İslam ve Oryantalizm

İslam ve Oryantalizm
Batılı olduğu için batı kültür ve medeniyetini içinden birisi olarak çok iyi bilen, araştırma ile Müslüman olduğu için de batılıların İslam’a olan küçümser ve önyargılı bakış açısından uzak, olaylara teşhisini hemen yapıp kendi bakış açısı ile tedavi usullerini açıkça, çekinmeden , keskin bir dille ve mücadeleci bir ruh ile ortaya koyan bir çalışma olan bu eserin sahibi yazar hanım Yahudi kökenli ABD vatandaşı bir Müslime hanımdır. Eski adı Margaret Marcus, Müslime adı Meryem Cemile olan ve artık 80 küsur yaşlarındaki bu hanıma sağlıklı uzun ömürler diliyoruz.
Yazar kitabına Miskatu’l-Mesabih adlı eserden alınan bir haberle başlar: Ziyad b. Üzeyr rivayet ediyor: Ömer bana şöyle sordu :”İslam’ı neyin yıkacağını biliyor musun?” Ben: Hayır diye cevap verdim.Ömer şöyle söyledi:Alimlerin hataları, Kuran üzerine yapılacak münafıkça yorumlar, yanlış yoldaki liderlerin kurdukları düzen.”
Önsöz
Yazar kitabının önsözünde Avrupa uygarlığının Arap kaynaklarının mirası üzerine kurulduğunu ama bunun sulandırılıp bozulduğunu ifade eder. Batının İslam’a dair tüm kaynakların kökeninin Hıristiyan misyonerlik, oryantalizm ve siyonizme dayandığını, bunları hata, düşmanlık ve İslam’ı bozma gayesini güttüğünü söyler ve Müslüman olma nedenlerini ve İslam hakkındaki görüşlerini açıklar:
“Araştırmalarım sonucunda İslam’ın hayatın bütünü için ideal bir nizam, insanlık için en kapsamlı biçimde rehberlik edecek bir din, ilahi kökenli, kişisel ve toplumsal yönleriyle kendine yeterli, hiç bir din ve ideolojiye ihtiyaç duymayan ruhbaniyeti reddeden bir dindir.İslam insana hayatının tamamını yönlendirir, insan hayatının amacı ise Allah’a kul olmaktır.İşte İslam insanı bu amaca yöneltmiş, boş ve faydasız amaçlarla uğraşmasına engel olmuştur. Hayat zevk ve eğlence yeri değil, imtihana tabi tutulma demektir. Müslüman yaşayan İslam olmalıdır ve davranışlarında da aşırıya kaçmamalıdır.
Müslüman başkasını dünyevi nedenlerle kıskanmaz, onun hayata yaklaşımı olumludur ve sabırlıdır. İnanmayanlar ise bunalım, uyuşturucu ve intihar bataklığındadır. Ruhlarını tatmin edecek bir değere de sahip değillerdir. İslam ise insanı kula kulluktan kurtarıp ebedi özgürlüğe kavuşturur. İslam kendine has bir toplum için özgün bir takım esaslar ortaya koyar ve her türlü hayati esasları kendi düzenler. İslam’da yöneticiler dahi egemenliğin ikincil temsilcileridir. Mutlak egemen olan Allah’tır. Yönetici ve yönetilen Allah’ın hükmü ve kanunları önünde eşittir. Bu ise diktatörlüğe, kanunsuzluğa, çatışmaya engel olur. İslami toplumda günaha teşvik olmaz, iffet, terbiye ve alçakgönüllülük esastır. İslam; Yaşlı, Koca, kadın, çocuk, anne-baba hakları belirtilmiş, yardımlaşma, iyi niyet emredilmiş, inanç kardeşliği ile Müslümanları, insanlık bağı ile Müslüman olmayanları birbirine bağlar.
İslam insanları sınıf, ulusal veya kültürel sınıflandırmaya tabi tutmaz, insanları inançlarına göre sınıflandırır ve haklarını korur. İslam medeniyeti ateizm, materyalizm ve çağdaş kültürün dejenerasyonu karşısında büyük bir potansiyel ve heybetle ayakta durmaktadır.Batılı ülkelerde bunu çok iyi bildikleri için ” İslam enstitüleri” veya “İslam araştırma merkezleri” kurarak İslam’ı yok etmeye çalışmaktadırlar.Bunların tek amaçları İslami hareketleri içerden yıkmak, İslami düşüncelerin filizlenmesine engel olmaktır.”
Yazar bunda sonra Müslüman olduktan sonra İslam alemindeki liderleri ve ilerici adı verilenlerin oryantalistlerin güdümünde, onların bakış açıları ile İslam’ı değerlendirdiklerini hayretle gördüğünü ifade eder.
Giriş
Kitabın amacı oryantalistlerin ideolojik silahlarını tanıtmak, Müslüman aydınları nasıl şüpheci yapmak istediklerini, sapıtmak ve dinden dönmeleri için uğraştıklarını göstermektir. Onların vicdansızca yanıltmalarından kurtulabilmenin esaslı yöntemlerini tespit ve Müslüman okuyucuya batının bizi nasıl gördüğünü göstermektir.
Artık misyonerlik faaliyetleri aşamalı olarak ideolojik alana kaymaya başladı. II. Dünya savaşından beri batı propagandasının temel konusu materyalizm olmuştur. İslam’da Allah’a inanmak insani sorunlara çözümün bir başlangıcıdır. Kuran insan hayatı için bir program sunarken sünnette bunun pratik uygulamasını göstermiştir.Dolayısı ile bu zengin ve sağlam içerik yabancı felsefi düşünce ve sapık inançlarla mücadele edebilme imkanına sahip olmuştur. İslam ruhsal bağımlılığı, başkalarına tabi olmayı, soyut idealleri reddettiği için de inançlara karşı olan propagandaların temel hedefi olmuştur.
Yazar daha sonra Marxizmi ve evrim teorilerini eleştiri ve sonuç olarak “Bilimsel materyalizmin” bir din haline geldiğini, çünkü inançlar ve dinler tarafımdan ifade edilen alanların , materyalizmde de bilimsel olmak iddiasıyla bir çok transandantal ideallerle ve inançlarla, dogmalarla doldurulduğunu ifade eder.
Oryantalistlere göre İslam toplumu gelişmemiş, durağan, ömrünü bitirmiş ve sona ermiş bir toplum, İslam ise ortaçağ dini, VII. yüzyıldaki Arap bedevilerini tatmin edebilecek bir dindir. İşgal, sömürü ile bölüp parçaladıkları İslam aleminin günümüz halini göstererek, tüm ortaçağda İslam dünyasının batıya üstünlüğünü ve batının gelişmeye ilişkin düşünce kaynaklarının İslam’dan aldığını çarpıtmaya çalışırlar.
