Giriş
İnsanların kendi zihinlerindeki dilbilgisi kuralları çerçevesinde bir vahiy kitabı bulmak maksadı ile Kur’an’a yaklaşmaları sonuçta algılama ve anlamada yanılmasamalara neden olmaktadır. Kur’an insan ürünü bir kitap değildir; ilahi kaynaklıdır ve metni de edebi/sanatsal bir mucizedir. Kendi üslubu ve dili/mantığı içinde Kur’an’ı anlamaya çalışmayanlar, önce kendi ön kabulleri çerçevesinde bir metin ile karşılaşmayı beklerken, İlahi kaynaklı bu metinler umdukları şablonlara uymayınca ve o kutsal metinleri kendi kuralları çerçevesinde (Tefsir usulü) anlama çabasına girmek yerine onu eleştirmeye, inkara yönelebilmektedirler. Kur’an ilk indiği ortamın dil ve edebiyat özelliklerini usul/metot olarak benimsemiş ve o ortamın edebi kurallarına uygun olarak indirilmiştir. Kur’an çekirdek kadrosunu Arabistan’da kurmuş, bu çekirdek kadro daha sonra İslam’ı dünyaya yaymıştır. “Kur’an, inmiş olduğu zaman dilimine ait yer alan obje ve unsurları bir araç olarak kullanmakta ve onlar vasıtasıyla evrensel mesajlar vermektedir.” (Cüneyt Eren, Kur’an metninin dil özellikleri, EKEV akademi dergisi Yıl: 18 Sayı: 59 (Bahar 2014, s. 139) Kur’an’ın ‘dili ve tefsirini’ anlamak için önce Arap dili ve edebiyatını iyi bilmek gerekmektedir. ‘Kur’an’ın anlamı sade olsa da ifade tarzı edebi ve sanatsal içeriklidir.’ Kur’an vahyedildiği dönemdeki “Konuşma dili” üzerine indirilmiştir. “Kur`an, “kitabi” (yazımsal) bir metin değil, “hitabi” (sözel) bir metindir.” (Cüneyt Eren, s. 137, 156) Muhammed Hamidullah, “Kur’an zaman zaman gramere uymayabilir. Bu durum Kur’an’ın kendi dilini yine kendisinin oluşturmasından kaynaklanmaktadır.” (Soner Gündüzöz, Kur’an’da yerleşik gramer kurallarına aykırı dil yapıları ve kur’an’ın lehçe haritası üzerine bir inceleme II, s. 132) görüşünü ifade ederken aslında, Kur’an’ın aynı zamanda Arap dili ve edebiyatının oluşmasına yaptığı katkının da altını çizer. Kur’anın birinci hedefi halkın anlaması olduğu için halkın kavrayışı temel hedef kabul edilmiştir. O dönemin insnaları şiir ile yoğrulmuş edebi bir dile hakim idi, Kur’an’ın dili de bu üsluba uygun olarak indirilimiştir. Yani Kur’an’ın dili sabit ama aynı zamanda edebi bir dildir. “Kur’an, Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin seçiminde, cümlelerin oluşmasında ve konuların ifadeye dökülmesinde Arapçadaki yaygın şekillere göre farklılık gösteren, kendine has eşsiz bir anlatım tarzına sahiptir.” (Kur’an, DİA, XXVI/394) Edip Velid b. Muğire’nin ”Arap şiirini, kasidesini, recezini benden daha iyi bilen yoktur. Muhammed’in söylediği Kur’an bunlardan hiçbirine benzemiyor” şeklindeki (Hâkim, II/506-507) ifadesi, Kur’an’ın eşsiz özgünlüğünü açıkça göstermektedir. Bu nedenle de ayet sonları uyumu (fasıla), ayetlerin uzunluk ve kısalığı vb. durumlar sureden sureye, hatta bazen bir sure içerisinde bile değişiklik gösterebilmektedir. Seyyid Kutub’un ifadesiyle “Kur’an üslubunun büyüleyiciliğini, onun hem şiirin hem nesrin -düzyazının- tüm özelliklerini bir araya toplayan emsalsiz nazmı teşkil eder.” (Kur’an’da Edebi Tasvir, s. 155); “Kur’an’da lafız ve mana dengesi tam bir uyum içindedir. Kur’an ifadelerini oluşturan kelimeler öyle seçilmiştir ki bunlar maksadı eksik ve fazla olmadan anlatır, kısa ve özlü anlatımın tercih edildiği yerlerde mana ihmal edilmediği gibi muhtevanın ayrıntısına girilmesi gerektiği yerlerde de söz israfına gidilmez. Rummani’nin belirttiğine göre ”Anlamı