzel binicidir.” (Tirmizi, Menakıb, 30; Hakim, Müstedrek, III/186; İ. Mace, Edep, 3; Bekir Sağlam, Model İnsan, s. 50)
“Resulullah bize sabah namazını kıldırmıştı. Namazda iki kısa sûre okudu. Namaz bitince Ebû Said el-Hudrî sordu: ”Yâ Resulallah bugün daha önce yapmadığınız bir şekilde namazı kısa kıldırdınız”. Peygamberimiz şöyle açıkladı: “Geride kadınlar safındaki çocuk sesini duymadın mı? Annesinin onunla ilgilenmesini temin edeyim dedim.” (Buhari, Ezan, 65; Müslim, salât 192; Müsned, III/109 9; Nesai, Kıble, 35)
Bir defasında Akra bin Habis, Peygamberimizi, Hz. Hasan’ı öperken gördü ve şöyle dedi: “Benim on çocuğum var. Şimdiye kadar hiçbirini öpmedim.” Bunun üzerine Peygamberimiz, “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” buyurdu. (Buhari, Tevhid 2, Edep 18,27; Müslim, Fedail 66, 164; İ. Sad, Tabakat, I/113; Tirmizi, Birr, 15)
Bir bedevi Rasulullah’a “Siz çocuklarınızı öpüyor musunuz? Biz çocuklarımızı öpmeyiz.” deyince, Rasulullah (sav) “Allah senin kalbinden merhameti çekip almışsa ben ne yapayım!” diyerek onu ikaz eder. (Buhari, Edeb 18; Müslim, Fezâil, 164)
“Çocuklarınızı çok öpün. Çünkü her öpücük için size Cennette bir derece verilir ki, iki derece arasında beşyüz senelik mesafe vardır. Melekler öpücüklerinizi sayarlar ve sizin defterinize sevap yazarlar.” (Buhari, Müsned, Zeyd İbni Ali, 505; Hakim, Müstedrek, I/62, Ebu Davud, Edep, 66) buyurarak çocuk sevgisini insanlar arasında yayar.
Hz. Aişe’den rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber, “Cennette adı Ferah olan bir yer vardır. Oraya sadece çocukları sevindirenler girebilir.” diye bildirmiş (Suyuti, Câmi‘u’s-Sağîr, I/195; Ali b. Hüsameddin el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, III/170) ve “Çocuklarınıza değer verin/onlara ikram edin” buyurmuştur. (İbn Mâce, Edeb, 3)
“Adamın biri Peygamber Efendimizin huzuruna gelir. Yanında da bir erkek çocuğu vardı. Adam ikide bir çocuğu kucağına alıyor ve seviyordu. Peygamber Efendimiz sorar: “Bu çocuğa şefkat gösteriyor musun?” Adam, “Evet, ya Resulallah.”der. Efendimiz, “Sen buna nasıl şefkat gösteriyorsan, Allah da senin şefkatinden daha çok şefkat eder.” (Hakan Üzüm, Hayırlı Çocuk Yetiştirmek, s. 165) buyurur
Enes bin Malik anlatıyor: “Peygamberimizin yanında bir adam oturuyordu. Bir ara adamın erkek çocuğu geldi. Adam çocuğu aldı dizlerine oturttu. Az sonra bir de kız çocuğu geldi. Onu da yanına oturttu.” Peygamber Efendimiz adama sordu: “Niçin ikisini bir tutmadın?” (İbnu Kayyim el-Cevziyye, Tuhfetu’l-Mevdûd, I/229; Heysemi, Mecmau’z-zevâid, VII/156; M. Yusuf Kandehlevi, Hayat-üs Sahabe, III/46 )
Süt annesini (Halime Hatun) her gördüğünde: “Anneciğim” diyerek ayağa kalkar, ona yer gösterir, ihtiyaçlarını giderirdi. (İbn-i Sa’d, I/113, 114)
