İslam ve Hz. Muhammed Hakkında Batılıların Sözleri *
George Sale, Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul etmese de, ‘güzel bir ahlaka sahip olduğunu’ itiraf eder. (G. Sale, The Koran, s.7) Kafir bile ahlakını reddedemiyor.
“Hz Muhammed yeryüzünde Allah’ın dinini kurmak üzere gönderilmiş idi. Kuran’ın en büyük iddiası Allah’ın, yani yaratıcının birliğidir ve Hz Muhammed bunu anlatmak için gönderilmiştir.” ( Lord John Davenport, Hz Muhammed ve Kuran’ı kerim, s. 47)
“Bu Zât’ın etrafına maksatlı bir şevkle yığdığımız yalanlar, bizim için sadece bir utanç vesilesidir. Sessiz ve büyük bir ruh; ancak ciddî olabilen biri. Maksadı, dünyayı aydınlatmaktı; dünyayı Yaratan, böyle emretmişti.” (Thomas Carlyle, Heroes and Hero Worship and the Heroic in History, 1840)
“Bir elinde kılıç, diğer elinde Kur’ân’la resmedilen Müslüman asker tipi, sadece bir sahtekârlıktan ibarettir.” (A. S. Tritton, Islam, 1951)
“Tarih gösteriyor ki, dünyayı süpüren ve hâkimiyetleri altına aldıkları ırkları kılıcın ucuyla İslâm’ı kabule zorlayan fanatik Müslümanlar masalı, tarihçilerin tekrarlaya geldikleri en fantastik ve en saçma hurafelerden biridir.” (De Lacy O’leary, Islam at the Crossroads, Londra, 1923)
“Muhammed’in sağduyusu, krallığın ihtişamını çok hakir görüyordu. Allah’ın Elçisi, ailesinde bir hizmetçi gibi davranıyor, ateşi yakıyor, yeri süpürüyor, koyunları sağıyor, elbiselerini ve ayakkabılarını bizzat kendisi tamir ediyordu. Bir rahip, bir keşiş görüntüsü verme gereği de duymadan, çok tabiî bir zühd hayatı yaşıyordu.”
(Edward Gibbon, The Decline and Fall of the Roman Empire, 1823)
“Muhammed’in hayatının en büyük başarısı, sadece ahlâkının gücünde yatmaktadır. Hayranlığımızı çeken, O’nun dininin anlatılması değil, devam edebilme gücüdür. O’nun Mekke ve Medine’ye nakşettiği aynı duru ve mükemmel tesir, onca olup bitene rağmen, 12 asırdır Hint, Afrikalı ve Türk Müslümanlarca aynen korunmaktadır. Onlar, inanç ve ibadetlerinde yönelip, kendisine bağlandıkları makamın beşer seviyesine düşmesine karşı durmayı daima bilmişlerdir. Ulûhiyet kavramı, hiçbir zaman bir putla değerden düşürülmemiş, Peygamber’e verilen değer, asla beşerî sıınırı aşmamış ve O’nun getirdiği ve canlılığını sürekli koruyan prensipler, takipçilerinin kendisine karşı duyduğu saygı ve teşekkür hislerinin, hep akıl ve din sınırları içinde kalmasını sağlamıştır.” (Edward Gibbon, Simon Oakley, History of the Saracen Empire, Londra, 1879)
“Koruduklarının en vefalı koruyucusu ve konuşması en tatlı, en kabul edilir olandı. O’nu ilk görenler, karşısında önce saygıyla ürperir, yanına yaklaşanlar ise O’nu sever ve O’nu tarif edenler, “Ne daha önce, ne de daha sonra O’nun gibisini görmedim.” derlerdi. Çok az konuşurdu, fakat konuştuğu zaman da vurgulu ve bilerek konuşur ve dinleyen kimse,O’nun söylediklerini unutmazdı.” (Laneâ Poole, Speeches and Table Talk of the Prophet Muhammad)