uygun ve güzel lafızla zihinlere ulaştırmak” demek olan ve üst, orta ve alt tabakaları bulunan belagatın en yüksek derecesini Kur’an’ın belagatı oluşturur. Bu bakımdan Kur’an’ın, hem Arapların hem Arap olmayanların benzerini ortaya koyamayacakları bir i‘caz özelliği vardır.” (Rummani, Nüket fî İ’cazi’l-Kur’an, s. 69-70) Kur’an’a objektif yaklaşan oryantalistler de Kur’an’ın bu üslup ve edebi dilini övmüşlerdir: “Mekkeliler hala ondan mucize istiyorlardı ve Hz. Muhammed (sav), dikkate değer bir cesaretle ve kendinden eminlikle misyonunun teyidi olarak Kur’an’ın kendisine başvurdu. Tüm Araplar gibi onlar da lisan ve konuşma sanatında uzmandılar. Eğer Kur’an onun kendi yazması olsaydı, diğer kişiler onunla rekabet edebilirdi. Bırakalım onun gibi on ayet yazsınlar. Eğer yazamazlarsa (ki kesinlikle yazamazlar) o zaman Kur’an’ı açık bir mucize olarak kabul etsinler.” (Oxford Üniversitesi’nden Arap dili uzmanlarından Hamilton Gibb, Arabic Literature an Introduction; Mohammedanism, p.33); “Kur’an Cebrail tarafından Hz. Muhammed (sav)’e iletilmiş, kelimesi kelimesine Allah’ın bir vahyidir. Kendisi ve Allah’ın peygamberi Hz. Muhammed (sav)’in doğruluğunu teyit eden bir mucizedir. Mucizevi niteliği kısmen tarzında yatar -o kadar mükemmel ve yücedir ki hiçbir insan ve cin en kısa suresiyle kıyaslanabilecek tek bir sure yazamaz- kısmen de öğretisinin içeriğinde, gelecek hakkındaki bilgilerinde ve Hz. Muhammed (sav)’in asla kendi kendine elde edemeyeceği bilgilerin olağanüstü derecede doğruluğunda yatar.” (Dorman Harry Gaylord, Towards Understanding Islam, p. 3); “Kur’an dili içerdiği lafızları, lafızların harflerinin kulağa hoş gelecek tarzda birbirleriyle uyumlu sıralanışı, bu lafızların cümle içerisindeki dizilişi, muhatabını adeta büyüleyici bir atmosfer iklimine cezp etmektedir. Yani, onun edebi ahengi muhatabını adeta büyüleyecek tarzdadır. Öyle büyüleyicidir ki, Arap belagatında otorite sayılan muarızları dahi, onun karşısında teslimiyetlerini itiraf etmişlerdir.” (Naish John, The Wisdom of the Qur’an, Preface, p.VIII); “Misyonunun gerçekliğinin bir kanıtı olarak ne zaman Hz. Muhammed (sav)’ten bir mucize istense, O, Kur’an’ın İlahi kaynağının bir kanıtı olarak Kur’an ifadelerini ve kıyaslanamaz üstünlüğünü kullanmıştır. Aslında Müslüman olmayan kişiler için bile hiçbir şey onun anlaşılır bir bütünlüğe ve kavrayıcı bir tokluğa sahip dilinden daha harika değildir. Gösterişli ahenklerle dolu seslerin bolluğu ve olağanüstü ritimler, en düşmanca ve kuşkuyla yaklaşan kişilerin değişmesinde önemli olmuştur.” (Paul Casanova, L’Enseignement de I’Arabe au College de France); “Arapça Kur’an’a aşina olan herkes bu dini kitabın güzelliğini övmede hemfikirdir; biçimindeki ihtişam o kadar üstündür ki, herhangi bir Avrupa lisanına tercüme edildiğinde gerektiği gibi takdir edilemeyebilir. (Edward Montet, Traduction Francaise du Coran, Kur’an’ın Fransızca Tercümesi); “Orijinal Arapçası ile Kur’an insanı harekete geçiren bir güzelliğe ve cazibeye sahiptir. Özlü ve üstün stili, genellikle kafiyeli olan, birden çok anlamlar içeren kısa cümleleri, kelime kelime tercümesinde ifade edilmesi son derece zor olan anlamlı bir etkiye ve patlayıcı bir enerjiye sahiptir. ” (John Naish, The Wisdom of the Qur’an); “Kur’an evrensel olarak, Arapların en asil ve kibarı olan Kureyş lehçesinde, en güzel ve saf bir dille yazılmıştır. Kur’an’ın stili güzel ve akıcıdır ve birçok yerde