Kuran ve Hz. Peygamber Aleyhindeki İddialara Cevaplar

Konuyu tamamlayan, ‘Alman ve İngiliz oryantalistlerin Hz Muhammed tasavvuru’ , Batı’da Hz Muhammed imajı‘, ‘Kuran’ın kaynağı nedir?‘, ‘Oryantalist Leone Caetani’nin İslam Tarihi’ne reddiye‘ ve ‘Oryantalist iddia, vahiy sara nöbeti mi idi?’ adlı yazılarımıza bakılmasını tavsiye ederiz!
.
.“Kur’an, yalnızca bilgi edinmek için okunacak bir kitap değildir. O, ilahiyat duygusunu tatmak için okunur ve aceleyle okunup geçilecek bir kitap değildir.” (Karen Armstrong, Tanrı’nın Tarihi, s. 226)
Önsöz
Kuran, İslam’ın planıdır. Kuran’da bir şüphe zamanla İslam’ı yıkılışa sürükler. İslam düşmanları bütün mesailerini Kuran’a karşı şüphe oluşturmak ve Müslümanları ondan soğutmak noktasında yoğunlaştırmışlardır. Oryantalistlerin yüzyıllar süren bir eksik, hata yakalayabilme gayretleri hep neticesiz kalmıştır. ( s. 9) Olumsuz pek çok şartlara rağmen birçok oryantalist ona sayısız övgülerde bulunmuştur. Kuran’ın önyargısız okuyucusu üzerinde bıraktığı etkisinin gerçek sebebi, kaynağının ilahi oluşunda saklıdır. ( s. 10) Oryantalistlerce ileri sürülen birçok ithamın gerçekle bir ilgisi bulunmamakta, birçok iddia diğerini yalanlamakta, bir sonraki teori öncekini çürütmektedir. ( s. 11) Ümmet olarak daha ne kadar bizzat kendi kitabımız, peygamberimiz inancımız ve kültürümüzle ilgili alanlarda yapılanlara seyirci kalacağız? Bizi üzen davranışlar karşısında eli kolu bağlı ve daima seyirci koltuğunda oturmakla mı yetineceğiz? Unutmamalıdır ki onların kuvvetli görünmelerinin nedeni bizim zayıf oluşumuzdandır. ( s. 12)
I.Bölüm
Oryantalizmin dünden bugüne Kuran’a ve Hz Muhammed’e bakışı
Oryantalist (müsteşrik) yakın, orta ve uzak doğuyu dili, edebiyatı, uygarlığı ve dinleri ile incelemeye çalışan batılı bilim adamları için kullanılan bir terimdir. ( s. 17) Araştırmalar oryantalizmin ne zaman doğduğu konusunda fikir birliğine varamamaktadırlar. Resmen ortaya çıkışı 1312’de toplanan Viyana Konsülü’nün çeşitli batı üniversitelerinde Arap dili kürsüsü kurulması kararı ile başladığını iddia edilir. ( Said, Oryantalizm, s. 91) Bir kısım araştırmacılar bu tarihin miladi 11. Yüzyılın başlarına kadar dayandığını ileri sürerken, Paret, Kuran’ın ilk defa Latinceye çevrildiği 12. Yüzyılın başını kabul eder. ( Rudi Paret, ed-Dırasetül-İslamiyye vel-Arabiyye Filcamiatil-Almaniyye, s. 9) Necip el-Akiki ise, el-Müsteşrikun adlı eserine, Fransız Rahip Gerard de Oraliac’ın ( 940-1003) hayatına yer vererek eserine başlar, bu tarihi esas alır.
‘ŞAHSİ’ KANAATİMİZE GÖRE İSE ORYANTALİZM; İSLAM’I KÖTÜLEMEK AMACI İLE BATILI ARAŞTIRMACILARIN KURAN, HZ MUHAMMED VE İSLAM ÜZERİNE YALAN İTHAMLARINI TEMELLENDİRMEDE KULLANDIKLARI İLK İSİM OLAN YUHANNA ED-DIMEŞKİ (655-749) İLE, YANİ 8. YÜZYILDA BAŞLAMIŞTIR.
Oryantalizm ilk kez 1779’da İngiltere’de, 1799’da ise Fransa’da kullanılmaya başlanmıştır. ( s. 18) Doğu araştırmaları bir anda ortaya çıkmamış, ülkeden ülkeye değişiklik göstermiştir. Bunda o ülkenin İslam ile temasa geçip geçmemesinin büyük önemi olmuştur. Oryantalizmin birinci nedeni dini olmasıdır yani İslam dinini daha iyi tanıyıp, onunla en etkin şekilde mücadele edebilmektir. Rudi Paret, Hıristiyan bilim adamlarının İslam ile tanışırken, Hıristiyanlığa düşman bir dinde iyiliğin bulunmasının mümkün olmadığı şeklinde peşin bir hüküm taşıdıklarını itiraf eder. ( Paret, ed-Dırasetül-İslamiyye,s.9) Avrupalıların İslam ile ilk tanışmaları hicretin 7. Yılında Hz peygamberin Bizans kralı Heraklius’a davet mektubu yazması ile başlar. ( s. 19) Ebu Süfyan yalanları daha sonra ortaya çıkar korkusu ile her soruya doğru cevap vermiş, bu da Rum ileri gelenlerini kızdırmıştır. ( Buhari, Cihad, 101; Ahmed, Müsned, I/263) Görüldüğü gibi ortada hiçbir sebep bulunmaksızın ( Siyasi veya ekonomik) sadece dini nedenlerle Avrupalı, İslam’a karşı tavır takınmıştır. Daha sonraki İslami fetihler bu düşmanlığı bilemiş, haçlı seferleri ile kin doruğa çıkmıştır. ( s. 20) Müslümanlarla Hıristiyanların mücadelesi 5 aşamaya ayrılabilir: Müslümanların Kuzey Afrika, İspanya ve Sicilya’yı fethi. Haçlı seferleri, Türklerin önderliğinde İstanbul, balkanlar ve orta Avrupa’nın fethi. Hıristiyanların yeniden hücuma geçmesi; Türklerin Avrupa’dan atılıp, İslam ülkelerinin sömürgeleştirilmesi. Çağdaş dönem ve Müslümanların yeniden hürriyetlerine kavuşmaları. ( s. 21) Kilise, Müslümanlığı karalama ve onu Avrupalı mensuplarına çirkin bir imaj ile sunma konusunda elinden gelen çabayı göstermiştir. Bunun içinde oryantalistler görevlendirilmiştir. Bunların çoğu aynı zamanda Hıristiyan din adamıydılar. Oryantalist Carra de Vaux şu itirafta bulunur: “Muhammed batıda uzun zaman çok kötü olarak tanındı. Kendisine nispet edilmedik hiçbir hurafe ve hakaret bırakılmadı.” Müslümanların gerilediği dönemde oryantalistlerin saldırıları, sömürge güçlerince olabildiğince desteklendi. Oryantalistler misyonerlerle de yardımlaşarak, Müslümanları inançlarından şüpheye düşürtmek ve sömürgecilere daha kolay teslim olmalarını sağlamaya çalışmışlardır. Çünkü sömürgeciliğin bir aleti durumundaki oryantalizm, İslam dünyasında kendilerine karşı olan gücün temel unsurunun İslam dini olduğunu çok iyi kavramışlardır. ( s. 22) İslam’a insaflı bir şekilde bakan az sayıdaki oryantalistte, içinde yaşadıkları ortamın onları Müslümanların anladıkları manada İslam’ı anlamalarına engel olmuştur.Oryantalist araştırmaların asıl amacı Müslümanlarla mücadele ederken yararlanmaları için misyonerlere malzeme hazırlamaktı. Bu nedenle söz konusu araştırmalar hiçbir zaman sağlıklı, iyi niyetli ve tarafsız olmamıştır. ( Muhammed Gallab, Nazaratün istişrakiyye fil-İslam, s. 8) 18. Yüzyılda saldırgan tutum kısmen hafiflerse de bunun nedeni insaf veya hakperestlik değil, bu düşünürlerin ( Deist, materyalist dünya görüşleri nedeni ile ) Hıristiyanlığa olan düşmanlıklarından kaynaklanmaktadır. ( s. 23) Oryantalistleri 3 gruba ayırabiliriz: Arapçayı bilmeyen, çalışmalarını tamamen başkalarının eser ve tercümelerine dayandıranlar. Arapçayı bilip İslami ilimleri bilmeyenler. Arapça ve İslami ilimlere vakıf olup değişik amaçlarla (Misyonerlik, sömürgecilik, ticari kaygı, makam vb.) İslam’a olan düşmanlıklarını eserlerine yansıtanlar. ( Sabahuddin Abdurrahman, el-Usulul edebiye li Dirasetil-müsteşrikin, s. 145) Oryantalistler Hz Muhammed’in hayatına bakarken, İslam dininin temel kaynağı olan Kuran’ın yazarı olarak onu görürler dolayısı ile onunla ilgili şüphe uyandırmak için çalışırlar. İster laik, ister materyalist, ister papaz olsun, batılının kolay kolay kendi fikri birikimini, şuurunu besleyen telkinleri – ideoloji, din – bütünüyle bir kenara bırakıp ezeli düşman ve rakip olarak tanıdığı İslam dini konusunda tarafsız davranması mümkün olmayacak derecede zordur.Temelde olması gereken, en azında saygı, peşin hüküm taşımama, Arap dilini bilme ve ilmi malzemeyi titiz bir şekilde değerlendirebilmedir. ( s. 25) Sonradan Müslüman olan Maurice Bucaille, ‘Çağdaşlarımızın birçoğu, Hz Muhammed’in önceki peygamberlerin kitaplarından faydalandığı iddiasını, kesin bir gerçekmişçesine kabul ettirmek istiyorlar.’ ( Bucaille, la Bible, le Coran et la science, s. 6) Rudi Pret, Sprenger hakkında:” Kaleme aldığı siyer kitabı birçok açıdan hayal kırıklığına uğratıcıdır. Eserinde ilmi inceleme şartları gözetlenmemiştir.” ( Paret, s. 22) demektedir. Müsteşriklerin herhangi bir konuda insaf ve orta yol üzere olmaları bizi aldatmamalıdır. Çünkü çok geçmeden başka bir konularda dengesiz ve aşırılıkları hemen kendini gösterir. Bu yüzden aynı müsteşriki bazımız, ‘İslam’ı öven ve takdir eden biri’ olarak görürken başka birimiz aynı şahsı ‘İslam düşmanı ve İslam’ı karalayıcı’ olarak görebilmekteyiz. ( s. 26) Zira müsteştik/oryantalist Müslüman olmayıp, ya metafiziğe inanmayan materyalist ve laik biri olmakta ya da Hz Muhammed’in peygamberliğine ve İslam’ın orijinalliğine inanmayan Hıristiyan veya Yahudi olmaktadır. Oryantalistlerin yöntem hataları şöyle sıralanabilir:
1-Bazı dini metin ve rivayetleri tahrif etmeleri, önemsiz noktalar üzerinde yoğunlaşmaları. Mesela Rahip Bahira olayını abartmaları.
2-İslam tarihine maddi açıdan yaklaşmaları. Mesela fetih ruhunu anlayamamaları.
3-Asılsız iftiralarda bulunmaları ve yalanlar uydurmaları. Mesela İslam’ın hoşgörüden uzak bir din olduğunu iddia etmeleri veya ilerlemeye engel olduğu iddiası gibi.
4-İslam tarihindeki ihtilaf konularını devamlı kaşımaları, ön plana çıkarmaları, eski kin, düşmanlık ve tarafgirlikleri canlandırmaya çalışmaları.
5-Kendi işlerine gelen rivayetleri ne kadar zayıf olursa olsun arayıp bulmaları, işlerine gelmeyen sahih veya mütevatir rivayetleri görmemezlikten gelmeleri. Tüm bunları da, peşin hükümlere dayalı iddialarını ispat etmek için yapmaları.
6-İslam medeniyetinin değerini düşürmeye çalışmaları. ( s. 27)
Oryantalistlerin Kuran’a ve Hz Muhammed’e yaklaşımları
M. Watt, bu konuda şöyle demektedir:’ Görüntü, batı Avrupa için çarpıtılmış bir İslam imajıdır. Bu beklide, bilginlerin bile kültürel aşağılık duygusuna kapılmalarından kaynaklanmaktadır ve böylece savunma yoluyla İslam’ın bir din olarak Hıristiyanlıktan çok daha aşağılarda olduğunu göstermek zorunda kalmışlardır.Bu çarpıtılmış İslam imajını oluşturan hususlar: İslam kılıç zoru ile yayılmış bir şiddet dinidir. Muhammed ahlaki zafiyetleri dışında sahte bir din kurmuş biridir. O, şeytanın bir temsilcisidir. Bu çarpıtılmış imaj bu yüzyılda bile batının İslam imajını etkilemeye devam etmektedir.’ ( Montgomery Watt, Günümüzde İslam ve Hıristiyanlık, s. 21)Günümüz oryantalistleri büyük çapta eski anlayışı aynen sürdürüyorlar. ( s. 27) Örneğin Sprenger’in ‘Muhammed histerik bir adamdı’, Jean Gagnier’in ‘Muhammed bütün insanların en canisidir.’, Reynold A. Nicholson’un, ‘Muhammed peygamberlik yükünü yükleninceye kadar, yalancı ve meçhul bir Kureyş’li idi.’gibi ithamları, bu anlayışın değişmediğine örnektir. Oryantalistlere göre Kuran ilahi bir vahiy değildir. Dolayısı ile ona değişik kaynaklar aranmıştır. ( s. 29) Alfred Guillaume, Goldziher, Brockelmann, San Tritton, R. Blachere, Gibb, S. Moscati, E. Montet, B. Lewis gibi birçok oryantalist hala hep aynı şeyi tekrarlarlar: ‘Kendisini peygamber zannetti, Yahudilerden, Hıristiyanlardan aldı, sağdan solda devşirdi, Kuran, Muhammed’in nutuklarının tescil edilmiş halidir,…’ ( s. 30) Richard Bell ise olayı iyice fantastik hale getirir:” Muvahhidlerden yani Yahudi ve Hıristiyanlardan aldı ama ilk dönemlerde onlardan tanınmamak için, onların arasında görülmedi.” ( R. Bell, Who Were the Hanifs?, The Moslem World, XX/122) Pek çok Avrupalı Kuran mütercimi, tercümelerinin baş tarafına, Kuran sanki Hz Muhammed’in eseri imiş gibi’ Muhammed’ ismini yazmışlardır. ( s. 32)
Blachere, şöyle der: ‘ Biz, doğunun dini kitapları arasında Kuran kadar, okunuşuyla fikri düzenimizi dağıtan bir kitap görmedik.’ ( Blachere, Le Coran, s. 29) Aslında bu Kuran’ın haşmet ve azametini hissetmeyi itiraftan başka bir şey değildir. Kuran’ın bu büyüklüğünü gözlerden uzak tutmak konusunda oryantalistlerin büyük tesiri olmuştur. İlmi araştırmalarını, kişisel çıkar veya siyasi ve dini hedeflerinin emrine vermiş olan oryantalistler her vesile ile Kuran’ı gölgelemeye çalışmışlardır. Çünkü onlarda biliyorlar ki Kuran Müslümanların elinde olduğu müddetçe daima muzaffer olacaklar ve batının sömürgeciliğini kabul etmeyeceklerdir. ( s. 33) 19. Yüzyıl başlarından 20. Yüzyılın ortalarına kadar geçen 150 yılda doğu ile ilgili oryantalistlerin yazdığı eserlerin sayısı 60.000’dir. ( Edward Said, Oryantalizm, s. 316) Kuran ilk defa 12. Yüzyılda batı dillerine tercüme edilmiştir. Günümüze kadar da yetmişi aşkın tercüme yapılmıştır. Oryantalistler her tercümelerinin başına kendilerinin İslam hakkındaki düşüncelerini ihtiva eden mukaddimeler yazmışlardır. Bununla, daha işin başında okuyucuyu yönlendirmek istemişlerdir. ( s. 23) Kısaca oryantalizm, ilmi olmaktan çok sömürgecilik, misyonerlik, Siyonizm, ticari çıkar gibi etkenlerin ilim kisvesi altında ortaya konmasından ibarettir. Batılılar bu çalışmaları ile Müslümanlar arasından, tarihlerini ve benliklerini inkar eden nesiller yetiştirmeye ve bunlar vasıtası ile ellerini yakmaksızın emellerini gerçekleştirmeyi amaçlamışlardır. Meşhur Fransız oryantalist Louis Massignon, ‘Onların her şeylerini tahrip ettik. Felsefeleri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler. Anarşi ve intihar için olgun hale geldiler.’ (E. Said, Oryantalizm, s. 8) sözleriyle oryantalizmin gayesini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. İslam dünyası birkaç asırdır gaflet uykusundadır. Uyanışın gerçekleşmesi, karşı tarafın hücumlarını bertaraf etmenin yanı sıra, fikren karşı hücuma geçmekle mümkün olacaktır. ( s. 36)
Kuran’ın tebliğcisi olarak Hz Muhammed’in zatıyla ilgili iddialar
A. Hz Muhammed’in baştan beri samimi olduğunu kabul edenler
İngiliz yazar T. Carlyle Kuran hakkında, ‘ Bir kitap ki, kalpten gelmiştir, Başka kalplere gitmek yolunu mutlaka bulacaktır. Denilebilir ki Kuran’ın esas karakteri masum doğallığıdır; Bir ihlas ve güzel niyet kitabı olması gerçeğidir.’ ( T. Carlyle, Peygamber, Kahraman Muhammed, s. 34) Maxime Rodinson, zaman zaman kendi ile çelişse de ‘ Bugün, samimi bir Muhammed’i açıklamak, sahtekar bir Muhammed’i açıklamaktan çok daha kolaydır.’ ( M. Rodinson, Mahomet, s. 104) itirafında bulunmaktadır. Alfred Guillaume, Hz Muhammed hakkındaki yalancılık ve benzeri iddiaları reddeder. ( A. Guillaume, İslam, s. 28-30) Bu açıklamalardan oryantalistlerin vahyi ilahi kaynaklı olarak kabul ettikleri zannedilmemelidir. Bu oryantalistlere göre Muhammed’in vahiy diye işittiği şey, hayallerinin ve iç dünyasının dışa yansımasından ibaretti. ( s. 39)
B. Hz Muhammed’in baştan beri yalancı ve aldatıcı olduğunu iddia edenler
Müsteşrikler, Kuran’ın Hz Muhammed’in uydurup Allah’a nispet ettiğini iddia ederler. Mekke’deki müşriklerin yönelttikleri, tarih içerisinde oryantalistlerce eklemeler yapılarak tekrarlanan ithamlar genel olarak:” Muhammed Hatice’nin mal ve hayvanlarına el koymuştur, sara hastalığına yakalanınca vahiy aldığını ileri sürerek bunu gizlemek istemiştir, Muhammed şehvet düşkünüdür, zalimdir, fikirlerini Hıristiyanlardan veya Yahudilerden çalmıştır, akla uygun bir din kuran doğa filozofudur, sahtekardır, mali ve sosyal bir reform gerçekleştiren bir sosyalisttir.” şeklinde özetlenebilir. ( s. 40)
Bu görüşe karşı Hz Muhammed’in doğru ve samimi olduğunu ispat eden deliller
Zatı ve ahlakıyla ilgili deliller
Kavmi arasında doğruluğu ve güvenilirliği ile ün salması
Doğruluk kelimesinin Arapçası, ‘Sıdk’tır. Yalancılığın zıttıdır. Kuran onlarca ayeti ile doğruluğu ve doğru olanları övmüştür. Peygamberimizin kendisi de peygamberlikten önce bile, kavmi arasında doğrulukta ve güvenilirlikte en başta gelmiştir. Ebu cehil Hz Muhammed’e, ‘ Biz seni yalanlamıyoruz. Fakat senin getirdiğin şeyleri yalanlıyoruz.’ demiştir. ( Taberi, tefsir, III/246; Tizmizi, Tefsiru Sure 6) İslam münafıklığın alametinin üç olduğunu belirtir ve bunları ‘Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde tutmaz ve emanete hıyanetlik eder.’ ( Buhari, Şehadat, 28; Müslim, İman, 107; Tirmizi, İman, 14 ) şeklinde sıralar. Kavmi, Hz Muhammed’e Emin lakabını vermiştir. ( Kadı Iyaz, eş-Şifa bi Tarifi Hukukil-MustafaI/270) Peygamberliğini ilk açıkladığında, ‘Size dağın arkasında düşman var desem inanır mısız?’ diye sorunca, ‘Evet, Biz senin doğruluğunu tasdik ederiz. Çünkü şimdiye kadar sende doğruluktan başka bir şey görmedik. Sen yanımızda yalanla itham edilmiş bir insan değilsin’ demişlerdir. Ama onları İslam’a davet edince de hemen onu akılsızlıkla itham etmişlerdir. (İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 199-200; Buharî, Sahih, c. 3, s. 171: Müslim, Sahih, c. 1, s. 133-135; Taberî, Tarih, c. 2, s. 216 ) Yahudi alimlerinden Abdullah İbni Selam’da önce Yahudileri toplayıp, kendisini nasıl tanıdıklarını sormuş, Yahudiler ilmini ve değerini güzel şekilde övmüşlerdir. O anda kelime-i şahadet getirince ise, az önce kendisini öven Yahudiler onu karalamaya başlarlar. (İbni Hişam, Tarihun-Nebeviyye, II/517) Peygamberliği kabul etmeyenler hatta ona düşman olanlar bile mal ve kıymetli eşyalarını kendisine teslim ediyorlardı. Hatta hicret ettiği gece bütün bu emanetleri alıp gitmek yerine, Hz Ali vasıtası ile sahiplerine teslim etmiştir. ( İbni Hişam, Tarihun-Nebeviyye, II/485, 493) Kuran’ın, Hz Muhammed tarafından uydurulduğunu iddia etmek, onun en büyük sahtekar olduğu anlamına gelir ki bu onun, Allah adına devamlı surette yalan uyduran biri olduğu anlamına gelir. Halbuki yukarıdaki bütün deliller, bu iddialar ile taban tabana zıttır. ( s. 44)
Engin mütevaziliği
Alçakgönüllük demektir. Kıtlığına kibir; büyüklenme, aşırılığına ise zillet denir. Hz Muhammed namazda yanılmış ama sonra sevih secdesi yapmıştır. ( Tirmizi, salat, 173; Ahmed, Müsned, II/447) Bir gün namaza tam başlayacağı sırada cünüp olduğunu hatırlamış, sahabeye, bekleyin, diyerek hemen evine gidip gusül abdesti alıp yanlarına dönmüş ve namazı kıldırmıştır. ( Buhari, Vudu, 34, Müslim, Mesacid, 225, Ebu Davud, taharet, 93) Haşa, sahte bir peygamber olsa cünüp hali ile de kıldırabilirdi. Kimse cünüp olduğunu bilmiyordu ki?! Bir defa olsun gaybı- geçmiş-gelecek zaman ve görülmeyen alemi – bildiğini iddia etmemiştir. Annesini mezarına gitmiş, affını dilemiş ama buna izin verilmediğini söyleyebilmiştir. ( Müslim, Cenaiz, 105; Tirmizi, Cenaiz, 60) Biricik oğlunun vefat ettiği gün güneş tutulmuş, bunu ölüme bağlayanları uyarıp normal bir durum olduğunu belirtmiştir. (Tecrid-i Sarih, c. 3, Hadis No: 547; Müslim Tercümesi, c. 3, s. 87) Soru olarak kendisine yöneltilen bir konuda özel bir görüşü olur, daha sonra vahiy bu görüşten farklı bir çözümle gelirse bunu ilan eder, asla gizlemezdi. Kendisini başka peygamberlerden üstün görülmesini yasaklamıştır. ( Kadı Iyad, eş-Şifa bi Tarifi Hukukil-Mustafa I/265) Tüm bunlar kendine güven ve mütevazi olmanın göstergeleridir. ( s. 49)
Kendine yakın olanların ona olan bağlılıkları
Hz Hatice, evlilik için, kendisine gelen Kureyş’in en namlı kabile reislerinin isteklerini reddetti ve ahlakına hayran kaldığı Hz Muhammed’e bizzat evlilik teklifinde bulundu. ( İbni Hişam, I/188-189) Hz Muhammed’in kölesi Zeyd b. Harise, efendimiz tarafından azad edilmesine, babası ve amcasının bütün ısrarlarına rağmen yinede hizmette kalmayı tercih etmiştir. ( s. 50) Ebu Bekir nesep, soy bilgini idi, Hz. Osman peygamberimizin teyze torunu idi… Tüm çevresi ya akrabası ya da çocukluğundan itibaren kendini tanıyanlardan oluşuyordu. Bu yakın çevre – kimi menfaat için dirense de- sonunda kendisine iman etmiş, getirdiği dini kabul etmişlerdir. Carlyle bu konuda şunu söyler: “ Birbirini boğazlayan çöl bedevilerinin, gerçekten değerli ve mert olmayan bir insanın emrine girmesi mümkün olmazdı.” (Carlyle, s. 40) İslam düşmanı Leone Caetani’nin şu itirafı da ilginçtir: ”Ebu Bekir, Ömer, Abdurrahman b. Avf, Ebu Ubeyde b. Cerrah, said b. Ebi vakkas devirlerinin hiç şüphesiz en büyükleri olan bu zatlar, onun yalanlarını anlamayacak kadar kör ve idraksiz olduklarına ihtimal verilebilir mi? Hayatının son gününe kadar etrafındakilerin ona muhabbet ve sadakatleri arttı.” ( Caetani, İslam tarihi, VII/370-373)
Sahabe ve yakınlarını incitmemesi
Ayrı fıtrat ve mizaçtaki birçok insan hep o eşsiz dostluğun meyveleridir. Dostları, akrabaları ölümünden sonra olsun kendisi hakkında kuşkulu hiçbir kelime söylememişlerdir. Hanımlarına kendisini boşayabileceklerini söylediğinde istisnasız hepsi bunu reddetmiştir. Hz Muhammed hayatını son derece zahidçe ve yokluklarla dolu geçirmiştir. Peygamberimiz bu teklifi yaptığı dönemde gençte değildi, hayatı da müreffeh olmak şöyle dursun, orta rahatlıkta bile değildi. (s. 52) Hayatı, insanlık aleminde çekilmiş ve çekilecek bütün meşakkatlerin, yirmi senelik bir zamanda yoğunlaştırılmış şeklidir. Sadece on yıllık Medine döneminde 68 sefer düzenlemiştir ki bu ortalama iki aya bir sefer demektir. Bunlar öyle hallerdir ki, insanın iç yüzünü çok kısa bir zamanda ayna gibi gösterir. ( s. 55)
Bilmediği konularda haddini bilmesi
Bazı olaylar vardır ki mutlaka o konularda konuşma gereği hisseder insan. Mesela İfk hadisesinde ( Bu konu sitemizde ele alınıp cevaplanmıştır) olduğu gibi. Vahiy gecikmiş, dedikodu sel gibi yayılmıştı. Sonra Nur suresi iner ve Hz Aişe’nin masumiyeti ortaya çıkar. Şayet vahiy kendi ürünü olsa idi, bu kesin hükmü işin başında söyleyip, rastgele atıp tutan insanların dedikodularını anında kesebilirdi. Lakin o, insanlar hakkında bile yalan söylemezken, Allah hakkında yalan uydurabilir mi? “Eğer Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı, elbette onu bundan dolayı kıskıvrak yakalardık; sonra da onun şah damarını keser atardık. Hiçbiriniz buna engel de olamazdınız.” ( Hakka, 44-47) Hz. Peygambere, Ashabı Kehf, Zül- Karneyn ve ruh hakkında sorular sorulmuş, o ise, ‘ Yarın gelin size cevap vereyim.’ demiş ama ‘inşallah’ dememişti. Aradan 15 gün geçer. Sonra Kehf, 23-24. Ayetler iner: ” Hiçbir şey hakkında sakın “yarın şunu yapacağım” deme! Ancak, “Allah dilerse yapacağım” de. Unuttuğun zaman Rabbini an ve “Umarım Rabbim beni, bundan daha doğru olana ulaştırır” de.“ Muavviz kızı Rubeyyi’in düğününde küçük kızlar def çalarken şöyle derler:’ Aramızda yarın ne olacağını bilen peygamber var.’ Peygamberimiz hemen müdahele eder: Böyle demeyin! ( Buhari, Megazi, 12;İbni Mace, Nikah, 21) ‘De ki: “Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.” De ki: “Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?’ ( Enam, 50) “Ben resulullah olduğum halde akibetimin ne olacağını bilemem.” ( Buhari, Cenaiz, 3); “De ki: Bana ve size ne yapılacağını da bilmem.” ( Ahkaf, 9) ; “Bilin ki, sizden hiçbiriniz ameliyle kurtulamaz. Sen de mi (amelinle kurtulamazsın) yâ Resûlallah? “Evet, ben de. Eğer Rabbim beni katından bir rahmet ve lütufla kucaklamazsa.” (Buhârî, rikâk 18; merdâ 19; Müslim, münâfıkîn 71-78) Ayrıca Kuran, kıyametin ne zaman kopacağını resulullahın bilmediğini ısrarla ifade eder. ( Fussılat, 47; Naziat, 42-45) Halbuki sahte bir peygamber olsa, uzun vadede bir tarih verir – ki günümüzde bir çok sahte din lideri tarih vermiş sonra gelen vekili bu tarihi ileri bir zamana atmış, uzatmıştır!- geleceği bildiği izlenimini uyandırır, prestij ve etkisini de artırabilirdi. ( s. 58)
Her hali ile hak olduğunu göstermesi
Bir insan ne kadar sun’i davranırsa davransın, kızdığında, zorlandığında, arzularına nail olduğunda veya güvendiği biriyle baş başa kaldığında, işleri ve sözlerinde, esas fıtratını ortaya koyan birtakım davranışlardan uzak kalamaz. ( s. 58) Hz Muhammed, gençliğinin en hararetli zamanlarında iffetli yaşamış, en zor anlarında ( Mesela hicret esnasında mağarada) kurtuluş yolu kalmamış iken bile gayet metanet, tam bir güven içindeki ve nihayet huzur dolu hareket, hal ve tavrı, peygamberliği için yeterli delildir. İtirazcılarını önemsemeyişi, düşmanlarından çekinmemesi, doğruluğunu ve işlerinde hakikat ruhuna tam isabet ettiğini gösterir. Kısaca korkaklık, telaş ve çekingenlik gibi şeyler, hileyi, davasına güvensizliği ve kararsızlığa delalet eder. Hz peygamberin bunlardan uzak olması, pervasızlığı, onun doğruluğunu açıkça göstermektedir. ( s. 60) Mekke’liler sadece toplum içindeki hareketlerini değil, özel hayatını da biliyorlardı. Çünkü birçoğu akrabası idi. Ayrıca resulullah ne zaman iyi ve hayırlı bir işe halkı davet etse, ilk önce kendisi yapardı. (s. 61) Marksist Rodinson bile, ‘ Muhammed, genellikle, bilge, ölçülü, dengeli bir adam izlenimini uyandırmaktadır. El- Emin lakabı verilmiştir kendine. Yani kentin en güvenilir adamı.’ ( Mahomet, s. 77) demektedir.
Ümmi olup okuma yazma bilmemesi
Bu konu ‘ Ümmi peygamber‘ adlı yazımızda ele alınmıştır.