“Arabistan’ın bu büyük Peygamberinin hayatını ve şahsiyetini inceleyen ve nasıl öğrettiğini, nasıl yaşadığını bilen herkesin, Ulu Zât’ın elçilerinin en büyüklerinden biri olan bu güçlü Peygamber için ürpertici bir saygıyla dolmaması mümkün değildir. Arzettiğim bu eserde söyleyeceklerimin pek çoğu, çoklarının bildiği şeyler olsa da, ben onları ne zaman yeni baştan okusam, bu Arabistanlı Muallim için hep yeni bir hayranlık, yeni bir saygı duyuyorum. ” (Annie Besant, The Life and Teachings of Muhammad, Madras, 1932)
“Fakirlere karşı cömertliği o derecedeydi ki, sık sık bizzat kendi ailesi aç kalırdı. Fakirlerin sadece ihtiyaçlarını gidermekle kalmaz, onlarla sohbete oturur ve acılarını büyük bir içtenlikle paylaşırdı. Sağlam bir arkadaş, vefalı bir yoldaştı.” (W. C. Taylor, The History of Muhammadanism and its Sects)
“Hem devletin hem caminin başı; hem Sezar hem Papa, fakat Papa’nın sun’iliklerini taşımayan bir Papa ve hususi birlikleri, özel korumaları, devamlı silâh altında bir ordusu, polis gücü ve sabit geliri olmayan bir Sezar. Eğer tarihte her bakımdan ilâhî kaynağa dayalı olarak hükmetmiş biri varsa, o da Muhammed’dir; çünkü O, en güçlüydü, fakat güce ehemmiyet verdiği yoktu. Özel hayatında ne kadar sade ise, halkın içinde de o kadar sade idi. Muhammed’in dininde, burada her şey farklıdır. O’nun hakkında, gizemli ve gölgeli şeyler değil, açık bir tarih var. Muhammed’in dışa dönük tarihini biliyoruz; O’nun, misyonunu ilânıyla başlayan içe dönük tarihi konusunda ise, menşei ve korunmasıyla eşsiz ve hakkında kimsenin ciddiye alınabilecek bir şüphe ortaya koyamadığı en Aslî Bir Otorite’ye dayanan bir kitaba sahip bulunuyoruz.” (Reverend Bosworth Smith, Muhammad and Muhammadanism, Londra, 1874); “Muhammed, rütbe bakımından insanların en yücesi olarak kabul ediyorum. Hatta insanlık onun bir benzerini görmemiş ve görmeyecektir.” Reverend Bosworth Smith (Cüneyt Avcıkaya, Kolaycılığa kaçmanın adıdır deizm, s. 107 )
“İslâm, kelimenin etimolojik ve tarihî en geniş anlamıyla makul bir dindir. Bu dinde Kur’ân ve Peygamber’in öğretileri, daima temel kalkış noktası olarak önceliğini korumuş ve tevhid akidesi, her zaman hiç bulanmaz bir berraklık, bir ululuk ve tam bir kanaat ve kararlılıkla ilân edilmiştir. Böylesine net, bütün teolojik karmaşıklıklardan uzak ve her insanın idrakine hitap edebilen bir akideden, insanların vicdanına her zaman kolaylıkla yol bulması beklenir ve nitekim bulmuştur da.” (Edward Montet, La Propagande Chretienne et ses Adversaries Musulmans, Paris 1890)
“Muhammad, halkı için parlak bir örnekti. Şahsiyeti, öylesine pâk ve lekesizdi. Evi, elbisesi, yiyecekleri… kısaca, bütün hayatı sade idi. Sun’ilikten o kadar uzaktı ki, arkadaşlarından asla özel bir saygı beklemez; bizzat kendisinin gördüğü kendi şahsî hizmetini kendisine kölesinin bile yapmasını istemezdi. Herkes, her zaman huzuruna girebilirdi. Hastaları ziyaret ederdi ve herkese karşı sevgi doluydu. Toplumunun iyiliğine duyduğu ilgi ve bu konuda gösterdiği gayret ölçüsünde de cömert ve âlicenap idi. ” (Dr. Gustav Weil, History of the Islamic Peoples)
