Oryantalist Leone Caetani’nin İslam Tarihi’ne reddiye

10 yıl önce
Resim bulunamadı

                               

                                                                             I

 Merhum Mustafa Asım Köksal’ın İslam Tarihi isimli eseri’nin 7. cildi, Oryantalist Leone Caetani’nin İslam Tarihi isimli kitabına reddiye olarak hazırlamıştır. Özetini sunuyoruz.

I

 Merhum Mustafa Asım Köksal’ın İslam Tarihi isimli eseri’nin 7. cildi, Oryantalist Leone Caetani’nin İslam Tarihi isimli kitabına reddiye olarak hazırlamıştır. Özetini sunuyoruz.

Hüseyin Cahit Yalçın’ın 1924 yılında Türkçe’ye çevirdiği İtalyan oryantalist Caetani’nin olayları aslında uzaklaştıran, gerçekleri tahrif edip,hakaret eden, saldırı ve taassup kokan, araştırma ve incelemeden çok önyargı ile hazırlanmış eseri birbiri ile çelişen tezat ve yorumlarla doludur. Kitap yanlışlıklar ve tutarsız fikirler, iftiralarla doludur. Eser Müslümanlığı, Hıristiyanlara kötü göstermek, onların Müslümanlığa kaymasını önlemek maksadıyla yazılmıştır. Merhum Asım Köksal’ın reddiyesi (Şaban Öz, Mehmet Azimli gibi) bir takım Müslüman akademisyenlerce bazı yönlerden eleştirilse de Caetani’nin İslam Tarihi’nin gerçek yüzünü bizlere göstermesi, gün yüzüne çıkarması açısından önemli bir çalışma niteliğindedir.

Giriş

Bir çalışmanın, mükemmel olabilmesi için kaynaklarının sağlam; nakillerinin kaynakları ile paralel; inceleme ve araştırmalarının çelişki ve zıtlıklardan, her türlü olumsuz ve keyfi yaklaşımlardan, önyargı ve düşmanca yaklaşımlardan uzak olması gerekir. Eserin bu özelliklere sahip olmadığının delilleri aşağıda verilecektir.

Caetani’ye göre, efendimiz dünyayı ele geçirmek hırsıyla ortaya atılmış maceracı, Müslümanlık, bu iş için siyasi bir alet, Kur’an’da efendimizin Allah’a isnat etmek istediği kendi sözlerinden ibarettir: “Muhammed’in edebi yazıları yavaş yavaş vahiy eseri haline geldi. ( Cild II, s. 61,76,77 ), Araplar (sahabeyi kastediyor) için İslamiyet siyasi bir vasıtadır. (VII/ 156) ” Bu bakış açısı ile hazırlanmış olan eser, tüm olayları  bu açıdan ele almış ve değerlendirmiştir.

Mütercim Hüseyin Cahid, 2 sayfalık önsözünde “Avrupa kökenli İslam Tarihleri arasında “en mükemmel ve mümkün olduğu kadar tarafsız ve dürüstçe yazılmış” bulunanı olduğu için, bu eseri tercüme ettiğini belirtir.

Bizzat kendi eserinden alıntılarla Caetani’nin eserinin mükemmel ve tarafsız olup olmadığına bakalım:

“İslamiyet bir step yangını gibi, Arabistan’da çıkan bu yangında, bütün dünyayı kuşatıp yok etme tehlikesini ortaya çıkardı. ( I/ 9) Bu yeni iman esasların yayılması, zalimane bir hilekârlık, yegâne imanı hakiki olan Hıristiyanlığın ortadan kaldırılmasına azmetmiş şeytan’ın bir işi gibi telakki edildi. ( I/12-13 ) Yeni dinin ateş ve kılıçla yayılmış ( I/ 17) Görevlerimizden biri, bu savaşçı dinin insanlığa verdiği tarif edilemez zararları, sonsuz hataları tarafsızca anlatmak olacaktır.(I/23-24) İslamiyet ilkel ve tamamlanmamış bir din olarak kaldı. Eksiklikler, çelişkiler ve karanlıklarla dolu idi. (VII/156-157)

Müslümanların fethettikleri (Fetih ile işgal arasındaki fark için “İslam barış dinidir” isimli çalışmamıza bakılabilir.) yerlere yangın mı yoksa medeniyet, ilim ve irfan mı götürdüklerine tarih sayfaları şahittir. Engizisyon mahkemeleri, Galileo’nin başına gelenler, cennetten dünyada arsa satanlar, “Böğüren boğa” içinde insan yakma olaylarının İslam değil Hıristiyanlıkta olduğunu yazar unutmuş herhalde. Yazar bir taraftan İslam’ı felaket, yangına benzetirken diğer taraftan ise ” Yeni din muhteşem bir medeniyet yarattı. (I/19) diyerek tezada düşmektedir.

“Bugün bile Asya, Afrika’da Hıristiyanlık fikirlerinin galip  gelmesine engel oluyor. (I/ 19)  Bu barbarlar, bir kaç sene sonra, sınırsız, sayısız sürülerle İstanbul surları karşısına geliyorlardı. (I/8) İsa dinindeki mehdi konusu bile, kafirlerin eline geçmişti. (I/10) 13 asırdır bizim medeniyetimizin gücü, bu büyük din ve medeniyet düşmanını geriye sürmeye güç yetiremedi. Bizde ne eksik var ki, düşmanlarımız başarılı oluyorlar? (I/10-11) Bu düşmanın başarısı, dünyanın, gayet istenen bir durum olan Hıristiyanlaştırılmasına karşı bir engel ve Hıristiyanlığın ilerlemesine karşı her zaman bir tehlike oluşturuyordu. (I/11-12) İslamiyet, bugün bile Hıristiyanlık mezhebinin ilerlemesine karşı büyük bir engeldir. (I/16)

Müslümanlar “barbar, sürü ve kafirler.” Bu oryantalist “İslam Tarihi” yazmış, hem de mütercim Hüseyin Cahit Yalçın’a göre “tarafsızca ve en mükemmel” bir şekilde!

Türkler için ise, “Türkiye’ye karşı Avrupa askeri savaş verdiyse de başarı günü henüz uzaktır.” (I/15) demekte ve  “Osmanlı Türklerinin barbar cehaleti ve ezici zulmü altında, İslamiyet gücünün boğulup kalmasına kadar.” (I/26) diyerek Osmanlı Türklerini İslamiyet’e ihanetle itham etmektedir.Fransız oryantalist Gaston Care ise, Caetani’nin kitabını yazdığı yıllarda, 1913 senesinde Figaro gazetesinde şunları yazmaktadır,”İslam, bu yüksek din, Avrupa’ya dünyanın ilerlemesi için gerekli en esas kaynakları sağlamıştır. İslamiyet’in bu üstünlüğünü teslim ederek ona borçlu olduğumuz şükranı tanımıyorsak da gerçeğin bu merkezde olduğunda şüphe yoktur.” 

Caetani yazdığı eser ile hadis ilmine, Muhaddislere saldırmakta, Kur’an’daki kıssaların İncil, Tevrat’tan alıntılarla oluşturulduğunu ileri sürmekte,  namazın Kur’an kaynaklı değil sonradan kelamcılarca uydurulduğunu iddia etmekte, efendimiz (sav)’in Kureyş soyundan gelmediğini, hatta adının bile belli olmadığını iddia etmektedir.

Hadis ilmi

İsnad, bir hadisi efendimizden itibaren hadisi yazılı eserlere geçiren hadis alimine dek rivayet eden kişilerin (ravilerin) isim zincirine verilen isimdir.  Caetani’ye göre isnad ilmi sonradan ortaya çıkmış bir ilimdir. (Caetani sadece uydurma hadisleri -ki zaten hadis uleması bunları tek tek tespit etmiştir- değil tüm hadisleri reddetmektedir!) Bu iddianın amacı hadisler üzerinde Müslümanların şüpheye düşmesini sağlamaktır.

Caetani’nin bizzat kendisinin “hakikate en yaklaşanı” diyerek (Caetani, İslam Tarihi, VII/135) onayladığı İ. İshak’ın yazıp rivayet ettiği veda hutbesinde efendimiz şöyle söylemektedir:” Size Allah’ın kitabını ve peygamberinin sünnetini bırakıyorum.”

Efendimiz yayılan ve yazılan bir kurum olmasa idi hadis ilmini Müslümanlara nasıl tavsiye edebilirdi? O zaman sahabenin hadise olan tutumuna bakalım: Hadislerin ilk zamanlar Kur’an ile karıştırılabileceği kaygısı ile yazılması yasaklanmış, bu tehlike zamanla ortadan kalkınca hadis yazımına izin verilmiştir.

Sahabe, Kur’an’ın açıklamadığı konularda efendimizden gördüklerine veya işittiklerine göre hareket ederlerdi. O dönemde bile bir tek hadisi araştırmak için Medine’den kalkıp Mekke’ye kadar giderlerdi.(İbn-i Mace, I/16) Ebu Eyyup el- Ensari, bir hadisi araştırmak için Medine’den Mısır’a gitmiş, Ukbe b. Amr Cuheni’den hadisi işittikten sonra, “Bunu, ben de biliyordum; fakat biraz yanlışım vardı.İşittiğimin zıttına bir rivayette bulunmak istemedim.” (Müsned, IV/159)demiştir. Hz. Ömer bir hadisi işitir ve daha önce işitmediği bu hadisi mutlaka ispat etmesini Ebu Musa el-Eşari’den ister. Nedenini soranlara “Bu hadisi inceleme ve tespit etmek istedim” diye cevap verir. (Edebul müfret Buhari, s. 274, Müslim, VI /177-180) Hz Ali’de, başkası ona bir hadis nakledince, önce yemin ettirir sonra onun rivayetini kabul ederdi.(Tevilü muhteliful hadis, s.49; Tezkiretu’l-Huffâz, I/9-10) Sahabe birbirine “Kur’an ve sünnete dayanmadan sorulara cevap vermemeyi” öğütlerdi. (Tezkiretul huffaz, I/62) Görüldüğü gibi din konusunda Müslümanların, hatır, gönüle bakmadan birbirilerini tenkitten geri durmamışlardır. Zaten Caetani’de bazı sahabelerin EbuHuriye’yi eleştirdiklerini kitabında aktarmaktadır.(Caetani, İslam Tarihi, I/124) Emevi döneminde de aynı hassasiyet devam eder. Halife Hişam b. Abdülmelik oğlu için bir hadis kitabı yazmasını Zühri’den ister. 400 hadislik kitap yazılır. Bir ay sonra “O yandı, yeniden yaz.” denince aynısını yazar. Aralarında hiç bir fark yoktur (Tezkiretul huffaz, I/95-97) Caetani hadislerin “Şifahen (Ağızdan, sözlü)” olarak rivayet edildiğini söyleyerek küçümserken aslında hem ezber hem yazılı olarak hadisler korunmuştur.

Peygamberimiz Abdullah b. Amr b. Asr’a hadisler için, “Yaz, ağzımdan hak sözden başkası, çıkmaz.” buyurmuştur. (Süneni Ebu Davud, I/77)Ebu Hureyre’de Abdullah b. Amr b. As’ın hadis yazdığını bildirmiştir. (Buhari, I/36) Bu yazılan deftere, sahife-i Sâdıka denirdi ve bu sahife aynen Ahmet b. Hanbel tarafından Müsnedine aktarılmıştır. Hureyre, Medine’li bir Müslüman’ın hadisleri ezberinde tutamamasından yakınınca efendimizin kendisine, “Sağ elinden faydalan (yaz).” dediğini aktarır. (Bağdâdî, Takyidü’l-İlm, s.74-79) Sahabe gerektiğinde hadisleri yazardı, Ebu Bekr, semure b. Cünbüd’ün hadisleri kaydettikleri defterleri vardı. (Müslim, I/45; Tezkiretul huffaz, I/5) Tirmizi’ye göre Sad b. Ubade’nin hadisleri kaydettiği sahifeleri vardı bu oğluna da geçmişti. Cami-i Beyanü’l-İlm adlı eserde ise EbuHureyre’nin hadisleri yazdığına dair bir olaydan bahsedilir. Ayrıca Abdullah b. Abbas, Cabir b. Abdullah ve Enes b. Malik’in de hadis sahifeleri mevcuttu. (Tirmizi, Kitabu’l-İlel, Tezkiretul huffaz, I/37) Caetani’de sahabelerden bazılarının hadisleri kaydettiğini de  -yazdığını- zaten kabul eder (I/117, II/188) Hatta, Hemmam b. Münebbih’in Ebu Hureyre’nin rivayetlerinden oluşan (Tezkiretul huffaz, I/89) hadis nüshasını aynen Muhammed Hamidullah 1953 senesinde neşreder. Yani sahabe devrinde kaleme alınan hadis mecmuası günümüzde aynen neşredilebilmiştir. Sahabeden sonra gelen tabiin adlı dönemde hadis yazımı daha ciddi ve resmi olarak ele alınır, Emevi Halifesi Ömer b. Abdülaziz devrinde hadis yazılımı resmi bir boyut kazanır. Ayrıca Hz Aişe  gibi, 2200 küsur hadis rivayet eden sahabeler de bulunduğunu unutmamak gerekir. Onun hadis ilmine katkıları için: el-İsabe, V/140, VIII/140; Hanbel, Müsned,VI/110-135,5/55-165; İbn-i Sad, Tabakat, II/126, ayrıca Asım Köksal’ın VII/50-56. sayfalara bakılabilir.

Efendimizin uyarı hadisi “Kim yalan yere bana söz isnat ederse, cehennemdeki yerini hazırlasın.” (Buhari, I/35 ) başta sahabe birçok Müslüman’ı hadis rivayetinde dikkatli olmaya çağırmıştır. Hadis ilmi ile uğraşan muhaddisler Caetani gibi oryantalistlerin tahmin ve takdir edemeyecekleri kadar büyük gayret, emek, göstermiş bu konuda hassas davranmışlardır. Caetani’nin iddia ettiği gibi efendimiz ölünce tüm Müslümanların zihninden ve not aldıkları sahifelerden efendimizin sözleri kaybolmamıştır. İbn-i Şirin hadis ilmi için, “Bu ilim, dindir.” (Müslim, I/11) derken, Abdullah b. Mübarek ise “İsnad, dindendir.” (Müslim, I/7- 12)diyerek adeta yüzyıllar öncesinden Caetani’ye nazire yapar.

