Garanik olayı veya Şeytan ayetleri

1.052 kez görüntülendi

Resim bulunamadı

 Giriş

Turan Dursun, Salman Rüşdü’nün ortaya attığı “Şeytan Ayetleri” meselesine “değinerek” bunların gerçek olduğunu iddia eder. İşin ilginç yanı bir taraftan ‘Kur’an yakıldı, orjinali artık yok’ derken diğer taraftan bir de kalkıp “Şeytan ayetleri” iddiasının gerçekleştiğini iddia etmek için hem ateist/oryantalist olmak hem de bilimden uzak öznel ve önyargılı olmak gerekir.

Garanik olayı/iddiası nedir?

İddia: Bir gün Kureyş’in kalabalık bir meclisinde oturmuştu. O gün Kureyş’in kendisinden uzaklaşmalarına sebeb olacak bir şeyin inmemesini istiyordu. Yüce Allah “Aşağı kayan yıldıza andolsun” sûresini indirdi. Allah’ın Elçisi (s.a.v.) sûreyi okuyup: “Gördünüz mü Lât ve Uzza’yı ve üçüncüsü olan Menat’ı?” âyetine gelince şeytân, onun diline  “Şu yüce turnalardır ve onların şefaati umulur” sözlerini attı. Kureyşliler: “Muhammed bundan önce hiç tanrılarımızı hayır ile anmamıştı” dediler. Peygamber okumasına devam edip sûreyi bitirince secde etti, onlar da Müslümanlarla birlikte secde ettiler. Akşam olunca Cebrail Peygamber’e geldi: “Sen ne yaptın, benim Allah’tan sana getirmediğim, söylemediğim şeyi insanlara okudun” dedi. Yüce Allah: “Senden önce hiçbir resul ve nebi göndermemiştik ki o, temenni ettiği zaman şeytân onun ümniyyesine (bir düşünce) atmış olmasın.” (Hacc, 52) ayetini indirdi. (Câmi’u’l-beyân: XVII/87; Mefîtihul-Ğayb,: XXIII/49-50; İbn Kesîr, Tefsir: III/230)

“Alfred Guillaume, Maxime Rodinson gibi bazı oryantalistler, Lat, Uzza ve Menat putlarını yücelten ve kıyamet günü bunları şefaatçi gösteren iki ayet olduğunu iddia ederler. Hikaye şu: Necm suresi nazil olmuştur. Peygamberimiz bunu okumaya başlar. 12. ayete gelince ‘Bunlar yüksek rütbeli tanrıçalardır ve onların şefaati muhakkak beklenmelidir.’ denmiş, sonra diğer ayetler normal okunmuş ve sure sonunda secde edilmiştir. Güya bunun üzerinde de İsra, 73-75. Ayetler inmiş ve ‘Eğer biz sana sebat vermemiş olsa idik, gerçekten, nerede ise onlara azıcık meyledecektin’ ayeti inmiş” (Prof Dr. Abdülaziz Hatip, Kur’an ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 71)

Cevap: Öncelikle garanik uydurması ile alakalandırılmaya çalışılan Necm sûresi, Mekke’de inen ilk sûrelerden olup Hac Sûresinin ise Medîne devresinin sonlarına doğru indiğinin altını çizelim. Yani iki sure birbiri ile bir bağlantısı mevcut değildir.

Hac, 52. ayetin meali: “Ey muhammed! Biz senden önce hiçbir elçi ve hiçbir peygamber göndermedik ki o bir şey temenni ettiği (arzuladığı) zaman, şeytan onun arzusuna şüpheler karıştırmasın. Bunun üzerine Allah şeytanın karıştırdığı şüpheyi giderir. Sonra da Allah, ayetlerini tahkim eder. Allah alîm’dir (her şeyi bilir), hakîmdir (hikmet sahibidir)” Arzu, istek insani bir özelliktir ve şeytan insanlara vesvese verebilir. Hz. resul’de bir insandır ki, O bir melek olmadığı için bize örnek, idol olabilmiştir, melek olsa idi örnek alınamazdı. Kelime-i şehadette de önce “Abduhu” sözü yani Hz. Muhammed önce ‘Allah’ın kulu’, sonra “Resuluhu”, ‘O’nun peygamberi’ olduğunu kabul ederiz. Vahıy dışındaki istek-arzularına şeytanın vesvese vermesi normaldir. Efendimizin de bunlardan uzak kalması bize yine örnek olmalıdır!