(İslam aleminin geri kalış nedenleri ile ilgili yazımıza ” İslam ülkeleri neden geri ” başlıklı yazıdan ulaşılabilinir) Batının İslam dünyasına karşı yürüttüğü bu savaş günümüzde türlü kültürel silahlarla artan tempoyla yürütülmektedir. Batılı yayınevleri düşmanca tavırlarını sürdürmektedirler. Bu yayınlarda Kuran Muhammed’in kitabı, hadisler uydurma, İslam politik, ekonomik konuları dahi kapsayan bir nizam olmak yerine özünde yoksullaştırma imajı taşıyan bedevi Arapların bir anlık fetihçi inanç hareketi, İslam özünde durağan, kaderci, bilimsel ve modern olmayan , gelişmeye karşı, günümüz insanına hitap edecek bir şeyi olmayan bir dindir. İslam’da kadın horlanır, alkol yasaktır, modern liberalizme aykırı bir hayat biçimi vardır, dogmadır, Müslümanlar hasta ruhlu insanlardır.( Bu iddiaların cevapları sitemizdeki ” Kader, İslam ve bilim, Müslüman bilim öncüleri, İslam’da kadın, Alkol, İslam barış dinidir, İslam fıkhı” gibi konularda bulunabilir.) Ayrıca oryantalistlere göre Müslümanlar ulusçuluk yapmalı idiler ve İslam’ın da reforme edilmesi gerekmektedir. Oryantalistler içinde en fena grup ise bize akıl vermeye, dinimizin nasıl olması gerektiği konusunda öğütte bulunmaya çalışanlardır.
Yazar bu iddialara cevap olarak; İslam ülkelerinin eğitim faaliyetlerini uzun yıllar Avrupalı ülkelerce programlandığını, bu eğitim faaliyetlerinde batının yenilmez ve mutlak güç olduğunun öğretildiği, İslam’ın hakim olduğu kültürel alanların her vesile ile hakir görülmekte, horlanmakta olduğunu, siyasal faaliyetlerin hala dolaylı yönden batılıların hakimiyet alanlarında olduğunu, Müslüman halkın çoğunluğunun hala emperyalistlerin sömürgesinde olduğunu, kültürlerini empoze eden ABD, İngiltere Fransa, Rusya gibi ülkelerin yönetimlerde hakim olduğunu yöneticilerin birer kukla olduğunu, II. Dünya savaşından sonra oryantalist ve misyonerlerin Müslümanları tek tek etkilemek yerine, bütün olarak sistemin yeniden değiştirilmesini önermeye başladığını ifade eder:
“Misyonerlik faaliyetlerinin etkin olabilmesi için, elden geldiğince yerel düşüncelere saygılı ve alçak gönüllü olunması gerekir.Her konumda ayrı davranmak gerekir.Uygun ortamda ne yapılabilecekse, onun önerilmesi lazımdır.İnançları bilmek, değişim önermenin ve değişim ışığı görmenin ilk şartıdır.Şimdiki toplumlarda bir Müslüman’ın, Hıristiyan dünyayı daha iyi hayal etmesi kolaydır. Çalışmalarda İslam’ın benimsenmiş olarak gösterilmesi gerekiyor. Bu bir Hıristiyan’ın İslam’ı kabulü anlamında değildir, İslam’dan nefret edilebilir. Fakat İslam’ın değiştirilmesi, reforme edilmesi halinde daha sevileceği düşüncesinin empoze edilmesi gereklidir.” ( Harry Dorman, Towards Understanding İslam, S.125 )
Bu sahte düşünceleri ve fikirleri yok etmenin tek yolu, bunların ele aldığı konularda aklı doyuran yeterli ve mantıklı eserler ortaya koymaktır.
“İslam hukukunun batı hukukuna uydurulmadığı takdirde ilerlemenin mümkün olamayacağını, ictihadla batı sistemine İslam’ın uydurulabileceğini” ileri süren İngiliz misyoner Kenoeth Cragg ve J.D.N. Anderson’dan bilfiil bunları hayata tatbik eden Tunus’lu eski lider Habib Burgiba’dan hareketle yazar Müslüman modernistler ile oryantalistlerin bazı ortak noktalarda buluştuğunu da belirtmekte ve bunları eleştirmektedir.
Oryantalizmin bakış açısıyla İslam tarihi
Prof. Philip Hitti, İslam and West ( İslam ve Batı)
Yazar Hz Peygamberi din kuran bir lider olarak görür. O önceden tasarlamış ve insanları kendi dinine çağırmıştır. Philip delil olarak Hıristiyan bir memleket olan Habeşistan’dan gelen Bilal ile Zeyd adlı köleleri ve Hıristiyan kökenli efendimizin eşi Mariye ile Yahudi kökenli eşi Safiye’yi verir. Bir peygamber düşünü ki peygamberliğini ilan ettikten yaklaşık 15 sene sonra tanışıp evleneceği iki hanım iddialarının kaynağı olacak. Veya kendi söylediklerini etrafa ilan edip peygamber olduğunu iddia edecek kişiye hala kölelik- hizmetçilik yapacak akıl hocaları ki bu kölelerin bırakın dini ihtiyaçlarını öğrenmeyi veya karşılamayı, temel ihtiyaçlarını karşılama hakları bile yoktu İslam’dan önce. ( Bu konuda sitemizde” Kuran’ın kökeni” başlığı altında işlenmiştir, ayrıca yazar cevapları sitemizde verilmiş birçok iddiayı peşi sıra ardarda sıralar, cevapları için ” Oryantalistlerin sorularına cevaplar” adlı yazımıza bakılabilir )
“Hicret sonrası kahin kişiliğini terkeden Muhammed politik ve pratik kişiliğini ortaya çıkarır.” der oryantalist yazar. Hicretin anlamını kavrayamayan bu yazar, Medine’de inen surelerin amacının mekke’de ineneleri teyid etmek olduğunu anlamamıştır.Mekke tebliğ, Medine uygulama safhasıdır, burada hayat Mekke’de inen ayetlerin ışığında örgütlenmiştir.