Caetani’nin iddia ettiği gibi isnad ilminin sonradan uydurulduğu, ortaya çıktığına dair hiç bir ima ve işaret kitaplarda bulunmamaktadır. Aksine, el-İsabe adlı eserin giriş bölümünde Dr. Sprenger, “Dünya, hiç bir zaman Müslümanlar gibi bir millet görmemiştir ve görmeyecektir. Müslümanların icad ettikleri fenni rical (İnsanları araştırma, inceleme ilmi) sayesinde 500.000 zatın hayat hikayelerini incelemek mümkün olmuştur.” dediği gibi insanlık tarihinde görülmemiş bir çalışma yapılmış ve hadisleri rivayet eden (Ravi) insanların hepsinin ahlak, siyaset, sosyal hayatları tek tek inceleme altına alınmış ve “tabakat” denen ilim ortaya çıkarılmıştır. Zaten Caetani’nin iddia ettiği gibi isnad zincirleri sonradan hadis metinlerine eklense idi, ravisi bilinmeyen, şüpheli, zayıf bir hadise rastlamak mümkün olmazdı. Böyle olsa idi,mevkuf, mudal, mürsel, munkatı, mevzu hadis gibi zayıf hadis çeşitleri başta, ortada sağlam dışında hadis kalır mıydı? Hadis ilmine ömrünü adayıp hadisleri doğruluk derecesine göre ayıranlara bu hakaret değil midir? Ayrıca böyle bir şeyi hiç itiraz etmeden herkesin kabul edebileceği nasıl düşünülebilir? Caetani, İbn-i İshak’a değer atfetmekte, kitabında bol bol ondan alıntı yapmaktadır. Sonradan isnad hadislere eklendi ise, bir nüshası da halife Mansur’a takdim edilen İbn-i İshak’ın kitabındaki isnadsız bir habere, sonradan olanın nasıl isnad uydurmak ve koymak imkanı bulduğunu Caetani nasıl açıklayacak ve bunu delillendirebilecektir? Eğer İbni İshak’tan önce isnad hadislere eklenmiş ise Caetani’nin el üstünde tuttuğu İbn-i ishak’ın haberlerini kullanmayı Caetani’nin kendisi nasıl açıklayacaktır?

Zaten Caetani de eserinde isnad aleyhine kullanmaya çalıştığı rivayetlerin baş taraflarında isnadları bulunmaktadır. İşin başka bir ilginç noktası, Caetani, eserinde (I/81) İbn-i İshak’ı savunurken, “bildiği bir şeyi söylemiş, bununla yetinmiştir (isnadını; kimden aldığını açıklamamıştır)” diyerek işine gelince isnad zincirini aramadığını da itiraf etmiştir. Rahmetli Asım Köksal yerinde bir soru ile, “Bir olayı gözleri ile görmeyen insanların rivayetleri kabul edilmeyecekse, bu rivayetlerden şüphe olunacaksa, neden Caetani, bu şarta uymayı kendine mecbur addetmiyor? Caetani neden hiç görmediği Urve ve Zühri’nin haberlerine dört elle sarılmaktadır?” diye sormaktadır. Başka bir ilginç nokta da hadisin konusu olan isnad konusunda Caetani en eski hadis kitaplarına başvurmak  yerine siyer ve megazî kitaplarına (Peygamberimizin hayatını ve savaşlarını  anlatan eserlere) başvurmasıdır. Ne kadar mükemmel olursa olsun işin aslı, konu ile direk alakası olmayan eserlerden değil, konu ile direk alakalı asıl kaynaklardan öğrenilir. İlginçlik devam ediyor ve Caetani, İslam tarih kitapları içinde en başta İbn-i İshak ve İbn-i Hişam’ı (İbn-i Hişam, eserini daha çok İbn-i İshak’ı kaynak göstererek yazmıştır) kaynak alıp görüşlerini onlardan hareketle delillendirmeye  çalışırken, konunun uzmanı olan Asım Köksal bu eserlerin hiçte “En başta yer almadığının” altını çizmektedir. “Caetani’nin birinci dereceden kaynak aldığı bu eserleri, başa geçirmeye çalışması için İyi niyet ve samimiyete dayanmamakta, ona sadece istismar maksadıyla, üstün kıymet vermektedir.” demektedir. Zaten Caetani bu iki eserden de aslında şüphe etmektedir. “İbn-i İshak’ın kaynağı olan Urve’den yarım asır sonra vefat etmiş olduğunu.” ( I/76) belirterek aslında hem‘en güvenilir bu kaynaktır ama aynı zamanda o da tam güvenilir değildir’ diyerek İslam’a ait güvenilir hiç bir kaynak bulunamayacağı mesajını vermek istemektedir. Hâlbuki Caetani bu değer verdiği (!) kaynaklar konusunda bile hile yapmaktadır. Kaynaklar arasındaki zaman yakınlığı ne kadar uzatılırsa yani birbirine uzak gösterilirse eser de o kadar az değer kazanacaktır, amacı budur. Hâlbuki iki tarafında vefat tarihi yerine birincinin ölüm ikincinin doğum tarihlerini almak gerçek ilmi araştırmacılara düşen metot tarzıdır. Urve, 22-94 arasında yaşamıştır. Yani  İbnİ İshak, Urve’den yarım asır sonra dünyaya gelmemiştir, Urve vefat ettiğinde İbn-i İshak (85-151) hayatta ve 9 yaşında idi. İshak, Urve’nin arkadaşları ile tanışmış, öğrencilerinden de ders görmüştür. Görüldüğü gibi Caetani okuyucuları ilim namına iğfale, yanlış yola sürüklemeye çalışmaktadır. Caetani aslında İbn-i İshak tarihinde isnad kullanılmadığını ileri sürmekte, zaten en güvenilir eser olarak ta onu göstermeye çalıştığı için, ‘Bu en kıymetli eserde bile isnad zinciri yoksa hadislerde bu isnad zinciri nereden çıktı, demek sonradan hadislerin başına eklendi’ iddiasında bulunmaktadır. Kullandığı kaynağın hadis kitabı değil tarih kitabı olması, başka güvenilir kaynakları atlaması, iddialarındaki kaynaklarla oynaması, hadis ilmine-dolayısı ile isnad ilmine- verilen tarihi belgeleri es geçmesi zaten Caetani’yi yeteri kadar temelsiz iddialarda bulunmakla itham edebilmemize  yetmezmiş gibi, aslında İbn-i İshak’ın tıpkı Buhari gibi isnad kullandığını da (Bu konudaki delillere Asım Köksal’ın eserinden (7/68-71, 80-85) ulaşılabilir) Caetani görmemezlikten (!) gelerek iyice kendini rezil edebilmektedir. Asım Köksal, İbn-i İshak’ın  isnad kullanmadığına dair Caetani’nin verdiği iki örneği (Yahudilerle yapılan anlaşma ve Bedir savaşına katılanların listesi) delilleri ile (VII/74-77,79) çürütmektedir. Aslında  İbn-i İshak’ta isnad olduğunu Caetani’de kabul etmiştir (I/ 77-78) ama onları da tevil, yorum ile basit, eksik göstermeye çalışmıştır. Ama zaten İbn-i İshak’ı hadis alimleri tedlis yapmakla yani kaynaklarını tam vermemekle eleştirmişlerdir. Dolayısı ile hadis ilmi açısından ortada bir sorun yokken (Çünkü var olan sorunlar, eksiklikler zaten muhaddislerce tespit edilmiş ve halledilmişken) hadis ilmine tarih gözü ile (!) bakınca sorun çıkarmaya çalışan klasik oryantalist zihniyetten başka ortada bir sorun kalmamaktadır.

 Zaten Ortodoks Hıristiyan olan Corci Zeydan, “Müslümanların, isnadı, diğer nakli ilimlere de, uygulamaları itibariyle, İslam kitaplarında doğruluğun hakim ve galip bulunduğunu.”  itiraf etmiştir. (Medeniyet-i İslamiye Tarihi)

Aslında Caetani gibi oryantalistleri bir yönden de anlamak mümkündür. Onların dinlerinin kaynağı İncillerdir. İnciller Kur’an gibi birer kutsal, ilahi kaynaklı metinler değil, belli yazarlarca “İsa’nın hayatının anlatıldığı” eserler olarak var olmuşlardır. Yani Hıristiyanlar için İsa tarihi eşittir, kutsal kitapları İncil’dir. O gözle İslam’a bakan veya bakmaya çalışan oryantalistler de ana kaynak Kur’an ve ikinci kaynak hadisleri atlayıp İncil ayarındaki ve ancak, belki biz Müslümanlarca Kur’an ve hadisten sonra üçüncü sırada kaynak olarak yer alan siyer/tarih kitaplarını ilk kaynak alıp İslam’ı değerlendirmeye çalışmaktadırlar.

Caetani, bir iddiasında Ebi Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm Ensari’nin oğlu Abdullah b. Ebu Bekr ile Hz Ebu Bekir’in oğlu, Abdullah b. Ebu Bekr’i karıştırmıştır (IX/134) Dolayısı ile doğum tarihlerinden itibaren karıştırdığı kişiler üzerinden ileri sürdüğü tüm iddialarda geçersiz olmaktadır. Yine Caetani Hişam b. Urve’nin Hz Aişe’den hadis rivayet edemeyeceğini (II/211. fıkranın I. dipnotu)  rivayet edilen hadisin uydurma olduğunu ileri sürer. Caetani’ye göre Hişam’ın vefatı 146, Hz Aişe’nin vefatı ise 58 olduğuna göre birbirlerini görmeleri imkansızdır. Bu şekliyle iddia doğru gözükmektedir ama Caetani bir şeyi gizlemiştir. Hadisi rivayet eden Hişam hadisi “babasından” almış, babası Hz Aişe’den dinlemiştir ama Caetani babasını isnad zincirinden silince ortaya birbirini görmesi imkansız iki kişi kalmaktadır. Tirmizi’de Ebu Hureyre’den gelen hadisi, Buhari’de İbn-i Abbas’tan diye aktaran  (X/108) birçok kişinin rivayet ettiği hadisi (Deliller için Asım köksal tarihi, VII/130-142) bir insana atfeden ve ona da uydurmadır diyen yine Caetani’dir. Mevzu hadisleri genelleştirip tüm hadisleri zan altına almaya çalıştığı, Müslümanları ikinci büyük kaynağından mahrum etmek isteyen Caetani, “Meşhur ve doğu ilimleri konusunda ihtisas sahibi” diye övdüğü Dozy’ye, hadislere fazla önem veriyor diye itiraz etmektedir. Konusunda ihtisas sahibi ise, ona itimat etmeli, güvenmeli Caetani, yok değilse neden onu böyle vasıflandırmıştır?

Caetani bir taraftan hadisler daha çok genç sahabelerce aktarılmış, Ebu Bekr, Ömer, Osman gibi daha yaşlı sahabelerce neden daha az aktarmış diye sorarken diğer taraftan da, “Hadisler, bizi II. Hicri asırdaki Müslümanların, Muhammed’in ne söylemiş olmasını istediklerini gösterirler. Muhammed’in ne söylediğini bildirmezler.” diyerek aslında hadislerin II. asır muhaddislerinin uydurduğunu ileri sürmektedir. Caetani’nin II. asırda uydurulduğunu iddia ettiği hadisler için, genç sahabeyi neden suçladığını anlamak zordur. Eğer genç sahabeler hadisleri uydurmuşsa, II. asır muhaddislerini eserinde devamlı suçlaması nedendir? Amaç sadece bağcıyı dövmek olunca Caetani’nin sopası bir genç sahabeye bir II. asır Muhaddislerine inip durmaktadır.

Caetani’nin en büyük hatalarından birisi Buhari başta tüm hadis kitaplarını siyer, yani efendimizin hayatını anlatan eserler gibi zannetmesidir. Aksine bir durum da söz konusudur, aynı zamanda Caetani, siyer kitaplarını (Başta İbn-i İshak) da hadis kitabı yerine koymaktadır.Bunda en büyük etkenin Caetani gibi oryantalistlerin İslam ile Hıristiyanlığı birbirine karıştırmaları neden olmaktadır.Bilindiği gibi Hıristiyanlığın kutsal kitabı İncil, Kur’an gibi ilahi vahiy değil, İsa’nın hayat hikayesinin çeşitli kişilerce anlatıldığı bir siyer (Peygamber hayatı ) kitabıdır. Dolayısı ile kendi dinlerine baktıkları gözle İslam’a bakınca, siyer kitapları oryantalistlerce İslam hakkınca birinci el kaynak kitap olmaları gerekmektedir ki, burada yanılmaktadırlar.İslam’ın ilk kaynağı; Kur’an, ikincisi;sahih hadis, sonra belki üçüncü sırada siyer kitapları yer alabilir.

Caetani’ye sormak gerekmektedir tabii;Hadisler II. asırda uydurulmuş olsa idi, hadis rivayetini genç  sahabelere söyletip te 1300 sene sonra gelecek olan oryantalistlerin bile eline itiraz edebileceği bir koz vermek yerine, neden hulefai raşidinden, aşere-i mübeşşereden hadisleri rivayet ettirmemişlerdir. Hem de sonra uydurdukları (!) hadislerin sıhhat derecelendirmesi yapmak ve uydurulan isnad zincirindeki insanların hayatlarını tek tek araştırıp ciltler dolusu eserler yapma zorunda kalmışlarıdır? Onlar mı çok saftı, Caetani mi çok kurnaz?Olanı, olmasını istediğimiz şekilde değil, olduğu gibi, kabul etmemiz lazımdır.

Ayrıca yine sormak gerekiyor, genç sahabelere hadis rivayet etme hakkı tanımayanlar, 1300 sene sonra hem de Hıristiyan oldukları halde nasıl İslam tarihi yazma hakkını  kendilerinde  bulabiliyor? Tevbe 122. ayet gereği bir takım Müslümanlar savaşırken bazı Müslümanların ilim öğrenmek için geri kalması gerektiği emrini bizzat Kur’an emrediyor. Ashabı Suffa (Buhari, I/113) denen bu genç ve kendilerini ilim öğrenmeye adayan insanlar arasında Ebu Hureyre, Enes b. Malik, İbn-i Abbas gelir. Ebu Hureyre’nin “Muhacir kardeşlerimiz çarşıda alışverişle, Ensar kardeşlerimiz de, malları ve mülkleri için çalışmakla meşgul olurken, Ebu Hureyre, karnı tokluğuna Rasulullah aleyhisselama hizmet eder, ve onların hazır bulunmadıkları meclislerde hazır bulunur, onların belleyemediklerini bellerdi.” (Buhari, I/37-38) sözü aslında bize çok şeyi açıklar. Yine Ebu Hureyre’nin, “Ben rasulullah’tan iki kab ilim belledim. Onlardan birini açıkladım. Diğerine gelince, onu açıklasam şu boğazım kesilir.” (Buhari, I/38, Tabakat, II/118, IV/57) dediğini yani büyük ihtimal gelecekte olacak olaylar veya ilmi ledün denen manevi ilimlerden de nasibini almış biri olduğunu unutmamak gerekir. Ayrıca ‘neden daha yaşlı sahabeler hadis rivayet etmedi?’  diyen Caetani’ye,yaşlı sahabe diye adlarını saydıkları arasında yer alan Ebu Bekir’in evinin mescide bir mil uzakta olduğunu  ve ticaretle uğraştığını, Ömer’in de ticaretle uğraşıp günaşırı Medine’ye gelebildiğini, Hz Osman’ın da hurma ticaretiyle uğraştığını hatırlatıp, mescidin yanında bulunan ve kendilerini ilme adamış bu kişilerin daima efendimizle içli dışlı olup O’ndan daha fazla hadis rivayet edebilmelerini gayet normal olduğunun altını çizelim. Hatta Hz. Ebu Hureyre’yi hadis konusunda eleştirenlerden olan Hz. Ömer’in oğlu, Ebu Hureyre’ye, “Sen, Resulullah’a en çok mulazemet edenimiz ve O’nun hadisini en çok belleyenimiz idin.” (İsabe, VII/204- 205) deektedir.

