İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru

6 yıl önce
Resim bulunamadı

    Konuyu tamamlayan ‘ Oryantalistlerin Kuran ve peygamber iddialarına cevaplar  ve Batı’da Hz Muhammed imajı‘ adlı yazıyı tavsiye ederiz.  

.

“Oryantalistlerden bazıları İslam’ı ‘bireyci’ olarak tasvir etmiş, diğerleri ise ‘kollektivist’ ( Bireyciliğin zıttı, toplumsal bağımlılık) olarak görmüşlerdir.” ( Gai Eaton, İslam Ve İnsanlığın Kaderi, s. 99) “Peygamber, İnsanî yöntemle yavaş yavaş öğrenen ve daha sonra edinmiş olduğu bilgiyi yayan bir insan değildir.” ( s. 124) “Oryantalistlerin İslam hakkında düştükleri yanılgıların başlangıç noktası, dinin kaynağı hakkında düşündükleri yanılgıyla başlamaktadır.” ( s. 137) 

“Hz Peygamberin hayatına dair orijinal kaynaklardaki bilgiler çarpıtılmıştır.” (A. Kramer, History of Muhammad’s Campaigns, s. 1)

“Dünyadaki büyük insanlardan hiç biri Muhammed kadar iftiraya uğramamıştır.” (M. Watt, Hz Muhammed, s. 22, 211)

“Oryantalistler Kuran’ın kaynağını Yahudilik, Hıristiyanlık, Uzakdoğu dinleri, hanifler, putperest Arap kültürü, Helenizm, Gnostisizm, Maniheizm, Hermetizm, Neo-platonizm gibi düşünceler olarak göstermeye çalışır.” (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 29)

Manfred Kropp: “Bugün bile Kuran ile Yahudi ve Hıristiyan metinleri arasında doğrudan bir bağlantıyı tam olarak tespit edebilmiş değiliz.” (Kropp, Beyond Signle Words, The Quran in its Historical Context, s. 205)

Kureyş; “Muhammed’e gelenin çoğunu, o Hıristiyan Cebir öğretiyor.” dediler. Bugün de müsteşrikler rahip Bahira’dan öğrendiğini ileri sürmektedirler. Öyle bir öğretici olsaydı, “bunu ben öğretiyorum” diye ifşa etmez miydi? Çünkü Kur’an’a karşı koymak için o kadar sebep vardı ki, herkes Kur’an’a karşı koyup nazire yapanı başüstüne gezdiriyordu. (Profesör Süleyman Ateş, İslam’a itirazlar ve Kur’an-ı Kerim’den cevaplar, s.173 ) Manuell King; “Kur’an’ın Hz Muhammed tarafından vücuda getirildiği ekseriya iddia olunur. Bu görüşe göre Hz Muhammed Kur’an’ı Tevrat ve incil’den intihal etmiştir. Benim kanaatim bunun hilâfınadır.” (Profesör Süleyman Ateş, İslam’a itirazlar ve Kur’an-ı Kerim’den cevaplar, s. 282)

 Müşteşrik Duhl; “Peygamberin Tevrat, Zebur ve İncil’in gerçek manada içeriği hakkında bir bilgisi olmadığını ve adı geçen kitapları okumamış bulunduğunu, İncil’i hiçbir zaman bilmediğini” söylüyor. Peygamberimiz okumak bilmez, yabancı lisan bilmez idi, kaldı ki o sırada ne Ahd-i Atîk ( Tevrat) ne de Ahd-i Cedîd ( İncil) Arapçaya çevrilmemişti, bunların Arapçaya tercümesi miladi 10. asırdan sonra olmuştur. (Profesör Süleyman Ateş, İslam’a itirazlar ve Kur’an-ı Kerim’den cevaplar, s.175)

Bir akıl hastasının ifadesi olarak bunları söylemek mantıklı bir açıklama değildir. Şizofreni hastaları sosyal ilişkilerinde zayıftır, halbuki hazreti Muhammed her alanda sıfır noktasından başlamış olmasına rağmen daha yaşarken büyük bir başarıya imza atmıştır. (Caner Taslaman, Neden Müslümanım? s. 184)  Şizofrenlerin en yakınlarından başlayarak çevresindekilerin büyük bir kısmı, akli rahatsızlıkları fark ederler. Şizofrenlerin hijyen kurallarını da gözetmediği bilinmektedir. (s. 185) Epilepsi hastalarında hafıza sorunu gözükür, konuşma ve kelime bulma konusunda sorunlar yaşarlar. (s. 187)

.

Önsöz

Batıda Hz Muhammed daha çok Hıristiyanlık ve Yahudilik kaynaklarından faydalanarak kendi toplumunun sorunlarına yerel çözümler üreten bir milli lider olarak tanımlanmıştır. Bazıları, ‘sapık, putperest, Deccal, Hıristiyanlığın baş düşmanı, şiddet yanlısı, şeytanın dostu, kötülüğün kaynağı’ gibi tanımlamalarla kamuoyunu, ona ve onun şahsından Müslümanlara karşı yönlendirmeye çalışmıştır. Diğer grup, Hz Muhammed’in tarihi kişiliğinin var olup olmadığını tartışmaya açmışlardır.

Giriş

Doğu toplumu halkını inceleyen ve değer yargıları üreten batı kaynaklı faaliyetlere istişrak – oryantalizm- yürütenlere de müsteşrik denir. Oryantalizmi ortaya çıkaran etmenlerden bazıları:

Düşmanı anlamak/tanımak, Müslümanlara karşı birliklerini korumak için geliştirilen karalama kampanyaları, misyonerlik faaliyetleri, sömürgecilik. (s. 1) 13 ve 14. yüzyıllarda üniversitelerde Arapça dil kursları açılmış, haçlı seferlerinden sonra da 17. yüzyılda doğuya yapılan seyahatnamelerin sayısı iki yüzü geçmiştir. 1539’da amacı yakın doğuyu Hıristiyan yapmak olan Guillaume Postel adına Paris’te açılan kolej ile akademik anlamda İslam batıda araştırılmaya başlanır. (s. 2) 19. yüzyılda ise oryantalist dernek ve dergiler faaliyetlere başlar. (s. 3)

Fransa:  12. yüzyılda eğitim programlarında Arapçaya yer verilmeye başlanır. 14. yüzyılda ise üniversite seviyesinde Arapça eğitimine başlanır. 20yy.’da da oryantalist çalışmaları devam etmektedir. Mısır’ın Napolyon tarafından başlayan İslam ülkelerine hakim olma politikası, Müslümanları tanıma, bu amaçla başta Arapça öğreniminin zorunluluğu ortaya çıkmıştır. (s. 4)

Hollanda:

Leiden üniversitesi 1593’ten itibaren Arapça farsça ve Türkçe öğretime programını uygulamaya başlar. 1701 tarihinden itibaren Utrecht üniversitesinde profesör olan Adrianus Relandus, De Religione Mohammedica adlı eseri ile Hz Muhammed hakkında o zamana dek Batı Avrupa’da yayılmış olan efsane ve hurafelerin eleştirini yapar. Sömürgecilik faaliyetlerine paralel olarak 19. yüzyılda oryantalizm çalışmaları Hollanda’da gelişme kaydeder.  (s. 4)

İngiltere:

İslam kültürü ile tanışmaları 12. yüzyıla dayanır. 1632 yılında Cambridge ve 1636 yılında Oxford üniversitesinde Arapça kürsüleri açılır. 19. yüzyıl İngiliz oryantalizminin doruğa ulaştığı yıldır.1917 yılında Londra üniversitesine bağlı School of Oriental Studies açılır.  (s. 8)

İtalya:

İslam tıp eserlerinin Latinceye çevrildiği 13. yüzyıllarda oryantalizm çalışmaları İtalya’da başlar. 1727’de Matteo Ripa isimli din adamı tarafından kurulan ve masrafları misyoner bir teşkilatça karşılanan  Istituto Universitario Orientale adlı okul çalışmalarına hala devam etmektedir. (s. 9)

İspanya: 10. yüzyıldan itibaren Arapçadan  Latinceye tercüme faaliyetleri başlar.13. yüzyıldan itibaren Müslümanlarla kendi kaynaklarını tanıyarak mücadele etmek amacıyla başta Kuran olamk üzere tercüme faaliyetleri yapılır. Avrupa’da genelde oryantalistler sömürge eksenli çalışmalar yaparken İspanyol şarkiyatçılar çalışmalarını daha çok kendi milli geçmişlerinin bir parçasını teşkil eden Endülüs tarih ve medeniyetini araştırma üzerine yoğunlaşmışlardır. (s. 14)

ABD:Oryantalist ilk örgüt 1847 yılında kurulur. Bunun dışında Belçika, İsviçre, İsveç, Danimarka,Avusturya, Almanya devletlerinin oryantalist çalışmaları da özetle kitapta okuyucuya sunulur. (s. 3-14) 

Batıda oryantalist çalışmalar 19. yüzyılda yoğunluk kazanmış, 20 yüzyılda bu çalışmalara devam edilmiştir. Önceleri siyasi sebeplerle başlatılan bu çalışmalar batı ülkelerinin sömürgeciliğe kayması ile daha da yoğunlaşmıştır. Oryantalistler konuları daha çok,  yaşadıkları dönemin fikri, siyasi, iktisadi gelişmeler çerçevesinde olayları değerlendirdikleri görülmektedir. (s. 15)

Kuran’ın kaynağı konusunda Abraham Geiger ( s. 200), C. Torrey Yahudi etkisinden bahsederken, Karl Ahrens Hıristiyanlığın etkisinden bahseder. Johann Fück ise her ikisini reddedip birbirlerine zıt kanıt, yöntemleri ve sonuçları için onları eleştirir ve Kuran’daki kıssalar dahil hiç bir fikrin Yahudi veya Hıristiyanlıktan alındığının söylenemeyeceğini, bu fikirlerin yanlışlığını ileri sürerken Kuran’ın kaynağı olarak bu kere yerel Arap monoteizmini gösterir. (s. 25) Hartmut Bobzin ise Yahudi, Hıristiyan hatta eski Arap inancı etkilerini kabul etmekle birlikte, tüm bu etkilerin toplamı olarak anlaşılamayacak kadar yeni  bir bünye’ye dikkat çekerken ( s. 217),  ek olarak Hubert Grimme Hz Muhammed’i dini bir önder değil sosyalist bir reformcu olarak görme eğilimindedir. (s. 22) Aloys Sprenger vahyin kaynağının William Muir tarafından da dillendirilen ‘Sara nöbetleri’ olduğu iddiası (s. 20) yerine yeni bir açılımda bulunur ve ‘Hysteria muscularis’ adlı sinir hastalığı nedeni ile Hz Muhammed’in vahiy aldığını zannettiğini ileri sürer. (s. 21) Bunlar dışında genel olarak tüm oryantalistler ( Abraham Gaiger, Gustav Weil, Theodor Nöldeke, Margoliouth,Ignaz Goldziher, Rudi Paret… vb) Hz Muhammed’in hem Yahudilik ve hem Hıristiyanlıktan  etkilendiği görüşünü ileri sürerler. (s. 15-29) Abbe de Saint-Pierre ise Hz Muhammed’in dininde Hıristiyanlıktan iz bulmaz, bunun yerine İslam’ı paganizm ve Yahudiliğin bir sentezi olarak görür. (s. 80) Revizyonist oryantalistlere (Patricia Crone, Michael Cook ) göre ise İslam, Sasaniler tarafından Filistin’den sürülen Yahudilerin Hicaz bölgesine gelişinden sonra ortaya çıkan Haceriler ( Hagerine) adlı mesihi bir mezhebin içinden çıkmıştır. ( M. Özdemir, siyer yazıcılığı üzerine, Milel ve Nihal, 4/3, s. 147 ) Tabii buna cinlenme türü ithamlarda eklenebilir. 

“Nicetas, Kuranın eski ve yeni ahit’in zıttını içerdiğini, bu yüzden vahiy değil, şeytani ilhamın bir ürünü olduğunu söyler.” Halbuki başka oryantalistler de, Kuran’ın İncil-Tevrat’tan aşırılma olduğu yani zıttı değil, benzer içeriğe sahip olduğun ileri sürer. Zaten misyonerlere de bu benzer iddialı yerlerden hareketle Müslümanlara, İncil-Kuran aynıdır, mesajı vererek ilk neşteri, kancayı atmaya çalışırlar. Benzer mi, zıt mı, kısmen farklı ise hangi mezhepten, kitaptan veya kişiden aşırılma? Çünkü tüm iddialar birbirinin zıttıdır!  (Batı İslam Arkeolojisinin Algısı, Prof. Dr. Fuat Aydın, s. 38 ) “Paul Alvarus için Muhammed, mesih karşıtı ama deccal değil; Eulogius için ise, deccal; Vincent de Beavais için ise, deccal gibi bir sahtekardır. ”  ( Fuat Aydın, s. 42 )  ” Alfonsi, Muhammed’in mucize göstermediğini ileri sürerken, Tuscanlı Tommaso, Matthew Paris ve Vincent de Beavais’e göre Muhammed, mucizeler göstermiş ama bu mucizeler şeytan tarafından gerçekleştirilmiştir. ”  ( Fuat Aydın, s. 46 )

Annemarie Schimmel adlı oryantalistte, Ve Muhammed O’nun elçisidir adlı eserinin 39. sayfasında, Hıristiyan ve Yahudi farklı kaynaklardan alıntılar yapıldığına dair oryantalist iddiaların ‘farklı ve kısmen çelişkili’ olduğuna dikkat çeker.

S. H. R. Gibb: “Bu adam ( Hz Peygamber) hakkında neredeyse biyografi yazarları adedince farklı teoriler vardır.”  (Prof. Özcan Hıdır, Batı’da Hz Muhammed imajı, s. 21) “Hz Peygambere ait literatür, çeşitli ve çelişkilidir.” (s. 53);  “Schacht, ‘Hz Peygamberin hayatı hakkında güvenilir tarihi bilgiler söz konusu değildir.’ derken, A. Guillaume ve M. Watt gibi oryantalistler bu görüşe karşı çıkarlar.” ( s. 64, 109); “Voltaire, Pascal, Dante ve Thomas Aquinas gibi yazarların ortak paydası, nesilden nesile aktararak İslam ve peygamberi negatif olarak değerlendirmektir. Katolikler Protestanlara kötülemek için aslında ilk protestanın Hz. peygamber olduğunu ileri sürmüşlerdir. Protestanlarda Türkler ile asıl Katoliklerin iş birliği yaptığını söylemişlerdir.” ( s. 92) .C. Torrey, Mekke’de etkin bir Yahudi nüfusu olduğunu ve bunların Muhammed’i etkilediğini ileri sürer. Yahudi olan F. Rosenthal, bu iddiayı kabul etmez ve, “eldeki mevcut kaynaklar Torrey’i desteklemez.” der.( s. 266) G. D. Newby, A History of the Jews of Arabia adlı eserinde, oryantalistlerin Yahudi köken iddiasını tenkit eder. ( s. 267) Oryantalistler bir taraftan Rahip Bahira olayının uydurma olduğunu ileri sürerken diğer yönden de bu olaydan hareketle, Hz Peygamber üzerinde Hıristiyan kültürü iddiasını gündeme getirirler. ( s. 296) Damascus, ‘De Haeresbius’ da, Kur’an-ı Kerim’in peygamber tarafından kaleme alındığını ve yazma sırasında Bahire isimli kişin kendisine yardım ettiğini ileri sürmüştür. (Taceddin Ural, Papa bir puttur, s. 120)

  “A. Mingana ve G. Lüling’in iddiasına göre Kuran, esasen İslam öncesi teslis inancına karşı çıkan Hıristiyanlarca yazılmıştır. (s. 275) W. Goldsack, samuel Lee gibi bir çok yazar da Kuran’ın Hıristiyanlıktan alıntılandığını ileri sürerler. ( s. 279)  D. S. Margoliouth bu iddiaları, ” Muhammed hiç bir İncil’i elde etmemiş ve okumamıştır.” diyerek reddeder. ( s. 283)