“Dünyada başka hiç kimse, önüne gönüllü veya gönülsüz O’nunkinden daha büyük bir hedef koymamıştır: Allah’la insan arasına sokulmuş bâtıl inançları ortadan kaldırmak; Allah’la insanı aracısız karşı karşıya getirmek; puta tapıcılığın maddî ve çarpıtılmış ilâhlar kaosu arasında aklî ve kutsal ilâh kavramını yeniden yerleştirmek. Dünyada başka hiç kimse, bu kadar zayıf vasıtalarla insan gücünün bu kadar ötesinde bir işe girişmemiştir; böylesine büyük bir hedefin tasarlanmasında ve uygulamaya geçirilmesinde kendinden başka vasıtası ve çölde yaşayan bir avuç insandan başka yardımcısı yoktu O’nun. Ve, başka hiç kimse dünya üzerinde O’nun gerçekleştirdiği ölçüde büyük ve kalıcı bir ikinci inkılâbı gerçekleştirmiş değildir; çünkü, iki asırdan daha az bir zaman içinde İslâm, inanç ve hâkimiyet plânında tüm Arabistan’a yayılmış ve Allah adına İran’ı, Horasan’ı, Mâverâünnehir’i, Batı Hindistan’ı (Pakistan), Suriye’yi, Habeşistan’ı, bütün Kuzey Afrika’yı, İspanya’yı, Akdeniz’de çok sayıda adayı ve Galya’nın (İspanya) bazı kısımlarını fethetmiştir. Eğer gayenin büyüklüğü, vasıtaların azlığı ve neticenin şaşırtıcılığı insan dehasının üç ölçüsüyse, modern dönemler tarihinde kim Muhammed’le karşılaştırılabilir ki? En meşhur insanlar, sadece ordular, kanunlar ve imparatorluklar meydana getirmişlerdir. Çoğu defa gözleri önünde dağılıp giden maddî iktidarlardan başka bir şey kurmamıştır onlar. Fakat bu insan, yalnızca orduları, kanunları, imparatorlukları, milletleri ve hanedanlıkları harekete geçirmekle kalmamış, ayrıca, o zamanki meskûn dünyanın üçte birinde milyonlarca insanı ve daha da ötesi mâbedleri, ‘tanrı’ları, dinleri, fikirleri, inançları ve ruhları yerinden oynatmıştır. Her harfi kanun olan bir Kitab’a dayanarak, her dil ve her ırktan insanlardan bir mânâ ümmeti çıkarmıştır. Bize, bu Müslüman ümmetin silinmez karakterini, sahte ilâhlardan nefreti ve bir ve gayr–i maddî Allah tutkusunu bırakmıştır. Göğün, kudsiyetinden uzaklaştırılmasına karşı oluşan bu ulûhiyet tutkusu, Muhammed’in takipçilerinin en büyük faziletidir; arzın üçte birinin bu inanca teslim olması, O’nun bir mûcizesidir. Uydurma ilâh zürriyetlerinin bıktırıcılığı altındaki bir dünyada ilân edilen Allah’ın birliği inancı, telâffuz edilir edilmez bütün eski putperest mâbedlerini yerle bir eden ve dünyanın üçte birini harekete geçiren başlı başına bir mûcizeydi. Bu Zât’ın hayatı, tefekkürü, ülkesinin bâtıl inançlarını kahramanca inkârı, puta tapıcılığın öfkelerine meydan okumaktaki cesareti, Mekke’de 13 yıl süreyle gösterdiği sabır ve tahammül, halkın ezâsını ve hattâ hemşehrilerinin kurbanı oluşunu kabulü; evet, bütün bunlar ve ilâveten kesintisiz tebliği, tuhaflıklara karşı koyuşu, başarıya inancı ve felâketler karşısındaki insan üstü güven duygusu, zafere götüren