Ateistlere din dersi

Ateistlere din dersi
Hayatı anlamlı kılan çeşitlilikler ve farklılıklardır. Önemli olan zıtların buluşma noktalarını araştırmak; saldırıya geçmek değil, anlamaya çalışmaktır.Tanımak, kendini tanımlayanın tanımına saygı duyup, onu kendini tanımladığı şekliyle, o halde kabul etmektir.Tanımak ve tanımlamak doğru bir hat üzerinde ilerlerse bundan “tanışmak” denilen şey doğar.Hiç kimse benim gibi inanmak, düşünmek ya da yaşamak zorunda değildir.Bu serbesti, hakikatin kendisinden neşet ettiği yaratıcının insanoğluna bir armağanıdır.Elbette isteseydi o sınırsız kudret herkesi bir millet, bir ümmet, tek bir cinsiyet kılabileceği gibi tek renk ve tek düşünce de kılabilirdi.Hayatın anlam ve esprisi, işte bu hiçbir cebri müdahale olmaksızın herkesin kendi özgür iradesiyle kendi kendisini gerçekleştirebilmesinde saklıdır.İçinde yaşadığımız iklimin ve dünyanın belki de en büyük meselesi birbirini deforme etmeden tanıyabilme sorunudur.İşte bu kitap, uzun süredir ayaküstü konuşulsa da, bir türlü yazı diline geçmemiş böyle bir sıkıntı ve sancıdan doğdu.Maksadım gerçekliğin abartılmış katı somurtkan yüzünü okuyucunun görüntü duvarına kara bir talih gibi asmak değil, aynaya bakma cesareti olanları hakikatin gülümsetip serinleten yüzüyle tanıştırmaktır.Ne kadar ayrı bir heyecan ve çabayla kurulmuş olsa da, ilk satırdan son satıra kadar her cümlenin belleklerde bırakmak istediği iz şudur: Aynı dilden aynı şarkıyı söylüyor olmasak da çamaşırlarımız aynı rüzgârlarla kurumaktadır!Dünyanın daha yaşanılır bir yer olması için bunun ayırtına varmak şarttır.Ateist, agnostik, teist, deist, pantesit, nihilist, hedonist… Hangi içsel coğrafyada yaşarsa yaşasın herkes ait olduğu kültürün insanıdır. Müslüman bir coğrafyada doğup büyüyen bir zat, inanç bağlamında her şeyi reddetse bile kültürel anlamda o Müslüman coğrafyanın bir parçasıdır.İnanmak; ihtiyari, zorlamaya dayanmayan bir bağlanıştır.Dileyen inanır dileyen de inkâr eder.Fakat bilmek ve tanımak, konuşup söz söylemek için mutlak bir zorunluluk ve olmazsa olmaz bir şarttır.Bilmeden inanmak bağnazlık ve taassubu doğururken, inanmadan bilmek başkalarına karşı insaflı ve izanlı davranmayı sağlar.Aynı şekilde, hiç kimse dinin hakikatlerine inanmak zorunda değildir, ama böyle bir gerçekliği yok sayma gibi bir lüksü olamaz; bilmeli ve öğrenmelidir.Yaptığım araştırmalar, edindiğim izlenimler sonucu, ülkemizde kanıtsız ve kaynaksız konuşulan tek alan “din” ve “din’in kutsalları” konusudur.Kutsallar alanı anlamadan, bilmeden ve dinlemeden vurma alanı olmuştur adeta.Konu din olunca “bilmeden muhalefet etmek” garip bir şekilde normal karşılanırken, kırılan potlar ve devrilen çamların verdiği zayiattan kimse kendini sorumlu hissetmemektedir.Tanrının varlığına inananla, buna ihtimal vermeyen kişiler arasındaki tek ortak enstrüman akıldır.Fakat akıl dediğimiz şeyin de onu nasıl kullandığımıza bağlı olarak şekil alan bir cevher olduğunu unutmamak gerekir.Bir şeyi kabul etmek gibi reddetmek de aklı başka türlü kullanma biçimidir.“Ah, şimdiki aklım olsaydı!” diye iç geçirip dövündüğümüz, dünkü aklımızla bugünkü aklımızın birbirini tutmadığı bir hayatta aklı kullanma kılavuzuna şiddetle ihtiyaç vardır.Bu kılavuzu kullanmadığımız zaman her şey bir anda izafileşip, mutlaklığını yitirmekte ve hızlı bir şekilde tartışma alanına doğru sürüklenmektedir.Dinsel konuların artan bir hızla magazinleştirildiği bir ortamda bilgi kirlenmesinin olması da vazgeçilmezdir. Manzaranın bir tarafı ne kadar trajikse diğer tarafı o denli komiktir.