Hayatı boyunca davasına içtenlikle bağlılığı ve tavizsizliği
Resulullah, muhalefet, zorluk, ve tehlikelerin en büyüğü ile karşılaşınca bile azminden zerre kadarını kaybetmedi. Hiçbir güç gösterisi, baskı ve zulüm, hırs ve ihtirasa davet, iftira ve itham, davasına zarar veremedi. Sonuç itibari ile resulullah, kendi davasının doğru ve haklı olduğuna inanmadığı ve her türlü şahsi menfaat ve ikbale sünger çekmediği sürece böylesine azimli, kararlı, dirayetli, sebatlı davranamazdı. ( Mevdudi, II/647) Arkadaşları Mekke’yi terk edip hicret ederken, yalnız kendisini, Hz Ebu Bekir ve Ali ile birlikte Mekke’de kalmaya zorlayan, Medine’ye davet edildikten sonra 2,5 ay daha kafir ve düşmanları arasında kendisini bekleten ne idi? Neden önden gidip canını kurtarmamıştır?( s. 68) Kendisine sunulan maddi tavizlere ( Makam, para, güzel kadın gibi tekliflere) karşı, ‘Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseler ben yine de bu dinden, bu tebliğden vazgeçmem. Ya Allah bu dini hakim kılar, yahut ben bu uğurda canımı veririm.’ dedirten ne idi? ( İbni Hişam, I/266;Taberi, Tarih,II/220) ki bu peygamber müşriklerce eziyete uğramış, arkadaşları katledilmiş, üç yıl ambargoya uğramış, Taif’te taşlanmış, öldürülmek istenmiş,Habeşistan’a kaçan Müslümanlar bile takip edilip orada bile rahat bırakılmamış iken?! Eğer peygamber yalancı olsa idi, bu meşakkat ve eziyetlere neden katlansın? Onun doğruluğunun en açık delili, gerek güçsüz gerek güçlü zamanlarında ardı arkası kesilmeyen sıkıntılara rağmen inancına sadakatle bağlılığını sürdürmesidir. O, bu yoldan asla dönmemiştir. ( s. 70)
Garanik: Konu ‘Garanik‘ adlı yazımızda ele alınmıştır.
Kuran’a karşı tutumuna dayalı deliller
İlk vahiy karşısındaki tepkisi
Vahiy peygamberimize beklemediği bir anda geliverdi. OKU!… Korkarak eve döner. ‘Beni örtün’, der. Sonra Varaka b. Nevfel’e götürülür. ‘Bu gördüğün, Allah’ın Musa’ya indirdiği Namusu Ekber’dir.’ der Nevfel. Görüldüğü gibi ilk vahiy aldığında Hz Peygamber korku ve telaşa kapılmış, vahiy kaynağı hakkında tereddüt geçirmiş ve başkasına danışmış ve büyük bir endişeye maruz kalmıştır. Eğer peygamberimiz yalancı olsa idi, Cebrail’in üç kere kendini sıkıp bıraktığını değil, dostça geldiğini, şefkatle elini tuttuğunu ifade etmesi gerekirdi. Sonunda da mütebessim bir şekilde eve dönmesi daha uygun olurdu. Öyle ya, Alemlerin rabbinden kendisine vahiy geldiğini söylüyordu! ( s .83) Oryantalistlerin iddia edildiği gibi, kendisi gibi birisinin nebi olması gerektiğine inansaydı, bekleseydi, mağaradaki olaydan sonra sevinç çığlıkları atması, eve koşarak gelmesi ve herkese bunu ilan etmesi gerekirdi. Durum ise bambaşkadır. Titreyerek eve gelmiş, yorgana sarılıp, sessizce yatmıştır. Peygamberliği bekleyen birisinin tepkisi böyle mi olurdu? Öte yandan Hz Hatice’nin gösterdiği tepki de, Hz Muhammed’in daha önce peygamberlik beklentisi içinde olmadığını gösteriyor. Öyle ya, Hz Hatice diyebilirdi, ‘ İşte muradına erdin!’ ( s. 84) Varaka ise yabancı biri değildir, Hz Muhammed’in bütün ömrü gözünün önünde geçmiştir. Peygamberliğe hevesli olmak şöyle dursun, böyle bir şeyin olacağını aklının köşesinden bile geçirmemişti. Alfred Guillaume, Washington Irving, Maxime Rodinson gibi oryantalistlerde peygamberimizin bu tereddütlerinde samimi olduğunu kabul ederler. ( s. 84) Rodinson, Hz Muhammed’in samimiyetini bilinç altı halüsinayonlarına bağlasa da şu açıklaması birçok oryantalist iddiayı geçersiz kılması açısında önemlidir: ’Muhammed’i tam bir sahtekar şeklinde gören Hıristiyan ilahiyatçıları kadar, 18. Yüzyıl akılcı filozofları da geride kalmıştır.’ (Rodinson, Mahomet, s. 102)
İlk dönemde, inen ayetleri hızlı hızlı tekrarlayıp ezberlemeye çalışması ve vahiy esnasındaki hali
O, ansızın kendisini bir öğretimle karşı karşıya buluyor, sonra melek birden kayboluyordu. Kendisine bildirileni harfiyen tekrar etmesi gerekiyordu. Bu da kendisini zorlamasına neden oluyordu. Nihayet ayet iner, ‘Kuran’ı acele okumaya kalkma.’ (s. 87) Bazen en şiddetli ihtiyaç duyduğu zamanlarda, çok istediği halde vahye mazhar olamamıştı, demek ki bu tercih meselesi, seçilebilecek bir durum söz konusu olmayan bir hal idi. ( Draz, en-nebeül-Azim, s. 63)
Vahyin kesintiye uğraması
İlk vahyin gelişinden sonra uzun süre Hz Cebrail ikinci vahyi getirmedi. Bu üzüntülü ve ıstıraplı bir zamandı. Çok arzu ettiği halde bu vahiy kendisine gelmemiştir. Bu süre için, 3 seneden 3 güne dek çeşitli süreler verilir. (s. 89) Hatta dağların tepesine çıkıp kendisini aşağı atmayı bile aklından geçirir. (Buhari, 91/1; M. Hamidullah, Le Prophete de l’Islam, I/89) Bu süreyi fırsat bilen kavmi kendisine eziyet etmiş – hâşâ- şeytanının kendisini terk ettiğini iddia etmişlerdir. (s. 90) Şimdi düşünelim, peygamber yalancı ve samimiyetsiz olsaydı, neden kendisine geldiğini ileri sürdüğü vahyi kesintiye uğratsın? En azından söylentileri kesecek kadar olsun vahiy diye birkaç söz söyleyemez miydi? Bu işin düzmece olduğunu bildiğine (!) göre, bu kadar neden etkilensin?
En muhtaç olduğu anlarda vahyin gelmemesi
Hz peygamberin başına öyle şeyler geliyordu ki, bunlar onu, bir şeyler söylemeye zorluyordu. İş kendi elinde olsaydı, bir şeyler söylemeye olan şiddetli ihtiyacı sebebiyle, söyleyecek söz bulabilirdi. Fakat insanlara okuyacağı birkaç ayet bulamıyordu. Mesela ifk olayı, kıblenin değişmesi meselesi gibi. Hz peygamber kıblenin değişmesini çok istiyordu fakat hicretin birinci senesine dek namazlar Kudüs’e doğru kılınmıştı. Kuran peygamberimizin uydurması olsa hem kendi hem kavminin arzu ettiği bu işi hemen yapar, bu sıkıntıları da çekmezdi. Yine ashabı keyf, zülkarneyn ve ruh hakkındaki sorulara ‘inşallah’ demediği için, vahiy bir süre gelmemişti. (s. 92)
Vahyin bazen arzusuna muhalif gelmesi
Kuran, Hz Muhammed’in vicdanından gelen telkinler olsaydı, peygamberimize karşı bu kadar acı ve dehşetli tenkitlerle dolu olmazdı. Hatalı bir şey yaptığını bilse bile, en azından sessiz kalarak, sözlerine olan saygıyı zedeleyecek tenkitte bulunmazdı. (s. 93) Kuran vahiy eseri olduğu içindir ki, ondan hiçbir şeyi saklayamamıştır. ( Tekvir, 24) Enfal 67-68. ayetlerde Bedir’de alınan esirlerin salıverilmesinde ve fidye alınmasında hatalı olunduğuna dair açıklama iner. Allah bu ayette, yaptığın iş doğru değildi ama seni af ettim ve sana bundan sonrası için izin verdim, anlamında indirmiştir. ( Muhammed Abdullah Draz, en-Nebeül-Azim, s. 19) Bir ‘âmir’ vardır bu ayette hitap eden, bir de ondan emir alan memur. Münafıkların başı Abdullah bin Übey ölünce, peygamberimizi cenaze namazını kıldırır. Tevbe 84. ayet iner ve bu ayetten sonra münafıkların cenaze namazını kıldırmaz. (s. 94) Ayrıca Kuran’da, peygamberimize hitap edip genele hüküm bildiren bazı ayetlerde vardır ki, bu özel duyguları peygamberimiz neden herkese ilan etsin? ‘Güzellikleri hoşuna gitse de, bundan sonra başka hanımlar alman sana helal değildir.’ ( Ahzab, 52) Neden ‘güzellileri hoşuna gitse de’, ifadesini kullansın? ‘Ey peygamber eşleri, dünya süsünü istiyorsanız gelin sizi boşayayım’ mealindeki ayet ( Ahzab, 28-30) Bu ayet indiğinde peygamberimiz nerede ise bütün Arabistan’a hâkimdi. Vahiy peygambere eskisi gibi sadelik içinde yaşamasını tebliğ etmektedir. Bu emir, dünya hayatına düşkün, servet peşinde koşan bir maddeperest tarafından yazılmış olabilir mi? Bu ayet sonrası tüm hanımları refah ve ziynet yerine Hz peygamberi tercih etmiştir. (s. 95) Kuran’ı peygamberimiz uydursa idi geçmiş kavimlerin peygamberlerinin mucizelerinden bahsetmezdi. Çünkü düşmanları da kendisinden aynı mucizeleri istemelerine sebep oluyordu. (s. 96)
Kuran’da daha sonra açıklanmadıkça kendisini de bilemeyeceği öz ve çetin ifadelerin bulunması
Hangi akılla bir insan kendisinin bile anlayamayacağı sözleri telkin eder? Bu durum aslında onun amir değil memur olduğunun açık delili değil midir? (s. 97) Bakara 284. ayet inince sahabe şaşkınlık geçirir. Peygamberimize sorarlar, o da ‘işittik iteat ettik deyin’ der. Sonra Bakara 286. ayet iner ve durum netleşir. Bu durum şunu göstermektedir: Peygamber de, onlar gibiydi ve durumun açıklanmasını bekledi. (s. 98)
Kuran’ın kendi eseri olmadığını ısrarla belirtmesi
Bir insan düşünün eşi benzeri olmayan bir eser yazıyor, etrafına binlerce taraftar topluyor, tüm Arabistan’ı alıyor ve sonra insanlara, ‘Bu benim eserim değil, ben ona bir şey eklemedim.’ diyor! ( Muhammed Abdülazim Zerkani, Menahilül-irfan fi ulumil Kuran, II/403-404) Bu eseri kendine mal etse değeri kat be kat artacaktır ama ısrarla bunu başka birine mal etmektedir. Halbuki insan fıtratı kendisini ebedileştirecek, sonsuzlaştıracak şeyleri sevmeye meyillidir. O ise, ısrarla insanlara, Kuran’ı işaret eder. Eğer Kuran, Muhammed’in eseri olsa idi onunla peygamberliğini değil, kendi –haşa- uluhiyetini ilan ederdi. (s. 100)
Kuran’a olan saygısı ve bağlılığı
Hz Peygamber başkaları kadar kendi akibetinin de ne olacağını bilmediğini itiraf eden ( Ahkaf, 9: “De ki: İlk gönderilen peygamber değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.”) bir şahsiyet idi. Fakat vahyi alır almaz, dünyada hiçbir kuvvetin etkileyemeyeceği bir otoritenin yetkisi ile peygamberlik görevini yerine getiren kişiliğe bürünürdü. Kuran, peygamberimizin gönlünün baharı ve çiçeği idi. Geceleri kalkıp saatlerce Kuran okurdu. (s. 101) O, sadece okumakla kalmamış, aynı zamanda onu harfiyen yaşamıştı. ( Müslim, Müsafirun, 139; Ebu Davud, Tatavvu, 26; Ahmed, Müsned, VI/54)
Kuran’ın üstünlüğü karşısındaki aczi
Tabiri caizse Hz Muhammed, vahiy güneşine bir aynadır. Müşrikler Kuran’da bazı değişiklikler yapmasını isterler. Kuran, O’nun sözü olsa bazı tavizler verebilirdi. Buna şiddetle de ihtiyacı vardı. “Âyetlerimiz kendilerine apaçık birer delil olarak okunduğunda, (öldükten sonra) bize kavuşmayı ummayanlar, “Ya (bize) bundan başka bir Kuran getir veya onu değiştir” dediler. De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edecek olursam, elbette büyük bir günün azabından korkarım. De ki: Eğer Allah dileseydi onu size okumazdım, Allah da onu size bildirmezdi. Ben bundan önce bir ömür boyu içinizde durmuştum. Hâla akıl erdiremiyor musunuz?” ( Yunus, 15-16) Hemen sonraki ayet konuyu pekiştirir: “Artık, Allah’a karşı yalan uydurandan veya O’nun ayetlerini yalanlayandan daha zâlim kimdir? Şüphe yok ki (böyle) suçlular asla kurtuluşa ermezler.” ( yunus, 17)
Kuran üslubuyla hadis üslubunun arasındaki fark
Hz Muhammed peygamber olmadan önce de insanlar arasında ve diğerleri gibi yaşamış biridir. Onun konuşma tarzı, üslubu ve sözlerini herkes bilirdi. Kuran’ın dil, ifade ve üslubu peygamberimizin sözlerinden ( Hadis) farklıdır. Mekkeli müşrikler hiçbir zaman Kuran’ın Hz Muhammed’in sözü olduğunu söylememişlerdir. (s. 105) Çünkü o toplum, söz söyleme konusunda sarraf, usta, mahir idiler. Farklı üslubu hemen fark ettiler. Bunu kafir olan oryantalistler bile fark edebilmektedir: Kunut dualarının Kuran’dan olup olmadığına dair oryantalistler arasındaki tartışmalarda Nöldeke, şunu söyler: “Bu metinlerin içeriği ve biçimi Kuran’ı değil, duayı andırmaktadır. Kunut dualarında, Kuran’da alışık olmadığımız tabirler vardır. Sena etmek fiili, Kuran’da hiç geçmez.” ( Theodor Nöldeke, Kuran tarihi, s. 48)
Kuran ile meydan okuması
Allahu teala, en büyük mucizenin Kuran olduğuna dikkat çeker. ( Ankebut, 50-51: “Dediler ki: “Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!” De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır.” Allah, geçici bir zamanda, sınırlı insanlarca görülen mucizeler yerine, devamlı ve meselelere delaleti kuvvetli, ileri seviyeye hitap eden bir mucizeyi gözler önüne sermiştir. Bu konuda ‘Kuran ve bilim’ adlı yazımıza da bakılabilir. Kuran’ın kelimeleri ve cümleleri birbirine bakar. Kuran’ın bazen bir kelimesi on yere bakar. Kuran’ı anlamak için Kuran’ın kelimeleri arasındaki irtibatı, kelimelerin diğer ayet ve cümlelere bakan yönünü bilmek gerekir. Kuran’da kelimeler birbiri ile münasebetli ve tamamı gözetilerek anlamlandırılabilecek şekilde yerleştirilmiştir. (s. 109) İsra, 88: ‘De ki: Andolsun, insanlar ve cinler bu Kuran’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler.’ Hiç ne söylediğini bilen bir Arap böyle bir söz söyler mi? Arap ediplerin rekabet için üzerine sel gibi boşanacağından çekinmez mi? Bu kendini bilen, kendine değer veren bir insanın kesinlikle giremeyeceği bir maceradır. (s. 110) Günümüzde de bir papaz tarafından, ‘The True Furqan’ adlı bir İncil-Kuran arası derleme yazılma denemesi yapılmış ama sonuç, etkisiz/ atıl kalmış, bu kitapta kısa sürede tarihin çöplüğüne atılmıştır.
Kuran’ın ezberlenmesi ve kalıcılığına olan gayreti
Kuran’dan ne zaman bir vahiy gelse, peygamberimiz hemen vahiy kâtiplerini ( Hz Peygamberin 40 kadar vahiy katibi vardı: İbni Hacer, Fethul Bari, IX/18) çağırır ve Cebrail’in kılavuzluğu ile ‘ Bunu falan sureye koyunuz.’ diye emrederek yazdırırdı. ( Zerkeşi, el-Bürhan, I/232,256) Vahiy katiplerince yazılan ayetler daha sonra peygamberimize arz edilir. ( Muhammed Hamidullah, Kuran-ı Kerim tarihi, s. 43) bu konuda ‘ Kuran’ın kaynağı nedir?‘ ve ‘ Kuran’ın aslı yakıldı mı?‘ adlı yazımıza bakılabilir. Hz Peygamber, Kuran’ın korunması ve yazılmasına verdiği önemi, diğer sözlerine ( hadislerine ) vermemiştir. Hatta belli bir zaman birimi için, Kuran’la karışmaması amacı ile, hadislerinin yazılmasına da yasak getirmişti. (Müslim, Zühd, 72; Darimi, Mukaddime, 42; Ahmed, Müsned, III/12,21,39,56) Bu yasak karışma konusunda endişe ortadan kalkıncaya dek sürdü. ( İbni Kuteybe, Tevilü Muhteliful hadis, s. 365) Peygamberimizin Kuran’a gösterdiği bu önem onun ilahi kaynaklı olmasından ileri gelmektedir. ( s. 112)
Rabbiyle olan Münasebetine ilişkin deliller
Rabbine olan bağlılığı
Peygamberimizin samimi olmasının bir delili de, İslam prensiplerine sıkı sıkıya bağlılık açısından insanların başında gelmesidir. O, her anında Allah’ı hatırlıyordu. Uykudan kalktığında, yatağa girdiğinde, yağmur yağdığında, yolculuk anında, savaşta, barışta, yeni elbise aldığında, tuvalete girerken, çıkarken… Hep dua ediyordu. Yalancı olsaydı, acizliğini, fakirliğini ve hiçliğini itiraf ve günah işlemekten korktuğunu ilan eder miydi? (s. 114) Son nefesindeki duası şu olmuştur:” Allah’ın ölümün sıkıntılarına karşı bana yardım eyle, beni bağışla, merhamet et ve beni en yüce dosta kavuştur.” ( Tirmizi, Cenazi, 8; Buhari, Marda, 19; Müslim, Selam,46) Hilebaz bir kimse, iftira ettiği ve vahiy uydurup kendisine isnat ettiği Allah’a karşı bu kadar büyük bir kalbi bağlılıkla ölümün yüzüne gülebilir mi?
Son derece takvası ve rabbinden korkması
Hz Muhammed, ‘şüpheli şeylerden kaçan’ (takva sahibi) bir insandı. Namaza başladığında, ağlamasında dolayı göğsünden, kazanın kaynaması gibi bir ses duyulurdu. ( Tirmizi, Şemail, s. 165) İbni Mesud’dan Kuran dinlerken bir ara yeter der ve gözlerinden yaşlar akar. ( Tirmizi, Şemail, s. 166) Bedensel ibadetlere herkesten fazla devam ederdi. ( Buhari, Teheccüd, 6; Ahmed, Müsned, IV/251) Gecenin son üçte birinde kalkıp namaz kılardı. (İsra, 79) Doyuncaya kadar yemek yemezdi. ( Tirmizi, Şemail, s. 76; Müslim, Zühd, 22) Deriden yapılmış içi hurma lifi dolu bir yatakta yatardı. ( Buhari, Rikak, 17; Müslim, Libas, 38) Rabbinden bu kadar korkan, onun en ufak bir emrini bile çiğnemekten şiddetle kaçınan bir zat, hiç ona itaatsizliğin en büyüğünü yaparak, ona iftirada bulunabilir mi? ( s. 116)
İbadete düşkünlüğü
Namazı gözünün nuru olarak nitelemişti. Bazen namaz kılarken ağlardı. Farz namazlarla yetinmez, soğuk kış gecelerinde sıcak yatağını terk eder, soğuk su ile abdest alarak saatlerce namaz kılardı. Her farz namazla kıldığı nafile-sünnet namazlar da vardı. Bunlar dışında teravih, bayram, evvabin, ay ve güneş tutulması, istiska,…gibi vesilelerle de namaz kılardı. Hz Muhammed, altın veya gümüş diye bir şey yığmamış, fakirlere dağıtmıştır. Bu sebeple kendine zekat farz olacak kadar mal yığmamıştır. Eline geçeni fakirlere dağıtıyordu. Ayrıca sık sık oruçta tutardı. ( s. 117)
Davasına olan sonsuz güveni ve engin tevekkülü
Hz Muhammed’in hayatında sonsuz derecede bir güven görülmektedir. O nedenledir ki Arap liderlerinin önlerinde yerlere kadar eğildiği devlet krallarına, elçiler ve mektuplar göndermiştir. O, en zor anlarında bile ilahi yardımdan mutlak surette emin bir şekilde, son derece soğuk kanlı hareket etmiştir. ( s. 119) Mekke dönemindeki işkencelerden, boykotlardan, öldürme ve sürme teşebbüslerinden kurtulmalarını sağlayacak en küçük bir umut ışığı var mı idi? Peygamberliğin kendisine geleceğini hatırından bile geçirmemişken, peygamber olduktan sonra da bunun devamlı olacağına emin olamıyordu: “Sen, sana kitabın verileceğini ummazdın.” ( Kasas, 89), ” Andolsun, dileseydik biz sana vahyettiğimizi tamamen ortadan kaldırırdık; sonra bu konuda bize karşı kendine hiçbir yardımcı da bulamazdın.” (İsra, 86) “Müşrikler istemeseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidayet ve hak ile gönderen O’dur.” (Saff, 9) Bu ayet indiğinde Yahudiler (Kureyza, mustalik) Medine’de yerlerinde duruyor, münafıklar şehirde fesat çıkarıyor, Hayber fethedilmemiş, Hendek savaşı vuku bulmamış ve Mekke fethedilmemişti. Bu müjdenin ilahi vahye dayandığından şüphe etmemek gerekir. Maide, 68. ayeti, (Allah seni insanların şerrinden koruyacaktır.) inince peygamberimiz kendisini korumakla görevli nöbetçilere, ‘ Artık gidebilirsiniz, çünkü Allah beni koruma sözü verdi.’ der. ( Tirmizi, tefsir, III/410) Zatür-rika gazvesinde, ağaca asılan kılıcı alıp, peygamberimize, ‘benden korkuyor musun, sen, elimden kim kurtaracak’, diyen düşmana, ‘Hayır, Allah kurtaracak.’ (Buhari, Megazi, 31) cevabını bu güven verdirmiştir. Huneyn gazvesinde, İslam ordusu dağılınca tek başına atını düşman ordusuna sürdü, müşrikler etrafını sardığında, ‘Ben gerçekten peygamberim, bunda yalan yok, Ben Abdülmuttalib’in oğluyum.’ diyerek onlara meydan okur. ( Buhari, cihad, 52;Müslim, cihad, 78-81) Her iki durumda da peygamberimize zarar veremediler. ( s. 123) Hudeybiye anlaşması, görünüşte tamamen Müslümanların aleyhine idi. Ama Allah fetih 27. ayeti indirmiştir: “Mescidi harama gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. Size bundan başka yakın zamanda bir zafer verecektir.” Ertesi yıl umre yapılır, kısa süre sonra da Mekke fethedilir. ( s. 125)
Mucizelerin kendisine ihsan edilmesi
Kuran bize müşriklerin peygamberimize sihirbaz, kahin dediklerini belirtir. ( Saffat, 15; Zuhruf, 30; Ahkaf, 7;Kamer, 2; Saf, 6; Tur, 29; Hakka, 42) Harika bazı olaylar görmeseler böyle sözler söylemeye ihtiyaç duymazlardı. 129 ile 134. sayfalar arası bu mucizelere örnekler verilir. ( ‘Şahsi’ görüşümüz, efendimizin kafirlere değil ama Müminlere birçok mucize gösterdiği şeklindedir!)
Muhaliflerinin tutumuyla ilgili deliller
Muhaliflerinin kararsızlık ve tutarsızlıkları
Peygamberimiz, insan olmasından, melek olmamasından, tutun, kendisine kahin, sihirbaz, şair, başkalarından öğrendi, uydurma olan geçmişin masalları gibi, bir çok ithamlara, itirazlara maruz kalmıştır. Birbirine ters düşen bu iddialar, aslında bu bahanelerin temelde bir gerçeğe dayanmadıklarını da ispatı etmektedir. (s. 134) Müşriklerin en az bahsettikleri şüphe, Kuran’ın insanlarca öğretilmiş olması, en çok bahsedilen şüphe ise Kuran’ın peygamberin şahsına bağlanması iddiasıdır. Bu şiir midir, cinnet midir, karışık rüyalar mıdır? Ne diyeceklerini şaşırmışlardır. Suçlamalar kendi içinde çelişkilidir. Enbiya 5. ayet bu konudaki tutarsızlıklara dikkat çeker: “Onlar, “Hayır, bunlar karma karışık yalancı düşlerdir. Hayır, onu kendisi uydurdu; hayır, o bir şairdir. Eğer böyle değilse, önceki peygamberlerin (mucizelerle) gönderildikleri gibi o da bize bir mucize getirsin” dediler.” Bir kişi hem kahin hem şair hem mecnun nasıl olabilir? İlgi konuları, ifadeleri ve üslupları farklıdır. Kafirler, Hz Peygambere körü körüne muhalefet etme sevdasıyla kendisi hakkında tuhaf ve tutarsız iftira ve ithamlarda bulunuyorlar. ( s. 136) İddiaları gösteriyor ki kendileri de gerçeği bilmemektedirler. Zira gerçeği bilseler, her gün yeni bir iftira ile ortaya çıkmazlardı. Bu aslında söylediklerine kendilerinin de inanmadığını göstermektedir. Bu şekilde ortaya attıkları her yeni itham, eskisini yalanlamış olmaktadır aynı zamanda. Bu tutarsızlıklarının temel nedeni ‘peşin hükümlü, önyargılı’ olmalarıdır. (s. 137) Günümüz oryantalistleri de benzer iddiaları tekrar ederler: ‘Muhammed’in kendine hitap eden birini işittiğini zannettiği şey, hayal ve iç dünyasının dışa yansımasından başka bir şey değildir.’ Bu aslında Müşriklerin, ‘cinnet ve karışık rüyalar’ ithamının bir tekrarından başka bir şey değildir. Sonra bunda vazgeçip, Kuran’daki kıssaların, seyahatlerde toplanmış bilgiler olduğu iddiasını gündeme getirirler. Bu da müşriklerin, insanlardan öğrenildi iddiasının aynen tekrarıdır. Dinsiz ateist veya oryantalist iddia, modern elbisesinin içerisinde en eski iddiaların tekrarından başka bir şey değildir. Modern çağda medeni fikirlerin gıdası, Mekke’li müşriklerin taşlaşmış kalplerinin geriye bıraktıkları artıklardan başka bir şey değildir. ( S. 135) ‘Onlardan öncekilerde onlar gibi demişlerdi. Kalpleri nasılda birbirine benzedi.’ ( Bakara, 118) Kuran’ın bir şahıs tarafında öğretildiği iddiası bile kendi içinde tutarsızlıklar barındırır. Çünkü bu öğretim, işi ‘ tek kişiye’ bile mal edilememiştir. ( s. 138)
Birçok kişinin daha sonra iftiralarında vazgeçip O’na iman etmeleri
Bütün gayretleri ile Kuran’ı yalanlayıp, Hz Muhammed’in peygamber olmadığını iddia ediyorlardı. Bu uğurda defalarca ordu topladılar, iftira attılar, işkence ettiler. Başta Ebu Süfyan, Amr b. As, Halid b. Velid, Hz Ömer, Ebu Cehil’in oğlu İkrime, hepsi zamanla O’na iman etmişlerdir. Dönemindeki tüm dinler, mensupları, kavmi, hatta öz amcası bile can düşmanı olan, tek bir zat, peygamberlik nuru ile dünyayı mayaladı. Getirdiği kitap kelime kelime, harf harf tefsir edildi, hadisleri için insanlar ömürlerini harcadı. Zaman ihtiyarladıkça Kuran gençleşti. Günümüzde de pek çok alim, materyalist ve batılı Müslüman olmaya devam etmektedir. ( s. 139) bu konuda, ‘Müslüman olanlar‘ adlı yazımıza bakılabilir.