Caetani özellikle Hureyre ve Abbas üzerinde durur ve onlar hakkında akıllarda soru bırakacak iddialarda bulunur. Dolayısı ile onlar sorunlu olunca rivayetleri de sorunlu olacaktır. (Bu arada II. asırda, Ebu Hureyre’nin haberi olmadan kendilerini ravi gösterip hakkında hadis senedi oluşturan (!) Muhaddisler yüzünden Caetani, neden Ebu Hureyre ve İ. Abbas’ı suçlayıp, hadislerini eleştirmektedir, anlamak zordur…!) Asım Köksal kitabında Ebu Hureyre ve İ. Abbas’ın üstünlükleri ve fedakârlıkları ile ilgili uzun örnekleri delilleri ile verir. Burada sadece iki örnek ile Caetani’nin çarpıtmalarını örnekleyip geçeceğiz. İbn-i Abbas, peygamberimizin eşi, Meymune annemizin yeğenidir; Meymune annemiz, İbn-i Abbas’ın teyzesidir. Ayrıca yine İbn-i Abbas, peygamberimizin de amcasının oğludur. Abbas akıl baliğ olmadan önce, küçük bir çocuk iken, bir gece efendimizde misafir kalır ve onlarda geceler.Gece yatakta efendimiz ve eşi yastığın uzunluğuna başını koyar, küçük Abbas ise enine. Yani ‘L’ şeklinde yatarlar. Sonra gece efendimiz -Kendisine farz, ümmetinin ise kılmakta serbest bırakıldığı namazı kılmak için- kalkar, Abbas’ta uyanır ve onunla kalkar, efendimiz başını, kulağını okşar (Bunlarda çocuk olduğunun delilleridir) ve beraber namaz kılarlar. Abbas daha sonra bu çocukluk devri hatırasını anlatır. (Buhari, I/53-53) ve Caetani, bakın bunu nerelere kadar çeker. (İslam tarihi, V/199):Kendi kendine paye vermek için, Muhammed’le samimiyetini göstermek için, Muhammed ve zevcesi ile aynı yatakta yattıklarını anlatır.” Caetani, yastığı; yatak, Abbas’ı çocuk değil;delikanlı, Meryem ve efendimizi ise akrabası olmayan biri gibi aktarmıştır! Sonrada Abbas’ı uydurmalarla suçlamaktadır. Bu uydurmalarına (!) örneklerden biri idi Caetani’nin verdiklerinden. Ebu Hureyre’ye yaptığı eleştirilerden de bir örnek verelim (I/37-375): Caetani’nin aktarımına göre “Dört büyük mezhep imamlarından biri olan Ebu Hanife” Ebu Hureyre hakkında ileri geri konuşmuştur. Hâlbuki verdiği kaynağa baktığımızda Ebu Hureyre’yi eleştirenin Ebu Hanife değil, “Horasanlı Hanefi mezhebinden bir gencin” olduğu görülür. Bu gençte, “Ebu Hureyer’nin hadisi makbul değildir.” diye  eleştiri yapınca bir yılan ortaya çıkar ve sadece onu kovalar, sözünden vazgeçince kurtulur. Evet, kaynakta anlatılan da, kaynağa bakmayacak okuyucuları yönlendirmek isteyen Caetani’nin bilimselliği, objektifliği de bu! Kaynağı okuyan Caetani’nin vardığı sonuca mı yoksa tam zıttına mı ulaşır, yorum okuyucunun.

Caetani’nin bilimsel (!) bakış açısına birkaç örnek verelim. Nisa 15. ayette geçen, “Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara sizden dört şahit isteyin. Eğer şahitlik yaparlarsa, ölünceye kadar veya Allah onlara bir çıkış yolu verinceye kadar evlerde tutun.” ayetini bakın nasıl anlamıştır? Ayeti okuyan herkes, bunun bir ev hapsi cezası olduğunu hemen anlar ama bakın Caetani bu ayeti nasıl açıklıyor: “Kur’an iki yerde zina cezasında bahseder. Birincisi kadını canlı canlı bir yere kapayarak açlıktan öldürmek.” (VI/348)  Devam edelim, Caetani Hayber savaşı sırasında efendimizin dua ettiğini ve “Allah’tan hücum edeceği memleketteki bütün malları, kendine bahşetmesi için yalvarmıştır.” der. Hatta devam eder ve “Müslümanların büyük kısmının kafirlerin mallarını elde etmek için bu yeni dine girdiğini” iddia eder. (V/82-83) Peki efendimizin duası ne idi?  Allah’ın büyüklüğü anıldıktan sonra “Ey her şeyin sahibi Allah’ım! Senden bu yerin, hayrını ve iyiliğini, bu yerin halkının, hayrını ve iyiliğini, bu yörede bulunan her şeyin hayrını ve iyiliğini dileriz.” (İbn-i Hişam, III/343) efendimizin savaşacakları yerin halkını iyiliği dâhil, Allah’tan istediği kabul eder. Sadece “Hayr’dır!” Hayr, yani güzellik, iyilik! Hz. Aişe müminlerin annesidir, Asım Köksal ise O’nun sade yaşamında örnekleri eserinde kaynakları ile (s. 53-54 ) verir. Ahzap suresi 28-29. ayetler inip, “Ey Peygamber, hanımlarına söyle; “eğer siz dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, geliniz size mihrinizi vereyim ve sizi iyilikle bırakayım. Eğer siz Allah’ı, Rasülü’nü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, muhakkak Allah sizden iyilik yapanlara büyük mükafat hazırladı.” ayeti inince, efendimiz Aişe’ye, ‘anne babanla istişare et, kararını öyle ver’ deyince, Aişe annemiz “Ben Allah ve resulünü tercih ediyorum.” diyen birisidir. (İbn- Sad, Tabakat, VIII/47; Müsned, VI/185) Hz Aişe, Hayber fethi olunca sade yaşamında belki çok az da olsa bir değişiklik olur düşüncesi ile “Hayber fethedildiğinde (Bu söz bile fetihten sonra sözün söylendiğinin delilidir) artık, hurmaya doyarız.” diye insani bir temennisinde bulunur. Dikkat lütfen, ‘altın, mal, atlas, ipeğe doyarız’ değil, zaten Arap çöllerinde bolca bulunan ‘Hurma’ya, azıcıkta olsa doymak ümidini dile getiriyor Aişe annemiz. Caetani bakın bu sözü nasıl yorumlar: “Anlaşılıyor ki, Hayber’i zapt etmeyi, açlıktan kurtulmak için arzu ediyorlardı.” (V/65) Caetani’ye göre Müslümanlar, çapulcu, savaş ganimeti peşinde koşan maceraperest soyguncular. Hâlbuki savaşları çıkaran gayri-Müslimlerolmuşlardır. Ya saldırmış, ya anlaşmaları bozmuşlardır! Müslümanlarda kendilerini savunmuşlardır. Aişe annemiz ve efendimizin aile hayatı, dünya nimetlerine önem vermemeleri ile alakalı sitemizde, ” Peygamberimiz neden çok hanımla evlenmiştir?” adlı yazıya ve konu ile alakalı olduğu için, “İslam barış dinidir.” başlıklı yazıya bakmanızı öneririz.

İddia ile alakalı son sözü İngiliz oryantalist John Devenport’un efendimiz ve Kur’an hakkında yazdığı ederden alıntı ile bitirelim: “Hazreti Muhammed saltanat peşinde koşmadı. İnsanları adalete çağırdı. Merhameti, alçakgönüllü olmayı öğretti. Putperestlikten kurtardığı Kabe’nin yanına bir saray inşa ettirmedi.” (John Devenport, Hz Muhammed ve Kur’an, s. 136)

Kur’an’daki kıssalar,  Tevrat ve İncil’den alıntılanmış olabilir mi?

– Bu konu geniş olarak  ‘Kur’an’ın kaynağı nedir? ‘ adlı yazıda ele alınmıştır! –

“Musevilik ve Hıristiyanlık; tevhid, nübüvvet, vahiy, ahiret inancı ve varlık anlayışı gibi temel konularda İslam’dan apayrı bir anlayışa sahiptir.” (Prof. Ramazan Altıntaş, Gençler inançtan soruyor, s.123); Hıristiyanlık öğretisinin aksine “İslamiyet’te karısını boşayan zina etmiş olmaz, başka bir dul kadın almakla da zina etmiş olmadığı gibi, kocasından boşanan ve başka birisiyle evlenen kadın dahi zina etmiş sayılmaz. İslamiyet, çalışın fakir kalmayın diyor.” (Operatör Doktor Mehmet Ali Derman, Çürütme (reddiye), s. 30)  

 Kur’an’daki kıssaların (Peygamberlerin gerçek hayat hikayelerinin) “İyi hazmedilmemiş haham ve İbrani hikayeleri.” olduğunu iddia eder Caetani. Halbuki, aralarındaki büyük farklar hatta bazı hata ve tahriflerin Kur’an tarafından 14 asır önce düzletilmiş olması bu iddiayı yalanlamaktadır. Başta Tanrı ve peygamber inancı olmak üzeri kıssaları da kapsayan birçok fark bulunmaktadır.Kur’an ile Kitabı Mukaddes arasında. Tevrat, akılsız bir hayvanın (yılanın) Adem Havva’yı kandırdığını, Yılanın bu nedenle yerde sürünmekle cezalandırıldığından, Havva annemizin hatasının cezası olarak tüm kadınların hamilelik sıkıntısı başta dünyada cezalandırıldığından  (Tekvin, 3/1-19) bahseder. Kur’an’da bunlardan bahsedilmediği gibi ” Hiç kimsenin başkasının günahını yüklenemeyeceğinden de bahseder.” (Bakara, 142, Necm, 38, Enam, 165, Fatır, 18) Ayrıca Adem oğullarının mahlukatın üstünü olduğu, dünya nimetlerinin onlar için hazırlandığı anlatılır. (İsra, 70, Nahl, 10-18, Zuhruf, 12-14, Casiye, 12-13) Tevrat İbrahim’in tek oğlunun olduğundan ve kurban edilmek istenenin o olduğundan, adının da İshak olduğunda bahseder. (Tekvin, 22/19) Kur’an ise İsmail adını verir ve İbrahim peygamberle ilgili anlatılan içerik farklıdır. (Saffat, 99-113) Yine Tekvin 18/18’de, İbrahim’e gelen misafirlerin kebap yediklerinden bahsedilir. Kur’an ise yemediklerinden ve İbrahim’in bu durumdan hoşlanmadığından (Hud, 70-71) bahseder. Yine Tekvin’e  (32/2-29) göre tanrı yeryüzüne insan şeklinde iner ve Yakup ile güreşir ve yenilir. Lut peygamber iki kızı ile içki içer ve kızlarını hamile bırakır. (Tekvin, 19/30-37) Halbuki aynı kitapta Lut için, “Salih bir zat, Sodom’lulardan helak olmadan kaçası istenen biri.” olarak bahsedilir. (Tekvin 19/15) İffet ve ahlaklı olduğu için helaktan kurtulmamış mı idi bu zat? İçki içmek vs. tezat değil mi? Bu topluma örnek olacak peygamber değil midir? Yoksa batı toplumundaki ahlaki zafiyetin temelinde bu ve aşağıda sayacaklarımız mı yatmaktadır?

Tabii peygamberlere atılan tüm bu iftiralar Kur’an’da geçmez! Aksine tüm peygamberleri örnek, ahlak timsali, abid kimseler olarak tasvir edilir.Tevrat’a göre Musa peygamber bebek iken “saz bir sepete konularak” nehire bırakılır. (Huruç – Çıkış – 2/1-10) Kur’an ise bir sandık ile denize atıldığından bahseder. Kitabı Mukaddes âlimlerinden Prof. Yahuda, yaptığı araştırmalarda Musa’nın içine konulduğu şeyin sepet olamayacağını, belki, mukaddes emanetlerin içine konduğu bir tabut-sandukanın olabileceğini ifade eder. Musa peygamber aralarında değil iken Hz Harun’un altından bir buzağı yaparak halkı ona taptırdığı ifade edilir (Huruç, 32/24) HalbukiKur’an Harun’un ” Buna tapmayın.” dediğini aktarır. (Taha , 90)Huruç, 7/1-2’ye göre rab, Musa’yı “Seni firavun’a ilah tayin ettim.” diye göndermiştir. (Asım Köksal, bu tercümenin K. Mukaddes’in 1878 tarihli basımında yer aldığını belirtir.  1949 tarihli baskısında ise “Seni firavun’a Allah gibi yaptım.” diye çevrildiğinden bahseder. Müslümanlarla muhataplığı ilerlettikçe anlamlar da ayarlamalar (!) olmaktadır anlaşılan) Kur’an ise (Araf, 104-105, Taha, 45) “Firavun, ben alemlerin rabbi tarafından gönderilen bir peygamberim.” dediği aktarılır.Muluki Salis, bab 11, ayet, 1-13’e göre ise Süleyman peygamber zamanla putlara taptığı için ilahi gazaba uğramıştır. Kur’an ise O’nun için, “O ne güzel bir kuldur.” (Sad,30), ” O, asla küfre sapmadı.” (Bakara, 102) demektedir.  Bilindiği gibi İncil’e göre İsa “Allah’ın oğludur.” (Matta, 16/13-17, 3/17) Ayrıca O çarmıha gerilmiş ve hatta çarmıhta, “Beni niçin terkettin!” (Matta21/28-50) dediği ifade edilir. Düşünsenize babanın oğlu olduğunu iddia eden biri bir de çarmıha geriliyor ve sonra isyan ediyor. Çevredekiler, “Bu bile isyanda, iyiki inanmamışız.” demezler mi idi?!Kur’an ise tüm bu iddiaları yalanlar. O (as) peygamberdi ve çarmıha da gerilmemiş idi. (Meryem, 88-93, Ali İmran, 35-37, Meryem 16-29, Maide, 75, Meryem, 30-33, Nisa, 155) Daha fazla örnekle konuyu şişirmeden benzer içeriğe sahip sitemizdeki, ” İncil, papa” başlıklı yazıyı tavsiye edip konuyu bitirelim.

“Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği düşüncelere baktığımızda o dönemde hâkim olan inançlardan bir eser görmemekteyiz. O,  putperestliğe, teslis (üçleme) anlayışıyla, ruhbanlıkla, İsa’yı Tanrı’nın oğlu olarak görmeleriyle ve İsa’nın tanrı olması ile ciddi bir şekilde ihtilâfa düşmüş ve onları kabul etmemiştir.  Peygamber’in onlardan etkilenmiş olsaydı, Hz. Peygamber’in sözlerinde de mevcut inançların (teslîs, enkarnasyon, vaftiz, aslî suç vb.) izlerinin bulunması gerekecekti.”  (Pr. Aydın Topaloğlu, Ateizm ve eleştirisi, s. 164)  Peygamberimiz kendisinden önceki peygamberlerin mesajlarını tekrarlamış, putperestliği, ahlâksızlığı, şirki ve zulmü ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Bu mantığa yani ilahi dinin tevhid – Tek Allah- inancına aykırı olduğu için İslam peygamberi, Hıristiyan teslis inancı ile, ırkçı bir tanrı inancını savunduğu içinde Yahudi inancına karşı çıkmıştır. Mevcut sosyal yapının peygamberleri ortaya çıkarması ve onları etkilemesi bir tarafa, peygamberler o toplumu yeniden yapılandırmak ve değiştirmek için gelmişlerdir.

Abdest, namaz sonradan mı uydurulmuştur?

Mekke’de abdest, namaz emredilmemiş mi idi? Bunlar sonradan mı çıkarılmıştır? Bir kere tüm farzları Kur’an ile belirlenmiş olan (Maide, 6, Nisa, 42) ve her gün Müslümanlarca yapılan ibadetlerin sayı ve şeklinin sonradan uydurulduğunu iddia etmek ne kadar mantıklı olur? Ebu Hureyre aktardı diye abdest hadislerini reddeden Caetani, başka birçok ravinin de bu konuda hadis riayet ettiğini görmezlikten gelir. Caetani’nin önem verdiği İbn-i İshak, Cebrail’den abdest, namazı öğrenen efendimizin bunları ilk Hz Hatice annemize öğrettiğini bilmezden gelir. Bu konu hakkında detaylar İbn-i Hişam’ın I/261-269 ve 281-282. sayfalarında bulunabilir. Yine Hişam’ın (I/366) anlattığına göre “Ömer İslam oluncaya kadar, Kabe’nin yanında serbest namaz kılmaya kadir olamamıştı.” Müslümanlar. Yine Buhari, I/131-132, İbn-i Sad, Tabakat, II/211, Taberi, II/212’de Mekke’de namaz ile rivayetler aktarılır. Ayrıca Caetani abdest ve gusül’ün ilk kez Nisa 43. ayetle farz kılındığını aktarır.  Hâlbuki bu ayet, su bulunmadığı zamanlarda gusül ve  abdest yerine teyemmüm ile namaz kılınabileceğine rushat vermiştir. Yani abdest ve gusül “önceden zaten biliniyordu.” Su olmayıp, abdest- gusül lüzum olunca ne yapılacağını ayet bizlere bildirir. Caetani’ni görüşlerine delil diye getirdiği birçok şeyin araştırınca zıttına delalet ettiğini zaten çok kez gördük. Ayrıca en az 17 Mekkî (Mekke’den inen) ayet ile namazdan bahsedildiğini Asım Köksal, ayet numaraları ile eserinde verir. (VII/353-354) Mekki surelerde namaz kılmanın kesin emredilmediğini iddia eden Caetani’ye sadece, direk “Namaz kılın!” şeklinde emir içerikli üç Mekkî ayet numarası verip konuyu noktalayalım: Enam, 72, İbrahim, 31, Rum, 31. Ayrıca Caetani, Buhari’de namazın farz olduğu ve cuma namazının kılınmasını emreden hadis bulamadığını ileri sürer. Asım Köksal (VII/363-366) Buhari dahil, çeşitli kaynaklardan derlediği hadisleri kitabında sıralar.Konuyu İslam düşmanı Renan’ın sözü ile bitirelim:” Candan müteessir olmaksızın ve hatta -diyebilirim ki – Müslüman bulunmadığıma üzülmeksizin, bir mescide girdiğim vaki olmamıştır.” (Renan, İslamiyet ve ilim, s.19)

İslam evrensel değil midir?

Guillimain, Fransa tarihi (s. 8, 81) isimli kitabında, “İslam dininin kurucusu Muhammed, mensuplarına bütün dünyayı egemenlikleri altına almalarını emretmiştir.” demektedir. Evrensel olmayan mesaj için tüm dünyaya savaş!?

Yukarıda verdiğimiz ve Caetani’nin İslam’ı, Hıristiyanlığın yayılmasına engel bir din olarak gördüğünü gösteren cümlelerinden sonra İslam’ın evrensel bir din olmadığını ispat etmeye çalışmasını anlayışla karşılayabiliriz. Dünya’nın Hıristiyanlaştırabilmek için İslam dinini Araplara hatta sadece Arabistan’a gönderilmiş bir din olarak göstermeye çalışmaktan daha doğal ne olabilir ki?

Öncelikle İslam’ın Peygamberimizle başlamadığını hatırlatalım. (Sitemizdeki “İslam tüm dinlerin özüdür.” başlıklı yazımıza bakılabilir. Kur’an’a göre Musa’da ( Araf, 104, Yunus, 90), Nuh’ta ( Yunus, 72), İbrahim ve Yakup’ta ( Bakara, 120-132), Yusuf’ta ( Yusuf, 38-40, 101), İa’da ( Ali İmran, 51-52) İslam ise tümünü kapsayan ( Şura, 12, Ali İmran, 84, Bakara, 137) bir dindir.

İslam sonradan yapılan ilaveleri, değişiklikleri kaldırmış ve asli şekline döndürmüş (Tevrat- İncil’deki Tanrı ve peygamber kavramları ile Kur’an’daki Allah ve peygamber kavramlarının içeriği buna en güzel örneklerdir ) ayrıca kendine özel belli kuralları da getirmiştir. Yahudiler, Uzeyr, tanrının oğlu dediler. Hıristiyanlar ise İsa tanrının oğludur dediler. Sonra her iki din mensupları din adamlarını, rahipleri tanrı ilan edindiler (Uydurduklarını ve yorumlarını, tanrıdan gelmiş vahiy gibi- din gibi kabul ettiler.)

Caetani’ye göre Kur’an’da İslam’ın evrensel bir din olduğuna dair ufak bir ima bile bulunmamaktadır. Hadisleri zaten uydurma kabul eden Caetani, hadis âlimlerince tedlis yaptığı için; kaynaksız delilsiz rivayetler aktardığı için eleştirilen İbn-i İshak dışındaki diğer tarih kitaplarındaki rivayetleri de kabul etmemektedir. Bozacının şahidi şıracı mantığı ile kendine delil olarak ta başka bir oryantalist olan Grim’i örnek gösterir. Öncelikle İslam’ın evrenselliği ile alakalı çalışmamızı “Kur’an’da çelişki yoktur.” adlı yazımızda bulunabileceğini hatırlattıktan sonra Asım Köksal merhumun cevaplarına geçebiliriz. Saf suresi 9. ayette “O Allah ki, Rasulü’nü hidayet ve hak dinle, o dini, her dinden üstün kılmak için göndermiştir, müşrikler istemese de.” buyurulmaktadır. Ayette geçen “Hak din” ifadesinden kastedilen, İslam’dır (Ali İmran, 19: Allah katında din İslam’dır.) Diğer dinler ile kastedilen başta Yahudilik ve Hıristiyanlık tüm ilahi ve ilahi olmayan dinlerdir. Üstünlük tüm dünyayı, hatta “alemleri” kapsamaktadır.

Kur’an;Yusuf, 104. ayetle: “Kur’an bütün alemlere nasihattir.”; Sad, 87. ayetle:” O Kur’an bütün alemlere bir hatırlatmadır.”; Kalem, 52. ayetle:” O Kur’an bütün alemler için bir öğütten başka bir şey değildir.”; Tekvir, 27. ayetle:” O Kur’an ancak bütün alemlere bir öğüttür.” diyerek zaten mesajının evrenselliğini açıkça ifade etmiştir.Ayrıca Mekkî bir sure olan Enbiya suresi 107. ayette “Biz seni bütün alemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” buyurulur. Yine Mekkî bir sure olan Sebe suresinin 28. ayetinde de “Biz, seni bütün insanlara müjdeci ve uyarıcı olmak üzere gönderdik.” buyurulmaktadır. Caetani, İbn-i İshak’tan rivayet yok dese de İbn-i Hişam, İbn-i İshak’a dayanarak çevredeki devletlere gönderilen davet mektupları ile ilgili rivayeti kitabında paylaşır. Hişam, İbni- İshak tarikiyle, Yezid b. Ebi Habib Mısri’ye dayandırır rivayetini. Yani isnad zinciri de bulunmaktadır rivayetinin. Ayrıca Taberi’de Vakidi’ye dayanarak davet mektuplarının varlığını aktarır. (İbn-i Hişam, 4/224-225, Taberi, 3/84-91) Ayrıca İbn-i Sad, Tabakatında (I/20-38) aynı konuyu anlatır.

Caetani, inkar etmek istediği bir şeyi İbn-i Hişam’da İbn-i İshak’tan yapılan rivayetler arasında bulamazsa, bunu İbn-i İshak’ın sükutu ve kendi davasının da en büyük delili sayar. Bulursa onu, görmezden gelir veya sonradan Muhaddislerin uydurması olarak kabul eder.  Ayrıca bu konu ‘ Kur’an ve Hz. Peygamber Aleyhindeki İddialara Cevaplar ‘ adlı yazıda ele alınmıştır.

Peygamberimizin Muhammed ismi ve soyu üzerine

Oryantalist Caetani, peygamberimizin asıl ismini unutturmak istediğini, Muhammed adının sonradan kendisine bir lakap olarak takıldığını ileri sürer. Hâlbuki Kur’an’da 4 yerde Muhammed ismi açıkça geçer. (Ali İmran, 144; Ahzab,40; Fetih, 29; Muhammed,2) Bu ayetleri duyan hiç kimse,‘Bu Muhammed de kim?’ diye sormamış, itiraz etmemiştir. Ayrıca çeşitli hadis kitapları ve siyer kitaplarında da peygamberimizin ismi açıkça geçer. Mekke’li müşriklerin efendimize hitap şeklinin “Muhammed” olması da bu iddiayı çürütmektedir. Caetani’nin de, “özel bir kıymete sahiptir.” dediği (Caetani, İslam tarihi, V/288-289)Urve b. Zubeyr’in Halife Abdülmelik’e yazdığı mektupta da efendimizin adı açıkça ‘Muhammed’ olarak geçer. Ayrıca Caetani’nin de kitabına aldığı, kaynak olarak kabul ettiği kitaplarda da efendimizin adı hep ‘Muhammed’ olarak geçer. Hudeybiye anlaşmasında da Muhammed ismi kullanılmıştır. Anlaşmada ‘Muhammed resulullah  ile Süheyl b. Amr arasında anlaştıkları maddelerdir’ şeklinde peygamberimiz yazdırmak isteyince, Süheyl b. Amr’ın “Ben senin resul olduğunu kabul etmiyorum.” itirazı üzerine adının”Muhammed b. Abdullah” yazıldığını, İslam tarihi yazan Caetani görmemiş demek ki! Efendimizin mührünün de Muhammed resulullah olduğu birçok kaynakta sabittir.

Oryantalistler bir taraftan Muhammed yaşamadı derken yaşadığının ispatları karşısında bu defa O’nu Yahudi soyundan ilan ederler. Çünkü amaçları doğruya ulaşmak değil, O’nu Hristiyanların nazarında, ne şekilde olursa olsun, kötü göstermektir! 

Peygamberimizin babasının adı, Abdullah ismi üzerine

Caetani, ‘Abdullah ismini O (Efendimiz) icad etmiştir’ iddiasındadır. Hâlbuki Müslüman olmayanlar içinde bile Abdullah isminde birçok insan vardır. Caetani’nin kitabı da bu isimlerle doludur! (VI/62, III/62-65, I/386, III/181-182) Ayrıca III/387-394. sayfalarda da Bedir savaşında ölenlerin listesi verilir ve 9 kişinin baba veya dede adı yine Abdullah’tır. Aynı yerin devamında (394- 399) ise esir alınan müşriklerin adları sıralanır, bir tanesinin kendi adı, diğer dördünün babasının adı Abdullah’tır. Bu isimleri herhalde Müslümanlar onlara koymamıştır! Efendimiz 40 yaşına dek Mekke’lilerle beraber kalmıştır.O’nun çocukluğu, hayatı, günü gününe gözler önündedir.Bu insanlar  arasında aynı zamanda peygamberimize en şiddetli karşı çıkanlar da vardır. Bırakalım 1300 sene sonra ortaya çıkan Caetani gibi birçokoryantalisti,  efendimize itiraz edilebilecek bir şey bulsalardı o dönemin müşrikleri bu fırsatı asla kaçırmazlardı.

Caetani, önce efendimizin adını diline dolar, sonra babasının adı, sonra da dedesinin adı (Abdülmuttalib) üzerinde spekülasyon yapmak ister. Aynı iddiayı tekrarlar ve Adülmuttalib isminin Arap isimleri arasında olmadığını ileri sürer. Yine kendi eserinden (III/356-396) Bedir savaşında ölenlerin arasında 8 kişinin kendi, oğlu veya dedesinin adının muttalip olduğunu yazar unutmuş veya atlamış görülmektedir… Ashab arasında da Muttalib isminde olanların listesini İbn-i Hacer(el-İsabe, VII/104) verir.

