Körelmiş organlar

Within spread beside the ouch sulky and this wonderfully and  as the well and where supply much hyena so tolerantly recast hawk darn woodpecker

Evrimcilerin “körelmiş organlar” diye lanse ettiği yapıların her birisinin bir görevi olduğunu artık bilinmektedir. Bu iddia aynı zamanda dolaylı olarak köreldiği iddia edilen organlardan çok daha fazla, kıyaslanamayacak sayıdaki “körelmemiş” organların da, kurulmuş dev bir mekanizmanın küçük bir parçası olarak çalıştığının itirafı da olmaktadır!

Tarihi Süreç

1893 yılında Alman anatomist Robert Wiedersheim bir körelmiş organlar listesi hazırlamıştır. Bu tarihten önce de insan vücudunda işlevsiz organlar olduğu düşünülüyordu. Charles Darwin de söz konusu organların evrimsel gelişim süreci içerisinde işlevsiz kalarak köreldiğini söylemiş ve bu organları ortaya attığı Evrim Teorisi’nin kanıtlarından biri olarak ileri sürmüştür. Günümüzde bu listelerde yer alan organlar tartışma konusu olmaktan çıkmıştır. Mesela hipofiz, tiroid ve timus bezlerinin görevleri kesin olarak anlaşılmış durumdadır. Listede yer alan diğer organlar hakkında da artık 100 yıl öncesine göre insanlık çok daha fazla bilgiye sahiptir. Ancak bazı insanlar, 100 yıldır süregelen tüm bilimsel çalışmaları görmezden gelerek, 100 yıl öncesinin iddialarını hiç değiştirmeksizin günümüze taşımaya devam etmektedir. Tartışma konusu yapılan organlara sırasıyla bakalım.

Apandisit: Histolojik yapısı incelendiğinde ihtiva ettiği bol miktardaki lenf nodülleri hemen dikkati çekmektedir. Son derece zengin bir kanlanmaya da sahip olan bu organın, bağırsak ilişkili ‘lenfoid doku sistemi’nin bir elemanı olarak işlev gördüğü anlaşılmıştır. Son çalışmalar apandisin aynı zamanda hormonal bir merkez olduğunu, bağışıklık sistemi hücrelerini depoladığını ve barsak homeostazinin sağlanmasına da katkı sağladığını ortaya koymuştur. Apandisin ameliyatla çıkarıldığı durumlarda bazı hastalıkların görülme riskinin arttığı konusunda da son 40 yıla ait pek çok yayımlanmış bilimsel makale mevcuttur.

Kuyruk Sokumu Kemiği: Pelvis tabanının sağlam bir şekilde döşenebilmesi için ilgili kasların orta hatta tutunabileceği bir kemiğe ihtiyaç vardır. Ayrıca bu kemik sabit bir destek noktası teşkil ederek fekal nkontinansın sağlanmasına da katkıda bulunmaktadır. Sıkça iddia edildiği gibi bazı insanların kuyruklu doğduğu da doğru değildir. Kemik ve kıkırdak gibi temel kuyruk elemanlarından yoksun olan bu söz konusu yapı, çok nadir görülen bir doğumsal anomalidir. Kuyruk sokumunun görevlerini ise, “tendonlar, bağlar ve kaslar için bir bağlanma yeri oluşturmak. bazı pelvik taban kaslarının eklenme noktası olmak. oturma pozisyonundayken kişiyi desteklemek ve dengelemek.” şeklinde sıralanabilir. Düşme sonucu bu kemiği kırılan ve ameliyatla alınmak zorunda kalınan yakın bir akrabamın bundan sonraki hayatında yaşadığı zorlukları, oturmadan dengeye, yakından müşahede ertmekte olduğumuzu da belirteyim

Vücut Kılları: Başımızı soğuktan ve güneş ışınlarından koruyan saçlar, terin göze inmesini engelleyen kaşlar, göze gelen bir travmayı önceden fark ederek göz kapaklarını kapatan refleks mekanizmayı başlatan kirpikler, yabancı partiküller için bir filtre görevi gören burun ve kulak kılları vücudumuzdaki özelleşmiş kıllardır. Cinsel kimliğin kazanılmasında ve kişiliğin gelişiminde de rol oynayan seksüel kıllar vardır. Ayrıca tüm vücuda yayılmış vücut kılları, köklerini saran zengin sinir ağı sayesinde bir dokunma reseptörü olarak görev yapmakta ve cisimlerin vücutla ilk temasını ve hareketini saptamaktadır.

