İslam Kültür Mirası ve İslam Âlimlerinin Bilgi Edinme Ahlakı Karşısında Modern Dünyanın Dayanılmaz Ahlaksızlığı

845 kez görüntülendi

Resim bulunamadı

Bilindiği gibi, genel olarak İslam düşüncesinde iki türlü bilim ve buna bağlı olarak iki türlü bilgi edinme yolu vardır. Bunlardan birincisi din bilimleridir ki, bunlarda bilgi elde etme yöntemi işitme ve nakildir (sima’ ve rivayettir). Diğeri akli ilimlerdir ki, bunlardaki bilgi elde etme yöntemi de duruma göre akıl ve deney- gözlem de olabilir. İslam kültüründe tedvin edilen (kuralları konulup, yazılarak oluşturulan) ilk ilimler dini ilimlerdir. Bu ilimlerde ise ilk dönemlerde hâkim olan tek yöntem, nakil ve işitme yolu ile bilgi elde etme yöntemidir. Bu yöntemin en hassas noktası, herhangi bir konuda, öncekilerin ortaya koyduğu rivayetleri, üzerinde herhangi bir değerlendirme yapmadan olduğu gibi aktarmaktır. Öyle ki bu rivayetler, onları aktaran İslam âlimlerinin inancına aykırı olsa bile, üzerinde hiçbir değişiklik yapmadan olduğu gibi aktarmışlar, rivayeti bir emanet gibi titizlikle korumuşlardır.

Özellikle tarihsel olaylar; bu bağlamda peygamberimizin hayatı, ilgili bütün rivayetleriyle birlikte aktarılmış, rivayetler arasındaki çelişkiye bile hiç dokunulmamıştır. Çünkü bu ilimleri oluşturanların amacı bir kültür hazinesi oluşturmak, geçmişin kültürel mirasını olduğu gibi aktarmaktır.

İşitme ve aktarma yöntemiyle oluşturulan eserlerdeki bu metodik özelliği açık bir şekilde ortaya koyan eserlerden biri de Taberi Tarihi diye anılan, Taberi’nin Tarihü’l Ümem ve’l Mülûk adlı eseridir. Bu eser, İslam dininin ilk dönemlerine ait (peygamberimizle ilgili) birçok hadis ve menkıbeleri (hikayeleri), rivayet ve olayı tasarruf etmeksizin (üzerinde herhangi bir değerlendirme yapmaksızın) aynen toplamıştır. Eserin yazarı olan ve Abbasi halifesi Muktedir’in döneminde yaşayan Taberi, eserindeki rivayetleri (şöyle ya da böyle olsun diye) teklif ve (benzerlerini bir araya getirerek) tevhit etmeyi (birleştirmeyi) bile bir tür tahrif (kasıtlı değiştirme ve bozma) olarak düşünmüş bunları aynen eserine yerleştirmiştir. (Bkz. Dr. İhsan Arslan, Halife Muktedir’in Halifeliği ve Şahsiyeti, Samsun 2010, s. 274)

Taberi, eserinin bu özelliklerini şöyle dile getirmektedir:  ” Benim bu eserimi gözden geçirenler bilsinler ki, eserimde bulunan haberler (rivayetler), pek azı hariç olmak üzere akli delillere, insanların akıllarını kullanıp düşünerek buldukları (tümel) nedenlere dayanmayıp, ancak senetleriyle aktaranları (ravilerini) gösterdiğim haber ve rivayetlerden oluşmaktadır. Bu haber ve rivayetler bize nasıl nakledilmişse, biz de o şekilde alarak kitabımızda topladık.”  (Bkz: Ebu Cafer Muhammet Bin Cerir et- Taberi, Tarihü’l Ümem ve’l Mülûk, Daru’l Kütübi’l İlmiyye, Beyrut 1997, s. 13)

İslam bilginlerinin bu ilim elde etme yöntemi ve yöntem ahlakına uygun hareket ederek, elde ettikleri bilgiyi kutsal bir emanet gibi korumaları, asırlar sonra bilgi de dahil her şeyi metalaştıran modern dünya düşünürleri tarafından, dibine kadar istismar edilmiş ahlaksızca kullanılmıştır. Bu istismara açık durumu, söz konusu eseri inceleyenler de şöyle ifade etmişlerdir: “Taberi’nin tarihi, modern dünyanın tarih anlayışı içerisinde eleştiriye karşı oldukça dayanıksızdır.” (Bkz: Arslan, Muktedir’in Halifeliği ve Şahsiyeti, s. 275) Taberi’nin yanında İbn-i Hişam, Zehebi, Vehb b. Münebbih ve benzeri tarihçiler, ayrıca hadisçiler ve bir kısım tefsirciler de eserlerini aynı yöntemle yazmışlardır. İslam düşünürlerinin ilim ve onun en değerli ürünü olan bilgi (rivayet) karşısındaki bu ahlaki tutumlarına karşın modern dünyanın tarihçileri, insanlık tarihi üzerinde istedikleri gibi oynamayı ve onları tahrif ederek oradan bir toplumsal mühendislik projesi çıkarmayı ahlaksızlık olarak görmemiş, üstelik gerekli görmüşlerdir.