Dünyada her şey zıddıyla kaimdir.Hiç kimse başkası gibi düşünmek,inanmak ya da yaşamak zorunda değildir.Herkes hayatını kendi özgür iradesiyle yaşar ve sonucuna da katılır.İnanmak seçme ile , zorlamaya dayanmayan bir bağlanıştır.Din bir kültür değildir , ahlak ise bilgi. Din ;yaşamın bizzat kendisidir.Din, ait olduğu kültürünün yardımcı unsuru , ayrıntı öğesi değil özü ve omurgasıdır.Bir Müslüman için “Müslüman olmak” bilgi olmaktan çıkıp bir bilinç durumunu yansıtırken, İslam’ın dışındaki bütün dinler sadece “bilgi” olmak durumundadır.Din ateist biri için gerçek anlamda bir kültür, ahlakta sadece bir bilgidir.
Ontolojık sorgulama
Ontolojik sorgulamanın birinci basamağı: ” Ben kimim?” sorusudur.İnsan için öncelikli bilgi , kendini bilme bilgisidir.”Okumanın manası kişi kendin bilmektir.Çün okudun bilmezsin ha bir uru emektir.” Yunus Emre
İkinci basamak :” Nereden geldim?” sorusudur. Buna ateistlerin cevabı evrim teorisidir. Bu teoriye cevabımıza ulaşmak için “ Evrim teorisi” adlı yazımıza bakılabilir.
Sokrates: ” Evrende tesadüfe tesadüf edilmez.” der.Ateistte tesadüf denilen tanrının kullarıdır işte…!Tesadüf tanrısında her hesap , hesap dışı, her kural, kural dışı ve her uyum, bir rast geleliğin sonucudur.Tesadüf tanrısı kullarından hiç bir yükümlülük istemez, çünkü kendi varlığı da aynı rastlantıların sonucudur.Bilim adamları, mucitler bu tesadüf tanrısının elçileri ve yalvaçlarıdır.
Üçüncü basamak :” Nereye gidiyorum?” sorusudur. Doğan güne hükmümüz geçmiyor.Kafile kafile , katar katar kervanlar halinde insanlar bir kapıdan çıkıp başka bir kapıya doğru yürüyorlar.Bir yüzyıla kalmadan dünyanın şu anki sakinleri olan bizlerinde yerinde yeller esecek!Bu hareketliliğin mantıklı açıklaması ne ? Nereye gittiğini, gittiği yolun nerede bittiği bilen insan için, her şey açık ve anlaşılır bir niteliktedir. Ateistler ontolojik bir tanrı tanımazlıktan çok, inanan insanların inandıklarına inanmamakla kendilerini ifade ederler. Karşısındakini kendi anlamak istediği gibi anlamak ister, hatta durum niyet okumaya dek gidebilir. Problem; karşı çıkmanın kendisi değil, önyargısal ve mesnetsiz , tek taraflı okumalara dayanan tutumlardır.Ateistler okumaktan da kaçınır.Çünkü okuduklarının etkisi ile kendileri ile yüzleşmekten kaçınırlar.Karşı çıktıkları fikrin ağırlığı, değerini hiç tartmadan üstünkörü onu ıskartaya çıkartmaya çalışırlar.Ateistlerin tanrıyı reddetme gerekçeleri çoğunlukla duygusaldır.Kendi psikolojilerini yansıtma metodu ile muhataplarına hamlederler.Allah’a inananların , bu inançlarının temelinde korku ve tedirginlik olduğunu söyleyip dururlar.(Takva’nın Allah’tan korkmak ama O’nun sevgisini ve rızasını kaybetmekten duyulan korku olduğunu bilmezler, bilmek ,istemezler!) Oysa Allah’u Teala Rahman’dır, Rahim’dir, Tevvâb’tır, Gafur’dur, Rezzak’tır, Halik’tır. O, müşfiktir, bahşedendir.