Oryantalist yazar, ” tüm dinlerin aynı kökenden geldiğini ” ( Detay için ” Tüm dinlerin özü İslam’dır.”başlıklı yazıya bakılabilir.) bilmediği için, kutsal kitaplar arasındaki benzerlikleri kopya, alıntı olarak algılar. Hitti’ye göre İslam, Yahudi ve Hıristiyanlık kültürlerinin Araplaştırılmış halinden başka bir şey değildir. ( S. 12) Yazar daha sonra Sabatay Sevi isimli sahte Yahudi mesih ile efendimizi kıyaslar. Halbuki Sevi daha sonra davasından dönmüştür. Efendimiz ise savaşlar, açlık, işkence dahil her türlü baskıya göğüs germiştir. Ayrıca Sevi; İzmir, Mısır, Selanik, Kudüs arasında dönüp durmuştur. Efendimiz ise hayatının 50 yılını, çocukluğundan itibaren kendisini tanıyanlarla geçirmiştir. Hiç kimse onun aleyhinde konuşamamış, kişiliği, karakteri, ahlakı, ticari ilişkisi ile ilgili tek bir kötü söz söyleyememişlerdir. Müslümanların hayatı tehlikeye girince ve Medine’den kentlerine gelmesi için teklif gelince Medine’ye hicret etmiştir. Orada da çizgisinden ve davasında asla sapmamıştır.
Hitti, İslam düşüncesini, insan yapımı ve Yahudilik, Hıristiyanlık ve Arap putperestliği karışımı imiş gibi sunmayı amaçlar. Efendimizi ise öğretilerini ve pratik yaşantısını ilahi bir kaynaktan alıyormuş gibi gösteren birisi olarak lanse eder ve devam eder: ” İlk İslam fetih hareketlerini bir inanç hareketinin yayılmacılığı yani “Muhammedanizm” hareketi olarak değil, bir Arapçılık olarak görmek icap eder. Arap fetihçiliği, masum milletlerinin üzerine bir kara bulut gibi çöker, bu daha rahat bir hayat biçimi aramanın eseriydi. Arapların İslam’a girmelerin temel nedenleri ise hayatlarını devam ettirmelerine dayanan kendi menfaatleri ile ekonomik, sosyal ve politik etkenlerdir.” demektedir oryantalist yazar. Görüldüğü gibi İslam bir din, itikat, ahlak, toplum hayatını düzenleyen bir kurum değil bizatihi tek hedef sömürü, ganimet ve zengin olmaktır, yazara göre. Yazarın iddia ettiği gibi İslam’ın ilk yayılma hızı yalnızca ekonomik nedenlerle izah etmeye çalışanlara en güzel cevabı; gerek peygamberimiz (s.a.v.) gerekse raşit halifeler devresindeki İslam mücahitlerinin dünya meyvelerinde , hayatının nimetlerinde zerrece gözlerinin olmaması ve ümit ettikleri meyveler de bu dünyada olmayıp , ahirette almayı amaçlamaları ve bunu yaşantıları ile göstermeleri vermektedir. Onlar , hiçbir zaman düşmanlarını yenmek için yazarın iddia ettiği üzere ne bir askeri disiplinle eğitim gördüler ne de onlar istila etmek için herhangi bir şekilde eğitilmişlerdir.
Efendimiz bu dini kendi dünya menfaatleri için uydursa en basitinden resim ve heykellerinin yapılamasını teşvik edip zamanla krallar gibi yaşamayı düşünmez mi idi? Bu konuda “Oryantalistler ve Hz Muhammed” başlıklı yazımızı tavsiye ederiz. İslam’ın bizzat dışladığı Arap nasyonalizmi (ulusçuluğu) ile İslam’ı bir tutmak mümkün müdür? Diğer ırktan olanlar İslam’a zorla girmiş olsaydı , bunlar İslam egemenliğinden sonraki devrelerde , tekrar dinden çıkabilirlerdi. Habeşli Bilal ile İranlı Selam’ı bir arada tutan Arap ırkçısı bir din olabilir mi?
Belki yazar İslam uygarlığının insanlığa katkıları bin bir gece masalları ile sınırlandırabilir ama aslında İslam uygarlığının batıya verdikleri matematik,tıp,eğitim,öğretim ve felsefe okulları.. vb kurumlara oryantalistlerin gözleri daima kapalı olmuştur. Bağdat, Şam, Kahire, Kurtuba, Delhi hep zamanının en büyük akademik ve entellektüel ilim merkezleri olmamışlar mıdır? Bu konuda “Müslümanlar ve bilim ” isimli yazımızı da ayrıca tavsiye ederiz.
Yazar tüm bunlardan sonra İslam’ın dönemini tamamladığını, batı uygarlığını benimsemenin ise zorunluluk olduğunu iddia etmektedir. “Batının, insanlığa bahşettiği kavramlar.” (S.89) diye başladığı cümle, yazarın kibirli ruh hali ve akıl verici konumda kendini görmesinin tipik örneğidir. Özetle, Önyargı ile İslam’a bakmakta ve tek doğruyu kendi söylediklerinin oluşturduğunu iddia etmektedir yazar.
Hıristiyan Bakış Açısı
Misyoner Prof. Kenneth Cragg, The Call of the Minaret ( Minarenin çağrısı)
Cragg’a göre ” Muhammed silahlı bir dinsel otoriteyi seçmiştir.” ( The Call of the Minaret, S. 93) Meryem Cemile ise uzun bir girişten sonra Selahaddin Eyyubi’den hareketle bir örnek vererek cevap vermektedir: Kudüs’ü fethedince, Eyyubi, mağlup olan Hıristiyan ordusuna adalet ve insanlıkla davranmıştır.Böylece, cihad’ın alalede bir savaş olmadığını, dehşet ve korkunun cihad için geçersiz olduğunu bütün dünyaya göstermiştir, demektedir. Bu konuda sitemizde” İslam barış dinidir.” ve ” İslam savaş kuralları.” başlıklı yazıları tavsiye edebiliriz.
Oryantalistler inancımızın ve pratik yaşantımızın ayrıntılarını enine boyuna tartışmak, neyin doğru neyinde yanlış olduğu hususunda karar vermek yetkisini daima kendilerinde görmüşlerdir.Oryantalistler kendi misyoner amaçlarına hizmet eden yazarların fikirlerini göklere çıkarırlar. Yazar Müslümanlar arasında fesat çıkaracak her türlü iddiayı rahatlıkla doğru olarak okuyucuya sunmuştur:” İslam’da tanrının birliği yanında Muhammed’in O’nun elçisi olduğu inancına ihtiyaç duyulmayabilir.Yani İslam, Muhammed’in şahsı ile hüviyet kazanmaz.Bu nedenledir ki bilgin bir Müslüman, peygambere ihtiyaç duymadan İslam’ı açıklayabilir.” Ne demekmiş, Dinin peygamberinin ayetleri açıkladığı sözler ( Hadis) önemsiz, ihtiyaç duyulmazmış ama bir bilgin pek ala Kuran hakkında konuşabilirmiş! Sanki Allah’ın ayetlerine muhatap olandan daha iyi o Kuran’ı kavrayıp anlayabilecekte.