Bu nedenle İslam bilginlerinin siyer ve tarih kitapları, Batılı tarihçiler (Oryantalistler) ve toplum mühendisleri elinde birer iftira kaynağı haline getirilebilmiştir. Bunun ilk örneği tarihsel belgelerden çok hayal yeteneğini kullanan Voltair’in peygamberimizin Hz. Zeynep’le evliliğini konu edinen “Muhammet Yahut Taassup” adlı bu piyesidir. Bu piyes, II. Abdülhamid’in gayretleriyle sahnelenememiş ancak daha sonra İngiltere’de sahnelenmiştir. Bundan sonra da Batıdaki oryantalistler ve onların yardakçıları boş durmamış, İslam kaynaklarındaki rivayetlerden iftira üretmeye devam etmişlerdir.

Batı’da bunlar olurken ülkemizdeki Batıcılar da hemen bu kervana katılmış, İslam’ı karalamayı sürdürmüşlerdir. Tevfik Fikret bu karlamayı, Tarih-i Kadim adlı şiiriyle sürdürürken, kocaman (!) akademisyenler bu işi kaynaklara inerek daha bilimsel (!) bir tarzda yapmışlardır.

Halbuki, birazcık tarih felsefesi ve metodoloji bilenler bilir ki, 17. Yüzyıl düşünürü olan Voltaire, ilerleme fikrini destekleyecek tarihi olayları öne çıkarmış, tarihteki tekil olayları değil onları idare eden tümel kanunları dikkate almak gerektiğini söylemiştir. “Tarih felsefesi”  terimini ilk kullanan Voltaire, “akılcı tarihçilik”e, yani tarihsel olayların “doğal açıklaması”nı  verecek olan bir tarihçiliğe gerek olduğunu söylemektedir. Buradan da anlaşılmaktadır ki, Voltaire ve benzeri akılcı düşünürlerin tarihteki yöntemleri ile Taberi ve onun gibi düşünürlerin yöntemleri oldukça farklıdır. Üstelik Voltaire ve onu gibi düşünenler, tarihi sanat olarak görmüşler ve tarihsel gerçekliklerle fazla ilgilenmemişlerdir. Onlar tarihi olayları doğru bir şekilde araştırmak yerine edebî eserler ortaya koymayı tercih etmişlerdir.

Ülkemizdeki Batıcılar, bu metodolojik gerçeği iyi bildikleri halde ahlaksızca İslam bilginlerinin rasyonel bir değerlendirmeye tabi tutmadan oluşturdukları eserleri kaynak göstererek İslam dinine ve onun peygamberine saldırmaktadırlar.      

Örneğin İlhan Arsel, olmayan Arapçası ile Arapça kaynaklara dalarak, İslam alimlerinin saf ve temiz bir niyetle toplayarak özenle korudukları rivayetler içerisinden işine geleni seçerek İslam dininin kadına bakışını gayet bilimsel (!) bir tarzda ortaya koymuştur. Asıllarından önde giden yerli oryantalistler, İslam kaynaklarındaki Arapçayı bilememenin verdiği ezikliği, müftülükten TRT’ye geçerek emekli olan eski ilahiyatçı Turan Dursun’la gidermeye çalışmışlardır. Bu zat, emekli olur olmaz, Ergenekon taifesinin organizatörü olan Perinçek grubuna katılmış ve bu gün adı Aydınlık olan, İkibine Doğru dergisinde peygamberimize ağza alınamayacak iftiralar atmıştır. Bunu yaparken kullandığı kaynaklar da İslam bilginlerinin kültür hazinesi niteliğindeki eserlerdir.

Halbuki rivayet yoluyla oluşturulan eserler, işlenmemiş ham madde gibidir.

Bu hammaddeyi sahibi işlemeden başkasının keyfine göre işlemesi ne bilimsellik ne de akademisyenliktir; bunun adı ahlaksızlıktır. 

Doç. Dr. Hasan AYIK

 

 

 

İslam Kültür Mirası ve İslam Âlimlerinin Bilgi Edinme Ahlakı Karşısında Modern Dünyanın Dayanılmaz Ahlaksızlığı Konusuna Ait Etiketler

Bu Konuyu Sosyal Medyada Paylaş

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz


Yukarı Çık