Dünya’daki kahır, çile, ıstırap bu dünyanın sahici mutluluk mekanı olmayıp, belli koşullarla sınanma yeri olduğunun en büyük göstergesidir ve ateistlerinde anlamak istemedikleri budur. Ateist firaridir ve hiç bir zaman yakalanmayacağına inanır. Ateist Allah’tan başka tanrılara evet der ama Allah’a ise hayır ! Para, makam, ün veya ideoloji, birer dine dönüşür, ideolog ve idollerde peygamber ve evliyalara Kişiler mit olur, dini hikayelerin yerine geçer zamanla. İnanmadıklarından kendilerine bir inanç manzumesi yapmışlardır. İnanmayan kişi inanmadıklarının derin bir müminidir. Auguste Comte’un 1852 yılında kaleme aldığı pozitivizme dair eserinin adı da ilgi çekicidir: Pozitivizmin İlmihali- Catechisme Positiviste-:” Ben tanrısız bir dindarım” Feuerbach
Tanrılar, tanrılar
Ateistim diyene şu soruyu sormak gerekir:” Hangi tanrının ateistisin?” Bir çok ateist inkar edilmesi gereken sahte tanrıları inkar ederek önemli bir mesafeyi kat ettikleri halde gerçek tanrıya bir türlü ulaşamazlar. Kısaca “La ilahe ” : Hiç bir tanrı yoktur, bölümünü geçenler , “İllallah” : sadece Allah vardır, bölümüne geçememektedirler. Bu konuda “ Kul olmak “ adlı çalışmamızı da tavsiye ederiz.
Yaşayan ölü tanrılar
Mülkiyet tanrısı: Para, Aydınlanma tanrısı: Bilim, arzular, makam, hırs, şehvet. Bu tanrılara bağlanıp secde edenlerin gerçek tanrıyı ( Allah’ı) araması, arasa bile bulması , bulsa bile bağlanması mümkün değildir.Halbuki bilgi , mutlak sevginin kıvılcımıdır, O’ndan bahşedilendir. Gerçek bilgi O’ndandır ve O’na götürür.Eksik ve yanlış bilgi ise uzaklaştırır.
Tanrı: Ra
Her firavun ile yeniden vücutlaşan “ilahi hükümdar” .Kısaca yöneticilerin yönettikleri halkı sömürmede araç olarak kullandıkları vasıta.
Çapkın, cimri tanrı: Zeus
Olympos’ta -olimpiyat kelimesinin kaynağı- oturan ve Fenike’li güzel kız Avrupa’yı boğa kılığına girerek Girit’e kaçırıp sevişen tanrı Zeus aynı zaman cimri bir tanrıdır. Kutsal ateşi insanlardan gizler.İnsanlar karanlıkta gecelerken , o Olympos’ta ateşin başındadır.Prometheus dayanamaz ateşi insanlara verir ve ceza olarak Zeus tarafından kayalara bağlanır ve ciğerlerini kargalar yer.İşte inkar edilmesi gereken diğer tanrı bu tanrıdır.Acımasız, cimri, insan düşmanı, devamlı kendisi ile savaşılması gereken bir varlık.
Taraf tutan milli tanrı: Yehova
Tevrat’tan: “Rab Yehova sadece İsrail Oğullarının tanrısıdır.” Aynı tanrı Yahudileri özel ve seçkin bir ırk olarak yaratmıştır. Tevrattaki tanrı gezer, dolaşır, güreşir, yorulur, dinlenir.Ateist doğal olarak , “kendim gibi birine tapacaksam neden bunu kutsal kitaplarda arayayım, sokaklarda bir sürü var” der.