Köpek Dişleri: Ağzımızdaki dişlerin şekilleri ve yüzey özellikleri yapacakları göreve en uygun bir biçimde tasarlanmıştır. Kesici dişer, düz ve keskin yüzeyleriyle adeta makasın iki ağzı gibi davranarak besinleri keser. Sivri yüzeyli olan köpek dişleri, sert gıdaların parçalanmasında görev alır. Girintili-çıkıntılı geniş yüzeyleriyle azı dişleri de besinleri öğütür.

Kulak Kası: Sesin hangi yönden geldiğinin belirlenmesinde kulak kepçesinin özel şeklinin önemli bir rolü vardır. Bu şeklin oluşmasında ve korunmasında kulağın iç ve dış kasları da rol almaktadır.

Yirmi Yaş Dişleri: Erişkin insanların pek çoğunda çeneler yeterli büyüklüğe ulaşamadığından, yirmilik dişlerin çıkmasında problemler yaşanmaktadır. Çenelerin yeterli büyüklüğe ulaşamamasının nedeni, yumuşatılmış besinlerin beslenmedeki oranının artması ve bu nedenle çenelerin daha az kullanıldığı bir beslenme alışkanlığının benimsenmiş olmasıdır. Bu çevresel bir etkidir ve genetik bir farklılaşma olmadığına göre evrimle bir ilişkisi de yoktur.

Gözdeki Yarımay Çıkıntısı: Konjonktivanın katlanmasıyla oluşan bu yapının, ihtiva ettiği lenfoid doku ve sekretuar (salgı yapıcı) elemanlar sayesinde gözün korunmasında özel bir öneme sahip olduğu anlaşılmıştır. Gözün mediyalinde yerleşmiş olması da bu açıdan bakıldığında amaca uygundur.

Köprücük Kası: Bu kas, köprücük kemiği ve ilk kaburga arasında yerleşmiş olup, buradan geçen damar-sinir paketini korumaktadır.

Dizkapağı Kemiği: Bu kemik dört başlı uyluk kasının kaval kemiğine yapıştığı yerdeki açıyı artırarak, ilgili kasın döndürücü etkisini artırmakta ve kirişin ekleme sürtünmesini de önlemektedir. Kemikteki aşınmanın etkileri ileriki yaşlarda hissedilmekte ve önemi daha da iyi anlaşılmaktadır.

Plantaris Kası: Uzun tendonu ve kas iğciklerinden zengin gövdesiyle proprioseptif duyunun sağlanmasında görev almakta ve gastroknemius kasıyla koordineli çalışarak bacak hareketlerinin düzenli ve amaca uygun bir biçimde gerçekleştirilebilmesine yardımcı olmaktadır.

Paranazal Sinüsler: Temel görevleri, sürekli ve belli bir yönde hareket eden mukozal salgılar üreterek solunum havasını  temizlemek, nemlendirmek, kafa kemiklerini hafifletme, sesin rezonansına katkı yapma, beyin içi ısısının izolasyonu gibi görevleri vardır.

Avuçiçi Kası: Bu kas, deri altı yağ dokusunu derin fasya ile birbirine bağlayarak avuç içinde güçlü bir aponevroz teşkil eder.

Palmaris Brevis Kası: Kavrama eylemi sırasında ulnar taraftaki avuç içi derisini gerer, avuç içi çukurunu derinleştirir, tekrarlayan kavrama eylemleri sırasında ulnar siniri ve ulnar arteri sıkıştırıcı kuvvetlerden korur. Hipotenar kabartıyı belirginleştirerek ve bu bölgedeki deriyi de kırıştırarak elin kavrama yeteneğini artırır.

Beşinci Ayak Parmağı: Ayaklarımız üzerinde durduğumuzda yükün önemli bir kısmı başparmaklarımızca karşılanır ve diğer parmakların fazlaca bir önemi yoktur. Ancak yürümeye başladığımızda, bir ayağımızı yerden kaldırmamızla birlikte yükün tamamı yerdeki diğer ayağın üzerine biner. Bu sırada vücut ilave yükü karşılamak için bazı pozisyon değişikliklerine gider. Bunlardan biri de yerdeki ayağı inversiyona getirerek yükü dış kısımlara doğru yaymaktır. İşte serçe parmaklarımız, hareketler sırasında ayağın dış kısmına binen ilave yükleri karşılayabilecek bir tasarıma sahiptir.