“Peygamberin Hıristiyanlık öğretilerinden ne bildiği açık değildir.” ( D. Thomas-B. Roggema, Christian Muslim relations, s. 2 ); R. Bell, “Hz Muhammed üzerinde doğrudan bir Hıristiyan etkisi yoktur.” der. ( Bell, The Origin of Islam, s. 50); Neal Robinson, ‘Christ in Islam and Christianity’ adlı eserinde, herhangi bir Hıristiyan kültürü etkisinden bahsetmez. H. B. C. Bradford,  Hıristiyanlardan alıntı iddiasının zorluğundan bahseder. ( Bradford, Qur’anic Jesus, s. 111); J. Fück, The Originality of the Arabian Prophet adlı makalesinde, Hıristiyan kültürü etkisine dair, Sprenger, Torrey, Ahrens, Andrea gibi yazarların iddialarına güçlü itirazlar yöneltir ve Hz Peygamberin şahsi karizmasına vurgu yapar.” ( Fück, The Originality, s. 89, 93, 95, 97); Muir’de ” Muhammed’in herhangi bir İncil’i okuduğu fikrine katılmıyorum.” der. ( Muir, The life of Mohammad, s. 310)

AYNI MİSYONER YAZAR BİR KİTABINDA ‘KURAN İLE KUTSAL KİTAPLAR ARASINDA ÇOK FARK VAR’ DER VE SIRALARKEN,BAŞKA KİTABINDA İSE ‘TEVRATTAN ALINTILAR AYNEN KUR’AN’DA VAR’ DER

Kur’an’ı Tevrat ve İncil ile karşılaştırdığınız zaman onun aynı kaynaktan olmadığını görmemek çok zordur. Kur’an kendinden önceki kaynaklardan  büyük farklılık gösterir. (John Gilchrist, Evet, Kitabı Mukaddes Tanrı Sözü’dür, s. 16) ‘Kur’an ile Kutsal Kitaplar arasındaki esas farklılıklar’ diyerek maddeler sıralar.( s. 21) Hem Kutsal Kitap hem de Kur’an, yazıldıkları günden bugüne kadar hiç değişikliklere uğramadan gelmemişler. (John Gilchrist, Kur’an ile Kutsal Kitap, s. 44) Yahudilerin masal ve mitoloji kitaplarındaki olayların Kuran’da yer almaları, Kur’an’ın Tanrı sözü olma iddiasına karşı çok güçlü birer delildir. ( s. 53)

“Yahudi oryantalistlere göre Yahudilik, İslam’ın birinci kaynağıdır.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 231) Theodore Bibliander, Kuran’ın kaynağı olarak Hıristiyanlığı gösterir. (Machumetis, I/3) Leone Caetani, İslamiyet’in dolaylı olarak Hıristiyanların bir ürünü olduğunu iddia eder.  (Studi di Storia Orientale, s. 47) Tor Andrae, Muhammed’in Hıristiyan rahiplerden etkilendiğini ileri sürer. ( Mohammed, s. 8) David Samuel Margoliouth, İncil’in Hz Muhammed için gayet faydalı bir kaynak olduğunu ileri sürer. (Mohammedanism, s. 50) Herbelot de Mollainvile, L. Marraccio, A. Geiger, W. Muir, J. Wellhausen, W. St. C. Tisdall, T. Nöldeke, H. Grimme… gibi oryantalistler ise, İslamiyet’in temelinin Yahudiliğe dayandığını iddia ederler. ( s. 31-72) Aloys Springer, Muhammed’in Arap dinini inşa ettiğini, birçok Arap şiirinden alıntılar yaptığını  (The Life of Muhammad, s. 35) iddia eder ama, Arapların Peygamberimize neden bu kadar itiraz ettiğini, muhalif olduğunu açıklayamaz. Aynı yazar Muhammed’in sapık Hıristiyanlardan etkilenmiş olabileceğini iddia eder. (The life of Muhammad, s. 175) Julius Wellhausen, “İslamiyet’in Hıristiyan kültürünün etkisinde kalan Arap putperestliğinden ortaya çıktığını” iddia eder. (Reste Arabischen Heidentums, s. 240)

Sir William Muir, “Muhammed’in Hıristiyanlığın gerçek kurallarını bilmeye olanak tanıyacak kaynaklara ulaştığı şüphelidir” der. (The Life of Muhammad, s. 325) Josef Horovitz ise, “Muhammed’in eski ve yeni Ahit’in tercümelerine bir şekilde ulaştığı” iddiasında bulunur. ( Horovitz, Koranische Untersuchungen, s. 20) Hangi iddia doğru?!

Theodor Nöldeke, herkesin Hıristiyan olduğunda ittifak ettiği Varaka bin Nevfel’in, Yahudi olduğunu iddia eder. (Hatte Muhammed christliche Lehrer, s. 705) Aynı yazar, Rahip Bahira’nın Muhammed’i etkilendiğini iddia eder. Halbuki birçok oryantalist, Rahip Bahira olayının uydurma olduğunu, sonradan Müslümanların Muhammedi büyük göstermek, peygamberliğine delil olarak kullanmak üzere uydurulduğunu ileri sürerler. Ama uydurma dedikleri bu olayı, işlerine gelince gerçek gibi kabul edip yine İslam’a saldırmak için kullanmaktan geri kalmazlar.

Charles Cutler Torrey, “Bazı araştırmacılar Kuran’ın bir kısım  pasajların da Yahudiliğin etkisini görürken: diğer bir kısım araştırmacılar ise aynı pasajlarda Hıristiyanlığın izlerini bulabilmektedir. Halbuki dikkatli incelendiğinde aynı konuların, Yahudi ve Hıristiyanlıktan ayrı olarak Batı Asya pagan dini kayıtlarında yer aldığı görülecektir.” diyerek, aynı ayete oryantalistlerin subjektif yaklaşımları sonucu  farklı sonuçlara ulaşıldığını açıkça itiraf etmektedir. Kendisi de eleştirdiği konuma gelmekte, aynı ayetten üç farklı sonuç elde edilebilmektedir. (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 73)

İbni Warrak ise, “İslamiyet Zerdüştlükten doğrudan etkilenmiştir. İran, Hint kültürünü kaynak olarak almıştır.” iddiasında bulunur. (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 95)  Kısaca oryantalistler öyle ya da böyle Kuran’ın kaynağını başka yerlerde aramışlardır. (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 96)

 Hıristiyanlar hiçbir dönemde Hazreti İsa’nın ilahlığından vazgeçmemişlerdir. (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 105) Kuran, Yahudi ve Hıristiyanların birçok inancına inancının yanlış olduğunu dile getirir. Eğer Kuran onların verilerine dayansaydı elbette onların içeriğine muhalefet etmezdi. (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 107)

Oryantalistler yüzyıllarca Kuran’ın kaynağı konusunu araştırmalarına rağmen bir türlü tatmin edici bir sonuca ve kendi aralarında ittifak ettikleri bir görüşe ulaşamamışlardır. Birçok oryantalistin Kuran konusundaki hipotezlerinde, her biri ayrı bir iddia ortaya attığından elde ettikleri veriler gelişimsel bir birikim oluşturulamamaktadır.  (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 97, 169)

Zihinsel bozukluklar yaşayan bir insanın sara nöbeti geçirirken gayri-ihtiyari sarf ettiği sözlerden anlamlı, hikmetli, 1400 küsur yıl boyunca milyarlarca insanı etrafında toplayan bir kitap olan Kuran’ın oluşturduğunu iddia etmek elbette aklın sınırlarını ciddi anlamda zorlamanın ve gülünç bir duruma düşmenin ötesinde bir önem taşımayacağı açıktır. Nasıl oluyor da saralı bir hasta, çok kısa bir zamanda tüm Arabistan’ı hükümranlığı altına alıp yönetebiliyor. (Naif Yaşar, Oryantalistlere göre Kuran’ın kaynağı ve metinleşmesi, s. 115) Hirschfeld, “İslamiyeti Muhammed’in yaşadığı iddia edilen histeri, halüsinasyon gibi şeylere bağlamak mümkün değildir.” demektedir.( The Composition and Exegesis of the Qoran,  s. 20) 

Görüldüğü gibi tek başına Yahudilik, tek başına Hıristiyanlık, Hem Yahudilik hem Hıristiyanlık, hem paganizm ve Yahudiliğin bir sentezi, sadece  Arap monoteizmi veya Sosyal reformcu, veya sara-histeri nöbeti gibi birbiri ile zıt ve tutarsız bir çok iddia Kuran’ın kaynağı olarak ileri sürülmüştür. Tüm bu karmaşık ve birbiri ile zıt iddiaların ortaya çıkışının ana sebebi, Kuran’ın vahiy ürünü bir kitap kabul edilmemesi ön kabulü ile Hz Muhammed’in hayatına bakılmasıdır. Önce Hüküm/karar (İsa tanrıdır dolayısı ile teslisi reddeden Muhammed sahte peygamberdir ) verilip  sonra delil aranınca ortaya yukarıdaki gibi birbirine zıt çelişkili, tutarsız iddialar yığını ortaya çıkmaktadır!

Modern oryantalizme kadar batıda Hz Muhammed tasavvuru

  1. Literatüre ( Basılı eserlere ) dair

Bu yazılar çoğrafi olarak 3 bölümde ele alınabilir. Müslümanların hakimiyeti altında yaşayan ( Zımmi) Hıristiyanların yazdıkları eserler, Bizans sınırları içinde yaşayanların yazdıkları ve İspanya ve batı Avrupa’da yazılan eserler.

Zımmilere ait eserler: En önemlileri Yuhanna ed-Dımeşki ve Abdülmesih el-Kindi tarafından yazılan eserlerdir.

Yuhanna ed-Dımeşki ( ö. 754): Yazdıkları ile gelecekteki tüm oryantalistlere temel teşkil edecek ithamlarda bulunmuştur. ( ORYANTALİZMİN GAYRİ RESMİ BAŞLANGIÇ TARİHİNİ DIMEŞKİ İLE BAŞLATMAK YANLIŞ OLMAZ! )  Yazdığı iddia edilen iki, eser ile Batı literatüründe Hz Muhammed’le alakalı kimi görüşlerin şekillenmesinde etkili olmuştur. Kuran’da Tanrı’nın devesi adlı bir süre olduğunu ileri sürecek kadar tartışmalı iddialar ortaya atmıştır. (s. 32) Dımeşki’nin iddiaları arasında İslam’ın ‘İsmaililere ait sapkınlık’ ve ‘Deccal’in öncüsü’ olduğu gibi iddialarda bulunmaktadır. Allah’ın Muhammed’e kitap verdiğine kim şahit olmuştur diye soran Dımeşki, Hz Muhammed’in bir Arian rahibinin eğitiminden geçtiğini de ileri sürer. (s. 56) 8. yüzyıldan beri var olan nefret ve düşmanlık odaklı yaklaşım tarzının (s. 69) kökenini Dımeşki oluşturur. 1156’da ölen Peter el Venerable gibi bir çok oryantalist Dımeşki’den aldığı görüşleri aynen eserlerine aktarırlar. (s. 71) Dımeşki ve Hıristiyan el-Kindi tarafında ortaya atılan olumsuz Muhammed tasavvuru Bizans ve batı Hıristiyanlığına ait eserlerde bir takım kurgusal-hayali öğelerle daha da olumsuz hale getirilmiştir. (s. 98) Hz Muhammed’i tsavir ederken kullanılan aşağılayıcı üslup ortaçağda Dımeşki’nin temsil ettiği geleneksel üslubun devamıdır. (s. 293, 447)
Abdülmesih b. Isham el-Kindi’de Dımeşki’nin ( ö. 912) yolundan gider. Nasturi patriği Timothy, Hz Muhammed’in peygamberliğini açıkça dillendirmese de onun peygamberlerin yolunda yürüdüğünü ifade eder.Yakubi patriği İbnül ibri Hz Muhammed’i Allah tarafında görevlendirilmiş bir elçi olduğunu ifade eder. (s. 34)

Bizans metinleri:

Bizans topraklarından bakıldığında İslam yahut Hz Muhammed, Hıristiyanlığın en azılı rakibi olarak görüldüğünden metinlere daha saldırgan ve aşağılayıcı bir üslup hakim olmuştur. (s. 35)

Batı Hıristiyanlığı- Avrupa’ya ait literatür: Bilgi kaynakları başlangıçta Endülüs’te yaşayan Mustağrib ( Zımmi Hıristiyanlar ) ve Bizans metinleridir. Bu eserlerden amaç Endülüs Emevilerinin dinini olabilecek en kötü görünüm içinde sunmaktır. 12. ve 13. yüzyıllarda yazılan eserler 3 başlıkta ele alınabilir: Kronikler (tarih sırasına göre yazılmasıyla oluşan siyer), efsaneler ve risaleler. Efsanelerin en büyük özelliği Müslümanları putperest, Hz Muhammed’i de onların taptığı putlardan biri olarak göstermektir. Haçlı savaşları sırasında özellikle Hz Muhammed  put veya pagan bir tanrı olarak tasvir edilmiş ve bu konuda bir çok eser yazılmıştır.  (s. 38) Kronikler: Tahrif edilen bilgilerin efsanelerle birleştirilmesi ile oluşturulurlar. Hz Muhammed’in Hz Hatice ile evlenerek kral olduğu, 618 yılında Hz Muhammed’in Suriye ve Filistin’i fethetmesi gibi içinde anakronizm barındıran bir çok iddialardan oluşur. (s. 39) Bu dönemlerde yazılan bir çok eserde Hz Muhammed suçluların ve soyguncuların arkasına takıldığı bir kişilik olarak tasvir edilmiş, Hz Muhammed’in mucizeleri ile Deccal’inkiler arasında benzerlikler kurulmuştur. Kimisi Hz Muhammed’i 4. yüzyılda Libya’da yaşayan şehvet ve siyasetin esiri olmuş bir sapkın olarak nitelendirilirken kimi de hz Muhammed’in İslamiyet’i savaşla yaydığını ileri sürer. Bir diğer eserde ise Hz Muhammed matematik, astronomi, musiki ve hitabet alanlarında kendini yetiştirip Bahira tarafından yeryüzüne fitne çıkaracağı haber verilen biri olarak tasvir edilir. (s. 40) 13. yüzyılda Arapça öğreten misyoner okulları açılır. (s. 41) 12 ve 13. yüzyıllarda Müslümanlara ait bir çok bilimsel eser batı dillerine çevrilir. Bunlar arasında dini metinlerde bulunur ki bunu en çok Cluny rahibi Peter El Venerable’nin teşviki ile gerçekleşir. Amaç Haçlı seferleri işle Hıristiyanlaştırılamayacağı ortaya çıkmaya başlayan Müslümanları misyonerlik faaliyetlerinde kullanılmak üzere İslam kaynaklarında bulunacak hataları arama gayretidir. Sonunda misyonerlerin kullanabileceği yedi eserden oluşan Toledo Külliyatı/ kolleksiyonu ortaya çıkar. Bunlarda ikisi olan Summa totius haeresis saracenorum (Arapların bütün sapkınlıkları) ve Liber contra sectam sive heresim Saracenorum ( sarasenlerin reddi) adlı eserleri Peter El Venerable yazar. Eserlerinin birinin başlığı ‘Muhammed’in kötü ve değersiz sapık doktrinine reddiye’ ve Hz Muhammed hakkında verilen bilgilerin amacının ‘onun ve fikirlerinin ne kadar nefret edilmeye değer olduğunu göstermek’ olarak açıklar.