Ateist arkadaşlar madem Kur’an’dan delil getirmeye çalışıyorlar o halde Kur’an bu konuda ne demektedir, kısaca bakalım: Şuara, 210-212: “Onu (Kur’an’ı) şeytanlar indirmedi. Bu onlara hem yaraşmaz hem güçleri yetmez. Şüphesiz onlar vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır.”; Tekvir, 25: “O Kur’an, kovulan bir şeytan’ın, sözü değildir.” Dinleme imkânı dahi bulamadıkları vahye, şeytanın bir şeyler karıştırabilmeleri hiç mümkün olabilir mi? Zaten tüm tefsirlerin ittifakı üzeredir ki Kur’an direk kalbe  vahyolunur: “Onu (Kur’an’ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla -Cebrail ile -hareket ettirip durma. Hiç şüphesiz, onu (kalbinden) toplamak ve onu (sana) okutmak bize ait bir iştir. Şu halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle  ” (Kıyamet, 16-19)

Taberi ve İbn Ishak’ın  ‘es-Sire’ adlı eserlerinde bu olayın anlatıldığını yazan Dursun, olayın gerçek olduğunu iddia etmektedir. İbn-i İshak’ın israiliyattan rivayetleri naklettiği için eleştirilmiştir. (Bu konuda ‘İslam alimlerinin objektifliği’ adlı yazımızda bol miktarda yorum bulunmaktadır.) İbni Atiyy tefsirinde, bu rivayet için, “lafızları karışıktır” demiş, sahih dememiştir. Taberi ise, “denildi ki” diyerek olayı aktarmıştır ki onun bu üslubunun rivayeti sahih görmesi anlamına gelmediği ortadadır. (Altay Cem Meriç, Muhtelif-1, s. 140, 141) Garanik hadisesini oryantalistlerden Karen Armstrong, Leone Caetani, Maurice Gaudefroy-Demombynes, Louis Massignon “asılsız” olarak nitelendirirler. Bu rivayet Buhari, Müslim, Muvatta, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace, Darimi, Ahmet Bin Hanbel gibi hadis alimlerinin eserlerinin hiçbirisine girmemiştir. Olayın naklinin kendisine nispet edildiği tek sahabi ise olayın yaşandığı zamanda henüz doğmamıştır. (Meriç, s. 145, 146) Razi, Ebu Bekir İbni Arabi, Kadi İyaz, Kurtubi, Kırmani, Ayni, Şevkanî, Alûsî, İbni Kesir, Ebu Suud, Hatib Şirbini, Zeccac, Tahir bin Aşûr gibi alimler de bu rivayete uydurma demişlerdir. (Meriç, s. 153) “Necm Suresi Kureyşi ve düşmanlarını tehdit ediyor. Bu tehditleri işittikten sonra hiç onlar secde ederler miydi? Şayet övseydi, mal ve canlarını bu uğurda feda eden kimseler Müslümanlığı kabul ederek artık Muhammed’in peşinden giderler miydi?” (Operatör Doktor Mehmet Ali Derman, Çürütme (reddiye), s. 54) “İmam-ı Nevevi, “bu söylentinin sonu Muhammed Bin Ka’bül Kurezi’ye dayanıyor. Bu şahıs, katiyen güvenilir bir kimse değildir. Buna benzer birçok mevzu hadisler uydurmuşlar, bu hadis de mevzudur.” der.” (Derman, Çürütme (reddiye), s. 56) “12 ciltlik bir İslam Tarihi yazmış bulunan Leona Kaytano, kitabın 2. cildinin 281. sayfasında diyor ki: “Sprenger ve Duzi, Kur’an-ı Kerim’e iftira ediyorlar ve yalancı oluyorlar. Bütün bu söylediklerini incelemesiz/araştırmadan kabul etmişlerdir. İslamiyet’i iyice tanıyamamışlardır.” (Derman, Çürütme (reddiye), s. 55) 