Küçük yaştaki bir kız Resulullah’ın sırtındaki bir ben ile oynar, babası kızıp bırakmasını söyleyince Resulullah’ın ona müdahale ederek “karışma, oynasın” diyerek küçük kızın hevesini almasına müsaade eder. (İbnu’l-Mulakkin, et-Tavdîh, XX/324; Hadis: 3071)
Resulullah, evlatlığı Zeyd’ın oğlu Üsame’yi bir dizine, bir dizine de torunu Hasan’ı oturtur; sonra ikisini birden bağrına basar ve: “Ya Rabbi, bunlara rahmet et. Çünkü ben bunlara karşı merhametliyim” diye dua ederdi. (İbnu’l-Mulakkin, et-Tavdîh, XX/339; Hadis: 3735)
Efendimiz, hayvanlara fazla yük yüklemeye, hayvan dövüştürmeye, binek üzerinde iken sohbet edilmesine karşı çıkardı. (el-Azîm el Âbâdî, Ebu’t Tîb, Muhammedşemsü’l Hak, Avnu’l Ma’bûd şerhi Süneni Ebû Davud, VII/221, Hadis no: 2532; Nesai, Sayd, 34, Dahâyâ, 42; Dârimî, Sünen II/115; Beyhakî, Ahmed b. Ebi Bekr, Sünenü’l Kübrâ, IX/ 279; Ebû Davud, Cihad, 51, 56; Tirmizî, Cihad, 30, 1708; Nesai, Kurban, 41) Ayrıca hayvanların yüzüne vurularak dövülmesi, canlı hayvanların hedef alınıp atış yapılması (Müslim, Sayd ve Zebâih, 12, 59; Buhari, Zebâih, 25; Ebû Davud, Dahâyâ, 12), yüzüne dövme yapılmasını (Müslim, Libâs, 29, 106 ;Ebû Davud, Cihad, 56; Tirmizî, Cihad, 30) Efendimiz tarafından yasaklanmıştır. Yine hayvanlar ateşle dağlanmaktan (Ebû Davud, Cihâd, 58); susuz ve aç bırakılmaktan (Ebû Davud, Cihâd, 47); dövülmekten (Ebû Davud, Cihâd, 58); onlara lanet olunmaktan (Ebû Davûd, Cihâd, 55) onun merhamet dolu öğütleri sayesinde kurtulmuşlardır.
Hz Muhammed, “Haksız yere bir kuş veya daha küçük bir hayvanı öldüren insana Allah onun hesabını mutlaka sorar “ diye ikazda da bulunmuştur. (Kütübu sitte VII/1951, Nesai, Sayd 34, (7, 239), Dahaya, 42)
Bir gün açlıktan karnı sırtına geçmiş bir deve görür ve hemen sahibini bulup ikaz eder: “Hayvanlarınız hususunda Allah’ın sizi azaba çarptıracağından korkunuz.” (Sünen-i Ebu Davud, Cihad, 44) Bir sefer esnasında Sahabiler bir kaya kuşu görürler. Yanında iki de yavrusu vardı. Birisi gidip yavrularını alır. Anne kuş gelip başlarının üstünde çırpınarak uçmaya başlar. Peygamberimiz bunu görünce, “Yavrularını alarak bu hayvanın canını kim acıttı? Yavrularını yerine koyun” buyurur. Sahabiler “Yâ Resulallah, hayvanlara iyilik etmekte bize bir mükafat var mı?” diye sorduklarında, Peygamberimiz şöyle cevap verir: “Canlı bir hayvan için size mükafat vardır.” (Mehmet Paksu; Peygamberimizin Örnek Ahlakı, Ebû Davud, Libâs, 40, Menâsik, 23, Salat,122; Tirmizî, Libâs, 31; Buhari, Zebâih,13; Demîrî, Hayâtü’lHayevâni’l Kübrâ, II/496) Deveye fazla yük yükleyenleri uyarmış, susuz bir deveye susuzluğunu giderene dek elinde kovayı tutarak su vermiştir.
Bir hizmetçi ona gelince, hizmetçinin elini tutarak yolda gidilecek yere dek beraber yürürlerdi. Bir çiftçi ile tokalaşırken, eli nasırlı çiftçi Hz resul’den çekinir. Hz resul: “Bu eller öyle ellerdir ki onları hem Allah hem resulu sever.” buyurur.