 
            Peter the Venerable
 

İslam’a yapılan reddiyeler önemli kaynaklardır. Hz Muhammed’i nasıl anladıkları ve anlattıkları bu metinlerden rahatlıkla tespit edilebilir. (s. 42) Dante, 14. yüzyılda tazdığı İlahi komedya adlı eserde Hz Muhammed’i cehennemim en alt tabakasına yerleştirmiş ve sapkınlar arasında onu göstermiştir. (s. 73) Luther’de aynı çizgide yazılar yazar. John Lydgate, Hz Muhammed’i sapkın bir Hıristiyan ilan ederken, Christropher Marlowe yazdığı piyeste Hz Muhammed ile Timur’u birbirine düşman ilan eder. Mary Magdelene 15. yüzyılda yazılan bir piyestir ve burada da Hz Muhammed Sezar ve Firavun’un taptığı bir ilah olarak gösterilir. (s. 43)

17 ve 18. yüzyılda ortaya çıkan reform hareketleri, rasyonalizm ile doğuya yapılan yolculuklar ve yazılan hatıralar ile yeni bir döneme girilir. (s. 44) Ama Hz Muhammed’e nefret ve düşmanlıkla bakış varlığını aynen korur. (s. 46) Batı tarihinde Hz Muhammed’i savunan ilk eser 1705’te C. Harnby tarafında bulunan  Henyr Stubbe ( ö. 1676) tarafında yazılan An account of the rise and progress of Mahometanism adlı eserdir.basılmamış olsa da bu eser Hz Muhammed etrafında oluşturulan efsaneleri alaycı bir üslupla reddeder. Çok eşlilik, cennet zevkleri, savaş ve şiddet, düzenbazlık reddettiği konuların başında gelir. Basılan ilk eser ise Henri comte de Boulainvilliers (1722) tarafında yazılan  Vie de Mohamed adlı eserdir. Hz İsa karşısında Hz Muhammed’i takdir eden yazar ayrıca Hz Muhamed’i büyük bir şahsiyet, kanun koyucu büyük bir idareci olarak nitelendirir. (s. 47)

George Sale (ö. 1736) Kuran’ı tercüme eder. Giriş bölümünde eleştirdiği kadar Hz Muhammed’i de övdüğü yerlerde bulunmaktadır ki bu nedenle yarı Müslüman olmakla itham edilir. Halbuki yazdığı başka eserlerde asıl amacını ortaya koyar: Müslümanlar ileride Hıristiyanlığa gireceklerdir. Şunları yazar Reflections on Mohammedism and the conduct of Mohammed adlı eserinde: Çalışmanın başlangıcı okuyucuya, benim Hıristiyanlığa karşı İslam’ı savunacağım intibaını verebilir. Fakat ben açıkça ifade edeyim ki, benim planım bunun tam tersidir. (Reflections on Mohammedism, s. 2 ) (s. 49)

Godfrey Higgins, An Apology for the life adlı eserinde Hz Muhammed’e yöneltilen itham ve eleştirilere cevap verir. Thomas Carlyle (1881) ise gerek konferanslarında gerekse yazdığı Heroes adlı eseri ile Hz Muhammed’in Hz Hatice ile evliliği, İslam ve kılıç, cennet, şehvet gibi iddialara cevaplar verir. Bu çalışmalardan sonra Hz Muhammed için kullanılan ‘impostor’ (sahte peygamber) nitelemesi eskisi kadar kolay kullanılamamaya başlanmıştır. (s. 51)

Voltaire,’nin La Fanatizme ou Mahomet adlı eserinde Hz Muhammed ortaçağ geleneğine uygun en aşağılayıcı kelimelerle tasvir edilmiştir. Frederick’e yazdığı mektupta ise, ‘Muhammed’i oyunda gerçekte işlemediği bir suçu işlemiş gibi gösterdiğim için tenkit edilebilirim.’ diyerek çarpıtmasını açıkça itiraf etmiştir. (s. 52) 17. yüzyılın ikinci yarısında İran’da sefir olarak görev yapan Thomas Herbert yazdığı Travels begun anno adlı eserinde Hz Muhammed’in Yahudi kökenli olduğuna ve ailesinde Yahudilik ve Hıristiyanlık hakkında eğitildiğini, sahte peygamber olduğunu iddia eder. (s. 53) isviçreli hukukçu James Bruce yazdığı yazdığı Travels in The Holy Land and Egypt adlı eserinde Hz Muhammed için kibirli solucan sıfatını kullanır. (s. 54)

  1. Aydınlanmaya kadar Hz Muhammed tasavvuru

Zımmilere ait metinler:Yahya ed-Dımeşki, Hz Muhammed için, ‘Deccalin habercisi, hilekar’ gibi sıfatlar yakıştırırken Kindi ise yalancı peygamber olduğunu ispat etmeye çalışır. Kindi’ye göre İsa ile peygamberlik müessesesi son bulmuştur. (s. 57) Ona göre Hz Muhammed önce lider olmak istemiş, olamayınca peygamberlik kurumunu bir araç olarak kullanmıştır. (s. 58) Kindi Hz Muhammed’in kılıç kullanması ile diğer peygamberlerin kılıç kullanmasını da birbirinden ayırır. Kindi’ye göre daha önceki peygamberler, bir topluluğa semadan gelen ilahi cezalandırma emrini yerine getirmek için kılıç kullanmışlardır. ( Apology of Al Kindi, s. 64) Kindi’ye göre Hz Muhammed ne geçmiş ne gelecekten haber vermiştir. Verdiği bilgiler ise kocakarı hikayelerinden ibarettir. ( Apology of Al Kindi, s. 54) Kuran’ın yazılması konusunda ed-Dımeşki bir Arian rahibinin Hz Muhammed’e kılavuzluk ettiğini ileri sürerken Kindi, Sergius adlı Nasturi bir rahibin Muhammed’i eğittiğini ileri sürer. ileriki zamanlarda başka isimler de telaffuz edilir. Aslında bu oryantalistlerin tarihi gerçeklerden hareket etmek yerine, kendi keyif ve ihtiyaçlarına göre kendilerince sapkın olan bir hareketin lideri ile Hz Muhammed’i bir şekilde irtibatlandırma arzusu içinde hareket etmektedirler. (s. 61)

Bizans metinleri: Akla ilk gelen isim Teophanes ( ö. 818)’dir. Klasik sapkın rahip iddialarını tekrar eder ve Kuran’da cennetin içki içilen bir yer olduğunu söyler. Yahudilerin deve eti yediği için Muhammed’ten uzaklaştıklarını ileri sürer. Hz Muhammed’in Hz Ebu Bekir’i yerine halef tayin ettiğini de iddia eder. (s. 63-64) Nicetas ise Bakara suresi 268. ayetten (Ey insanlar! yeryüzünde helal ve güzel rızıklardan yiyin, yalnız şeytanın yolundan gitmeyin, zira o sizin için apaçık bir düşmandır.) ayetinden ‘Muhammed’in şeytanı nasıl rab olarak çağırdığını görmez misiniz?’ sonucunu çıkarabilmektedir. 1450’li yıllarda anonim olarak yazılan bir eserde ise Arianist bir rahibin yazdığı esere Kuran adını verdiğini, bu kitapta Allah’ın oğlunun bulunmadığı, İsa’nın sadece büyük bir peygamber olduğu ve bir çok saçmalıklar yazılıdır. Rahip daha sonra kitabı öğrencisi Muhammed’e teslim eder ve safdil halkta ona inanır. ( G.E.V. Grünebaum, Classical Islam-A History, s. 46)

Musta’rib (Zımmi Hıristiyanlar) metinleri:

La Cronica arabigo-bizantina de 741’de Hz Muhammed hakkında şu kısa bilgilere rastlarız: “Kavminin en asil sülalesine mensuptu.” ( R. G. Hoyland, Seeing Islam as Others Saw it, Darwin press, s.617 ) Kurtuba’da 8. yüzyılda cami önlerinde Hz Muhammed’e hakaret eden Kurtuba fedaileri hareketi adlı bir grup ortaya çıkar. Önderlerinden papaz Eulogius, Istoria de Mahomet adlı kitaptan etkilenerek bazı kitaplar yazar. Bu kitaba göre Hz Muhammed’in dul bir kadın tarafından büyütüldüğü sonra bu kadınla evlendiği, tefecilik yaparken Hıristiyanlarla tanıştığı, ayinlere katılıp ezberledikleri ile cahil araplar içinde en akıllısı haline geldiği, İncil’deki şahsiyet, kuşlar adına şiirler uydurduğu, ölümünden sonra üçüncü gün göğe yükseleceğini ama bunun gerçekleşmemesi üzerine sahipsiz kalan cesedini köpeklerin parçaladığını yazar. İslam ona göre ‘şeytani sahte peygamberin şeytani mesajı’ dır. Fedai hareketinin diğer lideri Alvaro’ya göre ise Hz Muhammed kadın düşkünü ve deccal, Müslümanlar ise zinekardır. ( K. B. Wolf, The Earliest Latine Lives of Muhammed, s. 89-101 ve Muhammed as Antichrist in Ninth Century Cordoba, s. 10)

Batı Avrupa Hıristiyanlarının metinleri:

Hz Muhammed’i nefret ve düşmanlık duygularıyla kurgulanmış bir portre olarak takdim eden yaklaşım 16. yüzyıla dek devam etmiştir. Hz Muhammed’le alay etme ve bu suretle muhatapları eğlendirme hem de onun hakkında sürekli tekrar edilen, hokkabaz, sihirbaz ve sahte peygamber ithamlarına güvercin ve boğa kıssaları da eklenir. Güya Hz Muhammed bir güvercini kulağındaki gizli bezelyeyi omuzuna konarak yiyecek şekilde eğitir, böylece vahiy getirdi şeklinde etrafına sunar. Bu kıssa aynen Shakespear’ın eserlerine de girmiştir. Ayrıca bir de bir boğayı eğiten Muhammed onu çağırınca hemen gelir ve önünde boğa diz çöker. Bunlardan başka, Hz Hatice’nin evlilik öncesi Corazania adlı ülkede kraliçe olduğu, sapkın mezhebini yaymak için İspanya ve Afrika ya gittiği, Yahudi sevgilisi tarafından öldürüldüğü gibi kurgusal unsurlarda Hz Muhammed’in biyografisine dahil edilir.

  El-Venerable, Kindi’nin iddialarını aynen tekrar eder ve Muhammed’in asıl bilgi kaynağının şeytan olduğunu söyler ve şöyle der: ” Ey okuyucu! Hangi sapıklık tanrının kilisesine bu kadar zarar verdi? Hangi şey, kitlesel kayıp sonucu melun insanların sayısını bu derece artırdı?” ( J. Kritzeck,  Peter el Venerable and Islam, s. 142) şeklinde sıraladığı sorular yazarın içinde biriken hiddet ve nefretin tercümanı olmakta ve ne tür bir şuur altı birikiminden hareketle İslam ve Hz Muhammed eleştirisi yaptığını göstermektedir. (s. 71) san Pedro ise hz Muhammed’in şeytanın yönlendirmesi ile sahte bir rahip tarafından eğitildiğini, Hz Muhammed’in eşkiyalık ve zinadan başka bir şey emretmediğini, İslam’ın öğretileri içinde güzel gibi gözüken şeyler varsa da aslında bunların her birinin içine zehir yerleştirilmiştir. (N. Daniel, Islam and The West, s. 163) Pedro’nun  en çok karşı çıktığı da, kadınlarla ilgili düzenlemelerde boşanmaya izin verilmiş olmasıdır.  (s. 72)

15. yüzyılın ortalarında Segovialı John savaş yerine diyalog ile Hırisityanlığın yayılması ve Kuran’ın  da çevirisinin yapılması fikrini savunur. (s. 74) Nicolas de Cusa ise Cribratio Alcorani adlı eserinde Kuran’ı tümden reddetmek yerine, pek çok ayeti bağlamından kopararak teslisi destekleyecek şekilde yorumlamayı ve bu şekilde Hıristiyanlığın gerçek kurtuluş dini olduğuna Hz Muhammed’e tasdik ettirmeye gayret eder. Ona göre teslis Muhammed’in onayladığı bir görüştür. Nicolas’a göre Hz Muhammed İsa ölmedi derken bedenen değil ruhen ölmediğini kastetmiştir. Zaten Kuran’a göre Allah yolunda ölenlerin gerçekte diri olduğu ifade edilmektedir. ( Nicolas de Cusa, Cribratio Alcorani, s. 1033) Yazara göre Kuran’daki cennete olan güzellik, yiyecek ve içeceklerin İncil ve Tevrat’ta da olması nedeni ile mazur görülebileceğini ifade eder. ( Nicolas, s. 1045) Nicolas’a göre Hz Muhammed’in görevi Arapları İncil’e yaklaştırmak iken o yeni bir şeriat iddiasında bulşıunmuş ve İncil’in parlak ışığından sapmıştır. Zaten Muhammed Venüs’e tapan putperest biriydi. ( Nicolas, s. 1056) Hz Muhammed fakirlere zulmetmiştir ve Kuran’da yazdıkları da Sergius, Bahira ve Yahudi ortaklarından duyduklarından ibarettir. ( Nicolas, s. 1065) Halbuki aynı yazar 1033 sayfada Kuran’ı delil kabul edip İsa’yı haklı çıkarmaya çalışmakta idi. 1056 ve 1065. sayfalarda ise kaynağının putperest (!) ve uydurma bir kitap olduğunu ileri sürer. Martin Luther büyük ölçüde Ricoldo’dan etkilenmiştir. ( Ricoldo de Monte Croce, Hz Muhammed’i fakir, hasta, safdil bir insan olarak görür. İslam ona göre şiddet ve öldürme dinidir: N. Daniel, Islam and The West, s. 54, 61 ) Luther, Refutation of the Quran adlı eserinde Hz Muhammed’i şeytanın oğlu ve sapkın bir hareketin kurucusu olarak görür. Bu sapkınlığın en önemli göstergesi, İsa’nın ilahlığını inkar etmesidir. Kuran hayvani  e barbacadır. Müslümanlar Yecüc, Papa Mecüc’tür. ( S. A. Francisco, Luther, s. 7-12)

15. Aydınlanmadan modern şarkiyatçılığa kadar Hz Muhammed tasavvuru

15. Yüzyılla birlikte akıl ön plana çıkmış, dine karşı çıkılmış ve deizm öne çıkmıştır.

Genel yaklaşımı muhafaza edenler

İngiliz ilahiyatçı Humphrey Prideaux, The True Nature of Imposture adlı eserinde İslam’ı işledikleri günahlar yüzünden Allah’ın Hıristiyanlara bir cezası olarak görür ve kendilerine gelmeleri için gönderilen bir kırbaç olduğunu söyler ve İslam’ı sahte peygamberin sahte dini olarak görür. Hz Muhammed’in peygamber olmadan önce yaşamını yağma, soygun ve kan dökerek geçirdiğini iddia eder. Hz Muhammed’i ihtiras ve şehvetin yönlendirdiğini ve Hudeybiye esnasında yapılan Rıdvan biadı ile Muhammed’in kral olarak seçildiğini de ileri sürer.   Abbee de Vertot Hz Muhammed’in İslam’ı kılıçla yaydığını ileri sürer. Yazara göre hz Muhammed Asyada ortaya çıkan en tehlikeli hokkabazdı. Vahiyleri sara nöbetinden başka bir şey değildir. Şaki iken fatih olmuştur. (s. 79) Abbe de Saint-Pierre ise Hz Muhammed’in misyonunun başlangıcındaki hokkabazlık iddialarını reddeder ve öyle olsa eşini, yakınlarını ve komşularını vizyonlarının doğruluğuna inandıramazdı der. Peki sonra ne olmuştu, Abbe’ye göre rüyalar gördü, vahiy sandı bu da onu yalan söylemeye götürdü. İslam’ın yükselmesinde iki etken vardır; İklim ve hayal gücü. Abbe, Hz Muhammed’in dininde Hıristiyanlıktan iz bulmaz, bunun yerine İslam’ı paganizm ve Yahudiliğin bir sentezi olarak görür. ( A. Gunny, Perception of Islam in European Writings, s. 59)

Hasta ve cahil Muhammed Descartes’in büyük aklıyla yapamadığını bulaşıcı hastalığı ile kolayca yapabilmektedir. Sonra gelen m,ilyonlarca insan da onun bu durumunu fark edememiş hala ona kanmaya devam etmektedirler. Hem de Avrupa’nın o soğuk iklimi Virgil, Dante ve Milton’un cehennemdeki azap sahnelerini son derece canlı şekilde tasvir etmelerine engel olmadığını da Abbe unutmuş gözükmektedir. (s. 80)