“Dursun’un öncelikli kaynağı olan İbn-i İshak için İslam alimleri ve ünlü hadisçilerin değerlendirmelerini aktaralım: Dârekutnî gibi büyük hadisçiler, bunun rivayetlerini vâhî, son derece sakat görmüşlerdir. Zehebî: “Sîresini, rivayet zinciri kopuk, tanınmayan, bilinmeyen şeylerle, yalan şiirlerle doldurmasından başka bir günahını bilmiyorum” demektedir. Nesâi ve başkaları, İbn İshak için “Sağlam değildir”; Dârekutnî: “Sözleri kanıt olamaz”; Süleyman et-Teymî, Hişâm ibn Urve: “Yalancıdır”; imam Mâlik: “Deccâllerden biridir!” ; Hammâd ibn Seleme: “Zarurî olmadıkça İbn İshak’tan rivayet etmedim”; Yahya el-Kattân: “Muhammed ibn Ishâk’ın yalancı olduğuna tanıklık ederim.” demişlerdir. İbn İshâk, Hişâm’ın karısı Münzir kızı Fâtıma’dan hadis rivayet etmiştir. Oysa Hişâm erken yaşta iken bu kızla evlenmiş olduğunu, o günden beri karısı Fâtıma’nın, hiçbir erkek yüzü görmediğini anlatmıştır. Böyle iken İbn İshâk, ondan rivayet naklediyor. Hatîb-i Bağdâdî’nin tespitine göre İbn İshâk, gaza (savaş) haber­lerini vaktinin şâirlerine gönderir ve onlardan bu olayların temasına uygun şiirler yazmalarını istermiş ki o şiirleri, olaylara eklesin. (Mîzânu’l-İ’tidâl: III/468-471)  İbn-i Hişam ünlü ‘es-Siretu’n Nebeviyye’ adlı eserini, İbn-i İshak’ın eserinden, bazen aynen alsa da, bazen de onun gerçeklere aykırı rivayetler yazdığını, bu yüzden bazı rivayetleri kendi eserine almadığını söylemiş ve onu eleştirmiştir. Evet kısaca İbn-i İshak, eserinden faydalanan kişiler tarafından dahi eleştiri alan, bir çok alimce yalancılıkla suçlanan bir kişidir. Yalancılığı ile ün yapmış böyle bir adamın kitabında bu olayın anlatılmış olması, doğruluğunu mu gösterir yoksa aksine yalan olduğunu mu? Kaldı ki İbn İshak’ın Sîre’sinde, şeytân âyetlerinden nasıl bahsedilmektedir görelim: Ebu Hayyan, Bu rivayet, Muhammed bin İshak’ın siretinde şöyle değerlendirilir. “Bu zındıkların uydurmasından ibarettir.” Beyhaki de “bu kıssa, nakil yönünden sabit değildir, ravileri de yalancılıkla itham edilmiştir.” demektedir. (Maşallah Turan, Batılı iki müsteşrik W. Montgomery Watt ve Rudi Paret’in İslam’ı algılama biçimlerinin kritiği, s. 41)  Dursun, olayın bir bölümünün Buhâri’de de yer almış olduğunu söylüyor. Oysa Buhâri’de yer alan, şeytân âyetleri olayı değil, sadece ilk sûrelerden olan Necm Sûresini dinleyen müşriklerin, surenin cazibesine kapılıp Müslümanlarla birlikte secde etmiş olmalarıdır: “İçerisinde secde (ayeti) olup indirilen ilk sure Necm suresidir.  Rasulullah (a.s) ve arkasında olan herkes secde etti. Ancak secde etmeyen bir kişi vardı o da yerden bir avuç toprak alıp ona secde etti. Daha sonra onu kâfir olduğu halde öldürüldüğünü gördüm.” (Buhârî, Tefsîr, Necm Sûresi: LXV/54) Hadis olarak ele alındığında olay, Said ibn Cübeyr yoluyla İbn Abbâs’tan, Ebu Ma’şer ve Yezîd ibn Ziyâd yoluyla da Muhammed ibn Ka’b el-Kurazî’den rivayet edilir. Ama Hz. Peygamber’e kadar giden kopuksuz bir senedi yoktur. Bu rivayeti Kelbî de Ebû Salih yoluyla İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Ama Kelbî itimâda şayan görülmez. (Güvenilir değildir.) Zaten yukarıda da belirttiğimiz gibi, sağlam hadis mecmuaları bu rivayeti almamışlardır.