Cragg, İslam dünyasının batı kültürüne girmesinin kaçınılmaz olduğunu iddia ediyor.Ama işin ilginci bu batının medeniyetinin alanı, Hıristiyanlığın etkin olduğu bir doktrin ve düşünce biçimidir: ” İslam eskimiş bir anlayıştır. Gelişen zaman içinde İslam’ında değişmesi kaçınılmazdır. İslam modern yaşam tarzını benimsemek veya en azından vahiyci geleneği bırakmak zorundadır.” ( S. 17) ” Biz, İslam’ın eskiden olduğu gibi, aynı tekdüze biçimde kalmasına müsaade etme hakkına haiz değiliz.İslam değişecektir. İslam’ın realize edilmesinde, biz Hıristiyanlara az görev düşmüyor.” (S. 208)
Cragg her nedense İslam’ın değişmesini tavsiye derken ya Hıristiyan tipi bir ahlak anlayışını önermekte ya da modernizmi kalkan olarak kullanıp İslami meseleleri tartışmaya açmak istemektedir. Arada alternatif olarak sunulan Hegel ve Marx tarafında geliştirilen tarihsel materyalizminde aslında bir dogma-statükocu anlayış, bir totaliter fikir olduğunu anlayamamaktadır. Çünkü bu bakış açısına göre, tarihsel materyalizm zaman ve zemin içinde değişmeden bütün toplumlara uyarlanabilecek bir teoridir ki biz bu statükocu görüşe dogma diyoruz.
Cragg, İslam ile Müslüman’ı birbirinden ayırmıyor. O’na göre İslam; Müslüman’ın yaptığıdır.Müslümanların işlediklerini, yaptıklarını, İslam olarak kabul etmektedir. Bazı Arap ülkelerinde petrolün bulunmasından sonra ortaya çıkan sosyal parçalanmalardan hareketle oryantalist yazar Müslümanların zamanla dinlerinden uzaklaşıp kültürel devrim ile batı hayat tarzına adapte olacağını ileri sürmektedir. Halbuki böyle ani değişimler her toplumda ahlaki ve ruhsal çöküntü veya çatışmalara yol açabilir. Halbuki yazar bu belli bir zamanla kısıtlı olaylardan hareketle, ” Dayanağının batıda olduğunun bilincinde olarak, kendiliğinden yepyeni bir neslin meydana geldiğini .” iddia etmektedir (S. 9, Islamic Surveys 3, C. in Comtemparary Islam, 9) Cragg devam etmektedir, ” Petrol sıvı altın gibidir. Böyle bir ortamda faiz endişesiyle uğraşmanın anlamı var mı?.” (S. 8), ” Zekat, mal soku konusundaki kurallar, modern dünyada ne derece uygulanabilir?” (S. 192)
İslam’ın bütün inançlarını hor ve küçük gören, kendi tabi olduğu batı uygarlığının prensiplerini ise kesinlikle yanılmaz olarak terakki eden bu zihniyet, insanlığın ilerlemesi için ancak tek yönlü bir gelişime inanır. Batının üzerinde kurulduğu ve dayandığı prensiplerin şaşmaz ve yanılmaz prensipler olduğu konusunda Cragg çok iddialıdır.
Cragg’a göre,” İslam’da Müslümanların en büyük ilgi ve endişesi, Allah’ın en büyük olduğu konusu olmamalıdır.” ( S. 107) Ayrıca ” Hıristiyanlığın ilk elde, İslam’a yükselme ve amaçlar konusunda yardım edeceğine inanıyoruz. Hıristiyanlaşmayı şart koşmuyoruz fakat din değiştirme konusunda Müslümanların müsamahalı olmalarını istiyoruz.” Cragg daha açıkça ne desin ki? Cragg nedense toleransı hep Müslümanlardan istemektedir ama Afrika, Endonezya, Etiyopya’da Müslümanlar vahşice katledilirken Hıristiyan misyonerlerin ne kadar toleranslı olduğunu artık tüm dünya bilmektedir. Hıristiyanlaştırılırken toleranslı ol, karşı çıkınca öldürül ama karşı taraftan katledilme esnasında tolerans bekleme. İşte özet!
Hıristiyanlık bir manastır dini olduğu için, sosyal hayatta uygulanmak üzere prensipler getirmemiştir. Bu nedenle sosyal olaylar, bu dinin mensuplarınca rahatça tartışılabilmekte, Hıristiyan toplumların her biri değişik aile yaşantısını, değişik eğitim biçimlerini benimseyebilmektedir. Ama aynı durum İslam için söz konusu değildir dolayısı ile Hıristiyanlık için önerilen bir çok reçete islam’ın ruhu ile asla uyuşmazlar. Her görüş kendini ayakta tutan prensiplerle yaşar. Cragg ise İslam’ı ayakta tutan tüm prensiplerle, insancıl yaklaşım perdesi altında çok rahat oynamakta, onları bozmaya çalışmaktadır.
İşin diğer ilginç bir yönü biz Müslümanlara yardım etmek isteyen bu fedakar Hıristiyan yazarın Müslüman ülkelerdeki diktatörlükleri gerekli görmesi ve savunmasıdır. Son olarak iddialarını Hıristiyan inancının doğru olduğu noktasında toplamakta, İslam dışındaki Zealotizmi ve Herodianizmi bile yazar sevimli gösterebilmektedir.
Yahudi Bakış Açısı
Solomon David Goitein, Jews and Arabs ( Yahudiler ve Araplar )
Goitein “İslam’ı ayıklanmış bir İbrani kültürü olarak ” nitelendirir.( S.129) O’na göre “Kuran’da yer alan bütün materyaller, yahudi ve Hıristiyan kaynaklardan kopya edilmiştir.” (S.52) Bu konuyu ele aldığımız” İslam tüm dinlerin ortak adıdır.” adlı dosyamız ve “Kuran’ın kaynağı” başlıklı yazımızı tavsiye edebiliriz. Meryem Cemile’de Yahudi bu yazarın iddialarına cevaplarını eserinde sıralamıştır. (S. 67-72)
Yazar Meryem Cemile ayrıca İslam’daki cihad anlayışının Yahudilikte asla bulunmadığının altını çizer. İslam’da cihad, kötülüklere karşı koymak için yapılan düzenli bir uğraşının adıdır. İslam’da var olan örtünme anlayışının yine Yahudilikte olmadığını, İslam’ın yasakladığı alkol konusuna karşılık Yahudiliğin sadece ayyaşlığı yasakladığını belirtir. Ayrıca Yahudi dininde dinsel törenlerde şaraba verilen önem ve şarabın sosyal fonksiyonunun altını çizer.Yahudilikteki Sabbat ( Cumartesi hiç bir iş yapmama gününün) İslam’da asla yeri olmadığını, Talmud’a göre tüm insanların Yahudilere hizmet için yaratıldığı inancının islam’a ters olduğu, İslam’da inananlar kadar inanmayanların da hukukunun korunduğunu ve Yahudi yazarında bunu itiraf ettiğini ( Jews and Arabs, S. 89) belirtiyor.