Ona iman etmediği halde içten ve samimi olduğuna inanan birçok insanın bulunması
Müşrikler, taassup ve maddi menfaat nedenleri ile peygamberimize karşı geldiler. ( s. 142) Süfyan-ı Sevri, Tirmizi, ve Hakim, Hz Ali’den şunu nakletmişlerdir: ”Ebu Cehil, bir defasında Resülullaha şöyle dedi: biz seni değil, senin getirdiğin şeyi yalanlıyoruz.” (Taberi, tefsir, III/246) Kureyş’ten Haris b. Amir, ‘Ey Muhammed! Vallahi sen bize hiç yalan söylemedin, fakat biz sana uyarsak, yerimizden olacağız, bundan dolayı iman etmiyoruz.’ Demiştir. ( Elmalılı, Hak Dini, III/Enam 33. Ayet tefsiri) yine Ebu Cehil, ‘vallahi Muhammed doğru sözlü biridir. O hiçbir zaman yalan söylememiştir. Fakat Beni Kusayy, Kabe’nin bayraktarlığı ile hacılara yemek yedirme ve su içirme vazifelerinin yanı sıra peygamberliği de alıp götürürse diğer kureyşliler ne yapsın?’ ( İbni İshak, Sire, s. 169) diyerek iman etmemesinin nedeninin maddi menfaat olduğunu itiraf etmiştir. “Kuran ilahi kitapların en güzelidir. Allah’ın büyüklüğünü içinde barındırır. Kuran’ın bitmeyen esrarı, şiir ve düzyazıda üstat olan Müslümanları, üslubunun inceliği ve yüceliği karşısında diz çökmeye mecbur eder.” ( Morrice, Le Parle Frencaise Roman’dan Ömer Rıza Doğrul, Kuran nedir? s. 98) “ Hz Muhammed’in doğruluğu, azmi, imanı, sebatı, onun o cesur ve iradeli peygamberin, peygamberlerin sonuncusu olduğuna en kesin ve en emin delildir.” ( Dr. Steingas’tan nakleden, Ömer Rıza Doğrul, s. 998) “Kuran bütün kainatı yaratan En büyük yaratıcıyı kutsadığından her övgüye layıktır.” ( G. M. Rodwel’den nakleden, Ömer Rıza Doğrul, s. 100) “Hz Muhammed’in idrak ve şuur timsali olduğu, zihninin iman ışığı ve kamili yakın ile dolu olduğu muhakkaktır” ( Edward Montet, Hırisityanlığın yayılması adlı eserinden nakleden, Ömer Rıza Doğrul, s. 101) “ Allah’a teslimiyeti öğrenen Müslümanlığın inananları, doğru, dürüst, insaflı, sözüne bağlı, vefalı olmak gibi sıfatlara sahiptirler. Kuran’ın Hz Muhammed tarafından yazıldığı genellikle iddia edilir. İlham aleminde vahiy dediğimiz bir şey varsa Kuran’ın indirilmiş bir kitap olduğunda şüphe yoktur. Hırisityanlar Tevrat ve incilden çaldığını söylüyorlar. Gerçek bu şekilde olsa Muhammed, nasıl olurda kendisini kınayan, eleştiren ayetler söyler ve bunları niçin eserine barındırsın?” ( Mauell King, 17 Ocak 1915 yılında Theo Theoavnard kilisesinde verdiği konferanstan nakleden, Ömer Rıza Doğrul, s. 103) “ Hz Muhammed’in dünyaya ilan ettiği davet doğru ve gerçektir.” ( Joseph Dacr Carlyle – Thomas Carlyle ile aynı zat değildir – nakleden, Ömer Rıza Doğrul, s. 105) “ Kuran gerçekten bir mucizedir. Muhammed medeni bir insan olmakla beraber ümmi idi. Kuran gerçekten akılara hayret vericidir.” ( Mr. Marmaduc Bicthall, Londra’daki Müslümanlık ve çağdaşlık adlı konferanstan nakleden, Ömer Rıza Doğrul, s. 107 )”İnsanlığın kurtuluşu için Hz Muhammed’e vahyolunan Kuran, hikmetle dolu parlak bir eserdir. Hz Muhammed’in gerçek bir peygamber olduğuna şek ve şüphe yoktur.” ( Alexis Loison, nakleden, Ömer Rıza Doğrul, s. 108) “ Kuran’ın ayetleri zamanın ihtiyaçlarına göre Hz Muhammed’e vahyedilmişti.” ( Fransız müsteşrik Sedillot, nakleden, Ömer Rıza Doğrul, s. 110) “ Gerçi Muhammed ümmi idi, fakat dünyaya içinde her şeyi barındıran bir kutsal kitap tebliğ etti. Hz Muhammed, bu kitabın sonsuza kadar yaşayacak bir mucize olduğunu söylüyor ki, gerçek olan da budur.” ( Boswert Shimith, Hz Muhammed’in hayatı adlı eserimden nakleden, Ömer Rıza Doğrul, s. 122) “ Kuran, en yüksek ve en doğru fikirleri içerisinde barındırmaktadır.” ( Washington Irwing, Hz Muhammed’in hayatı, nakleden, Ömer Rıza Doğrul, s. 134)
C. Hz Muhammed’in Mekke döneminde samimi olduğu, Medine döneminde ise bu samimiyeti yitirdiği iddiası
Birbirine zıt yukarıdaki iki görüşün yanı sıra üçüncü bir görüş daha vardır. İlk dönemde samimi idi, zorluklara göğüs gerdi, zenginlerin fakirlere yardımına vesile oldu, davasını samimi şekilde savundu. Ama Medine’de başarı elde edince gözleri karardı, kişisel arzularının peşine düştü. Peş peşe vahiyler uydurdu. ( s. 146) Bu görüşü savunanlardan biri de ünlü Amerikalı yazar Washington Irving’tir. Yazar önce peygambere sahtecilik ithamına cevap veriri ve şöyle der:” Hayatının birinci evresi bu ithamı çürütür. O dönemde Muhammed ne isteyebilirdi ki? Mal mı? Oysa Hz Muhammed’in malı elinin altında idi. Şan, şeref mi? Oysa O, asil bir aileden geliyordu. Zekası, güvenilirliği saygı görüyordu. Öyleyse bunları kaybetmek pahasına neden çevresi ile anlaşmazlığa, sürtüşmeye girsin ki? Halbuki yeniden o serveti toplamak zordu. Allah yoluna insanları çağırma uğruna hem kendi hem arkadaşları mallarını kaybettiler. Samimi olmasa idi nende bu kadar zorluğa göğüs gersin?” ( W. Irving, Mohamet and his Successors, s. 195-196) Yazar Hz Muhammed’in doğruluğunu savunduğu, halde peygamberliğine inanamamaktadır. Ona göre peygamber olduğu inancının temel nedeni, bedeni hastalığı idi. Irwing’e göre Medine’de ise, şartlar değişir ve kendisinde dünyalık arzusu uyanır ve samimiyeti kaybolur. ( Irving, s. 197) Şaşılacak durum ise, sadece iki sayfa sonra yazarın dönüş yapıp Hz peygamberin başarı ve zaferinin kendisinde bir gurur ve şımarıklık meydana getirmediğini, çünkü kişisel heves ve çıkarlar peşinde olmadığını, aksine bir dini yaymak hedefinde olduğunu söylemesidir. Oryantalistler arası çelişki kadar bizzat yazar, kendi içlerinde de çelişirler. Çünkü önyargı ile yazamaya başlarlar ve amaçlarını önceden belirlemişlerdir. Delillerle hedefe ulaşmazlar; önceden karar verdikleri amaca uygun deliller ararlar; çelişkili, zayıf, uydurma olsa da fark etmez! M. Rodinson’da Mekke dönemini samimi bulur ama Medine dönemini sorgular ve şunu der: ” Acaba peygamber zaman zaman da olsa gerçeği azıcık ta olsa zorlama gereği duymuş mudur? Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz?” ( Rodinson, Mahomet, s. 104) Rodinson tüm bu iddialarına rağmen, Hz Muhammed’in samimi ve doğru olduğuna inanmaktadır: “Muhammed’in Medine’de aldatıcı olması gerekmez. Çünkü o, kendisine gelen fikir ve çözümlerin sadece ve sadece Allah’tan geldiğine inanmakta idi.” der. ( Rodinson, s. 254) Leona Caetani de İslam tarihi adlı eserinde bu görüşü savunur. Mekke’de samimi idi ama Medine’de kişisel arzularını tatmin için vahiy uydurduğunu iddia eder ve şöyle der: “ Biz yirminci asrın medeni Hıristiyanları, ulûhiyet hakkında o kadar yüksek bir fikre sahibiz ki, Muhammed’in bir takım ailevi kavgalarına son vermek için Allah’a müracaat etmesini okuduğumuz zaman şaşırıp kalırız. Fakat Araplar gibi adeta barbar kavimlerde ulûhiyet anlayışının ne kadar aşağı ve ne gibi adi işler gördüğünü düşünecek olursak Muhammed’in davranışı hakkında akli bir izah bulmak bizim için daha kolaydır.” ( Özetleyerek nakleden, İ. F. Ertuğrul, s. 385) Halbuki eski Araplar da Hıristiyanlar gibi puta taparlardı. Medeni Avrupalıların Afrika, asaya ve Amerika’yı sömürme tarihlerini herkes bilmektedir. Kendi aralarında bile iki dünya savaşı çıkarmışlardır. Tanrılarını insanlardan seçen, tanrı oğlu ilan eden bu inanç sisteminde baba figüründeki tanrı ise yorulan, acı duyan, kindar, uyuyan… vb. üstün (!) niteliklere sahiptir. Hayatla iç içe, ayetlerin çözüm odaklı indiğini anlayamayan ve peygambere veya ailesine hitap eden ayetlerin, tüm Müslümanları kapsadığını kavrayamayan bu oryantalist bir de İslam tarihi yazabilmiştir! Bu konuda, ‘İncil, İsa‘ adlı yazımıza ve ‘ Batı medeniyeti‘ adlı diğer yazımıza müracaat edilebilir.
Peygamberimiz cömertliğinin en büyük ve açık örnekleri asıl Medine’de vermiştir. Medine’ye geldiğinde peygamberlik görevi kat kat güçleşti. Bir taraftan evlerini, mallarını terk ederek Medine’ye gelen müminlerin hayatlarını güvence altına almak ve diğer taraftan Yahudilerin küstahça düşmanca davranışları ile uğraşması gerekti. Ayrıca Mekke müşrikleri ile defalarca savaşmak zorunda kaldı. Peygamberimizin amacı şahsi menfaat değil, şirki ve zumlu ortadan kaldırmak ve adaleti ortaya çıkarmaktı. Peygamberimiz en sade bir hayat yaşadıktan sonra, borçlu olarak vefat etmiştir. Mekke’yi fethedince genel af ilan etmiştir. (İsmail Fenni Ertuğrul, Hakikat nurları, s. 386)
“Bazılarının bizi inandırma çabası içinde olacağı gibi, Hazreti Muhammed bir tebliğci iken birdenbire elde kılıç, her rastladığını dinine kabule zorlayan bir mutaassıp durumuna gelmemiştir. Avrupalı yazarlar tarafından Hazreti Muhammed, hicretten itibaren yepyeni bir karaktere bürünmüş gösterilir. Peygamberin, bazı arkadaşlarını dini anlatmaları için görevlendirdiği ve bunlardan bazılarının bir hayli başarısız olmaları, zorlamaya başvurmadıklarının işaretidir.” (Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 58)
“Kuran’ın tedricen 23 senede nazil olmasının ve hüküm içeren ayetlerin Mekke de değil de Medine’de nazil olmasının arkasında yatan neden, hükümlerin altyapısını oluşturmak; tepeden inme hükümler getirmemek mantığıdır. Önce, toplum inanç bakımından sağlam temeller üzerine bina edilmiş, ardından da ahkam ayetleri gelmeye başlamıştır.” ( Doç Dr Hüseyin Çelik, Kuran Ahkamının Değişmesi, s. 169); İslam inanç sisteminde Mekke ‘la’ makamıdır. Medine ‘la’yı ‘İlla’ ile tamamlar. (İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni, s. 232); “Mekki sureler iman esasları, ahlak ve insanların şahsiyet sahibi yapmayı hedefleyen ayetlerden oluşur. Medeni sureler ise, yukarıdaki hususlarla beraber, aile ve toplum içindeki durum ve görevlerden bahseder.” (Prof İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 62)
Medine döneminde Allah anlayışında değişiklik meydana getirdiği iddiası
Müslümanların Medine’de savaşçı bir tutum içine girmeleri, tanrı anlayışlarında merhametli sıfatına, sertlik sıfatı eklenmiştir. ( Goldziher, Le Dogm et Le Loi de L’ıslam, s. 22) Kuran, her zaman Allah’tan adalet sahibi bir varlık olarak bahseder. Mekke döneminde de Medine döneminde de Kuran bize, Allah’ın iyiliksever, doğru, sabırlı insanları sevdiğini, zalim, kibirli, kafir insanları sevmediğini bildirir. Kuran doğru yoldan ayrıldığı için helak edilen kavimlerin kıssalarını Mekkî ( Mekke’de inen) surelerde sık sık anlatır. Saldırganlara karşı Medine’de farz kılınan cihadın, daha önceleri Mekke’de açık şekilde verilmiş olan ültimatomun ifasında başka bir şey olmadığı görülür. ( Yunus, 102; Hud, 121; İsra, 58) Burada nesh (Hükmün değişmesi) kavramını da iyi anlamak gerekir. Allah bir taraftan önceki kuralları nesh ederken yeni kurallarda da tedricilik –aşamalı – metodunu kullanır. Mesela içki toplumdan aşama aşama yasaklanmıştır. Neshe yaratıcının ihtiyacı yoktur, asıl biz insanların ihtiyacı vardır. Hükümlerin şartlara göre değişmesi genel bir kuraldır zaten. ( s. 153) Kuran haksız yere bir cana kıymanın tüm insanların canına kıymakla eş kabul eder. ( Maide, 32) Hz Muhammed’de cana kıymayı, Allah’a ortak koşmadan sonra en büyük günah kabul eder. ( Buhari, Eyman, 16; Nesai, Tahrim, 3) Medine dönemi farz kılınan cihad, dünyevi amaçlar için değil, haksızlığa karşılık vermek ( Hac, 39-40; Bakara, 190-191), hıyanet ve anlaşmayı bozanlara ceza ( Enfal, 55-58; Tevbe, 1-2, 4-5,7-8,10-14), güvenliği korumak ( Maide 33-34), fitne ve fesada engel olmak ( Bakara, 193; Enfal, 73 ) vb. için farz kılınmıştır. Cihad yerine getirilirken belli ölçüler ortaya konmuştur: Sivillere dokunulmaz, ateşle yakmak yasaktır, yağma, talan yasaktır, yıkım, tahrip yasaktır, organ kesmek yasaktır, esirin öldürülmesi yasaktır, anlaşmanın bozulması yasaktır, vb. ( Ayet ve hadisler için; s. 155-156) Bu konuda, ‘Savaş esnasında uyulması gereken kurallar‘ adlı yazımıza bakılabilir.
Yahudilere katı davrandığı iddiası
( Bu konu ‘Alman ve İngiliz oryantalistlerin Hz Muhammed tasavvuru‘ adlı yazımızda da ele alınmıştır.)
Hz Muhammed Medine’ye gelir gelmez Yahudilerle kapsamlı bir anlaşma yapar. Anlaşmada herkes eşit tutulmuştur. Dış düşmanlara karşı tek yumruk olmak zorunlu kılınmıştır. ( Madde 1-2) Daha önce Yahudiler kendi aralarında bölük pörçük idiler ve birbirlerine düşmandılar. ( Hamidullah, Le prophete, I/178) Bu anlaşma ile kendi aralarında da eşitlik sağlanmıştı. ( Madde, 26-33) Kendilerini İslam’a girmeye de mecbur bırakmadığını göz önüne alırsak ( madde 25) bu anlaşmanın temel şartı her tarafın düşmanca herhangi bir yola başvurmamaları, düşmanlara yardımcı olmamak şartı olduğu görülür. ( Madde, 16,37,37/B, 43,44) Fakat Yahudiler anlaşma şartlarına aykırı işler yapmaya başlarlar. Mesela Nadiroğulları, Kureyşlilere Müslümanlar ait gizli haberler ulaştırmış ve onları Hz peygamber ile savaşmaya teşvik etmiş, Müslümanların zayıf yerlerini onlara bildirmişlerdi. ( Fethül-Bari, VII/332) Bununla yetinmeyerek birkaç kere de peygamberimizi öldürmeye teşebbüs etmişlerdi. ( Ebu Davud, İmare, 22,23; İbni Hacer, F. Bari, VII/332; Taberi, Tarih, III/37; İbni Esir, ÜSdül Gabe, III/57) Peygamberimiz onlara aniden hücum etmek yerine haber göndermiş, anlaşma şartlarını çiğnediklerini, bu yüzden 10 gün içinde Medine’yi terk etmeleri gerektiğini bildirmiş aksi halde savaşmayı kabul ettikleri anlamına geleceğini söylemiştir. Buna karşılık onlar, işine geleni yap, dediler. ( Taberi, Tarih, III/38; İ. Hacer, VII/233; Belazuri, F. Büldan, s. 24; Mevdudi, cihad, s. 359) Hz Muhammed onları kuşatmak zorunda kalır. Kuşatma uzayınca zayıf kalırlar ve sonunda, kanlarının dökülmemesi, develerinin taşıyabileceği kadar mal götürerek Şam’a göç etmelerine izin verilmesini isterler. Bu izin kendilerine verilir. ( Taberi, Tarih, III/38; İ. Hacer, F. Bari, VII/232) Hz Peygamber istese onları öldürebilirdi. Fakat onlar gittikleri yerde de rahat durmadılar. Bütün Arapları Müslümanlara karşı kışkırttılar. İki sene sonra 24.000 savaşçı ile Medine’ye saldırmaya kalkıştılar. Görüldüğü gibi peygamberimiz son derece merhametli davranmış ve ileride kendisine zarar verir diye yılanın başını ezmemiştir. ( s. 157) Beni Kaynuka Yahudileri de bir Müslüman hanımın tesettürüne saldırmışlar, kadının vücudunun görülmesine neden olmuşlar, utanç ve öfkeden attığı çığlıkları duyan bir Müslüman işi yapan Yahudi’yi öldürünce diğer Yahudiler de o Müslüman’ı şehit ederler. Bu bir savaş nedeni idi. Yahudiler 15 gün kuşatılır. Kuşatma sırasında onlara Müslüman olmaları teklif edilir, red cevabı verirler. ( Buhari, sahih, 58/6) sonunda teslim olurlar. Medine’yi terk etmelerine izin verilir. Görüldüğü gibi burada da peygamberimiz onlara merhametli davranmıştır. ( s. 157)
Beni Kureyza ise, Hendek savaşı sırasında, anlaşmaya aykırı olarak müşrik ordusuyla beraber fiilen savaşa katılırlar. (İbni Esir, el-Kamil, I/13; İbni Hacer, F. Bari, VII/280) “Bir Yahudi Kabilesi olan Beni Kurayza’nın şehri içeriden vurmaya kesin bir alaka gösterilmiş olması, Hendek savaşı sırasında müşriklerin lideri olan Ebu Süfyan’ın tek zafer umuduydu.” ( Gai Eaton, İslam Ve İnsanlığın Kaderi, s. 234)
Peygamberimiz onlara elçiler gönderir, onlara öğüt verir. Fakar Kureyzaoğullar,‘Bizimle sizin aranızda anlaşma yoktur.’ Diye ilan ettiler ve Müslümanlar iki ateş arasında kaldılar. Öyle ki hz peygamber, Medine mahsullerinin üçte birini hücum edenler ile bir barış yapmak karşılığında vermeye hazırlanıyordu. ( İbni Esir, el-Kamil, II/68; İbni Hacer, F. Bari, VII/281) Bu açıklamadan sonra onlara iyilik ile davranmak intihar sayılırdı. Müslümanlar kuşatma biter bitmez Kureyzaoğullarını kuşatma altına alırlar. Yirmi günlük kuşatma sonunda yenileceklerini anlayınca bir elçi göndererek Sad b. Muaz’ın vereceği karara razı olarak teslim olacaklarını söylerler. ( Buhari, Cihad, 168, Menakibul Ensar, 12; Müslim, cihad, 29,64; Tirmizi, Siyer, 28; Darimi, siyer, 65 ) Sad b. Muaz kararını verir: Erkekler öldürülecek, kadın ve çocuklar esir alınacak, mallar paylaştırılacak. ( s. 158) Kureyzaoğulları en zor şartlarda anlaşmayı bozmuş düşman tarafına geçmişlerdi. Sürgün akıllıca bir iş olmazdı çünkü Nadiroğlullarının yaptıkları ortada idi. Bu cezayı peygamberimiz teklif etmemiş, kendilerinin teklif ettiği bir hakem tarafından önerilmişti. Ceza zaten kendi kutsal kitaplarına uygun ( Tesniye, 20/10-16) verilmişti. Sadece silah taşıyanlar öldürülmüş, kadın çocuklara dokunulmamıştır. ( Mevdudi, Cihad, s. 367) Oryantalistler tüm bunları bilmemezlikten gelmektedirler. ( s. 159) Bu konuda, ‘Alman ve ingiliz oryantalistler ve Hz Muhammed‘ adlı yazıya da bakılabilir.
Ekonomik üstünlük hırsına kapıldığı iddiası
Hz Peygamber dünya hayatına hiç önem vermezdi. ( Nevevi, Riyazussalihin, s. 236-280) Peygamberimiz Yahudileri malları için öldürseydi, Beni Kaynuka ve Nadir Yahudilerini neden öldürmedi? Yahudilere kin duysa idi, Kureyza’dan sonra Hayber Yahudilerini de aynı şekilde cezalandırması gerekmez miydi? Halbuki onlara verdiği ceza önceki üç kabileye verdiğinden çok daha az idi. ( Ebu Davud, İmare, 23,24; Mevdudi, Cihad, 371-372) Hayber kuşatması esnasında resulullah’ın yanına gelip Müslümanlığını ilan eden ve bir Yahudi’nin koyunlarını güden hizmetçiye resulullah, efendisine ihanet etmemesini ve hayvan sürüsünü alıp ona götürmesini ve sonra tekrar ordugaha dönmesini emretti. ( İbni Hişam, Sire, II/344) Peygamberimiz Yahudilere önyargılı değildi. Cabir b. Abdullah’ın borcunu af etmesini istediği Yahudi bunu reddedince, ona razı oluncaya kadar mal verir. Vefat ettiğinde zırhı bir Yahudide rehin idi. Hayberlilerin bir çeşmesinin başında öldürülen bir Müslüman’ın katili tespit edilemeyince diyetini bizzat kendisi öder. ( Buhari, cihad, 89;Tirmizi, Buyu, 7;Nesai, buyu, 58; Ahmed, Müsned, I/236; İbni Hişam, Sire, II/354) Halbuki öldürenin Yahudi olduğu kesin idi. İsteseydi onlara şu veya bu gerekçeyle diyet ödemeye mecbur ederdi. (s. 161)
Anlaşmalarına bağlılık göstermemeye başladığı iddiası
Kuran’da defalarca verilen sözün tutulmasının önemi açıkça ifade edilir, yapılan anlaşmalara bağlı kalınması istenir. (Ali İmran, 76; Maide, 1; Enam, 152; Nahl, 91; İsra, 34; Rad, 20…) Peygamberimizde sözden dönmeyi münafıklık alameti saymıştır. ( Buhari, cizye, 22;Müslim, cihad, 8; Ebu Davud, cihad, 150) Bir borcunu ödemek için alacaklıyla sözleştiği yere üç gün boyunca gidip beklemiştir. ( Ebu Davud, edep, 90; İbni Sad, Tabakat, VIII/59) Oryantalistler Hz Muhammed’in Mekke’li müşriklerle yaptığı anlaşmalarına sadık kalmadıklarını iddia ederler. Halbuki Hudeybiye anlaşmasını bozan bizzat müşriklerdi. Oysa, şartlarını bizzat kendileri tercih edip yazdırmışlardı. ( Buhari, sulh, 6; Müslim, cihad, 90; Ebu Davud, cihad, 156) Hatta anlaşma mürekkebi kurumadan müşrikler safından biri Müslüman olarak geldi, Hz peygamber anlaşma gereği onu saflarına kabul etmeyerek geri iade etti. Müslüman olarak gizlice bile gelenleri Medine’ye kabul etmemiştir. Bütün bunlara rağmen anlaşmayı bozan yine müşrikler olmuştur. Ayrıca, ‘Tevbe 5. ayet‘ adlı uzantıya bakılabilir. Ayet anlaşmaya uyan müşrikler ile anlaşmanın sonuna kadar bağlı kalınmasını istiyor. Anlaşmayı bozanlara ise 4 ay mühlet veriliyor. Asıl ihanet edenler, yaptıklarına rağmen, kendilerine dört ay boyunca tam bir hürriyet içinde yeryüzünde dolaşma izni verilen müşriklerdir. ( s. 163)
Cinsel arzularına aşırı düşkünlük göstermeye başladığı iddiası
Hz Peygamberin – hâşâ- şehvetine düşkün olduğu, bunun için zaman zaman ayet uydurduğu iddia edilir oryantalistlerce. Ahzab suresi 50. Ayeti ve Zeynep binti Cahş ile evliliklerini buna delil getirirler. 25 sene müddetle, hayatını sadece bir tek kadınla dürüst bir şekilde sürdürmüştür peygamberimiz. Güya buna da Hz Hatice’nin toplumdaki ağır yeri ve malıyla Hz peygamber üzerinde hakimiyet kurmuş, bu da onu evde söz sahibi yapmıştır. Halbuki Hz Ebu Bekir’de bütün malını Allah yolunda harcamıştır. Ama bu kızı Hz Aişe’den sonra başka kadınla evlenmesine engel olmamıştır. Hz Aişe’de Hz Hatice annemizin aksine genci, bakire ve güzeldi. Ayrıca ölümünden sonra bile peygamberimizi Hz Hatice’nin hatırasına büyük ve samimi bir bağlılık göstermiş, Hz Aişe dahil bütün hanımlarından üstün onu görmüştür. (s. 165) Peygamberimiz günde günde beş vakit namaz kıldırır, Kuran öğretir, zekatları dağıtır, anlaşmazlıkları çözer, yabancı heyetleri kabul eder, kral valilerle mektuplaşır, seferlere çıkıp komutanlık yapar, kanun koyardı… Bunların haricinde geceyi de ibadetle geçirir, gündüz oruç tutardı. Gece namazlarında bazen ayakları şişecek kadar ayakta durur- kıyam- bazen de öldü sanılacak kadar secdeye kapanırdı. (Buhari, teheccüt, 6; Bayhaki, el-envaul-Muhammediyye, s.522) Peki Peygamberimiz neden çok Hanım’la evlenmiştir? – Öncelikle bu konuyu ‘ Efendimiz neden çok hanımla evlenmiştir‘ adlı yazımızda derinlemesine ele aldığımızı belirtelim, detaylar o yazımızda –
Bunun çeşitli nedenleri vardır. Bazı fedakar Müslüman hanımları mükafatlandırmak, Müslüman ileri gelen şahsiyetlerle Bağlarını kuvvetlendirmek, güçlü Arap kabileleri ile arada bağ kurmak gibi. Hz Sevde’nin Beş çocuğu vardı. (S. 167) Kadınlarla tokalaşmayan peygamberimiz, şehvet düşkünü olsa kadınlara neden örtünmeyi mecbur kılsın? “Peygamberimiz Akşamları bütün hanımlarını dolaşırdı.” şeklindeki bir rivayette farklı yorumlanmaktadır. Bu cinsel ilişki olarak anlaşılmamalıdır. Peygamberimiz Hal hatırını sormak, ihtiyaçlarını karşılamak için dolaşması muhtemeldir. ( s.168) Ayet inip Müslümanların evli bulundukları kadın sayısının dört ile sınırlayınca, peygamberimiz o tarihten sonra başka bir hanımla evlenmemiştir. ( s. 169) Kuran’ı kendi yazsa böyle bir kanun koymaya asla tevessül etmezdi. Kendisine hiç erkek evlat bırakmayan hanımlarını bırakıp onlar yerine genç bakire hanımlar alabilirdi peygamberimiz. İşin ilginç yönü hiçbir müşrik Peygamberimizi bu noktadan yadırgamamışlardır. ( s. 171) Hazreti Zeyneb’in Zeyd ile evliliği mecbur eden bizzat peygamberimizdir. Ama Zeynep eşini devamlı küçümserdi. Peygamberimiz bu evlilikle başını ağrıtacağına, şehvetine düşkün biri olsa – haşa- eski kölesinin hanımıyla gizli gizli buluşamaz mıydı? Ne de olsa buna ‘tahrif edilen, bozulan’ Tevrat’tan da örnekler vardı. Hazreti Davut gibi, beğendiği kadının kocasını savaşa gönderemez miydi? Hz Davut bunu Komutanlığı’na yapmıştı da Hz Muhammed eski kölesine neden yapamasın ki? (s. 176) Hz Aişe şöyle demiştir, :”Resulullah vahiyden bir şey gizlemiş olsaydı, bunu gizlerdi. ( Buhari, Tevhid, 22; Müslim, İman, 288; Ahmet, Müsned, 6-241)
Hz İbrahim ile Kabe’nin inşası arasında bağ kurmaya başladığı iddiası
Oryantalistler Hz Peygamberin Medine’de Yahudilerle temasa geçmesiyle, onun Hz İbrahim tarihine, nesebi bağlarına aşina olmasını sağlamıştır demektedirler. Caetani ve Nöldeke’nin de kabul ettiği sure sıralamasına göre Mekki olan 18 surenin değişik ayetlerinde Hz İbrahim’den, yine tamamı Mekki olan 5 surede Hz İsmail’den bahsedilir. Hac suresi 78. ayette Hz İbrahim gerek peygamberin gerekse Arapların babası olarak geçer. Dolayısı ile Hz İsmail de onların dedesi olmuş olur. Bakara, Ali İmran surelerinde de Hz İbrahim de bahsedilir. Günde beş vakit okunan salavatda da, Hz İbrahim anılır. ( s. 178)
Hazreti Peygamberin, Hz İbrahim’in Kabe’yi inşa edişini uydurduğu iddia edilir. Halbuki tüm Araplar, nesiller boyu buna inanmakta idiler. Ayrıca Müşrikler meleklerin heykellerini yaptığı gibi İbrahim ve İsmail’in de heykellerini yapmışlardı Ayrıca böyle bir hikâyeyi Peygamberimiz uydurmuş olsaydı gerek müşriklere gerekse Yahudiler susmazlardı. Peygamberimiz Kâbe’yi inşa konusunu uyduracak olsaydı, Arap asıllı Hud veya Salih peygamberlere bunu isnad ederdi. Amaç Mekke müşriklerinin gönlünü almak olsaydı Arapçılık damarlarını okşamak daha uygun olmaz mıydı? (s.180) Oryantalist Blachere, “Hz İsmail’in babası olması açısından Hazreti İbrahim’i Arapların babası olması da kesinlik kazandı.” ifadesini eserine almıştır. ( Le Coran, s. 46)
Yahudilerden ümidini kestiği için kıbleyi değiştirdiği iddiası
Kıblenin Kabe’ye çevrildiğini ilişkin ayet indiği zaman Yahudiler, kıblelerine yeniden dönmesini, bunun karşılığında onun dinine gireceklerini Peygamberimize teklif ederler. Peygamberimiz bu öneriyi reddeder. ( İbni Hişam, Siyer, II/550) Yahudilerin Müslümanlığı kabul etmesinden ümidi kestiği için kıbleyi değiştirdi iddiası tamamen geçersizdir. Üstelik Kıble değişimi esnasında, Kabe’ye Doğru namaz kılmaya başladığında Müslümanlar, Mekke müşriklerinin yakında iman edeceklerini gösterecek bir belirti bulunmuyordu. ( s. 182) Ayrıca Peygamberimiz daima Yahudi ve Hıristiyanlara muhalif olmuştur. Onlara Şirin görünmek için, mesela, namaza Yahudiler gibi boru ile çağırın teklifini reddetmiştir. ( s. 183) Ayrıca amaç kalpleri çelme olsa idi, içinde yaşadığı Arapların birleştirici gücü olan Kabe’yi kullanırdı. Hem Mekke’de kaç Yahudi vardı ki?! Biz söyleyelim, ‘Mekke’de Yahudi cemaati yoktu’ ( TDV İslam Ansiklopedisi, cilt: 43; sayfa: 221) “Hz Peygamberin kıble seçmesi, Medine’de değil uzun yıllar önce Mekke’de olmuştur. Yahudilerle olan kötü ilişkilerin kıble meselesini etkilemesi iddiası mantık dışıdır. Çünkü Yahudiler reddedilirse bile Kudüs yine de kıble olarak kalabilirdi. Nasıl Tevrat’ta adı geçen peygamberler zinciri ile olan bağlantı kesilmediği halde, bu zincirin hakiki temsilcilerinin Yahudiler olduğu reddedilmişse, aynı bakış açısı, kıbleye konusunda da sürdürülebilirdi.” ( Fazlur Rahman, Kuran, s. 270, 271) Bu konuda ayrıca ‘ Oryantalistlerin Kuran, İslam ile ilgili eleştirilerine cevaplar‘ adlı yazıya bakılabilir.
Bir putperestlik kültürü olan hacer-i esvedi ibka ettiği iddiası
Brockelmann, Hacerül Esved’in eski bir put olduğunu iddia eder. (s. 183) Halbuki peygamberimiz en başından beri Şirk ve putlara tavizsiz davranmıştır. Zaten oryantalistler bir kaynak göstermez, “ belki ve muhtemelen” ifadesini kullanırlar. Hacerül Esved’in işlevi Hz. İbrahim zamanından beri aynıdır; tavafın başlangıç noktasını belirlemek! Peygamberimiz de “güçsüzlere sıkıntı verecekse, tekbir getir ve Hacerül Esved ellemeden tavafa başla” anlamında hadisi vardır.( Ahmet, Müsned, I/28) Hacer ül Esved selamlama da şöyle olur: Allah’ın bunu sana İman ederek, kitabını tasdik, sana verdiğim söze tabii olarak, peygamberin sünnetine uyarak yapıyorum: Her sözde Allah vugusu vardır. Ayrıca Kâbe’deki 360 put kırılırken, Hacer ül Esved put olsaydı kırılmaz mıydı? Hz Ömer’in Hacer ül Esved öperken ‘senin bir taş olduğunu biliyorum.’ ( Buhari, Hac, 50) sözü de Hacer ül Esvedin dindeki yerini göstermesi açısından önemlidir. İslam putlara karşı olan, sirki reddeden bir dindir.( Kafirun, 1-6; Yunus, 104; Nisa 171;Tevbe 30) Bu konu ‘İlhan Arsel’e cevaplar‘ adlı yazımızda da ele alınmıştır.