Dursun,  olayın, ibn Hacer Askalânî tarafından doğrulandığını iddia ediyor ki bu da yanlıştır/yalandır. İbn Hacer, bu konuda Kirmânî’nin şu sözünü nakleder: “Bu secde olayının, Peygamber’in okuması sırasında, şeytanın attığı sözler sebebiyle vuku bulduğu şeklinde söylenen söz, ‘ne akıl ne de nakil bakımından doğru değil’dir.” (Fethu’l-Bârî, VIII/439-614) Tabii ki kim bu eseri bulupta orjinalinden okuyabilecek, saha boş ateist/oryantalistler için…! Dursun çoğu zaman yaptığını yapmış ve ayetleri bağlamından koparıp istediği gibi birbirlerine eklemiş, İslami kaynaklardaki rivayetleri işine geldiği şekilde parça parça alıp birleştirmiş, uydurma rivayetleri sahih- doğru imiş gibi aktarıp okuyucuyu yanıltmaya çalışmıştır. Ara bir örnek verip sonra konuya geri dönelim: “Nerede bulursanız öldürün!…” Kur’an böyle diyor. (Bakara, ayet: 191)” Halbuki Dursun bir önceki ayetin ne olduğunu verse insanları aldatamayacaktı!  “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara, 190)

Bu kıssanın sahih bir senetle gelen tek bir rivayeti mevcut değildir. İbni Hacer, “Said bin Cübeyr’in rivayeti hariç, bu konudaki rivayetlerin tamamı zayıf ve munkatıdır.” derken, Tek kalan diğer zincirindeki ‘Said bin Cübeyr’in de, İ. Abbas ile görüştüğünden’ de İbni Hacer emin değildir. ‘Fima ahseb’ (zannımca) diyerek, Cübeyr’in İ. Abbas ile görüştüğünden emin olmadığını ifade eder. Özetle, Mekkeli müşrikler putlarının ismi zikredilince, Müslümanlar Allah’a secde ederken onlar da kendi putları için secde etmişlerdir.  Mekke’de Müslümanlar Kabe’de namaz kılmaya başlayınca ve Habeşistan’da Necaşi’ye karşı, Müslümanlara müsamahakar davrandığı için isyanlar da başlayınca Habeşistan’daki Müslümanlar Mekke’ye geri dönmüşlerdir. (Profesör Sait Şimşek, Günümüz tefsir problemleri, s. 498-544)  Olay, büyük ihtimal efendimiz Kur’an’dan ayetler okunurken araya girip yukarıdaki cümleyi söyleyen Mekke’li müşriklerin sözlerinin, dışarıdan duyanlarca, ayetlerle karıştırılmasından ibarettir. İbni Kesir, Beyhaki, Kadı Uyad, İbni Huzeyme, Kadı Ebu Bekir İbnülarabi, İmam Razi, Kurtubi, Bedruddin Ayni, Şevkani ve Alusi bu hikayenin tamamen uydurma ve asılsız olduğunu belirtirler. İşin ilginci ünlü İslam düşmanı Leone Caetani bile bu rivayeti kabul etmeyip reddetmiştir. (Jozeph Hubby, Manuel d’Histoire des Religion, s. 785)  