sabır ve azmi, tek bir ideale olan tutkulu bağlılığı ve asla imparatorluk peşinde olmayışı; bitmez duası ve ibadeti, Allah’la olan mânevî haberleşmesi, vefatı ve vefatından sonraki muzafferiyeti; bütün bunlar bir yalana değil, sarsılmaz bir inanca şahitlik etmektedir. Esaslı bir akideyi yeniden yerleştirme hususunda O’na güç veren bu inançtı. Bu akîde de, iki taraflıydı: Allah’ın birliği ve Allah’ın maddî olmayışı. Birinci taraf, Allah’ın ne olduğunu, ikinci taraf da ne olmadığını anlatıyordu. Fikirlerin filozofu, hatibi, elçisi, ortaya koyucusu, cenkçisi ve fâtihi; aklî inançların, tasvir, timsal ve heykelleri olmayan bir dinin ve 20 dünyevî ve bir mânevî devletin kurucusu Muhammed. İnsan büyüklüğünün tesbitinde kullanılan bütün ölçüler içinde soruyoruz: O’ndan daha büyüğü var mıdır? ” (Alphonse de LaMartaine, Historie de la Turquie, Paris, 1854)
“Bugün, milyonlarca insanın kalbine tartışmasız hükmeden bir Zât’ın en güzel olan hayatını bilmek istiyordum. Şimdi her zamankinden daha eminim ki, bugün de hayatta İslâm’a yer veren güç, asla kılıç değildir. İslâm, gücünü, sadeliğinden, Peygamber’in kendisini bütünüyle nefyetmesinden, verilen söze ve yapılan anlaşmalara mutlak bağlılıktan, Peygamber’in, arkadaşlarına ve takipçilerine olan vefasından, korkusuzluğundan, Allah’a mutlak tevekkülü ve misyonuna olan kesin itimadından almaktadır. Kılıç değil, bu unsurlardır ki, İslâm’ı her tarafa taşımış ve her engeli aşmıştır. Peygamber’in hayatının 2’nci cildini bitirdiğim zaman, bu büyük hayat hakkında daha fazla okuyamayacağım diye ciddî üzüldüm.” ( Mahatma Gandhi, Young India, 1924’te yayınlanan ifadesi)
“Gelecek 100 yıl içinde İngiltere’de, hayır bütün Avrupa’da hâkim olma şansına sahip bir din varsa, bu, İslâm olabilir. Olağanüstü canlılığından dolayı Muhammed’in dinine daima büyük değer verdim. Bu din bana, varlığın ve hayatın değişen çehresini özümseyebilen ve her çağa hitap edebilen tek din olarak görünüyor. O harika Zât’ı da inceledim ve O, bana göre, bırakın deccal olmayı, İnsanlığın Kurtarıcısı olarak çağrılmalıdır.İnanıyorum ki, O’nun gibi biri modern dünyada diktatörlüğü ele geçirecek olsa, bu dünyanın en çok ihtiyacı olan barış ve mutluluğu sağlayacak bir tarzda onun bütün problemlerini çözer. Bir öngörüm var: Muhammed’in inancı, yarının Avrupa’sında kabul görecektir, nitekim bugünün Avrupa’sında kabul görmeye başlamış bulunmaktadır. ” (Sir Georged Bernard Shaw, The Genuine Islam, 1936, 1: 8 )
“Dünyayı en çok etkileyen şahıslar listeninin başına Muhammed’i koymuş olmam, bazı okurları şaşırtacak, bazılarınca da sorgulanacaktır. Fakat, tarihte hem seküler hem de dinî alanda mutlak mânâda muvaffak olmuş tek insan O’dur. Denebilir ki, Muhammed’in İslâm üzerindeki şahsî tesiri, İsa Mesih ve Aziz Pavlos’un Hıristiyanlık üzerinde birlikte bıraktıkları tesirden daha fazladır. Seküler ve dinî tesirin, tarihteki eşi görülmedik bir şekilde birleşmesi, Muhammed’in, tarihin en etkili şahsı olmasına yetmektedir.” (Michael Hart, The 100, A Ranking of the Most Influential Persons in History, New York, 1978)