Peygamberimiz, kendisini karşılamaya gelen Medinelilerle tek tek el sıkıştı, tebriklerini kabul etti ve onlarla kucaklaştı. Muaz’ın da ellerini, mübarek elleri arasına alıp sıktı. Ancak Muaz’ın elleri herkesinkinden farklıydı. Sertti, nasırlıydı. Efendimiz sorar: “Ya Muaz, ellerinin bu sertliği nedendir?” Muaz, nasırlı elleriyle, Peygamber Aleyhisselamın mübarek avuçlarını incittiğini düşünerek üzüldü ve özür dilercesine cevap verdi: “Ey Allah’ın Resulü, ben çoluk çocuğumun rızkını kazanmak için çalışıyorum. Ellerimden, kazma, kürek, çekiç hiç eksik olmuyor. Bu sebepten ellerimin yumuşaklığı gitti. Nasırlandı ve böyle çatladı.” Bu cevap üzerine, Peygamber Efendimiz (asm), Muaz’ı alnından öperek şöyle buyurdu: “Bu ellere ateş temas etmez! Ahirette, Cehennem ateşi dokunmaz!” (Selim Gündüzalp’in ‘Bir Gül Demeti’ adlı eserden, Zafer Dergisi, Eylül 2011, Sayı: 417)
Mahmut b. Rebi’ 5 yaşındayken, Peygamberimiz (s.a.v)’in bir keresinde bir kovadan su alıp yüzüne püskürttüğünü ve bunu hiçbir zaman unutamadığını söyler. (Buhari, “İlim”, 18; Buhari, “Vüdu”, 40, “Ezan”, 154, “Teheccüd”, 36, “Da’vet”, 31, “Rikâk”, 6; İbn Mâce, “Tahâret”, 136, “Mesâcid ve Cemaat”, 8; Ahmed b. Hanbel, V/427, 429)
Bir gün yaşlı bir kadın Peygamberimize gelerek: “Ya Resulallah! Cennete girmem için bana dua eder misiniz?” dedi. Peygamber Efendimiz:” Yaşlı kadınlar Cennete giremez” diye ona takıldı. Sonra:‘Sen Cennete yaşlı olarak giremezsin.’ Cenab-ı Hak, ‘Biz onları yepyeni bir yaratılışla yarattık da, eşlerine sevgi ile düşkün hep aynı yaşta genç kızlar yaptık’ (Vakıa, 36) buyurmuyor mu?” (Kandehlevi, Hayatus-Sahabe, III/175; Afzalur-rahman, Siret, I/83; Tirmizi, Şemail-i Şerif, s.258) Yine bir gün adamın biri Rasulullah’a gelerek binek hayvanı ister. Rasul-i Ekrem: “Seni dişi devenin yavrusuna bindireceğim.” buyurur. Adam: “Ya Rasulallah! Dişi devenin yavrusunu ne yapacağım?” diye şaşkınlığını ifade edince Efendimiz, “Develeri dişi develer doğurur değil mi?” buyurmuş ve onun şaşkınlığını bir anda tebessüme dönüştürmüştür. (Buhari, Edebul-Müfred, 268; Akif Köten, Hz. Peygamber’in Sünnetinde Şaka ve Bazı Şakacı Sahabiler, s. 21) Rasulüllah’ın azatlı kölesi Sefine (kelime anlamı gemi demektir) diyor ki, “Bir yolculukta taşımam için verdikleri yük bana ağır geliyordu. Şikayette bulundum. Efendimiz, latife yaparak, çıkınını yay bakalım, dedi. Herkes eşyasını ona doldurmaya başladı. “Hadi şimdi taşı, çünkü sen sefinesin (gemisin) ya!” diye latife yaptı. (Siyer Çocuk Dergisi, Sayı: 8, sayfa: 19) Peygamberimizin bir başka şakasını da Enes bin Malik’ten dinleyelim: “Çöl halkından Zahir adında bir adam vardı. Zahir Peygamberimize her gelişinde kendi yetiştirdiği ürünlerden hediyeler getirirdi. Şehirden çöle döneceği zaman da, Peygamber Efendimiz ihtiyacı olan şeylerle onun heybesini doldururdu. Gelen hediyelere bu şekilde karşılık verdikten sonra da şöyle buyururdu: “Zahir bizim çölümüz, biz de onun şehriyiz.” Peygamberimiz Zahir’i çok severdi. Halbuki Zahir hiç de güzel değildi. Fiziki olarak son derece çirkin bir adamdı. Bir gün pazarda çölden getirdiği malları satmaya çalıştığı bir sırada Peygamber Efendimiz gitti, sessizce yaklaştı, Zahir’i arkasından kucakladı ve elleriyle gözlerini kapadı. Zahir tutanın kim olduğunu göremiyordu. Tutan kimse bıraksın diye çabalamaya başladı. Bu arada göz ucuyla arkasından tutanın Efendimiz olduğunu anlayınca sırtını Peygamberimizin göğsüne iyice dayamaya başladı. Zahir’in bu neşeli hareketinden hoşlanan Peygamber Efendimiz yüksek sesle: “Bu köleyi satıyorum, var mı alan?” diye seslenmeye başladı. “Zahir boynu bükük, mahzun bir halde: “Ya Resulallah, benim gibi değersiz bir köleye vallahi kuruş veren olmaz’ deyince Peygamber Efendimiz: “Hayır, ya Zahir, sen Allah katında hiç de değersiz değilsin’ buyurur ve onu taltif eder. (İbni Kesir, el-Bidâye: VI/46) Abdullah bin Haris bin Cezde şöyle yorumda bulunur: “Resulullah’tan tebessümü daha çok bir kimse görmedim.” (Tirmizi, Biyografi, 22)