Görüldüğü gibi ana kaynaklara okuyucunun ulaşmasının imkansızlığını düşünen Dursun, ayetleri, İslami eserlerdeki yorumları, uydurma hadisleri bir araya getirip İslam’a saldırma için bir zemin oluşturmaya çalışmıştır. Daha sonra Ebû Bekr ibn el-Arabînin ve Kadî Iyad’ın, anlatılan bu olayın düzme olduğu hakkındaki görüşlerini aktarır: İbnu’l-Arabi şöyle der: “Taberî, asılsız birçok rivayet aktarmıştır. Bunların aslı yoktur.” Kadî lyâd’da: “Sağlam hadîsçilerin hiçbiri, bu olayı sağlam, kopuksuz bir zincirle nakletmemiştir. Bu rivayetin aktarıcıları zayıf, rivayetleri karmakarışık, senedi (rivayet zinciri) kopuktur. Bu rivayetin dayandırıldığı tabiînin ve müfessirlerin hiçbiri, rivayet zincirini vermemişler, bunu herhangi bir sahabiye dayandırmamışlardır. Bu konuda -Hz Muhammed’e değil- ‘tabiîlere’ varan rivayet yollarının çoğu zayıftır, çürüktür. Bezzâr, bunun anlatımı doğru olan hiçbir yolu yoktur. Bir tek Ebû Bişr’in, Saîd ibn Cübeyr’den rivayeti anılabilir ama o da ‘sahabelere varmaz.’ Kelbî ise, rivayeti caiz olmayan, çok zayıf (güvensiz) bir kişidir. Şayet bu rivayet doğru olsaydı, Müslüman olanların çoğunun dinden dönmeleri gerekirdi.” demiştir. Öyle ya, yıllarca onların tanrılarını reddet sonra aniden onlarla aynı ‘tanrı’lara secde et. Birçok Müslüman isyan ederdi. Zaten aynı teklifle Mekke müşrikleri peygamberimize gelmişler, “Bir yıl biz senin tanrına, bir yıl siz bizim tanrımıza ibadet edin.” Teklifinde bulunmuşlar ama efendimiz bu teklifleri reddetmiştir. (İbni Hişâm, Sîre, I/388; Taberî, Tarih, II/225-226)