Gökyüzündeki baba tanrı
Hıristiyanlık inancına göre günahlar ve suçlar genetiktir. Dededen babaya , babadan oğula geçer. ” Eğer tanrı bir nevi papa ve imparator, bulutlar içinde başının üstünde bir kuş, sağında bir melek, solunda bir peygamber, sapsarı ve çivilerle delinmiş oğlu kolları arasında, ilahiler dinleyen kıskanç bir varlık, haydutları inlerinde kutsayan, babalarının hatasında çocuklarını sorumlu tutan,… elinde büyük bir kılıç tutan, …tanrı ise , evet, ey papaz, ben o tanrıya karşı münkirim.” Victor Hugo
Köşesine çekilen tanrı
Aristo’ya göre tanrı evreni yaratmış ve köşesine çekilmiştir.Tanrının işini kulları tayin eder bu dünya görüşünde.İnsanlar kafalarına göre yaşar.Tanrı yukarıda varlığından emin ve hoşnut olacağımız şekilde durur.
Plastik- metalik tanrı
Dev alışveriş merkezleri, plazalar ekonomi dininin mabetleridir. Kuran yerini beşeri kanunlar, peygamber yerini patron, şehevi arzular: Put, para: tanrı olmuştur.
Ahlak
“Şayet Allah yoksa ahlakta yoktur.” ( Dostoyevski, Karamozof kardeşler)Allah’ı hayattan çekince nasıl ve ne şekilde yaşayacağımıza sadece kendimiz karar vereceğimiz bir dünya ile karşı karşıya kalırız. Allah’a inanmıyorsanız dürüst ve adil olmanın gereklerini anlatmakta zorlanırsınız.Din kökenli ahlakı devre dışı bırakınca geriye dünyevi ahlak kalır.Yani görev ahlakı ve pragmatik ahlak.Karşılıklı çıkar ilişkisine dayanan, erdem temelinden yoksun ve yaygın popüler bir ahlaktır bu ahlak.Bu tür ahlakta vicdanın yerini rasyonel gerekçeler, akli çıkarımlar alır.Kısaca menfaatine kadar ahlaktan bahsedilebilir .Menfaat başlayınca ahlak sona erer.Kutsal olanı çekince evren bir anda çok bilinmezli bir denkleme dönüşür.Kim belirsizliğe doğru tam gazla giden bir otobüsün içinde olmak ister ki.Huzur,ahlak, erdem,mutluluk Tanrı inancı ile başlar.Devamı da tevhit akidesine sıkı sıkı bağlılıkta aramak gerekir!
SEÇKİN (!) BASINIMIZDAN
Bazen kitleler bilgisizlikle cahilleştirilirken, bazen de bilgi ve enformasyonla cahilleştirilir. İşte ateist gazetecilerden inciler:
-Riya olmasın diye cuma namazını evinde kılanlar
-Bu sene Hac ile kurban birleşti, diyenler
-Orada kulelere çıkıp şarkı söyleyen adamlar gördüm, diye ezan okuyanları anlatan yabancı bir yazarın eserini tercüme ederken, kendi değerlerinden habersiz çevirmenlik yapanlar,
-“Pir-i fani izdivaç eyleyince” cümlesindeki Pir kelimesinin yaşlı anlamına geldiğini bilmeden, İslam hukukçuları pirenin evliliğinden bahsediyor diyebilen profesörler (!)
-Ayetlerin surelerini hatırlatmaktan bahseden yazarlar…!
-Namazı tutan, orucu kılanlar – diye yazan yazarlar!-
-Toplu namaz kılmaktan bahsedip, cemaatle namazdan haberdar olmayanlar
-İftar yemeği için davetiyede ikindi vaktini iftar saati olarak duyuranlar. İşte ülkemin aydınlarından (!) seçmeler.