Amir bin Rebia anlatıyor: “Peygamber Efendimiz ile birlikte camiye gidiyordum. Yolda Peygamberimizin ayakkabısının bağı çözüldü. Ben hemen eğilip bağlamak istedim. Fakat Peygamberimiz ayağını önümden çekti ve şöyle buyurdu: “Bu hareketin, başkasına hizmet gördürmek demektir. Ben başkasına hizmet gördürmeyi sevmem.” (M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, III/154) “Beni, Musa’ya tercih etmeyin” (Beyhakî, Delaılu’n-Nubuvve, V/492; İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nıhaye, I/248 Kadı lyad, eş-Şifa, 1/439) “Hristiyanların İsa İbn Meryem’i övdükleri gibi beni övmeyin. Ben sadece bir kulum. Siz: Allah’ın kulu ve Rasülü deyin.” (Buharî, Sahih, İV/204, VIII/210; Müslim, Sahih, kitabu’l-kader, bab: 7; Abdur-rezzak Musannef, 19757, Beyhakî, Delailu’n-Nubuvve, V/498; Ahmed, Musned, I/23, 24; Tirmizi, Şemail, 172) buyururdu. Bir adam:”Muhammed! Efendimiz! Efendimizin oğlu! Bizim en hayırlımız! En hayırlımızın oğlu!” dedi. Bunun üzerine Rasulullah: “Ey cemaat! Her zaman nasıl konuşuyorsanız, öyle konuşun! Şeytan sizi saptırmasın! Ben, Abdullah’ın oğlu Muhammed’im. Ben Allah’ın kulu ve Rasulü’yüm. Vallahi! Sizin beni bulunduğum derecenin üzerine çıkarmanızı sevmem.” dedi. (Buhari, 111/201, Vll/32; Taberanî, Mu’cemul-Kebır, XI/120; İbn Hıbban, Sahih, 1064; İbn Sa’d, Tabakatul-Kubra, 1/95,107; İbn Adıyy, el-Kamıl, İV/1352, V/1688, 1937)
İslam’ın ilk büyük meydan sınavı Bedir’e doğru yol alınmaktadır. Deve azdır, ancak üç kişiye bir tane düşer ve sırayla binilir. Hz. Muhammed ile aynı deveyi paylaşan arkadaşları, kendi haklarından gönüllü olarak vazgeçerler. Sürekli O’nun binmesini isterler. O ise kabul etmez: “Siz” der, “benden daha güçlü değilsiniz. Kaldı ki ben de sizin kadar sevap kazanmaya muhtacım.” (M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, III/219)
Bir gün bir zat Peygamberimizin huzuruna gelince, peygamberlik heybetinden titremeye başladı. Bu Sahabisinin halini gören Peygamberimiz, “Kendine gel, ben bir hükümdar değilim. Ben ancak Kureyş kabilesinden kurumuş tuzlu ekmek yiyen bir kadının oğluyum” buyurdu. (Hakim, Müstedrek, 4366; Hatib, Tarih, VI/277, 279; Zebidi,- İthafu’s-Sadeti’l-Muttakîn, VI1/142; Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, IX/20) Pazarda bir satıcı Hz. Muhammed’i tanır ellerine kapanarak öpmek ister. O izin vermez. “Bunu İranlılar krallarına karşı yaparlar. Ben kral değilim, içinizden bir insanım.” Eve dönüş sırasında Ebu Hüreyre yükünü taşımaya yardımcı olmak ister. Ona da izin vermez. “Kişi, eşyasını, taşıyabiliyorsa, sadece kendi taşımalıdır.” (M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, III/156, 157; Kadı İyaz, Şifa-ı Şerif, s.132 ) Arkadaşları, O yanlarına her girdiğinde hızla ayağa kalkmaktadırlar. En sonunda bir gün dayanamaz: “İranlıların birbirlerini büyük görerek ayağa kalktıkları gibi siz de bana ayağa kalkmayın. Çünkü ben, bir kulun yemek yediği gibi yemek yiyen, bir kulun oturduğu gibi oturan bir kulum.” Bunun benzeri başka bir olayda ise uyarısına şu eklemeyi de yapar: “Hiç kimse için kalkılmaz. Ancak, Allah için ayakta durulur.” Bundan sonra arkadaşları O içeri her girdiğinde kendilerini zorla tutarlar ayağa kalkmaz, oturmaya devam ederler. (M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, III/68; Kadı İyaz, Şifa-ı Şerif, s.129)