İddianın geçersizliğinin delilleri: Öncelikle Hz Muhammed putları yüceltmek gibi küfür ve kendisine nazil olmayan şeyi Allah’a isnad etmek gibi yalan ve iftiralardan korunmuştur. (Hakka, 44-47: ‘O Bizim adımıza bazı laflar uydurmaya kalkışsaydı,  Elbette biz onu bundan dolayı kuvvetle yakalardık. Sonra da muhakkak O’nun kalb damarlarını keserdik, (boynunu vururduk).  O vakit sizden hiçbiriniz ona siper de olamazdınız.’ Ayrıca bakınız; Necm, 3-4; İsra, 74-75;Fussilat, 42) “İbni Kesir bu hususta şunlara yazmıştır: Bu hikaye hangi senetle rivayet olmuşsa hepsi mürsel (Sahabe ravi zincirinde yok) ve munkatı (Senetinde kopuk olan) rivayetlerdir. Ben bu hususta hiçbir muttasıl (senetti tam) rivayete rastlamadım. Muhammed bin Ishak bin Huzeyme, ‘Bu kıssayı zındıklar uydurmuştur’ derken Beyhaki de ‘Nakil yönünden sabit değil ve raviler cerh edilmiş, eleştirilmiştir’ demektedir. Kadı Iyad, ‘Bu hikayenin zayıflığı, kütübi sitte müelliflerinin hiç birinden nakledilmemiş olmaları, seneti tam olan bir zincirle aktarılmamış olması ve güvenilir ravilerce nakil olunmamasından dolayı ortadadır’ demektedir. Buhari’nin hadis kitabında Garanik hikayesi yoktur sadece Müslüman, ins ve cinlerin secde ettiği rivayeti vardır.” (İ. F. Ertuğrul, İzale-i Şükuk, s. 36-38, 73) Ayrıca rivayetlerde ihtilaflar vardır: Leturteca, turteca, turteda şeklinde hikaye farklı kelimelerle nakledilir. (Ertuğrul, s. 38) Hikayede bu sözleri söylediği iddia edilenler de ihtilaflıdır: ‘Peygamber söyledi, şeytan söyledi, orada bulunan müşriklerden biri söyledi.’ gibi. (Mevdudi, II/481) “Müşriklerin düşmanlığı bu kadarcık bir söze aldanıp içeriğini öğrenmeden hareket etmeyecek kadar büyük bir düşmanlıktı. Onlar nasıl bir kanaat birliğine varıp birlikte secdeye vardılar?” (Ertuğrul, İzale-i Şükuk, s. 38) Bu söz nasıl doğru olabilir ki? İfade edilen ayetteki ahenk ve sözün düzeni eklenen cümle ile hiç uyum gösteriyor mu? ‘Onlar yüce kuğulardır ve şefaatleri umulur.’ sözünden sonra, ‘Demek erkek size, dişi ona öyle mi? O zaman bu, insafsız bir taksim! Putlar sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir.’ Devamındaki ayetler de zaten tamamı ile putları yermekte, Allah katında bir değerleri olmadığı ifade edilmektedir. O toplantıda bulunan herkes deli mi idi ki, birbiri ile çelişen ve Kur’an’la hem kendi içinde hem bütünlüğü içinde aykırı olan bu cümleleri herkes onaylayıp secde edebilsin?! Necm suresi tamamı ile Mekke’li müşriklerin eleştirileri ile doludur. Kureyş’in peygamberi yalanlamalarına ve onu sapıklık ve nefsine uymakla ithamlarına cevap vermektedir. Melekleri dişilikle nitelendirenler alaylı bir üslupla kınanmakta ve müşriklerden yüz çevirme emredilmektedir. En sonunda da azar ve tehdit dolu bir emir ile müşriklere seslenilir: “Haydi Allah’a secde edip ona kulluk edin!” (Necm, 62) Eğer bu olay doğru olsa idi, müşrikler bunu Müslümanlara karşı daha sonra da kullanırlardı. Razi, bu hikayeye uydurma, Beydavi, merdud -reddedilmiş-, Iyaz ise,’ Buna ancak her garip olan şeye aç gözlü olup kitaplarında sahih ve zayıf her şeyi alıntı yapan tarihçi müfessirler düşkünlük gösterdi.’ demektedir. (Ertuğrul, s. 40) İddiaya göre Hz Peygamberi uyarmak üzere İsra suresinin ilgili ayetleri inmiştir. Halbuki isra suresi miraçtan sonra inmiştir. Miraç nübüvvetin 11. veya 12. gecesi meydana gelmiştir. Yani -Haşa- Allah yalanlamayı 5 veya 6 yıl sonramı  yapmıştır. Teselli için indiği söylenen Hacc 52. ayet ise, hicretten bir yıl sonra bütün sure ile birlikte inmiştir. Yani yalanlama-uyarıdan 2 veya 2,5 sene sonra mı gelmiştir! Bu kabul edilebilir mi? (Mevdudi, II/483) Bizzat Necm suresinde sözde iki cümlenin olduğu iddia edilen sözlerden sadece 5 ayet sonra meleklerin şefaatinden bahsedilir ama bir şartla, ‘Allah izin verirse!’ (Necm, 36) Hem 3 put hem de Allah’tan izinsiz şefaat edebileceği aynı surenin 5 ayet öncesinde geçebilmesi mümkün müdür? (İbrahim Avad, Masdarul-Kur’an, s. 28) Daha önce defalarca bizzat amcası Ebu Talip dahil, putlara karşı tavrını yumuşatmasını istediklerinde peygamberimizin verdiği cevap (Mal, makam ve kadın tekliflerini reddettiği) malumdur. (İbni Hişam, I/266) Üç yıl ambargo ve kuşatmaya katlandıktan sonra mı bu çirkin geri dönüş yapılacaktır? Hem de Ömer ve Hamza gibi iki güçlü kahraman ve civar kabilelerden İslam’a girişler başladıktan sonra? Utbe bin Rebi’a adeta altın bir tepsi içinde kendisine servet ve reislik sunmuş, o ise bunu reddetmişti. (İbni Hişam, I/293-294; İbrahim Avad, s. 28-30) Hz Muhammed hiçbir zaman tevhid konusunda tavizkar davranmamıştır. Sakif kabilesi putlara bir ay olsun müsaade edip ondan sonra dilediğini yapacaklarına ilişkin müracaatlarını bile kabul etmemiştir. (İbni Hişam, II/540) İlk Müslümanlardan olan Hz Ali’ye peygamberimiz İslam’a giriş şartı olarak, “Lat ve Uzza’yı inkar edeceksin” (İbni Hişam, Sire, I/331;Taberi, Tarih,III/71) demektedir. Eğer böyle bir şey yaşansa idi, Hz Ali demez mi idi ki, “İlk şartın bu idi, o kadar zorlukla karşılaştık, zülme uğradık, şimdi ne değişti?” Onun gibi yıllarca işkence gören ilk Müslümanlar da benzer itirazlarda bulunmazlar mı idi? Ama hiç bir tarihi belgede böyle bir itirazdan bahsedilmektedir. İbni Saib el-kalbi, ‘el-Asnam’ adlı eserinde, Kureyşlilerin kabe etrafında tavaf ederlerken, Lat, menat, uzza hakkı için, onlar turnalardır ve şefaatleri umulur, dediklerinde Allah şu ayetleri indirir: ’Gördünüz mü Uzza’yı, Lât’ı. Ve ötekini, üçüncüsü olan Menât’ı. Erkek size, dişi Allah’a mı? İşte bu, insafsız bir bölüştürme. Bunlar, sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka şeyler değildir. Onlar hakkında Allah bir kanıt indirmemiştir. Onlar, sadece sanıya, bir de nefislerin hoşlandığı şeylere uyuyorlar. Yemin olsun, onlara hidayet Rablerinden gelmiştir.’ Öyle görülüyor ki zındığın biri bu rivayeti alıp tahrif etmiştir. Kureyş’in putları hakkındaki sözlerini Hz Peygamber söylemiş gibi göstermiştir. (Avad, s. 31) Bu iki söz işitilince Müslümanları secdeye iten sebep ne idi? Bilindiği gibi Kur’an’da secde ayetleri vardır ve okunduğunda secde edilmesi gerekir. Halbuki burada secde ayeti de yoktur! Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesai, Müsned’de bu olay gerçek şekliyle anlatılmıştır. Bütün olay Hz Peygamberin Necm suresini okuması ve sonunda da secde edince o toplantıda hazır bulunanların da secde etmesinden ibarettir. Büyük ihtimal Kureyşliler bu bir anlık dalgınlıkları sonucu yaptıkları secdeden pişmanlık duyup  buna bir gerekçe bulmaya çalışmış ve “biz bunu istemiyorduk ama Muhammed mabudlarımızı övdü, bizde bunun üzerine secde ettik.” Yakut, ‘Mucemul Büldan’ adlı eserinde ‘Uzza’ kelimesini tarif ederken, Kureyşlilerin Kabe’yi tavaf ederken ‘Ve’l-lat ve’l-uzz’ dediklerini belirtmiştir. Bununla şu ihtimal ortaya çıkıyor; Rasulullah’ın ağzından (Putları eleştiren Necm, 19-20. ayetlerdeki) lat ve uzza’nın adını duyan bir müşrik bu sözleri yüksek sesle söylemiş ve toplantıda hazır bulunanlar bunların Hz Peygamberin sözleri sanmıştır. (Avad, s. 81) 