Geleneksel yaklaşımı kısmen eleştirip kısmen doğru görenler

G. Sale, Hz Muhammed’in hedefini putperestliği yok etmek, bozulan Yahudi ve Hıristiyanlığı aslî haline döndürmek ve bir Allah’a tapınmak olarak ifade etmiştir. Prideux’un İslam peygamberinin putperest bir kavme yeni bir putperestliği kabul ettirdiği şeklindeki tezi reddeder. (s. 81) Çok kadınla evlenmesinin o günkü Arap yarımadasında sıkça uygulanan bir gelenek olduğu için gayri-ahlak kabul edilemeyeceğini belirtir. Kadim İbranilerin de çok kadınla evlendiğinin altını çizer. ( Sale, The Coran and Preliminary Discourse, s. 31) Sale, Hıristiyanlığın ilahi din olduğu için kılıçla değil kendi doğruları ile yayılırken İslam’ın yayılmasından  Medine döneminde kılıçla rolü olduğunu iddia eder. Hz Muhammed için, ‘ En azından hoş görülebilir ahlaki davranışların adamı idi, genellikle tasvir edildiği gibi bir kötülük canavarı değildi’ der. Ama son haddede HZ Muhammed için impostor, sahte peygamber nitelenesini de kullanır.  ( Sale, The Coran and Preliminary Discourse, s. 32, 50) Bayle güvercin ve öküz kıssalarının uydurma olduğunun kabul edilmesi gerektiğine işaret eder. Bayle, İncil ile uyumlu bulduğu İslam’ın ahlaki öğretilerini hararetle savunur. Remarque L’de açık bir biçimde Hz Muhammed’in ahlakı gevşetmek bir yana tahammülü daha zor hale getirdiğini söyler. Örnek olarak, sünnet, bazı et ve içkiden uzak durmak, oruç, abdest, namazı sıralar. Bayle İslam’ın ahlakla ilgili prensiplerini sıralayıp, ‘İslam’ın fazilet ve hikmet adına çok önemli prensipler ihtiva ettiğini ifade eder.’  (A. Gunny, Images of Islam in Eighteenth Century Writings, s. 75) Ama son tahlide o da impostor nitelemesini kullanır. (s. 83) Reflections on Mohammedism and the Conduct of Mohammed adlı anonim çalışmada İlam dininin şiddetle yayıldığının söylenmesini cehalet örnrği olarak açıklanır. Hz Muhammed tek seçenek kaldığında kılıç kullanmıştır. Hatta kendini savunurken bile intikam duygusu ile hareket etmemiştir.O, Büyük İskender’le kıyaslandığında birmelek gibi gözükür. Kendi zamanının kilise babalarından herhalde daha dürüst idi. Onun koyduğu kanunlar, bedeni zevkleri tatmin amaçlı değildi. Evlilik sıkı bir şekilde düzenlenmiş, zina yasaklanmıştır. Keza kumar oynamak ve içki içmek de yasaklar arasında idi. Namaz, oruç, hac  gibi ibadetler de az meşakkatli değildir. (s. 84) Henri Comte de Boulainvilliers, İslam peygamberini büyük bir şahsiyet, büyük bir kanun koyucu olarak nitelendirir ve Hz Muhammed hakkında batılı tasavvurların sağlıklı olmadığına dikkat çeker. Ayrıca hz Muhammed’in samimiyetsizlikle itham edilmesini yadırgar. ( Boulainvilliers, Live de Mahomet, s. 165-169) İslam dinini cahil bir rahibin tavsiyesine veya mizacı, daha sonra kendisini peygamber ilan edebilmek için gizlediği eksiklikler ve kusurlarla dolu bir sahtekarın şekillendirdiğini iddia etmek doğru olmaz, der. ( Henri Comte de Boulainvilliers, Live de Mahomet, s. 215-225) Voltair, Mahomet ou le Fanatisme adlı piyesinde Hz Muhammed’i inançlarını şiddet yoluyla yayn biri olarak sunar. Piyeste hastalık derecesinde kadın düşkünü olarak tasvir edilen Hz Muhammed palmira’ya göz diker ve onu haremine katmaya karar verir. Fakat Palmira buna karşı çıkar ve intihar eder, Muahmmed de intihara yeltenir ancak Ali tarafında önlenir. Oyunda Mekke’li müşrikler daha insancıl, Hz Muhammed iki yüzlü ve dengesiz biri olarak gösterilir. Daha sonra Voltaire’nin Hz Muhammed’le alakalı görüşleri kısmen değişmiştir. Mesela ‘Alcoran…’ adlı eserde Hz Muhammed’in hanımları arasında uyumlu bir aile ortamı sağlamış olmasını takdir eder. Ayrıca bir tüccarın vaiz, kanun koyucuya dönüşmesine; avrupa, asya afrikayı etki altına almasına hayranlık duyar. Allah’ın birliği, ruhban sınıfının olmamasını önemser. İslam’ın sadece kılıçla değil, Hindu, Türkler ve zenciler arasında ikna yoluyla yayıldığını anlatır. ( A. Gunny, Images of Islam in Eighteenth Century Writings, s. 150; İ. Warraq, Said ve Saidçiler, s.309 ) Ama avrupada daha çok ilk yazdığı piyes yaygın olmuş ve olmaya devam etmektedir. (s. 88)

Geleneksel yaklaşıma karşı çıkanlar

Henry Stubbe, Hz Muhammed’i olağanüstü bir şahsiyet olarak nitelendirir. Hıristiyan yazarların onun hakkında sayısız iftiralarda bulunduğunu söyler. Onun soyunun düşük olduğundan, annesinin Yahudi olduğundan, Sergius veya Nastura adlı rahiplerin veya Abdullah adlı bir Yahudicin üstatlık ettiğinde bahsedilmiştir. Bunların hepsi komik iddialardır. Zira hem anne hem baba tarafında asil bir sülaleye mensuptur. İslam’da Nasturrilikten bir ize rastlanmaz. Kuran’daki İsa hakkındaki olumlu ,ifadelerin, Yahudi üstat iddiasını çürüttüğünü belirtir. ( H. Stubbe, An Account of the Rise and Progless of mahometanism With The Life of Mahomet, s. 141) Böyle bir yardımcısı olsa idi bu gizli kalmazdı, der. ( H. Stubbe, An Account of the Rise and Progless of mahometanism With The Life of Mahomet, s. 146) Boğa ve güvercin kıssalarını saçma olarak nitelendiririr ve hiç bir arap kaynakta geçmediğinin altını çizer. H. Stubbe, An Account of the Rise and Progless of mahometanism With The Life of Mahomet, s. 149) Geothe, Mahomets Gesang adlı şiirinde Hz Muhammed’i över. Ünlü divanında: Kuran için, onun kitapların kitabı olduğuna, Müslümanlık gereği inanıyorum, der. ( Goethe, Der Westöstliche Diwan, s. 285) Geothe zamanına kadar batı dünyasında, ‘Müslüman erkekler cennete gider, kadınlarına cennette yer yoktur’ şeklinde propaganda yapılmıştır. (s. 94) Thomas Carlyle, On Heroes Hero-Worship and The Heroic in History adlı eserinde Hz Muhammed için, kahramanın en büyük özelliği samimiyetidir, bu da onun görüşünün doğruluğunun bir sonucudur. Peygamberler arasında kahraman olarak ele alınmaya müsait en uygun örnek Hz Muhamed’dir. Carlyle, Hz Muhammed’e yöneltilen hokkabaz, samimiyetsiz, şehvetperest gibi  ithamları kesin dille reddeder, bu gibi yalanları utanç verici olarak bulur. İslam dininin, sefil bir düzenbazlık olarak kabul edilemeyeceğinin kuvvetlice vurgular. ( Thomas Carlyle, Kahramanlar, s. 65-66) Hz Muhammed hakkındaki şehvetperestlik iddialarına şiddetle karşı çıkan yazar, Hz Hatice ile sükunet dolu bir hayat yaşadığını söyler. Kendisine atfedilen bütün düşkünlükler 50 yaşından sonrasına aittir. Yani dünya nimetlerinden faydalanmak için yaşlanmayı, gençlik ateşinin sönmesini beklemiş sonrada artık tadını çıkaramayacağı bir zevki elde etmek için bütün geçmişini ve karakterini inkar edercesine  sefil bir şarlatan olmuş! Carlyl işte bu iddiaları kesin olarak kabul edemeyeceğini ifade eder ve ardından Hz Muhammed’i zevk düşkünü olarak görmenin büyük hata olacağı ikazını yapar. Çünkü O’nun son derece sade ve mütevazi bir hayatı vardır.Çoğu kere yiyeceği arpa ekmeği ve sudan ibarettir, aylarca ocağında ateş yanmadığı olurdu, elbisesini kendi yamardı (Thomas Carlyle, kahramanlar, s. 77-78)  O dönemdeki vahşi araplar yırtıcı bir coşkunlukla  birbirleri ile savaşan vahşi insanlardı. Gerçek bir yetenek ve yiğitliğe sahip olmayan kimse onları yönetemezdi. Onlar, karşılarında apaçık duran, hiç bir sır perdesi ile örtülü olmayan, herkesin gözü önünde hırkasını yamayan, savaşan, görüşmelerde bulunan bu adama peygamber diyorlardı. Yirmi üç yıllık çetin bir deneme boyunca ona kesinlikle itaat edilmiştir. Böyle bir imtihandan ancak gerçek bir kahraman başarıyla çıkabilir. İslam’ın kılıç yoluyla yayıldığı iddialarını ciddiye almaz. Saksonların Hıristiyan yapılması vaaz yoluyla olmamıştır, der. (Thomas Carlyle, kahramanlar, s. 99-100)

Değerlendirme

Dımeşki ve Kindi ile atılan olumsuz ve düşmanca tasavvurun iki temel iddiası vardır: sapkınlık ve sahte peygamber. Mucize gösteremediği, gelecekten haber veremediği için sihirbazlıkla, sahte mucizelerle ve bedeni hazlara hitap ederek ve cennet tasvirleri  ile insanları etraflarına toplayabilmiştir. (s. 98) Hıristiyanlıkta teslis önemi merkezi bir öneme sahiptir. İncillerde açıkça belirtilmese de  Grek felsefesi ve yeni eflatunculuktan etkilenerek 325 yılında gerçekleştirilen İznik konsili ile teslis resmi öğreti haline getirilir. 381’de İstanbul’da toplanan ikinci konsil ile teslisin üç unsuru da aynı cevherden ve üçününde uluhiyet bakımından aynı seviyede olduğu ilan edilir. Arius 318 yılında İskenderiye papazı iken Allah’ın yaratılmadığını ve doğmadığını, oğulun babadan çıkmadığını ce teslisin üç unsurunun aynı cevherden olduğunu söylemiş ve sonunda afaroz edilmiştir. (s. 99) İstanbul patriği Makedonius, ruhul kudüsün ilah olmadığını ilan eder ve oda afaroz edilir. 5. asırda Nestorius Hz İsa’nın iki tabiatlı bir varlık olduğunu söyleyince aynı kaderi paylaşır. Monofizitler de zamanla sapkın ilan edilirler…4. Yüzyılda Gazzeli rahip Epiphanius, Panarion adlı risalesinde 80, Dımeşki ise 101 sapkın hareketten bahseder. ( D. J. Sahas, Jonh of Damascus on Islam, s. 56) Sapkın ilan edilenler bir taraftan afaroz edilirken ayrıca kılıç veya ateşle yakılma, sürgün gibi cezalara da çarptırılıyorlardı. Zamanla aşağılama amaçlı bir dilde geliştirilmiştir. Mesela Dımeşki De Haeresibus’da Nestorius’u hem deccal hem şeytanın oğlu olarak niteler. İmparator III. Leo ve oğlu V. Konstamtin için ve İmparator Constantius içinde deccalin öncüsü nitelemesi kullanılmıştır. I. yüzyılın şahsiyetlerinden Simos tarihe sihirbaz Simon, Nicolas ise şehvetperest olarak geçmiştir. ( J. V. Tolan, Saracens, s. 12 ; F. G. Munoz, Liber nycholay, s. 5) Talmud’da Hz İsa büyücü ve cehennemde ebedi azaba çarptırılmış biri olarak zikredilir. ( J. V. Tolan, Saracens, s. 16) Sonuç itibari ile 7. yüzyıla gelindiğinde Hıristiyanlık ve yahudilik’te  zengin bir sapkınlık  literatürüne sahip idiler. Başkalarına yöneltilen karalama ve aşağılama amaçlı ifadeler ve ithamlar, basit bir adaptasyonla ve de üslubu biraz daha sertleştirilmek suretiyle bu sefer Hz Muhammed’e ve İslam’a yöneltilmiştir. (s. 101)

Hıristiyanlık İslam’a karşı iki yol tercih etmiştir. Birincisi siyasi ve askeri mücadeledir. Bu amaçla 3 büyük proje uygulamaya kondu. Endülüs ve Kuzey Afrika’dan Müslüman hakimiyetini sonlandırılması, haçlı seferleri ve şark politikası ( Müslüman Türklerin önce Avrupa sonra Anadolu’dan atılması) Avrupa’da şu an önemli oranda Müslüman nüfusunun tasfiye edildiği bilinen bir gerçektir! İkinci yol kalemle mücadeledir. Öncelikle Hıristiyanlık hak din, Hz Muhammed şeytani figür ön kabulü ile hareket edilince tarihi bilgiler tahrif edilmiş, kurgusal masallar anlatılmış, efsaneler uydurulmuş son olarak ta hakaret ve aşağılayıcı bir dil kullanılmıştır. Tarihi bilgilere seçmeci bir yaklaşım takip edilmiş, ulaştıkları bütün kaynaklara, Hz Muhammed’i sahte peygamber olarak göstermek için kullanılmış, karşılaşılan güzel unsurlar ya Hıristiyanlık kökenli ya zehire bal katılmış diye tanımlanmıştır. Hıristiyanlık hakikatin tek ölçüsü olduğuna göre İncil’i değiştirilmiş ve teslisi reddeden Hz Muhammed’de bu hakikatin düşmanı ve dolayısı ile şeytani olmak zorundaydı. (s. 102-103) Özellikle 12. yüzyıldan sonra içi nefret ve düşmanlık dolu bol miktarda kurgusal malzeme ortaya çıkmıştır. ( J. M. Buaben, Images of the Prophet Muhammed in the West, s. 6) Aydınlanma döneminde bu bakış açısı korunmuş, Hz Muhammed’e seküler bir mantıkla bir devlet başkanına, bir fatihe indirgenmiş, bu sonuçta kişisel kabiliyet, ihtiyaç veya içinde yetiştiği ortamla irtibatlandırılmıştır. (s. 104)

Siyer kaynaklarına yaklaşımlar

 Tarihi tenkit yöntemi

Olayın geçtiği zamana gidip müellifin zihnindeki amacı ortaya çıkarma gayretidir. Elçinin kasteddiği anlam yakalanmaya çalışılır. Bundan sonra eleştiri/tenkit başlar. (s. 107) Grimme, Caetani, Sell, Margoliouth, Noldeke, Lammens, Blachere, Watt, Rodinson, Paret, Bobzin, Nagel, Schimmel… gibi bir çok oryantalist çalışmalarında tarihi tenkit metodunu kullanmışlar fakat ulaştıkları sonuçta birbirleri ile farklı görüşlere ulaşmışlardır. (s. 111) Şarkiyatçılar aynı yöntemi kullanmış fakat aynı sonuca ulaşmamışlardır. (s. 112)