Son söz
Allah nasıl ki güneşi, yağmuru, gölgeyi, inançlı inançsız herkese dağıtıp bahşetmişse, bizlerde insan olarak insanlığımızı teist veya ateist herkese dağıtmalıyız. Önemli olan öfkeye dönüşmeyen anlayış sergileyebilmektir. Kimse kimsenin aklının dümenini eline geçirme gayreti içinde olmamalıdır.Başkasının aklına kumanda etme gerekliliği gibi b ir şey olsa idi , Allah bu işi , bir çok akıl zafiyeti olan bizlere vermez,kendisi her yarattığı kulu hizaya girmiş bir akılla var ederdi.Bir çok ateistin anlamadığı da budur: ” Madem Tanrı varsa o zaman niye…” diye başlayan cümlelerin özünde yatan şey , işte bu “özgürlük ” durumunu hesaba katamama olayıdır.
BİRAZ DA TEBESSÜM
*Ateist berbere gider. Berber durmadan ölüm ve ahiretten bahseder. Ateist konuyu kapatmak istedikçe berber yeniden konuyu açar. Ateist dayanamaz, kızar. Berber açıklama yapar: “Ben ne zaman ölüm ve ahiretten bahsetsem senin tüylerin diken diken oluyor, bende zorlanmadan saçlarını daha rahat kesiyorum.” der.
*Yaşlı kadın oldukça dindar biri imiş: Her sabah kapısının önüne çıkar ve :” Allah’ım bana verdiklerin için sana şükürler olsun” dermiş. Ateist komşusu da: Tanrı yok kadın, yook! diye bağırırmış.Bir akşam komşusu kadına oyun oynamaya karar vermiş.Marketten bir sürü meyve sebze alıp kapısının önüne koymuş. Kadın sabah kalkıp yiyecekleri görünce:” Sana şükürler olsun ey Allah’ım , gönderdiğin yiyecekler için” demiş.Adam ortaya çıkıp, tanrı yok, onları ben aldım deyince,Kadın devam etmiş:” Yüze Allah’ım sana ne kadar şükretsem azdır.Hem bu yiyecekleri göndermişsin hem de parasını bu şeytan adama ödettirmişsin” demiş.
*Cenaze namazında imam efendi, “Er kişi niyetine!” diye seslenince, arkadan mevtanın oğlu dayanamaz bağırır:” Na’pıyorsun hocam, babam er değil, rütbeli bir askerdi.”
Hüseyin AKIN, Ateistler için Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
Ben artık ateist değilim
Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Serdar Turgut, beyin kanaması geçirdikten sonra acılı bir süreç yaşadı. İyileşip işinin başına döndükten sonraki ilk röportaj bu.Genel yayın yönetmeni olduğun gün, kader fişini çekti ve seni ölüm gerçeğiyle tanıştırdı. Bu olay iç dünyanda nasıl yankılandı? Bu hastalık kurtulduğun takdirde biraz sakatlık bırakıyor insanda. Yürüyemediğimi anladığım an, iç dünyamda gerçek bir fırtına esti. İçime döndüm ve manevi değerleri tanıdım diyebilirim rahatlıkla. New York kitabında ateist olduğunu yazmıştın.
Evet. Ateistim zannediyordum. Şu anda böyle oldum. Bunun nedeni de hastalığımdır. Çünkü çok korktum. Bir anda bir baktım, ne yürüyebiliyorum, ne kolumu kullanabiliyorum. Dehşet verici bir şey. Sonra aştık onları; ama bayağı güç bir süreçten geçtik. Dinin, dua etmenin bana çok yararı oldu. Tekrar düşündüm olayları. İçimde güç alacağım yerler aradım. Ve duanın gücünü keşfettim. Allah’tan yardım istedim. Şimdi her şeyi istiyorum O’ndan. Gazete yaparken de, adımımı atarken de. Kurban kestim hayatımda ilk kez. (Ağlıyor) Ve benim Salim Taşçı abim vardır Ankara’da. Kendisi hem dindar, hem Atatürkçü bir insandır. Dini çok güzel yaşar. O bana bir dua yazdı. Okuyorum ben. Kurban keserken de okudum. Şu anda sol elimde zayıflık var. Normale dönüş zaman istiyor. Biraz sabretmeyi bilmek gerekiyor.
