İslam medeniyetinin geleceği

884 kez görüntülendi

İslam medeniyetinin geleceği

Gelişmekte olan ülkelerin gelecekleri, batının modellerini temel alan değil, kaderlerini kendi elleriyle belirlemelerinde şekillenebilir. Batı ekonomik ve teknolojik sömürü ve tekelleşmeye yönelik planlarını uygulamayı sürdürmüştür. Ona karşı değer sistemlerini muhafaza eden tek medeniyet İslam medeniyetidir, ancak bu medeniyet günümüzde büyük ölçüde canlılığını yitirmiştir. (s. 9) Gelecek bu gündür, şu andır. (s. 10) Biz, geleceğe ait uzun vadeli planlar yapmaya yönelmeliyiz. (s. 12 ) İslam yaşam tarzı olarak, insanoğlunun varlığı ve icraatı ile ilgili tüm yönlerine hitap eder. İslam ve hayat tarzının itidale dönük olduğu söylenir. Müslümanlar Kur’an’da ‘vasat ümmet’ olarak gösterilmişlerdir. (s. 21) İslam medeniyetinin vahye dayalı bir referans sistemi vardır. Vahiy, daha önceki peygamberlerin yani Adem, İbrahim, Musa ve İsa peygamber zamanındaki saf ve basit dinlerin en son şeklini alması ile, Allah’ın son peygamberi Muhammed’e gönderilmiştir. Kur’an, Allah’ın bir olduğu fikri temel alınarak insan kişiliğinin ve sosyal düzenin değiştirilmesini amaç edinen kılavuz bir kitaptır. (s. 22 ) Peygamber, teorik taslağı pratikte uygulamıştır. Sünnet yaşanan İslam’dır. Kur’an’da toplumsal davranışın prensipleri sadece ana hatları ile söz konusu edilmiştir, prensipler esnektirler. (s. 23 ) Bilim, ahlak, adalet… hepsi birer ibadet şeklidir. (s. 24 ) Çoğu kereler rasyonel olan, aynı zamanda materyalisttir. (s. 28 ) İslam, materyalizm, rasyonalizm ve mistisizmin uyumlu bir sentezine ulaşır. İslam, kişiler ve toplum etrafında manevi bir bağ oluşturur. Zekat, devlete ödenen bir vergidir. (s. 30 )

Oruç yüksek seviyede bir manevi deneyimdir. İslam, akla ve zihinsel araştırmaya kendi normu ve değerleri çerçevesinde tam bir özgürlük tanır. (s. 31) İslam’da, komünist devletteki sınıf mücadelesi karşılıklı saygı, sorumluluk, işbirliği ve ahlak ile yer değiştirmiştir. (s. 32 ) İslam’ın mistik anlamda kavranması için, hiç kimsenin kendisini toplumdan tecrit etmesi gerekmez. Müslüman arifler toplumun ortamında yaşarlar. Onlar, işçi ve tüccar olarak rollerini yine icra ederler. İşte İslam’daki irfan anlayışı budur. İslam’da insan ne değersiz bir varlık ne de yarı tanrıdır. Ne maddi ne de maneviyattan yoksun yaşayabilir. Bir medeniyet, kendi bilgi teorisi tarafından şekillenir. (s. 33 ) Lord kelimesi, Er-Rabb’ın basit bir tercümesidir. (s. 39 ) Hilafet, insanın Allah’ın sıfatlarının vekili olduğunu işaret eder. İslam’da ahlak ve kanun yanyanadırlar. (s. 40 ) Servet, kendisinin ve çevresindekilerin güvenliğini sağlamak içindir. Kişi, maddi varlığını artırmak isteyebilir, fakat ona esir olamaz. İslam mutlak mülkiyeti tanımaz. İslam özgürlüğün, insanlık dışı biçimlerde kullanılmasını önleyen tedbirler alınır. İslam ekonomik teşebbüs özgürlüğü verirken tekelciliğin gelişmesini kontrol eder. (s. 41 ) İslam’ın değişmez bir değer sistemi vardır, çünkü ona göre insanın doğası değişken değildir. (s. 42 ) İslam medeniyeti diğer medeniyetlerin kavramlarını ve değerlerini süzgeçten geçirip kendi temel özellikleri ve ilkeleri ile uyum sağlayanların benimsemiş, kendi değerlerine ve normlarına ters düşenleri ise reddetmiştir. İslam, politik ve sosyal hayatta artık etkinliğini kaybetmiştir. Bunun en büyük nedeni Müslüman toplumun İslam’ı değişen hayat şartlarına göre yorumlayamamasıdır. (s. 43) İslam, yeni hayat şartlarının ışığı altında yeniden yorumlanmalıdır. Müslüman topluluğunun gerilemesi İslam medeniyetinin teorik çerçevesinin pratik bir işlerliğe kavuşturulmuş olmamasından dolayıdır. Bizler salihlerden olmak zorundayız. (s. 44 ) Adalet, tek başlarına fertler tarafından icra edilemez. Ebedi olan İslam’ın prensipleridir, bunların zaman-mekan içerisinde nasıl işler hale konulabileceği değil. (s. 45 ) Toplum kolektif hayatını düzenleyecek ebedi ilkelere sahip olmalıdır. Ebedi ilkeler, sürekli değişmekte olan bir dünyada ayaklarımızın sağlam bir yere basmasını sağlar. (s. 46 ) Savaş ile ilgili genel yasalar: kadınların, çocukların, yaşlıların ve din görevlilerinin öldürülmesini; mal, mülk, ürün vs. imha edilmesini yasaklamıştır. (s. 47) Günümüzde Müslümanlar yalnızca İslam’ı yaşamakta başarısızlığa uğramakla kalmamış, aynı zamanda İslam’ı tam olarak anlayamamışlardır. (s. 49) Ümmetin çok daha acil ihtiyaçları fikir mücadeleleri arasında feda edilmiştir. Gazali, “şüphe etmeyen hiçbir zaman hiçbir kesinlik elde edemez demişti.” (s. 51 )