Dünyada azınlıklara yapılan kötülüklerin ( Hindistan’daki azınlıklar, Kuzey ve güney Amerika’daki yerli halka ve Afrika’daki zencilere yapılanlar, Sovyet Rusya’da Rus olmayanlara karşı yapılan zulümler, Komünist Çin’in Tibet’te yaptığı katliamlar vb) hiç biri İslam ülkelerinde vuku bulmamıştır. Goitein, kitabında durmadan İslam ve Araplar aleyhine atıp tutarken konu Arap- İsrail konusuna gelince birden yumuşar, yeni bağlar kurulması taraftarı olur aniden.Bunun siyasi ve ikiyüzlü bir davranış olduğu bir gerçektir.
“İslam hukuku modern toplumun sorunlarını çözemez. İslami teolojik düşünce kendisini tüketmiş durumdadır.” (S.229) Ayrıca Yahudi yazar Müslümanların Kuran lisanı klasik Arapçayı terk edip, mahalli lisanların ( Mesela Kıptîce dahil ) kullanılmasını öğütlemektedir. (S.134) Tabii ki Müslümanları birbirine bağlayan uluslararası bir dil olan Arapçanın bırakılmasını tavsiyenin altında Kuran’dan ve İslami literatürden doğal olarak uzaklaşacak, aralarındaki bağların kopacak, kendilerine kalmış ortak mirastan soyunmuş olacak Müslümanların bu ileri sürülen fikrin arka planını anlamayacağını zannetmek saflıktan başka bir şey olmayacaktır tabii ki. Arapça tabii ki kutsal bir dil değildir ama önemi ve işlevi ortadadır.
İlginçtir Goitein,” Siyonizmin (ve “Goyim” inancının) anti-semitizmi doğurduğunu da ” (S.232) kabul eder.
Sosyolojik bakış açısı
Montgomery Watt, İslam ve toplumsal dayanışma
Kitabın ismine bakarak Watt’ın İslam’daki dayanışma ve sosyal yardımlaşmayı övdüğü zannedilmemelidir. Watt, İslam’daki tüm yüce değerleri inkar etmekte, ondaki muazzam ruhi gücü ve cazibeyi küçümseyip tahkir etmektedir. Asıl hedef ise okuyuda İslam’ın insan ürünü, zaman ve tarihlerle geçerliliği sınırlı bir fikir sistemi olduğu izlenimini uyandırmaktır: ” Muhammed, yeni dini Arapçılık kalıbına döktü. Eski Arap geleneklerini İslamlaştırdı.Kabe ve Mekke’nin mazisini her fırsatta Hz. İbrahim’e dayayarak Yahudilerin kendisini peygamber olarak kabul edeceğini zannetti.” (S.93) Watt’ın kaynak gösterdiği tüm eserler ilginçtir yine kendi gibi Hıristiyan veya Yahudi olan oryantalistlerdir. Bu oryantalistlere göre – Uydurma hadislerle mücadele eden, hadis kritiklerini belirlemek için hayatlarını bu ilme adayan- İmam-ı Şafi dahil bir çok müctehid veya muhaddis hadis uydurmuşlarıdır. Bu nasıl olmaktadır: ” sözlü kültürde önce biri ortaya bir hikaye atar, başkaları onu ezberler, zamanla da bu halk arasında kabul görür.” (S. 225) İşte size hadis tarihinin kısa bir özeti! Hadis konusundaki iddialar ve cevapları için ” Hadisin değeri ” ve ” Caetani’ye cevap” adlı yazılara müracaat edilebilir. Wattaa göre ” Araplara bir din lazım idi ve Muhammed’de tam zamanında bu ihtiyacı gidermiştir. Yoksa ” Muhammed öğretilerinin gelecekte göstereceği tüm bu gelişmeleri tahmin edecek durumda değildi.” ( S.269) zaten!
Watt’ta bir çok oryantalist gibi islam’ın millileştirilmesi, yerelleştirilmesi, ümmet bilincinin bozulup, parçalanıp İslam’ın daha kolay ekarde edilmesi için çaba harcamakta, iddialarının hedefini bu amaç oluşturmaktadır. Watta göre ” Farklı kültürlerin entegrasyonunu sağlayacak bir işaret yoktur İslam’da.” (S.275) Avrupa’da artan ırkçı ve İslamofobi akımlarını bilmesek batıda bu işaretlerin olduğunu zannedeceğiz ama yine de ‘Tarih’ Watta en güzel cevapları vermektedir. Bu konuda “İslam barış dinidir.” adlı yazımızı tavsiye edebiliriz. Watt daha sonra bir dünya savaşı olur da İslam dünyaya hakim olursa nelerden insanlığın yoksun kalacağını sıralar: kimse İslam’ın kökeninin Yahudi ve Hıristiyanlığa dayandığını bilmeyecek, İslam dünya toplumunun kültürel zenginliğini yok edecektir. (S.276) Batı medeniyeti tüm dünyayı sömürüp, kanını emer ve bu arada giyimden mimariye, sanattan eğitime tüm alanlarda ruhsuz ve tek bir fikri empoze ederken Watt hayali bir İslam tehlikesi ile insanları korkutmaktadır. Bu arada İslam ve diğer dinlerin benzerlikleri konusunda ” İslam tüm dinlerin ortak adıdır.” adlı yazımızı tavsiye ederiz. Watt bir de Müslümanlara akıl vermektedir:” İslam kendi aslının gerçeklerini kabul etmelidir. Yahudi, Hıristiyan geleneklerini dikkate almalı, İslam yenşden incelenmeye hazır olmalı ve Diğer iki dinden bilgi almaya hazır olmalıdır.” (S.283) Wattın isteği gerçekleşirse İslam İslam olmaktan çıkar, Müslümanlar da Müslüman kalamaz. Zaten arzu edilen şeyde bu değil midir?