Sonuç

Necm suresi 19-28. ayetler şirki reddetmiştir. “Şirke hakaret üstüne hakaret yağdırırken, araya öven bir cümle ne ifade eder ki? “ (M. H. Heykel, s. 69; Fi Zılali’l-Kur’an, XXVII/73) Garanik olayını Beyhaki (Razi, Mefatihul Ğayb, VI/245), Kadı İyad (Eşsşifa, II/111), Essuheyli (er-Ravdul-unuf, I/229), Beydavi, Neysaburi, Ebu’s-Suud, Maturidi, İbni Kesir, Nevevi, Bedruiddin Aynî, Hazin, Hatip Şirbini, Alusi, Ebu Bekr İbnul Arabi, ebu Hayan (Tefsiru İbni Kesir, Razi, Hatip Şirbini, Ebus-Suud, Alusi tefsirlerinin Hac 52. ayet tefsirleri)  reddetmişlerdir. Ahmet Hamdi Aksekili, bu rivayetin 15 farklı şekilde rivayet edildiğini ve 11 çeşit anlatım tarzının olduğunu naklederek bu rivayetin uydurma olduğunu belirtmiştir. (Aksekili, Hatemu’l-Enbiya’ya İftiranın Reddiyesi, s. 22) Hikayeye göre Garanik olayından sonra peygamberimizi uyaran İsra 73-75. ayetler inmiştir. Halbuki bu Sure olayın olduğu iddia edilen zamandan 5-6 sene sonra, Miraç hadisesinden sonra inmiştir. Efendimizi bu olayla ilgili teselli etmek üzere indiği bildirilen Hac 52. ayet ise, Hicri I. Yılda inmiştir. Olayın üzerinden 9 yıl geçtikten sonra yani. Sadece bu iki sure ile ilgili rivayetler bile garanik olayının ne kadar mantıksız bir iddia olduğunu göstermeye yeterlidir. İbni Âşur, bu iddiayı “İbnu’z-Ziba’ra gibi cahil alaycıların uydurduğunu” ifade eder. (Tefsirur Tahrir, XVII/305)  L. Caetani adlı ünlü İslam düşmanı oryantalist bile bu hikayenin uydurma olduğunu itiraf eder.  (İslam tarihi, II/264-265): ‘Garanik ayetleri gerçek olamaz. Olayın daha sonra kurgulandığını anlayabiliyoruz.’ (Caetani, Annali dell’Islam, I/278) Garanik olayının, Mekkeli müşriklerce üretilen bir haber olduğu konusunda neredeyse ittifak sağlanmıştır. (Prof A. Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 42) Yusuf Ziya Yörükan, Garanik rivayetinin bizzat hadis tenkitçileri tarafında reddedildiğine, Müşriklerce peygamberimize teklif edilen birçok vaadleri reddetmiş iken, kendiliğinden peygamberimizin böyle bir sözü ifade etmiş olmasının imkânsız olduğuna, zaten bizzat Necm suresinin öncesi ve sonrasınında  bu olaya müsait olmadığına işaret eder. (Y. Z. Yörükan’ın siyer metodolojisine katkıları, Tebliğ, Darulfünun İlahiyat sempozyumu, s. 435-441)

.

Bu Konuyu Sosyal Medyada Paylaş

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz


Yukarı Çık