Peygamberimizin soyu, şeceresi şöyledir: Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalip b Haşim b. Abdimenaf b. Kusayy b. Kilab b. Mürre b. Ka’b b. Lüey b. Galib b. Fihr b. Malik b. Nadr b. Kinane b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyas b. Mudar b. Nizar b Ma’d b. Adnan. (İbn-i Hişam I/1-4; Tabakat, I/27-28, III/2; Buhari, IV/238; Maarifi İbni Kuteybe, 51; Taberi, II/191; Mesudî, Murûc ez-Zeheb, II/164; İbn-i Esir, el-Kamil, II/2-21; İbn-i Kesir, el-Bidaye, II/252-255; Siyer-i Halebi, I/3-18)  “Muhammed’in ataları memleketlerinin başta gelen kişileri arasında idi.” (Lord John Davenport, Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim, s.4) “Abdullah’ın oğlu en asil ırkın koynunda yetişmiştir.” (Lord John Davenport, Hz Muhammed ve Kur’an’ı kerim, s.10) La Cronica Arabigo-Bizantina adlı eserde de Hz Muhammed hakkında şu kısa bilgilere rastlarız: “Kavminin en asil sülalesine mensuptu.” (R. G. Hoyland, Seeing Islam as Others Saw it, Darwin press, s. 617)Henry Stubbe, Hz Muhammed’i olağanüstü bir şahsiyet olarak nitelendirir. Hıristiyan yazarların onun hakkında sayısız iftiralarda bulunduğunu söyler. “Onun soyunun düşük olduğundan, annesinin Yahudi olduğundan, Sergius veya Nastura adlı rahiplerin veya Abdullah adlı bir Yahudi’nin üstatlık ettiğinde bahsedilmiştir. Bunların hepsi komik iddialardır. Zira hem anne hem baba tarafında asil bir sülaleye mensuptur. İslam’da Nasturilikten bir ize rastlanmaz.” der.  (H. Stubbe, An Account of the Rise and Progless of mahometanism With The Life of Mahomet, s. 141) “Hz Muhammed’in babası, şehrin kurucusu olan Kusayy’ın torununun torununun torunu olan Abdullah’tır.” (Gai Eaton, İslam Ve İnsanlığın Kaderi, s. 189) 

Ortaya herhangi bir konuda iddia atmak kolaydır, zor olan onu ispatlamaktır ve bu da ilim ehline uyan metotlarca yapılmalıdır. İspat edilemeyen iddia ise iftira olmaktan ileri gidemez. Caetani hiç bir zaman tam bir sonuca varmamış, eksik bulmaya çalışmış, yüzeysel ve bilim dışı zıt ve çelişkili fikirler ileri sürerek ve kaynakları tahrif ederek okuyucuyu yönlendirmeye çalışmıştır.

“Tenkit ile hakareti ayıramayanlar, kendilerini, müşkülattan ve mesuliyetten (Zor durumda kalmaktan ve sorumluluktan) kurtaramazlar.” (M. Asım Köksal, İslam Tarihi, II/49)  

Gibbon, Hz Muhammed’in asil bir soya dayandığını savunur. (E. Gibbon, The Decline and Fall of The Roman Empire, 50. bölüm) ‘Şayet biz atalarımızla ilgilenmediğimiz halde iki üç kuşak hakkında bilgi sahibi isek, soy bilgisine düşkün olan Arapların atalarından altı,sekiz hatta on kuşağı hakkında bilgi sahibi olmaları gerçekçi olmaz mı?’ (Watt, Hz Muhammed Mekke’de, s. 5)  J. Fück, Hz Muhammed’in ‘itibarı bir ailenin çocuğu’ olduğunu söyler.(Die Originalitat des Arabischen Propheten, s. 160)

Caetani’nin ‘Müslümanlıkta önemi olan Allah değil, Muhammed olmuştur.’ iddiası ise asla doğru değildir. Hz Muhammed hiçbir zaman Allah’lık rolüne kalkmamış, aksine tanrı değil peygamber olarak bile abartıların önünü kesmiş ve “Hristiyanların Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları gibi, beni aşırı şekilde övmeyin! Ben ancak Allah’ın kuluyum. Bana ‘Allah’ın kulu ve Rasûlü’ deyin!” (Buhari, Enbiyâ, 48; Darimi, Rikak, 68) buyurmuştur. Aslında Caetani’nin tüm çabası Kuran’ı incil’e, Muhammed’i İsa’ya, Müslümanlığı da Hıristiyanlığa benzetme gayesinden başka bir şey değildir. Hâlbuki İslam gelmeden önce nesep/soy ile ilgili yazılı olarak kayıt altına alınırdı. Hz Ebu Bekir ensab (Soy bilgisi) konusunda uzman idi. (Prof A. Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 56, 101, 102)

Hz peygamberin vefatından on yıl geçmeden, İran ve Mısır’ın tamamı Müslümanların eline geçmiştir. Fetihlerin başlangıç noktası bildiren, uygulayan Hz Muhammed Mustafa’dır.(Prof. Cağfer Karadaş, Kafama takılanlar 2, s. 99-101) Tarihleri boyunca hiçbir devlet kuramamış ve bir araya gelememiş bu toplumu kim uyandırmış ve güdüleyip eğitmiştir? Tüm bu fetihleri başlatan kimdir? Caetani’ye göre hiç kimse!

Catetani’ye sormak gerekir, Yuhanna ed-Dımeşki dahil, 1400 senedir oryantalistler ‘olmayan biri ile mi’ mücadele etmişler ve 1400 sene sonra bile etmeye devam etmektedirler. O kadar akademisyen, misyoner, araştırma ve kitap, olmayan birini alt etmek için mi idi?! Devam edelim:

Yazarı bilinen ve peygamberimizden bahseden ilk eser, VI. yüzyıl Bizans felsefecisi, İskenderiyeli Stephen’e aittir. Horoscope adlı eserinde, 620 yılında Arap tüccardan işittiği alıntıyı nakleder: “Yesrib’te (Mekke’nin eski adı) İsmailoğullarından Kureyş kabilesine bağlı, Nisan 620 yılında adı Muhammed olan ve peygamber olduğunu iddia eden bir adam ortaya çıkmıştır.” (Robert Hoyland, Seeing Islam as others saw it, s. 304; Yunanlı Jacobi, Yahudilerle ilgili yazdığı bir eserinde, Hz Peygambere de bir bölüm ayırmıştır:  Prof. Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 257) E. Renan’ın, S. Rushdie’nin ağzından nakledilen sözleri ilginçtir: “Muhammed’in hayatına dair neredeyse her şeyi biliyoruz. Onun nerde yaşadığını, ekonomik durumunun ne olduğunu ve kime âşık olduğunu biliyoruz. Yine biz, Onun dönemindeki siyasi ve ekonomik durumu da biliyoruz.” (İbni Warraq, Studies on Muhammad and the Rise of Islam, s. 16); Renan ayrıca, “Muhammed, İsa ve Musa’nın aksine tarihi kayıtlarla iyi ortaya konmuş bir kişiliktir.” (Wim Raven, NRC Handelsblad, 23.12.2005) demektedir. Sprenger, “Başlangıçta peygamberin adının Muhammed olmadığını ileri sürer. E. Renan, J. Fück ve T. Nöldeke ise bu görüşe karşı çıkar. (G. S. Reynolds, Remembering Muhammad, Numen, 58, 188-206; J. Fück, The Role of Traditionalism in Islam, s. 16); Bertrant Russell, “Hz. peygamberin hayatına dair kayıtların son derecede acık olduğunu belirtmiştir.” (W. Khan, Muhammad, s. 8); Angelika Neuwirth, Hz Muhammed’in mitolojik, hayali biri olduğunu ileri süren Kalisch’i eleştirir ve “İkna edici herhangi bir kaynak sunulmadan ortaya atılan, bilimsellikten uzak bir provakasyon.” nitelemesinde bulunur. (Prof. Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 235) Seeing Islam adlı eseri başta, İslam’ın ilk dönemlerine dair önemli çalışmalar yürüten Robert Hoyland da, tarihi kayıtlarda Muhammed’in isminin varlığına dair belgeler olduğunu belirtir ve benzeri tüm iddiaları reddeder. (Hoyland, New Documentary, BSOAS, 69, 2006, s. 395-416)

Robert G. Hoyland’ın İslam’dan bahseden ilk kaynakları konu edindiği “Seeing Islam as Others Saw It” adlı eserinden devam edelim: Temmuz 634 tarihinde yazılan Doctrina Jacobi (Jacob’ın Öğretileri) adlı eserde Araplar arasında peygamber olduğunu iddia eden bir kişinin olduğuna değinilir. (s. 55-61) Papaz Thomas, 640 yılında yayınlanan eserinde Hz. Muhammed’den söz eder. (s. 118-120) Bagratuni Piskoposu Sebeos ise 660 yılında yazdığı eserinde bir tüccar olan Hz. Muhammed’den söz eder. (s. 124-132) John bar Penkaye ise 680’lerde yazdığı eserinde Arapların lideri olan Hz. Muhammed’den söz eder. (s. 194-200)

7. yüzyılda yazılan ‘Yakup’un Öğretisi’ adlı risale, “İsmaililerin (Hıristiyanların Müslüman Arapları kendilerince aşağılamak için kullandıkları sıfat) Peygamberinden ilk olarak bahseden “risale” olma iddiasına sahiptir. Risalenin yazarı yaşlı bir Yahudi bilgine “Bana Sarazenler (Avrupalıların Araplara verdiği isim) arasında ortaya çıkan peygamber hakkında ne söyleyebilirsin?” diye sorar. Aldığı cevap Yahudi bakış açısını yansıtsa da, efendimizden bahseden en eski risalelerden olması açısından belge tarihi bir öneme sahiptir. 

Süryanilerin İslam’ın erken dönemlerinde İslam’dan söz ettiği pasajları ele alan Michael Philip Penn’in ‘When Christians First Met Muslims’ adlı kitabından devam edelim: 636-37 yılında, gördüğü önemli olayları İncil’inin ilk sayfalarına not alan bir yazarın Hz. Muhammed’den söz ettiği görülmektedir. (s. 22) Ayrıca 640 yılında yazıldığı düşünülen bir başka eserdeyse yazar, Bizanslılarla Hz. Muhammed’in önderliğindeki grubun savaştığından oldukça kısa bir şekilde bahsedilir.(s. 25) Son kısmının 660-680 yıllarında (muhtemelen eserin asıl yazarından farklı bir yazar tarafından) ve geri kalan kısımlarının daha önceki yıllarda yazıldığı düşünülen, 590 yıllarıyla 660 yılları arasındaki olaylardan bahseden bir anonim eserde de Hz. Muhammed’den bahsedildiği görülmektedir. (s. 47)

H. A. R. Gibb, Mohammedanism (s. 27) adlı eserinde şöyle der: “Muhammed’in tarihi ile ilgili kesin bir gerçek vardır. O da hareket sebebinin kesin olarak dini oluşudur.” Demektedir.

635 yılında Thomas the Presbyter tarafından yazılan yazıtlarda Arap savaşçılar için, “Muhammed’in Arapları” yazmakta(A. Palmer (with contributions from S. P. Brock and R. G. Hoyland), The Seventh Century In The West-Syrian Chronicles Including Two Seventh-Century Syriac Apocalyptic Texts, 1993, op. cit., p. 19, note 119; Also see R. G. Hoyland, Seeing Islam As Others Saw It: A Survey And Evaluation Of Christian, Jewish And Zoroastrian Writings On Early Islam, 1997, op. cit., p. 120, note 14);  665 yılında Hristiyanlar tarafından yazılan Maronit günlüklerinde “Muaviye Muhammed’in yerine geçmek istemedi.” diye yazılmakta (R. G. Hoyland, Seeing Islam As Others Saw It: A Survey And Evaluation Of Christian, Jewish And Zoroastrian Writings On Early Islam, 1997, op. cit., p. 136. Also see, A. Palmer (with contributions from S. P. Brock and R. G. Hoyland), The Seventh Century In The West-Syrian Chronicles Including Two Seventh-Century Syriac Apocalyptic Texts, 1993, op. cit., p. 32; M. P. Penn, When Christians First Met Muslims – A Sourcebook Of The Earliest Syriac Writings On Islam, 2015, op. cit., p. 58);  670-680 arasında yazılan Short Chronicle adlı kitapta da Müslümanların liderinin adı olarak “Liderleri Muhammed idi” diye açıkça bahsedilmekte (Al-Ka’bi, N. (2016). A Short Chronicle on the End of the Sasanian Empire and Early Islam. 590-660 AD. Gorgias Press);  Ermeni bir keşiş olan Sebeos tarafından 660’lı yıllarda yazılan ve “The History of Sebeos” adlı eserde de “İsmail oğullarından ismi Mahmet olan ve bir tüccar olan… Mahmet onlar için yasa koydu: leş yememek, şarap içmemek, yalan konuşmamak ve zina etmemek.” diye devam eden peygamberimizin özellikleri açıkça sıralanmakta  (Boras, L.B., ” A prophet has appeared Coming with the Saracens”. The non-Islamic testimonies on the prophet and the Islamic conquest of Egypt in the 7th-8th centuries. 2017);  John bar adlı manastır rahibi tarafından yazılan “Book of the Salient Points” adlı kitapta Emevilerin liderinin adının Muhammed olduğu belirtilmekte ve  “başlangıçta eğitmenleri olan Muḥammad’ diye bahsedilmekte(S. P. Brock, “North Mesopotamia In The Late Seventh Century Book XV Of John Bar Penkāyē’s Riš Millē”, Jerusalem Studies In Arabic And Islam, 1987, op. cit., p. 61); Jacob of Edessa tarafından 700’lerin sonunda yazılan günlüklerinde  “Arapların ilk kralı Muhammed 7 yıl hüküm sürdü ve Ebubekir 2 yıl 7 ay hüküm sürdü” (A. Palmer (with contributions from S. P. Brock and R. G. Hoyland), The Seventh Century In The West-Syrian Chronicles Including Two Seventh-Century Syriac Apocalyptic Texts, 1993, op. cit., p. 37 and p. 38) bilgilerine yer verilmektedir. Diğer bir kaynakta ise, “Muhammed ticari işler için Filistin ve Suriye’ye gitmiştir.”  (Al-Ka’bi, N. (2016). A Short Chronicle on the End of the Sasanian Empire and Early Islam. 590-660 AD. Gorgias Press)denmektedir. Mısır’lı kesiş Nikiou’lu John tarafından 700 yılında yazılan günlükte  ortodoksluğu terk edenlerdenşikayet ederken  Tanrının düşmanları olarak ‘Müslümanların dinini’nden bahsedilmekte ve liderleri için “O Muḥammed’dir.” diye yazmaktadır.(R. G. Hoyland, Seeing Islam As Others Saw It: A Survey And Evaluation Of Christian, Jewish And Zoroastrian Writings On Early Islam, 1997, op. cit., p. 156);  Hz Muhammed’in yaşamadığını ileri sürenlerin iddiaları için, oryantalistlerin günümüzdeki en kapsamlı çalışması olan “Corpus Coranicum” projesinde çalışan Angelika Neuwirth, “Tarih çalışılmadan, kaynak sunulmadan ileri sürülen provakasyon” olarak nitelemektedir. Michael Marx, “Der Spiegel” dergisinde verdiği röportajda, “14. yüzyılda Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki polemiklerde bu iddianın gündeme gelmediğini, aksine Süryani ve Arami kaynaklarda yaşadığına dair birçok kanıt olduğunu” ifade etmektedir. (https://www.islamic-awareness.org/history/islam/inscriptions/copper.html; www.bilimveyaratilisagaci.com/2020/03/hz-muhammed-yasadi-mi-tarih-kaynaklarinda-hz-muhammed adlı sayfadan alıntılanmıştır.)