“Elindeki imkânların kıtlığı, buna karşılık başardığı işlerin boyutu ve kalıcılığı, O’nun ismini dünya tarihinde, sadece Mekkeli Peygamber olmanın çok ötesine taşımaktadır. Güzel şehirler, devlet sarayları ve mâbedler, varlıklarını O’nun sayısız hanedana aşıladığı hareket ve hamle kabiliyetine borçlu olup, çok geniş ülkeler ve eyaletler de, yine O’nun sayesinde imana teslim olmuştur. Bütün bunların ötesinde, O’nun sözleri, nesillerin inancını belirlemiş, hayatlarının prensipleri olarak kabul edilmiş ve öbür dünya adına rehber olarak benimsenmiştir. Binlerce mâbedde mü’minler, Allah’ın Peygamberi, Resüllerin sonuncusu olarak kabul ettikleri bu Zât’a salâvat getirir. Beşerî tanınmışlığın ölçüleriyle değerlendirildiğinde, hangi fâninin şerefi O’nunkiyle mukayese edilebilir? ” (J. W. H. Stab, Islam and Its Founder)
“Ciddî ve ağırbaşlı idi; çok az yer, çok oruç tutardı. Çok sade giyinir, gösterişten kaçar, bilgi satmazdı. Sadeliği tabiî idi ve giyim gibi hususlarla ayrıcalık sergilenmesinden asla hoşlanmazdı. Muamelelerinde âdildi. Arkadaş olsun yabancı olsun, zengin olsun fakir olsun, güçlü veya zayıf olsun, herkese adaletle muamele ederdi. Bilhassa halk kesimlerine çok yakın ilgi gösterir, onların şikâyetlerini dinler ve onlar tarafından çok sevilirdi. Askerî başarıları, kazandığı zaferler, O’nda hiçbir gurur ve kendini beğenmişlik uyandırmadı; eğer bu başarılar şahsî gayelere dayanmış olsaydı, mutlaka uyandırırdı. Düşmanlarıyla çepeçevre sarılı olduğu zaman hangi sadelik ve tevazu içinde idiyse, gücünün zirvesine ulaştığında da yine aynı sadelik ve tevazu içindeydi. Bırakın bir hükümdar tavrı takınmayı, bir odaya girdiğinde kendisine normalin dışında bir saygı gösterildiğinde bile çok rahatsız olurdu.” (Washington Irwing, Life of Muhammad, New York, 1920)
“Muhammed’in dehâsı, İslâm yoluyla Araplara üflediği ruhtur ki, onları yüceltmiştir. Onları, ataletten ve kabilevî tıkanıklıktan çok büyük bir devlet olmaya yükseltmiştir. Muhammed’in Allah inancının yüceliği ve bunun O’nun karakterine ve davranışlarına kattığı sadelik, ciddiyet ve duruluktur ki, bütün çekiciliği ve gerçek ilham gücüyle, Arapların ahlâkî ve zihnî dokusunu oluşturmuştur. ” (Arthur Glyn Leonard, Islam, Her Moral and Spiritual Values)
“Kendisi bütünüyle ümmî, fakat tabiat kitabını çok iyi okumuş bulunan zihni, en okumuş ve akıllı muhalifleriyle tartışmalara girmiş ve takipçileri içinde en alt seviyede bulunanların bile idrak seviyesine seslenebilmiştir. Sade belâgatı, izzet ve inceliği bir araya getirebilmesiyle büyük etki gücü kazanıyor, iç ihtişam ve hürmet telkin ediciliğiyle çok içten bir sevecenliğin birleştiği yüz ifadeleri, karşısındaki insanlara sevgi ve hürmet telkin ediyordu. Aynı anda okumuşu tesirine alan, okumamışa hükmeden bir dehâ veya yön verici bir edaya sahipti.” (Charles Stuart Mills, History of Muhammadanism)