Hz. Ömer, peygamberimizin olduğu odaya girer. Bir an çevresine göz gezdirir. Odasının bir yanında işlenmiş bir deri, bir diğer köşesinde de, içinde birkaç avuç arpa bulunan küçük bir torba vardı. İşte Allah Resûlü’nün odasında bulunan eşyalar bundan ibaretti. Bu manzara karşısında ağlamaya başlayan Hz. Ömer (ra)’in hıçkırıkları O’nu uyandırır. Kalkınca hasırın vücudunda iz yaptığını, kan oturduğunu gören Hz. Ömer ise omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başlar. Hz. Muhammed hayretle sorar: “Ey Hattab oğlu! Niçin ağlıyorsun?” “Ey Allah’ın Elçisi! İranlılar imparatorlarını saraylarda yaşatırken, Bizanslılar Kayserlerini lüks ve ihtişama boğmuşken sen ki Allah’ın Elçisisin. İzin versen de, biz de seni.” Maksat anlaşılmıştır, Allah’ın Elçisi (asm), gelecekteki halifesinin sözünü hüzünlü bir tebessüm, tatlı bir el işareti ile keser ve “Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.” (Ankebut, 64) ayetini okuduktan sonra ekler: “İstemez misin ey Ömer? Dünya onların olsun, ahiret te bizim!” (Ahmed, II/298; M.Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, II/412; G. Weil, Mohammed der Prophet, s. 347)
Medine’de ağzı bozuk, şuna buna çatarak sövüp sayan, ağır ve kaba laflar söyleyen bir kadın vardı. Bu kadın bir gün Peygamber Efendimizin yanından geçerken Resulullah bir seki üzerinde oturmuş haşlanmış et yiyordu. Kadın: “Şu adama bakın. Bir köle gibi yere oturmuş ve kölelerin yemek yiyişi gibi yemek yiyor” dedi. Peygamber Efendimiz: “Benden güzel köle mi olur! Çünkü ben de Allah’ın kölesiyim.” der. Kadın: “Kendisi yiyor da bana vermiyor” dedi. Peygamber Efendimiz: “Gel, sen de ye” buyurur. Kadın: “Kendi elinle bana vermezsen yemem” der. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz kendi eliyle kadına verdiyse de kadın bu sefer: “Ağzına koyduğun lokmadan bana vermezsen yemem” diyerek diretti. Peygamber Efendimiz de lokmayı kadına uzatır. Kadın bu lokmayı yedikten sonra çok hayalı ve utangaç oluru. Hiç kimseye kötü söz söylemez. Medine’nin en namuslu ve iyi kadınlarından birisi olur. (Adnan Şensoy, Hz.Muhammed hakkında 1000 soruya 1000 cevap, s. 123)
Sahabilerin anlattığına göre, hizmetliler arpa ekmeğine bile davet etseler, Peygamberimiz davetlerine icabet eder, yemeklerini yerdi. Çünkü onların hizmetli olmaları basit görülmelerini, horlanmalarını gerektiren bir durum değildi. (Heysemî, M. Zevâid, IX, 20)
Peygamberimizin amcası Hz. Abbas, Sahabileri arasında sıkışık bir vaziyette bulunduğunu, oturduğu zamanlar gelip geçenlerin kendisini rahatsız ettiğini söyleyip, ayrı bir yerde oturmasını teklif ederek şöyle demişti: “Ya Resulallah, sizin için gölgesinde oturacağınız bir çardak yapalım.” Böyle bir imtiyazı asla uygun bulmayan Peygamberimiz, “Allah’ın ruhumu teslim alacağı vakte kadar ben Sahabilerimin ayakkabıma basmalarına da, hırkamı çekiştirmelerine de katlanacağım” buyurarak reddeder. (İbn-i Sa’d, II/193; Heysemî, IX/21; İbrahim Refik, Hadiselerin İbret Dili, s.109)