Öğle namazını ve aşure orucunu Yahudilerden öğrendiği iddiası
Brockelmann bu iddiayı ortaya atar. Frants Buhl ise 5 vakit namaz, Hz Muhammed’in vefatından sonra ortaya çıkmıştır, der. (s. 186) Oryantalistler Beş vakit namazın Mekke döneminde İsra ve Miraç Gecesi farz kılındığını nasıl bilmezler? ( İbni Hişam, Sire,I/407; Buhari, II/328) Ayrıca oryantalistler iddialarına kaynakta göstermemektedirler! Mekke’de inen namazla ilgili birçok ayet ve Peygamberimizin hadis zaten iddialarına yalanlamamaktadır. (s. 187)
Kuran’ın Üslup ve içeriğinde değişiklik meydana getirdiği iddiası
Bu iddiadan amaç, Kuran’ın insan kaynaklı olduğunu kanıtlamaktır. Alman ekolü peygamberin karşılaştığı insanlar ve ortamdan etkilenerek Kuran’ı yazdığını iddia ederler. (s. 190) Mekke’de ahiret ağırlıklı, Medine’de dünyevi ağırlıklı bir Kuran olduğunu, tüm bu değişikliğin nedeninin peygamber olduğunu ileri sürerler. Halbuki Kuran hayatla iç içe, karşılaşılan sorunlara çözüm getiren, dünya ve ahret dengesini ana mihenk taşı sayan ilahi bir kitaptır. Mekke’de iman yerleştirilmiş, Medine’de devlet kurulmuştur. Bu bir aşama meselesidir. İmansız devlet devletsiz imandan bahsedilemez. Maxime Rodinson Müşrik Arapların düz yazı ile değil şiir ile ün sağladıklarını belirtir. Hz Muhammed’in belagat ve fesahat de son derece ileri olan Araplara hiç bilmedikleri yeni bir edebi üslup ile meydan okuduğunu söyler. (s. 197)
Oryantalistlerin iddia ve cevapları:
Birincisi: Oryantalistlere göre Mekki surelerin kısa olmalarının nedeni Peygamber Mekke’de tecrübesizken kitabını yazmaya çalışırken tereddüt ve kararsızlık göstermesidir. Medine’de ise Kendine güveni artar. Kuran’ın üslubunun özelliklerinden birisi de cahil bir halk veya bilgin insanların, herkesin aynı şekilde ondan etkilenmesidir. İkincisi: Müsteşriklerin hepsi, başlangıçta diğer Arap tanrılarına ses çıkarmadığını zamanla şartların gerçekleşmesinden sonra Tevhid ve genele yönelik ayetlerin ortaya çıktığını iddia ederler. Bu nedenle de Mekki sureler de Allah’ın bir olduğu, Tevhid ve şirke karşı çıkmak yoktur, derler. ( s. 203) İddiaların tam aksine İslam daveti başlangıcından itibaren Tevhid eksenlidir. Tüm oryantalistlerce de kabul edilen ve ilk inen ayetlerden olan Alak Suresi şu şekilde başlar: “Yaratan Rabb’inin adıyla Oku, Rabbin en büyük Kerem sahibidir.” Blachere ve Nöldeke’ye görede iniş sırasında ikinci sürede yer alan Müddessir suresinin 3. ayetinde, Sadece Rabbini büyük olarak tanı.” ifadesi yer alır. Aynı surenin 5. ayetinde terk edilmesi istenen şey, ricz yani ‘puta tapma’ da vardır. Blachere’e göre 3, Nöldeke’ye göre 4. sırada olan Kureyş suresinde ise açıkça ‘Kabe’nin rabbine ibadet’ etmeleri Müslümanlardan istenir. İlk sıralarda inen Tarık suresinde, Leyl Suresinde, Fatiha Suresinde hep Tevhid anlatılır: “Sadece sana kulluk eder sadece senden yardım dileriz.” Mekke’de inen Müzzemmil suresinde de “O, doğunun da batının da rabbidir, ondan başka ilah yoktur. Öyleyse yalnız onun himayesine sığın.” denir. (s. 204) Nöldeke’ye göre 3. sırada olan Lehep suresinde, Ebu Lehep ve karısının cehennemlik olduğunu belirtilir. Acaba Öz amcası olan Ebu Leheb ve karısı durup dururken mi Hz Peygamber eziyeti etmişlerdir? On birinci surede Müşrikler ‘Muhammed’in Rabbi kendisini terk etti.’ dedikleri belirtilir. Bu ayet arada bir mücadele olduğunu göstermez mi? Oryantalistler önce minareyi çalıp sonra kılıfını uydurmaya çalışıyorlar, peşin hükümlü olarak ortaya attıkları fikirlere kendilerine göre deliller arıyorlar. Surelerin sıralanışında bile kendi aralarında bir ittifak söz konusu değildir, çünkü kendi hedef ve ulaşmak istedikleri yere göre keyfi olarak ayet ve sureleri sıralamaktadırlar. Allah, elçisine zamana, zemine ve şartlara göre en güzel plan ve stratejileri önüne koymuş peygamberde bunlara harfiyen uymuş ve uygulamıştır (s. 205) Üçüncüsü: İlk döneminde inen ayetlerin karşı tarafın hissiyatına hitap eden, onları bu şekilde etkilemeye çalışan sözlerden ibaret olduğunu söyleyen oryantalistler, bu sözleriyle Kuran’ın bulunduğu ortamdan etkilendiği iddiasında bulunmaktadırlar. Mekki surelerden Allah’ın varlığı birliği’nden, gücünden bahsedilir, yarattıkları üzerinde düşünmeye davet edilir, Müşriklerle Putlar ve bozuk inançları üzerine tartışılır. İlk muhataplarının çoğu Peygamberimizin azılı düşmanları idiler, etkileme olsaydı onlardan etkilenme olurdu, halbuki Mekki sureler bu iddianın zıttını ortaya koymaktadır. Mekki surelerde Kıyametten bahsedildiği gibi Medeni surelerde de kıyametten bahsedilir. Müşrikleri bekleyen kötü akibetten örnekler verilir. ( s. 206) Dördüncüsü: Mekke’de inen ilk sureleri kahinlerin sözlerine benzediği iddia edilir. Halbuki bütün kahinler bedevi idi, çocuklarından itibaren bu işle uğraşırdı. Hz Peygamber hiçbir zaman gaipten haber verme iddiasında bulunmamıştır, hatta gaybı bilmediğini ısrarla belirtmiştir. (Enam, 50; Araf, 188; Yunus, 20; Hud, 31; Neml, 65) Peygamberimiz kahinleri özenmek değil, aksine onları şiddetle eleştirmiştir. ( Müslim, Kasame, 36-38; Ebu Davud, Diyat, 19; Tirmizi, Diyat, 15) Kahinlik çocukluktan başlayan bir meslek olmasına karşılık, Peygamberimiz 40 yaşından sonra peygamberliğe başlamıştır. ( s. 208) Beşinci: İlk Mekki surelerde birçok maddi varlıklara yeminler vardır. Medeni sürelerde ise bu ortadan kalkmıştır. Bunun sebebi Mekke’nin sosyal ortamı maddi şeylerden, Medine’nin sosyal ortamı ise daha kültürel şeylerden etkilenirdi, iddiasıdırlar. Öncelikle Mekke halkı daha ince ve ileri bir seviyeye sahip idi. Mekke diğer bütün Arap kabilelerinin Merkezi idi, Mekke’de hitap sanatı, kültür, şiir yaygındı. Mekke’deki maddi şeylere yeminler, o üzerinde yemin yapılan şeylerdeki ilahi sanata dikkat çeker, arkasındaki Allah’ın ilim, hikmet ve kudretini görmeye insanları sevk-davet ederdi. ( s. 208) Medine döneminde ise artık vahdaniyet fikri yayılmış, Kuran’ın da içeriği buna göre, doğal olarak değişmiştir. Altıncısı: Kuran’ın kaynağının İncirler olduğu iddia edilir. Fransız Doktor Maurice Bucaille, Kuran’da her defasında Hz İsa için ‘Meryem’in oğlu’ ifadesinin kullanıldığını belirtir ve bu konuda İncil’den ayrılır,der. İncil’e göre ise İsa’ya Baba üzerinden soy kütüğe izafi edilir ve Tanrı babanın oğlu olarak kabul edilir. En temelde burada birbirlerinden ayrılırlar. Ayrıca ilk başlarda Mekke’deki ayetlerde’ Ey iman edenler’ ibaresi varken daha sonra yerine ‘Ey insanlar’ sözü kullanılmaya başlandı, bu da Muhammet hedefini zamanla büyüttü, yorumunu yaparlar. Halbuki ‘Ey iman edenler’ ifadesi Medeni sureler de bile geçer, yine aynı şekilde Medeni sureler de ‘Ey insanlar’ ibaresi de geçmektedir. Mekki sureler de cihanşumul, evrensel davet örnekler vardır. Mesela Tekvir suresinde, ” Kur’an alemler için bir öğüttür, alemlerin rabbi Allah’tır.” ( Tekvir, 27-29) ayeti buna örnek verilebilir. ( s. 210) Yedincisi: Mekki surelerin üslubu şiddet ve sertlik tehdit doludur, Medeni surelerde ise bu durum değişecek, yumuşaklık, merhametlilik özellikleri kazanacaktır. Bu da Medine ortamını bir yansımasıdır iddiası ileri sürülür. Halbuki bazı Medeni sureler de de aynı özellikleri vardır; münafıklar ve Yahudiler azarlanmaktadır. Kuran baştan sona mağfiret ve tehdit; kabul ve red gibi unsurlarla doludur. İlk ayetlerde de ayrıca yer yer yumuşaklık, müsamaha, hoşgörü örnekleri vardır: Fussilet, 33; Şura, 36, 43; Hicr, 87; Zümer, 53… gibi. Mekki ve Medeni surelerin üslup farklılıkları bir gerçektir. Mekke’de hitap edilen kesim Peygamberimizin davetini reddeden putperestlerdir. Müslümanlara işkence ve zulüm yapmışlardır.Medine’deki insanlar ise Peygamberimizi bağrına basan, kılıç ve kalemleri ile müdafaa eden bir topluluktur. Hitap her toplumun, her olayın, her ortamın yapısına uygun olmalıdır. ( s. 213) Sekizincisi: Hz Muhammed ilk Mekke’de, alışma dönemini geçirmiştir; surelerde tereddüt, tedirginlik ve ümitsizlik vardır, iddiasındadırlar. Herhangi bir ilk inen ayetleri iyi okuduğumuzda, onda zerre kadar bir endişe, tereddüt, tedirginlik asla göremeyiz. Hepside ele aldıkları konuları, kendisinden son derece emin, hatta üst üste Tekid ve yeminler ederek, basa basa dile getirilirler. ( s. 214) Dokuzuncusu: Mekke’deki sureler kısadır, çünkü halkı kabadır. Medine’deki sureler uzundur, çünkü halkı kültürlüdür. Bu nedenle Medine’de ayetler uzunlaşmıştır.Bir kere Mekki surelerin hepsi kısa olmadığı gibi, Enam, Araf, Yunus, Hud, Yusuf, İbrahim …gibi. Medeni surelerin hepsi de uzun değildir, Nasr, Zilzal, Beyyine, Rahman gibi… Ayrıca iddia edilenin aksine Kureyş’in ortamı, Araplara göre, zeka, anlayış, edebi zevk ve belagatta ileriydi. Buda göstermektedir ki, kısa sureler ileri olan medeniyetlere iner, uzun anlatım ise daha az zekaya hitap türüdür. ( s. 215) Onuncusu: Hz Muhammed’in Mekke’de Yahudi ve Hıristiyanlara dokunmadığı, Medine’de dinini ancak ayrı bir din olarak ilan ettiği, iddiası. Mekki birçok surede de ehli kitaba karşı cephe alındığını görebiliriz. Mesela Nahl, 63. Bu konuda özetle şunu söyleyebiliriz, Kuran, ihlaslı alimlerle, kendilerini Yahudi ve Hıristiyan kabul eden ama nefislerine uyan kimseler arasında açık bir ayrım yapar. ( Draz, Initiation au Coran, s.141) On birincisi: Mekke surelerde teşri ve ahkam bulunmamaktadır. Medine’de ise ibadet ve muamelat detayları ile bulunmaktadır. Kuran ile yeni bir toplum, eski toplumdan farklı, siyasetiyle, iktisadı ile, kuralları ile ortaya çıkarılmıştır. Uluslararası Hukuk, savaş, barış, askeri konularda yeni düzenlemeler getirmiştir. Bir Devlet olmadan önce söz konusu düzenlemelerin yapılması mümkün değildir. Bu nedenle Medeni surelerin içeriği şer’i meselelerin düzenlenmesiyle dolu bulunmaktadır. Çünkü bu dönemde yeni bir sistem kurulmakta, o ortama göre de ayeti gönderilmektedir. Ayrıca Mekki surelerde de ibadet ve muamelat ile ilgili sureler ve ayetler bulunmaktadır. İman ve ahlak diğer hukuki ve toplumsal yasalardan önce gelir, onların temelini teşkil eder. Bu Temeller iyice oturmadan diğer hukuki konulara girilmesi, hem zamansız, hem de etkisiz olur. Yine Kuran Medine’de Yahudilerden etkilemiş olsaydı Kuran’ın içeriğinde bulunan bu gerçekleri daha önce, söz konusu Yahudiler dile getirir Peygamberliği de kimseye kaptırmazlardı ( s. 218) On ikincisi: Mukattaa harfleri. Bu harflerin kullanılışı Medine’de ortadan kaybolmuştur. Çünkü peygamber rahat bir ortamda, teklif etmeye başlamıştır ayetlerini. Yirmi yedi Mekki, iki tane Medeni hurufu mukattaa bulunan sure vardır. Bunlar Araplara bir meydan okumadır. Nöldeke bu harflerin Kuran’a sonradan eklendiğini ileri sürer ama daha sonra bu görüşünden vazgeçer. Zaten Blachere, Loth ve Power bu iddiasından dolayı kendisini eleştirmişlerdir. Nöldeke daha sonra bu harflerin levhi mahfuzu hatırlattığı görüşünü ileri sürer. (s. 221) Ayrıca bu harfler ilk inen surelerden daha çok, daha sonra inen surelerin başında yer alır. Rodinson, hiç bir oryantalistin iddia etmediği bir görüş ileri sürer: İlk zamanlarda Muhammed kekeme idi! (s. 222) On üçüncüsü: Kuran Allah tarafından gönderilseydi peygamberin özel hayatı ile ilgili meseleler onda bulunmazdı. Allah’tan gelseydi Özel meselelerle ilgilenmezdi iddiası. Peygamberimiz Müslümanların rehberi ve önderidir. Peygambere her hitap, diğer bütün İslam ümmetine de bir hitap olarak kabul edilir. Peygamberimizin hanımlarına bir şey emredildiğinde, aynı talimat diğer Müslüman hanımlara da verilmiş olur. Hazreti peygamberin ailevi meseleler ile ilgili ayetlerin amacı aynı zamanda ümmeti içinde yasalar ortaya koymaktır. Mesela ifk olayı ile ilgili inen ayet, müfterilere uygulanacak cezayı da ortaya koyar, sahiplerinden izinsiz başkalarının evine girilmemesi ile ilgili kuralda yine sadece Peygamberimize özel değil tüm Müslümanları genel olarak ilgilendiren kurallardır. ( s. 222) Peygamberimiz daima kendisini bir kul olarak insanlara kul olarak kabul ettirmiş, şahsını yüceltici şeylerin kendisine yapılmasını istememiştir. ( Ebu Davud, edeb, 165; İbni Kesir, şemail, s.77; Buhari, Betül halk, 61; Ahmet, müsnet,II/ 231) On dördüncüsü: Carra de Vaux, ‘Kuran, bir bedevilik görüntüsü yansıtan, kapalı ve zayıf bir metindir. Kuran çölde çürümüş ve rengi solmuş bir müsveddeyi andırır.’ der. Araplar Kuran’ı gerek şekil gerekse içerik bakımından güzelce anlamışlardır. Kuran sadece Araplara inmemiştir. Yalan söylemek, içki, hırsızlık, zina sadece Araplara özel kötü alışkanlıklar değildir. Adalet, iyilik, ahlak, temizlik vb. sadece Araplara lazım değildir. Kuran, Tevhid, siyaset, toplum ve iktisadi emir ve yasaklarla, her alanda insanları doğruya, adalete, Hakka davet eder. (s. 225) Bu konu ayrıca ‘ Kuran’da çelişki yoktur‘ ve ‘Oryantalistlerin Hz peygamber ile ilgili iddialarına cevaplar ‘adlı yazılarda da ele alınmıştır.
II. Bölüm
Kuran’ın kaynağı ile ilgili iddialar: Oryantalistler Kuran’ın kaynağı konusunda da birlik sağlayamamışlardır. Kimisi Mekke’de rahiplerden, haniflerden, şairlerden öğrenildiğini; Kimisi Medine’de Yahudilerden, Hıristiyanlardan alındığını; Kimisi ise içten gelen samimi duyguların sonucu ortaya çıktığını, kimisi hastalık eseri ortaya çıktığını iddia ederler. Yani kısaca birbiriyle tezat olan, zıt, önyargı ifadelerini, bilimsel görüş gibi ileri sürerler.
Bu konular ‘ Oryantalist Leone Caetani’nin İslam Tarihi’ne reddiye‘ ve ‘Kuran’ın kaynağı nedir? ‘ adlı yazılarda ele alınmıştır!
A. Dış kaynaklar
Mekke dönemindeki kaynaklar
Ernest Renan, putperest Mekke müşriklerini, tek bir varlık olarak düşünen bir kavim olarak tanıtır ama Allah’ın saygınlığını gideren diğer vasıflara hiç temas etmez. (s. 229) Ona göre Muhammed zamanındaki dini hareketi geride bırakmış, değil aksine onun peşine gitmiş birisi olarak tanıtır ( Revue de Veux Mondes, Aralık 1851, s. 1089) Halbuki Mekke müşrikleri tek tanrı inancını tamamen ortadan kaldırmış ve sayısız küçük ilahlara tapıyorlardı. Allah’ın kızları olduğuna inandıkları melekler inancı kendilerinde vardı, putlara tapıyorlardı. Ehli kitap ise tek tanrı inancını tapılan ilahlarla bir arada uzlaştırmayı becermişlerdi. Toplumsal ve ahlaki durumları acınacak halde idi, kızlar diri diri gömülüyor,yetimler hakir görülüyor, ibadet diye yaptıkları da hatalar ve hurafelerle karmakarışık bir durumda idi. ( s. 231)
Mekke’de oturan Yahudi ve Hıristiyanlardan aldığı iddiası
Müsteşrikler, İslam öncesi Mekke’deki dini durum üzerine detaylı bir biçimde durmuşlardır. Bunların gayesi kendilerince Kuran’ın kaynaklarını bulmaktır. Ama aralarında bu teorilerinde de büyük görüş ayrılıkları vardır. Biri İslam’ın kaynağını Hıristiyanlık olarak gösterirken diğerini Yahudilik olarak göstermiştir. ( s. 232) Torrey hiçbir kaynak göstermeden Mekke’de büyük bir Yahudi toplumunun bulunduğunu ileri sürer iddiasını delillendirmek için. Nahl, 103 ayette, ‘Kuran’ı ona ancak bir insan öğretiyor, dediklerini biliyoruz. Kendisine Nispet ettikleri şahsın dili yabancıdır, haldeki bu Kuran apaçık bir Arapçadır.’ mealindeki ayet ile Kuran’ın Rum bir köleden öğrenildiği iddiası reddedilir. Müşriklerin iddialarındaki samimiyetsizlik de, her seferinde başka bir kişiyi ileri sürmelerinden görülmektedir. başka bir seferinde Mekkeli müşrikler ‘Bu Kuran olsa olsa Muhammed’in uydurduğu bir yalandır, başka bir zümrede bu konuda kendisine yardım etmiştir.’ (Furkan, 4) ayeti ile iddialarındaki tutarsızlığı ortaya koymaktadır. Müsteşriklerde tıpkı Mekkeli müşrikler gibi birbiri ile tutarsız çeşitli iddialarda bulunurlar. İncil’in cahil kimselerce meyhanede duyulmuş olduğuna iddia bile ederler. ( Huart, Une nouvelle Source du Coran, s 131) Halbuki Peygamberimizin ne ahlakı, ne meşguliyeti, onun bu çevrelerde olmasını mümkün kılmaktadır. Ayrıca bu kişilerin kendi dinlerini tam bilememeleri kadar yabancı oldukları Arap dilinin de kendileri için bir engel olması gerçeği ortadadır. ( s. 234) Ayrıca Kuran’ın bu ithamlara cevapları doğru olmasaydı, kafirler susmaz, onu çürütmeye çalışırlardı. Bu durum ve cevapları ve onlara cevaplar da,hem Kuran’da hem de İslami kaynaklarda yer alırdı. Ama samimi olmayan ithamlarını müşrikler ortaya atmışlar, cevaplarını alınca da susmuşlardır. Peygamberimiz, ilk dönemlerde hiç kimseyi ne korkutacak, ne de ümitle indirecek, hiç bir maddi güce sahip değildi. Yahudi ve Hıristiyanlar, peygamberimize bu dini bilgileri öğretseler, daha sonra kendi dinlerinin yanlış olduğunu ortaya atan Muhammed’i etrafa rezil etmezler miydi? ( s. 235) Eğer böyle bir itham gerçek olsaydı, Habeş Kralı Necaşi’yi kışkırtmak için giden Kureyş elçileri bu ithamı tekrar ederlerdi veya Rum kralı Herakl kendilerine Soru sorduğunda Ebu Süfyan ve beraberindekiler bu ithamı dile getirirlerdi. Çünkü bu onlar için altın birer fırsattı. Eğer bu ithamlarda bulunanlar, iddialarında samimi olsalardı, daha sonra neden Hazreti Muhammed’e iman etsinler ve onunla beraber kendi dindaşların karşı savaşsınlar? ( s. 236)
Rahip Bahira’dan alındığı iddiası
Müsteşrikler Kuran’ın bizzat Bahira tarafından yazıldığını ileri sürerler. ( Cerra de Vaux, Kuran’ın müellifi Bahira )Tabii burada sormak gerekir; Bir Hıristiyan papazına ait olduğu iddia edilen Kuran, nasıl olur da Hıristiyanlık dininden vazgeçilmesini isteyebilir? Bu nasıl çelişkili bir iddiadır? Şu da çok önemlidir; İslam tarihçileri olmasaydı söz konusu rahibin tarihte izine asla rastlanamazdı! Peygamberimiz 9 (Muhammed Hamidullah İslam Peygamberi 1/54) veya 12 yaşında iken, amcası ile yaptığı ticari sefer sırasında Bahira ile karşılaşmış, aralarında bazı konuşmalar geçmiş ve sonunda Bahira onun gelecekte önemli bir şahsiyet olacağını anlamıştır. Tarih kitaplarında geçen bundan ibarettir. ( s. 237) Peygamberimiz Bahira bir kere görüşmüştür. O daha çocuk yaşta ve çok kısa süreliğine! Kuran’ın, kainatı kuşatan ve içindeki bunca bilgi, kültür, kıssa, ahkam, öğüt, Emir ve yasakları kendisiyle bir kere görüşülen ve bir daha da karşılaşılmadığı konusunda ittifak olan ve tek görüşmeden kısa süre sonra öldüğü bilinen bir kişiden alınması mümkün müdür? Peygamberimize arkadaşlık eden Kureyşli tüccarlar aralarında bir bilgi alışverişi olsa bunu nasıl görmezler?Okuma yazma bilmeyen bir insan, bu kadar bilgiyi bu kadar kısa sürede nasıl alsın? Daha sonra peygamberliği döneminde hiçbir Kureryşli de Peygamberimize böyle bir itham yöneltememiştir ama 14 asır sonra hayal ve kurgu ile beraber bu itham ortaya atılmıştır! Carlayl, ‘Çocuk yaştaki birisinin yabancı bir dille konuşan bir rahipten önemli bir şey öğrendiği iddiasını mantıksız’ bulur. ( s. 19- 20) Edmond Power, Suriyeli rahibe atfedilen rolün, hayal mahsulünden başka bir şey olmadığını söyler. (Joseph Hubby, s.780) Hz Muhammed’in kendisinin dininin, en önemli noktalarını yanlış sayan yeni bir din mi öğrenmiştir Bahira’dan? ( s. 289 ) Bahira ile peygamber karşılaştıklarında yalnız değillerdi, ayrıca iddia kendi içinde de çelişkilidir: Öyle bir zat düşünün ki, bir şahısta peygamberlik alametleri görsün sonrada bu peygamber şahsiyete karşı öğretmen kesilsin! Bahira İslam’ın kaynağı olsa idi buna kendisi daha uygun olmaz mıydı? Bu bilgi ile ortaya daha önce çıkmaz mı idi? ( s. 240) Rahip Bahira’nın mensup olduğu dinin içeriği Kuran’ın içeriği ile çelişir. Kuran Hıristiyanların birçok hatalarını düzeltmiş, birçok sapıklık ve yanlışlarını açıkça dile getirmiştir. ( s. 241 )
Yaptığı seyahatlerde ehli kitaptan – Yahudi veya Hıristiyan- aldığı iddiası
Peygamberimiz ticari faaliyetler için bazı seyahatlerde bulunmuştur ve bunlar İslami kaynaklarda yer alır. Gizlenecek, saklanacak bir şey olmadığı, oryantalistlerin de bu kaynaklarda önceden karar verdikleri şeye delil aramada ancak bu kaynaklara muhtaç olmalarından anlaşılabilmelidir. Peygamberimiz Hıristiyanlarla temasta bulunmuş mudur? Böyle bir temas olsa peygamberimiz bundan memnun kalır mıydı?G. Sale, ‘Ruhban sınıfının arzularının ve sürekli çekişmelerinin daha 3. asırdan itibaren Hıristiyan dünyasını bozulmuş bir hale getirdiğini.’ söyler. Her türlü kötülük, kindarlık, gerçek Hıristiyanlığı bu dünyadan söküp atmıştır, birçok hurafeler ve fesat ortaya çıkmış ve iyice kökleşmiştir. Doğu Kilisesi parçalanmıştır. Ruhban sınıf arasında da ahlak ve inanç bozukluğu dolaylı olarak bütün halka da sirayet etmiştir.( Observations sur le Mahometisme, s.68-71) demektedir. Carlyle da bu önemli noktaya dikkat çekmektedir; ‘ İslamiyet bütün kavgacı ve boş iş, fikirleri öylesine bir tırpanlamıştır ki, bunda son derece haklıydı. O, doğrudan doğruya bir hakikattir. Arap putperetliği, Suriye tarikatları, özetle, gerçekte olmayan bütün her şey, bu İslam ateşi karşısında yanmaya, kuru odun yığınları gibi tutuşmaya mahkumdurlar.’ ( s. 33) Çölün bu bakir çocuğu Arap putperestliğin artıklarını, İran ve Yahudi ilahiyatının görüşlerini, bütün bu helal sınırlarını aşmış görüşleri, bütün bu faydasız ve lüzumsuz fikirleri bir kenara atmış, hayat ve ölüm kadar ciddi temiz kalbi, şimşek gibi parlak kara gözleriyle hakikaten ruhuna girmişti, ( s. 32) demektedir. Ancient Critianity adlı eserinde Taylor, ‘İğrenç hurafeler ve utanç verici putperestlik öyle küstah kilise kuralları ve öyle bozuk ve çocuksu ibadet şekilleri. Bunlar Muhammed’in karşılaştığı şeylerdi.’ derken, Moheim de, yedinci asırda gerçek din, manası olmayan bir takım hurafeler yağığını altında kalmıştı, demektdir. Huart ise, Suriye’de Hıristiyan dininin tatbikatını görmüş olmasının genç sanatçının düşüncesi üzerinde kuvvetli bir tesir icra etmiş olduğu görüşünün, ne kadar cazip olursa olsun bu konudaki tarihi kaynakların kesin olmaması sebebiyle terk edilmeye mahkum olduğunu ifade eder. ( Une nouvelleSource du Coran, s.129) O, yöneldiği her yerde ıslah edilmesi ve doğru yola iletilmesi gereken birçok sapıklıklarla karşılaşmıştır. O halde, o eserinin asılllarını teşkil edecek ahlaki ve dini bir modeli hiçbir yerde görmemiştir. Üstelik o zamana kadar karşılaşmış olduğu fikirlerin tesirinde kalmak şöyle dursun, O, bunları yıkmak için karşılarına dikilmiştir. ( Draz, Initiation au Coran, s. 123) Müsteşrikler şunu gözden kaçırıyorlar, bu yolculuklarda Hazreti Muhammed hiçbir zaman yalnız başına değildi. Ona yönelttikleri tek itham Mekke’de oturan ve Arapça’yı çok sırları konuşan yabancı bir köleden öğrendiği iddiası idi. Peygamberimizin çevirisinde olan hiç mi bir kimse, Yahudi ve Hıristiyan fikirlerini öğrendiğini hatırlayamadı? Oryantalistler tek bir iddia üzerinde fikir birliğine de sahip değillerdir. Delillerine de kuvvetli bir delil getirememektedirler. Tıpkı Mekke’li müşrikler gibi onları da, ta baştan itibaren, Peygamberi yalanlamakta kesin kararlı idiler. ( s. 246) Necran Hıristiyanları Peygamberimizin Hıristiyanlardan bir şeyler öğrenen bir tüccar olduğunu bilselerdi, onu yalanlayıp, onunla mübahele etmekten neden kaçınsınlar ve neden cizye vermeyi kabul etsinlerki? Fasık rahip Ebu Amir bu bilgiyi yaymakta, böyle bir bilgi gerçek olsa idi, bu fırsatı kaçırır mıydı? ( s. 247)
Haniflerden alındığı iddiası
Allah’ın birliğine inanan, sayıları bir elin parmağı kadar az olan bir gruptur, hanifler. Bunların fikirleri dağınık ve kapalı idi, nasıl ibadet edileceğini bile bilmezlerdi ve dini olmaktan çok ahlakî bir özelliğe sahip idiler. ( s. 249) Haniflerden Müslüman olmayanlarda vardı! Şayet Kuran onlardan alınsaydı ona karşı çıkmazlar, en azından kendilerinden biri çıkıp şöyle diyebilirdi: Muhammed bilgilerini bizden öğrenmiştir, sonra onu bir din haline getirmiştir! Özellikle Ümeyye bin ebi Salt susmazdı! 1400 sene sonra gelen bir müsteşriklerin delil olmadan böyle bir iddia ortaya atması ise ne kadar objektiftir? Niçin haniflerden birisi peygamberlik iddiasında bulunmamıştır,öyle ya, bir talebeleri bile çıkıp peygamber olduğunu iddia edebiliyorsa, neden bizzat kendileri böyle bir işe girişmemiştir ( s. 251 ) Peygamberlik öğrenilen bir meslek değildir, aksine mukaddes bir görevdir ve vahiy yolu ile bildirilir! Allah’ın emirlerine uymak dışında başka arzuları olmayan bu insanlar, fedakarlık yolunda Allah’tan başka hiçbir şeyden de korkmaz ve dünyevi hiçbir makamı istemediler. ( Şura, 127)
“Hz Peygamber Hz İbrahim’den yaklaşık 2500 sene sonra dünyaya gelmiştir. Bu kadar uzun zaman içerisinde Hazreti İbrahim’in dininin aslını koruyarak varlığını devam ettirmiş olduğunu söylemek zordur. Mekke’de Hz İbrahim’in dinine mensup olduğunu ifade edilen 4 kişiden bahsedilmektedir. Onların zamanına kadar Hz İbrahim’in dinine ait metinlerin bulunmadığı bilinmektedir. (Prof. Adnan Demircan, Siyer Konusunda Bilinmesi Gereken 88 Soru, s. 45) Müşriklerde Hazreti İbrahim’in dinine bağlı olduklarını ileri sürüyorlardı. Haniflik daha çok, tevhid inancını ifade eder. Tevhid inancı çerçevesinde inandıklarını söyleyen insanların İbrahim’e nispeti, daha sonra gelenek içerisinde ortaya çıkmıştır. Hanif kelimesini Mekkeli müşrikler, kendi inançlarından sapan insanlar için kullanırken, İslam, onların şirkten sapmış olmalarını olumlu manada ele alarak, doğru bir tutum içerisinde olduklarını ifade etmiştir. Hanif Arapçada, mevcut olan gelenek din anlayışından sapmayı ifade eder. Haniflik kavramını müstakil bir dini gelenek anlamında anlamamalıyız.” (s. 46)
Varaka b. Nevfel
Lübnanlı bir Hıristiyan olan Üstaz ( Yusuf ) el- Hattat, Hz Muhammed’in Hıristiyan olan Varaka’dan bilgiler aldığını iddia eder. Irving de, Hz Muhammed’in,Varaka’nın Talmut’tan tercüme yaptıklarından alarak Kurana yerleştirdiğini iddia eder ama bir delil gösteremez. sadece, ‘ama böyle olabilir’, der. Kellet de Varaka’nın bazı Hıristiyan rivayetlerini Muhammed’e anlatması mümkündür, iddiasındadır. O da, ‘Muhtemelen’ Varaka’dan almıştır, der. Müslüman tarihçiler Peygamberimizin hayatı ile ilgili hiçbir şeyi kaydetmekten, yazmaktan çekilmemiştir. Varaka, Peygamberimizin hayatında, ona Cebrail geldiğini ve onun bir peygamber olduğunu, sabretmesi gerektiğini, bildirmesi dışında bir etkisi olmamıştır. Mesudi, Varaka’nın Müslüman olarak öldüğünü Bildirir. (Mesudi, Mürucüz- Zeheb, II/52; benzer rivayet İbni Hişam, I/318) Hz Muhammed’in elinde hiçbir güç ve hakimiyet yokken Varaka’nın itirafları, söyledikleri samimi olduğunu gösterir. ( s. 254)
Ümeyye bin ebi Salt
Fransız oryantalist Huart,Kuran’ın en önemli kaynağı olarak Salt’ın şiirlerini görür. Müslümanların daha sonra Salt’ın şiirleri imha ettiğini iddia eder. ( Journal Asiatique, X, vol, IV, 1940, s.125) Power de benzer iddiada bulunur. Salt içki ve putlardan uzak duran, kendisine Muhammed hakkında sorulduğunda ‘kuşkusuz o hak üzeredir.’ cevabını veren, Müslüman olmak için Şam’dan gelmiş iken, Bedir Savaşı’nda dayısının iki oğlunun öldüğünü öğrennince Taif’e yerleşen bir kişidir. (s. 255) Şiirleri ancak Müslümanlar sayesinde günümüze kadar gelebilmiş ve bu iddia sahiplerinin de eline ulaşmıştır! Müslümanlar hiçbir zaman bir eseri, Kuran’ın, İslam’ın aleyhine olacak diye yok etme yoluna gitmemişlerdir! Bunun en güzel örneği Kuran’a aykırı olan veya İslam’la savaşmak amacıyla söylenen sözlerin, İslam kitaplarında yer almasıdır! Zamanla İslam’a mesafeli duran Salt şüpheli bir şeyle karşılaşsaydı sessiz durmaz, bunu ifade ederdi. ( s. 255) Salt’ın şiirleri hikmet ve ölçüler ile doludur ama şiir münekkidleri bu şiirlerin kendisine ait olmadığını aksine İslami dönemden sonra yazılıp, ona isnat edildiğini iddia etmektedirler. (Cevat Ali, el-Mutavvel,VI,489) Oryantalistler İslam Tarihi kitaplarının sağlıklı bir tarihi kaynak olmadığını ileri sürerler, Siyerin doğruluğundan kuşku duyarlar ama bu kitaplarda yer alan Salt’ın şiirlerine kesin gibi yaklaşır. (Taha Hüseyin fil edebil cahili,I/ 1549 ve sonrada bu kaynaklardan hareketle işine geldiklerini doğru kabul edip İslam’a saldırılar! Oryantalistlerin bu iddiasının aksine Salt, Mekki Surelere ait son ayetin inişinden sonra,8 sene daha yaşamış ve şiir yazmaya devam etmiştir; yani iddianın aksine etkilenen Salt’tır! Peygamber hiç kimseden bir şey öğrenmediğini açıkça ilan etmişti, Salt herhangi bir etkilenme olsaydı, özellikle akrabalarının ölümünden sonra bunu herkese yayardı. ( s. 257) Ayrıca kendi dönemlerinde bile, şiirleri bizzat duyan, okuyan insanlar böyle bir iddiayı gündeme getirmemişlerdir! Bu iddianın aksine edebiyata esas teşkil eden daha çok Kuranı Kerim olmuştur! Huart’ında işaret ettiği gibi ‘ Salt, şiirlerinde cehennemden bahsederken kitabı Mukaddes’ten, Cennetten bahsederken Kuran’dan etkilenmiş, tarihten bahsederken zaman zaman halk efsaneleri ve mitolojiye müracaat etmiştir. ( Draz, Initiation au Coran, s. 127)
Ubeydullah Bin Cahş
Eşi sayesinde Müslüman olmuş, Habeşistan’a göç edince orada, Hıristiyan olmuş ve içki içmeye başlamış ve orada ölmüştür. İslamiyet’in ilk dönemlerindeki imtihanlara Sabredemeyip, ilk fırsatta misafir olduğu ülkenin dinine girmiştir. Tutarlı bir psikolojiye sahip olmadığı ortadadır. Eğer herhangi bir şekilde fikirlerini Muhammed’in aldığını duymuş olsaydı başlangıç de ona iman etmezdi veya Hıristiyan olduktan sonra bunu ilan ederdi. Hanımını bile İslam’dan döndürememiştir. Bu kişinin bütün kardeşleri de Müslümanlığı kabul etmiştir. ( s. 259)
Zeyd b. Amr bin Nüfeyl
Claire Tisdall, the Original Sources of the Coran adlı eserinde Nüfeyl’in, peygamberin hayatı ve ahlak ve üzerinde büyük tesir icra ettiği ni iddia eder. ( s. 260) Bu zat Hz İbrahim’in dinine aramak üzere seyahat ile çıkar fakat aradığını bulamaz ve Hicaz’da döner fakat burada bir Bedevi tarafından öldürülür. Nüfeyl’in Kuran ile paralellik arz eden bazı hakikat ve faziletleri ifade etmiştir fakat bunlar son derece sınırlı ve bir milletin idaresine hiçbir şekilde yeterli gelmeyecek sayıdadır. Ayrıca bu insanlar Hazreti İbrahim’in dinini aramak için yola çıktıkları halde hiçbir şey bulamadan geri dönmüş ve hiçbir şey bilmediklerini kendi itirafları ile sabit olan kişilerdir. Oğlu Said Bin Zeyd, amca oğlu Ömer Bin Hattap ve amca kızıda Müslüman olmuştur. Oğlu, Hz Muhammed’in kendi babasından dinini öğrendiğini hissetse idi, hiç bir zaman Müslüman olmazdı. Hele hele İslam’ın çok erken dönemlerinde Hz. Ömer zaten İslam düşmanı idi, amcasından bir şeye aldığını zerre kadar hissetmeseydi asla İslam’a girmezdi, aksine bunu açıklardı. ( sa. 262)
Ebu Kays Sırma bin ebi Enes
Bu zat Müslüman olmuştur. Haniflerden olan bu zatın Peygamberimizi etkilediğine dair Mekkeli müşriklerden hiç bir iddia ileri sürülmemiştir. Ama 1400 sene sonra günümüz oryantalistleri İslam’ın bu açığını (!) bulabilmişlerdir! Peygamberimiz döneminde yalancı peygamberler de ortaya çıkmışlardır. İkisi tövbe ederek Müslüman olmuş, diğer ikisi ise kafir olarak ölmüşlerdir ( s.263)
Şairlerden alındığı iddiası
Oryantalist Tisdall başka konularda peygamberimize çamur atmak istesede bu konuda diğer oryantalistlerle aynı düşünmez ve ‘Günümüzde bile Kuran’dan ayetlerin alınıp bunların dini ve felsefi içerikli kitaplara aktarmanın çok yaygın bir adet’ olduğunu ifade eder, ‘Muhammed’in, İmrül Kays gibi meşhur şairlerden fikir çaldığını farz etmek güçtür.’ der .Lyull, İmrül Kays’a izafe edilen şiirlerin üslup, ifade ve vezne dayanan sebepler dolayısıyla İmrül Kays’ın olmadığına kanaat getirir. (Clair Tisdall, s. 47-48) Hafız İsmail Efendi, Ruhul Meani tefsirinde İmrül Kays’a isnat edilen iki beyiti zikrettikten sonra, bunun aslı yoktur, bu Müvelledin- İslam’ın ilk Aslında yaşayan şairlerden sonraki şairler- şairlerindendir, der. ( s.266) İsmail Fenni, İmrül Kays’a atfedilen ve Kuran’da da bazı ifadeleri yer alan beyitlerin hiçbirinin İmrul Kays’ın divanında yer almadığını söyler. ( Ertuğrul, Hakikat Nurları, s.163) Sahabe içinde de imrül Kays veya bin ebi’l Salt’ın ve benzeri şairlerin şiirlerini bilen, duyan birçok kimse vardı. Aralarında bir benzeme olsaydı bundan şüphe duyan ve bunu açıklayan mutlaka olurdu. Ayrıca bu şairlerin sözlerinden biri olan, ‘ insan ne kadar nankördür.’ sözü gibi, doğru sözü daha önce söylemeyen veya duymayan var mıdır? ( s. 267)
Goethe, Noten und Abhandlungen ( Haşiyeler ve araştırmalar) adlı eserinde, Hz Muhammed’e ayırdığı bölümde, ‘Şairle nebi arasındaki farkı açıklar.’ ( s. 271) ve dolaylı yönden bu ithama da cevap verir.