II 

Merhum Asım Köksal İslam Tarihi adlı çalışmasının muhtelif ciltlerinde (10-17.ciltler) yine Caetani’ye cevap vermektedir. Aşağıda özet halinde bu cevapları sıralıyoruz.

10-11. ciltler

Caetani, defalarca “İbn-i İshak I. derece delildir, en emin kaynaktır, O’nun sükutu bile bir delildir.” (Caetani,İslam tarihi I/76, 4/417) derken İbn-i İshak’ın -Ayrıca İbn-i Hişam’ında – Sire’sinde yer almayan bir olayı kitaplarına almış gibi onları kaynak olarak aktarır. (Caetani, IV/101) Verdiği diğer kaynaklarda ise ittifak yoktur ama bu Caetani için sorun değildir, işine gelen bir kaynaktaki olayı başlıca İslam tarihi kaynaklarını da alt alta sıralayıp hepsinde varmış gibi gösterip aktarabilmekte, İbn-i İshak’ında üstadı Zühri’nin “Hiçbir zaman böyle bir olay olmamıştır.” şeklindeki (Halebi, İnsanul uyum, III/187) açıklamasını ise görmemektedir.

Reci’ seferi hakkında “Kesin değilse de, herhalde, büyük ihtimal” gibi kelimelerle (IV/110) diye başladığı iddiasında, olanı değil olmasını istediği gibi olayları değerlendiren Caetani, müşriklerin bir tertibi sonucu oluşan bu olayı, hadis uyduran muhaddisler “peygamberin hatalarını müşriklere atmıştır.” şeklinde değerlendirmede bulunmaktadır.  İbn-i İshak’ta olayın anlatılış tarzı Caetani’yi yalanlarken, gerçekleri çarpıtmak ve efendimizi kötülemeye çalışmak çabası içinde olduğunu bu olayda da göstermektedir. Caetani aynı bakış açısını Bi’ri Maune felaketinde de göstermiş, müşriklerin işlediği tüyler ürpertici cinayette yine masum Müslümanları suçlu göstermeye çalışmıştır.  Caetani yine Nadir Oğulları Yahudilerinin mallarından bir kısmını sadece Muhacirlere dağıtıp, ganimetlerin 5/1’inin de efendimiz tarafından alınmasını diline dolamaktadır. Halbuki tüm bu işler öncelikle Ensar’a danışılarak ve gönüllerini aldıktan sonra yapmıştır (İ. Seyyid, Uyunul eser, II/50, Balazuri, F.Buldan, I/21, Diyari Bekri, Hamis, I/521) Ayrıca Caetani’nin de “Tek emin kaynak ” dediği Kur’an bu konuda hükmünü belirlemiş ve efendimizde bu hükümlere göre ganimetleri taksim etmiştir. Haşr, 8. ayet : “(Bundan başka bu mallar) Hicret eden fakirleredir (16) ki, onlar, Allah’tan bir fazl (lütuf ve ihsan) arayıp, Allah’a ve O’nun Resulüne yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından sürülüp-çıkarılmışlardır. İşte bunlar, sadık olanlar bunlardır.” ve Enfal 1. ayet : “Bundan başka bu mallar) Hicret eden fakirleredir (16) ki, onlar, Allah’tan bir fazl (lütuf ve ihsan) arayıp, Allah’a ve O’nun Resulüne yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından sürülüp çıkarılmışlardır. İşte bunlar, sadık olanlar bunlardır.”  Gereği yapılan taksimlerin İslami açıdan hiç bir sorun teşkil etmeyeceği ortadadır. Efendimiz ise kendine ayrılan 5/1’lik bölümü daima ümmeti yolunda harcamış (Belazüri, F.Büldan I/20)  Caetani’nin ” Ganimetin büyük kısmını Muhammed’in kendine ayırdığı kesindir.” (Caetani, IV/112) şeklindeki okuyucuda şüphe uyandıracak hiç bir olay ise efendimizin hayatında görülmemiştir. Çünkü efendimiz çoğu zaman akşam yemeği yemeden yatar, vefatına dek üç gün üstüste karnını doyurduğu ise hiç görülmemiş, bazen aylarca evinde sıcak yemek bulunmazdı. (İbn-i sa’d, Tabakat, I/400-402) Konu hakkındaki detaylara “Hz Muhammed neden çok hanımla evlenmiştir?” adlı yazımızdan ulaşalabilirsiniz. Caetani içki içmeyenlerle ilgili liste hakkında da yine okuyucuyu yönlendirmeye çalıştığı görülmektedir. (IV/117). İçki içmeyenlerin listesinde olanlardan bazıları için, mesela Hz Ömer için, “listede olmaları şüpheli” derken, olmayanlar içinde, mesela efendimiz için,  “Garip yoksa içiyorlar mı idi” demek istemektedir. Asım Köksal listede olanların bazılarının daha sonradan içkiyi bıraktığını ispatlarken içki içmeyenlerin sadece listede olanlarla sınırlı olmadığını da ispat etmiştir. Halbuki Caetani’nin en büyük kaynak kabul ettiği siyer yazıcısı İbn-i İshak efendimizin “Bütün kötülüklerden uzak olduğunu” (I/183; İbn-i Sa’d, I/121) aktarırken Caetani’nin kaynakları keyfine göre yorumlama çabaları ilmi çalışma içinde değil, İslam’ı ve efendimizi karalama gayreti ile kitabını kaleme aldığını açıkça göstermektedir. Ay ve güneş tutulması esnasında kılınan namazlardan hareketle efendimizin ay ve güneş hareketleri hakkında bir şey bilmediğini (IV/142) iddia etmektedir. Halbuki efendimiz oğlu İbrahim vefat edince, aynı anda tutulan güneş için halk arasında “Oğlu vefat edince güneş tutuldu.” yorumlarını duyunca “Kesinlikle ay ve güneş kimse öldü diye tutulmaz, onlar Allah’ın ayetlerinden (delillerinden) iki ayettir.” (Buhari, Kitabul kusuf) buyurmuştur. İslam’a göre küsuf ve husuf namazları, tıpkı bayram namazı gibi birer ibadet zamanını bize gösterir o kadar. Yoksa Kur’an’da ay ve güneş hakkında günümüzde ancak bilinebilen birçok bilimsel ayet bulunmaktadır. Ay ve güneşin yörüngesi olduğu (Enbiya,33; yasin, 40), Ay ve güneşin belli bir ölçü ile hareket ettiği (Rahman, 5; Enam, 96; ayrıca: Zümer, 5; Fatır, 13; İbrahim, 33; Yunus, 5; Yasin, 39) Günümüzde artık güneşin saniyede 20 kilometre hızla Vega yıldızına doğru gittiğini (Abdulfayyaz tevfik, Yer ve gök, s. 9) bizler yeni bilebilirken bunu Kur’an 1400 sene önce Yasin 38. ayet ile bizlere bildirmektedir: “Güneş de, kendisi için (tesbit edilmiş) olan bir yere doğru akıp gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen Allah’ın takdiridir.” Kur’an’ın açıklayıcı ve uygulayıcısı efendimizin tüm bu hadis ve ayetlerden sonra ay ve güneş hakkında o dönemdeki insanlardan farklı bir şey bilmediğini iddia etmek ancak Caetani mantığına sahip olanlarca ileri sürülebilir.

 Efendimiz, “Şüphesiz Güneş ve Ay Allah´ın (kudretini yansıtan) delillerden iki delildir. Herhangi bir kimsenin ölümü veya hayati için tutulmazlar. O halde (Güneş ve Ay´ın) tutulusunu gördüğünüz zaman namaz kılınız. İçinde bulunduğunuz durum aydınlanıncaya kadar dua ediniz.” (Buhari, 947; Müslim, 904) buyurmuştur. Dikkat edilirse güneş ve ay için Allah’ın kudret-yaratma delili olduklarına dikkat çekildikten sonra, bu yaratılan (Ay ve güneşin) hayatın devamındaki önemi ve bu iki vasıtayı bizlere hizmet için yaratan Allah’a atıfta bulunulup, O yüce yaratana secde etmemiz istenmektedir. Araca bakıp, ona takılmadan, o araçları (Dünya hayatının devamı için,  güneş ve ay’ın önemini hatırlayalım!) bize hizmet ettiren, bu nimetleri bize özel kılan yaratıcıya secde edilmesi öğütlenmektedir. Önemle altı çizilmelidir ki, İslam inancında her şey Allah’a izafe edilir, O’na bağlanır: Denizde gemilerin gitmesini sağlayan Allah’tır: “Şüphesiz, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.” (Bakara, 164) “Andolsun biz, Adem oğullarını yücelttik. Onları karada ve denizde (bineklerle ve araçlarla) taşıdık.” (İsra, 70) Çünkü suya kaldırma kuvvetini veren O’dur. Kuşun uçuşu O’na delildir: Göğün boşluğunda Allah’ın emrine boyun eğdirilerek uçuşan kuşlara bakmadılar mı? Şüphesiz bunda inanan bir toplum için ayetler (deliller) vardır.” (Nahl, 79) Kuşun aerodinamik kanunlarıyla uçurtan O’dur. Deniz, Kuş, Ay, güneş  vb. hepsi O’nu işaret ederler, O’nun varlığına delildir, dolayısı ile her yaratılana bakıp O’na secde etmemek, gözü önünde var olanlardan O’na ulaşamamak ancak manevi körlük ile açıklanabilir: ” Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.” (Bakara, 171; Bakara, 18)    Bu konuda “Allah’ın varlığının delilleri” adlı yazımıza da müracaat edilebilir.

  1. cilt

Caetani Beni Mustalik gazvesi sonunda “Taksimde bir deve altı koyuna, çocuklu bir kadın altı deveye eşit kabul edilmiştir.” (IV/147) demektedir. Halbuki bir deve on davara eşit kabul edilirken (Vakidi, Magazi, I/410) çocuklu bir kadının altı deveye eşit sayılmasından da bahsetmez. Sadece esir kadın ve çocukların kurtulma bedelleri olarak altı deve takdir edilmiştir ki (Vakidi, I/421) bu oryantalist Caetani’nin çizmek istediği tablodan  çok farklı bir durumu arz etmektedir. Ayrıca Caetani, Hz Cüveyriye ile efendimiz, yanlarında Aişe ve Ümmü Seleme var iken yolda meşin bir çadırda zifafa girmiş (IV/148) iddiasında bulunurken gerçekte efendimiz Medine’ye döndükten, kurtulmalık bedelini ödeyip kendisini babasına teslim ettikten sonra, babasından Hz Cüveyriye’yi istemiş, onayından sonra ancak evlenmiştir. (İbn-i Hişam, Sire, III/308 ) Zaten Caetani’nin iddia ettiği zifaf olayı hiç bir kaynakta (Vakidi, İbn-i Hişam, Taberi, İbni Esir, Hamis, Buhari) geçmemektedir.

13-14. ciltler

Caetani, efendimizin “Ben çok şiddetli-öfkeli bir adamım, bazen gözlerim hiddetten kararıyor.” diye dua ettiğini (IV/351) yazmaktadır. Halbuki bu duanın aslı: “Ey Allah’ım! Bende sonuçta bir insanım. İnsanların kızdığı gibi benimde bazen kızdığım, darıldığım olabilir.” (Vâkidî, II, 554-555; Ahmed b. Hanbel, X, 233; Köksal, XIII, 65) şeklindedir. Farkı ve yönlendirme ortadadır. Zaten efendimizin yumuşak huyluluğunu bizzat Caetani itiraf etmektedir: “Hiç bir zaman olay ve insanlar hakkındaki sağlam muhakemesini kaybetmemiş, ayrıca bütün siyasi işlerinde rehber olan orta yoldan ayrılmamıştır.” (VIII/142)

 Caetani Yahudilerin hileci lideri Üseyr b. Razim’in öldürülmesi hakkında peygamberimizin toplantı yapıp birilerini görevlendirdiğini ileri sürer. (IV/367) Halbuki tarihi hiç bir kaynakta böyle bir şey geçmez. Ayrıca Caetani “Herhalde Müslümanlar sözlerine hıyanet etmişlerdir.” ( IV/368)  derken tarihi kaynaklar aslında Yahudilerin hıyanet ettiğini aktarır. (Vakidi, II/567, İbn-i Sa’d, II/92, İbn-i Seyyid, Uyun, II/111, Halebi, İnsan, III/187)

Caetani, kendilerine iyilik yaparak açlıklarını gideren, hastalıklarını tedavi eden Müslümanların develerini çalıp, çobanları olan Yesar’ın el ve ayaklarını kesip, göz ve dillerine diken batırarak öldüren katiller hakkında “Muhammed, el ve ayaklarını kestirdi, gözlerini çıkarttı sonrada kazığa geçirilmelerini emretti.” (IV/370) demektedir. Katillerin el ve ayaklarının kısas gereği kesildiği doğrudur. Fakat gözlerinin çıkartıldığı veya oyulduğu yanlıştır. Ama göz ve diline çalı batırılarak öldürülen Yesar’a kısas olmak üzere gözlerine sıcak mil çekilmiştir. Kazığa geçirilme emri ise hiç bir kaynakta bulunmamaktadır. (Buhari, I/60, III/119) Caetani, efendimizin rüyasında Mekke’deki şenliklerde hazır bulunduğunu gördüğünü ifade eder. (IV/375) Halbuki peygamberimiz rüyasında Beytullah’ı tavaf ettiğini görmüştür. (İbn-i İshak, SireIII/336; Vakidi, II/572) tavaf gibi dini bir ibadete Caetani’nin şenlik demesi, onun iç dünyasına dair bize ipucu vermektedir. Ayrıca Caetani, efendimizin bir ağacın altında Müslümanlara nutuk yaparak en emin ve en iyi rehber olduğu izlemini vermeye çalıştığını (IV/379) iddia eder. Buna kaynak olarak Vakidi ve Taberi’yi gösterir. Taberi’de böyle bir şey den hiç bahsedilmezken, Vakidi’de ise efendimizin Müslümanlarla istişare etmesi, onların fikirlerini sormasından bahsedilir. Böyle bir konuşmadan efendimizin dinleyenlere kendisi hakkında iyi bir kanaat vermeye çalıştığını nereden çıkarıyor Caetani? İsa (as)’ın ölüyü dirilttiğine inanan bir Hıristiyan olan Caetani, suyu çekilmiş bir kuyuyu efendimizin mucize ile  su ile doldurmasını şöyle değerlendirir: “O civarı çok iyi bilen Eslemi adlı sahabi kuyudaki suyun ağzını kapayan kumları temizlemiş, kuyu bu sayede su ile dolmuştur. Zaten o günlerde çok sık yağmur yağdığını biliyoruz.”  Caetani, efendimizin mucizesini önce bir iddia saymakta, sonrada bir sahabenin becerikliliği ve yağmur mevsimi ile olayı açıklamaya çalışmaktadır. Bir kere o civarı bilen birçok Müslüman o kafilede vardır. Sayıları 1400-1700 arasıdır ve aralarında münafıklar da vardır. Müslümanlar susuzluktan kavrulmaktadırlar. Caetani’nin ileri sürdüğü yağmur mevsimi kuyunun su ile dolmasından önce değil sonra başlamıştır. Ayrıca bizzat Caetani de itiraf etmektedir ki bu yağmurlarda tam “Mevsiminde normal olmayan bir şekilde”  (IV/385) Müslümanların olduğu yere yağmaya başlar. Yağmurun yağması konusuna bu şekilde açıklık getirdikten sonra kuyunun su ile dolması İslami kaynaklarda nasıl geçer ona bakacak olursak, Efendimiz abdest alır, dua eder ve bu suyu kuyuya döker. Kuyu su ile dolar. (Buhari, V/62; Hanbel, IV/290; Ebu N. İsbahani, Dalailül Nübüvveh, s. 349) Hele Caetani hiçbir kaynakta olmadığı halde, hiç sıkılmadan efendimizin bir kova içine tenasül azasını yıkayıp onu kuyuya döktüğünü nereden çıkarmaktadır, burada yorumu okuyucuya bırakmaktayız.