Vomeronazal Organ: Yakın zamana değin, fetusta belirdiği fakat daha sonra ortadan kalktığı zannedilirdi. Ancak son yıllardaki bilimsel çalışmalar erişkin insanlarda da bu yapının varlığını ve işler halde olduğunu ortaya koymuştur. Bu organın anne ve bebek arasındaki duygusal bağlantıdan cinsel tercihlere kadar pek çok olayı çok kuvvetli bir biçimde yönlendirdiği tahmin edilmektedir.

Sünnet Derisi: Sünnet derisi buraya kadar saydığımız yapılardan daha farklı bir konumdadır. Çünkü bu yapının varlığı erkekte üriner enfeksiyonların, cinsel yolla bulaşan hastalıkların ve penis kanserinin görülme riskini önemli ölçüde artırmakta ve bu yapıyı taşıyan erkeklerin eşlerinde de serviks kanseri daha sık görülmektedir. Hayata sünnet derisiyle devam etmenin sakıncalı olduğu açıktır ancak yine de hayata sünnet derisiyle gelmenin bazı faydaları da vardır. Mesela bu yapı ürettiği yağdan zengin bir madde sayesinde penis başını anne rahmindeki sıvı ortama karşı kimyasal olarak korur ve mekanik olarak da bir ambalaj görevi görür. Bu mekanik koruyuculuk belki de erken bebeklik döneminde de devam ettiği söylenmektedir. Sünnet olmak, tırnak kesmek ve traş olmak gibi dış müdahaleye ihtiyaç duyan nadir bedensel özelliklerimizden biridir.

Transvers Torasik Kaslar: Ekspiratuar fonksiyonlarının yanı sıra, sternumun stabilitesinin sağlanmasında da işlev görmektedirler.

Sonuç

“Araştırmalar, körelmiş organların hiç de işlevsiz olmadığını buldu.” (Evrimci National Geographic dergisi, 30 Temmuz 2009) Kendisi de bir evrimci olan S. R. Scadding, Evolutionary Theory (Evrimsel Teori) dergisinde yazdığı “Körelmiş Organlar Evrime Delil Oluşturur mu?” başlıklı makalesinde şu gerçeği itiraf etmektedir: “Biyoloji hakkındaki bilgimiz arttıkça, körelmiş organlar listesi de giderek küçüldü. Bir organın işlevsiz olduğunu tespit etmek mümkün olmadığına ve zaten körelmiş organlar iddiası bilimsel bir özellik taşımadığına göre, ‘körelmiş organlar’ın evrim teorisi lehinde herhangi bir kanıt oluşturamayacağı sonucuna varıyorum.” (S. R. Scadding, Do ‘Vestigial Organs’ Provide Evidence for Evolution?, Evolutionary Theory, cilt 5, Mayıs 1981, s. 173)

“Körelmiş organ” sayılan appendiksin, gerçekte vücuda giren mikroplara karşı mücadele eden lenf sisteminin bir parçası olduğu belirlendi. Bu gerçek, 1997 tarihli bir tıp kaynağında şöyle belirtilmektedir:  Vücuttaki timus, karaciğer, dalak, appendiks, kemik iliği gibi başka organlar lenfatik sistemin parçalarıdır. Bunlar da vücudun enfeksiyonla mücadelesine yardım ederler. (The Merck Manual of Medical Information, Home edition, New Jersey: Merck & Co., Inc. The Merck Publishing Group, Rahway, 1997) Evrimciler tarafından insanın atası olduğu söylenen bazı maymunlarda appendiks bulunmaz. Körelmiş organlar tezine karşı çıkan biyolog H. Enoch bu mantık hatasını şöyle dile getirmiştir: “İnsanların appendiksi vardır. Ancak daha eski ataları olan alt maymunlarda appendiks bulunmaz. Sürpriz bir biçimde appendiks, daha alt yapılı memelilerde, örneğin opossumlarda tekrar belirir. Öyleyse evrim teorisi bunu nasıl açıklayabilir?” (H. Enoch, Creation and Evolution, s. 18-19) New York Sina Dağı Tıp Fakültesi Anatomi ve Fonksiyonel morpholoji direktörü ve Amerika Anatomisyenler derneği’nin başkanı Jeffrey Laitman: “İnsanlar, ‘gereksiz organı aldırabilir ve hala yaşayabilirsiniz’ derler ama bu mantığa dikkat etmek gerek. Sol bacağını da aldırıp hala yaşayabilirsin. Ama vücuttaki bir organı ne zaman aldırsan ya da değiştirsen, ödenmesi gereken bir bedel vardır.”