Sekülarist Bakış Açısı
Wilfred Cantwell Smith, Modern Çağda İslam
Smith, kendi doğru kabul ettiği tüm idealleri gerçekleştirecek despot dahi olsa idarecileri desteklemekte, amacına hizmet eden bu kimseleri hoş görmektedir. Tüm oryantalistler gibi Smith’te Müslümanlara akıl vermekten geri kalmaz:” İslam’ı aydın bir insanın kabul edebileceği bir hale getirmek gerekir.Kuralları yeni anlayışa göre formüle edilmelidir.” (S.178) Bu formüller nedir: Arapça yasaklanmalı, camilere sıra konmalı, batı stili org eşliğinde ilahiler söyleyen korolar oluşturulmalı. Smith amacının Hıristiyanlığa adaptasyon olmadığını da ısrarla belirtir.Amacı sadece ortaçağ anlayışı yerine modern anlayışın oturtulmasıdır (!) sadece (S.204) Bu oryantalistin yapılmasını tavsiye ettiği bazı ülkeler vardır ama sonuçta bunları yaptıkları halde ( Mesela Tunus ) ne sanat ne bilimde insanlığa hiç bir katkı sağlayamamışlardır. Bu ülkeler idari, askeri, ekonomik alanlarda kayda değer bir ilerleme sağlayamamışlardır. Aksine ” Teknik yardım” gibi benzeri adlar altında başka ülkelerin hegemonyasına girmişlerdir. Bu da gayet doğaldır, halkın değerlerine yabancı olan bir bakış açısı, halktan teveccüh göremeyeceği gibi, taklitçisi olduğu tarafında kendisine değer vermesini asla beklememelidir. İdarecileri batıda okuyup, Müslümanları idare eden kurumlar ve onların eylemleri asla İslami olarak nitelendirilemezler. Smith zaten sorunun kaynağını göstermektedir: Kuran! ” Kuran en mükemmel modeli arz eden bir kitap olarak kabul edildiğinden, daha mükemmeli arama ihtiyacı hissedilmemektedir. İslam’daki temel krizlerin nedeni Müslümanların kendilerini buldukları yeni durumla, modası geçmiş duygu ve kavramların çelişkisidir. Sekülarizm Müslümanlar için bir nimettir.” (S.278-281) Bu oryantalist yazar da diğerleri gibi İslam’ı herkesten daha iyi anladığını iddia ederek bize dinimizi nasıl yaşamamız gerektiği konusunda akıl verme yetkisini kendisinde fazlasıyla görmektedir. Bu yazarda eserinin başlangıcında İslam ile batı karşılıklı anlayış, görüş ve bilgi alışverişi içinde olmalarını tavsiye ederken kitabının sonunda baklayı ağzından çıkarmaktadır: İslam değişmelidir.Batı kuralları mutlak doğru, yok dilemez ve doğruluğu tartışılamaz kavramlardır. Bu oryantalistte çağdaş İslam dünyasındaki durumu olduğu gibi tasvir etmeyip, olmasını istediği gibi tasvir etmiştir.
Hümanist bakış Açısı
Nadav Safran, Siyasal toplumun incelenmesinde Mısır
Meryem Cemile, İslam’ın batı medeniyetini tarihinde karşılaştığı tek ciddi rakibi olduğunu belirtir. batının İslam’dan korkup nefret etmesinin sebebi İslam’ın batıyı ayakta tutan temel prensiplere meydan olmasıdır. Batı bizim aktüel gücümüzden çekinmemekte, Müslümanlarda var olan potansiyel güçten çekinmektedir. En telaş ettikleri husus etkili bir İslam devletinin kurulması ve birleşik İslam bloğudur. Oryantalistler İslam ülkelerinde İslam’ın modası geçmiş bir ortaçağ dini olduğunu propaganda etmeyi en mühim bir görev kabul etmişlerdir. İkinci dünya savaşından bu yana oryantalistlerce yazılan kitapların dörtte üçü değişik ülkelerde Müslümanların modernizasyonunu ele almıştır. (S.112) Yazar daha sonra Safran’ın kitabını analize geçer. Safran Mısır doğumlu bir yahudidir. Kendisini siyonizme adamış, İsrail ordusunda görev yapmıştır.
Safran, “Mısır’ın Osmanlı işgalinden kurtulduktan sonra idari, ekonomik ve sosyal yapıda Avrupalılaşmaya başladığını ( Hatta Kahire’de muhteşem bir opera binası inşa ettirir ) ama inanç sisteminin ise donuk kaldığını belirtir. Bu geleneksel inanç sistemi yeniden gözden geçirilmeli, yeni siyesi toplumun oluşumuna hizmet edecek değişim ile düzenlenmelidir.” (S.14) Safran, batılılaşmayı, tarihin doğal bir kanunu, hayat akışının doğal bir neticesi ve evrimsel gelişmeyi tamamlayan ayrılmaz bir parça olarak görür. Safran, bütün çalışmasını büyük bir körlükle batı uygarlığının benimsenmesi veya reddedilmesi düşüncesi üzerine kurar. Bu değişimin zorunlu ve kaçınılmaz olduğunu belirtir ve İslam’da asla takdire şayan bir husus görmez. Bu oryantalist yazara göre İslam şekilci, hurafeci, gerici, kaba bir sistemdir ve kurallarının gerçek hayatla bir ilgisi yoktur. İslam bir Arap, Bizans, Yahudi ve Hıristiyan karışımıdır ve bir ütopyadır.
Safran, ” İslam’ın pratikte 1400 senelik uygulamada ancak ilk kırk yıl başarıyla uygulandığını .” (S. 80) ifade eder. Yazarın bu iddiasına İslam’ın bir ortaçağ dini olmadığına, insanlığı ayakta tutacak yegane din olduğuna dair tarihten deliller için ” İdealler ve tarihten pratik realiteler” adlı çalışmamıza bakılabilir.
Safran’ın sempati duyduğu tek şahsiyet ise nasyonelist seküler Lütfi Seyyid’tir. Ne tesadüftür ki bu adam okurlarını İslam’ı inkara çağıran birisidir. (S.17) Bunun dışında feminist, Latin alfabesini Arapçaya uyarlamaya çalışan bir kişi, ırkçı ve Meryem Cemile’nin deyimi ile kör entellektüel br kişinin de çalışmalarını dile getirir. Siyonist yazar en çok ise İhvan-ı Müslimin’in kurucusu Hasan e- Benna’ya hücum eder. Onlar ” Cahil, zararlı, tehlikelidir.” ( S. 232) Safran bu hareketi zor kullanarak ezen Nasır rejimine ise hayrandır. Ayrıca İslam ülkelerinin kendi kültürlerine bağlı kalarak kalkınamayacaklarını iddia eder.
Meryem Cemile batıcıların Mısır ve diğer İslam ülkelerinde başarısızlıklarını temel iki nedene bağlar:
1- Batılılaşma zorbaca ve zulümle empoze edilmek istenmiştir.Yönetici kesim halka ve değerlerine yabancıdır. Hatta sonunda batıcılar sosyal parçalanmalara sebep olmuşlardır. Zevk, menfaat ve evrimci bir materyalist görüş hiç bir zaman siyasi istikrar, sosyal refah ve insani ilişkiler için temel felsefe olamaz.