Efendimiz evindeyken elbisesini yamar, ayakkabılarını tamir eder (İbn-i Sa’d, I/366) ve koyununu sağardı. (Heysemî, IX/20) Oryantalist Bodley’in değerlendirmeleri de aynı yöndedir: “Hazreti Muhammed basit bir kulübede yaşar, ev işlerini bizzat kendisi yapar, elbisesini yamar, ayakkabısını tamir ederdi. Onun elbiseleri gibi yemeği de basitti ve hiçbir başarı hazreti Muhammed’in başını döndürmemişti.” (Ronald Victor Courtenay Bodley, Hz Muhammed, s. 152, 153, 301) Yine o, eşyasını kendisi taşır, hiç kimseye yük olmak istemezdi. Ebu Hüreyre: “Bir gün Efendimiz ile beraber çarşıya gitmiştim. Peygamberimiz oradan elbise satın aldı. Hemen koşarak onları elinden almak istedim. Bunun üzerine: “Bir kimsenin, eşyasını kendisinin taşıması daha uygundur. Ancak taşımaktan aciz olursa Müslüman kardeşi ona yardım eder.” buyururu. (Heysemî, V/122; Kadı İyaz, Şifa-ı Şerif, s.132, M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, III/156, 157)
Bir sefer sırasında Peygamberimiz Sahabilerinden bir koyun kesip pişirmelerini istedi. Ashabdan birisi öne çıktı: “Ya Resulallah, onu kesmek benim üzerime olsun” dedi. Bir başkası ileri atıldı: “Ya Resulallah, pişirmesi de benim üzerime olsun” Başka bir Sahabi hizmete talip oldu: “Onu yüzmesi de benim üzerime olsun” diyerek kendi aralarında vazife taksimi yaptılar. Peygamberimiz de, “Odun toplamak da benim üzerime olsun” diyerek katılmak istedi. Sahabiler buna razı olmak istemediler: “Ya Resulallah, biz sizin yapacağınız işi de görmeye yeteriz. Sizin çalışmanıza ihtiyaç yoktur” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Sizin benim işimi de göreceğinizi ve kafi geleceğinizi biliyorum, fakat ben size karşı imtiyazlı bir durumda bulunmaktan hoşlanmam. Çünkü Allah, kulunu Sahabileri arasında imtiyazlı durumda görmekten hoşlanmaz.” (Kastallani, el-Mevâhibü’l-Ledünniyye, I/385; Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, I/63)
Hendek savaşından önce Medine’nin etrafına hendek kazılırken bütün Sahabiler çalışıyor, bir an önce bitirmeye gayret ediyorlardı. Yiyecek bir şey bulamadıklarından, açlıklarını bastırmak için karınlarına taş bağlıyor o şekilde kazma sallıyorlardı. En büyük örnek olan Peygamberimiz de kendisini onlardan farklı görmeden eline kazmayı alıyor, çalışıyor, o da açlığından karnına taş bağlıyordu. (Buhari, Megâzi, 29; Müslim, Eşribe, 141) Kuba Mescidinin ve Medine’deki Mescid-i Nebevinin inşaatında da Peygamberimiz bir işçi gibi çalışmış, Sahabilerle birlikte sırtında kerpiç taşımıştı. (İbn Sa’d, Tabakatül-Kübrâ, I/239-240)
Cabir bin Abdullah anlatıyor: “Ben bir savaşta Resulullahla beraberdim. Yolda bana, ‘Allah sana mağfiret etsin, sen bu deveni bir dinara satar mısın?’ dedi. Ben de ‘Ya Resulallah, Medine’ye vardığımız zaman bu deve sizin olsun’ dedim. Resulullah yine, ‘Allah seni bağışlasın, bunu iki dinara satar mısın?’ dedi. Yirmi dinara varıncaya kadar devenin fiyatını birer dinar arttırdı. Ben Medine’ye vardığım zaman devemin başından tutup Resulullahın huzuruna götürdüm. Resul-i Ekrem beni görünce Bilâl’e: “Ya Bilâl, Câbir’e yirmi dinar ver’ buyurdu. Bana da, ‘Deveni al, evine götür, senin olsun’ diye ikramda bulundu.” (Buhari Cihad 113; Müslim, Müsâkât 110)
Bir gün uzaktan bir elçi gelir. Muhammed nerede diye sorar. Uzaktaki kalabalık gösterilir. Kalabalığa yaklaşır. Bir kişi halka su dağıtmaktadır. O kişi Hz resuldür. Adam şaşırır: Bugüne kadar böyle bir lider görmedim, der. Hz. resul: “İnsanların efendisi, insanlara hizmet edendir.” Buyurur. (Mağribî, Câmiu’ş-Şeml, I/450, hadis no: 1668; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II/463; Deylemi, Müsned, II/324; Kütüb-i Sitte, hadis no: 5391)
Daha çok artırabileceğimiz bu örnekler, umarım ki vicdan sahibi insanlara Peygamber Efendimizin dünya malına, şan ve şöhrete, nefsi arzulara boyun eğen biri olmadığını göstermeye yeterlidir.
