Batı’da Hz. Muhammed imajı

10 yıl önce
Resim bulunamadı

                                                                

 

                      

 

                                                  I

 

                            Peygamber değil, siyasi lider!

    

  Danimarka’da yayınlanan karikatürler İslam dünyasını ayağa kaldırdı. İlk önce Danimarka’nın önde gelen gazetelerinde ilant-posten’de daha sonrada Avrupa Birliği ülkelerinde yayınlanan karikatürler Başta Hz.Muhammed olmak üzere İslam hakkında hareket içermekteydi. Aslında karikatürler geçmişte var olan batı’daki olumsuz İslam imajını yeniden karikatür olarak gündeme gelmesinden başka bir şey değildi. Batı’da İslamiyet hakkında tarih boyunca oluşan ve/veya oluşturulan önyargı, yanlış anlatım farklı bağlamalarda adeta yeniden farklı amaçlarla güncellenmektedir.

  Batıda Müslüman imajının olumsuz şekillenmesinde batı’dan kendi kimliğini oluştururken Müslümanları “öteki” olarak görme eğitiminin önemli etkisi olduğu rahatlıkla söylenebilir. Örneğin, Türkler Osmanlı döneminde olumsuz anlamda ”öteki” olarak başta Balkan ülkeleri olmak üzere Avrupa devletlerinin milli kimliklerinin oluşmasında etkili olmuştur. Batı’nın kendini tanımlamasında Müslümanların “öteki” olarak fonksiyon icra etmesi geçmişte olup biten bir anlayış olmayıp, günümüzde de yeni söylemelerle varlığını sürdürmektedir. Sovyetler Birliği’nin 1989 yılından itibaren dağılmasıyla birlikte Batı’da bazı çevrelerin “öteki” olarak kominizim yerine İslami yeti tanımlama çabalarının gösterebiliriz. Huntington’un medeniyetler çatışması tezi ve “İslam korkusu” algılamasını bu araçları değerlendirebiliriz.

  Batının kültürel hafızasındaki olumsuz İslam imajının yeni nesillere aktarılmasında medya ile birlikte eğitiminin önemli payı vardır. Bu çevrede bir örnek olarak İngiltere’de Din Dersi kitaplarında İslam imajı konusundaki önyargılı ve yanlış sunumu kısaca açıklamaya çalışalım. Ders kitapları eğitiminde yaygın kullanımı dolayısıyla etkin bir yere sahiptir. İngiltere’de okullarda Din Dersinde farklı Dinleri kendi bağlamında anlamaya çalışan “dinler arasında din eğitimi “modelinin benimsendiğini hatırlatalım. İngiltere’deki din dersi kitapları analizine göre İslam dini hakkındaki yanlış anlatım üç konu üzerinde yoğunlaşmaktadır: 1. Hz. Muhammed, 2. İslam ve şiddet 3.İslam’da kadın.

                                                   Hz. Muhammed’in hayatı

  İngiltere’de Din Dersi kitaplarında Hz. Muhammed’in hayatı anlatılırken ilk konunun ön plana çıktığı görülmektedir. Bunlardan birincisi Yahudilik ve Hıristiyanlığı Hz. Muhammed üzerine tesiri, diğeri ise, özellikle Medine döneminde Hz. Muhammed’in peygamberliğinden daha çok liderliği üzerinden vurgu yapılmıştır.

   Yahudilik ve Hıristiyanlığın Hz. Muhammed’e etkisiyle ilgili olarak, bazı şeyleri bu iki dinden alındığı açıkça bahsedilmekte, bazı kitaplarda ise, Hz. Peygamberin Hıristiyanlardan bazı dini öğretileri aldığı izlemini uyandıracak olaylar ön plana çıkarılmaktadır. Bu bağlamada, Hz. Muhammed’in rahip Bahira ile karşılaşması ve eşi Hz. Hatice’nin akrabası Varaka b. Nevfel ile görüşmesi ön plana çıkmaktadır.