Caetani Kur’an’ın sadece Araplara indirildiğini iddia eder. Peygamberimizin tebliğ görevini açıkça ifade eden ayetler (Maide, 99; Nahl, 35; Nur, 54; Ankebut, 18; Şura, 48) dışında İslam’ın ilk insandan itibaren gelen dinin adı olduğunu vurgulayan birçok ayette mevcuttur (Nuh  (Yunus, 72);  İbrahim (Ali İmran,67); Yakup (Bakara, 128-133); Yusuf (Yusuf, 101); Musa (Araf,104, Yunus, 90); İsa (Ali İmran, 52) Müslüman’dırlar! Efendimizin tebliği ise hepsini içine alır. (Şura,12; Ali İmran, 84; Bakara 136) İslam zamanla bozulan diğer ilahi dinlerdeki, dinle alakası olmayan şeyleri kaldırmış, onları aslî şekline döndürmüştür. Kur’an’da ayrıca ehli kitaba hitap edip İslam’a çağıran birçok ayet vardır. (Tevbe, 30-33; Maide, 15-16, 19, 68) Kur’an; önce ehli kitaba daha önce yapılan tebliği ortaya koymuş, sonra günümüzdeki yollarının yanlış olduğu anlatılmış ve en sonunda İslam yolunda yürümeleri kendilerine hatırlatılmıştır. Efendimizin tüm alemlere gönderildiğini ifade eden bir çok ayette Kur’an’da bulunmaktadır: Yusuf, 104: ” ysaki sen buna karşı onlardan bir ücrette istemiyorsun. O, alemler için yalnızca bir ‘öğüt ve hatırlatmadır.”; Sad, 87: “O (Kur’an) , alemler için yalnızca bir zikir (öğüt ve hatırlatma) dir.”; Kalem, 52: “Oysa o (Kur’an) alemlere bir zikr (öğüt, hatırlatma, hüküm ve üstün bir şeref) den başka bir şey değildir.”; Tekvir, 27: ” O (Kur’an) , alemler için yalnızca bir zikirdir.” Mekki surelerden olan  yani daha İslam’ın ilk yıllarında inen Enbiya, 107. ayet:” Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” için Taberi (Tefsir, 17/106): Alemin, tüm inanan-inanmayan bütün insanları ifade eder.” demektedir. Yine Mekki bir sure olan Araf 158. ayet: De ki: “Ey insanlar, ben Allah’ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisiyim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnız O’nundur.” Mekki bir başka sure daha, Sebe, 28.ayet: “Biz seni ancak bütün insanlara bir müjde verici ve uyarıcı-korkutucu olarak gönderdik. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar.” Tüm bu ayetler ortada iken Caetani, Grim gibi oryantalistler efendimizin tüm insanlığa peygamber olarak gönderildiğini ancak sonradan uydurulan hadislerle (!) ispatlanabileceğini iddia etmeleri ne kadar ilmi olabilir ve bu yaklaşımları onların  İslam ve Kur’an hakkındaki bilgi seviye ve bakış açıları hakkında da bizlere önemli ipuçları vermektedir. Caetani’nin iddialarının aksine siyer kitaplarında da efendimizin başka ülkelere gönderdiği elçilerle ilgili bilgiler verilmektedir. (İbn-i hişam, IV/3, 8, 9, 238, 254, 255; Taberi, tarih, III/84-91) Ayrıca peygamberimizin Herakliüs’a gönderdiği mektubu, aradan 5-6 asır geçtikten sonra bile, Kayser’in torununun elinde gören ve ziyaret eden olmuştur, şeklindeki rivayet bizzat Caetani tarafından aktarılmaktadır. (I/16) Efendimizin Kisra’ya gönderdiği mektupta Lübnan dışişleri bakanlığında bulunmuş olan Mr. Henri Pharaon’un babası tarafından I. Dünya savaşı sonunda Şam’da 150 altına satın alınmış olup 1962 Kasım’ının sonuna doğru Dr. Salahaddin El’Müneccid’e okutturulmak için başvurulmuştur. (El-Hayat gazetesi, 22.05.1963.5242 numaralı I/7 sayılı nüshasından naklen Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, I/237) Daha fazla detay için, ‘İslam tüm dinlerin özüdür’ adlı yazımıza bakılabilir.

Efendimizin Mekke’deki fakirlere gönderdiği yardımlarla ilgili, “Yakubi en eski kaynaklarda görülmeyen bir haber veriyor. Bundan dolayı bu haberi büyük bir ihtiyatla karşılamalıyız.” (V/144) demektedir. İşine geldiği zaman, Halebi gibi en sonraki kaynaklardan sayılabilecek bir kaynakta rastladığı herhangi bir haber hakkında, değil bir şüphe göstermek, “Halebi’de  anlatılan bir olay, çok önem arz eder.” (I/404) deyip onun daha önceki kaynaklarda bulunup bulunmadığına bakmayı bile düşünmek istemeyen Caetani’nin, Halebi’den 7-8 asır önce yaşamış Yakubi gibi bir tarihçinin verdiği bir haberle karşılaşınca, onu peygamberimizin lehinde gördüğü için daha eski kaynaklarda görmediğini bahane ederek şüphe uyandırmaya çalışması, samimiyetsizliğini ve İslam’a düşmanlığını ortaya koymaktan başka bir şey ifade etmez.  

  1. cilt

Caetani, Hudeybiye anlaşması çerçevesinde bir mektuptan hareketle “Hudeybiye anlaşmasından sonra tüm Huzaalar Müslüman olmuşlardır iddiası, İbn-i haldun’un açıklamaları ile yalanlanmaktadır.” (V/256) demektedir. Halbuki bahsi geçen mektupta Huzaalar’ın Müslüman olmalarından değil, Hicret eden Müslümanlarla aynı haklara sahip olacaklarından bahseder. İbn-i Haldun’un naklettiği ise Caetani’nin iddiasını desteklememekte aksine yalanlamaktadır. (İbn-i Haldun, tarih, II/41)  Hele bir de İbn-i Haldun bu olayı Hudeybiye anlaşması ile alakalı değil de daha sonra gerçekleşen Mekke’nin fethi bahsinde anlatmaktadır ki bu da Caetani için tam bir faciadır. Caetani, Taberi’den nakille, efendimizin Halid b. Velid’e “Size karşı çıkanlarla savaşın.” dediğini aktarır ve sonrada Halid b. Velid’in Beni Bekirlerle ve Ahabişlere saldırdığını ileri sürer. (V/292) Halbuki efendimiz Halid b. Velid’e “Sizinle çarpışacak kimselerden başkası ile çarpışmayın.” buyurmuştur. Ayrıca Beni Bekirlerle ve Ahabişler Müslüman ordusuna ok yağdırınca kendileri ile savaşa girilmiştir. Hudeybiye anlaşmasından sonra Mekke’li müşrikler gizlice Müslümanlara saldıranlara hem destek sağlamış hem yüzlerini gizleyerek Müslüman ordusu ile çarpışmışken ve Caetani bunu kitabında açıkça belirtirken (V/297) oryantalist yazar anlaşmayı Müslümanların bozduğunu ileri sürmekte, Muhammed’in ileri sürdüğü bahane gayet değersiz olmakta, Mekke’deki Kureyşlilerin suçlu olmadığını ileri sürmektedir. Yine Caetani, Enes b. Zuneym’in Huzai bir genç tarafından sopa ile vurulup öldürüldüğünü iddia eder. Halbuki Enes b. Zuneym idamla cezalandırılmış iken, Nevfel b. Muaviye’nin aracılığı ile af edilmiş (Vakidi, II/782) ama yine rahat durmayarak efendimizi küçümseyen, O’na hakaret eden konuşmalar yapmaya başlamış, buna dayanamayan gençte başına vurup sadece yaralamıştır.

  1. cilt

Caetani, Beni Zübyanların, Müslüman olduklarına dair bir hadise rastlanmadığına göre neden onlara zekat toplamak için memur gönderildiğini anlayamadığını ifade etmektedir. (VI/148) Halbuki Zekat toplamak için memur gönderilmesi o kabilenin Müslüman olduğunun en büyük delili değil midir? Caetani ayrıca Kureyşlilerin Hz İsmail soyundan olduklarını sonradan muhaddislerin uydurduğunu iddia eder. (Halbuki bu bizzat Kur’an’da bildirilmektedir. Bakara 127-129, 151; Hacc,78) Caetani, Beni Esed kabilesinin temsilcilerinin dahil hiç kimsenin Müslüman olmadığını iddia eder ve sonra da elçilerin kendilerini mi yoksa kabilelerini mi temsil ettiklerinin bilinmediğini ileri sürer. (VI/170) Halbuki gerek Ahmet b. Hanbel gerek İbn-i Esir onların Müslüman olduklarını aktarır. (Müsned, IV/76, Üsdül-gabe, II/31) Elçilerin ise tüm kabilelerini temsil ettikleri yine kaynaklarda geçmektedir. (Üsdül-gabe, III/95; Zadülmead, III/56; İbn-i Seyyid, uyunüleser, II/250) Caetani, efendimiz hayatta iken Beni Uzrelerden kimsenin Müslüman olmadığını ileri sürer. (VI/175) Halbuki İbn-i Esir (Üsdülgabe, I/349); İbn-i Hacer (el-İsabe, I/243, 260); İbn-i Sad (Tabakat, I/332); İbn-i Abdilberr (İstiab, II/564) adlı kaynaklar onlardan Müslüman olanların haberlerini aktarırlar. Hatta kendi kitabında Caetani de  “Savaş esnasında sağ cenahta Kutbe b. katade adlı Beni Uzrelerden birinin komutanlık ettiğini.” (V/239) bizzat yazmaktadır. Görüldüğü gibi Caetani defalarca tarihi rivayetler arasında dilediğince dolaşmakta, istediğini alıp istemediğini görmemezlikten gelmekte, anlamamakta, anlamak ta istememektedir. Yine Caetani, Esma bint-i Numan’ın efendimize nazlanmak için yaptığı bazı davranışları “İhtiyar peygambere karşı sert mukavemet ve ona kötü duygular beslediği”  (VI/179) şeklinde yorumlar. Halbuki Esma bizzat daha sonra bu yaptığı aşırıya kaçan nazlanma  davranışların farkına varır ve pişman olduğuna dair bir çok nakillerde bulunur. (İbn-i Sad, VIII/146; Müsned, III/498; Buhari, VI/164; İsabe, IV/234) Hatta Caetani’nin iddiasının aksine o kadar pişman olmuştur ki efendimiz onunla zifaf yapmayıp babasının evine gönderince, Esma “Beni şakıyye (Yaramaz, bedbaht) diyerek çağırın.” demiştir. Tarihi gerçekler ortada iken Caetaninin böyle tarihi gerçeklere ters görüşleri neden ileri sürdüğünü zannımızca gayet net anlaşılmaktadır. Caetani yine ve birçok kez yaptığını yapar ve efendimizin Osman b. Ebi’l-As’a söylediği: “Ey Osman! Namazı itidal üzere kıldır. En zayıf olanları göz önünde bulundur, onların içinde yaşlı, küçük, zayıflar bulunabilir.” şeklindeki sözünü, (Müsned, I/165) “En zayıfların (yani pek isteye isteye namaz kılmayanların) halini de göz önünde bulundur.” şeklinde tercüme etmiştir. (VI/291) İslam muhaddislerini durmadan uydurmacılık ve yalancılıkla suçlayan Caetani, iddialarını bir kez bile ispatlayamazken kendisinin içine düştüğü bu durum acaba nasıl yorumlanabilir, karar yine okuyucunundur. Caetani, münafıklardan Abdullah b. Übeyy’in cenazesinde olan olayları çarpıtarak verir ve kızı Cemile ile tüm Evs ve Hazreç kadınlarının cenaze namazına katıldıklarını bildirir. Cenazede ise eski müşrik adetleri gereğince avaz avaz “Ya cebelah ya rüknak” diye haykırıldığını aktarır sonrada şu yorumu yapar: Müslüman ahalisi böyle gizli müşrikliklerle doludur.” (VI/ 319, 321) Halbuki Müslüman kadınlar Cemile’nin evine taziye ziyaretine gitmişler ve evde Cemile “Ya cebelah ya rüknak” diye bağırmıştır. Yani hiç bir Müslüman kadın cenazeye katılıp bağırmamıştır. Evde ve sadece kızı Cemile bağırmıştır. Zaten Allah’a oğul isnat eden Hıristiyan Caetani’den şirk dersi almakta gülünç kaçmaktadır.