“Muhammed, çok kısa bir ömürde, hiç de ümit vermeyen bir malzemeden “dönemin Arapları“ o ana kadar coğrafî genişliğinden başka bir şeyi olmayan bir ülkede öyle bir din tesis etti ki, bu din, çok geniş sahalarda Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin mutlak önüne geçtiği gibi, çok kısa bir süre içinde ve çok geniş bir alanda, dönemin medenî dünyasının en gözde bölgelerini içine alan pek büyük bir devletin temellerini oluşturdu.” (Philip K. Hitti, History of the Arabs, 1951)
“Muhammed, tarihin, tek ve büyük bir gerçeği hayatlarının zembereği yapma saadetine ermiş birkaç mutlu insanından biridir. O, Allah’ın Resülü idi ve hayatın sonuna kadar kim olduğunu ve varlığının özünü oluşturan mesajını hiçbir zaman unutmadı. Aldığı mesajları halkına, çok büyük memuriyetinin şuurunda olmaktan kaynaklanan büyük bir ciddiyetle, fakat aynı zamanda en tatlı bir tevazu ile iletti.” (Stanley Lane “Poole, Studies in a Mosque)
“Muhammed’in yüklendiği vazife ve misyon, ancak Allah’a ve gayb âlemine çok derin bir imanı olan bir insanda bulunabilecek olağanüstü bir güç ve hayat örneğidir. O, arkadaşlarının imanı, ahlâkı ve bütün bir dünya hayatı üzerinde, ancak gerçekten çok büyük bir insanın yapabileceği tesiri yapmış ve çok önemli bir gerçeği yayma çabaları hep yeni yeni sonuçlar verecek kişilerden biri olarak kabul edilecektir. ” (Rodwell, hazırladığı Kur’ânı Kerim meâline yazdığı önsözden)
“İnancı uğruna her türlü işkenceye katlanmaya hazır olması, O’na inanan ve O’nu lider kabul eden insanlardaki yüksek ahlâkî karakter ve başarısının büyüklüğü, bütün bunlar,O’nun şahsiyet bütünlüğünün delilleridir. Muhammed’i bir yalancı görmek, ortaya çözülemeyecek pek çok problem çıkaracaktır. Ayrıca, tarihte büyük insanların hiçbiri, Batı’da Muhammed kadar yanlış tanıtılmamıştır. Bu bakımdan, eğer O’nu gerektiği gibi anlamak istiyorsak, sadece Muhammed’in gayesindeki temel dürüstlüğünü ve bütünlüğü tanımakla kalmamalı, geçmişten devraldığımız hataları düzelteceksek, O’nun ortaya koyduğu inandırıcı ve kesin delilin doğruluk gösterisinden çok daha öte ve önemli şeyler istediğini ve elde edilmesinin de çok zor olduğunu unutmamalıyız.” (W. Montgomery Watt, Muhammad at Mecca, Oxford, 1953)
“O’nun bütün davranışları, günlük hayatı, bugün milyonların şuurlu bir hâfızayla gözettiği bir kanun ortaya koymuştur. İnsanlığın herhangi bir bölümünün Mükemmel (Evrensel) İnsan kabul ettiği başka hiç kimse, bu kadar yakından ve bu ölçüde ayrıntıyla taklit edilmemiştir. Hıristiyanlığın kurucusunun davranışları, takipçilerinin günlük hayatını yönlendirmemiştir. Ayrıca, başka herhangi bir dinin kurucusu, geride Müslüman Resül ölçüsünde bir güven ve itimat bırakmamıştır.” (D. G. Hogarth, Arabia)