özellikle de Allah’ın haşmeti ve nitelikleri tarif edildiği zamanlar yüce ve görkemlidir. O kadar başarılıdır ve dinleyicileri o kadar hayrete düşürür ki, bazı muhalifleri bunun bir büyücülük ve sihir etkisi olduğunu düşünmüşlerdir.” (George Sale, The Koran: The Preliminary Discourse); “Kur’an, gerçekliğin, hikmetin ve üslup sadeliğinin mucizesidir.” (Aziz Bosworth Smith, Mohammed and Mohammadanism); “Kur’an, elimize her aldığımızda kısa bir süre içinde bizi cezbeden, hayretler içinde bırakan ve en sonunda önünde eğilecek kadar hayran bırakan bir eserdir. Kur’an’ın üslubu, içeriği ve amacına uygun olarak çok kuvvetli, yüce ve muhteşemdir. Bu kitap tüm çağlar boyunca en etkili kitap olarak kalacaktır. (Goethe’den alıntı: T. P. Hughes’un Dictionary of Islam); “Kur’an seçkin güzellikte bir kafiyeye ve kulağı büyüleyen bir ahenge sahiptir. Gerçekte, hem şiir hem nesirde engin ve verimli olan Arap edebiyatı içinde onunla kıyaslanacak hiçbir şey yoktur.” (Alfred Guillaume, Islam); Maxime Rodinson da “Hz Muhammed’in belagat ve fesahat de son derece ileri olan Araplara hiç bilmedikleri yeni bir edebi üslup ile meydan okuduğunu” söyler. (Prof Dr. Abdülaziz Hatip, Kur’an ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar, s. 197); “Arapça Kur’an’ın yüce belagatini zayıf da olsa yansıtacak bir şeyler üretme girişimim, mesajın kendisinin yanı sıra, kompleks ve zengin kafiyeleriyle çeşitlenmiş insanlığın en büyük edebi başyapıtı olan Kur’an’ın karşısında sönük kaldı. Muhteşem şekilde süslenmiş orijinaliyle kıyaslandığında (meallerin) donuk ve düz seslere sahip olması şaşırtıcı değildir.” (Arthur J. Arberry, The Koran Interpreted, Açıklamalı Kur’an); “Taha Hüseyin’in dediği gibi, “Kur’an ne şiir, ne de düz yazıdır. O sadece Kur’an’dır.” Kur’an’da icaz, iltifat, nida, teşbih… gibi daha pek çok özellikler onun hep üslup özelliğidir.” (Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 160)
“Ben-Biz, Sen, O” ifadeleri
“Allah Kur’an’da niçin ‘Biz’ diyor? Türkçede ‘siz’ ifadesi bir saygı manası içeriyorsa, Allah’ın ‘Biz’ ifadesinde de azametine vurgu vardır. Allah (cc) zatından bahsettiği ayetlerde ise ‘ben’ buyurmaktadır.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun Kalmasın, s. 159) Arapçanın dil özelliği olarak ve hatta başka dillerde de azamet, yücelik ifadesi olarak bazen bir kişi için, birinci çoğul şahıs olan “Biz” ifadesi kullanılır. ‘Nûnu’l-azame’ denilen ve Arapçada Azamet cem’i olan “Nûn” zamirin kullanılmasına Arap dili-belagatinde çok sık rastlanır. Bu üslup; ‘işi yapanın büyüklüğüne, yapılan işin önemine, sebeplik yönünden söz konusu icraatlarda çok vasıtaların rol oynamasına, Allah’ın onlara değer vermesine’ işaret eder. (kuran-ikerim.org/allahin-biz-zamirini-kullanmasi) Bu ifadeden maksat ‘çokluk değil, güç ve kudretin büyüklüğünü’ belirtmektir. Nitekim Türkçemizde de ve gerekse başka dillerde karşımızda tekil şahıs varken bile yücelik, saygı ifadesi olarak ikinci tekil şahıs olan “Sen” yerine “Siz” kelimesi kullanılmaktadır. Fakat Allah’tan birinci tekil şahıs yerine birinci çoğul şahıs (Ben yerine biz) kullanılırken, ikinci şahıs olarak bahsedildiğinde hep ikinci tekil şahıs “Sen” ifadesi geçer, istisnai olarak azametini ifade için “Siz” ifadesi geçse de Allah’tan üçüncü şahıs olarak bahsedildiğinde hep üçüncü tekil “O” zamiri kullanılır, hiçbir zaman üçüncü çoğul şahıs “Onlar” ifadesi kullanılmaz. Çünkü Allah tek ve bir olandır.