Hiç kimse mükemmelliğe ulaşamaz. Mükemmellik her zaman ulaşılmak istenen bir hedeftir. Bunun gibi hiçbir zaman Medine modeline ulaşamayabiliriz; ancak her zaman onun için mücadele edeceğiz ve bu da mükemmel bir hedeftir. (s. 56) Ümmetin çok fazla düşüş kaydetmesine izin verdik, Bu yokuşu çıkmak şüphesiz ki çok sancılı olacaktır. (s. 59 ) Allah’ın sıfatlarına ait tecellileri yansıtmak için, bir Müslüman’dan araştırıcı bir kafa yapısı geliştirmesi beklenir. Bir Müslüman,Tanrı ile barış içinde uzlaşır ve bu barışı muhafaza etmek için dış dünya ile ahenk içinde olmaya çalışır. (s. 63, 64 ) Taklide yönelmiş geleneksel alimler, ikinci dereceden meseleleri esas meseller haline getirdiler. Sakalın uzunluğu, giyim tarzı gibi konular üzerinde durdular. (s. 66 ) Müslüman toplumları, tarihte birbirine zıt beş büyük medeniyet -Yunan, Sami kavimleri, İran, Hint ve Çin- ile karşılaştılar ve her karşılaşmada kendi kültürel kimliklerini kaybetmeksizin benimsemeyi zorda olsa öğrendiler. (s. 67 ) Müslüman toplumları hem entelektüel hem de kültürel açılardan zayıflamış ve dejenere olmuşlardır. B. A. Zaki Badawi: “Batı’yı ideal olarak tanıtan iki tip sosyal grup olduğunu belirtmiştir: Batılılaşanlar ve laikler.” Taha Hüseyin: “Gelin, Batı medeniyetini iyi kötü, acı tatlı tüm yönleriyle benimseyelim.” der. ( s. 68 ) Ne laikler nede batılılar, ümmetten destek görmediler. (s. 69 ) Sömürgeciler yeni medeniyetleri, ekonomik ve düşünsel bir bağımlılık içerisinde bırakarak terk ettiler. Sosyal açıdan organize olmamış yeni Müslüman devletlerine yardım programları, sömürgeciliğin yeni bir şekliydi. (s. 71 ) Gelişmiş ülkelerden gıda transferi, gelişmekte olan ülkelerin tarımsal organizasyonunu bozdu. Gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkeleri sömürdükleri açıkça ortadadır. Burada, yalnızca ekonomik ve teknolojik değil, aynı zamanda düşünsel, eğitimsel ve ideolojik bağımlılık da söz konusudur. Taklit, bu ülkeler bağımsızlıklarını elde ettikten sonra ortaya çıkmıştır. (s. 72 )