  Okul kitaplarında Hz. Peygamberin Medine dönemi hayatı anlatılırken tamamen veya önemli ölçüde onu “siyasi liderlik” askeri başarı “gibi yönlerinden bahsedilmesini de İslam dini ile ilgili yetersiz anlatımı bir başka boyutu olarak belirtebiliriz. Hz. İsa’nın hayatı anlatılırken, O’nun manevi yönünü yoğun bir şekilde vurgulayan Hıristiyan Din ve kültürün ağırlıklı olduğu bir ortamda, İslam dininin anlatımında Hz. Muhammed’in yalnızca-veya ekseriyetle-dünyevi yön ve barışlarının ön plana çıkarılması, öğrencilerin onu, manevi yönü ağır basan bir peygamber olarak değil, sıradan dünyevi barışlara ulaşmış bir lider gibi göstermeleri sonucunu doğurabilir. Okul kitaplarında tespit edilen husus, Hz. Muhammed’in Medine İslam Devleti’ni kurması, Müslüman toplumunu ön yargı etmesi ve olumsuz bir şekilde neticelenen Yahudi kabileleriyle itilaflar gibi olaylar üzerinde yoğunlaşmalıdır. Onun misyonu peygamber olmayan liderler tarafından da gerçekleştirebilecek  faaliyetlerle sıralandırılmaktadır.Hz. Muhammed’in  Allah’tan vahiy alan, Müslüman toplumun ahlaki standartlarını yükseltmeye çalışan ve olara Allah’ın buyurdukları doğrultusunda mükemmel bir insan olmalarını öğütleyen bir peygamber olduğunu ihmal edilmektedir.

                                                           İslam ve şiddet

  İngiltere’de ders kitaplarının bazılarında İslam ile şiddet ve güç kullanımı arasında açıkça veya ima yoluyla ilişki kurulduğuna şahit olmaktadır. Son derece karışık politik olayları bile söylemeyle açıklama eğiliminin ağır bastığı gözlenmektedir.  Okul kitaplarında başka hiçbir dünya dininin, İslamiyet’in sunumuyla olduğu gibi, medya imajını yansıtan bir üslup içerisinde güç kullanımı ve şiddetle irtibatlandırdığını söyleyemeyiz. bu tarzın İslam’la terörizm arasında ilişki kurmaya çalışan olumsuz medyatik İslam imajını ders kitaplarıyla öğrencilerin zihninde pekiştirmekten öte bir fonksiyon icra etmeyeceği açıktır. Şüphesiz ki, ders kitaplarındaki İslam ve güç kullanımı konusuyla ilgili bilgilerin tamamen yanlış bilgiler olduğunu söyleyemeyiz. Fakat İngiliz din eğitiminde öğretilen diğer dinlerin okul kitaplarındaki sunumunda bu konularda nerdeyse hiç yer verilmezken, dinler arasında hoşgörüyü ve din mensuplarının birbirlerini daha iyi anlamalarını hedefleyen bir din eğitimi anlayışında İslam ve şiddet konularına bazı okul kitaplarında özellikle ağırlık verilmesi son derece sorgulanabilir bir yaklaşımdır. Aşağıda, okul kitaplarından yapılan alıntılı konunun anlaşılmasına yardımcı olacaktır:

  Kuran ve sünnette uymadığı gerekçesiyle üçüncü halife Osman’ın suikast sonucu öldürülerek iki dardan uzaklaştırılmasından itibaren, sonraki asırlarda İslam devrimcileri aynı gerekçe ve prensibi kullanılmışlardır. Mısır’da başkan Enver Sedat’a suikast düzenlenmesi ve İran şah’ının iktidardan uzaklaştırılmasını buna göre örnek verebiliriz.