  1. cilt

Caetani, “Develer ile mescide girdi, caminin avlusuna hayvanlarını bağladılar.” (VII/71) diye tercüme ettiği cümlenin aslı “mescidin yanına develerini bağladıktan sonra mescide girdiler.” şeklindedir. (İbn-i Sad, I/321) Caetani, İbni- Hacer’e  dayanarak İbrahim’in cenaze namazının kılınmadığını aktarır. ( /93) Halbuki İbn-i Hacer İbrahim’in cenazesinin kılınıp kılınmadığı hakkındaki iki rivayeti de sıraladıktan sonra Nevevi’nin dört tekbirle namazının kılındığı görüşüne vardığını nakletmektedir. (İbn-i Hacer, İsabe, I/93) Yine Caetani, İbn-i Hacer’e dayanarak bir hadisin kesin doğru olduğunu (VII/8) ileri sürer ki, aslında İbn-i Hacer  hadis hakkında İbni- Abdulberr’in “sahih değildir.” dediğini aktarmaktadır.  (İsabe, I/94) Ayrıca Caetani’nin hayli önemsediği İbn-i İshak’ta bu hadisin ravilerinden Abdullah b. Ebi bekr’in hadisini kabul etmediği görülmektedir. Yine Caetani, İbn-i Hacer’e dayanarak, İbrahim’in ancak  sekiz ay yaşadığını.” aktarır ki (VII/9) aslında İbn-i Hacer, İbrahim’in sekizinci yılda vefat ettiğini bildirir. (İsabe, I/95) Caetani bir taraftan İbn-i Hişam’ın İbn-i İshak’tan rivayet ettiği hadise bir çok eklemeler olduğunu iddia ederken (VII/12 ) aynı Caetani başka yerde “Büyük bir memnuniyetle görmekteyiz ki İbn-i Hişam, üstadı İbn-İshak tarafından toplanan malzemeye, yayınlanan görüşlere pek sadık kalacak şekilde bir eser bırakmıştır.” (I/76) demektedir. Caetani hala bir hadisin uydurma olup olmadığını, kuralları ölçüsünde, delilleri ortaya koyarak yapılması gerektiğini öğrenememiştir. Caetani, İbn-i Sad’ın rivayet ettiği bir hadise uydurma demektedir.(VII/46) Halbuki daha önce aynı Caetani, İbn-i Sad eserine bir hadisi almayınca “İbn-i Sad, hadisten haberdardı ama  eserine almaya layık görmemiştir.” diyerek onun  eserine aldığı hadislere itimat ettiğini ileri sürmekte idi. (VII/25) İsnadını zayıf saydığı hadisi uydurma kabul etmekte ve onu uyduranların hadiste geçen bir kabile (Gassaniler) olduğunu iddia etmektedir. Şimdi bu mantığı akıl süzgecinden geçirelim: Sened zayıf ve metin Gassanilerce uydurulmuşsa; Uydurulan hadisin senedini zayıf-mevzu  saydıracak hataları neden yapsınlar. Uydurma hedefe ulaşmak içindir, yalan bir zemin üzerine maksatlarına uygun metin uydurulur. Metini sorunlu bir hadis uydurarak kendi elleri ile zeminlerini ayaklarının altından çekmeyi kim ister? (Çünkü Gassaniler uydurdukları (!) hadis ile kendilerini zor durumda bırakmışlardır!) Sonradan Müslüman olan bir topluluk kendi reklamlarını oluşturacak hadis uydurur, kendi geçmişlerini karalayacak rivayetler uydurmaz!

 Caetani, yalancı nebi Esvedü’l-Ansi’yi öldüren Feyruzu’d-Deylemi’nin Müslüman olmadığını iddia eder ve bu konuda kaynak olmadığını ileri sürer. (VII/116) Halbuki Onun hicri 10. yılda Müslüman olduğuna dair bir çok kaynak bulunmaktadır:  İbni- Sad, Hanbel, Daremi (İbn-i Sad, Tabakat, V/533, Müsned, IV/232, Daremi, Sünen, II/41); Taberi (Tarih, III/173); İbn-i Abdülber (İstiab, III/1265); İbn-i Esir (Üsdülgabe, IV/371); İbn-i Hacer (İsabe, III/210) ve daha bir çok kaynak (Asım Köksal, XVII/192)

Caetani, Necranlılara yazılan mektubun içeriği bilinmiyor derken (VII/97) aksine gerek Yakubi ve gerekse Beyhaki tarafından mektup tespit ve rivayet edilmiştir. (Yakubi, Tarih, II/81; Ebül-Fida, Sire, IV/101)

Yine Caetani, efendimizin ilk peygamberliğini ilan ettiği Mekke döneminde kendisine karşı yapılan saldırıları (İbn-i Sad,Tabakat, I/216)  sanki veda haccı esnasında olmuş gibi aktarmaktadır. (VII/86) Muhaddislere yalan hadis uydurma ile itham eden Caetani’nin tüm eseri yalan, iftira ile dolup taşmaktadır.

Merhum Asım Köksal Caetani’nin özentisizliği (XII/89, XVI/ 412); yanlış okuma (XIII-XIV/8 XV/37, XVII/332); Kaynakları yanlış-keyfî değerlendirme-yorumlama (XIII-XIV/57, 83,90, XIII-XIV/101, XV/142, XVI/70, XVII/110,132,140); Olayları ve okuduğunu kavrayamama (XIII-XIV/71, XV/552, 562, XVI/80,101,112,272,329, 353, 399, 403, XVII/32, 85, XVII/120,165); İsimleri karıştırma (XIII-XIV/96,286); yanlış tercüme (XIII-XIV/236, XV/519, 523,544, XVI/291, 375, XVII/30, 41, 49,87,88, 90,91, XVII/120,124,144,149,160, 162,173,174,176, 178, 217); tezatlarına örnekler (XIII-XIV/56,83); arzu ve amacına uygun, tek kaynaklardan aldığı haberleri değiştirerek aktarması (XV/27-29, XVI/86,91,440); kaynakları tahrif (XV/48, 133,XVII/135,185, 317) şeklindeki eksikliklerine bir çok örnek vermektedir. Tüm bunlardan sonra İslam hadis alimlerini hadis uydurmak, tahrif etmek ve “Müslüman hadisçiler bazen çok saf bir şekilde  boş boğazlık yaparlar.” (V/285) şeklinde suçlamalarda bulunmakta olan Caetani’nin önce kendisinin aynaya bir bakması lazım değil midir?

Caetani ve Sprenger gibi oryantalistler tek sahabeye (İbn-i Abbas) ait tüm rivayetleri sahih gibi kabul edip hatalı ve genellemeci bir yaklaşım tarzı ile hareket ederler. Halbuki İbn-i Abbas’ın ağzından değişik konularda aslında onun söylemediği bir çok rivayet nakledilmiştir. (İngiliz ve Alman oryantalistlerin Hz. Muhammed tasavvuru, s. 161)

 

                                  Merhum Mustafa Asım Köksal’ın ruhu için; bir fatiha!

 

 

 

 

Oryantalist Leone Caetani’nin İslam Tarihi’ne reddiye Konusuna Ait Etiketler

Bu Konuyu Sosyal Medyada Paylaş

Yorumlar

  1. Harbimi dedi ki:

    Hz Muhammedin soyu iddiaları doğru olabilir.Hz Muhammedin Kureyşten olmaması neyi değiştirir?Hz Muhammed Kureyşten ve Abdülmuttalibin torunu olsaydı,kim onun peygamberliğine karşı çıkabilirdi?Abdülmuttalip Mekke reisi idi.Amcalrı niye O nun peygamberliğine karşı çıkmışlar?Hz muhammed bir yetimdi.Abdullah ve Amine uydurulmuş iki isim gibi,Ikiside uydurulma bir hikaye ile öldürüyorlar.Anne amine altı yaşına kadar yaşatılıyor,peki sütanne gerçeği var.Cariyeler emziriyor.Başka kardeş yok.Cahiliye araplarında yetim beslemek büyük kariyer.Ebu Talibin gerçek yetimi olduğu daha inandırıcı..Kurandaki ayetlerden de Ebu Talibin yetimi olduğu daha sabit.Meşhur Zeynep ,gençliğinde Hz Muhammedin evlilik teklifini asalet farklılığından neden kabul etmiyor.Demekki hz Muhammed Ebu Talibin yetimi.

    CEVABIMIZ:
    İbrahim bey,
    ‘Kur’an’ın kaynağı nedir?’ adlı yazımızda efendimizin soyu konusu ele alınmıştır.
    Efendimizin soyağacı ile ilgili bir çok kaynak var. Dünyada – Hz Isa’da dahil- efendimiz kadar hayatı detaylı bilinen başka bir önder yok! Bu konuda bir çok yabancı oryantalistlerinde itirafları var.
    Hz Muhammed’in yetim olduğu bilinen bir husus! Ama bu konudaki İslami kaynaklarda geçen delilleri kabul eden Caetani, konu anne babası ve soyuyla ilgili kaynaklara gelince, aynı kaynakları neden delil kabul etmiyor acaba…!? Akrabaları neden efendimiz karşı çıktı, çünkü gelen ilahi mesaj, ekonomik temelli sömürü düzenlerine engel olacaktı! Kurulu düzen ve sömürü sistemi bir anda son bulacak, makamlarından , konumlarından olacaklardı. Tarih – Değil yeğenine savaş açmak! – bunları terketmek istemeyen veya elde etmek için katliam yapanların örnekleri ile doludur.
    Müsaadenizle size her yerde bulunabilecek, en geniş içeriğe sahip rahmetli Adım Köksal hocanın eserinin ‘ilk cildini’ önereyim. Detaylar yeteri kadar onda var!
    Ayrıca önemli olanın ‘mesaj’ olduğu bir gerçek! Açıkcası kökenden çok ileti- müjde- haber ile ilgilendiğim için o koca cildi hiç özetlemedim bu yazımızda. Caetani’nin bir çok iddiasındaki önyargıyı gözönünde tutunca bu iddiasının da bilimsel değil, ideolojik-dini temelli olduğu, temenni içerikli bir iddia olduğu zaten görülmektedir.
    ‘Meşhur Zeynep’ örneği ile ilgili iddia ise kendi içinde çelişkilidir. Soyu nedeni ile evlilik teklifi reddedilen evlatlığıdır, efendimiz sadece – kendi için değil, evlatlığı için – aracı olmuştur. Zaten daha sonra da evlilik gerçekleşmiştir – Detay, efendimizin evlilikleri ile ilgili yazımızda-
    Selam ile.

  2. Harbimi dedi ki:

    Oryantalislerin çok ciddi iddiarı var.Hz peygamberin soyu şüpheli.Babası annesi ona hamile iken ölüyorsAnnesi de 4 veya 6 yaşın da ölüyor.Kardeşleri yok,dayısı yok?Ebu Talibin yetimi deniliyor.Neden Ebu Talibin yeğeni denmiyor?Ebu Talib çok zengin bir çok yetim bakıyorsMekke asilleri ve zenginleri için yetim bakmak büyük prejtij..Hz peygamberin mekkeye dışarıdan gelip,kendihi kureyşli olarak gösteriyor.Hz peygamber kureyşli olsaydı onun peygamberliğine kureyşlilerchemde ebu Cehil amcası neden karşı çıkıyor.

    Cevabımız
    Çünkü ona amcası bakıyor da ondan! Efendimizin Kureyşin ileri gelenlerinden olan amcaları ile olan muhabbetleri ve en son Mekkede kendine suikast düzenlerken alınan tedbirler… Bu iddiaları geçersiz kılar! Ayrıca efendimizin bu tür iddiaları ve akrabalık Bağları Söylemlerine o dönemde hiçbir müşrik itiraz etmemiştir !
    oryantalistler her seferinde olduğu gibi her yönden Peygamberimize saldırmaya çalışmışlar, birbirini Yalanlar, birbirine zıt birçok ithamlarda -iddialarda bulunmuşlardır. İslam hıristiyanlıktan doğmuştur , hayır yahudilikten doğmuştur, Muhammed putperestir Hayır piskopostur, Kuranı ondan almıştır bundan almıştır, Peygamberimiz çok zevkidir değil hayır cinlenmiştir…
    efendimize neden karşı çıkıyor amcaları Çünkü geçim kaynakları olan ve insanların sömürme vesilesi olan putlara karşı çıkıyor Peygamber efendimiz , tek tanrı inancına ve adalete çağırıyor!
    sitemizin tamamı oryantalistlerin iddialar ve onları cevaplardan oluşur oryantalistlerin bizzat birbirlerini yalanlayan görüşleri , birbirine zıt iftiraları ile doludur sitelerimiz!
    Hatta yazılarımızdan bir tanesini birbirlerini iddialarına cevap veren oryantalistlerin görüşleriyle oluşturmayı düşünüyoruz. Bence oryantalistler de fazla gözünüzde büyütmeyin zaten Kendi kendilerine yalanlıyor ve cevaplıyorlar, selam ile
    Not: Hz Muhammed’in soyu hakkında, Kur’an’ın kaynağı nedir? adlı yazımıza bakılabilir.

  3. Harbimi dedi ki:

    Islami yazılı kaynaklar,Kuranın nuzülünden 200-250 yıl sonra olması meseleleri içinden çıkılmaz yapıyor.Hadisler dahil,Kuran ve peygamberin yaşamından 200-250 yıl sonra kitaplaştırılmış…
    Oryantalistlerin iddiaları da ispatları da bu kaynaklardan olunca ayıkla pirinçin taşını?
    Inanç tartışılmamalı..inanç tartışılırsa inanç olmaz bilim olur.Inanç bilim olamayacağına göre?Insanlar istersa TAŞA TAPSIN,TAŞA INANSIN..Bu iş bu kadar basit.

    CEVABIMIZ:
    İbrahim bey, öncelikle hadis konusundaki itiraz ve savunma refleksli cevaplar konusuna değinelim. Evet hadis ilmi tartışmaya açık ama aynı zamanda üzerinde yoğun emek sarfedilen bir alandır. İtiraz edenler derinliğini bilmiyor, kabul edenler bütüncül olarak onaylayıp eleştirilere kulak tıkıyor… Hadis ilmi değerli ve Kuran’dan sonra olmak şartı ile ikinci kaynak olmayı hak eden bir ilim dalıdır, yakında hadis- sünnet konusunda da bir yazı sitemize eklemeyi düşünüyoruz inşallah!
    Oryantalistlerin bu alandan İslam’a saldırdıkları ve bu saldırıları söğüslemek yerine toptan reddetmeci yaklaşımı kabul etmediğimizin de altını çizelim bu arada!
    İnanç alanı bilimsel değil dediniz bence materyalist ve pozitivist bir alan değil ama bilim ile de irtibatlı bir alandır diye bir açıklama yapmak gerektiğini düşünüyorum. Bilim şu an kendini belli kalıplarla sınırlamış olabilir ama kuralları, teorileri değişmeyen tek bilim dalı da yok günümüzde – bilim değişmez mi adlı yazımıza bakılabilir – İnancı bilim değilse de bilimi inanç yapanlar da mercek altına alınmalı günümüzde kısaca…
    İnanç ve bilim konusunda Kuran ve bilim kadar iç içe olan başka bir alan olduğunu düşünmediğimizi ifade edelim: Kuran ve bilim ve İslami emirler ve hümanizm konusuna bakılabilir.
    Saygı her şeyin başı tabii, taşa -puta tapan – Hıristiyana da ineğe tapan Budiste de saygı esastır ama bu karşılıklı olmalı: Hıristiyanlık, İsa konusuna bakılabilir, bu konu ayrıca detaylandırılacaktır, biiznillah!
    Genel anlamda içeriğe katılmakla beraber açıklamaya muhtaç alanlar olduğunu düşündüm, muhabbetle kalın.

Yorum Yaz


Yukarı Çık