Geleneksel yaklaşım

Gustav Weil Kuran’ada tahrifler yapıldığı iddiasındadır. ( Weil, Mohammed der Prophet, s. XVI) Sprenger ise cem esnasında bazı müdahaleler yapılma ihtimalinin olduğunu, bununla ilgili bir veri olmaması nedeni ile de sonuç itibari ‘ Kuran’ın sıhhatinden şüphe etmek için bir sebep yoktur.’  ( A. Sprenger, The Life of Mohammed  From Original Sources, s. 63 ) sonucuna varmaktadır. Nöldeke ise Kuran’ı Muhammed’in yazdığı tarihi bir metin olarak görür. (T. Nöldeke, Tarihul Kuran, s. 16)  Nöldeke Hz Muhammed’in vahiylerin yazılmasına önem verdiğini ve Hz Muhammed’den sonra tahrifat yapıldığı iddialarına karşı çıkar. ( T. Nöldeke, Tarihul Kuran, s. 210; T. Nöldeke, Kuran Tarihi, s. 98) T. Nöldeke Ebu Bekir ve Ömer’in akıl ve basireti göz önüne alındığında Hz Muhammed hakkındaki deccal suçlamalarının geçersiz olduğunu savunur. ( T. Nöldeke, Tarihul Kuran, s. 5)  Muir, Kuran’ın bir bölümünün kayıp veya değiştirildiği görüşünü reddeder, Kuran ayetlerinin Hz Muhammed zamanında hem ezber hem yazılı olarak korunduğunu belirtir en son Hz Osman zamanında hazırlanan nüshanında günümüze kadar sağlam bir şekilde geldiğini açıklar.(W. Muir, The life of Muhammad, s. 14-26) Edward Sell, The Recensions of the Quran adlı çalışmasından gulat şianın iddia ettiği Kuran ayetlerinin çıkarıldığı iddiaları için, tarihi kanıtların Şii iddialarını desteklemediğini beliritir. ( E. Sell, The life of Muhammad, s. 116, s.5 ) Muir ise şii hadis kaynaklarında daha az sahih bilgi bulunduğunu ifade eder. ( Muir, The life of Mohammad, s. 39) Sprenger, ‘Şia’nın rivayetlerinin sunnilerinkinden daha az itimada şayan’ olduğunu ifade eder. (A. Sprenger, The life of Mohammad from original sourceas, s.69) Nöldeke, şii kaynakların sunni kaynaklara göre tarihi kıymeti yok denecek kadar azdır, der. (Nöldeke, Tarihul Kuran, s. 348)   Watt, ‘Bugün elimizde olan Kuran’ın 650-656 arasında zikri geçen komisyonca oluşturulan resmi metnin aynısı olduğu kesindir.’ görüşündedir. ( M. Watt, Kuran’a giriş, s. 55-60, 65) Watt, Kasanova’yı Kuran hakkındaki görüşleri nedeni ile de eleştirip, onu Kuran’ı yanlış anlayan biri olarak nitelendirmiştir. ( M. Watt, s. 69) Hadisleri bir uydurma sürecinin ürünü kabul eden Lammens, Becker tarafında eleştirilmiş ve ‘Her ne zaman İslami kaynaklar kendi görüşünü destekleyici bilgi sunsa, Lammens’in şüpheciliği ortada gözükmemektedir.’ diyerek ( C. H. Becker, Matters of fundamental importance for research into the life of Muhammad, s. 331) onun bu yaklaşımının onu tarafsız bir tarihçiden ziyade bir polemikçiye dönüştürdüğünü belirtir. ( Becker, s. 334) Caetani, büyük ihtimal Muir’in tesirinde kalmıştır. Buhari ve Müslim için, hicri 2. asırdaki Müslümanların Muhammed’in ne söylemiş olmasını istediklerini gösterir, hakikaten ne söylediğini göstermez, ( Caetani, İslam tarihi, I/91)  der. (s. 147) Nöldeke, isnad önemli değil önemli olan metin tenkidirdir, der. (s. 148)

Revizyonist yaklaşım

Goldziher hadisler, Schacht ise hadis ve siyer malzemeleri hakkında batıda epey güvensizlik ortaya çıkarmışlardır. Revizyonistler ,ise Kuran’ın da güvenilmez olduğunu, iki yüzyıl sonra kitap haline gelen anonim bir metin olduğunu iddia ederler. (s. 153)  Wansbrough, Quranic Studies adlı kitabında bu görüşleri dile getirir. Öğrencileri Patricia Crone ve Michael Cook beraber yazdıkları Hagarism adlı kitapta Müslüman kaynakları tamamen güvenilmez kabul edip Hıristiyan kaynaklara tamamen teslim olunması gerektiğini dile getirirler. Çalışmalarını, ‘ Bu kitap inançsızlar tarafından inançsızlar için yazılmış bir eserdir’ şeklinde tarif ederler. ( Crone-Cook, s. 3) M. Cook, Müslümanlara ait arkeolojik kalıntı ve gayri Müslim ( Rum, Ermeni, Yahudi, Süryani) eserlere güvenilmesi gerektiğini iddia eder. Kuran onlara göre dini değil edebi bir metindir. (s. 157) Revizyonistlere göre İslam tarihi: İslam, Sasaniler tarafından Filistin’den sürülen Yahudilerin Hicaz bölgesine gelişinden sonra ortaya çıkan Haceriler ( Hagerine) adlı mesihi bir mezhebin içinden çıkmıştır. Hz Muhammed’de bu hareketin başına geçmiş, hareket içinde yer alanlar ‘Hacer’in Sorundan Gelenler’ anlamına gelen muhacirler olarak adlandırılmışlardır. Hicret Yahudi ve Arapların beraber Kudüs’e yaptıkları sefer olup, kudüs’ün fethi sırasında Hz Muhammed hayatta idi. Mekke başlangıçta kutsal şehir kabul edilmiyordu, Abdülmelik zamanında kutsal kabul edilmiş, Kuran’da aynı dönemde kitap haline getirilmiş, Muhacirler olarak adlandırılan bu hareket zamanla Müslümanlar olarak anılmaya başlanmıştır. ( M. Özdemir, siyer yazıcılığı üzerine, Milel ve Nihal, 4/3, s. 147 ) Wansbrough’un öğrencisi M. Fred Donner, Burton  ve Magidan, Wansbrough’ı eleştirirler. ( İ Albayrak, Oryantalist söyleme genel bakış, Marife dergisi, sayı,3, s. 174)

Empatik yaklaşım

Tarihi tenkit metodunu siyer malzemelerine uygularlar. Hz Muhammed Müslümanlar tarafından nasıl anlaşıldı, bunu önplana çıkarırlar. A. Schimmel’in Muhammed adlı eseri buna en güzel örnektir. O’na göre Hz Muhammed babasını örnek alan çocuk gibi örnek alınan, kardeşliği öğütleyen politik bir liderdir. ( A. Schimmel, Muhammed, s. 8)

Değerlendirme

Oryantalistler Kuran’ı Muhammed’in sözleri olarak görürler. Özellikle Caetani ve Sprenger gibi oryantalistler tek sahabeye (İbn-i abbas) ait tüm rivayetleri sahih gibi kabul edip hatalı ve genellemeci bir yaklaşım tarzı ile hareket ederler. Halbuki İbn-i Abbas’ın ağzından değişik konularda aslında onun söylemediği bir çok rivayet nakledilmiştir. (s. 161) Bir toplumun kendi tarihi hakkındaki tüm verileri, güvenilmez ilan etmek, aslında o toplumu tümden yalancılıkla itham etmektir. Bir toplumun tümünün tarihlerini sahte malzeme üzerine inşa etmek üzere seferber olduklarını düşünmek ancak ‘ideolojik’ bir ajandaya malzeme temin etme gayreti ile açıklanabilir. Kuran iki asır sonra oluşturulan anınmi bir metin olsa, başta Dımeşki, Kindi, Timothy, Teophanes olmak üzere bu durumu kullanmazlar mıydı? (s. 165) Fuat Sezgin, N. Abbott, H. Motzki, A. Görke, G. Schoeler’in titiz çalışmaları, İslami rivayetlerin azımsanamayacak bir bölümünün iddia edildiğinin aksine hicri birinci asır içinde yazıya geçirildiklerini ortaya koymuş bulunmaktadır. (s. 166)

Hz Muhammed’in yetiştiği ortama ve vahiy öncesi hayatına yaklaşımlar

 Weil, Ukaz panayırında okunan şiirler yerine, Hz Muhammed’in şairane kafiyeli düzyazılar yazdığını iddia eder. ( Weil, Mohammed Der Probhet, s. 17)  A. Sprenger Arapları tatmin edecek dini, Hıristiyanlık ve Yahudiliğin ortaya çıktığı gövdenin yeni bir dalı olarak nitelendirir. Milli olmayan Yahudilik, teslisi olmayan Hıristiyanlık. İslam haniflikten ortaya çıkmıştır der. ( Sprenger, Das leben und die lehre des Mohammed, I/45 ) Yazar kısmen hakikatin kenarına yaklaşmış ise de gerçeği teğet geçtiği muhakkaktır, bu konu ile alakalı ‘ İslam tüm dinlerin özüdür.’ adlı yazımıza bakılabilir. Margoliouth, Hz Muhammed’in Mekke’li Arapların zenginlik ve siyasi gücünün koruması için yeni bir din ortaya koyduğunu iddia eder.  ( Margoliouth, Mohammad, s. 40-43) O zaman neden tüm çevresi ve akrabaları dahil,  Arapların yıllarca Hz Muhammed’e karşı çıktığı sorusu tabii ki cevapsız kalmaktadır! Rudi Paret ise klasik Hıristiyan ve Yahudi kaynaklı din fikrini yineler ve hicret’i kaçmak değil, Mekke’nin soy birliğinden ‘ kopmak ve çıkmak’ şeklinde tercüme edilmesi gerektiğini söyler. (s. 178) A. Schmimmel, Arapların birbirleri ile kan davası içinde olduklarını, göçebe yaşadıklarını, Mekke’nin ticari değil dini bir merkez olduğunu, ahirete inanılmadığını ve dişi ilahlara tapıldığını söyler.  (s. 179)

Hz Muhammed’in vahiy öncesi hayatına yaklaşım

Gustav Weil, Hz Muhammed’in Mekke’liler arasında meydana gelen çekişmelerde hakem olarak tanındığını söyler. ( Weil, Muhammed der prophet, s. 40)  Hz Muhammed’in seyahatlerinden, Yahudi ve Hıristiyan kutsal kitaplarını bizzat kendi okumaksızın bu dinlerle tanışır. Weil daha sonra ‘ Fikrine kapıldı, hissine kapıldıu, canlı fantezilerini uzun süre tutamadı, melek görmek zorunda kaldı’ türü. sanki bizzat şahit olmuş gibi kullandığı ifadelerle süslediği görüşlerini, ‘Muhammed’in vizyonunun büyük kısmını epilepsi nöbetleriyle bağlantılıdır. Ben Muhammed’in hastalığını gizlemek için Cebrail fenomenini ileri sürdüğünü söyleyen Theophanes gibi düşünmüyorum. Bilakis tam tersine bu hastalık yoluyla/vesilesiyle vahye inanmaya zorlandığı/yönlendirildiği görüşündeyim.’ ( Weil, Muhammed der prophet, s. 45 ) der. Görüldüğü gibi attıkları iftiradan bile ortak bir sonuca ulaşamıyorlar! Sprenger, Hz Muhammed’in biraz itibarlı ama en seçkin ailelerden birine mensup olmadığını söyler. Annesinin hastalıklı bir genç dul olduğunu, bu durumun Hz Muhammed’de hayaller görmesine sebep olduğunu, annesini çok sinirli ve heyecanlı olduğunu, bu durumun oğlunu da etkilediğini belirtir ve ‘ Biz bunda, Muhammed’in fiziki ve psikolojik yapısıyla ilgili düzensizliğin açıklamasını buluyoruz.’ diyerek kendi ürettiği teorilerinin üzerinden peygamberimizin iç alemi ile ilgili iddialarda bulunmaktadır. Sprenger ayrıca Hılful fudul’da önemli bir yeri olmadığını iddia ettiği Muhammed’in çobanlık yapmasını da onu hakir görülen bir iş yapmakla itham eder ve daha sonra Muhammed’in bu çobanlığı Musa ve Davud ile kıyaslayıp kullandığını ileri sürer. Bizzat Sprenger Hz Hatice’nin ölümünden sonra üç yıl daha Hz Muhammed’in evlenmediğini de yazdığı halde, Hz Hatice ile evli iken başkası ile evlenmemesini, ‘Hatice’ye düşkünlüğüne değil, kendisine maddi bağımlılığına yormak gerekir’ diye söyler. ( A. Sprenger, Das leben und die lehre des Mohammed, I/138-154) O halde, Hz Hatice’nin vefatından sonra 3 yıl neden bekledi sorusu da ortada cevapsız kalmaktadır ve ayrıca, ‘Ben yaşlandım, evlen.’ teklifi bizzat Hatice annemiz tarafından Hz Muhammed’e gelmiş iken… Detay ‘Efendimiz neden çok hanımla evlenmiştir? adlı yazımızda!  Sperenger, ‘617 yılına kadar ekonomik durumu gayet iyi olan Hz Muhammed’in boykot döneminde ticari faaliyetlerinin duraklamasıyla, hanımının da servetinin yıkıldığını’ belirtir.Tabii burada zenginliğini kaybetmemek için dul bir hanımla 25 sene evli kalıp başkası ile evlenmediğini iddia eden yazardan,  neden ve hangi amaçla Hz Muhammed’in servetini feda ettiğinin, yıllarını sefalet ve eziyet içinde geçirmeyi göze aldığının mantıki bir açıklamasını beklemiyoruz…! Yazar, epilepsi iddiası yerine ‘Histeria Muscularis’ hastalığı iddiasında bulunur. Yaşlılığında şehvete düşkünlüğünü de bu hastalığa bağlar yazar.  ( Sprenger, I/207) Nöldeke, Hz Muhammed’in iki kere Suriye’ye sehayat ettiğini ama gerçekte orada bulunup bulunmadığının şüpheli olduğunu belirtir. ( T. Nöldeke, Das leben Muhammeds, S.13) Suriye’de bulunsa, K. Mukaddes bilgilerini topladı, bulunmasa siyer kitaplarında anlatılanlar uydurma! Kısaca Hz Muhammed ne yaparsa yapsın, siyer kitapları ne yazarsa yazsın, sonuç değişmemektedir! Yazar, Kabe hakemliği olayını ve el-emin sıfatı lakabını şüpheli bulur. ( Nöldeke, s. 16) İslam’ı sosyalist bir hareket olarak niteleyen Grimme ise emin sıfatının varlığını kabul eder ve Kabe hakemliği olayındaki rolünü kabul eder ama bunu zeki ve taklitçi olduğunu gösterdiğini ileri sürer. (  H. Grimme, Mohammed, I/9)  Margoliouth ise epilepsi iddiasını yalanlar. (D. S. Margoliouth, Muhammead, s. 46 ) Kuran’da Kitabı mukaddesten alıntılar olduğunu iddia eder ve Hz Muhammed için Arabistan şartlarının bir fırsat oluşturduğunu ve onun kendisini peygamber ilan ettiğini iddia eder. (Margoliouth, s.79 ) Bu nasıl bir fırsatsa zenginlik ve statüsünü kaybedip, açlık, hakaret, işkence ve zulüm dolu 20 küsur sene geçirmesine neden olmuştur!

Kısaca ve her zaman olduğu gibi bir oryantalistin görüşünü diğeri çürütürken bu defa bu oryantalist başka bir itham ortaya atmaktadır! Çünkü her oryantalistin ön kabulü aynıdır, Hıristiyanlık doğru din, o halde onu reddeden din e resulü yalancıdır! Ama O’na atılan ithamlarda birleşilemediği gibi birbirlerini de yalanlamaktadırlar yazdıkları ile!