   Hunt tarafından yazılan ders kitabında, Kuran ve sünnette affetmenin öneminden bahsettikten sonra tarihsel sıralamaya uygun olarak üç örnek vermektedir. İlk örnek Hz. Muhammed’in amcası Hamza’nın vahşi tarafından öldürülmesi ve daha sonra Hz. Muhammed’in onu affetmesi ile ilgilidir. İkinci örnek olarak, Kudüs’ün Selahaddin Eyyubi ele geçirilmesi sonucunda Kudüs halkına ve askerlere iyi davranılması hiçbir zarar verilmeksizin onların şehri terk etmesine izin verilmesi zikir dilenmektedir. Üçüncü örnek ise Türkiye’deki bir olaydan seçilmiştir. Kitapta 1952’de on sekiz yaşında bir öğrenci olan Hüseyin Üzmez tarafından günlük bir gazete editörü Dr. Ahmet Yalman’a suikast yapılmasından ve Yalman’ın bu suikasttan ağır yaralı olarak kurtarılmasından bahsedilmektedir.Daha sonra kendisine suikast yapan bu gencin Yalaman tarafından affedilip, eğitimiyle ilgilendirilerek ona iş bulması İslam’daki bağışlamaya örnek olarak verilmektedir.Ayrıca Hunt,ders kitabının iki sayfasını üç öğrencinin kendi aralarında yaptıkları militan İslam tartışmalarına ayrılmaktadır.Bu tarzda, İslam ve şiddet konusunda, hadiseler anlatıldıktan sonra gelen aflatdan bahsedilmesinin ne derece konunun açıklamasında yararlı olacağında şüphelidir.

                                                            İslam ve kadın       

   Ders kitaplarının çoğunluğa açıkça ifade etmesinde batı kadınını model olarak kabul etmekte bu kritere göre İslamiyet’te kadının özgür, erkeklerle arasında farklı alanlarda oluşan ayrımcılığı azaltmış ve onlarla yarışabilen bir pozisyonda tanımlanmaktadır. İslam da kadın konusu ders kadının kanuni haklar, aile ve sosyal hayat özel ve kamu yaşamdaki yeri bakımlarından hiç de avantajlı olmadığı üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bazen kadının bir konudaki durumu hakkında bir İslam ülkesinden verilen örnek genelleştirilmektedir. Bazı ders kitapları da, İslam dininin kadına bakışı ile gelenekler arasında ayrım yapmaksınız, geleneklerinde adeta din gibi takdim etme eğilimi taşımaktadır. Şüphesiz bir yaklaşımla İslam ve kadın konusunu ders kitaplarında sunumu Batı’da var olan geleneksel yanlış anlamaların devam etmesine ve yenilerinin oluşmasına katkı sağlanabilir.

  Müslüman kadın, toplum ve aile içerisindeki dezavantajlı ve kendi hayatı hakkında kararlar veremeyen bir pozisyonda takdim edilmektedir. Genelde kitaplardaki resimlerde Müslüman kadın başörtülü, evinde ibadet eden ve çocuklarına bakan kişi olarak gösterilmektedir. Üstelik resimlerde Müslüman kadının tesettür şekli konusunda da tekbir tıp elbise şekli ortaya konulmaktadır. Bu ise, gözler hariç vücudun tamamını örten, siyah renk, nerdeyse aynı model bir elbise den ibarettir.

  Ders kitaplarının tamamına yakını İslam’da çok kadınla evlilik ve günümüzde bu konunun uygulanmasının ne düzeyde olduğu üzerinde durulmaktadır. Ders kitapları çoğunlukla Kuran’ın çok evliliğe izin verdiğini ifade ettikten sonra bu konuyla ilgili ayetler alıntılar yapmakta ve günümüzde çok eşlilik uygulanmasına ne derece mümkün olabileceğini tartışmaktadır.

 

  

     Sonuç olarak eğitimde yaygın olarak kullanılan ders kitaplarındaki İslam imajında bazı önyargı ve yanlış anlatımların varlığı bir gerçektir. İngiltere dışındaki diğer batı ülkelerinin durumu daha iyi değildir. Eğer İslamiyet medeniyetler çatışmasının referansı değil, medeniyetler arası uzaklaşmaya katkı sağlayan bir din olarak düşünülüyorsa batı İslam’ı daha çok anlamaya çalışmalıdır, Gallup tarafından 2005’te yapılan araştırmaya göre Müslümanlar unsur olarak ilk sırada batı’nın İslam dinini anlamasını istemektedir. İnsanlarda bir kültür, bir inanç ve din konusundaki ön yargılar doğuştan gelmektedir. Bunlar sonradan kültür ve eğitim yoluyla kazanılmaktadır. Buda bizlere farklı din ve kültür mensuplarının birbirine doğru anlamada çocuk ve gençlerin eğitiminin ne derece önemli olduğunu göstermektedir. 