İslam dünyasının da Maoları, Stalinleri olmuştur ve Müslüman Maolar, Stalinlerde orijinallerinden farklı değildiler; yaptıklarının sonucunda aynı neticeye ulaşmışlardır: Baskı, kan, imha, kültürün yıpranması, yabancılaşma. Yalnızca isimler farklıydı. Sosyalizm, milliyetçilik, kapitalizm, modernizm hepsi İslam ruhuna aykırıdırlar. Kaddafi din, milliyetçilik ve sosyalizmi bir araya getirmeye çalıştı. (s.74 )

Milliyetçilik; milli birliğin üstünde hiçbir şey tanımaz. İslam ise, yalnız Allah’a bağlılığı ve itaati ister. Milliyetçilik kabile asabiyetinin gelişmiş bir şeklidir. Milliyetçilik terörün başlıca nedenidir. Milliyetçilik Batı medeniyeti tarihine has bir üründür. Milliyetçiliğin yayılması ile, İslam dünyası Ulus devletlerine bölünerek parçalanmaya başladı. Arap milliyetçiliğinin öncülerinin ve eski liderlerin Hıristiyan ve Yahudi Arapları olduğu ve amaçlarının İslam dünyasını birbirinden kopuk tutmak ve kargaşaya sürüklemek olduğu tarihi bir gerçektir. Arap milliyetçiliği Arapları İslam’dan uzak tutmuştur. (s. 75, 76 )

Sosyalizme karşı iddialar: Sosyalizm kabilecilik yerine ekonomik sınıfları koyar. Sosyalizm, kapitalist sistemin katılığına karşı bir tepki olarak doğmuştur. (s. 76 ) Burjuvazinin hükmettiği özel sektör kapitalizmi ile sözde sosyalist devletin devlet kapitalizmi arasında nitelik farkı yoktur. Her iki sistemde eşit derece zorba ve sömürücüdür.

Kendileri için okuyan kişiler entelektüel değildirler. (s. 77 ) Aydın Müslüman sınıfının, İslam ideolojisine bağlı tahsilli Müslüman kesimi olduğu şüphesizdir. (s. 78 ) Müslüman ülkelerde çoğunluk kökünden kopmuş. Batı’nın ahlaki fırtınalarından darbe yemiş, yabancı sosyal alışkanlıkları ve görüşleri benimseyerek sık sık suç işlemeye, çürümeye, ahlak bozulmalarına ve sefahat düşkünlüğüne uğramıştır. (s. 81 ) Müslümanlar, bir mahrumiyet hissine kapıldılar. İslam medeniyetinin öncelikle bir miktar kendisini kritik etmesi gereklidir. Kendimize karşı dürüst olmalıyız öğrenmeliyiz. (s. 83 ) Hem bu dünyada hem de öbür dünyada kazanç sağlamak için, bu dünyanın sorunlarını çözümlemeliyiz. Kendimiz zengin, dinamik bir topluma sahip olmadan, başkanlarının Kur’an’a uygun olmayan bu tarzımızı benimsemelerini isteyemeyiz. (s. 84 ) İslam’ın dinamiklerini ve diri kavramlarını çağdaş toplumda işler hale getirebileceğiniz takdirde, İslam’ı anlayabiliriz. (s. 85 ) Dünya topluluğu, tek bir sisteme doğru gelişmektedir. (s. 87 ) 1972 Temmuz’unda, ABD hükümeti Rusya’ya buğday satın alabilmesi için üç yıllık 750 milyon dolar tutarında bir kredi verdi. (s. 88 )

Dünyadaki hayvanların beslenme kapasitesinin 14,6 milyar kişiye mukabil olduğu hesaplanmıştır. İnsanların 5 katı kadar daha fazla. (s. 94 ) Tarım alanında temel sıkıntı oluşturan faktör, toprak değil, sudur. (s. 98) Tabii kaynaklar üçe ayrılırlar; Kereste, pamuk, yün, yenilebilen kaynaklar.Su ve çoğu metaller gibi tekrar kullanılabilen kaynaklar. Bir kez kullanıldıktan sonra ebediyen yok olan petrol, gaz, tuz, uranyum gibi tükenebilecek kaynaklar. (s. 97 ) Enerji tedarikinde iki önemli alternatif kaynak; nükleer enerji ve güneş enerjisidir. (s. 98 ) Nükleer enerji alternatifi ise kontrol altına alınmış füzyondur. (s. 99 ) Enerji tüketiminin her bir ana şekli, çevreyi ayrı ayrı zarar vermektedir. (s. 102 ) Batının bilgilenme yolu müstakil, ahlakdışı ve mağrurdur. (s. 119 ) Tüketim, Batı medeniyetinin en önemli bir unsurudur. (s. 121 ) İslami sistemin hedefi, Allah’ı hoşnut etmeye çalışmaktır, Allah’ı hoşnut edecek tüm tezahürlerin işleyebileceği bir ortam yaratmaktır. Hedef, sistemi dengede tutmaktır. (s. 123 ) İslami sistem, canlı ve dinamik bir organizmaya benzer. (s. 124 ) İslami geleceğe ait alternatif görüşler, Medine Devletinin dinamiklerini kazanma çabasını taşımalıdır. Medine devleti, bir takım ruhsal, ahlaki ve kültürel değerler üzerine kurulmuştur. (s. 133 )