Kuran çalışmaları profesörü Angelika Neuwirth, “Hiç kimse Kuran’a meydan okumayı başaramadı. Evet, doğru… Hatta Kuran’ın, kayda değer bir yazılı metnin bulunmadığı bir çevrede, Kuran gibi zengin bir içerik ve mükemmel bir ifade tarzına sahip bir kitabın birdenbire ortaya çıkışını izah edemeyen batılı araştırmacıları, bu hususta şaşkınlık içinde bıraktığını da düşünüyorum.” demektedir. Yedinci asırda, Arap lisanında ve şiirde ustalaşmak isteyenler seneler boyunca şairlerin gözetiminde çalışmak zorundaydı. Aralarından hiç biri çıkıp, Hz Muhammed’in kendisinin talebesi olduğunu öne sürmemiştir. Hz Muhammed’in mesajını yaymada başarılı olmuş olması, zamanın şairlerine ve dil uzmanlarına karşı galip geldiğini gösteriyor. Sahtekarlığın, 23 senelik nüzul suresi boyunca hiç ortaya çıkmadan devam ettiğini ileri sürmek mantıklı mıdır? ( Hamza Andreas Tzortzis, Hakikatin izinde, Din bilim Ateizm, s. 324, 337, 338) Meşhur şairlerden Lebid bin Rebia Müslüman olmuştu. İnsanlar buna şaşırır. Çünkü o, müşriklerin en seçkin şairlerinden biri idi. Ona, ‘şiir yazmayı neden bıraktığını’ sordular, şöyle cevap verdi: “Ne! Kuran’ın vahyinden bile sonra mı?” ( A. A. Islahı, the Quran, Fatiha ve Bakara suresinin tefsiri, I/26) Kuran ve Arap dili profesörü Palmer, ‘Arapların en iyi yazarlarının, Kuran seviyesinde hiçbir eser ortaya koymamaları şaşırtıcı bir şey değildir.’ der (E. H. Palmer, The Quran, s. 4) Oryantalist Profesör Martin Zammit, “İslam öncesi uzun Arap şiirlerinin mükemmel edebi sanatına rağmen…Kuran, Arap dilinin en üstün hali ve tezahürüdür.” demektedir. (M. R. Zammit, A Comparative Lexical Study Quranic Arabic, s. 37) “Hz Muhammed’e ilk başlarda şair diyen Mekke’li müşrikler bunda başarılı olamayınca ve iddialarının gerçek olmadığını anlayınca eleştirilerini Kuran’ın, ‘eskilerin masalları’ olduğu şeklinde değiştirmişlerdi.” ( M. M. Ali, The Quran and the Orientalists, s. 14)
Sabiilerden alındı iddiası
Tisdall, sabiilerin İslam’a tesiri fazladır,namaz, oruç, fıtır bayramı bunlardan alınıştır, der. Ayrıca onların kıyamet günü inançları olduğunu ama garip bir takım hayali fikirlerin bunlara karıştığını da ifade eder. Sabiiler Mekke’de yaşayan putperest bir topluluktur. Bunların fikirleri Kuran ve hadislerce reddedilmiştir. Fikirlerini müşriklerden ayırt etmek güçtür. Melek ve yıldızları ilahlaştırmışlar, kestikleri kurbanların büyük değil küçük kısmını tanrıya, gerisini küçük ilahlara sunarlardı.Dualarında şirk unsurları çoktu. Sünnet olmazlar, ibadetlerini de İslam’ın yasakladığı zamanlarda ( Güneş doğar, batarken ve tam tepede iken) yaparlardı. (s. 269) Kızlarını putlara kurban ederlerdi. ( G. Sale, Observations Hist. et Crit. sur le Mahometisme, s. 31; Draz, Initiation, au Coran, s. 63-66;İslam ansiklopedisi, Sabia maddesi ) Allah her topluma peygamber göndererek İslam’ın aynısını onlara da tebliğ etmiş, bildirmiştir. Bozulan unsurlar dışında aslına uygun kalan kısımların daha sonra gelen ve bozulmamış hak din ile benzerlik göstermesi gayet doğaldır ki bunu hiçbir Müslüman inkar etmez, aksine iman esaslarındandır, detay, İslam tüm dinlerin özüdür, adlı yazımızda!
Hz Ömer’den alındığı iddiası
Dozy, Tarihi İslamiyet adlı eserinde vahiyler üzerinde Hz Ömer’in tesiri olduğunu iddia eder. ( s. 270) Maxime Rodinson’da aynı şüpheyi dile getirir. Hz Ömer, kadınların örtünme, Hanımları ile Peygamberimizin aralarındaki hafif münakaşalar konusunda ve Hazreti İbrahim’in makamını Namazgah edinilmesi gibi konularda, söylediği sözler ile bu konularda inen ayetler arasında bir paralellik vardır. Hz Ömer, ‘Faruk’ lakabını alan, aklı selim sahibi, takvalı, inci anlayışlı bir insandır. İslam tarihinde de bu konular gizli kapaklı konular değildir ve ‘Muvafakat-ı Ömer’ adı ile kaynak kitaplarda bu konular geçmektedir ( Ayetleri anlamaya yönelik yoğun çaba içerisine giren sahabilerin bazısı, basiret ve feraset özellikleri ile öne çıkmış, karşılaştıkları olaylar hakkında vardıkları kanaatler vahiy ile uyum içerisinde olmuştur. Peygamberimiz ashabı ile istişareler etmiş, kararlarını buna göre vermiştir. Bazen istişare yapılan konularda ayette indiği olurdu.Abdullah b. Ömer’in şu rivayeti de Hz. Ömer’in muvafakat hususunda sahâbeiçerisindeki seçkin konumunu göstermektedir:“İnsanlar bir mesele ile karşılaştıkları zaman görüş beyan ederlerdi, aynı mesele hakkında Ömer de bir görüş beyan ederdi, ancak vahiy Ömer’in görüşüne uygun inerdi.”(Tirmizî, “Menâkıb”, 17) ) Fakat yine de bir çok hususta Hazreti Ömer’in görüş ve kanaatinin aksine ayetler de nazil olmuştur. Hz Ömer babasına yemin ederdi, bu yasaklanmıştır. O da vazgeçmiştir. Başka bir seferde Peygamberimiz, Hazreti Ömer’in görüşüne karşı olan kadının görüşünü desteklemiştir. Yine ‘sabah akşam rablerine dua edenleri kovma’ ayeti kerimesi, Hz Ömer tarafından belirtilen görüşe tamamen ters olarak nazil olmuş bir vahiydir. Peygamberimizden ayeti işitince Hz Ömer, efendimizin huzuruna geniş ve özür dilemiştir. ( s. 272) Peygamberimiz gerektiği zamanlarda, Hz Ömer’e muhalefetten çekilmezdi. Hudeybiye Anlaşmasında Hazreti Ömer, ‘ Sen Allah’ın elçisi değil misin? Niçin bu zilleti hakareti kabul ediyoruz.’ diye itiraz ettiği halde anlaşmayı imzalamış, Hz Ömer’de daha sonra hatasını ifade etmiştir. Hz Ömer, şiddet taraftarıydı, birçok kere İslam’a aykırı hareket eden düşmanların öldürülmesini Peygamberimizden istemiş, fakat her defasında Peygamberimiz bu isteği reddetmiş, insanlara doğruyu göstermiş ve irşada devam etmiştir. Bir seferinde Peygamberimizin yanında Hazreti Ömer ve Hazreti Ebubekir, bir konuda tartışırken, sesini yükseltmiş, bunun üzerine ayet gelmiş ve ‘sesinizi peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin’ ayeti inmiş. Hz Ömer’de daha sonra, peygamber efendimiz konuştuğunda öylesine açık sesle konuşurdu ki, ona gizli bir şey söylediği sarılırdı. ( Buhari, tefsiri sure, (49) 1 ) Kuran, sayılı konularda Hz Ömer’in görüşü ile paralellik gösterirken sayısız noktalarda onun inanç, ahlak ve yaşayışını düzeltmiştir. (s. 426) Hz Ömer her zaman peygambere iman etmiş, Peygamberimiz ve dini için bütün dünyaya meydan okumuş biridir. Hz Peygamberimizde İslam yolunda, dünyalık teklifleri elinin tersiyle itmiştir, mesela, kadın-makam ve para teklifine cevap olarak, ‘ Onlar güneşi sağ elime, ayı sol elime koysalar yine tebliğ görevimden vazgeçmem.’ diyerek mübarek gözlerinden yaş gelerek, hemen kalkıp gitmiş, teklifi reddetmiştir. ( İbni Hişam, I/266; Taberi, Tarih, II/ 220)
Halk fikirlerinden alındığı iddiası
H. Gibb, ‘Hz Muhammed doğup büyüdüğü muhitte dolaşan düşünce ve inançlar arasında yeni bir yol açmıştır.’ derken; M. Watt,’ Kuran, kendisinden önce aydın Mekke’lilerce bilinen Araplara özel bir şekle bürünmüş Yahudi ve Hıristiyan fikirlerden yararlanmıştır. Kuran’da yer alan temel fikirlerden hiçbir yoktur ki Muhammed ve aydın çağdaşlarının aklında bulunmuş olmasın.’ der. ( Watt,el-vahyul İslami fil-asrıl-hadis, s. 83-84) Kuran getirdiği sistemi ile bütün Araplar için yeni bir sistem olduğunu açıkça vurgular. ( Ali İmran, 44; Hud, 49; Yusuf, 3, 104; Kasas, 4-6 ) Müşrikler, sabiiler, Mecusiler, Yahudiler, Hristiyanlar,… her biri gerçeği kendilerine göre savunuyorlardı. ( s. 278) O, bütün bu inanç sistemlerini anlatmaya kalkmış olsaydı, Kuranı Kerim ne korkunç bir kargaşaya şahit olurdu. ( Draz, s. 130) Hz Muhammed’in Kimisi temel’den batıl-geçersiz, kimisi değiştirilmiş olan bu dini inançların malzemelerinden Kuran’ı meydana getirdiğini iddia etmek, ki okuma yazma bile bilmeyen bu insan için bunu iddia etmek çok gülünçtür. Ümmi, okuma yazma bilmeyen, bilgisiz, vahşi, ahlaki zafiyetler içindeki bu insanların, inanç, fikir ve uygulamaları ile Hazreti Muhammed’e öğretmenlik-örneklik yaptığını iddia etmek mantıksızlık tır. Ayrıca Peygamberimiz yeni bir din getirmiş olduğunu hiçbir zaman iddia etmemiştir, aksine İslam dininin, Hazreti İbrahim’in dini olduğunu ve önceki tüm peygamberlere nazil olan kitapları tasdik ettiğini Kuran’daki bir ayet ve hadis ile açıkça ifade etmiştir. (s. 279) Hiçbir toplumun bütün örf ve uygulama uygulamaları tamamıyla kötü olamaz. Hz İsmail ve İbrahim asırlar boyu buralarda yaşamış, görüşleri bu topraklarda hayat bulmuştur. Bu hak dinden kalan izler, kalıntılar mutlaka halk arasında yaşana gelecektir. İşte Kuran, bu kalıntıları şirk ve cahiliyet enkazı altından çıkararak yeniden hayat bulmalarını sağlamış, değiştirenleri asli haline döndürmüş, geri kalan tüm inanç ve uygulamaları da yasaklamıştır. ( s. 280) Cahiliye döneminde, kız çocukları diri diri gömülür, içki kumar oynanır, zenginlere öncelik tanınır, ırkçılık- kabilecilik yapılır, faiz alınıp verilir, uğursuzluk inancı, kahinlik gaipten haberi alma, şirk, fal okları, sihir ile insanlar meşgul olurdu. Melekleri Allah’ın kızları kabul ederlerdi. Kuran bu benzeri birçok kuralı ortadan kaldırmıştır, değil onları kaynak kabul etmek ve onları bünyesine almak! Kuran yetim hakları, fakirlerin gözetilmesi,.. gibi kurallar getirmiş; insanlık dışı esasları kaldırmış, yeni bir sistem getirmiştir. ( s. 286)
William Muir, ” Arap inancının temeli Putperestlikti. ” ( The life of Mahomet, s. 83 ) der. “İslam, Kuran öncesi hayat tarzına aykırı yeni kurallar getirmiştir. Namaz, zekat, faiz, tefecilik…gibi.” ( Muhammed Mustafa el-A’zami, İslam fıkhı ve sünnet oryantalist Schacht’a reddiye, s 37) “İslam hukuku cahiliye toplumundan ayrı bir toplumun doğmasına neden olmuştur.” ( el-A’zami, s. 44) Putperestliği yıkan İslam nasıl Mekke’nin hayat tarzını benimsesin ?
“İslam’ın putperest Arabistan’da farklı bir yeni hareket olduğu ve bu iki topluluğun ideallerinin birbirlerine nasıl da taban tabana zıt olduğu unutulmamalıdır. Muhammed, yaşadığı dönemdeki toplumu, dini öğretilerini almaya hazır duruma bulmadı. Onlar, Allah’ın elçisi unvanı ile gelen birinin tebliğini kabule asla hazır değillerdi. Hz Muhammed’in öğretilerindeki temel prensipler, Arapların o zamana kadar çok değer verdiklerine karşı tam bir protesto mahiyetindeydi. O zamana kadar kötü gösterilen değerler fazilet olarak öğretiliyordu. Hz Peygamberin çağrısının en zor kısmı, ibadetin yalnızca Allah’a has kılınmasıdır. Bu Araplar tarafından bilinmiyordu. Bu da ayetleri anlamaya pek müsait olmadıkları anlamına geliyordu. İçki, kadın, müzik adı altında ahlaka aykırı ortamlar cahiliye dönemi Araplarının vazgeçilmezleri idi. Hz Peygamber ise bunların her birine ait emirlerin icrasında son derece müsamahasız ve tavizsiz idi.” ( Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 68-70)
Medine dönemindeki kaynaklar
Peygamberimizin, ehli kitabın birçok yanlışlarını açıkça ilan ettiği, yanlışlarını düzelttiği insanlardan bir şey öğrenmesi mantıklı değildir. Ehli kitaptan birçok bilgin Müslüman olmuş,müşrikler de çok geçmeden İslam’a canla başla teslim olmuşlardır. ( s. 402) Hz Muhammed hicret ile birlikte eski putperest çevresinden ayrılarak yeni bir muhite, topluma girmiştir. Bu muhitte Yahudilerin ağırlığı bulunmakta idiler. Hareketleri göz önünden bir insanın, bu yeni ortamda, başkalarından bazı bilgileri alıpta onu Allah’a İsnat etmesi imkansız denecek derecede zordur. ( s. 287) Kısaca bu yeni Ortamın Hz Muhammed’in bilgilerini derinleştirip köklü bir karşılaştırmaya müsait bir zemin mi sağlamıştır, yoksa böyle bir imkanı büsbütün yitirmiş midir?! Mekke döneminde Hıristiyan ve Yahudilerle ilgili hemen hemen bütün kıssalar tamamlanmıştı. (s. 288, dipnot, 255:Kıssaların anlatıldığı Mekki sure ve ayetler verilir!) Dolayısıyla bu yeni muhitte Hz Muhammed’in alacağı bir şey kalmamış, onlarla ilgili düşüncesi daha önceden net bir biçimde ortaya çıkmıştı, Ehli kitap, vahiyden yüz çevirmiş, şeytan yoluna uymuş kimseler olarak Kuran’da tarif edilir. Yahudiler, faiz, rüşvet ve yalanı mübah saydıkları için eleştirilir. Kuran’ı Kerim’in böylesine şiddetle tenkit ettiği bir topluluğun ona model ve bilgi kaynağı olacağını düşünmek önyargı ifadesinden başka birşey değildir. ( s. 289)
Medine civarındaki Yahudi ve Hıristiyanlardan alındığı iddiası
Yahudiler
Medine’de Kaynuka, Nadir, kureyza Yahudileri vardı. Hayber ise Medine’ye 184 kilometre uzakta idi. Yahudiler kendilerini Allah’ın çocukları ve sevgilileri olduğunu ileri sürüyorlardı. ( Maide, 18) BAllah’ın taraf tuttuğu anlamına gelen bu anlayışın İslam’a kaynaklık etmesi mümkün müdür! İslam’ın kapıları sadece Yahudilere değil iman ve Salih amel ile son olan herkese açıktır. ( Bakara, 62) Onlar Peygamberimize suikast düzenlemişler, peygamberimizin zor durumda bırakacak sorular sormuşlar, ortamlar oluşturmuşlardı. Her zaman İslam’a Müslümanlara mesafeli, hatta düşmanca davranmışlardır. ( s. 291) Yahudi alimlerinin önderlerinden olan Abdullah bin selam daha sonra Müslüman olmuştur. Yahudi bu alemin Müslüman olması bile tek başına Tevrat’ın Kuran’ın kaynağı olmadığının göstergesidir. Ayrıca, Tevrat’la ilgili tüm hususlar Mekke’de nazil olmuştur, Medine’de çok az Hıristiyanlık dinine ait bilgiler indirilmiştir. ( s. 292)
Hıristiyanlar
Medine’de Ebu Amir adında bir papaz vardı, Hz Muhammed Medine’ye hicret edince şehri terk etmiş, Mekke’ye yerleşmiştir. Kâfirleri de peygamberimiz aleyhine kışkırtılmış, Rum kralına kadar giderek yardım istemiş, Uhud Savaşı’na da katılmışt ve daha sonra Şam’a sığınmış ve orada ölmüştür. Bu adamın veya fikirlerinin İslam’a kaynaklık etmesi mümkün müdür? Daha da ilginci öz oğlu Peygamberimize tabi olarak Müslüman olmuştur. ( s. 294) Necran Hıristiyanları, 60 kişilik heyetle Medine’ye gelmişler, peygamberimizle münakaşalar yapmışlar, mübahele-lanetleşme teklifini göze alamamış, geri adım atmışlar, Peygamberimize cizye vermeyi kabul etmişlerdir. Heyet ülkesine döner dönmez başkanı ve papazı ( Akıb) her ikisini de geri dönerek Müslüman olmuşlardır. ( İbni Sad, Tabakatül- Kübra, 1/2, s. 85 ) Hz Peygamberin huzuruna gelip, onunla kıyasıya tartışan, fikirleri, inen Kuran ayetleri ile çürütülen, peygamberin üstünlüğünü ve İslam’ın hakimiyeti cizye vererek kabul eden daha sonra başkanları ve lider papazları Müslüman olan bir heyet ve temsilcileri, hiçbir suretle Kuran’ın bilgi kaynağı olabilir mi? ( s. 295) İsa’yı Hz Allah’ın oğlu kabul eden bir inanç, Tevhid dini olan İslam’la uzlaşabilir mi ? (s. 296)Kuran meseleleri öyle hassas bir terazi ile bakar ki Hazreti İsa’nın mucizevi doğumlu inkar etmez ama tanrının oğlu olduğu iddiasını da kabul etmez! Hz Muhammed Kuran’ın yazarı olsaydı, Hz İsa’nın tanrılığını inkar ederken mucizevi doğumunu da inkar edebilir, bu problemli gözüken durumdan rahatlıkla kurtulabilirdi. (s. 297) Fakat böyle yapmaması bir yana Yahudiler tarafından Hazreti Meryem’e yöneltilen iftiraları da reddeder. ( Nisa, 155-160) Peygamberimiz Kuran’da eski peygamberlerin mucizelerinden bahseder. Bu Müşrikler ve Yahudilerinde kendisinden mucize beklentilerine yol açar. Fakat her seferinde Peygamber Efendimiz kendisinin sadece elçi olan bir insan olduğunu belirterek onlara cevap verir. Halbuki önceki peygamberlerin mucizeleri inkar edebilirdi. Bu tutumu bile onun samimi ve haklılığını göstermez mi? ( s. 298) Kuran Hz İsa’nın çarmıha gerildiğini kabul etmez, günahların kefareti iddiasını reddeder. Hz Adem, günahlarından dolayı bağışlanma diledikten sonra Allah ona affetmiştir, zaten Cennetten Kovulma ilede cezalandırma gerçekleşmiştir. ‘ Asli günah’ kavramının hiçbir zaman İslam’da yeri yoktur! ( s. 298) İncil’in iddiasına göre İsa çarmıha gerilmiştir. Başkahinlerde, ‘başkalarını kurtardı, kendisini kurtaramıyor, tanrı onu istiyorsa şimdi kurtarsın, çünkü o ben Allah’ım oğluyum dedi.’ şeklindeki açıklamalarına karşılık, eğer Hz İsa, insanlığın günahını affettirmek amacıyla haç üzerinde ölmek için gelmiş olsaydı, onların bu olayları karşısında cevabı, ‘ Allah’ın kendisini kurtulamayacağını, aksi halde aleme, dünyaya gelmesinin bir anlamının olmayacağını söylemesi gerekirdi. Halbuki, onun cevabı şudur, Eli eli, Lama Sabaktani?’ Yani, ‘Allah’ım Allah’ım, beni niçin bıraktın?’ ( Kitabı Mukaddes, Matta, bab, 27- 45, 46)İncillerin doğruluğunun derecesi, Peygamberimizin hadislerinin seviyesine bile ulaşamaz. (s. 299)
kitabı Mukaddes’ten alındığı iddiası
Kitabı Mukaddes, İncil ve Tevrat’ın birleşimine verilen isimdir. Tevrat’ta, tesniye bölümünde, Hz Musa’nın ölümünden bahsedilen yerler mevcuttur, aynı zamanda O’nun zamanı da mevcut olmayan birçok adetlerden burada bahsedilir. Bu da daha sonra yazıldığını gösterir. ( Annemarie Schimmel, Dinler tarihine giriş, s. 101-101)1546’da toplanan ‘Merano’ Ruhani Meclisi, kutsal kitabın Allah’ın kelamı olduğunda şüphe edilmesini yasaklamıştır! Tevrat’ın asıl dili olan İbranice nüshası yoktur, meşhur üç nüshası vardır. Bunlar da birbirleriyle çelişkili ve tutarsızdır. İncil, Müjde anlamına gelir. İlk nüshaları ortadan kaybolmuştur. Kuran’a, aralarında birçok farklılıklar ve içerikleri çelişkiler dolu olan İncillerin kaynaklık teşkil etmesi mümkün olamaz. İncil, Tevrat’ın bazı hükümlerini kaldırmıştır diyenler, Kuran için bunu neden kabul etmezler. ( s. 303) Kitabı Mukaddes, Kuran’ın kaynağı olsa idi, temel dini konularda birbirlerine muhalif görüşler ileri sürmemeleri gerekiyordu. ( s. 304)
Kuran ile kitabı Mukaddes arasındaki ilişki
Aslında Kuran ile diğer ilahi kitaplar arasında özde tam bir paralellik vardır. Hz Muhammed’e eski peygamberlerin yoluna tabi olmayı, uymayı emretmiştir. ( Enam, 90) Kuran, ilahi kitapların bozulma veya çelişkilerden kurtarılması amacıyla gönderilmiştir, İslam’ın en büyük hedefidir budur! Bu konu ‘İslam tüm dinlerin özüdür.’ adlı yazımızda işlenmiştir. Hazreti Musa dünyevi bir hakimiyet, Hz. İsa ise daha çok ahlaki ilkelerle ön plana çıkmıştır. Kuran Bu ikisini birleştirmiştir. ( kitapta 304 v3 306. sayfalardaki bu konuda ayet ve hadisler verilir.) Yahudiler kitaplarında yer alan bilgilere ters düşecek biçimde peygamber kıssalarını ilişkin nakillerdeki hatalarını tenkit edince Hazreti Muhammed sürekli olarak onlara şu cevabı verirdi, ‘siz mi daha iyi bilirsiniz Yoksa Allah mı?’ Gibb, burada Kitabı Mukaddes’in Kuran’dan üstün olduğunu iddia ederek Kuran’daki yanlış bilgilere dikkat çekmeye çalışır. Margoliouth’un Kuran’da yer alan bazı peygamber isimlerinin eski ahit’tekilerden çok farklı olduğuna ilişkin sözü de bu konuyla alakalıdır. Her iki müsteşrikte, Kitabı Mukaddes’in son derece güvenilir ve hakim unsur olarak kabul edilmeye değer olduğundan hareketle bu sonuçlara varmışlardır. ( s. 307) Margoliouth, kutsal kitaplardaki çelişkileri kabul eder ve buna bir hipotez ( Colouring by the medium) ile cevap bulmaya çalışır: Hipotezinin özeti, vahiy gelen peygamberler kendi özel aklı ve üslubu ile vahiyleri belli bir şekle sokar. Bu şu demektir, kitabı Mukaddes’te yanlış, çelişki vardır ama bu yanlışlıklar ilahi değil söz konusu aracılardan kaynaklanmaktadır! Peygamberlerinin fuhuş yaptığını kabul eden, putperestliği savunan bir kitaptaki bu çelişkileri bu şekilde savunmaktan başka çaresi kalmayan oryantalistlere Peygamberimizin cevabını tekrar hatırlatalım! ‘ Siz Allah’tan daha mı iyi biliyorsunuz?’ Kuran, Allah’ın ilahi kitabıdır. Tevrat ve İncil ise tahrife uğramıştır. ( s. 308) Bir kere Kuran ile kitabı Mukaddes arasında, kıssaları anlatma metodunda, üsluplarında açık bir şekilde farklılık görülmektedir. Kuran ibret, öğüt, düşünme, peygamberliği tasdik ve peygamberi teselli amacıyla kıssalara yer verir, detayları üzerinde durmaz. Tevrat belli bir kavmin, İncil’de bir ferdin tarihi ile ilgili birer tarih kitabı görünümündedir. ( s. 309) Kuran’ın amacı tahrif edilen kitapları özüne döndürmek, karışık ve bozukluklardan kurtarmaktır. ( s. 311) Kitabı Mukaddes’te Allah’ın şanına ve tevhid inancına yakışmayan ifadeler bulunur: Pişman olması, uyuması, .. Tekvin 3/8 -10: Allah – haşa – cennette gezerken, Adem ve Havva ağaçların arasına gizlenir. Adem’e, ‘sen neredesin.’ diye seslenir: Saklananı göremeyen bir tanrı! Yakup güreşte tanrıya yenince, tanrı gitmek istediğinde Yakup, ‘ beni mübarek kılmadıkça seni bırakmam.’ demesi; Aciz bir tanrı! (Tekvin, 32/25-31; 35/9-10) Yahudiler Mısır’dan çıkacakları vakit Tanrı Hz Musa’ya, onların komşularından gümüş ve altın süs eşyaları ile elbise istemelerini emretmiş, bu emir üzerine Yahudiler bunları isteyip almışlar ve böylece Mısırları soymuşlar! -Haşa – hırsızların başı bir tanrı! (Huruç, 11/2 ;12/35,36) Tevrat’ta şöyle söylenir Tanrı, ‘ babaların günahını oğullarında üçüncü ve dördüncü nesle kadar arayacak.’ Kindar bir tanrı! ( Huruç, 20/5) Kitabı Mukaddes’te bazı peygamberler sarhoş veya zina eden olarak tasvir edilir. Başka bir peygamber, ordu komutanı olan Uryan’ın karısını beğenip, sarhoş edip onunla yattığı ifade edilir. ( Tekvin, 19/33) Devamı ‘İncil, İsa adlı yazımızda!’ Peygamberler bu gibi iftiralardan münezzehtirler. Kuran onları en güzel özelliklerle tanıtır, salih, ahlaklı, örnek şahsiyetler olarak bizlere sunar. Dolayısıyla oryantalistlere şöyle eslenmek gerekir herhalde, ‘ Tevrat, İncil ile Kuran tabii ki farklı olacak! ( s. 316) Yahudiler haddi, ahlak sınırlarını aşmışlar, Hıristiyanlar ise ruhbanlığı icat etmişlerdir. ( s. 322) Cahil bir toplumdan bir insanın çıkıp, Yahudilerin, Hıristiyanların ve Mecusilerin ağızlarından işitip ezberlediği şeylerle, peygamberlik davasına ve bunları biraz değiştirerek yine onlara satmaya kalkıştığını kabul etmek aklın kabul edeceği bir şey değildir! Bazı ayetlerin, kitabı Mukaddes ile uygunluk arz edip etmemesi, İslam dini aleyhine bir delil teşkil etmez! Eğer uygun iseler, Kuran’ın önceki İlahi kitapları tasdik ettiğini gösterir; değil ise bu kitabı Mukaddes’in tahrif edilmesinden ileri gelir. ( s. 322)
B. İç kaynaklar (Hz Muhammed’in şahsi ile ilgili kaynaklar)
Oryantalistlere göre Kuran, Hazreti Muhammed’in sözüdür. İhtilaf sadece, Kuran’ı ortaya koyarken başka hangi kaynaklardan yararlandığı konusundadır. Bu iddia, dolayısıyla, Hz Muhammed’in kişisel veya toplumsal bir takım hedefleri amaçladığı iddiasına dayanmaktadır. ( s. 323)
Şahsi emellerini gerçekleştirmek için sözlerini ilahi bir kaynağa dayandırdığı iddiası
Peygamberimiz ganimetlerin beşte birini almaya hak sahibi idi ama bunları gazileri donatmak için, elçileri karşılamak ağırlamak için, köleleri hürriyetine kavuşturmak için, Müslüman köleleri Satın alıp Özgür yapmak için, masrafı karşılayıp hacca gidemeyeceklerin hac masraflarını karşılamak için, kefaret vermesi gerektiği halde buna parası olmayanlar için, bunları harcardı. Bir hadisi Şerif’te Peygamberimiz, ‘ Allah’ın size ganimet olarak verdiği şeylerden benim hakkım ancak beşte birdir.Bu beşte bir de yine size iade edilmektedir.’ buyurmuştur. ( Nesai, Fey, 6; İbni Hişam 2/492) Tövbe, 60 ekle beşte 1 nereye harcanır ayeti Peygamberimiz dünya hayatını önem vermezdi, gelir ve giderlerini harcadığı yerler ise bellidir! Damadı Hz Ali, bir Yahudi’nin yanında sucu olarak çalışmış, kızı Fatıma hizmetçi istediğinde eli boş dönmüştür. ( Buhari, nefakat, 7) Ölüm döşeğinde iken Hz Aişe’nin yanında muhafaza edilen 8, 9 altını, Hz Ali vasıtasıyla fakirlere dağıtılmıştır. (Ahmed, müsned, VI/104) Dünya malı asla onun düşüncesinde olmamıştır. ( s. 325)