“Başka hiç bir din, İslâm ölçüsünde hızlı yayılmadı. Batı, bu dinî yayılışın ancak kılıç yoluyla mümkün olabileceği inancına kapılmıştır. Fakat, hiçbir modern araştırmacı bu görüşü kabul etmiyor; Kur’ân’ın vicdan hürriyetine verdiği destek çok açıktır. Muhammed, İslâm’ın bu, vahye muhatap kurucusu, 570’de putlara tapan bir kabile içinde dünyaya geldi. Daha doğumunda yetimdi; bilhassa fakirler ve muhtaçlar, dullar ve yetimler, köleler ve ezilmişlerle yakından ilgilenirdi. 20’sinde başarılı bir iş adamı oldu ve ardından zengin bir dulun deve kervanlarını idare etmeye başladı. 25’ine geldiğinde, O’nun faziletlerini gören bu hanım, kendisine evlenme teklifinde bulundu. Kendisinden 15 yaş büyük de olsa, bu hanımla evlendi ve onun vefatına kadar sâdık bir eş olarak kaldı. Kendisinden önceki her büyük peygamber gibi, Muhammed de Allah’ın Kelâmı’nın nakledicisi olarak hizmet görmenin utangaçlığıyla yaşadı; çünkü bu, kolay bir iş değildi. Ne var ki, Melek bir kere “Oku!” demişti. Bildiğimiz kadarıyla, Muhammed’in okuması ve yazması yoktu, fakat, kısa bir süre sonra yeryüzünün geniş bir bölümünde devrim yapacak olan vahiy mahsulü sözleri yazdırmaya başlamıştı: ‘Bir Allah vardır.’ Muhammed, her meselede pratikti ve çözüm üretebiliyordu. Sevgili oğlu İbrahim vefat ettiğinde güneş tutulması oldu ve Allah’ın, Resülü’nü tesellisi olarak yorumlandı. Muhammed, derhal müdahale etti: “Güneş tutulması gibi hâdiseler, bir insanın ölümüne verilmez.” Bu çalışmayı yaparken benim önümdeki problem daha küçük; çünkü biz, bu çarpıtılmış tarih türüyle (Batılılar ölçüsünde) beslenmedik ve dolayısıyla, İslâm hakkındaki yanlış anlamalarımızı ortaya koymak için çok zaman harcamamıza gerek yok. Meselâ, İslâm ve kılıç teorisi bizim çevrelerde fazla işitilmez. “Dinde zorlama yoktur.” şeklindeki İslâmî prensip, bizde iyi bilinir.” (K. S. Ramakrishna Rao, Mohammed: The Prophet of Islam, 1989)
“İslâm’la birlikte ruh, peşin hükümlerden, insan iradesi de, kendisini sözde gizli güçlerin, belli sırlar sahibi olduklarını ileri sürenlerin ve kurtuluş alıp “satanların iradesine tâbi kılan bağlardan kurtuldu ve neticede, Allah’la kul arasında aracılık kalktı ve dolayısıyla başkalarının iradeleri üzerinde salâhiyet iddia edenler, tahtlarından oldular. İnsan, yalnızca Allah’a kul ve başka hür insanlara karşı belirli vazifeleri olan hür bir varlık hâline geldi. İslâm’dan önce insan sosyal ayırımcılıklardan çok çekmişti; fakat İslâm, bütün insanlar arasında eşitlik getirdi. Bir Müslümanı diğerlerinden ayıran faktör doğum, renk, ırk, sosyal statü değil, sadece takvâ, sâlih amel ve ahlâkî vasıflardır.” (Dr. Laura Veccia Vaglieri, Apologia dell İslamismo, s. 3334)
“Bu tavizsiz tevhid inancı, aşkın bir varlığın mutlak hâkimiyetine olan sade ve sarsılmaz iman, İslâm’ın ana gücünü teşkil ediyor. Bu dinin bağlıları, çoğu dinlerin bağlılarında görülmeyen ve bilinmeyen şuurlu bir rıza, tatmin ve sabır duygusuna sahipler. Müslüman ülkelerde intihar hâdisesine pek nadir rastlanıyor.” (Philip K. Hitti, History of the Arabs, 1951, s. 12)