Medenî bir proje

Ümran, İbn-i Haldun’un başarılı bir medeniyeti ifa etmek için kullandığı bir kelimedir. Ümran projesi, yedi seviyede birden işler.

1- İslam medeniyetinin geleceği, belli bir ideal model üzerine kurulmuştur: Medine devleti.
2- Parametreler: İslami bilgi kuramı, bilim felsefesi, İslami gelişme modelleri, mimariyi İslami yapan, İslami bilimsel aktivite,… Bir medeniyetin yapısı bu sorulara verilen cevaplar üzerine kurulmalıdır.
3-İstenen ve istenmeyen değişimleri ayıracak teoriler geliştirilmelidir. (s. 138 -139 ) İslam’ın bilgi kuramı dahilinde alternatif modeller ve örnekler geliştirmeliyiz.
4- Ümmetin imkânlarının gerçekçi bir biçimde değerlendirilmesini gerektirir. (s. 140 ) Gelecekte ortaya çıkacak imkanlar planlanmalı ve dikkatlice oluşturulmalıdır. Derin analizler yapacak alimleri sahneye çıkarmalı. (s. 141 )
5- Gerçekçi ve uzun vadeli hedefler vücuda getirmeliyiz. (s. 142 )
6- Normatif görüşlerimizi ve kesin değer anlayışını, planlama ve politik belirleme sürecine nasıl dahil edebiliriz?
7- Sürekli bir ilerleme, mücadele (içtihat) gereklidir. (s. 144)

Kur’an: İslam için genel bir teorik taslak sağlar. Prensipleri sosyal duruma esnek ve sağlıklı bir şekilde uygulanabilir. (s. 176 )  Sünnet: Örnek davranış modelidir. İcma: Müslümanların ittifak anlaşmalarıdır. Kıyas: İki şekilde olabilir: tümdengelimli kıyas, tümevarımlı kıyas. İçtihat: Uzman görüşüdür. (s. 177 ) İslam, sistemin dinamizmi için içtihat ve icma mekanizmalarını harekete geçirmeyi hedef alır. İmamı Şafi, içtihat ve kıyasın aynı anlamları ifade ettiğini düşünür. (s.178 ) İçtihadı kurumsallaştırmalıyız. (s.182 )

Kur’an, teorik bir İslami çerçeve sağlar, sünnet ise bu teoriyi uygulamaya koyar. (s.184 ) İbn-i Haldun toplumlara belli özelliklerini veren iki faktör olduğuna inanmaktadır. Fiziksel çevreleri, kültürel ortamları. (s. 200 ) Mısır tarihi, İslami karakterlerini mümkün olduğunca yok ekmek amacından yola çıkarak yeniden yazıldı. Türkiye ve İran’da da buna benzer eğilimler, iyi bilinmektedir. (s. 204 -205 ) Kapitalizm, komünizm her iki ideolojide ilhamını aynı tarih yaklaşımından almışlardır, ancak görüşleri farklıdır. (s. 206 ) Çağdaşlaşma taraftarı güçler, kuvvetli ve baskıcıdırlar. Kültür mirasının saklanması bu kişilerce pahalı, kar getirmeyen, gerici çabalar olarak görülür. Yaşanan birçok deneyim, kültür mirasının korunmasının sadece fazla pahalı olmadığını değil, yeni gelişmelerle kıyaslanınca çok daha olumlu olduğunu ve insanın yaşamına ve mutluluğuna katkı kattığı değeri ise ölçülemeyeceğini göstermiştir. (s. 217) Tarihin asıl konusu bugün ve gelecektir. Bizler, sürekli olarak tarihin içinde hareket ederiz. (s. 221 ) İkbal’e göre, kişiliğin kaybolması, tüm kayıplardan daha üzücüdür. Yine İkbal’in düşüncesine göre, Müslümanların geleceği fert olarak kişiliklerini yeniden bulmalarına ve bilinçli olarak yaşam tarzları ile kimliklerini pekiştirme çabalarına bağlıdır. (s. 225) İlkbal’in mümini, Nietzsche’nin süper adamı, Sartre’nin varoluşçu adamı ile tezattır. İkbal’in mümin karakteri, bir İslami kavram olan ‘tezkiye’den çıkar. Altı unsura ayırır: Zikir, ibadet, muhasebe, tövbe, sabır ve dua. (s. 226 )