Kur’an’da aynı ayette “Sen, O” ifadelerinin geçmesi
Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hakk’ın birliği, zatında, fiillerinde ve sıfatlarında ortağı olmadığını açıklayan bir çok ayet (Bakara, 163, 255; Ali İmran, 2, 6, 18; Maide, 73; En’am, 102;, İsra, 42; Müminun, 91; Kasas, 70; Saffat, 4; Zuhruf, 84; Duhan, 8; Haşr, 22-23; İhlas,1 vs. ) bulunmaktadır. İslam’ı diğer dinlerden ayıran en belirgin özelliği tevhid -Allah’ın tek ve bir olması- inancıdır. (Mehmet Görmez, Hz. Peygamber Tevhid ve Vahdet, s. 10; https://ansiklopedi.tubitak.gov.tr/ansiklopedi/islam) Bu temek özellik ortada iken Allah (cc) kendisi için “O, biz” gibi ifadeleri kullanıyorsa, bunun temelinde Arap dili ve edebiyatının özelliklerini aramak gerekmektedir. Arap dilinde ‘İltifat üslubu’ ile, zaman zaman şahıs zamirlerinde değişiklik yapılır. Bu sanatla ayetlerde, mesela üçüncü tekil şahıstan birinci çoğul şahsa geçerek, “O şöyle yaptı.” dedikten hemen sonra, “Biz şöyle takdir ettik.” gibi bir cümle kullanılabilmektedir. Bu Arap dilindeki sanatsal içerikli ifadelerin bolca kullanılmasının doğal bir sonucudur. Arapça indirilen Kur’an’ın (Şuara, 192-195; Ta-Ha, 113; Zümer, 28; Fussilet, 3; Nahl, 103) o dilin sanatını kapsayacak şekilde gönderildiğini anlamayan, bu dile ve inceliklerine hakim olamayan kimi şahsiyetler, bu ayetlerden hareketle Kur’an hakkında şüpheler ortaya çıkarmaya çalışmakta ama aslında kendilerinin Kur’an hakkındaki cahilliklerini ifşa etmektedirler. Aynı ayette Allah Teala hakkında üçüncü tekil şahıs (O) ile birinci çoğul şahıs (Biz) ifadelerinin kullanılmasının Kur’an’da birçok örneği vardır: “Sizi bir tek candan yaratan O’dur. Biz ayetlerimizi anlayan kimseler için açıkça bildirdik.” (En’am, 98); “Gökten bir ölçüye göre su indiren de O’dur. Biz onunla ölü bir ülkeye hayat veririz. İşte siz de mezarlarınızdan öyle çıkarılacaksınız.” (Zuhruf, 11; Ayrıca Taha, 53, 134, Neml, 60, Lokman, 10, En’am 5, 38, 99, 106; Fâtır, 27 vd.) Bu kullanımların ise başlıca üç nedeni bulunur: İsme (Allah kelimesine) dönen zamir anlamında kullanılır. Mesela, “Eğer Allah sana bir sıkıntı, bir zarar dokundurursa, onu yine O’ndan başka giderecek yoktur.” (Yunus, 107) “Huve/O” zamiri Kur’an’da Allah’ın mutlak bir varlık olduğunu gösterir. İhlas suresinin başında yer alan “Kul Huve”de olduğu gibi. Daha önce Allah adı geçmediği halde, ‘O’ zamiri doğrudan Mutlak varlık olan Allah’ı ifade eder. Çünkü tüm kainatta gerçek rızık veren, koruyan, ilah olan O’dur. Bütün “O”lar, gerçek manada bir tek “O”ya işaret eder. Kainattaki her şey O’nun isim ve sıfatlarının birer yansımasıdır. Kur’an çok renkli, insanı bıktırmayan mucizeli üslup özelliklere sahiptir. Kur’an insanların alışageldikleri belli bir üslubu takip etmez. Olayları farklı zaman kipleriyle, kişileri farklı kiplerle anar. Örneğin Yüce Allah kendinden bahsederken bazen “Allah”, “Rahman” gibi isimlerini kullanırken bazen zamirlerle “Ben”, bazen “O”, bazen de mühim hadise ve kıyamet gibi inkılaplara gücünün yeteceğini ifade etmek için azamet ifadesi olarak “Biz” zamirini kullanır. Kur’an’da