SÜPER YA ALLAH RAZI OLSUN KARDEŞLERİM…
Muhammed EHAD:
Amin, Allah hepimizden razı olsun.
Son derece aydınlatıcı, belgelerle desteklenmiş; açık ve anlaşılır bir dille yazılmış bir araştırma. Allah razı olsun…
Muhammed EHAD:
Amin, ecmain Nevin Hanım.
emeğinize sağlık sayfamda paylaştım ateistler için çok iyi bir yazı Allah sizden razı olsun sonunu ağlayarak okudum.
M. EHAD:
Allah razı olsun. Dualarınızda unutmamanız en büyük temennimiz,Selametle kalınız.
İslam TR sayfasında şu ifadeye reddiyeniz var mı acaba aynen şöyle deniliyor:”Hz.Aişe’nin 17-18 yaşında evlendiğini belirten rivayetlere itibar etmemek lazım.Bu topraklarda bir zamanlar beşik kertmesi usulü vardı.Batılılara sevimli görünmek için böyle zorlamalı yorumlara ihiyacımız yok.Bi’setin 4. yılında (614) Mekke’de doğdu. Onun daha önce doğduğunu ve dolayısıyla Peygamber ile evlendiğinde 14 ile 18 yaşlarında olduğunu ileri süren batının psikolojik saldırıları karşısında tutunamayan bazı çağdaş araştırmacıların (Suleyman Nedvî, V, 12-25; Akkâd, s. 39, 59, 60) dayandıkları rivayetler sağlam değildir.
İbn İshak, Ebû Bekir’in daveti ile müslüman olanları sıralarken Âişe’nin de adını verir ve o sıralarda yaşının küçük olduğunu zikreder.
Âişe’nin, “Ben ebeveynimi bildim bileli onları müslüman buldum” (Buhârî, “Kefalet”, 4) ifadesinden kendisinin bi’set-i nebeviyyeden sonra doğduğu anlaşılmaktadır. Çocukluğu hakkında fazla bilgi yoktur.
Babası Rasûl-u Ekram ile daha önce hicret ettiği için aynı yıl (622) annesi, ağabeyi Abdullah, kız kardeşi Esma, Peygamber’in hanımı Şevde, kızları Fâtıma ve Ummu Kulsum ile birlikte Medine’ye hicret etti.
önceleri Medine’nin havasına alışamadığı için babası gibi rahatsızlandı. Ancak kısa bir süre sonra sağlığına tekrar kavuştu. Hicretin 2. yılı Şevval ayında (Nisan 624, iki bayram arasında) Peygamber’le evlendi. (Zehebî, II, 141-142.) Düğün tarihini hicretin 1. yılı Şevval ayı (Nisan 623) olarak kabul edenler de vardır.
Ebû Bekir (r.anh), düğünü neden geciktirdiğini Peygamber’e sormuş, mehir parasını temin edemediği için tehir ettiğini öğrenince ihtiyacı olan 500 dirhemi ona ödünç vermişti.
18 yaşında dul kalan Âişe (r.anha), Peygamber hanımlarının başkalarıyla evlenmelerini yasaklayan Kur’an hükmüne uyarak bir daha evlenmedi.
Peygamberden sonra 47 yıl daha yaşadı ve 65 (veya 66) yaşında iken 17 Ramadan 58 (14 Temmuz 678) Çarşamba gecesi, vitir namazını kıldıktan sonra Medine’de vefat etti.
56, 57 veya 59 yıllarında 19 veya 13 Ramadan’da vefat ettiği de rivayet edilmiştir, ölümü Medine’de büyük bir üzüntüyle karşılanmış, cenazesi aynı gece kaldırılmıştır.