                                                                                   Prof. Dr. Recep KAYMAKCAN

 

 

 

 

                                                            II

                                   Batı’da Hz  Muhammed (sav)’in İmajı

  Hz. Peygamber’in hayatıyla ilgili İslam’ın zuhuru yıllarından bu yana Müslüman alim ve araştırmacılar tarafından kaleme alınan çalışmalara, XII. yüzyıldan itibaren gayr-i Müslimlerin çalışmaları da eklenmiştir. XIX. yüzyıldan beri yoğun olarak şarkiyatçılar sayesinde bugün artık bu alanda geniş bir literatüre sahip bulunmalarının yanında, sosyal bilimlerde kullandıkları değişik metot ve yöntemlere paralel olarak, Hz. Peygamber’i çoğu zaman seküler bir mantıkla algılama eğilimi gösteren metodoloji ve bakış açılarını da geliştirmişlerdir.

  Şarkiyatçıların Hz. Peygamber hakkındaki görüşleri, aslında onların genelde İslam, özelde Kur’ân ve sünnet ile ilgili görüş ve iddialarının nirengi noktasını oluşturur. Dolayısıyla onların Hz. Peygamber hakkındaki görüş ve düşüncelerini anlamak, İslam anlayışlarını kavramak son derece önemlidir. Yani onların Hz. Peygamber’i, ruhani bir lider mi, yoksa sosyal bir ıslahatçı ve reformcu mu veya gezip gördüğü yerlerde kendi toplumunda bulunmayan örf, âdet ve gelenekleri gözlemleyip kendine mal eden zeki bir gözlemci mi veyahut sosyolojik ve psikolojik saiklerle reflexive/tepkisel hareket eden ve kendi içerisinde evrim geçiren bir kimse olarak mı algıladıklarını bilmek önemlidir.

  Şarkiyatçılar tarafından Hz. Peygamber’le ilgili yapılmış çalışmalar tetkik edildiğinde, bütün bu tavır, tanımlama ve bakış açılarının yanında, art niyetli bazı tanımlamaların öne çıktığı görülür. Zira onlardan pek çoğuna göre Kur’ân, Hz. Peygamber’in oluşturduğu/telif ettiği bir kitaptır ve dolayısıyla İslam da, Hz. Peygamber’in kurduğu bir din olmaktadır. Bu bakış açısının, İslam’ın, vahiy esaslı bir din, Hz. Peygamber’in de vahyin kontrolündeki bir peygamber olduğunun inkarı anlamına geldiği açıktır.

  XX. yüzyılın gelişim seyri, özellikle siyasi gelişmelerin de etkisiyle, İslam’ı Batı’da önemli bir fenomen haline getirmiştir. Buna paralel olarak Batı insanı, İslam diye isimlendirilen fenomenin kaynak ve kökenleri ile bunun müessisini literal/lafızcı bir metotla araştırmaya koyulmuştur.

  D. S. Margoliouth’un Mohammed and the Rise of Islam adlı eserinin 1905’te yayımlanması, Hz. Peygamber ve O’nun (sav) risaleti üzerine şarkiyatçılarca kaleme alınan eserlerin önünü açmış ve bu tarihten sonra konuyla ilgili çalışmalar oldukça çoğalmıştır.

  Çalışmalarında değişik yönleriyle Hz. Peygamber’i ele alan şarkiyatçıların, genel olarak iki tür yaklaşımla O’nu değerlendirdikleri görülür. Birinci grup Hz. Peygamber’i indirgemeci (reductionist) bir bakış açısıyla inceleme konusu yapmakta ve bunun neticesi olarak Rasûlullah’ı dinî kimliğinden soyutlayarak sosyal bir reformcu olarak göstermektedir. Bu anlayışın, Hz. Peygamber’in nübüvvetinin inkarı ve dolayısıyla vahiy irtibatının kesilmesi anlamına geldiği açıktır ve tabii olarak bu, Kur’ân’ın beşerîliği sonucunu doğurur. İkinci tür yaklaşım ise fenomenolojik bir bakış açısını yansıtır. Buna göre Hz. Peygamber’in dinî kimliği keşfedilerek, Müslümanların bakış açısıyla incelenir. İki tür yaklaşımda da araştırmacının ön kabulleri, onun objektifliğini etkilemekte ve bu etki, metoduna yansımaktadır.