Tutarlı bir İslam geleceği için günümüzde, kişilik bilincinin yanı sıra güçlü bir toplum birincide gereklidir. Müslüman toplumların birçoğunda, sömürgeciliğin izleri kalmıştır. (s. 231) Birçok İslam alimine göre aile ve toplum aynı anlama gelirler. (s. 233 ) Aileden sonra caminin de, güçlü bir toplumsal kurum olarak geliştirilmesi gereklidir. (s.234 ) Müslüman toplumlarındaki ilk ve esaslı gerginlik, geleneksellik ve çağdaşlık arasındadır. ‘West ist best’ Batı en iyisidir, çağdaşlık yanlılarının sloganıdır. Çağdaş dünyanın tüm ürünleri kökeninde kötü değillerdir. Geleneksel sistem ile bütünleşebilecek olanları, gerçekten esaslı ilerlemeler oluşturmaya yardımcı olabilir. (s. 238 ) İkinci gerginlik, Müslüman ülkelerin liderleri ile toplum arasında derin güvensizlik bulunmasıdır. (s. 239 ) Ömer b. Hattab’ın, savaş sırasında bazı kumaş balyaları ele geçirilmiş herkese birer parça düşecek şekilde halk arasında eşit olarak dağıtılmıştı. Ömer halkla hitaben, ‘halkım duyun ve itaat edin’ diye söze başladığında biri; ‘hayır! Senin üzerindeki elbise çok fazla kumaştan yapılmıştır, seni Ne duyarız ne de itaat ederiz.’ der. Ömer, oğlu Abdullah’ı çağırdı, kendi payına düşen kumaş parçasını babasına verdiğini söyleyerek durumu açıkladı. Dinleyici bu defa; ‘Şimdi emret! Biz de dinleyelim ve itaat edelim’ dedi. (s. 240 ) Müslüman toplumlarındaki gerginlikler eğitim ile ilgilidir. Yürürlükteki eğitim sistemleri, hizmet ettikleri fertleri yabancılaştırıp idare edebilmektedirler. Toplumumuza yabancı perspektifleri empoze eden eğitim sistemlerini reddetmemiz gerekmektedir. (s. 241 ) Diğer bir temel gerginlik ise, Müslüman toplumlarında gıda ve sağlığın korunması yapılarıyla ilgilidir. (s. 242 ) Ümmet, kardeşliğe dinamik bir biçim verir. (s. 245) Sömürgeciliğin İslam ümmeti üzerinde yaptığı en yıkıcı etkilerden biri, onu parçalara ayırması ve ulus-devletler yaratmasıdır. Bağımsızlık sonrası günlerde farklı İslam ülkeleri, özellikle bölgesel sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır. Ümmetin bölümlerine ait problemlerinde tümü ile, ümmet tarafından üstesinden gelinmelidir. Filistinlilerin özgürlük sorunu hep birlikte tüm ümmetin sorunlarıdır. Çözümleri bölgesel olmaz. Ümmet seviyesinde çözümlenmelidirler. Hz Muhammed (sav) ümmeti bir insan vücuduna benzetmiştir. (s. 247 ) Ümmet bilinci, Müslüman ülkeleri ayıran farklılıkları yok etmeye çalışma anlamını taşımaktadır. (s. 248) En güçlü gelişim araçlar,ı bilim ve teknolojidir. (s. 249 ) İslam sistemi: canlı dinamik ve zengin bir sistemdir. (s. 257)