ayetlerin öncesi ve sonrasına (siyak-sibak), konuya (makam) göre bazen gayb (üçüncü tekil şahıs) bazen muhatap kipiyle konuşulur. Örneğin, Fatiha suresinin ilk ayetlerinde gayb (O, üçüncü tekil şahıs) kipiyle Allah övüldükten sonra ‘iyyake’ ifadesiyle birden muhatap (Sen) kipine geçilir. Yüce Allah adeta karşısındaymış gibi O’na yalvarıp dua edilir. Bu Kur’an’ın üslubudur. Kur’an’ı anlamak isteyen bu üslubunu kabul edip bu metottan hareketle mesajını anlamaya çalışmalıdır. Yoksa kendi dilinin dil bilgisi kuralları ile Kur’an dili ve onun sanatsal içeriği her zaman anlaşılamaz. “Bunun nedeni Allah’ın insan zihninde kişileştirilemeyeceği gerçeğinde yatmaktadır. Yani hiçbir şahıs zamiri, kişi zamiri onun gerçek varlığına işaret edemez. Sadece ve sadece bir imadır.” Günümüzde Arap dilinin bu tür özelliklerini bilmeyen ateist ve oryantalistlerin iddialarının aksine, efendimizin döneminde bu üslup edebi içerikli eserlerde bolca kullanıldığı için hiç bir müşrik Arap bu ifadelere itirazda bulunmamış, Kur’an’da Allah’ın birliğine aykırı ayet bulunduğunu ima dahi etmemiştir. Çünkü bu dilbilgisi kurallarını biliyor ve doğal karşılıyorlardı. Allah’ın birliğine itirazları olsa da, Arap dilinin özelliklerini bildikleri için bu ayetleri kullanmak akıllarına bile gelmemiştir.
Kur’an’da biz ifadesinin kullanılması
Allah’ın bizatihi kendisi ile ilgili ayetlerin hem hitap şeklinde hem de fiil sığası/kipinde tekil şahıs kullanılmaktadır. ‘Tevhid, ibadet ve ihlas’ gibi konularda Allah (cc) hiçbir vasıtayı asla kabul etmemektedir. Mesela, “Ben cinleri ve insanları sırf beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56; Bakara, 186; Taha, 14 vd.) ayetinde olduğu gibi. Ama Allah (cc) icraatlarına bazen yarattıklarını perde yapmak suretiyle, onlara değer verdiğini göstermek için biz ifadesini Kur’an’da kullanmıştır. Mesela Bakara suresinde “Bir halife yaratacağım” (Bakara, 30) dedikten biraz sonra ‘kulna: dedik’ (Bakara, 35) buyurmaktadır. Allah azze ve celle yaratma fiilinin yalnız kendisinin olduğundan, yaratmada hiçbir sebep, hiçbir vasıta bulunmadığından “Ben yarattım” dedikten sonra 35. ayette “dedik” ifadesini kullanır. Cenab-ı Allah’ın kelamını (Ayetlerini) insanlara tebliğde vahiy meleği, Peygamber gibi vasıtalar söz konusu olduğundan, Cenab-ı Allah buada cemi sığasıyla “Biz dedik” ifadesini kullanmıştır. Aynı şeyi Hicr, 9. ayette de görürüz: “Hiç şüphe yok ki o zikri (Kur’an’ı) Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biz’iz.” Allah (cc) Kur’an’ın sahibidir, bu sözün tek sahibi O’dur. Fakat bu kelamı Cebrail (as) ile göndermiştir. Muhatap Peygamber Efendimizdir. İşte bu vasıtalara verdiği değeri ifade için ayette “Biz” ifadesi kullanılmıştır. “Biz sana aşikar bir zafer ihsan ettik.” Fetih suresi 1. ayetteki biz zamiri de, müminlere verdiği değeri ifade etmektedir. Alusi bu konuda şöyle demektedir: “Allah Teala’nın azamet cem’i ile zaferi kendisine isnad ettikten sonra affetme işini ismi a’zam olan Allah lafzı celiline isnad etmesi şuna işaret edebilir: Mağfiret etmede hiçbir sebebin müdahele durumu yoktur. Ama