  Hz. Peygamber’in hayatını tetkike yönelik şarkiyatçılara ait pek çok çalışma bu açıdan değerlendirildiğinde onlar, İslam ve Kur’ân’ın orjinalliğinin olmadığını, Kur’ân’ın Hz. Peygamber’in telifi olduğunu rahatlıkla iddia edebilmektedir ki, bu anlayışın tipik örneğini The Origins of İslam in its Christian Environment adlı, İslam’ın kökenini Hıristiyanlıkta arayan R. Bell’in iddiaları teşkil eder. Zira çoğu kere şarkiyatçılar, Hz. Peygamber’in Kur’ân ve dolayısıyla İslam’ı nasıl oluşturduğu sorusuna cevap arayıp bu esnada ilgili görüş ve iddialarını ortaya atarlar. Buna göre Kur’ân ve İslam’ın oluşmasında Hz. Peygamber’in şahsi dehasının oynadığı role işaret edenlerin yanında, bu oluşumu siyasi ve psikolojik birçok sebebe indirgeyenler de bulunmaktadır. Bu durum tabii olarak, başlangıçta Hz. Peygamber’in dinî bir kimlikle değil, sosyal bir reformcu olarak toplumun karşısına çıktığı ve daha sonra edindiği tecrübelerle dinî kimliğini oluşturduğu iddiasına götürür.

  Genellikle kültürel indirgemecilik (cultural reductionism) ifadesi ile açıklanmaya çalışılan bu bakış açısına göre Hz. Peygamber, dönemin Arap Yarımadası ve Mekke’sindeki sosyo-kültürel ortam çerçevesinde ele alınarak bazı sonuçlara ulaşılır.

                                                                    

   Hz. Peygamber’in dinî kimliği ve Kur’ân ve İslam’ı oluşturması ile ilgili teori ve iddialardan nispeten farklı bir iddia, şarkiyatçı W. M. Watt tarafından geliştirilmiştir. Watt’ın geliştirdiği bu teorinin temel karakteristiği, Hz. Peygamber’in dinî kimliğini inkar etmemesi ve O’nun (sav) dinî samimiyetine inanmasıdır. Zira o Hz. Peygamber’i, dış dinî-kültürel faktörlerden etkilenerek dinî reaksiyon gösteren biri olarak değil; bilakis, sosyal bir ortama dinî reaksiyon gösteren biri olarak görür.

  Ne var ki Watt’ın da bu konudaki görüşlerinin homojen olduğunu söylemek oldukça zordur. Zira o, Hz. Peygamber’in samimiyetini ve beşerî kaynaklardan elde ettiği bilgilerin kaynağını tespit etmeye çalışarak bu konuda üç ihtimal sıralar. Buna göre Hz. Peygamber, ya kendisine aktarılan beşerî kaynaklı bilgilerle vahiy yoluyla gelenleri birbirine karıştırmış ve neticede bunların tamamını vahiy olarak değerlendirmiş; ya bilgilerini telepatik karakter arz eden birtakım normal üstü yollarla elde etmiş olabilir veyahut da “nûhyî= vahyederiz” ifadesi, “ilham ederiz” manasında anlaşılmalıdır. Bu son ihtimale göre Hz. Peygamber’in ilahî mesajları doğrudan vahiy yoluyla değil de ilham yoluyla almış olduğunun belirtildiği açıktır ve bu, dış dinî-kültürel müdahaleyi hatıra getirir ki, esasen Watt’ın İslam vahiy anlayışına yönelik genel kabulüne de uygundur.