Liderlik tutkusuyla vahiy uydurmaya sevk ettiği iddiası
Bu yeni bir iddia değildir. Firavun da Hazreti Musa’ya benzer ithamlarda bulunmuştur: ” Yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz, sizin üzerinize üstünlük kurmak istiyor bu adam.” ( Yunus, 78; Müminun, 24) Allah’ın hangi kulu, insanları, toplumu, milleti doğru yola çağırmaya gayret etmişse, ona derhal iktidar hırsıyla gözü dönmüştür damgası vurulmuştur. (s 327) Peygamberimiz Hendek Savaşı’nda hendek kazmaya bil-fiil iştirak etmiştir. Çetin, zor, uzun Tebük seferinde Ordusu’nun başında önde yürümüştür. Sultanlar gibi kendisine yol açılmasını sevmezdi, ( Şevkani, N. Evtar, V/48 yabancı milletlerin liderlerini aşırı derecede övdükleri gibi kendisini yüceltmemelerini söylerdi. (Ebu Davud, edeb, 152) Sahabelerin arkasında namaz bile kıldığı olmuş, bir burukluk hissetmemiştir. ( İ. Hişam, II/653 ) Bir kerecik olsun Biri hizmetçisine Kötü davranmamıştır. ( Ebu Davud, Edeb, 4) Bedevi bir Arap bir keresinde gömleğinden çekerek mübarek vücudunu incitmiş ve beraberinde getirdiği iki deve yükü kadar mal istemiştir. Bu kabalık karşısında bile onu cezalandırmamış ve bedevinin istediğini vermiştir. ( Ahmed, Müsned, III/210) O, dünya saltanatı peşinde olsaydı devlet başkanlığına kendi ailesinden birini veliaht tayin ederdi. ( s. 329) Hz İsa’yı yüceltmeleri gibi kendisini yüceltmemelerini istemiş, kendisinin sadece Allah’ın kulu ve elçisi olduğunu belirtmiştir. ( Kastalani, el-Mevahibul Ledünniyye, s. 189) Carlyle, ‘gelecek hırsı mı? Bütün dünyanın tacları bu insan için ne fark eder? Onun işitmek istediği şey yeryüzünde değil yukarıdaki göklerin sesidir. Bütün dünya taçları, saltanatları, şanları,şerefleri kısa bir zaman sonra ne olacaktır? Hiç.’ ( Carlyle, s. 23)
Kavminin toplumsal ve ahlaki açıdan düzelmesi amacıyla sözlerine tesir kazandırmak için Allah’a İsnat ettiği iddiası
Dostları kadar düşmanları da peygamber efendimizin, doğruluğuna şahitlik etmektedirler. Ebu Süfyan, Herakliyus’un, ‘ yalan söylemiş miydim, aldatmış mıdır?’ sorularına ‘hayır.’ cevabını vermek zorunda kalmıştır. ( Buhari, Bed’ül vahiy, 6; Müslim, Cihat, 74) Devamı, Efendimiz neden çok hanımla evlenmiştir adlı yazımızda!
Kahin olduğu iddiası
Robinson, Mahome adlı eserinde, Kuran’a ve Hazreti Muhammed’e atılan tüm iftiraları tek tek sıralar, ustaca zannettiği bir manevra ile, o görüşleri benimsemediği izlenimini vermeye çalışır. Onun görüşü, ‘Kuran’ın cinlerin çöl kahinlerine ilham ettikleri ile tamamı ile özdeş bir kitap olduğu’ şeklindedir. (Rodinson, s. 82) İşin ilginci, bir paragraf sonra büyük bir çelişkiye düşerek,’ bir Kahin değildir Muhammed’ ifadesini de kullanabilmektedir. ( s. 83) Kahin, gaipten haber getiren falcı demektir. Kahinler puthanelerde otururlardı. Her birisinin kendisini özel bir putu vardı ve ona hizmet ederdi. Kehanet ücreti olarakta büyük paralar alırlardı. Müslüman olduktan sonra birçoğu yaptıkları hileleri bizzat kendileri itiraf etmişlerdir. ( s. 332) Müddessir, ‘ bürünüp sarınan’, Müzzemmil ‘örtünüp bürünen’ anlamlarına gelir. Tor Andrae, pek çok kahin, ilham almak istediklerinde, başlarını örterlerdi, Muhammed’de aynı şeyi yapmıştır der. (Tor, Mahonet, s. 28 ) Hiçbir kaynakta Hz Peygamberin vahiy geldiğinde özel bir kıyafete büründüğüne dair bir bilgi yoktur. Peygamberin bir örtüye sarılması, bir vahiy almak için değil, vahiy esnasında duyduğu Heybet, manevi ağırlıktan dolayı böyle bir şeye sarılma ihtiyacı duymasındandır. Yani bu önce olan bir şey değil, vahiy sırasında ve sonrasında üstünün örtülmesini istemesi söz konusudur; örtünme, sebep değil sonuçtur. ( s. 332) Müşriklerin önderlerinden Velid bin Muğire bile, ‘ Hayır, vallahi o Kahin değildir. Biz kahinleri görmüşüzdür.’ demiştir. ( İbni Hişam, I/ 270) Bir insan, çok ileri emellerinin kalmadığı 40 yaşından sonra bütün dünyayı hatta, bütün kabilesini, akrabalarını karşısına alıp da sonu görünmeyen bir maceraya atılmaz. Hz Peygamberin, hedefleri, Allah’ın emir ve iradesine dayandığı için, oryantalistler gibi aciz bir insanlara cüretkarane, atakça görünebilir, fakat davasında güç ve kuvvetini, kainatın yaratıcısından alan Hazreti Muhammed’e, ‘ Güneşi sağ elime, ayıda sol elime verseniz, davamdan yinede vazgeçmem.’ sözünü dedirten imanın oryantalistler tarafından idrak edilip, takdir edilmesi elbette beklenemez. ( s. 335)
Yusuf Ziya Yörükan, Vahyin gelişini Dr. Dozy,’nin isteri, Sprenger,’in tasavvuf, L. Caetani’nin kahinlerde olduğu gibi cin ve şeytan işi olduğu iddialarına cevap verir. Kitab-ı Mukaddes’te, ‘Rab, Musa’ya dedi ki: O’na rabbin meleği çalı içinde ateş aleviyle göründü.’ ( Huruc, bab, 3) ve İncil’de birçok yerde İsa’nın cinlerle görüşmelerini örnek göstererek cevaplandırır. İlk zamanlarda cinlenme iddiasını Mekke’li müşriklerde dillendirmiş ama sonra hepsi bütün kalpleri ile İslam’ı kabul etmiş ve Hz Muhammed’i takip etmişlerdir. ( Prof A. Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 55)
.
Şair olduğu iddiası
Mekke’li müşriklerin ileri sürdüğü iddiaların tamamı çağımız oryantalistleri tarafından da aynen tekrar edilmiştir, değişen tek şey, gerekçelerdir! “Onlardan evvelkiler de tıpkı onların dediklerini demişlerdi. kalpleri nasıl da birbirine benziyor.” (Bakara, 118) Hz Ömer anlatıyor, Müslüman olmadan önce Resulullah ile tartışma için bir gün evden çıktım. Hakka suresini okumaya başladı, içimden bu bir şairdir, diye düşündüm. Rasulüllah hemen, muhakkak o Kuran Allah’ın indirdiği bir sözdür. O bir şair sözü değildir. ayetini okudu. ( Hakka, 40-41) O zaman ben, bu bir kahindir diye düşündüm ki, Resulullah, O bir kahin sözü de değildir, alemlerin rabbinden indirilmedir, ayetini okudu. ( Hakka, 42-47) İşte o gün kalbim İslam’a karşı iyice yumuşamıştı. ( İbni Kesir, tefsir, ilgili ayetler) Şairler çoğu zaman hayal aleminde dolaşırlar, duygusal davranırlar. Arap şairler genellikle, aşk, seks, içki, savaş, ırkçılık gibi konuları işlerlerdi. Ayrıca aşırı sözler, yalanlar, iftiralar, alay, övünme gibi şeylere çok meraklıydılar. ( s. 339)
Hz Muhammed’in farkında olmaksızın kendi kendisini aldattığı ve gördüklerinin hayal olduğu iddiası
Kuran Onun bir takım ruhi tezahürlerinin eseri olamaz mı? O bir mecnun olabilir mi? Vahiy meleği halisünasyon olabilir mi? Sözleri bilinçaltına itilmiş bir takım arzuların dışa yansıması olabilir mi? …Aslında bu ithamlar yeni değildir. Müşrikler de Peygamberimize mecnun demişlerdir! (s. 341) Goldziherr, ilahi vahyi inkar eder, Hz Muhammed’in anlattıklarının, Yahudi veya Hıristiyan bilgilerinin karışımıdır, bunlar onun ruhumun derinliklerini inmiş ve kalbinin kendisine mal ettiği bir inanç halini almıştır, sonuçta vahye bir vasıta olduğuna samimi olarak inanır hale gelmiştir der. ( Golziher, Le Dogme et la Loi de L’Islam, s. 3) Muhammed Kuran’ın kaynağı olsa idi bunu iftiharla kendisine nispet eder, kendisine kutsiyet isnat edebilirdi. Buna hiçbir engel de yoktu. Halbuki O, Muhammed’ül- Emine idi; Hılful fudula üye idi ;Hacer ül Esved taşını yerine bizzat o koymuştu: Doğruluğu, güvenilirliği, akıl ve hikmeti olan bir zat idi. Son derece akıllı ve hikmete uygun görüşleri vardı. Utbe tarafından kendisine sunulan, mal ve hükümdarlık önerisini de, Fussilet suresinin baş tarafını okuyarak reddeden o değil miydi? ( İ.Hişam, I/293) Böyle bir zat Mecnun olabilir (s. 348) Onun bu yeni hal ve tutumuna bir türlü bir anlam veremiyorlardı. Bunun içinde çelişkilere düşerek, aynı anda birbirine zıt ithamlarda bulunuyorlardı. Bu da onların iddialarında samimi olmadıklarının delili idi. Delilik isnadı, Hz Nuh’a da, Musa’ya da yönetilmişti. ( Müminun, 25; Şuara, 27)
Ruh hastası olduğu iddiası
Oryantalistler, Vahyin inişi esnasında hazreti peygamberde görülen bir takım tezahürlere bakarak, onu sara veya benzeri sinirsel hastalıklara maruz bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Hz Muhammed’e gelen vahiy şekilleri çok değişiktir: Sadık rüyalar, kalbine ilham olması, Cebrail’in genç bir insan suretinde gelmesi, çıngırak sesi şeklinde, Cebrail’in gerçek şekli ile görülmesi, doğrudan doğruya arada bir perde olmak şartıyla Allah ile konuşarak veya uykuda. ( s.344) Çok soğuk günlerde bile ter taneleri, mübarek alnında inci taneleri gibi parlardı. ( Buhari, Betül Vahy, 2; Tirmizi , menakıb, 7) Zeyd bin Sabit’in dizi Hz Peygamberin dizinin altında bulunuyordu. Zeyd, vahiy gelince peygamberimizin dizinin ağırlığını öyle şiddetli hissettiği ki, neredeyse dizileri kırılacak gibi oldu. ( Buhari, Salat, 12; Tirmizi, tefsir, 4,19) Rivayetlerden anlaşıldığına göre vahiy ağır bir iştir. Normal bir insan, insan üstü bir mesaj almaktadır! Bu konulardaki rivayetlerin asılsız olması ihtimalden çok çok uzaktır. Bu rivayetlerin Hz Peygamberi övücü veya yüceltici bir tarafı bulunmadığı gibi, bu kadar çok rivayetin asılsız olduğunu kabul etmekte zordur. Eğer raviler oryantalistlerin iddia ettikleri gibi, peygamberimiz için bir övgü düşünseydiler, meleklerin semavi güzellikleri ile peygamberimize indiğini, nefes alıp verir gibi kolaylık da vahiy aldığını ve vahiy sırasında yüzünün parlak bir nurla parladığı vb. gibi iddialarda bulunabilirlerdi. ( s. 345) Paris Üniversitesinden A. Baire de Boismont, Des Hallucinations adıyla yazdığı eserin 551. sayfasında şunları aktarır: ” Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden Dr. Rensulen, Muhammed hakkında, kendi şahsi çıkarını terk ile tercih ettiği o kadar fedakarlıklarıyla bütün bir kavmin din konularında ve ahlakında o kadar hayret verici bir inkılap meydana getirmiş olan zat, asla mecnun belli değildir… Bu fikirler ve putperestliği devirip yerine biricik ve ruhani bir Allah dinini ikame eden bu zat mecnun değildir.
Sara hastası olduğu iddiası
– Bu konu ayrıca, ‘Vahiy esnasında Hz Peygamber, vahiy ve sara (Epilepsi) iddiası ‘ adlı yazımızda ele alınmıştır! –
Epilepsi iddiası sağduyudan yoksundur, sadece cehalet ve ön yargıya dayalıdır. (Watt, Muhammed Mekke’de, s, 95) Leone Caetani: Muhammed’in saralı olmadığı sabittir. (Caetani, İslam tarihi, s. 255) Emily Dermenghem: Babinski, bu iddianın yanlış olduğunu ortaya koymuştur. (Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti, s.16) Emily Dermenghem: saralı halini iddia etmek gülünçtür. (Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti, s. 291)
Öncelikle o dönemde Sara hastalığı bilinmekte idi. (Buhari, Merda 6, VII, 4 ve Müslim, Birr 54, IV ) ama Mekkeli müşrikler, Peygamberimize böyle bir ithamlarda bulunmamışlardır. Bir çok oryantalistte bu görüşü reddeder. Başpiskopos Tor Andrae, ünlü tarihçi Caesar Farah, Marksist oryantalist Maxime Rodinson, Hıristiyan İslam tarihçisi Montogomery Watt gibi. (Muhammad: Prophet and Statesman, Oxford University Press. s. 19)
“O zaman doktor var mıydı, evet vardı. Medine’de Haris İbni Kelde adıyla Cundi Shapur üniversitesinden mezun olan bir doktor çalışıyordu. Hz Muhammed’i de hemen her gün görüyordu.” (Operatör Doktor Mehmet Ali Derman, Çürütme (reddiye), s. 48) John Devenport, “Muhammed’in Sara nöbetlerine tutulduğuna dair olan söylentiler, Yahudilerin alçakça uydurmalarıdır.” (Operatör Doktor Mehmet Ali Derman, Çürütme (reddiye), s. 73)
Hz Peygamber’in çağdaşı olan Mekkeli müşriklerden hiç kimseye bu hastalıkla ilgili bir itham ortaya atamamıştır. Bu ithamı ilk ortaya atan Bizans’lı yazarlar olmuştur, daha sonra Avrupalılar bu ithamı ithal etmişlerdir. Mesela Fransız oryantalist G. Le Bon, vahyi bir Sara nöbeti olarak nitelendirir. ( Hadaratul-Arap, s. 141) Alfrede Guillaume ise bu iddiayı şiddetle reddeder! Bunu yaparken, Hz Peygamberin sahip olduğu üstün akıl, aklî ve ruhi dengelilik, siyasi ufuk genişliği ve davasındaki kararlılığı temeline dayanır. Bu oryantalist dini tecrübenin psikolojik tezahürleri üzerinde yapılan araştırmaların bu ithamı kesinlikle çürüttüğünü söyler. ( Guillaume, Islam, s. 25) R. V. C. Bodley de, Kuran’ın her kelimesi vahiyler nazil olduktan sonra tamamıyla, berrak zihin ve düşünce ile dikte ettirilmiş, yazılmıştır. Bir saralının sara nöbetinden zihni açık ve berrak düşüncelerle dolu olarak katiyen çıkmadığını her tıp mensubu teyit edecektir. Sara bugüne kadar hiç kimseyi bir peygamber veya bir kanun koyucu yapmadığı gibi, kimseyi de iktidara yükseltip mevki sahibi yapmamıştır. Bilhassa o zamanlarda böyle bir hal, ona sahip olanı, yarı çılgın veya düpedüz çılgın olarak gösterirdi. Eğer hakikat aklı başında ve salim düşünce sahibi bir tek insan varsa, o da Hz Muhammed idi. ( Bodley, the Messenger, The Life of muhammed, s.64 ) Orhan Hançerlioğlu’nun, Ruhbilim sözlüğünden: ” Sara, yere düşme, çırpınma ve ağız köpürmesi ile beliren bir sinir hastalığıdır. Zihinde bir zedelenme ya da ur sonucudur. Büyük nöbet bir buçuk dakika kadar süren kasılma ile olur, sonra hasta yere düşer, bilincini yitirir, vücudundaki tüm kaslar kasılır, yüzü morarır, dilini ısırır, kol ve bacaklar ritmik bir biçimde kasılıp gevşemesi bunu izler. İdrarını kaçırır. Saralı kişilik, çekingen, ürkek ve insanlardan kaçan bir ruh yapısına sahiptir. (Hançerlioğlu, s. 323) Hz Muhammed’de düşme, çırpınma, ağız köpürmesi görülmemiştir. Tarih, soyundan sarılı birini de kaydedilmemiş. Dilini ısırması, kol bacaklarında kasılmalar- gevşemeler, çığlık atmak, yere düşmek ve benzeri hiçbir sara hastalığı özelliği onda görülmemiştir. İnsanlar tarafından sevilmemek, ürkeklik, çekingenlik gibi bir özellik de asla onun için ileri sürülemez. ( s. 349) Sarsılmaz bir azim ve kararlılık onda vardı. Engin bir cesarete sahipti. Ticaret yapmış, aile kurmuş,devlet yönetmiş, kumandanlık, imamlık yapmıştır. Tüm bu kimlikleri ile hep hayatın içinde bulunmuş, hep önder ve rehber olmuştur. Vahiy hali geçer geçmez, vahyin inişine sebep olan probleme cevap verir, Arap edebiyatının görebildiği en üstün bir edebi ifade ile vahiy halka duyururdu. Eğer Vahyin tezahürleri, sara hastalığının göstergelerinden olsaydı, bizzat sahabelerin tepkisi hemen kendisine koşmak, onu kurtarmak şeklinde olacaktı, fakat hiçbir zaman bu böyle olmamıştır. ( s. 350) Eğer böyle bir hastalığı bulunsaydı, ayakta iken, bir değneğe dayanırken, otururken veya bir hayvan üzerinde iken ansızın gelen vahiy onu yere düşürüldü ama asla böyle bir şey olmamıştır. Sara hastası olsaydı, Hira mağarası mağarasında tek başına nasıl gecelerce kalabiliyordu? Öyle ya orası taş ve kayalıktı. Tarihi onu, peygamberlikten öncede anormal yaşayış, garip davranışlar gösteren bir olarak kaydetmemiştir. Mekkeli müşriklerde kendisini sara hastası olmakla nitelendirmemişlerdir, bunu ancak onu hiç görmeyen, yüzlerce yıl sonra Bizans Hıristiyanları fark edebilmiştir.(!) Sözlerinden ilim, şefkat, muhabbet akan, en mükemmel bir insanlık örneği olan Hz Muhammed’i bir saralı karakter olarak ileri sürmek, bir hezeyandır! ( s. 351) Hastalıklı bir kişilik, en azından önyargılı bir mutaassıp göstergesidir.
John Davenport, epilepsi iddiasının Yunanlıların bir uydurması olduğunu belirtir. ( Davenport, Hz. Muhammed ve Kuran, s. 12; Prof A. Demircan, Oryantalistlerin siyere yaklaşımı, s. 223, 242)
Histeri ve Nevrasteniye yakalandığı iddiası
Menzis, Hz peygamberi bu hastalıkla itham etmiştir. (s. 352) Bu konuda Nevrasteni ve histerinin ne olduğunu Ruhbilim sözlüğünden öğrenelim: Nevrasteni, bedensel ve ruhsal güçsüzlük hastalığıdır. Unutkanlıkla başlar, baş ağrısı gözükür, sıkıntı, keyifsizlik, durgunluk ve hastalık hastalığı eğilimleri belirtilerindendir. (Hançerlioğlu, s. 258) Histeri ise, histeri nöbetleri ile kendini gösterir, hasta birden bire çığlık atarak veya ağlayarak kendini yerlere atar. Bedende çırpınmalar baş gösterir. Hasta nöbetten ağlama veya gülme kriziyle açılır. Kıpırdadıkça bağırır, bulantı ve kusmalar gözükür. Hasta birçok korku hisseder, görme bozukluğu yaşar. Histerikler gösterişçi ve yalana eğilimlidirler. ( s. 260 ) Histeri şiddetliyse genellikle delilik ile sonuçlanır. Bazen histeri ve sara birlikte olabilir. ( New Medical Dictionary, Hysteria ) Bu belirtilerin hiçbirinin Hz Muhammed’in hayatı ile uzaktan yakından alakası yoktur. O, son derece dengeli bir hayat yaşamış idi. Hayatı boyunca sağlığı tam olarak yerindeydi, karşılaştığı türlü türlü sıkıntılara rağmen, herhangi bir hastalık çektiğini göremiyoruz; hafızası da dillere destan idi, görme bozukluğundan şikayeti yoktu. Onun hayatında tek bir fobi, korku gösterilemez! Sürekli olarak kendisine Musallat olan ve hayatını normal düzeni içerisinde yaşamasına ve diğer insanlarla sağlıklı ilişkiler kurmasına engel olan, tek bir fikir gösterilemez. Bu sinirsel hastalıklara maruz kalsaydı, doğal tepkisi bir çare arama şeklinde olurdu. ( s. 355) Yirmi üç senede Resulullah sayısız eziyetlere, komplolara ve değişik inanç sahiplerinin savaş ve mücadelelerine hedef olmuştur: Hahamlar, papazlar, keşişler, komutanlar, servet sahibi tüccarlar, kabile reisleri ve hükümdarlar önce kendisine savaş açmış sonrada ona iman etmişlerdir. Dostları, ashabı her ve durumda kendisini gören, hiçbir sırrı kendilerine gizli kalmayan insanlardı, onlar kör müydüler, onun hasta olduğunu fark etmediler mi? ( s. 357) Barthelemy-St-Hilaire, ‘Muhammed ve Kuran’ isimli kitabında bu konuda şöyle der: Muhammed’in bu garip hali, sırf fizyolojik ve hastalık sebepleri ile açıklanmak edilmek istendi. Güya çocukluktan beri maruz bulunduğu sara nöbetlerinden bahsedildi. Muhammed’in histerik olduğuna inanan Sprenger onu, Sudenberg ile kıyaslar. Fakat Sudenberg ancak hiçbir şey tesis etmemiş garip bir insan idi. Onda dine benzeyen bir şey yoktur. Ben Muhammed’in isterya veya sara olmadığını itiraf ederim. Şüphesiz Onda başka bir şey vardı, o ne yalancı, ne de bilinç bozukluğu olan biri değildir. ( s. 99-101)
Hallucination iddiası
Gerçekte bulunmayanı algılama hastalığıdır. ( s. 359) Algı hastalığı üçe ayrılır: Var olanın yanlış algılaması ( illusion). Paranoyaklık, alkol çıldırmaları görülen ve seslerin küfür gibi algılandığı, nesnelerin yılan gibi görüldüğü hastalık ise hallucinose hastalığıdır. Hallucinationda ise ortada bir şey yoktur. Aslı olmayan şeyleri görme, duyma, hissetme hastalığıdır. Özellikle alkol çıldırılarında baş gösterir. Afyon veya esrar kullanımında hasta bazı sesler duyar. uzun süreli esrar kullanımında koku kaybı da gözükür. Özellikle alkol ve kokainmanlarda dokunma hallucinationlara rastlanır. Deride yanma, acı hissedilir. ( Hançerlioğlu, s. 322-323) şimdi cevaplara gelelim ( s. 360-364) :
Birincisi: Bir hastalığın teşhisi muayene edilmesine bağlıdır. Tahlil yapılır incelemeler, kontroller ve takipler sonunda teşhis konur. Kulaktan dolma bilgilerle, hastalık teşhisi konmaya kalkışmak gerçekçi olmaz. Hele 14 asır önceki birçok bilgi tahrif edilip, bozularak bir teşhiste bulunma gayretine girilmesi, bilimin ve tıbbın kurallarına aykırıdır. İkincisi: Birbiriyle sürekli savaşan Arapları, önce birbirine kardeş yapıp, putperestliği ve çirkin adetleri ortadan kaldıran, birçok savaşlara kumandanlık eden, din ve dünya işleri ile ilgili kurallar koyan, barbarlığı medeniyete dönüştüren, insanlara kıyamet gününe kadar bir yol gösteren birisi hasta ve vehimli bir adam olamaz. Üçüncüsü: ‘Eğer biz bu Kuran’ı bir dağın üzerine indirseydik, o dağı paramparça olmuş görürdün.’ ( Haşr, 21-22) ‘Biz senin üzerine ağır olan sözü, Kuran’ı indireceğiz.’ ( Müzemmil, 5) En azından bir İnsaf sahibi olmak gerekir; vahiy almak zor bir görevdir! Dördüncüsü: Vefat hastalığından başka bir hastalık geçilmediği, tarih kitaplarında olan, alkol-uyuşturucu kullanmak şöyle dursun, Hz Muhammed’in bunları yasakladığını herkese bilir. İslam düşmanı Renan bile itiraf etmek zorunda kalmıştır: Hiç kimse onun kadar sağlam bir kafa ve düşünce yapısına sahip olmamıştır. ( E. Renan, Mahomet et les origines de L’Islamisme, s.1080) Beşinci: Hallucination, gerçekten bulunmayana görme hastalığıdır. Peygamberimiz Cebrail’de dahil birçok meleği görmüştür. Bütün peygamberlerde aynı gerçeği dile getirmiştir. Böyle bir hastalık iddiası o insanların peygamberleri içinde söz konusu olmuyor da, neden dost ve düşmanın ittifakıyla son derece zeki, dürüst ve sağlıklı olan Hz Muhammed için söz konusu ediliyor? Bunu dini taassuptan başka bir şey ile izah etmek mümkün müdür? Altıncısı: Hz Peygamber kendisine ilk vahiy geldiğinde, görüp duyduğunu hemen doğrulamadı. Aksine gördüğünün vehim olabileceğini düşündü, araştırdı, zamanla kesin kanaate vardı. Yedincisi: Peygamberimizin istediği halde vahiy gelmediği durumlar pek çoktur. Peygamberimizin kendi içtihadıyla fetva verip, daha sonra, söylediğinden farklı bir çözümle vahiy geldiğini görüyoruz. Bu da kesin olarak ifade ediyor ki, hazreti Muhammed bu görevine farkında olmaksızın da olsa bir katkıda bulunmamıştır. Kuran hazreti peygamber herhangi bir konu üzerinde yoğunlaştığı sırada inmiyordu. Çoğu zaman beklenmedik bir biçimde, Hz Peygamberin karşısına çıkan değişik problemleri ele almak, çözüme kavuşturmak amacıyla iniyordu. Sekizincisi: Vahiy tek bir biçimde inmemiştir. Bu da bir çok hastalık iddiasını boşa çıkarır. Dokuzuncusu: Zeyd bin Sabit’in vahiy esnasında dizilerinin ağırlığını hissetmesi, deve üzerinde iken inen vahyin, devenin çökmesine sebep olması, sahabenin vahiy esnasında arı vızıltısına benzeyen ses duyması, tüm bunlar vehim, hayal değildir. Aksine bir realite olarak, başka insanlar tarafından da hissedilen gerçeklerdir. Onuncusu: Kuran’da birçok gaybi haber, bilimsel tespitler vardır. Bunları hallucination ile izah etmek mümkün değildir. On birincisi: Hallucination, yaratan, tek ilah inancı, hayatın bir amacı olduğu fikri, insanın mesuliyeti prensiplerini içeren bir dini açıklamaya yeterli olabilir mi? On ikincisi: Acaba bütün Arap Yarımadası’nda hallucinationa bir tek Hazreti Muhammed mi yakalandı ki, bu Araplara çok yeni ve orijinal olarak geldi de, ona inanıp iman ettiler? Bu hastalığa tutulan başka hiç kimse, böyle bir sistem kuramadı. Bunu yalnızca Muhammed mi başardı? On üçüncü: Müşriklerin iddiaları birbirini yalanlayan, çürüten, çok farklı iddialardan oluşur. Hz Muhammed’e yönelttikleri ithamlarda kararsızlıklar: Ona, sihirbaz, Şair, Mecnun, dediler, ne bir ithamda karar kılabildiler, ne dediklerinden birisini ispat edebildiler. Sonunda tüm bu ithamlardan dönüp, Müslüman oldular. Böylece kendi kendilerini de yalanlamış oldular!