Değerlendirme

Sprenger’in Hz Muhammed’in annesinin zayıf, hastalıklı, sinirli ve heyecanlı olduğunu nitelemesi temel kaynaklarda böyle bir bulduğundan değil, güya peygamberin kendi kanaatince var olduğunu ileri sürdüğü hastalığını genetik bir temele dayandırma çabasından ibarettir ve bir çarpıtmadır.  Çobanlığı aşağılayıcı bir meslek olarak nitelendiren yazar, Abdullah b. Mesud ve Hz Ömer’inde çobanlık yaptığını göz ardı etmektedir. O yaşlardaki bir çocuğun o günkü ortamda yapabileceği en baştaki işlerdendir çobanlık ve efendimiz daha sonra bu anılarını zevkle hatırlar ve arkadaşlarına anlatırdı. O’nun ticari faaliyetler gibi hayvan bakımında da amcasına yardım etmesi gayet doğaldır aksi olsa tembel olarak oturup avare gezip dolaşmış olacaktı. (s. 194) Hz Muhammed, Hz Hatice vefat ettikten uzun yıllar sonra bile onun faziletinden bahsetmiş, onun için kurban kesip fakirlere dağıtmıştır ki, Hatice annemize ‘maddi bağımlılıktan’ bahseden Sprenger’in tavrı en azından, efendimizin vefa ve sadakatine haksızlıktır! Başta Nöldeke olmak üzere bir çok oryantalist Hz Muhammed’i vahiy öncesi dönemde putperest gösterme eğilimindedir. Hz Muhammed böyle bir tutum içinde olsa idi ona karşı çıkanlar, ‘Daha sen düne kadar putlara tapıyordun, şimdi mi kötü oldular?’ şeklinde itiraz ederlerdi ve bu da kaynaklara yansırdı! (s. 195) Rahip Bahira’dan İslam’ın esaslarını aldığına dair iddialar ise geçersizdir. Bir kaç saat zarfından 9 veya 12 yaşındaki bir çocuğun Kuran’ın ana esaslarını öğrenmesi  imkansızdır. Bahira’nın çocuğa bir şeyler okuduğuna veya öğrettiğine dair bir kayıt yoktur, olsaydı, peygamberliğini ilan edince kervanın diğer mensupları bunu ortaya koyardı ve en önemlisi de İslam’ın tevhit inancı ile rahiplerin teslis inancı arasında tamamen bir zıtlık vardır! (s. 196)

Hz Muhammed’in mesajının kaynakları ve orijinalliği meselesine yaklaşımlar

Yahudilik ve Hıristiyanlığın etkisine dair iddialar

Abraham Geiger, Kuran’ın kaynaklarından birinin de  Yahudilik olduğunu iddia eder. ( A. Geiger, Was hat Muhammad aus der judentum aufgenommen?, s. 43) G. Weil, Yahudilik ve Hıristiyanlık etkisinden bahseder. Varaka ve Bahira iddialarını tekrarlar. ‘Yahudi ve Hıristiyanların Muhammed’i yanlış bilgilendirdiğini ‘ söyler. C. F. Gerock ise Bahira veya Sergius iddialarının bir sonuca götürmeyeceğini söyler ve Kuran’daki bilgileri halk hikayelerine bağlar. (s. 203) David samuel Margoliouth, Varaka b. Nevfel’in İncil’i Arapça’ya çevirdiğinin bilindiğini söyler ve ayrıca dinle ilgili düşüncelerinin çoğunu Müseylime olduğunu iddia eder. ( D. S. Margoliouth, Is Islam a Christian Heresy?, s. 6-15) Ignaz Goldziher ise Peygamberin öğretisi, Yahudi ve Hıristiyan dahil bir takım unsurların eklektik bir kompozisyonunun olduğunu iddia eder. Kendi içinde en derinden hissettiklerini samimi olarak ve dış etkenlerden de destek alarak ilahi vahiy olarak değerlendirmiş, kendisini de içtenlikle bu vahyin bir aracı olarak görmüştür. ( I. Goldziher, Muhammed und der Islam, s.3) görüşünü ileri sürer. Goldziher, Hz Muhammed’in Medine döneminde, aslında kendisinin hocaları (!) olan Hıristiyan ruhbanları ve Yahudilerin ahbarlarını ( haberlerini) hedef aldığını ileri sürer. ( Goldziher,s. 10) Tabii onların neden bu durumu ifşa edip karşı hücuma geçmediği sorusunu yazar gündeme getirmez! Rudi Paret ise, Margoliouth adlı oryantaliste cevap verircesine, Hz Muhammed’in Hz İsa ve faaliyetleri hakkında pek az bilgi sahibi ( Hani varaka İncil’i tercüme etmiş ve Muhammed’e öğretmişti?!) olduğunu, Mekke’de ikamet eden az sayıdaki Hıristiyan’ın çoğunun köle olan bireysel kişiler olduğunu, onlarında inançları konusunda elle tutulur bir şekilde konuşacak kadar eğitimli bulunmadıklarını söyler. Paret, Mekke’de az ve cahil Hırisityan’ın oturduğunu söylerken, Medine’de ise en yakın Yahudilerin yaklaşık 300 kilometre uzakta bulunduğunu belirtir. Paret, ilk başlarda az bilgi sahibi olduğu bu dinler hakkındaki bilgileri sonradan ve zaman içinde öğrenmiştir, der. İddialarını ‘ Büyük bir ihtimalle, Şüphesiz, Muhtemelen, kabul edebiliriz ki, muhtemelen yolu bir şekilde oraya düşmüş Hıristiyan köleler, olmalıdır, ihtimal dışı görmüyoruz, kabul etmek gerekir…’ gibi bilimsel (!) kavramlarla süsleyen Paret, Arapların vahiy almamasına üzülen Hz Muhammed’in Araplarında kendi dillerinde bir kutsal kitaplarının olması gerektiğini düşünür ve Kuran’ın bu şekilde ortaya çıktığını iddia eder. tabii Arap inancına zıt  (Put şirktit, Allah bir tanedir, kızları olmaz, İçki yasak, ırkçılık yasak, zina yasak vb. ve yapılması istenen bir çok ibadet…! ) bir din ile gelmesinin iddiasını ne kadar çürüttüğünü Paret düşünemez! Ayrıca Paret, kutsal kitaplardaki peygamber kıssalarını hz Muhammed’in ne zaman öğrendiğine dair sorunun cevabını Paret verirken, ‘Kesin olmayıp sadece tahmindir.’ demektedir. ( R. Paret, Muhammed und der Koran, s. 18-85) Hartmut Bobzin ise Yahudi, Hıristiyan hatta eski Arap inancı etkilerini kabul etmekle birlikte, tüm bu etkilerin toplamı olarak anlaşılamayacak kadar yeni  bir bünye oluşturduğu hususuna da dikkat çeker. (Hartmut Bobzin, Muhammed, s. 52 )

Arap monoteizmi ve Hz Muhammed’in şahsiyetinin önemi savı

Aloys Sprenger, Varaka’nın Hz Muhammed ilk ortaya çıktığında hanif olduğunu söyler. Varaka Hz Muhammed’e ilk başlarda iman eder. Ama peygamberin ve haniflerin hilekarlıkları onu hanifliği bırakmaya ve Hz Muhammed’i bir üçkağıtçı (!) olarak görmeye sevkeder. Ardından Hıristiyanlığa geçer ve Hıristiyan olarak ölür. ( Aloys Sprenger, Das leben und die lehre des Mohammed, I/92 ) Kus b. Saide’nin Necran’da ‘muhtemelen’ bir piskopos olduğunu ve Mekke’de Allah’ın birliğini anlatan ilk kişi ‘olmalıdır’ iddiasında bulunur. (A.  Sprenger, I/45 )

Johann Fück, İslam’ı Araplara özel bir din olarak görür ve sonra ‘Torrey, Muhammed’in bir sinagog ( Yahudi ibadet evi ) talebesi olduğundan ne kadar eminse, Ahrens de Hıristiyan etkilerin belirleyiciliğinden o kadar emindir’ diyerek her iki yazar hakkında değerlendirmelerde bulunur. (s. 220) Torrey varlığı ispatlanamayan Yahudi cemaatinin etkisinden, Yahudi danışmanlardan bahseder ve daha sonra Muhammed’in onlardan bağımsız hareket ettiğinden, kendi menfaatini sağladığı müddetçe gerçek niyetini gizli tuttuğundan bahseder. Tüm bu anlatılanların peygamberin dürüstlüğü ve samimiyeti ile çeliştiğini, diğer alanlardaki çıkarımlarında tamamen tutarsız olduğunu belirtir. ( J. Fück, Die originalitat des arabischen propheten, s. 143) Ayrıca Torrey’in, Yahudi hocalarının peygamberi kiliseye kaptırmamak için ona sadece Hıristiyanlardan İsa’yı öğrenmesine engel olacak kadar İsa hakkında bilgi verdiklerine dair iddiayı geçersiz, reddedilmeyi bile gerektirmeyen, zorlama, çelişkili ve başarısız bulur. Ahrens’in Hıristiyanlara bağımlı İslam öğretisi iddiası için ise, Kendinden önceki oryantalistlerin eserlerini kullanan Ahrens’in hesabının tutmadığını belirterek eleştirilerde bulunur. (J. Fück, s. 144) Fück, İslam’ın ön aşaması olarak eski Arap monoteizmini görür. Hıristiyan olan Ebrehe’nin sonunun anlatıldığı Fil Suresinin hiçte Hıristiyanlara karşı bir sempati göstermediğini ifade eder ki kaldı ki onlardan etkilenmiş olsun, (s.224) Kendine özgü düşüncesine ne Yahudilik ne Hıristiyanlıktan alınmamıştır, der. (s. 223) Hz Muhammed’in şahsiyetinin, Ebu Bekir ve Ömer gibi kişileri etkilemekle kendisini ortya koymuştur diyen Fück, Sünnet hakkında ise, ‘Her defasında İslam’ın gerçek özünü yabancı tesirler kaplamaya yüz tuttuğunda, sünnet bu yabancılaşmaya karşı yapılan savaşın parolası olmuştur.’ der. (J. Fück, s. 152) Montgomery Watt, Kuran’daki yabancı kelimeler ve özel isimlerin, Peygamberimiz ortaya çıkmadan önce Mekke’de bilindiğini söyler. (s. 231) Watt, İslam’ın Yahudi ve Hıristiyanlarla bağlantısını kıssalarla kurmaya çalışır. ( Watt, Muhammen at Mecca, s. 161)

“İslam’ın putperest Arabistan’da farklı bir yeni hareket olduğu ve bu iki topluluğun ideallerinin birbirlerine nasıl da taban tabana zıt olduğu unutulmamalıdır. Muhammed, yaşadığı dönemdeki toplumu, dini öğretilerini almaya hazır duruma bulmadı. Onlar,  Allah’ın elçisi unvanı ile gelen birinin tebliğini kabule asla hazır değillerdi. Hz Muhammed’in öğretilerindeki temel prensipler, Arapların o zamana kadar çok değer verdiklerine karşı tam bir protesto mahiyetindeydi. O zamana kadar kötü gösterilen değerler fazilet olarak öğretiliyordu. Hz Peygamberin çağrısının en zor kısmı, ibadetin yalnızca Allah’a has kılınmasıdır. Bu Araplar tarafından bilinmiyordu. Bu da ayetleri anlamaya pek müsait olmadıkları anlamına geliyordu. İçki, kadın, müzik adı altında ahlaka aykırı ortamlar cahiliye dönemi Araplarının vazgeçilmezleri idi. Hz Peygamber ise bunların her birine ait emirlerin icrasında son derece müsamahasız ve tavizsiz idi.”  ( Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi,  s. 68-70) 

Ignaz Goldziher: Muhammed’in getirdiği şeyler, atalarının sünnetine tamamen zıt idi. (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 173)  Maxim’e Rodinson: Yeni dinin ortaya koyduğu ahlak anlayışının, var olan Arap ahlakında, kökten bir kopuşu temsil ettiği doğrudur. (s. 174) Sıkça söylenen “Muhammed, Arapların değer yargılarına din kisvesi giydirdi, gibi söylemlerin hatalı olduğu”, ortaya çıkacaktır. (s. 175) T.W. Arnold: “Dine yeni giren Müslümanlara, o zamana kadar hakir görülen diğer hükümleri, fazilet diye öğretiliyordu. Resulullah bu ahlakı bizzat kendisi de uyguluyordu.” (s. 180) 23 yıl boyunca -haşa- yalan söyleyen siyasi figürün, güç eline geçtiğinde affedici ve merhametli olmasını beklemeyiz. Hz. Muhammed’den S.A.V sonra gelen toplum, affediciliği kuşanmıştır. (s. 184) Cahiliye Dönemindeki Arap toplumunda kabile bağlarının çokluğu önemliydi. (s. 185) Muhammed atalarına olan abartılı bağlılıklarını bilmesine rağmen hiçbir siyasi menfaat olmaksızın atalarını tenkit etmiştir. Yalan söyleyen bir toplum önderi olsaydı siyasi açıdan kendisine tamamıyla zararlı olan bu durumu anlamlandırmak imkansız olurdu. (s. 186) T. W. Arnold: Muhammed’in öğretisi, Arapların o zamana kadar çok değer verdiklerine karşı tam bir protesto mahiyetindeydi. (s. 192)  Emile Dermenghem: Şu da bir gerçektir. Hz Muhammed’in kendi döneminde yaşayan insanları kendisine çekip ikna etmek için taviz vermeyi aklına bile getirmemiştir.” (s. 219) Montgomery Watt; “Çöl şartlarında ayakta kalmanın esası, kabile dayanışmasıydı.” (s. 269) ve Muhammed bunu ortadan kaldırmıştır.

Sosyal reformculuk bağlamında Hz Muhammed’in kabiliyetinin etkisi tezi

Hubert Grimme’nin tezi İslam’ın bir din olmaktan ziyade sosyal bozuklukları düzenlemeyi amaçlayan sosyal bir hareket olarak kabul eder. Grimme, İslam’ın Hanifliğe dayandığı fikrini reddeder ve İslam’ın böyle bir şeyin üzerine dayandırmanın mümkün olmadığını belirtir.  (s. 233)   Grimme, barışçı yolla Hz Muhammed’in bir eşitlik meydana getirdiğini söyler. (s. 234) Yazar İslam’ı Mekke’nin sosyal ilişkilerinin ve monoteist ( Tek tanrıcı ) cereyanların bir sonucu olarak görür. ( Grimme, Mohammed I, Das Leben, s. 17)

Değerlendirme

Kuran, Tevrat, İncil’in asli şekillerini kaynağı aynıdır yani bunlar yüce Allah tarafından gönderilmiştir. Dolayısı ile her ne kadar bozulmuş olsalarda Kuran’la önceki vahiyler arasında belli bir örtüşmenin bulunması normal bir durumdur. (s. 239) Hz Muhammed’in daha önceki peygamberlerin çizgisini izlediği bizzat Kuran’da ifade edilmektedir. ( Ahkaf, 9; Hac, 78; Yunus, 47; Enam, 90; Nahl, 123 Bakara, 41, Ali imran,3; , 50; Nisa, 47; Maide, 46, 48; Fatır, 31; Ahkaf, 30) Hz Muhammed, İslam mesajını insanlığa tekrar hatırlatan son peygamberdir. Kuran ehli kitap olanlara tevhid ve ilahi iradeye aykırı olan, ters düşen inanç ve davranışları kendilerine bildirmiştir. (s. 240) Bu konuda sitemizdeki, ‘ İslam tüm dinlerin özüdür’ adlı yazımıza bakılabilir. 

Kuran’daki üç yüzden fazla ayette geçen, ‘ De, Söyle!’ hitapları, onun kaynağının Hz Peygamber olmadığının açık birer delilidir. Sahabe kapalı bir toplumda yaşamıyorlardı. Ticari seyahatler topluma yerleşmişti. Çevre kültürleri tanıyan zeki ve ufku açık insanların sayısı az değildi. Peygamber tarafından bilinen diğer dinlere ait unsurların, sahabi tarafından bilinmemesi imkansızdı. Milli ve milletlerarası panayırlara katılmakta idiler.Hz Peygamberin etrafındakilerin, şuradan buradan alınmış (!) olduğunu bildikleri, gördükleri, tanıdıkları şeylerin Allah tarafından gönderildiğini kabul etmeleri düşünmek akıl ve mantık ile açıklanamaz. ‘ Peygamberin faaliyetleri çağdaşlarının ‘ gözlemi altından idi. ( H. Stubbe, An Account of the Rise and Progless of mahometanism, s. 146 ) ve şayet böyle bir yardım olsaydı, bunun kimseye gizli kalamayacağı ortadadır. (s. 241) ki bu insanlar canlarını mallarını bu yolda feda etmişlerdir!