  Dikkat edilirse Watt da bu konuda açık fikirlere sahip değildir ve onu diğerlerinden ayıran husus, Hz. Peygamber’in dinî fonksiyonunu tamamen diğer din ve kültürlerle irtibatlandırmayıp vahyî bir düzlemde de ele almasıdır. Ancak hiçbir surette Hz. Peygamber’in şahsı, düşünce yapısı ve dinî mesajlarındaki dış dinî-kültürel etkiyi göz ardı etmez.

   İslam dünyasında şarkiyatçılara ve çalışmalarına karşı genel bir menfi tavır takınılmasına rağmen meselelere derinlemesine nüfuz edebilen ve de İslam ve Hz. Peygamber’e karşı saygı sınırlarını muhafaza etmesini bilen Watt ve üslubu, İslam dünyasındaki ilgili alim ve araştırmacılardan yankı bulmuştur. Ahmed Zeki Yemanî, Watt’ın Islam and Christianity Today adlı eserinin takdiminde Watt’ı İngiliz ve genel olarak İslam hakkında İngilizce eser kaleme alan yazarlar içerisinde farklı bir yere koyarak şöyle demektedir: “Profesör Watt, Batı mantalitesini, uzun süre Batı dünyasını etkisi altına alan Orta Çağ yazarlarının İslam düşmanlığı ve ön yargılarından kurtarmak için çok şey yapmıştır. Uzlaşmanın zor olduğu bazı meselelerde uzlaşmacı bir tavır takınmanın verdiği fenomenolojik zorluklara rağmen o, İslam karşısında dar kafalılıktan kurtulmuş ve açık görüşlülüğün zirvesine ulaşmayı başarmıştır.”

  Gerçekten de Watt, Muhammad at Mecca adlı eserinin girişinde Müslüman okuyuculara hitaben, onların inançlarının reddini gerektirecek bir şey söylemediğini ve Müslümanlar ve İslam inanç esasları ile Batı’daki araştırmalar arasında uçurumun bulunmasına gerek olmadığını belirterek bazı Batılı araştırmacıların görüşlerinin İslam adına kabul edilemez olduğunu ifade eder. Bu araştırmacıların böyle yapmakla aslında, kendi koydukları araştırma prensiplerine inanmadıklarını ve onların vardıkları neticelerin tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini söyler. Ne var ki o, bu sözlerinin hemen devamında, İslamî inanç esaslarının (doctrine) da yeni bir şekillendirmeye (re-formulation) tabi tutulması gereğine işaret etmek suretiyle, İslam ve Müslümanlar hakkındaki objektif sayılabilecek tutumunun, belki de biraz politik mülahazalardan kaynaklandığının ipuçlarını verir.

  Kur’ân’da, Kitab-ı Mukaddes peygamberlerinin zikredildiğini ancak buradan hareketle Kur’ân ve Hz. Peygamber’in Yahudi-Hıristiyan etkisinde kaldığının söylenemeyeceğini belirten Watt, bu peygamberlerin Kur’ân’da sunuluşunun tamamen farklı olduğunu ifade eder. Aynı şekilde o, Kur’ân’da Kitab-ı Mukaddes ve Yahudi-Hıristiyan kültürüyle ilgili diğer meselelere ait pek çok atıfta bulunulduğunu, ancak bunlardan hareketle Kur’ân’da aslında Yahudiliğin takdim edildiğini söylemenin oldukça yanlış sonuçlara götüreceğini söyler. Ne var ki Watt, Kur’ân’da bulunan Yahudi-Hıristiyan kültürüne ait unsurların, daha ziyade kanonik/muteber olmayan veya apokrif kitaplarda bulunan bilgilerle örtüştüğünü söyler. Zira ona göre Hz. Peygamber, bu heretik bilgi ve kıssaları içerisinde bulunduğu toplumdan öğrenmiş ve herhangi bir kritiğe tabi tutmaksızın onları Kur’ân’a adapte etmiştir

                                                                                                   Doç. Dr. Özcan Hıdır

 

 

  * Aynı konuyu ele alan iki akademisyenin makalelerini ( Kendilerinden alınan izinle ) burada aktarıyoruz.  

Bu Konuyu Sosyal Medyada Paylaş

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz


Yukarı Çık