Özellikle dört temel hedefi gerçekleştirmeliyiz. Müslümanların ümmete ait olma bilincini en üst seviye yükseltilmelidir. Müslüman fertlerinden ve toplumlardan Batı medeniyetine ait etkileri azaltmaları beklenmektedir. Eleştirinin, olumlu tepkinin olumlu olduğu bir seviyede yürütülmesini hedef almalıyız. Gerçekçi uzun vadeli hedeflerin, formülasyona ait bilgiye sahip olduklarından emin olunmalıdır. (s. 259-260) Batıcılık, Müslümanlar arasında tehlikeli bir alçaklık kompleksi hissi oluşturan bir dünya görüşünü temsil eder. ‘Gelin batıyı her yönüyle benimseyelim’ gibi sloganlar ürettiler.  (s.261 ) Batıcılığın kardeşi olan bir yıkıcı göstergede, modernizmdir. Modernizm, batıcılığın bilim ve teknoloji terminolojisine bürünmüş halidir. Tüm modernizm deneyimlerimiz başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Milliyetçi talepler, bir anlamda bölünmeyi ifade eder. İslam sisteminin gereği ise, parçalanmadan ziyade bütünleşme ve koordinasyon konusunda olmalıdır. Milliyetçilik bölünme, ferdiyetçilik ise kaostur. Peygamber veda hutbesinde şöyle demiştir; ‘tüm inananlar kardeştirler, kimse kimseden üstün değildir.’ (s. 262) Kişisel kurtuluşunu ümmet pahasına arayanlar bencil davranışların getireceği sonuçlardan kaçamazlar. (s. 263)

Ümit ve nedeni

Müslüman halk iki görev ile karşı karşıyadır: Bir zamanlar zengin ve dinamik olan canlı İslam medeniyetine işlerlik kazandırmak ve insanlığa başında bulunan bela konusunda ve (uzay gemisi) dünyanın dengelenmesinde yardımcı olmak. İslam medeniyeti özünü halen muhafaza eden tek medeniyettir. (s. 275 ) Ümmetin bağlılığı, tüm çatışma hatlarını yarıp geçer. Amaç birliğinin yanı sıra, hareketlerinde de akıllıca olmalıdır. (s. 276 ) İslam’ın emirlerini çağdaş gerçeklik ile kavramlaştıracak olan kuşak, muhtemelen bundan sonraki olacaktır. İslami bilgi kuramı, anahtar rolü oynamaktadır. (s. 277 ) Sistemimizin boşluğunun ve bunun güçlendiren kurumların farkında oldukça, İslam’ın özüne uygun hareket etmeli ve özümüze uygun hareket etmemiz şartı ile sistemimiz yeni unsurları hazmedecek ve ileride Batı ile ilişki kurarak kendisini zenginleştirecektir. Entelektüel açıdan terörize edilmeye göz yummamalıyız. Kültürel ve teknolojik emperyalizm, politik emperyalizmi kadar tehlikelidir. (s. 278) Diyalog, ancak eşitlik gibi karşılıklı saygı esasında ilerleyebilir. İslam sistemi oluşturma çabamız, şüphesiz beraberinde kendi problemlerini getirecektir. Gelecekteki bu problemlerin farkında olmak zorundayız. Esasında çabalarımızın başarısı bile yeni problemler yaratacaktır. Geleceği hazırlarken, doğuracağı problemleri de karşılamaya hazır olmalıyız. Her problem, kendinden büyük, çok boyutlu bir sistemin sadece küçük bir parçasıdır. ‘Problemler arası etkileşim sistemi’ bilinci geliştirmeliyiz. İnşallah kendimize daha iyi bir gelecek kurma çalışmalarımız da başarıya ulaşacağız. Ancak, en önemli başarımızın dahi bizi Tanrı bilincinden ve alçak gönüllülük meziyetinden koparmasını izin vermemeliyiz. (s. 279) Gerek başarılar gerekse başarısızlıklar, kendi problemlerini doğururlar. Öne atılan her adım, yeniden yargılamayı gerektirir. (s. 280 ) Hamd, alemlerin rabbi olan Allah’adır. (s. 281 )

Fuzlur-Rahman’ın ‘İslam’ı, İslami oryantalistlerin tarzında yeniden kurmaya yönelik modernist bir teşebbüstür. Onun, sünnet kritiği Schact’a dayandı, İslam tarihi analizi H.A.R. Gibbin’inkinin esasına, tüm yaklaşımları ise W.C. Smith’in düşünceleri ile köklendi. (s. 291 ) Felaketten sakınılacaksa hem adil hem de dayanıklı yeni bir sosyal düzen oluşturulmalıdır. (s. 300)

  

Ziyaüddin Serdar, İslam medeniyetinin geleceği

İslam medeniyetinin geleceği Konusuna Ait Etiketler

Bu Konuyu Sosyal Medyada Paylaş

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz


Yukarı Çık