“İslâm bana, bütün parçaları tam bir denge ve kesintisiz bir huzur vericilik içinde birbirini destekler ve bütünler bir ahenk arz eden mimarî bir eser gibi görünüyor. İslâm’da her şey, gerek düstur, gerekse uygulama olarak tam olması gereken yerde. ” (Muhammed Esed [Leopold Weis], Islam at the Crossroads, 5)
“Müslüman Araplar olmasaydı,modern Avrupa medeniyeti, bütün tekâmül safhalarını aşmasını sağlayan bir hüviyete asla bürünemezdi. İslâm kültürünün belirleyici tesirinin görülmediği hiçbir insanî gelişme budu yoksa da, bu tesir, modern dünyanın en büyük kuvvet ve muzafferiyet kaynağını oluşturan tabiî bilimler ve ilim ruhu sahalarında çok daha fazla belirgindir… Bilim dediğimiz şey, Avrupa’da yeni araştırma ruhunun, yeni inceleme metotlarının, deney ve gözlem metodunun, matematiksel ölçme ve değerlendirme yöntemlerinin neticesinde ortaya çıkmıştır ki, bunlar, eski Yunan’ın malûmu değildi. Bu ruh ve bu metotlar, Avrupa’ya Araplar tarafından getirilmiştir. ” (Robert Briffault, The Making of Humanity)
“Muhammedîlik kabul edildiği zaman putperestlik, totemizm, çocukları öldürme, büyücülük hemen kaybolur. Kirliliğin yerini temizlik alır ve İslam’ı kabul eden kişi, şahsî bir şeref, haysiyet ve kendine güven duygusu kazanır. Hayasızca yapılan danslar, oyunlar ve cinsler arası ahlâksız münasebetler sona erer; kadının iffeti kabul edilen bir fazilet hâlini alır. Çalışkanlık, tembelliğin yerine geçer ve keyfîlik yerini kanuna bırakır. Düzen ve temkin yerleşir. Kan davalarıyla, hayvanlara ve kölelere kötü muamele yok olur. İslâm, batıl inançlarla her türlü tefessühü silip süpürmüştür. İslâm, boş polemiklere karşı bir baş kaldırmadır. Kölelere ümit, insanlığa kardeşlik ve temel insan fıtratına tanıma getirmiştir.. İslâm’ın yerleştirdiği faziletler edep, nefse hâkimiyet, temizlik, iffet, adalet, metanet, cesaret, cömertlik, misafirperverlik, dürüstlük ve sabırdır.. İslâm, Müslümanlar arasında tam bir kardeşlik ve eşitlik vaz’ eder. Kölelik, İslâm inancının bir parçası değildir. Çok kadınla evlilik şartlara bağlıdır ve zor bir iştir. Kaide olmaktan ziyade, sadece bir istisnadır. Musa onu yasaklamamış, Davud uygulamış, İncil de açıkça men etmemiştir. Muhammed ise, onu sınırlandırmış ve belli şartlara bağlamıştır. Müslümanlar, Allah’ın iradesine teslimiyetleri, nefse hâkimiyetleri ve iffet, doğruluk ve İslâm kardeşliği sayesinde kendilerini taklitle çok şeyler kazanacağımız bir model oluşturmuşlardır. İslâm, Hıristiyan dünyanın üç baş belâsı olan sarhoşluk, kumar ve fuhşu ortadan kaldırmıştır. İslâm, medeniyet adına Hıristiyanlıktan çok daha fazla şey ortaya koymuştur. Dünyanın üçte birinin Muhammed’in itikadına bağlanması bir mûcize, belki bir insandan ziyade, aklın mûcizesiydi. ” (Isaac Taylor, nakl. Ebu’l Fazl İzzetî, An Introduction to the History of the Spread of Islam, Oxford )
* Bu itirafların İslami açıdan bir önemi yoktur. Ama batılı ağız ile yapılmaları da önemlidir.