Bilinçaltındaki arzularının dışa yansıdığı iddiası
Oryantalistler vahiy kaynağı olarak gizli arzulardan ve şuur altındaki isteklerden söz ediyorlar. Onlara göre Kuran, gizli arzularını tatmin ve ruhen büyük sıkıntı çektiği bu ağırlıkları hafifletmek üzere kasıtsız ve şuursuz bir biçimde Hz Muhammed’den kaynaklanmıştır. halbuki vahiy çoğu zaman, Hazreti peygamberin arzularına açık ve hiçbir taviz ve hafifletme göstermeden, güçlü bir biçimde karşı koymuştur: Amcası Ebu Talib’i seviyordu, onun Müslüman olarak can vermesini çok temenni ediyordu. Öyle olduğu halde, neden amcasının kelime-i şahadet getirdiğini belirten bir vahiy vehmetmedi? Aksine vahiy, Allah’tan bağışlama bile dilemesine izin vermemişti. ( s. 365) Zeynep Binti Cahş ile evliliği konusu; ” Sen insanlardan korkuyorsun. Oysa Allah kendisinden korkulmaya daha lâyıktır.” ( Ahzap, 37) Hz Ayşe, ‘ Eğer Hz Peygamber vahiyden bir şey gizlemiş olsaydı, bunu gizlerdi.’ buyurmuştur. (Buhari, Tevhid, 22 ; Müslim, İman, 288) Hz Hamza şehit edilmişti Uhud Savaşı’nda. Ciğerleri dişlenmiş, burnu, kulakları kesilmişti. Ebu Süfyan, cansız yerde yatan Hazreti Hamza’nın vücuduna mızrağı ile vurmuş, ‘Tat bakalım akrabalarına isyan etmenin cezasın.’ demişti. Öfke, üzüntü ve hasreti doruğa yükselen Hz Peygamber, ‘ Allah Kureyş’e karşı kendisine bir yerde zafer nasip ederse, onlardan 30 adamı aynı şekilde ‘müsle’ yapacağına.’ yemin etmişti, Müslümanlarda ant içmişti. Ama nasıl vahiy indi? ‘Ceza verilecekse yapılanın misliyle ceza verilmesini, bununla birlikte sabır ettikleri takdirde bunun kendileri için daha hayırlı olacağını belirten bir ayet iner. ( Nahl, 126- 127) Hz Peygamber de sabrı tercih ederek, savaşta öldürülenlerin organların kesilmesini yasaklar. ( İbni Hişam, II/96) Bu çirkin işi gerçekleştiren Hint ve Ebu Süfyan daha sonra ele geçirilmiş ama bunların öldürülmesi gibi bir olay vuku bulmamıştır. Vahşi de Müslüman olmuş ve peygamberimiz Müslümanlığını kabul etmişti, sadece fazla gözüne görünmemesi ne istemiştir. ( İbni Hişam, II/72) Görüldüğü gibi aradan geçen onca yıla rağmen Hazreti Hamza’nın hatırası ve ölüm acısı Peygamberimizin ruhumda bütün tazeliği ile duruyordu, ama ne intikam almasına, ne de almamasına ilişkin herhangi bir vahiy gelmiyor. Bu mu bilinçaltındaki arzuların tefsiri? ( s. 367) Peygamberimiz, Allah’ın annesi için bağışlanma dilemesine müsaade etmediğini belirtmiştir. Peygamberimiz, en azından konuşmayıp, gizlenmesinde bir sakınca olmayan bu gibi özel işlerini bile doğru olarak ifade eder, herkese açıklardı. Bu bile onun peygamberliğinin doğruluğuna delil teşkil etmez mi? ( Şevkani, Neylül-Evtar, 4/109) Vahiy, Hz Muhammed’in gizli arzularını bir yansıması olsaydı, annesinin ahiret hayatında güllük gülistanlık akibetini canlandıran bir tablo ortaya koyamaz mıydı? “Sırf Rabbimiz Allah’tır, dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarın” çıkarıldıkları gün el konulan ev ve barklarını müşriklerden geri almalarına ilişkin bir vahiy neden inmedi? (s. 368) Oğlu İbrahim vefat ettiği gün neden, bütün kâinatın da bu üzüntüye ortak olduğuna dair bir ayet inmedi? Oysa O gün güneşte tutulmuştu, herkeste İbrahim öldüğü için bu olayın olduğuna inanmıştı. Ama Peygamberimizin cevabı ne oldu, ” Güneşin ve ayın, hiç kimsenin ne doğumu ve de ölümünden dolayı tutulmayacağını.” söylemiştir. ( Buhari, Küsuf,1; Müslim, Küsuf, 6; Ebu Davud, istiska, 3; Nesai, Küsuf, 6; İbni Mace; ikame 152) Bununla da bitmiyor, aksine birçok ayette inip, Peygamber’in yaptığı bazı davranışların yanlış olduğunu ifade etmiştir: Nur, 6-9 ; Mücadele 1; Enfal 67; Tevbe, 80; Hakka, 44; İsra, 74) Rodinson bile onun huzurlu, dengeli, güvenli ve çevresindeki insanların takdirini kazanmış olduğunu itiraf etmekte ve onu ruhi ve sinirsel hastalıklarla itham edenlerin görüşünü reddetmektedir. ( s. 49-53)
Kolektif bilinçaltının eseri olduğu iddiası
Watt, vahiy kaynağının yaratıcı hayal olduğunu savunur, bunu bütün dinledin kaynağı olarak da kabul eder.( Watt, el vahyul-İslami fil-Asril-Hadis, s. 109 ) Halbuki vahiy indiğinde, Peygamberimizin şuuru tam olarak yerindedir, kendisine vahiy edilenleri sağlıklı, eksiksiz ve itinalı bir biçimde insanlara nakletmiştir (s. 373)
Eksik bir mistik makamın ürünü olduğu iddiası
Maxime Rodinson’a göre Hz Muhammed zahidine birtakım eğitimlere sahiptir. Her türlü zevkleri reddeden ve uzun uzun namaz ve ibadetler yolunu tutan bu hayat sebebiyle duyulan sesler eşliğinde kendisine keşif görünmeye başlar. Muhammed bir mistiğin oluşmasına tam elverişli bir mizaca sahipti. – Başka oryantalistler de onu, tam aksine şehvetperest olarak ilan etmişlerdi! – Mistikler, Teopatik hal durumuna geçince tanrı ile kendisini bir hisseder. Robinson, Muhammed’in bu hale hiç geçmediğini söyler. O, Tanrı’dan daima ayrı görecektir kendini, der. ( Rodinson, Mahomet, s. 105-107) Kendisi Marksist olup hiçbir ruhi ve manevi güce inanmayan Rodinson’un, tamamen manevi, ruhi ve ilahi hakikatler üzerine bina edilebilecek böyle bir tespite nasıl vardığını insan merak ediyor? Hz Muhammed ile aynı şartlara sahip yüz binlerce insan hayat sahnesine ayak basmış ve ömür müddetini tamamladıktan sonra bu dünyadan çekilmiştir. Acaba neden onlardan biri Kuran gibi bir eser ortaya okuyamamış,İslam gibi bir sistem tesis edememiştir. ( s. 375) Ayrıca Rodinson’un iddiasının aksine, İslam mutasavvıfları Hz Muhammed’i örnek almışlardı, ruhbanlık ise İslamiyet’te reddedilmiştir. (s. 376)
Hira Mağarasında Gördüklerinin bazı olaylar karşısında duyduğu şiddetli üzüntü, korku sonucu meydana geldiği iddiası
Oryantalist Bouquet, Hz Muhammed’in Hira Mağarasında gördüğünün hayalden ibaret olduğunu belirtir. Bunu da iki erkek çocuğunun ölümünden dolayı duyduğu şiddeti üzüntüye bağlar. ( Comparative Religion, s. 266) Ledit ise, bunu oğlunun ölümüne, hanımının yaşlılığına, dağ başında içinde bulunduğu yalnızlığa ve cinlerden olan korkusuna dayandırır. ( J. Charles Ledit, Mahomet, s. 110) Rodinson ise, Hz Muhammed’in zenginlerden intikam almak istediğini iddia eder. ( Rodinson, s. 78, 109) Hz Hatice vefat ettikten, sonra Hz. Ayşe’ye, ‘Allah’ın kendisine Hazreti Hatice’den daha hayırlı bir eş vermediğine yemin ederek ve hiçbir hanımın kendisiyle yarışamayacağı faziletlerini ‘sayarak, Hz Hatice’nin büyüklüğünü, yıllar sonra bile unutmadığını göstermiştir. (Buhari, nikah, 108; Müslim, fedail sahabe, 74; Tirmizi , Birr, 70; İbni Mace, nikah, 56; Ahmet, Müsned, VI/115) Hazreti Hatice’nin malı ile Mekke’nin zenginler arasında zaten Peygamberimiz girmiş idi. (s. 377) Peygamberimiz güçlenip, düşmanlarına boyun eğdirdiğinde, aşağılık kompleksi taşıyan küçük ruhlu insanlar gibi, zenginlerin mallarını ellerinden almamıştır. O, zengin ile fakiri eşit tutmuştur, yeter ki Mümin olsunlar. Irving, “Ne gibi bir şerefin arkasından koşabildirdi ki? Üstün aklı ve nezihliği ile kavmi arasında sosyal mevkii zaten yüksekti. Üstelik ünlü Kureyş kabilelerinin en asil koluna mensuptu. Mekke’de Kabe hizmetçiliği ve reislik ailesinin elinde bulunuyordu. ( W. Irving, Mahomet and His Successors, s. 195) der. Peygamberimiz kız ve erkek çocuk ayrımı yapmamıştır. Peygamberimizin erkek çocuğu vefat edince, Mekkeli müşrikler kendisiyle alay etmişlerdir, ama bu Hz Muhammed’in yeni bir bir din getirmesinden sonra olmuştur, yoksa daha önce Mekkeli müşrikler kendisine saygı gösteriyorlardı. Yani Peygamber olmadan önce alay ile muhatap olmamış – bu sebeple de sonradan peygamberlik iddiasında bulunmamış- , peygamberliğinden sonra, bu yeni getirdiği din sebebi ile eleştirilmiş , bu arada çocuklarının vefatından dolayı alaya alınmıştır.( s. 379) uzletten, cinlerden korkan birisi, neden her sene peş peşe, hem de gecelerce, bu yalnızlığı tercih etsin? 23 sene boyunca kendisine vahiy gelmeye devam edişini nasıl açıklayabiliriz? Bu zaman zarfında, büyük çoğunlukta arkadaşların arasında ve gündüzün ortasında vahiy olayı gerçekleşir. Ortada ne ifritlerin korkusu ve ne de gecenin uykusuzluk krizleri söz konusuydu. ( s. 380)
III. Bölüm
Kuran muhtevasının, içeriğinin kaynağına delaleti
İhmal edilmemesi, gereken bir konu da Kuran’ın içeriğine bakarak kaynağına işaret ve deliller bulmaktır.
Söz söyleyenin aynasıdır, kişinin söz ve yazılarında onun tabiatı açıkça görünür. Kuran okuyucusunun ilk anda fark edeceği açık bir ilahi heybet, azamet ve sayfalarda konuşan, emreden, yasaklayan, teşvik eden, teselli de bulunan ve yol gösteren yüce bir zat’ın bulunduğudur. Ayrıca onda geçmiş, gelecekle ilgili gaybi haberler bulunur. Bir takım bilimsel gerçekler Kuran’da yer alır. Kuran’da ilahi bir otorite ve azametin açıkça göze çarpar. (s. 383) Okuma yazması olmayan bir çobanın, yıllarca bir profesör gibi konuşup, onun ilgi alanına giren konularda ahkam kesmesi, buna karşılık açık vermemesi mümkün müdür? Bir insanın – haşa- 23 sene gibi uzun bir zaman, hatta aradan geçen 1400 küsur sene boyunca Allah adına konuşması, buna milyarlarca insanı inandırması mümkün müdür? Allah’ın sanatını ne kadar mükemmel, güzel, üstünse Allah’ın kelamı da, insanların kelamından o derece daha üstün, harikadır. Çünkü kelam, kuvvet ve üstünlüğünü mütekellimden-konuşanından alır. Kuran’ın satırları arasında uluhiyetin ceberrut, kibriya ve azametini güneş gibi parıldadığını görürüz. ( Örnekler, s. 384 386: mesela, Hud, 44; Fussilat, 11;Yasin, 82; Bakara ,34; Kaf, 6-11; Meryem, 68-72; Taha, 13-16; Müminun, 64-67; İsra, 71-75;Enam, 94; Nahl, 45-50 gibi) Ayetlerde açıkça, ilahi soluk hissedilir. ( s. 387) Yalancı sahtekarların düşmanları karşısında, gönüllerini teselli edecek birisine ihtiyaç olduğunu itiraf etmeleri mümkün değildir, zira bu bir zaaftır. Kuran bununla doludur! İsra, 71-75; Furkan, 32 gibi. Hz Muhammed çok önceden tedbirini alıp Kuran’a bir ayet yerleştirerek, dilediğini yapmada serbest bırakıldığını ileri sürebilirdi. Kuran ne diyor, ‘sakın şüphe edenlerden olma.’ ( Bakara, 147) Hz Muhammed kendisine inen vahiyden şüphelenmekten, kendi kendisini sakındırmayı düşünmesi mümkün müdür? ( s. 388) Sahtekar bir insanın en son başvuracağı bir itiraftır! İnsanın yazdıkları da beşeri bir karakter vardır. Peygamberimize zulüm yapıldı, öldürmeyi planladılar, büyük yalnızlıklar, yoksulluklar çekti, sefalet içinde yaşadı, üst üste savaşlara katıldı, amcası şehit edildi…Acaba Ebu Talib’in hesapsız olarak cennete girdiğini bildiren bir vahiy uydurarak herkese ilan etmekten onu alıkoyan neydi? Peygamberin kişisel arzu ve duyguları başka Kuran ise başkaydı. ( s. 390 ) Hz Hatice’nin dünyadan Göçtü yıl, üzüntü yılı ilan edilir Hz Peygamber onun vefatından sonra sürekli olarak onu hayırlı anmıştır. Hz Ayşe onun anılmasından kıskançlık bile duyardı. Kuran’da bu sevginin akisleri nerede? Halbuki, Hz Meryem Kuran’da birçok yerde anılıyor, firavunun karısından bile söz ediliyor! Hz Hamza’da çok trajik bir şekilde öldürülmüştür. Hz İbrahim; oğlu vefat etmiş, cenazede yürümekte zorlanmış, gözlerinden yaşlar akmıştır, fakat Kuran-ı kerime bakın, Bağrı yanık bir babanın içini dökebilecek bir tek kelime olsun, konuya dair bir şey göremezsiniz! Onun sevinçlerinin de izlerine rastlayamazsınız, ne zafer karşısında beşeri coşku, ne de yenilgi karşısında insan üzüntüden asla eser görülmez Kuran’da. Bedir Savaşı kazanılmıştır, Ali İmran suresi 123 ve 127 ayetlerde zafer’in sevincinden hiç bir şey görülemez. Ayetler Allah’ın Müslümanlara olan nimetini ve onlar güçsüzken yardım ettiğini atlatmaktan başka bir şey söylemez, ‘savaşta onları Siz öldürmediniz fakat Allah öldürdü.’ denir. Uhud Savaşı’nda bozgunun sorumluluğundan sıyrıllmak için herhangi bir tartışma veya çekişme görülmez Kuran’da. Okçulara, netice ne olursa olsun yerlerinden ayrılmamaları emredildiği halde, sonucunda acı bir bozguna meydan veren yerlerini terk etme olayı gerçekleşmiştir. Kuran bu olayı bakın nasıl ele alır: ‘ Şu halde onları affet,bağışlanmaları için dua et, iş hakkında onlara danış.’ Eğer bu Kuran Hz Muhammed’den olsaydı, bu durumu fırsat bilir, muhaliflerine çok acımasız bir biçimde yüklenir ve istişareyi zorbalığa dönüştürebilir. Fakat Kuran, alemlerin rabbinden geldiği için, ona daha fazla istişare emrediliyor. ( s. 394 ) ‘Gaybın anahtarı Allah’ın katındadır.’ (Enam, 59) Kuran’da geçmiş peygamberlerle ilgili birçok gaybi ( görülmeyen alem; geçmiş-gelecekle ilgili) haberler, kıssalar bulunmaktadır. Nuh peygambere ait haberler için şöyle buyrulur: ‘ Daha önce ne sen bunu biliyordun, ve ne de kavmin.’ ( Hud, 49) Musa peygamber ile ilgili de: ‘Hayır sen Ey Muhammed! Mukaddes vadinin batı tarafında değildin, o hadiseyi görenlerden de değildin.’ (Kasas, 44) Hz Meryem kıssası için, ‘ Sen onların yanında değildin.’ ( Ali İmran, 44) Medine’ye hicretten sonra Yahudi ve Hıristiyanlarla karşı karşıya geldi. Onlar soru sorarak ve aldıkları cevaplar karşısında İslamiyet’e girdiler veya Necran Hıristiyanları gibi cizye verdiler. Kuran-ı kerim, Hazreti Adem’den Saadet Asrına- peygamberimiz zamanına- kadar birçok haber vermiş, gelmiş geçmiş peygamberlerin durumlarını haber etmiştir. İncil ve Tevrat’la ittifak ettikleri noktalarda onları tasdik, onay; ihtilaf ettikleri konularda düzeltme yapmış ve gerçeği ortaya koymuştur. Kuran hakimlik rolünü üstlenmiştir. ( s. 397 ) Kuran geçmişe ait haberleri görürcesine, canlı bir şekilde tasvir eder, maksat, amaç, gaye okuyana bildirilir! Kuran melekler, cinler, cennet, cehennem gibi konularda da haber verir, peygamberin bunu görmesine imkan yoktur. Normal bilgi edinme vasıtaları aracılığı ile öğrenemediğimiz bu konularda, ancak vahiy sayesinde aydınlanabiliyoruz. Kuran münafıkların gizli amaçlarla kurduğu, Mescidi Dırar hakkında da, gerçek yüzü hakkında peygamberimize bilgi vermiştir. ( Tevbe 107-108) Kuran gelecekle ilgilide haberler vermiştir. Haber verilen durumlar aynen gerçekleşmiştir. Mesela, Bizanslılar ile iranlılar arasındaki savaş (Rum, 3-5) gibi. (s. 399) Oryantalist Safary yaptığı Kuran tercümesinde, “Rum ve İran imparatorluklarının durumunu iyi bilen herhangi bir insan, dikkat ettiği takdirde böyle bir sonucu tahmin edebilirdi.” ( M. savary, Le Coran, s. 365) Eğer hal böyle iken, neden Resulullah bunu bildi de, Hazreti Ebu Bekir ile yüz deve üzerine bahsine giren kavmi bilemedi? Savaşın dokuz seneyi geçmeyecek bir süre içerisinde meydana geleceğini, henüz yeni savaştan yenik çıkmış bir tarafın zaferi ile sonuçlanacağını haber vermesi ve bunun gerçekleşmesi bir mucizedir. Bu haber gerçek olarak ortaya çıkmasaydı, İslam’ın geleceği üzerinde en büyük tahribatı oluştururdu. Ebu Leheb’in ve eşinin cehennemlik olacağı Kuran’da bildirilmiştir (Tebbet, 1-5) ve onlar imansız olarak ölmüşlerdir. Maide, 67. ayet indiğinde: ” Allah seni insanlardan koruyacaktır.” Peygamberimiz nöbetçilere, ‘ Gidin, Allah beni koruyacak.’ der -Teslimiyet ve imandaki derinliğe bakın! – ve Allah o’nu birçok düşmanından, etrafında koruma olmadığı halde korurda! ( Beydavi, tefsir, nüzül sebebi, s. 401) Ehli kitap’ın birçok yanlışını Hz Peygamber düzeltmiştir, yanlışlarını düzelttiği insanlardan bilgi öğrenmesi makul, akli değildir. Ehli kitaptan birçok alim Müslüman olmuş, müşriklerde çok geçmeden İslam’a canla başla teslim olmuşlardır. Müslümanların daha Mekke’de iken müşriklere galip gelecekleri, İslam dininin diğer bütün dinlere galip geleceği bildirilmiştir, hepsi aynen olmuştur. Kuran’da birçok bilimsel ayetler de vardır. Tarih, coğrafya, biyoloji, tıp, fizyoloji, kimya, fizik, astronomi… Doktor Maurice Bucaille, La Bible, le Coran et la science isimli kitabı bu konudaki örneklerle doludur. Üç ilahi-Semavi kitabı incelenmiş, içerikleri modern bilimin verileriyle karşılaştırılmış ‘Kuran’ın modern dönemde ilmi bakımdan tenkit edilebilecek bir taraf ihtiva etmediğine, içermediğine kesin olarak kabule mecbur kaldım.’ sözünü yazar söylemiştir. ( Bucaille, s. 13) Hayatın sudan başlaması (Nur, 45); arıların bal yapma şekli ( Neml, 69 ) gibi birçok bilimsel ayetler Kuran’da mevcuttur, devamı, Kuran ve bilim adlı yazımızda. Resulullah bizzat Kuranı Kerim’in tebliğcisi olduğu halde Kuran okudukça, ağladığını daha önce gördük. ( Buhari, Fedailül-Kuran, 35)
Sonuç
Oryantalistlerce ileri sürülen iddialar ise birtakım dini, siyasi, ideolojik ve sosyal kaygıların ürünüdür. Hazreti Muhammed halk arasında doğruluk ve güvenilirlik ile ün salmış, engin tevazu sahibi, yakın akrabaları, sahabeleri kendisine içtenlikle bağlı olan, her şeyini dini uğruna feda eden, Allah’tan emir aldığını anlar anlamaz her türlü tehlikeyi hatta ölümü göze alan, hak bildiğini haykıran, sade ama Yüce alemler ile bağlantılı olan, kararlı tavizsiz bir şahsiyettir. ( s. 422) İlk vahiy karşısındaki telaşı, tepkisi, onun peygamber olma, bir kitap ortaya koymak konusunda önceden bir düşüncesinin bulunmadığını gösterir. İnen ayetleri hızlı hızlı tekrar ederek ezberlemeye çalışması, onun yapaylıktan tamamen uzak olduğunu, samimiyetini gösterir. En çok ihtiyaç duyduğu anlarda uzun süre vahiy gelmemesi, pek çok kez vahyin kendi arzusuna aykırı olarak inmesi, bazen kendisini ayetlerin tenkit etmesi ve bunun gerek kendi hayatı boyunca, gerekse ondan sonra yüzyıllarca dillerde tekrar ettirmesi de onun samimiyetinin delili, açık bir göstergesidir. Tarihte, kendisine ait çok kıymetli bir eseri başkasına mal eden kimse yoktur. Peygamberimizin Kuran’a olan saygı ve bağlılığı, onu ezberleme ve korumaya gösterdiği titizliğe ve bunu kendi sözlerine, hadislerine, göstermemesi; Kuran’ın başka bir kaynaktan geldiğini gösterir. Hz. Muhammed’in, Allah’a isnat ve iftirada bulunması imkânsızdır, O, Allah’a son derece bağlı, ondan son derece korkan, emirlerine karşı gelmekten sonsuz derecede çekilen, onu razı etmek için ibadete son derece düşkün, ona sonsuz bir güven ve tevekkül ile bağlı olan birisidir. ( s. 423) Hazreti Muhammed’in muhaliflerinin kararsız ve tutarsızlıkları, çelişkileri, zamanla pek çoğunun iddialarından vazgeçerek Müslüman olmalarına neden olmuştur. Bu onun peygamberliğinin delilidir. Mekke ve Medine dönemi farklı olduğu iddiası ortaya atılmış, Mekke’de Yahudi ve Hıristiyanlardan, Medine’de Yahudilerden, ticari yolculuklardan, şairlerden ve halk fikirlerinden, cahiliye inanç ve adetlerinden, sabiilerden, Hazreti Ömer’den; iç kaynaklar olarak, kendi şahsi düşüncelerinden, Arapları hurafelerden arındırma rolünü ifa etme gayesinden, şahsi veya toplumsal amaçlarından, dünya malına düşkünlüğünden, liderlik hırsı, cinsel arzuları, toplumu ıslah etme arzusu, zahidane bir yaşantı yaşayıp zaruri ihtiyaçlarını dışındaki başka şeyleri muhtaçlara dağıtmasından,mecnun olduğu veya sara hastası, histeri, nevrasteni olduğundan,…tüm bunların sonucu, Kuran’ın Muhammed tarafından yazıldığı iddiaları ortaya atıldı. Halbuki Kuranı Kerim, gerek içerik, gerekse üslup bakımından, insani ölçü ve değerlerden uzaktır. Zaman üstü, ölçü ve değerleri yansıtır. Kuran, ilahi ilmin projektörüyle geçmiş ve geleceğe nüfus ettiğini gösteren mutlak bir güvenle söz söyler. ( s. 429) Kuran geçmiş ve gelecek gaybi bilgileri ve bilimsel ayetleri ihtiva eder. Kuran inananlarının da düşmanlarının da cazibe merkezi haline gelmiş ilahi bir kitaptır. İnsanın his, beden ve akıl dengesini sonsuz denecek derecede bir hassasiyetle koruyarak hükümlerini ortaya koymuş, emirlerini sunmuş ve hükümlerini ortaya koymuş ve uygulanmıştır. Yirmi üç sene gibi uzun bir zaman zarfında, çok değişik vesilelerle, zaman ve ortam bakımından birbirinden çok uzak şekilde indiği halde ayetler, yan yana konulduğu zaman, akıcılığından, insicamından, hiçbir şey yitirmemiştir. Aynı anda hem komutan, hem hakim, hem hem din adamı, hem yönetici, hem aile reisi olan bir şahsın, bütün bu vesilelerle 23 sene gibi uzun bir zaman da çok değişik halet-i Ruhiyelerde sarf ettiği sözlerinin, bir kitap bütünlüğü içinde bir araya getirildiğinde meydana gelecek karışıklığı göz önünde bulundurduğumuzda Kuran’ın beşer sözü olamayacağı gerçeği bir kez daha açıkça ortaya çıkacaktır. ( s. 430 )
Prof Dr. Abdülaziz Hatip, Kuran ve Hz Peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar
Gelen bir soru ve cevabımız
Selamün aleyküm hocam, bir hadis-i şerifte şöyle buyruluyor:
‘(Güneş) Secde yapmak için müsaade almaya gidiyor ve kendisine müsaade ediliyor. Sanki bir gün ona ‘Buradan Doğ!’ denilecek, o da battığı yerden doğacaktır.’
Burada sanki dünya dönmüyor da güneş doğup batıyormuş gibi bir anlam çıkıyor, nasıl anlamalıyız bu hadisi?
CEVABEN
A.selam Muhammed kardeşim.
“İslam’ın üç anlam basamağı vardır: Evrendeki her şey Müslim yani İlahi emirlere teslim olmuştur. Ondan aldıkları görevi yerine getirirler.” (İslam’da bilim ve medeniyet, s. 19) Nahl suresi 79. ayette de yüce yaradan ‘kuşu havada tutanın kendisi ‘ olduğunu bize bildirir. Aslında bu o kuşun uçması için gerekli tüm özelliklere işaret edip ( havanın kaldırma kuvveti, sürtünme kuvveti, tüylerinin yapısı, ön gagasının yapısı,..) dikkatleri o muhteşem düzene dikkat çekip, onu ayarlayana, eserden eseri yapana ulaşmamızı ister.
“Secde etmek, tesbih etmek”* gibi kavramlar iteat etmek, verilen görevi yapmak (İbnu Manzfır, III/204- 206.) anlamlarına** gelir. yani güneş, kendine verilen emir gereği doğar ve batar. Tâki, kıyamet gününe, her şeyin ters yüz olacağı, “güneşinde batıdan doğacağı” (Sünen-i İbni Mace, IX/4362) güne dek.