2- Artık tüm İslam alemi bilmektedir ki batıdaki çözülmenin, sosyal parçalanmanın temelini onların hiç bir kutsal değere saygı duymamaları oluşturmaktadır. Özetle, batıcılığın doğudaki iflasının sebepleri batıdakiyle aynıdır.
Safran ” Keşke Mısır, İslami geçmişi ile bağlarını bir koparabilseydi;diğer tüm olumlu gelişmeler bunu izleyecekti.” diyerek tüm niyetini açıkça ortaya kor.
Modernist bakış Açısı
H.A.R Gibb, İslam’da Modern Yönelimler
Modernistler dini, materyalist kriterlerle değerlendirirler. Yeniyle çatışan her eskiye boş verilmelidir mantığını işletirler. Oryantalistlere göre, Yahudi ve Hıristiyanların kitapları saygı, hürmet ve korkudan arınmıştır.
Gibb, modernistleri över ve “Bunu bizzat Müslüman düşünürlerde görmek mümkündür. Orta çağın dogmatik formüllerini reddetmeye çalışırlar.” (S.12) demektedir
H.A.R. Gibb diğer oryantalistler gibi tarafsız olduğu iddia etmez. Eseri ise İslam ülkelerindeki modernist hareketlerin bir Avrupalı gözü ile güzel bir kritiğidir. Yazar Kuran’daki cennet ve cehennemi acı ve sevinç kavramları ile açıklar:” Cehennem acı veren bir fark edilişidir. Cennet zafer sevincidir. İslam’da ebedi olan bir azap yoktur.” (S.116)
Bu oryantalist yazar, Müslüman bir modernistlerden bahsederken onlardan “Tüm modernist ve özür dileyicilerle aynı iddiaları yansıtır.” Diye tanımlamada bulunur. “İşine gelen hususlarda uydurmalar ve abartmalar yapar. Kendi söylediğinin hep hak olduğunu kabul eder.” (S.100) Der.
Gibb haklı olarak modernistlerin en büyük hatalarını açıkça ifade eder: “Modernistlerin hataya düştükleri nokta, gaye olarak kabul ettikleri şeyin kendi toplumlarında ters düşmesidir.” (S. 103)
Modernist hareket İslam dünyasında neden başarısız oldu? Sebep, iki ayrı ve birbirine tamamen zıt görüşlerin barıştırılmaya çalışılmasıdır.
Peki El-kindi, el-Farabi, İbn-i Sina, İbn-i Rüşd gibi âlimler zamanında Grek felsefesini Müslüman düşüncesi ile İslami geleneği incitmeden nasıl sentez yapmıştır? En önemli sebep, Grek öğretisi İslam medeniyeti altın çağını yaşarken ona ulaşmıştır. İslam o zamanlar karşı konulmaz bir güç olmuştu. Müslüman filozoflar kendilerinden emin, rahat bir tenkitçi yaklaşımla konular ele alınmıştır. Grek medeniyetinin etkisi sadece akademik planda ve kitaplar sahasında olmuştur. Böylece Grek öğreticisinden Müslüman kimliğine zarar verilmeden faydalanmıştır.
Günümüzde is modern batının Müslüman dünyaya ulaşması, Müslümanların mağlup olduğu zamana rastlamıştır. Galipler taklit edilir, taklit hiçbir orijinal ürün oluşturamaz.
Bugün Müslüman ismi taşıyan modernistler hükümetlerinin veya oryantalistlerin hâkimiyeti altındadırlar. Modernistler oryantalistlerin metod ve düşüncelerini izlerler ve hükümet gücü ile bunları halka empoze ederler. Onlar batı karşısında “ Taklitçi ve özür dileyici bir yaklaşım” içindedirler. Asıl trajedi ise Müslümanlarda oluşturulması gereken ruhi bir inkılap yerine bir reforma ihtiyaç duyduğu görüşünde, şiddetle ısrar etmeleridir.
Oryantalizm Komplosu
Feerdland Abbott, Pakistan ve İslam
Oryantalistlerin eserlerinde en göze çarpan husus, yazdıklarının kendi şahsi görüşleri olmayıp, bir tabiat kanunu gibi, kimsenin soru sormaya cesaret edemeyeceği, itiraz edemeyeceği mutlak hakikatler gibi sunulmasıdır. Küstahlık ve gururda o kadar ileri gitmişlerdir ki Müslümanlara dinlerini nasıl reforme etmeleri gerektiğini emretme hakkını kendilerinde görürler. Amaçları ise Müslümanlar arasında kamil manada iman sahibi olamayanların İslam hakkında şüpheye düşmelerini sağlamaktır.
Abbott, “Muhammed Yahudi öğretmen tutmuş olabilir. Hıristiyan rahiplerden de etkilenmiş olabilir. Ama asıl doğru olan Muhammed’in, dininin orijinal olduğunu iddia etmemesidir. “ (S.14) der ve “ İslam’ın en büyük zaafı olarak ‘Mükemmel’ olma iddiasını.” ( S. 20) görür.
Abbott ayrıca Müslüman fatihlerin fetih hareketlerini aksiyon, çıkar, fırsatçılık ve bencillikle açıklamaya çalışır. Onlardaki ihlas, fedakarlık, İslam davası yolunda katlandıkları zorluklar ve bu yoldaki mücadele azimlerini görmezden gelir.
Batı medeniyetinde hiçbir zaman alçak gönlülük eseri görülmez. Her konuda tüm insanlardan üstün olduklarına kendilerini inandırmışlardır. O kadar aşırı kibirlidirler ki, mesela Maculay bunu şöyle ifade eder:” Oryantalistlerin arasında Avrupa’daki bir kütüphanenin bir rafını Hindistan’ın ve Arap âlemindeki tüm kütüphanelerden daha değerli görmeyen birine rastlamadım.” (S. 113)
Modern batıcıların İslam’a antipati duymaları, ahlak anlayışına ve manevi değerlere olan düşmanlıklarından dolayıdır.. Onlara göre en yeni olan, devamlı en doğru olandır.
Abbott, Müslüman bilim adamlarının, matematik ve fizikçilerin yaptıkları buluşların, İslam’la çelişmemesinden kaynaklanan ayal kırıklığı içindedir. Hâlbuki batıda din ve bilim arasındaki savaş yüzyıllar sürmüş ve sonunda materyalizm, ateizm ve laiklik dine galip gelmiştir.