İlgili Nass’lar :
“Kadınlarınızdan âdetten kesilenlerin iddetinde tereddut ederseniz, onların iddet süreleri 3 aydır. Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir.” (Talak, 4)
“Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir.”
ifadesi, âdet görmemiş kız çocuklarının da evlendirilebileceğini göstermektedir.
“İçinizden evli olmayanları evlendiriniz.” (Nur, 32)
Ayette ergenlik çağı veya yaş sınırı konulmamıştır.”Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ben 6 yaşında iken benimle evlendi. Medine’ye geldik. Beni’l-Hâris İbnu’l-Hazrec kabîlesine indik. Ben hummaya yakalandım. Saçlarım döküldü. (İyileşince) saçım yine uzadı.
Annem Ummu Rûman, ben arkadaşlarımla salıncakta oynarken, bana geldi, benden ne istediğini bilmeksizin yanına gittim. Elimden tuttu. Evin kapısında beni durdurdu. Evimizde, ensârdan bir grup kadın vardı. “Hayırlı, bereketli olsun!”, “Uğurlu mubarek olsun!” diye dualar, tebrikler ettiler. Annem beni onlara teslim etti. Onlar kılık kıyafetime çeki düzen verdiler.
Beni, [kuşluk vakti aniden] Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)(ın gelişinden) başka bir şey şaşırtmadı. Annem beni O’na teslim etti. O gün ben 9 yaşında idim.”
(Buhârî, Nikâh 38, 39, 57, 59, 61; Muslim, Nikâh 69, (1422); Ebu Dâvud, Nikâh 34, (2121); Edeb 63, (4933,4934,4935, 4936, 4937); Nesâî, Nikâh 29, (6, 82). Ayrıca Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayın: 15/486.) Bu hadise dayanan İslâm ulemâsı, küçük yaşta bulunan kız çocuğunun babası tarafından nikahlanabileceği hükmünü çıkarmıştır. Nevevî, bu cevaz hususunda İslâm ulemâsının icma ettiğini belirtir.
Hanefî’lere göre bu câizdir. Ancak kızın buluğa erince seçme hakkı vardır, dilerse kabul etmeyebilir. Bu hakkını daha önce kullanamaz.
Şâfiî, Mâlikî gibi Hicaz ulemâsı bu seçme hakkını tanımazlar. İmam Şâfiî, Mâlik, Ahmed, Ebu Yusuf gibi birkısım ulemâ buluğa ermeyen küçüğü nikahlama yetkisine sadece babanın sahib olduğunu, diğer velilerin bu hakka sahib olmadığını söylerler. Ebu Hanife, Evzâi ve diğer birkısım ulemâ velilerin de evlendirebileceğine hükmetmiştir.
CEVABEN
Kardeşim,
hadis beşik kertmesinin caiz olduğuna delil olabilir, o tartışma konusu ama zifaf ayrı bir konudur! Söz verilir, evlenme sözleşmesi yapılabilir ama gerdeğin gerçekleşmesi farklı bir olaydır. Aslında yukarıdaki alıntı bile iddiamızı destekliyor; oradan hareket edersek, söz alındı ama zifaf 18 yaşlarında gerçekleşti!
Geri kalan alıntılar ve yorumlardan oluşuyor ki biz de alıntı ve yorum yaptık ama bizimki tarihi verilere daha uygun olduğu kanaatindeyiz. Özellikle bazı hadislerde efendimizin özel hayatının abartıldığı veya farklı yorumlandığı kanaatindeyiz. Mesela, efendimizin bir gecede tüm hanımlarını ziyaret etmesini bazı alimler cinsel içerikli ziyaret olarak yorumlayıp sonra da efendimizin erkekliğini öven abartılı ve İslam peygamberinin çizgisine uymayan açıklamalara gitmişlerdir. Halbuki efendimiz hanımlarının yanına uğrayıp onların genel gündelik ihtiyaçları, durumları ile ilgilenmekte idi. Efendimizin özel hayatını, genel hayatı içinde değerlendirince daha doğru sonuçlara ulaşırız; evliliklerinin geneline bakınca zaten bu çizgi kendiliğinden ortaya çıkar.
Not, verdiğiniz site selefi bir sitedir, yani Müslüman kardeşlerimizdir ama yorumlarda bazı farklılıklarımız vardır; biraz keskin-sivridirler.