Dolayısı ile Gustav Weil’in Müslümanların Kuran’daki kıssaları İncil ve Tevrat’tan derledikleri iddiaları veya Aloys Sprenger’in Hz Muhammed’in Necaşi’nin hatırına Hıristiyanları toptan cennnete soktuğu, Meryem suresini Necaşi için yazarak Cefar ile gönderdiği, Yahudi ve Hıristiyan kılavuzların O’na yardım ettiği şeklindeki taraflı, önyargılı yorumlardan ve tarihi malzemeleri çarpıtmasından başka bir şey olmamaktadır.Sprenger’in Necaşi ve Bahira’nın peygambere bir şey öğrettiğine dair kaynaklarda bir bilgi mevcut değildir. Üstelik İslam Hıristiyanlık doktrininin temeli olan teslisi baştan sona reddetmektedir. Ayrıca Essenlilerden bazı şeylerim İslam’a geçtiğini ileri sürmektedir ki yeniden dirilmeye inanmayan bu mezhep, İslam’ın doğduğu sırada tarihi karanlıkların içindedir ( Y. Kutluay, İslam ve Yahudi mezhepleri,  s. 247) Yazarın bu iddiası tamamen kurgudan (Hayal gücünün ürünü ) ibarettir. (s. 242) Margolouht’un Hz Peygamberin  kaynağının Müseylime olduğu iddiası esasında temelden yoksundur. Müseylime’nin Hz Muhammed ile irtibatı geç bir döneme ( Hicretten 10 sene sonra ) rastlar ve etkilenme tersine olmuş, yalancı peygamber, efendimizi ve Kuran’ı taklit etmeye çalışmıştır. ( İbni Hişam, Sire, I/311) Bütün bu iddialar,  Kuran’ın kaynağının ilahi değil de, farklı insanî kaynaklarda arama çabalarının ürünüdür. (s. 243) Aslında dogmatik bir anlayış içerisinde doğup büyüyen oryantalistler, kendi dinlerinden sonra çıkmış bir dinin peygamberini kabul etmek istememektedirler. (s. 244)

Hz Muhammed’in askeri faaliyetlerine yaklaşımlar

Seriyye; peygamber efendimizin bizzat katıldığı seferlere denir. Gazve ise kendisi iştirak etmeyip sahabilerden birisinin komutasında gerçekleşen seferlere denir. (s. 245)

Hz Muhammed niçin savaştı?

“Bazılarının bizi inandırma çabası içinde olacağı gibi, Hazreti Muhammed bir tebliğci iken birdenbire elde kılıç, her rastladığını dinine kabule zorlayan bir mutaassıp durumuna gelmemiştir. Avrupalı yazarlar tarafından Hazreti Muhammed, hicretten itibaren yepyeni bir karaktere bürünmüş gösterilir. Peygamberin, bazı arkadaşlarını dini anlatmaları için görevlendirdiği ve bunlardan bazılarının bir hayli başarısız olmaları, zorlamaya başvurmadıklarının işaretidir.” (Thomas Walker Arnold, İslam’ın tebliğ tarihi, s. 58) 

Goldziher Mekke döneminde Hz Muhammed’in bir kıyamet hayalperesti iken, Medine döneminde bir savaşçı ve fatihe dönüştüğünü iddia eder. ( I. Goldziher Muhammed und der Islam, s.22-23) Sprenger askeri faailyetler konusunda Goldziher’in siyasi hakimiyet fikrine katılmaz ve ganimet kavramına vurgu yapar. ( A. Sprenger, Das leben und die lehre des Mohammed, III/I, 89 ) Her iki oryantalistte Mekke’de zayıf iken sabrı tavsiye eden Hz Muhammed’in, Medine’de güçlenince savaşa izin verdiği görüşünü savunurlar. Muir, Hz Muhammed ve Muhacirlerin intikam, Ensar’ın ise ganimet arzusunun belirleyici olduğu
(W. Muir, The life of Muhammad, s. 197 )  iddiası ile (s. 247) yine aynı konuda birleşemeyen oryantalist çizgisine bir halka daha eklemiştir. Siyasi amaç, ganimet, intikam… Amaç önceden belirlenince araçlar değişiklik gösterebiliyor…! Margoliouth, Kureyş müşriklerinin Hz Muhammed’in kanını dökmede korkak davrandıklarını ama Hz Muhammed’in Kureyş’in kanını dökmekte ürkek davranmadığını ( O’na düzenlenen suikast girişimleri veya Mekke’nin fethi esnasındaki efendimizin yaptıkları ortada iken) iddia ederken, Yahudilerle yapılan savaşları ise, Yahudi cemaati içinde Hz Muhammed’in kendisinden daha yüksek düzeyde bilgi sahibi kişilerin bulunduğunu fark etmesine bağlamaktadır. (D. S. Margoliouth, Muhammad, s.55, 233 vd. )

Örnek olaylar, uygulamalar

Nahle seriyyesi

Hicri II. yılda 8 kişilik muhacir birliğini Mekke tarafına yollar ve 2 gün sonra açması şartı ile bir mektup verir. 2 gün sonra istikamet ortaya çıkar, Batnı Nahle’ye gidilecektir. Orada 4 kişiye rastlanır, biri öldürülür, biri kaçar diğer ikisi esir edilir. Hücum haram ayda mı yoksa dışında mı yapılmıştır, tartışma konusudur. Nöldeke, Hz Muhammed’in Recep ayının kutsallığının heder edilmesini doğrudan emrettiği kanaatinde değildir. Bu nedenle de ganimetleri kabul etmemiştir. (T. Nöldeke,  Das leben Muhammeds, s. 65)

Bedir Gazvesi

Hicretin II. yılında gerçekleşir. Kervan kurtarıldığı halde, Ebu Cehil’in baskısıyla savaş kararı verilir.  Savaş 4-5 saat sürer,70 müşrik öldürürler. Hz Muhammed cesetlere zarar verdirmeden defnettirir. Esirlere iyi davranılmasını ister, yorgun ve yaralı esirler develere bindirilir, Müslüman savaşçılar yemeklerini onlarla paylaşır. Esirlerden ikisi daha önce Müslümanlara yaptıkları zulümlerden ötürü öldürülürler. ( s. 256) Muir, Bedir savaşına katılanların bir taraftan ganimet ve macera düşkünlüğü ile hareket ettiklerini belirtirken başka yerde aynı mücahitlerin imanlarıyla İslam dışındaki bütün dünyevi bağları kopardıkları ve peygamberlerinin davasına olan ateşli bağlılıkları sayesinde iyice bilenmiş insanlar olduklarını tasvir eder.  (W. Muir, The life of Muhammad, s. 213) Muir, Hz Muhammed’i ve Müslümanları, ‘kindar-içi nefret dolu-katı’ olmakla itham ederken, müşrikleri temel insani duygularla daha içiçe olarak gösterir. Ona göre her ne kadar Ebu Cehil savaşı istemiş olsa da, savaşın asıl sorumlusu Hz Muhammed ve Müslümanlardır. Tabii burada Hz Muhammed’in savaşı önlemek amacı ile müşriklere elçi olarak gönderilmesini yazar hiç yorumlamamakta, görmezden gelmektedir. (s. 258) Sell, savaşın tek sorumlusu olarak Hz Muhammed’i görür. (E. Sell, The life of Muhammad, s. 116) Oryantalist yazar, daha önce yapılan eziyetleri-cinayetleri, mallarının ellerinden alınmasını, mülklerinden sadece inançları yüzünden terk ettirilmek zorunda kalınmasını ve bütün bunların da bir savaş nedeni teşkil ettiğine hiç değinmemiştir. (s. 259) Weil ise Muhammed’in kervanı ele geçirmek istediklerini ama sonunda savaşa mecbur kaldıklarını belirtir. ( G. Weil, Mohammed der prophet, s. 105) Watt savaşın nedeni olarak Ebu Cehil’deki bir defada ve kesin biçimde Hz Muhammed’den kurtulma arzusuna vurgu yapar. ( M. G. Watt, Muhamad at Mecca, s. 11) Watt ayrıca Hz Muhammed’in her zaman peygamberlik görevini unutmadan hareket etiğini belirtir ki bu tespit aynı zamanda Hz Muhammed’i Mekke’de peygamber, Medine’de politikacı olarak gören Muir ve Morgoliouth’a da cevap olmaktadır. Watt, peygamberimizi öldürmek için Medine’ye gelen Umeyr b. Vehb’in, O’nun davranışlarından etkilenerek Müslüman olmasını örnek vererek Hz Muhammed’in hedefinin her zaman müşriklerden intikam almak değil davasına kazandırmak olduğunu vurgular. ( M. G. Watt, Muhamad at Mecca, s. 16) Hartmut Bobzin’de savaş için neden kalmadığı halde savaşta ısrar eden Ebu Cehil’e dikkat çeker. ( Bobzin, Muhammed, s. 100)

Uhud savaşı

625 yılında Ebu Süfyan 3000 kişilik bir ordu toplar. Gençlerin ısrarı ile savaş Medine dışında yapılır. Müslümanlar 300 kişilik münafıkların savaş başlamadan Medine’ye dönmesi üzerine 700 kişi ile savaşa katılırlar. Nöldeke, Paret, Watt ve Grimme savaş nedeni olarak Mekke’li müşriklerin ‘öç alma, intikam duygularına’ dikkat çekerler. (s. 265, 266, 268, 269) Sell, suçlu olarak müşrikleri değil, Hz Muhammed ve Müslümanları görür. (E. Sell, The life of Muhammad, s. 142)  Margoliouth, Sell ile aynı hatta daha sert yorumlarda bulunur. Ona göre Uhud savaşında barışsever olan müşrikleridir, savaş yanlısı olan ise Hz Muhammed’dir. (D. S. Margoliouth, Muhammad, s.292-303)

Kurayza oğulları olayı
( Bu konu,  ‘ Oryantalistlerin Kuran ve peygamber iddialarına cevaplar ‘ adlı yazımızda da ele alınmıştır )

Hicretten 5 yıl sonra 10.00 kişilik ordu ile müşrikler Medine’ye hücum ederler. Bu arada hz Muhammed ile anlaşmalı olan Kureyza Yahudilerini Müslümanlara arkadan saldırmaları konusunda ikna ederler. Daha önce de Nadiroğulları kuşatması sırasında Müslümanları arkadan vurmak istemişler son anda anlaşmayı kabul etmişlerdi. ( Prof İbrahim Sarıçam, Hz Muhammed ve evrensel mesajı, s. 227) Hz Muhammed onlara 4 kişilik heyet gönderir, Yahudiler kulak asmaz, alay ve hakaret ederler. Bu Kurayza oğullarının ikinci anlaşmayı bozma teşebbüsleridir. Daha öncede Nadiroğulları kuşatması sırasında benzer tutum takınmışlar daha sonra Hz Muhammed’e barış teklifinde bulunmuşlar ve bu teklif kabul edilmişti. Hendek savaşı sonrası kuşatılırlar. Yahudiler eski müttefikleri Sa’d b. Muaz’ın vereceği karara razı olmak şartı ile teslim olurlar. Sa’d, kararını  ( Tevrat’a göre ) verir; Yetişkin erkekler öldürülecek, kadın ve çocuklar esir edilecek, mallar ganimet olarak değerlendirilecektir. (s. 270-271) 400 ile 900 arası Yahudi öldürülür. ( İ. Sarıçam, Hz Muhammed ve evrensel mesajı, s. 229) Esirlerden çoğu Hayber civarındaki Yahudiler tarafından fidyeleri ödenerek kurtarılır. (A. Sprenger, Das leben und die lehre des Mohammed, III/II, 226 ) Sell, Ebu Süfyan tarafından Kurayza oğullarının kandırıldıklarını ve bunun sonunda anlaşmayı bozduklarını söyler ama son haddede Hz Muhammed’i ‘dostluğuna güvenilmez’ ilan eder. ( E. Sell, The life of Muhammad, s. 160-174) Margoliouth, Hz Muhammed’in onları anlaşmayı bozmamaları konusunda uyardığını, onların bu uyarıya aldırmadıklarını, son derece stresli zamanlarda Medine sokaklarında dolaşarak Hz Muhammed’in başına gelen sıkıntıdan dolayı duydukları memnuniyeti gösterdiklerini, kaypak davrandıklarını ve sonuçta kendilerini helake sürükleyen bir yol tuttuklarının üzerinde durur.  (D. S. Margoliouth, Muhammad, s.328- 329) Yazar Yahudilerin Hz Muhammed’e zarar verme iradelerini açıkça ortaya koymuşlardır, der. ( Margoliouth, Muhammad, s.334) Paret Yahudilerin verdikleri hiç bir sözü tutmadıklarını, Uhud savaşı sonrası Nadir, Hendek savaşı sonrası Kurayza oğullarının üzerine saldırılmasının tesadüfi olmadığını, Hendek savaşı sırasındaki davranışları ile kendi iplerini kendilerinin çektiklerini belirtir. ( R. Paret, Muhammed und der Koran, s. 111-112) Watt, Kurayza oğullarının müşriklere güvenebilseler, Hz Muhammed’e karşı hücum edeceklerdi, demektedir. Hakem Sa’d üzerinde Hz Muhammed’in baskısının olmadığının altını çizer. ( M. G. Watt, Muhammad at Medina, s. 213-215) Bobzin ise, Kureyza Yahudileri ile Evs kabilesi arasında ittifak olduğunu, Yahudilerin Evs’ten olan Sa’d’a kendilerinin kararı bıraktıklarını belirtir. ( H. Bobzin, Mohammed, s. 106 ) M. G. Watt ayrıca, İslami mücadelede maddi imkanların temel güdüleyici sebep olduğu tezini, aşırı materyalist bir iddia olarak niteler ve askeri mücadelelerin asıl sebebini dini nedenlerde aramanın daha doğru olacağına inanır. Zira orta doğuda din ve siyaset içiçe geçmiş durumdadır. ( Watt, Muhammad at Medina, s. 220 ) Watt ayrıca Hz Muhammed’in iki yüzlülüğe asla tahammülü olmadığını, muhatabından kesin olarak tuttuğu tarafı belirlemesini istediğini belirtir. (Watt, Muhammad at Medina, s. 116) Bu konuda ‘ Kuran ve peygamber aleyhindeki iddialara cevaplar‘ adlı yazıya da müracaat edilebilir. 

Konuyu bir de Prof. Adnan Demircan’ın yazdığı ”Siyer Konusunda Bilinmesi Gereken 88 Soru” adlı kitaptan alıntı yaparak özetleyelim: “Kureyza kabilesinin ittifaka dahil olmaları Müslümanlar açısından kıyım ve katliama yol açabilecek büyük bir ihanetti. Kureyzaoğullarının anlaşması o sıralarda Müslüman olan ancak Müslüman olduğu taraflarca bilinmeyen Eşca kabilesinin liderlerinden Nuaym b. Mesud tarafından bozuldu Böylece, söz konusu anlaşma planlandığı şekilde hayata geçirilemedi. Müşrikler son ümitlerini de kaybettikten ve iklim koşulları ağırlaştığından kuşatmayı kaldırmaya karar verirler. ( s. 231) Hz Peygamber kuşatma kalktıktan sonra onlardan teslim olmalarını istedi, ancak Yahudiler teslim olmayı reddedince kuşatma altına alındılar. Direnmenin mümkün olmayacağını anladıklarında ise,  peygamberin koşulsuz teslim olma önerisini kabul etmeyerek, iki taraf arasında hakemlik yapması için Sa’d bin Muaz’ı  hz Muhammed’e teklif ederler. Muaz’da iki taraf arasında vereceği karara uyacaklarına dair söz aldıktan sonra, kararını açıklar ve buna göre, kendi tercihlerinin sonucuna göre kendilerine cezaları verilir.” ( s. 232) 

Değerlendirme

Bu konu ‘ Savaş esnasında uyulması gereken kurallar’ başlığı altında ele alınmıştır!