Batıda insanlardaki ahlaki çöküntü, aile bağlarının kopması, sapık cinsel ilişkiler, suç işleme oranındaki artış, artan alkol ve uyuşturucu kullanımı, sorumsuz zevk ayışları, kısaca sadece kendini ve kendi zevkini düşünen hazcı ve egoist toplumu sorun olarak algılamak kimsenin aklına gelmez. Bunlar zamanın gereği, yanılmaz ve karşı konulamaz kabul edilmiştir. Tüm bunlar Hz. Resul’un sünnetine takip edenlerle uyuşmazlık nedenleridir tüm bu sayılanlar.
Oryantalistler ile modernistlerin aynı gayeye hizmet ettiğinin altını çizen Meryem Cemile, oryantalizm ile modernist Müslüman âlimlerin birbirinden ayrılmaz parçalar olduklarını ileri sürer. Modernistler sadece Müslüman ismi taşırlar o kadar. Aydın kabul edilen zümre halkı anlamaya tenezzül etmeden, değerlerine önem vermeden doğru bildiklerini halka zorla baskı ile onaylatmaya çalışmışlardır, sonuç olarak yönetenlerle yöneticiler arasında mücadele amansız bir şekle dönüşmüştür.
“ İslam ülkelerinin hemen hepsinde halk, idarecilerin sevketmek istediği istikamete gitmeyi istemedikleri gibi, idareciler de halkı, halkın istediği istikamette yönetmeye hazır değillerdir. İşte İslam’ın bugünkü durumu budur.” ( Mevdudi, Bugünkü İslam, S. 57 )
Abbott eserinin basılmasında katkılarından dolayı başta ‘Ford Vakfı ‘ ve Fullbright şirketlerine teşekkür eder ve “ Onlar olmasaydı bu eseri yayınlayamayacağını.” belirtir.
Son söz
14 asır evvel hiçbir şey vahyedilmeyip, günümüzde de medeniyetin ihtiyaçları ile ters düşen bir din imajı çizilir İslam için. O, ‘Çağdışı’dır. Tüm bu ithamların nedeni İslam’ın materyalist bakış açısına karşı olmasıdır. Her şeyi maddiyat ile ölçen bakış açısı İslam ile barınamaz. Öyle ise İslam yanlıştır. Modern medeniyet ise kusursuz ve alt edilemez, mutlak doğrudur. Özellikle batı medeniyetini bilime bakışındaki çarpıklığı göz önüne sermeye çalıştığımız “ Bilim yanılmaz mı?” adlı çalışmamızı önemle tavsiye ederiz.
Kısaca oryantalistlerin imanımızı tarafsız ve sempatik bir yaklaşımla incelemelerini veya değişmelerini beklemenin saçmalığını anlamalıyız. Her insanın hayatı anlamlandırdığı temel inanç ve ideolojileri vardır. Bunlardan kendilerini soyutlayarak, diğer din veya ideolojileri tarafsız olarak ele almalarına imkân yoktur. Olayın bir de diğer yönü vardır ki, inananları tarafından yüceltilmeyen, bir değerler silsilesi üzerine kurulu olmayan hiçbir sistem ayakta kalamaz. Yüce Allah dinini yüceltecek ve O’nu savunacak dolayısı ile onları da güçlendirip şereflendireceği toplumlar her zaman olacaktır. Önce Araplar sonra Türkler bu şerefli görevi layığı ile yerine getirmişlerdir, günümüzdeki talipler ise gün yüzüne çıkmaya başlamışlardır, ne mutlu onlara!
Oryantalistlerin ortak felsefeleri
1- Evrim, (Bu konudaki çalışmamıza “ Evrim” başlıklı yazımızdan ulaşılabilirsiniz )
2- Batının en gelişmiş kültüre sahip toplum olduğu inancı,
3- Dolayısı ile modern batı kültürüne karşı çıkmanın, evrimin kanunlarına karşı çıkmak, gelişmeye isyan etmek ve tabiat kanunlarına başkaldırmak demektir. En yeni olan daima en iyi olandır.
4- Bilim tüm dinlerle çelişkiye düşmüştür, onları geri- çağdışı bırakmıştır.
İslamî öğretiler kesin olarak batının mekanik evrensel gelişme kavramını reddeder. Dünün doğrusu, hak olanı bugün illa yanlış, hatalı olacak diye bir şey savunulamaz. Çağlar üstü daima hak-doğruluğu savunulacak görüşler vardır, bunlar zaman- mekân şartı aranmadan daima yanlıştan uzak, doğru kavramlardır.
Gerçek mü’min, ilmi ve teknolojik ilerlemeyi, insaniyetin ruhî ve ahlakî gelişmesine engel olarak görmez. Bilim bize teknolojiyi yapıcı mı yıkıcı mı kullanacağımızı bize söyleyemez ayrıca ruhî ihtiyaçlarımıza ve ahlakî rehberliğimize de hiçbir zaman tatminkâr bir cevap veremez. Bir ateistin ahlak anlayışı asla fırsatçılık ve çıkarcılık sınırlarını aşamaz. Allah korkusu, ahiret bilinci yoksa güçlüyü, zayıfı ezmekten alıkoyacak hiçbir kuvvet yoktur. Tarih bu görüşün şahsi veya toplumsal geçerliliği ile ilgili örneklerle doludur. İnsanlar sadece kendi çıkarını düşünürse dünya vahşi bir ormana dönüşür ve “Bir damla petrol için bir kamla kan” akması kimseyi rahatsız etmez. Aksine bu mantık ve bu toplum daima kendini başkalarının haklarını sömürerek refah içinde yaşasa bile, vicdanında asla rahatsızlık duymaz ve aksine kendini sömürdükleri toplumlardan daima üstün görür. Çağımızda refah seviyesinin en yüksek olduğu toplumlar, ruhî açlığın en derin olduğu toplumlardır. Aile bağları kopmuş, sapıklık ilerlemiş, uyuşturucu ve alkol bağımlısı olmuş, ahlaksız ve bayağılığın hâkim olduğu, ırkçı, suça eğilimli, israf içinde yüzen, intihara olaylarının en çok yaşandığı, zalim ama ‘Modern’ toplumlardır aynı zamanda.
İslam, insanları dengeli bir şekilde toplumla bütünleştiren ve tüm bu kötülüklere son verecek tek alternatiftir. Yoksa materyalizm hiçbir zaman toplumlara “fedakârlık ruhunu” gerçek anlamı ile ilham edemez. Biz Müslümanlar önce ahlakî bir hayat sürmeye çalışmalı, bunun için İslami gerçek kaynaklarından öğrenmeli ve yaşamaya çalışmalıyız. Bunun da yolunun birlik ruhuna sahip bir cemaat içinde İslam’ın daha rahat yaşanacağını unutmamaktan geçtiğinin asla unutmamalıyız.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.