Evrimci Çağrı Mert Bakırcı’da tüm bu gelişmelerden sonra şu şekilde bir açıklama yapmak zorunda kalmıştır: “Körelmiş organlar işlevsiz olmak zorunda değiller, işlevsel olabilirler, evrimsel süreçte başka görevler üstlenmiş olabilirler, evrimsel sürecin bir öngörüsü yok.”  (evrimagaci.com, 10.2.2023 ve youtube kanalındaki açıklaması) Öngörüsüz evrime konuyu bağlasa da bu bile evrimci biri için bir ilerleme kabul edilebilir…!

Kısacası, biz Müslümanlara karşı ‘boşlukların tanrısı’ iddiasında bulunan evrimci ateistlerin aslında kendileri, ‘işlevini bilmedikleri organları’ evrim iddialarına delil olarak kullanıp sonra da kulakları üzerine yatmaktan vazgeçme zamanları geldi de geçiyor bile! Unutulmamalıdır ki Müslümanlar evrime değil de “Tasarımın var olduğu sonucuna, bilmediklerimizden değil, son 50 yıl boyunca öğrenmiş olduklarımızdan varıyoruz”. (Michael Behe, Behe’s Seminar in Princeton, 1997)

En son olarak ileri sürülen iddia ve cevabı:

Evrimci new ateistlerin önde gelenlerinden Dawkins,  zürafalarda bulunan  (Vagus) Recurrent Laryngeal sinirinin beyinden çıktığını ve gereksiz bir şekilde aşağıya doğru indiğini ve geri döndüğünü, aklı başında ‘hiç bir mühendisin’ böyle bir hata yapmayacağını ileri sürmüştür. Dawkins ve benzeri evrimciler, görevi hakkında bilgi sahibi olmadıkları organları evrime delil olarak kullanmaktadırlar. Buna alıştık da acaba gerçek nedir?  Bir sinirin kısa yoldan beyne ulaşmak varken kalbe kadar inip dönmesi tasarım değil hata olduğu göstergesi midir? Bakalım.

“(Vagus) Recurrent Laryngeal, beyinden çıkıp yutak, gırtlak ve aşağı inerek yemek borusu ve soluk borusunun etrafında, diyaframa kadar pek çok organın parasempatik aktivasyonu uyaran ve bu kısımlara dallar veren bir sinirdir. Vagus siniri kollarından olan bu sinirin kalp hizasına inme nedeni de kalp sinir ağına bir dal vermesi ve kalp atımı dahil kas dokusunu kontrol etmesidir. Bir başka özelliği ise baştan kalbe kadar giden bölümde; yukarı çıkan ve aşağı inen damarların ve sinirlerin oluşturduğu bu U sistemi, ters yönde akan kan damarları toplam basıncını sıfırlar, böylece hayvan ani kanamalara neden olacak iç basınçtan kurtulmuş olur. Çünkü bu işlev, zürafa gibi uzun boyunlu canlılar da çok daha güçlü ve etkili olur. Bu sistemin çalışmaması yada olmaması canlı için basınç kaynaklı beyin kanaması demektir. Kısacası, beyinden atardamara kadar uzanan ve geri dönen, anlamsız bir yol kat ettiği iddia edilen bu sinir, beyne gelen kanın basıncını ve miktarını ayarlar.” (Wood, W. F. & Weldon, P. J. The scent of the reticulated giraffe Giraffa camelopardalis reticulata. Biochemical Systematics and Ecology, 30, 913 – 917, 2002)

Ek;  Junk DNA/Hurda DNA iddiasına cevap için ‘evrim’ adlı yazımıza bakılabilir.

 

 

3 Comments