Hadisin devamında efendimiz:”Güneş, kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider.(Yasin,38) ayetini okur. (Tirmizi, Fiten, 22.) Bu ise bilimsel bir mucizeye işaret eder; Ancak yakın gelecekte bulunan, “güneşin de bir yörüngesinin olduğu” gerçeğine. Yasin, 39. ayette ay’ın da yörüngesi olduğu ifade edilir ki bu da ayrı bir konu ve mucizedir. Yasin. 40. ayette ise gece gündüz dengesine işaret edilir ve her birinin yörüngesi olduğu ifade edilir! Tabii, ateistler hadisin devamını yazmazlar…
* “Hiç bir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” (İsra, 44);”Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih etmiştir. O, Aziz’dir, Hakîm’dir.” (Hadîd, 1); “Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allâh’a secde ederler.” (Ra’d, 15); “Allah’ın yarattığı nesneleri görmüyorlar mı? Onların gölgeleri sağa ve sola dönmekte, Allah’a secde edip yere kapanmaktadır.” ( Nahl, 48) Dikkat edilirse ayetler, Allah’ın sünnetullah’ı olan tabiat kurallarına işaret ederek, kurallardan kuralı koyana dikkat çekmeyi amaçlamaktadır. Aynı çerçevede mesela, “Kuşları havada tutan O’dur.” ( Mülk, 19) gibi ayetlerde yine, kuşların uçmasına neden olan “itme ve kaldırma yasalarına” dikkat çeker. “Allah’ın yaratmayı nasıl başlattığını, Yeryüzünde gezip dolaşın ve Allah’ın ilk yaratılışı nasıl başlatıp devam ettirdiğini” (Ankebut, 19-10); “Gerçekten de yerlerin ve göklerin yaradılışında, gün ve gecenin uzayıp kısalmasında akıl sahipleri için muhakkak birçok işaretler vardır.” (Ali-İmran, 190); “O yedi göğü kat kat yaratandır. Rahman’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Gözü(nü) çevir (de bir bak) hiçbir çatlaklık görüyor musun?” ( Mülk, 3) vb. ayetler aslında, yaratılandan yaratana ulaşmamız için bizleri motive eder, yönlendirir.
** Secde Arapça sözlüklerde, ‘boyun eğmek’ anlamına gelir. Kuran’da bu anlamda 80 yerde secde kelimesi ve türevleri geçer. (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “scd” md.) Ünlü sözlük sahibi Râgıb el-İsfahânî, Kur’an’daki secdeyi isteğe bağlı ve zorunlu secde olarak ikiye ayırır; ilki (sücûd bi’htiyâr) insana mahsus olup karşılığında mükâfat vardır. İkincisi (sücûdü teshîr) insan dahil olmak üzere canlı ve cansız bütün varlıkların ‘Allah’ın koyduğu kanunlara boyun eğmesidir.’ (İsfahânî, el-Müfredât, “scd” md.) “Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların çoğunun Allah’a secde ettiklerini görmüyor musun?” (Hacc, 18) ayetini buna örnek verebiliriz.
“Yaratılanların tesbihleri, Allah’a olan teslimiyetleridir.” (Muhammed Ali es-Sabûnı, Safvetü’t-Tefâsîr, İstanbul 1987, III/319 vd.)
Bilindiği üzere iki vahiy katibi dinden dönmüş biri İbn-i Hatal diğeri ise Hz.Osman’ın süt kardeşi Abdullah Bin Sad.Ateistler İbn-i Hadal’ın öldürülüp Abdullah Bin Sad’ın bağışlanmasını peygamberimizin torpil yaptığı şeklinde yorumluyorlar.Bu şüphemi giderecek bir yorumunuzu var mı acaba?
CEVABEN
Halit kardeşim,
Peygamberimizin 42 vahiy katibi var idi. Bunlardan biri olan Sa’d’ı, vahiy katipliği şımartır. Bir gün Medine çarşısına çıkıp: “Ben de peygamber oldum. Bana da vahiy geliyor!..” demeye başladı. Bunu haber alan Resulüllah kendisini çağırttır. Çağrıya uymaz ve Mekke’ye kaçar. Resûlullah Mekke fethedilince, onun öldürülmesini emreder fakat süt kardeşi Hz. Osman onu himayesi altına alır ve efendimizden bu emanı tanımasını rica eder, Resûlullah da bu himayeyi tanır.” ( Ebu Dâvud Hudud 1, (4358); Nesâî, Tahrimu’d-Dem 15, 7, 107) Bu olaydan sonra çok utanan Sa’d, devamlı efendimizden kaçar. Efendimiz haber gönderir, “Onun biatını almadım mı? Kendisine eman vermedim mi? Allah geçmiş günahlarını siler.” (Vâkıdî, Megâzî, 2/856, 857) Abdullah b. Sa’d, yeniden Müslüman olduktan sonra, İslâmiyet amelleri ile Müslümanlığını güzelleştirmiş; ölünceye kadar, kendisinde kötü bir tutum ve davranış görülmemiş (Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, 5/60) sadece hayır ve fazilet, iyi hallilik ve dindarlık görülmüş (İbn Hazm , Cevâmiu’s-a’re, s. 232) Mısır’ın fethine katılmış ve daha sonra Mısır’ı geri almak isiçi gelen Bizans ordusunu da hezimete uğratmış ve: “Ey Allah’ım! Benim en son amelimi sabah namazı yap!” diyerek dua etmiştir ki duası kabul olunur ve sabaha namazında sola selam verirken ruhunu teslim eder. ( İbn Abdilberr, 3/ 920; İbn Esir, Usdu’l-Gâbe, 3/260; İbn Seyyid, Uyûn, 2/175,176)
İbn Hatal’ın ise Sa’d ile kıyaslanamayacak kadar çok suçu vardır. Sa’d, nefsine uyup, bir an için kibirlenip, haddi aşan sözler söyleyip, sonra utanarak kaçmıştır. İbni Hatal ise, peygamberimiz kendisini zekat ve sadaka tahsildarlığı vazifesine tayin ettiği zaman (İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Vâkıdî, c.2, s. 829, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 359, Taberî, c. 3, s. 119) Yanına verilen Müslüman bir hizmetçi (İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 11 9) sadece kendisi uyurken, kendiside yorgunluktan uyuyup yemeğini yapmadığı için (İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Vâkıdî, c.2, s. 859, Taberî, c. 3, s. 119.) üzerine atılıp (İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 11 9.) onu döve döve (Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.) öldürmüştür. (İbn İshak, ibn.Hişam, c. 4, s. 52, Vâkıdî.c.2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360, Taberî, c. 3, s. 119.) Öldürdüğü zaman, kendi kendine: “Vallahi, Muhammed´in yanına varırsam, bu suçumdan dolayı beni öldürür!” demiş (Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360. ) ve irtidat ederek (İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Vâkıdî, c.2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360, Taberî, c. 3, s. 119.) Topladığı zekat ve sadaka mallarını da yanına alıp Mekke´ye kaçmıştır. (Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.) Mekkeli müşrikler, İbn Hatal´a: “Seni bizim yanımıza geri çeviren nedir?” diye sordukları zaman, (Vâkıdî, c. 2, s. 859) İbn Hatal: “Sizin dininizden daha iyisini bulamadım!” diye cevap vermiştir. (Vâkıdî, c. 2, s. 859, 860, Belâzurî, c. 1, s. 360) müşrik olarak kalmakta devam etmiş (Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 860) İslam aleyhine içkili şarkılı ortamlarda şiirler söylemiş ve (Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 860.) Mekke’nin fethedileceği gün tepeden tırmağa kadar silahlanarak savaş için yola çıkmış ama Müslüman mücahidleri görünce içine korku düşmüş, titremeye başlamış, Kabe´ye kadar gidip atından inerek silahlarını çıkarmış, Kabe´nin örtüleri arasına girmiştir. Orada bu halde iken yakalanıp öldürülmüştür. (İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 53, Taberî, Târih, c. 3, s. 120;Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 424)
Efendimiz af etse torpil, cezasını verse (Haşa ) câni/katil ilan edilmiş, iftira, önyargı, suçlamalara her zaman muhatap olmuştur. Dolayısı ile ateistleri memnun etmek mümkün değildir, cevabı verseniz de onlar başka açılardan aynı olaya bakıp eksik-hata aramaya devam ederler. Tabii ki gerçeği arayanlar bu cevaplar karşısında hakka teslim olurlar, bu da kişinin samimiyeti ile Allah’ın hidayet etmesine bağlıdır. ( Allah kalpleri mühürler mi?, başlıklı yazımıza müracaat)
selamlar
Allah sizden razı olsun.Sayenizde imanım hemen hemen kurtuldu sayılır.Hemen hemen diyorum çünkü başka bir iddia daha var.O da Hz.Muhammed (S.A.V)’in gerçekte yaşamadığı ve onun Emevilerden sonra uydurulmuş olduğu ateist forumun önümüze sunduğu iddialarının bazıları şunlar madde madde cevaplayıp bunun hakkında da yazı yazarsanız memnun kalırım.
1) Tevratı açın bakın ya da Talmud’u ki Buhari-Müslim müslümanlar için neyse Talmud da Yahudiler için odur. Orada da bir yığın savaş anlaşma vardır.Ama değil İsrailin antik Mısırdan çıkışı İsrailde bir Yahudi devletinin varlığı (Davut Süleyman,Süleymanın mabedi,Saba Melikesi….v.s) dahi tarihi kanıtlarla ispat edilememiştir.
2) Kuranda ancak bir iki isim geçer. Onların kim, ne olduğunu da hadisler anlatır. Bunların dışında hiçbir yazılı ve tarafsız -başka devletlerin kayıtları vb- dayanak yoktur.Çünkü aslında İslamın Arap yarımadası ile ilgisi yoktur.İslam, Mezopotamya dolaylarında, büyük olasılıkla Emeviler tarafından şekillendirilmiş, sonra Abbasilere geçmiş bir yönetim aracıdır.İlgili ayrıntılar için petra sözcüğünü barındıran yazıları arayabilirsiniz.Hadislerin bu konuda somut bir kanıt olarak varsayılmamasının nedeni; zaten o döneme ait olmaması, sonradan yazılmış olması. Bize 570-635 yıllarını kapsayan dönemden kalma bir belgenin var olduğunu söyleyin ki inanalım yaşadığına
3) Daha kabrinin tam olarak nerede olduğunun bilinmediğini geçtim.Onun zamanından kalma olduğu söylenen Bizans tebliğ mektubuna ya da en eski mushafa karbon testi yapılmasına dahi müsaade edilmiyor
CEVABEN
Öncelikle Allah hepimizden razı olsun Eyüp kardeşim. Hz Muhammed’in aslında yaşamadığı konusu dahil benzeri iddialar klasik oryantalist ithamların ateist ağzı ile tekrarından başka bir şey değil! Sitemizin zaten temel iddiası da bu: Ateistler, oryantalist fikirlerin içimizdeki borazanları olduğu gerçeğinin altının çizilmesi!
Mesela bu ( Hz Muhammed’in yaşamadığı ) iddiası ve dahası, oryantalist Caetani tarafından da ileri sürülmüştür, bu benzeri iddiaların cevaplarına ” islamicevaplar.com/oryantalist-leone-caetaninin-islam-tarihine-reddiye.html ” adresimizden ulaşabilirsiniz!
Gelelim sorularınıza.
1- Talmud hadislerin karşılığı olamaz, Talmud, Yahudilere göre, vahiy ürünüdür. Hadislerin tümü için ise bu asla söz konusu değildir. Yani daha başta, kıyas yanlış yapılmış! Davud, Süleyman gibi peygamberlerin yaşadığının kanıtı, her ilahi kitapta onlardan bahsedilmesidir. YAZILI metinler var, işlerine gelmediği için, kabul etmezler sonra da 2. soruda olduğu gibi, yazılı belge ararlar! Aslında bu sorunun temelini, ‘Tanrı İsa’nın tarihi delilini bir türlü bulamayan Hristiyan aleminin, bu sorunu zamanla diğer peygamberlere de yansıtılmasından başka bir şey değildir! ‘Tanrı İsa’ yoktu ki delilini bulsunlar, o da bir ‘insan ve peygamber’ idi: Bu ikilem hala Hristiyan aleminde paradoks olarak varlığını sürdürür. Ayrıca Belkıs’ın saray kalıntıları ve Süleyman mabedinin son duvarı arkeolojik olarak bulunmuştur ve özellikle duvar, binlerce yıldır ziyaretçi akınına uğramaktadır!
Bazı şeyler vardır ki, yazılı olmasa da varlığı kanıtlanabilir. Mesela, namaz kılmak! Biz Müslümanlar buna ‘Yaşayan Sünnet’ deriz, yani pratikte var olduğu her gün yapılarak nesilden nesile aktarılan bir dini ritüeldir, tıpkı bunun gibi peygamberlerin isim ve mücadeleleri nesillerdir insanlar arasında anlatılır, kitaplarda yazar ve peygamberlerce, hurafelerden arındırılarak yeniden aslî şekli ile insanlara örnek gösterilirler.
2- Hadisler delildir ve Kuran sabit, bozulmayan ilahi bir kitaptır; Bu konular, ‘Kuran’ın aslı yakıldı mı? ve Kuran’ın kaynağı nedir?’ ( islamicevaplar.com/kuranin-asli-yakildi-mi.htm , islamicevaplar.com/kuranin-kaynagi-nedir.html ) adlı yazılarımızda ve Sünnet- hadis konusundaki ( http://islamicevaplar.com/islam-fikhi-ve-sunnet-oryantalist-schachta-reddiye.html, http://islamicevaplar.com/oryantalist-hadis-anlayisi-ve-elestirisi.html, http://islamicevaplar.com/hadis-sunnet-mudafaasi.html ) yazılarımızda ele alınmıştır. İşte yazılı deliller! Ama ateist bunları nasıl vasıflandırıyor: ‘Tarafsız’ olmamakla! Bu da onların sorunu! Kuran’ın bozulmadığını ve hadislerin daha sonra uydurulmadığını, ki ateistlerden önce oryantalistler bunları iddia ediyorlardı, bizzat yine Hristiyan ve Yahudi olan bir çok oryantalist Kuran ve hadislerin yazılımını onaylamaktadırlar, önyargılı olmamak şartı ile insanlar gerçeği zamanla görebilmektedir…
İslam’ın Arabistanla ilgisi yokmuş ta emeviler ve Abbasiler uydurmuş! Yahu, Emevi ve Abbasiler Fransız mı onlar da Arap değil mi?Bari iddian mantıklı olsun be ateist!!! Mezopotamya sanki Amerika’da, Arabistan’ın yanı, o da ayrı bir garabet…! Ayrıca İslam bir dindir; yönetim aracı olarak sınırlamak olayı tamamen anlamamak ve saptırmaktan başka bir şeyle açıklanamaz! Petra Ürdün’de eski bir şehir, nasıl bağlantı kurdular açıklasalar da biz de aydınlansa idik!?…
Hadis konusundaki iddialar, defalarca belirttik, klasik oryantalist iddianın tekrarıdır ve cevapları da yukarıdaki yazılarımızda bulunmaktadır! Kuran 610 yılından itibaren yazılı olarak, ve ayrıca ezberlenerek, günümüze kadar gelmiştir, yazılı belge arayanlara hatırlatalım!
3- Peygamberimizin kabrinin yerinin bilinmemesi konusuna cevap bile vermeyeceğim. Çevre ülkelere gönderilen mektupların gerçekliğini tarafsız oryantalistler de kabul ediyor, hatta bazı oryantalistler, Kuran sadece Araplara gönderilmiş bir dindir, iddiasına başka oryantalistler cevap verirken ( Biz verince, tarafsız olmuyoruz !) bu mektupları da delil olarak gösterirler ve İslam’ın evrensel bir din olduğunu sonucuna varırlar! Şu an elimde okumakta olduğum ve siteye de özetini, bi-iznillah, aktaracağım; Thomas Walker Arnold tarafından yazılan ve İslam’ın kılıç ile yayılmadığını anlattığı, ‘İslam’ın tebliğ tarihi’ adlı kitapta, bu mektuplardan hareketle İslam’ın evrensel bir din olduğunu ilan etmektedir!
Açık olacağım Eyüp kardeşim, tek kişiyim ve belli bir sıra ile elimdeki eserleri okuyup siteye, konu ile alakalı yerlere serpiştiriyor ve özetlerini ayrıca ekliyorum. Mesela şu an, adını verdiğim eserin okuyor ve zamanla özetini aktarmaya çalışacağım, inşallah!
Elimdeki 10 kitap dışında, ayrıca yaklaşık bir o kadar da e-kitap bulunuyor. Şimdi sorduklarınızı tek tek ele alıp, kaynakları ile cevaplamak yerine, genel bir bakış açısı ile ithamlara cevap verdim. Ama ateistlerin çelişki dolu bakış açılarını gösterdiğim ve iddialarına yeterli cevaplar verdiğimi zannediyorum!
Allah nasip eder, elimdeki eserler biterse – ki her bitti dediğimde en az 3-5 kitap daha ekleniyor 🙁 – derinlemesine bu konuları da ele alırım inşallah.
Dua ediniz, selam ile.
Enam suresi 92 ayette ahirete inanlar bu kitabada inanir ve namaz kılarlar diyor ama hrıstiyanlarda ahirete inanıyo ama onlar kurana inanmaz?
CAN KARDEŞİM,
Kuran, bozulan İncil, Tevrat’ın orjinalinin güncellenmiş hali olarak inmiştir. ( Bu konuda,’İslam tüm dinlerin özüdür’ adlı yazımıza bakılabilir) Allah (cc) ahirete inanmaya devam eden ama namazı terk eden bu topluma namazı da hatırlatmakta ve ahiret odaklı ama dünyayı da ihmal etmeyen bir din olarak İslam’ı insanlığa göndermektedir. Tabii, Hırisityanların inandığı ahiretin İslam inancındaki ile de bir çok farkı bulunmaktadır, o da ayrı bir konudur!
“kendisinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır. Âhirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarını kılmaya hakkıyla devam ederler.” diyen ayet, ahiret inanıcını başka ayetlerde güncellediği gibi, tamamen unutulan namaz ibadetini de hatırlatmaktadır. Ayrıca, bahsettiğiniz anlamın zıttına bir mesaj da taşır ayet: Bu Kuran önceki kitapları onaylar, sizin kitap bozuldu, güncel ve asılları ile paralel bu kitaba inanın, mesajını verir.
Selam ile
Ben kurana inanıyorum ve insanlar kurandaki emirleri uygulamadıkları için bu halde olduklarını biliyorum ama,kuran daha mantıklı olamazmıydı ? Yani Allah kuranda “biz bu kuranı herşeyin açıklayıcısı ve iman edenlere Rehber olarak indirdik “der ,peki Allah dar bir coğrafya ve dar bir zamana ait bir kitap niye indirsin ? Kuranda bilimle ilgili ayetler olduğu doğrudur ama psikoloji , edebiyat ,kültür ,toplumlar ,devletler,insan zihniyeti ,gelecekle ilgili şeyler yada geleceğe ışık tutan ayetler ,felsefe ,dinler tarihi ve en önemlisi TARİHle ilgili ayet yok …birtek “biz ayetlerimize inanmayan kavimleri helak ettik”falan der …şimdi bana diyebilirsiniz “kuran bir tarih kitabi yada kültur kitabi değil o bir din kitabi “diyebilirsiniz ama Allah kurani bize herşeyin açiklayicisi ve müslumanlara rehber olarak indirmiştir?… (yukardaki soruma uzun bir şekilde cevap verseniz sevinirim çunku 2 haftadir kafama takıldı Allah şimdiden razı olsun)
CEVABEN,
Can kardeşim,
Kuran’ın dar yer ve zamana indiği iddiası çok muğlak kaldı. Kuran tüm zaman ve mekanlar üstü bir kitaptır, bu konu, “Kuran’da çelişki yoktur ve Erdoğan Aydın’a cevaplar “adlı yazımızda da ele alındı. Diğer sorduğunuz soruda bahsi geçen ayeti de ( Enam, 92) içine alan soru ve cevaba bakabilirsiniz
Kuran ineli nerede ise 1450 sene oldu. Siz son 100-200 yılda güncel olan bazı bilimlerin Kuran’da olmasını talep ediyorsunuz da, bu arada, en az 1200 sene boyunca insanlar bu konuların bu kitapta ne işi var,demeyecekler mi?
Geleceğe ışık tutan ayetler demişsiniz, Kuran ve bilim adlı yazımıza bakmanızı tavsiye ederim. Ayrıca Kuran’ın içine saydığınız bilim dalları ile alakalı ana hatları ile bilgiler serpiştirilmiştir ama Kuran’ın asıl amacı ahlaklı toplum oluşturmaktır, asıl bunun üzerine yoğunlaşmıştır ayetler ve hatta savaşı bile kurallarına bağlamıştır; detay, “Savaş esnasında uyulması gereken kurallar” adlı yazımızda.
Sorunuza bir örnek ile cevap vereyim, Kuran ve psikoloji ilmi hakkında olacak örneğim. İsra, 70. ayet ve Tin, 4. ayet ile ‘Her çocuğun İslam fıtratı üzerine doğduğunu’ ifade eden hadisler (Buhârî, cenâiz 92; Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5) insanın eşrefi mahlukat olarak, temiz ve en güzel şekilde yaratıldığını bize haber verir. Ama Araf, 179. ve Tin, 5. ayetler ise insanın kötülükler yaptıkça ( Kader ve Allah’ın kalpleri mühürler mi? adlı yazılarımıza bakılabilir) zamanla en aşağı seviyelere hatta hayvanlardan daha aşağı seviyeye inebilir. Psikolojide tartışılan temel konulardan biri olan, insanın beyaz bir kağıt gibi doğup doğmaması ve sonraki aşamalardaki kötülüklerinin onu nasıl etkileyeceği vb. konulardaki bir çok soruya bu ayetlerde cevap bulabilmekteyiz. İnsan temiz, günahsız doğar ( Bu Hıristiyan inancına da cevaptır) zamanla kötülük yaptıkça ve bunu artık karakterinin değişmez bir parçası olan huya dönüştürünce, hayvanlardan daha aşağıya da düşebilir. Halbuki aynı insan, İslam’ı derinlemesine özümseyerek yaşasa, melekleri de geçebilecekti. Dinler tarihi konusunda Kuran’da bir çok ayet bulunmaktadır, hele ki ufuk açıcı olan ve eski medeniyetlerin ileri seviyede nerelere ulaştığına kısa bir işarette bulunan İsra, 58. ayet ile Meryem, 74. ayetler bize, ileri teknoloji sahibi kavimlerin zamanla sapıttıklarını ve helak edildiklerini haber verir. Ayrıca her toplumun bir sonu olduğunu ilan eden ayet (Araf, 34) bize sosyal ve devletler hakkında geniş ufuklar açar… Bu konuları özel olarak ele alıp Kuran’ı o gözle incelesek bir çok ayete daha da ulaşacağımıza kuşku yoktur! Kuran’ın edebi sanatsallığı üzerine ise bir çok eser yazılmıştır, mesela ilk aklıma gelen Seyyit Kutup’un, Kur’an’da Edebi Tasvir adlı eseridir. Kuran’da geçen peygamberler tarihinin aynı zamanda insanlık tarihinden kesitler olduğunu hatırlatıp, tekrar ‘ İslam tüm dinlerin özüdür’ adlı yazıyı tavsiye ile konuyu bitirelim.
Umarım faydalı olmuşuzdur, selam ile
1- Bende aylarca gerek internette gerek gerçek hayatta kemalistlerle ateistlerle tüm din düşmanlariyla tartışmaya çalıştım ama sana şunu söyliyim.gençlik bitmiş yeni nesiller dinden çıkmış sadece türkiyede değil azerbaycanda bile yeni gelen azeri nesiller dinden çıkmış boşnaklar arnavutlar asimile olmuş kuzey arikadaki müslümanlarin hiçbir etkileri yok faslilar mısırlılar dinden çıkmış ortadoğu kan golu endonazya sekülerleşmiş…vallaha benim bu ümmetten hiç ümidim kalmadı .Allahta bizim gibi müslümanlara yardım etmiyo ateizm seküler nizam engellenemeyen bir yükselişte..e nolcak bu ümmetin hali ..Allah bize yardım da etmiyo…islam garip başlad garip bitecek ne mutlu gariplere -sahihi buhari
CEVABEN
Kardeşim,
son bölüm hariç genel olarak yazınıza katılamayacağım! Müslüman ümit ile korku arasında olmalı!
15 temmuz olmasa idi bende ümidimi kaybederdim ama bu millette bir şeyler var, Devam!
Ve emin olun tüm dünya uyanış içinde, sadece zaman meselesi, o da Allah’ın indinde…
Bize düşen kazanacak tarafta olmak, yoksa bu dünya ne Moğol istilaları, ne haçlı seferleri ne dünya savaşları… gördü.
La Ğalibe İlla Allah
2-Son bir şey soracağım,internette youtubede islama karşı çok saldırı ve çok iddia var bunların hepsini size soramayacağıma göre ben bizzat sizin gibi islam aleyhinde iddialara cevap vermek istiyorum.makalelerinizden de görüldüğu gibi siz baya bilgilisiniz .peki bende nasıl sizin gibi olabilirim hangi kitapları yada hangi YouTube kananllarini izliyim nasıl araştirma yapiyim çünku bende sizin gibi iddialara cevap vermek istiyorum ama bu konuda çok zayifım
CEVABEN
Furkan kardeşim,
Öncelikle benim ne kadar bilgili olduğum tartışma konusu. Çünkü bu işi amatörce yapıyorum, keşke akademisyen bir uzmanlar kurulu bu işe eğilse! Neyse…
Sorunuza geçersek;
Öncelikle ‘Ön yargıların asla yıkılamadığını’ kabul ederek işe başlayacaksınız. Muhatabınızın amacı, arınmak, gerçeğe ulaşmak değilse istediğiniz kadar akli, insani veya vicdani açıklama yapın, muhatabınız asla ikna olmaz! Ama; vicdan ölmemiş ise, arayışında samimi olanlara ‘sadece’ rehberlik, kılavuzluk yapabiliriz, sonuç kul ile Allah arasındadır! Hayr ile biten işten sevap bize yeter!
Sonra, sitedeki e-kitabı indirmeni tavsiye ederim. Okunmasını tavsiye edeceğim, hemen tüm kitap özetleri sitede var veya cevaplar bölümünde yayılmış olarak mevcut veya eklenmeye devam ediliyor… Ama onları bir de sen elden geçirirsen, tabii ki iyi olur!
Ateizm konusunda kendini yetiştirmek için öncelikle klasik temel İslami bilimleri, özellikle mezhepler tarihi, hadis, tefsir, kelam başta bir hocanın gözetiminde eğitim gerekli. Sonra – Ben pek içeriğine istediğim kadar vakıf olamadım ise de – risale-i nur külliyatını da tavsiye ederim ( Bazı hatalar içinde var ama genel çizgi güzel!)
Modernist veya yenilikçi veya tarihselci gibi adlarla anılan, İslam’da evrim vardır, Hadisler gereksiz, Ehli sünnete-mezheplere ne gerek var, diyenlerden de uzak durmanızı tavsiye ederim. Nurettin Yıldız, Ebubekir Sıfil gibi hocaları özellikle tavsiye derim.
Özellikle Dr Zakir Naik ateistlere iyi cevap veriyor,video kanallarında. ateistlerecevap.org ( Genç, gayretli bir delikanlıdır ) ve http://www.facebook.com/AteistlereCevap adresleri de samimi kardeşlerimizin adresleridir.
Niyet halis ve sadece rızaullah olursa, bu yolda kaybeden de kazançlıdır. Yolun açık olsun, dua bekleriz.
Not: Bu yolda bol akıl ama sıfıra yakın destek görürsün. Yalnızlığı şimdiden kabullen ama bu asla kibirlenmene sebep olmasın. Bir de IHH gibi yardım kuruluşları ile de irtibat, reel hayattan bizim kopmamıza engel olur, tavsiye ederim. Selam, dua ile.
Gönüldaşın M. EHAD
3-Muhammed ehad kardeşim selamın aleykum sana bir şey danişcam ; Youtubede ateistlerle sürekli tartışıyorum ama ateistler genellikle hz muhammedin kizlari tecavuz ettiğini söyleyen hadisler falan diyorlar. Bende genelde kuran okuduğum için hadisleri çok bilmiyorum, hadisleri araştiracak pek zamanimda yok maalesef. Hakikaten bu ateiserin dediği doğrumu ? Böyle tecavuzle ilgili hadisler varmi gerçekten?
CEVABEN
A. Selam kardeşim
Öncelikle dinsiz ahlak olur mu adlı yazımızı delil gösterip kimin tecavüzcü olduğunu gösterin onlara. Sonra da bahsettikleri şeylerin Hz Aişe ile evlilikleri konusundaki rivayetler olduğunu bilin. Bu konuda 17-18 yaşında evlendiği sitemizde anlatılmaktadır. Efendimiz, Hz Aişe dışında ve zorunlu değil iken hep yaşlı, çocuklu ve dul kadınlarla evlenmişken, buradan İslam’a saldıramayacaklarını da bence yüzlerine rahatlıkla vurabilirsiniz. Genel detay için, ‘Efendimiz neden çok hanımla evlendi’ başlıklı yazıyı tavsiye edeyim. Selametle
Biz bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak, mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kādirdir.(bakara 106) admin ayette Allah(c.c) ayetlerin hükmünün veya yürürlüğünün kaldırıldığını bilmiyor mu ? yani haşa ve celle neden direk su ayetin hükmünü kaldırdık dememıs yoksa haşa ve celle Allah her şeyi bilmiyor mu
CEVABEN
O (cc) Alim olandır!
Ayet, insanları muhatap alarak gönderilmiştir. Ey insanlar, eğer biz size bir hükmü, kademeli olarak hayatınıza sokacaksak, ayetleri tedrici olarak silsile halinde yollarız. Ayet, Allah’ın muradı, amacını bizim de bilmemizi istemektedir ve bunu anlatmaktadır.
Not, “Allah’ın varlığının ispatı ve Kuran ve bilim” adlı yazılarda O’nun (cc) gücü ve ilmi konusunda bilgi bulacağınızı düşünüyorum. Oraya da bir bakınız lütfen. Selamlar
Abı ahzab 50 de peygamberimize dayı kızları, teyze kızları helal denıyor ama peygamberimizin dayısı yok teyzelerı peygamberlikten önce vefat ediyor onlarında cocuklarını bulamadım. Ne anlamalıyız
CEVABEN
Kardeşim,
Efendimiz bunlarla evlendi mi ? Hayır!
O’na (sav) hitap eden tüm ayetlerin biz Müslümanlara bakan yönü de vardır.
Bu konuda, ateistlere cevap adlı yazımızdaki, ‘Kuran’da Hz. Muhammed’e özel ayet var mıdır?’ adlı yazıya da bakabilirsiniz.
“O’nda sizin için güzel örnek vardır” ( Ahzab, 21)
Yani, ‘O’na izin verilenlerle siz Müslümanların evlenmesinde engel yoktur’, denmektedir. Konunun akraba evliliğine bakan yönü de vardır. O konu da, “Akraba evliliği” adlı yazımızda ele alınmıştır.
Kısaca, ayetlerin peygamberimiz üzerinden günümüze hitap eden yönüne odaklanmakta fayda vardır.
Şahsen ben bu ayette, “seninle beraber hicret eden” cümlesinin altını çizmek istiyorum. Burada bir dava birliği, İslam’a adanmışlık vardır. “İslam davasına gönülden bağlı bu hanımlar ile evlenmek” bence ayetten çıkarılacak en büyük sonuçlardandır.
Tabii, İslam’da evlilik boyutu da konuya dahil olmaktadır, bu konu da, ‘İslam’da kadın hakları’ adlı yazımızdadır.
Selam dua ile