Allah zaferi bazı vasıtaları kullanarak verir.” (Ruhu’l-Meani, Fetih sûresi, 1-2 tefsiri, XXVI/91) Biz kelimesi ayrıca te’kid/pekiştirme için de kullanılır: “Ahirette Allah nezdinde olan nimet, eğer bilirseniz, sizin için elbette daha hayırlıdır. Sizin elinizdekiler tükenir ama Allah’ın elinde olanlar bakidir. Biz sabredenleri, işledikleri en güzel işleri esas alarak ödüllendirecek, kötülüklerini bağışlayacağız.” (Nahl, 95-96) Alusi bu ayeti şöyle açıklar: “ve lenecziyennehüm (ödüllendireceğiz) ifadesinde üçüncü tekil şahıstan birinci çoğul şahsa geçilmesi, “Ahirette Allah nezdinde olan nimet, eğer bilirseniz sizin için elbette daha hayırlıdır” cümlesinde yer alan sözü pekiştirme için olup sözünde durmanın önemini hatırlatmak amacına yöneliktir.” (Ruhu’l-Meani, Nahl sûresi, 95-96 tefsiri, XIV/225)
“Kur’an’da ‘iltifat sanatı’ vardır. Bu Arap belagat ilminin de kabul ettiği bir yöntemdir. İltifat ile sayılarda, muhatapta, zamanda, halde, zamir yerini isim kullanılması gibi çeşitli yerlerde, metinde değişikliklere gidilir. Vurgu yapmak, metnin özelliğini yükseltmek, azamet, kudret, samimiyet vurgulamak gibi amaçlar için bu yöntem kullanılır.” (Hamza Andreas Tzortzis, Hakikatin izinde, Din bilim Ateizm, s. 334); Kur’an’da, Allah için “Rububiyet (Evrendeki herşeyi yaratıp düzenleyen, eğiten, terbiye eden) ve vahdaniyetini (Tek yaratan ve yöneten) ifade eden lafızlar, çoğul değil tekil olarak gelmiştir. Allah varlıkları şereflendirmek ve onurlandırmak için ‘ben yerine biz’ kullanır. Kur’an’ı Biz indirdik” (Hicr, 9) Kur’an’ın nüzulünde Cibril görevlendirilmiştir.” (Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler, Müşkilü’l Kur’an, s. 100-101); Allah (cc) “Zatından bahsettiği ayetlerde ise ‘ben’ buyurmaktadır.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun kalmasın, s. 159); Zaten, “Başka dillerde de, yüceltmek, büyüklemek, ta’zim etmek için; bir kişi hakkında çoğul ifadesi kullanılır. Türkçede de, ‘Hoş geldiniz.” ifadesi, bir kişi için rahatlıkla kullanılmaktadır.” (Metin Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 223); “Allah kendisi için, ‘Ben, biz, O’ olarak hitap etmekte ve bu zamirler sık sık yan yana da gelmektedir: “O tek ilahtır, bu yüzden benden korkun.” (Nahl, 51) Aslında tam biz Allah’ı kullanışlı bir kavrama indirgeme arzusuyla bir tanım içerisine hapsetmeye hazırlandığımız da, O bizi böylece engellemektedir.” (Gai Eaton, İslam Ve İnsanlığın Kaderi, s. 153)
Allah razı olsun çok yararlı ve tatmin edici bir çalışma olmuş. Ateistlerin süistimal ettiği bu konuda her Müslüman bilgi sahibi olmalı.
CEVABEN
Amin, ecmain. Allah razı olsun!
bu yazıya ait kaynaklara ulaşmamız mümkün müdür hocam.
CEVABEN
Selam ile,
Abdullah kardeşim,
30 yıldır kenara not ettiğim yazı, belgeleri bir gün internette yayınlama gibi bir niyetim olmadığından bazı yazıları, ne yazık ki, kaynak olmadan yayınlıyoruz.
Mutlaka bir yerden ( İnternet veya basılı eser) aldım, okudum ama kaynakları belirtmeye son yıllarda başladım – Özellikle oryantalizm yazıları kaynaklıdır –
Ama yinede bazı kaynaklar sayfada var ama …