Hz Muhammed’in evliliklerine yaklaşımları

-Konu, efendimiz neden çok hanımla evlenmiştir adlı yazımız ile ele alınmıştır-

Hz Muhammed daha çok şehvetperestlikle suçlanmış, özellikle Aişe ve Zeynep annelerimizle evlikleri eleştiri konusu yapılmıştır. George Sale, Hz Muhammed zamanında poligami, yani birden çok kadınla evlilik gayri ahlaki sayılmıyor ve kötü görülmüyordu, tespitinde bulunur. ( Sale, Tke Koran, s. 72) Hz Muhammed evliliği dört ile sınırlayan ayet indikten sonra da bir daha evlilik yapmamıştır. (s. 313)

  Beni Mustalik kabilesinin reislerinin kızı olan Cüveyriye ile peygamberimiz evlenince Müslümanlar, Müstalikoğullarının kendi yakınları olduğunu söyleyip Cüveyriye’ye mehir olarak esirleri serbest bırakırlar. (s. 316) M. G. Watt’da bu konuya eserinde ele alır ( Watt, Muhammad at Medina, s. 227)

Değerlendirme

Hz Davud, Yakup ve Süleyman peygamberler de çok evlilik yapmışlardır. ( I. tarihler, 14/3; I. Krallar, 11/2-3;Tekvin, 29/16-30; I. Samuel, 25/39-44 )

Günümüzde eşcinsel evliliğe izin veren ve küçük yaşta flört hayatını olağan karşılayan batı dünyası yukarıda açıklanan efendimizin evliliklerine sehvetperest yakıştırmasını yapabilmektedirler. Batının bu bakış açısının temelini, S. Freud’un cinselliği insan davranışlarının temel faktörü kabul eden görüşleri oluşturmaktadır. ( s. 352)

Hz Muhammed’in kişiliğine yaklaşımlar

Klasik iftiralar ve hakaretlerin su gibi aktığı oryantalist eserlerde, onun sade yaşantısı da cümleler arasında yer bulabilmektedir. George Sale, Hz Muhammed, tarih boyunca yanlış yorumlara maruz kalmıştı. Onun gerçek üstünlüğüne dair övgü inkar edilmemelidir. demektedir. ( G. Sale, The Koran, s. 30) Kızı bir gün bir parça ekmekle peygamberimizin evine gelir ve Aişe annemize verir. Aişe annemiz üç günden beri yediği ilk yemeğin bu ekmek olduğuna dair yemin eder. O geldiğinde kimse toplumda ayağa kalkamazdı, zira o sık sık şunu söylerdi : Ben sizin gibi bir Allah’ın kuluyum, sizin gibi yiyorum, sizin gibi içiyorum, diğer tüm insanlar gibi oturuyorum. Genellikle üzerine bir bez serilmiş hasır üzerine uyurdu. ( G. Weil, Mohammed der prophet, s. 343,345,347) Ebu talip mahallesine 3 yıl kapatıldığında çok eziyet çekmiş, zulüm bitince hemen Taif’e gitmiş İslam’ı yaymaya çalışmış üçüncü gün şehirden kanlar içinde çıkarılmıştı. Davetini 13 yıl zorluklarla sürdürmüş sonra hicret etmek zorunda kalmıştı. ( W. Muir, The life of Muhammed, s. 314) Nöldeke, Hz Muhammed hanımlarıyla kerpiç ve hurma dallarından yapılmış, damına el ile ulaşılabilen basit kulübelerde yaşadı. Bir öğün yemeği asla bir kaptan fazla olmazdı. Elbiseleri ve ev eşyaları son derece sade idi. ( T. Nöldeke, Das leben Muhammeds, s. 184) Grimme, klasik oryantalist paradoksunu bir paragrafa sığdırır: ” Hz Muhammed’in ‘tüm eylemlerini Allah ve din adına olduğunu söylemeye devam ettiğini, fakat tarihi gerçekliğin bu iddiayı bencil birinin lafı olarak Muhammed’in yüzüne çarptığını’ söyler ve sonra da Medine’deki sekiz yıl boyunca şahsi intikam duyguları ile hareket ettiğini belirttiği Muhammed’in, Mekke’yi fethedince birden bundan vazgeçip, düşmanlarını küçük görüp, gözünü tüm Arabistan’a dikmiş ve bu amacı, intikam almasına engel olmuş ve Mekke bu sayede zarara uğratılmamış.” ( H. Grimme, Mohammed I, Das leben, s.136) olduğunu iddia eder. Önce Medine dönemi tüm yaptıklarını karalar, sonra Mekke fethindeki eylemlerinin bu iddiaları yalanladığını görünce tüm iddialarını bir cümlede yönünü saptırıp efendimize saldırmaya devam eder! Margoliouth, Hz Muhammed’i ‘Öğretilerinde yalan ve hainlik olan bir haydut toplum reisi ‘ olarak nitelendirir. ( D. S. Margoliouth, Mohammed and the rise of Islam, s. 149) Bu yazara göre insanların Müslüman olmasının tek nedeni maddi çıkardır. Osman’a da kızı Rukiye’yi rüşvet vererek İslam’a kazandırmıştır. Tüm bunlara rağmen zekat gelirini kendi şahsi ihtiyaçları için harcamadığını, Onun bütün yaratılanlara olan düşkünlüğüne değinir ve bir gün yakılmakta olan bir karınca yuvasını kurtarma çabasını örnek verir. Muhammed düşmanlarına karşı bile iyi kalplidir, çok nadir ağır cezalar vermiştir. İşkenceyi yasaklamıştır. ( Margoliouth, s. 236, 458)

İşte oryantalizmin tüm paradoksunu gösteren bir örnek, Nöldeke’de de görülen ( ‘Muhammed’in karakteri çok şaşırtıcı idi. Pek çok önemli şahsiyette, görünürde birbiriyle çelişen karakter çizgileri onda olduğu kadar az bulunur’  Nöldeke, Das leben Muhammeds, s. 187) bu durum yani hayatı sadelik içerisinde ve ahlak abidesi olarak geçen birinin kendi dinlerine aykırı bir inancı yayması ile ona olan düşmanlık ve önyargı ile yaptığı her şeyi kötü gösterme çabası ve ortaya çıkan, kendilerinin de içinden çıkamadıkları kaos! Halbuki ilk düğme yanlış iliklenmekte, gerisi de hep yanlış olmaktadır; Teslis gerçek, tevhit yalan, iddiası ile başlayan her hareket kendi içinde çelişen ve gerçeklere aykırı kurgulardan oluşan bir yalanlar zincirini doğurmakta, ne yalanlarını temellendirmede birleşebilmekte ne de gerçeğin üstünü örtmeye güçleri yetmektedir.

 Fück, siyasi ve dini nedenlerle İslam ve Hz Muhammed’e hep nefret ve kaygı ile bakıldığını söyler. “1683’te viyana önünde durdurulan Osmanlı devleti, boğazlara kadar geriletilince, İslam ve onun kurucusu hakkında sakin bir değerlendirmeye hazır hale gelmişlerdir.  Avrupalı bugün bile Muhammed kelimesi ile sahte peygamberi düşünebiliyor ve İslam’ı, ateş ve kılıç ile yayılan bir sapık öğreti olarak düşünebiliyorlar.” (J. Fück, Die originalitat des arabischen propheten, s. 154-155) M. Watt Hz Muhammed’i daha iyi bir imajla ortaya koymaya çalışmaktadır. Muhtemelen soğuk savaş dönemi komünizme karşı işbirliği siyasetinin de etkisi ile, Hz Muhammed kendi dönemi, yer ve zaman şartları ile değerlendirilmelidir,der. O zaman ona yöneltilen ithamların övgüye dönüşeceğini söyler. Hz Muhammed’in kişiliğine örnek olarak şunu verir. “Mekke’nin fethi için yola çıkan ordu ilerlerken yavruları ile bir köpek görmüş, rahatsız edilmemelerini emretmiş; arkasından bu emre uyulup uyulmadığını tespit için adam göndermiştir” Watt, Dünya ünlüleri arasında bugüne değin Hz Muhammed kadar dil uzatılan biri olmadığını, bunun sebebinin de asırlarca İslam’ın Hıristiyanlığın en büyük düşmanı olarak algılanmasının yattığını belirtir. Watt, hz Muhammed’e yönelik ‘yalancı, şehvetperest, güvenilemez, hain’ ithamlarını reddeder.  Watt ayrıca, Hz Muhammed’in karakterinde hicretten sonra düşüşe geçtiğini düşündürecek sağlam bir zemin yoktur, der. ( M. Watt, Muhammed at Medina, s. 321-324,332)

Değerlendirme

Hıristiyanlar aslında tarih boyunca Hz Muhammed’in kişiliği ile ilgili tutarlı bir tutum ortaya koyamamışlardır. Hıristiyanlar İsa örneğinden hareketle, yarı tanrı bir peygamber algısına sahiptirler. Hz Muhammed’in peygamber ve idareci olarak yaptığı faaliyetleri, dinin siyasallaştırılması gibi ahlaki bir eksiklik olarak görmektedirler. Bunun sonucu olarak ta Mekke döneminde dini, Medine döneminde siyasi yönü ön plana çıkarılmaktadır. Dolayısı ile dini olandan yani samimiyetten sapma ve kırılma olarak değerlendirilmektedir, Medine dönemi.  Halbuki bir kişinin peygamber olabilmesi için belli şartları taşıması gerekir. Mesela içine kapanık biri tebliğ yapamaz, zeki olmayan vahyi anlayıp insanlara iletemez, açıklayamaz, doğru olmayan vahye ihanet edebilir. Biz Müslümanlara göre O, hayatı boyunca mütevazi yaşamış, asla dünyevi hazlar peşinde koşmamış, bunu yemesi, giyinmesi ve günlük yaşantısındaki uygulamalarla göstermiştir. ( s. 409)

Etkiler

Oryantalistlerden hemen tamamına yakınının kendilerinden öncekilere bir şekilde atıfta bulundukları görülmektedir. (s. 411) Ganalı Müslüman araştırmacı Jabal Muhammad Buaben, Image of the Prophet Muhammad in the West adlı eserinin I. bölümünde, Watt’ın ‘ Niçin ortaçağ yazarları kimi rivayetleri değerli görürken, diğerlerini değerli görmezden gelirler?’ sorusu ile başlar ve oryantalistlerin İslam’ı ve onun tarihini ele alırken kullandıkları rivayetlerin hemen tamamında kendi işlerine yarayan, kendi tezlerini kuvvetlendirecek rivayetleri ele aldıklarına, diğer görüşlere ise yer vermediklerine dikkat çekmektedir. (Buaben, s. 4 ) Klasik görüşü Muir’de dile getirir: ‘Muhammed’in peygamberliği ve kendisine geldiğini iddia ettiği vahiyler uydurmadır.’ (Buaben, s. 42)  Tilman Nagel, DiIslamische Welt Bis 1500 adlı eserinde, ‘Avrupa’da ortaçağdan 19. yüzyıla kadar peygamberin siyah renklerle karakterize edilmediği ya da peygamberliğinin alaylı bir şekilde tartışılmadığı an adeta yok gibidir.’ demektedir. 20. yüzyılda yazılan Encyclopaedia of Islam adlı ansiklopedinin Muhammed maddesini yazan Danimarkalı Franz Buhl, klasik oryantalist iddiaları bir araya toplar ve epilepsiden eski dinlerin birleşiminin İslam’ı oluşturduğuna dair  tüm görüşleri tekrarlar. (Buhl, s. 641-657)

Türkiye’ye etkileri

Seyyid Ahmed Han, Reşit Rıza, Muhammed Heykel oryantalist etki altında kalmakla suçlanırlar.  Ahmed Cevdet Paşa’nın Kısası Enbiya’sı hurafelerden arındırılmış bir İslam tarihi çalışmasıdır. Filibeli Ahmet Hilmi, R. Dozy’e cevap niteliğinde İslamiyet tarihini yazar. (s. 421) Kimi Müslümanlar oryantalist iddiaları tamamı ile görmezden gelirken kimileri cevap vermek için çalışmalar yapmışlardır. Kitapta, 421-438. sayfalarda bu çalışmalar kısa olarak ele alınır. Henry Stubbe, (An account of the rise and progress of Mahometanism with the Life of Mohamet and a Vindication of Him Religion from the Calumnies of the Christians ) ‘Hıristiyanların iftiralarına karşı onun ve dininin savunulması’ adlı  eserinde, Müslümanların savaşlarının haklılığı anlatılır, Hz Muhammed’in idarecilikte, üstün kabiliyeti övülür, bunların Hıristiyanların onun hakkında o güne dek iddia ettikleriyle uyuşmadığının altını çizer. İslam’ın kılıçla yayıldığı iddiasının büyük bir yalan olduğunu, onun savaşlarının yeni bir din getirmek değil, eskisini restore etmek amacıyla yaptığını ifade eder ve kimseyi Müslüman yapmak için zorlamadığını belirtir. Goethe, Doğu-Batı divanında, Hz Muhammed için ‘ Oberhaupt der Geschöpfe-Mohammed’ Muhammed-eşrefi mahlukat tabirini kullanır. Thomas Carlyle’ı da ünlü tarihinde Hz Muhammed’e atılan iftiraların doğru olmadığını, onun üstün ahlak ve karakter sahibi olduğunu belirtir. (s. 439-440)

Sonuç

Doğuda Dımeşki ve Kindi ile temelleri atılan olumsuz tasavvur, kurgusal öğelerle daha da olumsuz hale getirilmiştir. sapkın hareket, sahte peygamber, saralı, düşük soylu, despot, şehvetperest, hilekar, kan dökücü, deccal gibi , Hz Muhammed’i karalamaya ve onu aşağılamaya yönelik bir dil geliştirilmiş ve bu nitelemeler ortaya saçılmıştır. Bilgi yerine kurgu hakim olmuş, amaç Hz Muhammed’i sahte peygamber olarak göstermek olduğundan, ulaştıkları tüm kaynaklara bu açıdan bakmışlardır. Buna rağmen hayatında görülen veya gizlenemeyen iyi ve güzel örnekler ya Hıristiyan kaynaklı gösterilmiş ya da zehire katılmış bal olarak nitelendirilmiştir. (s. 448) İnciller dolayısı ile Hıristiyanlık hakikatin kendisi olduğu göre, İncilleri tahrif edilmiş veya teslisi reddeden Hz Muhammed, ‘Hakikat düşmanı’, dolayısı ile ‘şeytanî’ olmak zorunda idi. N. Daniel, haklı olarak Hıristiyanların ortaçağda Hz Muhammed söz konusu olduğunda, bu ön kabul istikametinde hakikat düşmanına zarar veren her şeyin hakikat olduğunu düşündükleri tespitini yapar. 12. yüzyılda itibaren içi nefret ve düşmanlık dolu bol miktarda kurgusal malzeme ortaya çıkmıştır. Aydınlanma döneminde ise Hz Muhammed seküler bakış açısı ile devlet başkanı veya fatihe indirgenmiş, peygamberlik misyonunun metafizik boyutu tamamen göz ardı edilmiştir. (s. 449) Stubbe, Higgins, Carlyle, Geothe, Hz Muhammed’de ilahi pırıltılar görmüşlerse de bu onların onu peygamber olarak kabul ettikleri anlamına gelmediklerini de belirtmek gerekir. (s. 450) 1843 yılından itibaren tarihi tenkit metodu ile İslam’a yaklaşılmış ama yine birden fazla tasavvur ortaya çıkmıştır. 20 yüzyılla klasik ve revizyonist yaklaşım olarak iki bakış açısı ortaya çıkmış ama sonuç değişmemiştir. Hz Muhammed’in peygamberliğinin kökeni bazen Yahudilik bazen Hıristiyanlık bazen cahiliye Arap dini, bazen onun kişisel kabiliyetlerinde aranmıştır. (s. 452) Sonuç olarak Hz Muhammed için nitelemeler hep aynı olmuştur: merhametsiz, hasta, barbar, sahtekar,… (s. 454)

 

İngiliz ve Alman Oryantalistlerin Hz. Muhammed Tasavvuru Konusuna Ait Etiketler

Bu Konuyu Sosyal Medyada Paylaş

Yorumlar

  1. Halis dedi ki:

    merhaba sıtenızı yenı kesfettım mırasla ılgılı yazınızı okudum ama yeterı kadar bılgı yoktu su lınke bana yorum olarak bır cevap verırsenız cok mutlu olacagım : http://turan-durs…-miras-paylasmndaki-matematik.html

    CEVABEN
    HALİS BEY,
    SORUNUZ, ‘KURAN’DA ÇELİŞKİ YOKTUR’ ADLI YAZIMIZDA, MİRAS BÖLÜMÜNDE CEVAPLANMIŞTIR.
    SELAM İLE

Yorum Yaz


Yukarı Çık