(Zaman:19.11.2007)
Selam olsun o eşsiz yetime
Andolsun, senin için akıbet, tebliğe başladığın ilk günlerden daha hayırlıdır; ümmetinin geleceği, geçmişinden; ahiret hayatı dünyadan daha hayırlıdır. Zamanı gelince Rabbin bağışlayacak, sen de hoşnut olacaksın.O seni eşsiz bir yetim olarak bulup da bağrına basmadı mı?Seni yolunu kaybetmiş görüp önünü aydınlatıp doğru yola ulaştırmadı mı? ihtiyaç içinde bulup doyurmadı mı?Öyleyse sakın yetimlere haksızlık yapma, yardım isteyeni, medet umanı geri çevirme.Ve dur durak bilmeden Rabbinin vahyini, nimetlerini an.”Bu okuduğunuz Kur’an’ın 93. suresi; Duha suresi…Hz. Muhammed’in peygamberliğinin Mekke’deki ilk yıllarına ait, 11 ayetlik bir sure…Şu biraz kuşkulu ama aslında anlamlı çağrışımlar da içeren rivayeti de aktarayım: Fecr suresinden sonra Hz. Muhammed vahiy alamamış bir süre…Hasedi, fitnesi, kurcalaması, kızıştırması, kalp kırması, düşmanlığı eksik olmayanlar “Bak, Rabbin seni terk etmiş, unutmuş, darılmış” diye konuşmaya başlamışlar.Bunun üzerine Duha suresi nazil olmuş.
Tabii ki, bu kadarcık değil.İyi bilenlere sormalı: Bu surede vurgulananlar, kendini “terk edilmiş” hisseden, sıkıntılar içindeki ve her şeyden kuşkuya düşmenin eşiğine gelmiş bütün insanlar için geçerlidir herhalde…Bense 6. ayetini severim, etkilenirim: “O seni eşsiz bir yetim olarak bulup da bağrına basmadı mı?”Hz. Muhammed, babası Abdullah’ın ölümünden iki ay sonra dünyaya gelmişti. (20 Nisan -12 Rebiyülevvel- 571)Annesi de o henüz altı yaşındayken ölmüştü.Ama bu ayet biraz da her insanın şu veya bu şekilde “yetim,” “babasız” ve aslında öylesine “yalnız” olduğuna işaret eder…Allah, işte o “yalnız” insana öyle seslenir…Şimdi bazılarınızın içinden şöyle geçirdiğini biliyorum: “Allah, Allah, hepsi tamam da, köşende bunları yazmanın nedeni ne?”Neden şimdi başka bir sureyi değil de “Duha” (kuşluk vakti) suresini seçtiğimi dillendiremem.Bir his çünkü bu.Ama neden Kur’an’la, Hz.Muhammed’le yazıma başladığımı anlatacağım.Dindar kesimlerin siyasi ve cemaat yapılanmalarına doğrudan bağlı olan gazeteleri bir yana ayırın ve popüler basınımıza bir bakın!Günlerdir, Hıristiyanlığı, Hz. İsa’yı, Vatikan’ı yazıp duruyorlar.Çarşaf çarşaf sayfalar ayrılıyor, diziler yapılıyor. Hem de ne hurafelerle, nasıl abartılı hikâyelerle! Yazılsın. Yazılmalı. Zaten tam zamanı: Papa ölmüş, yenisi seçilmiş. Bilmeli, haberdar olmalı yakından izlemeliyiz.Ama Mevlid Kandili yle ilgili ayrılan bölümlere baktım geçen gün. Küçücük. Bazı caddelerde asılı duran “Kutlu Doğum Haftası” pankartlarının anlam ve önemine dairse neredeyse hiçbir şey yok bizim popüler gazetelerde. Bu nasıl iş?Bakın, inanmak gerekmiyor.İnançlı bir Müslüman olmak gerekmiyor.Fakat esas olan manevi iklim meselesi değil mi?Benim gibilere soruyorum: Biz hangi iklimin “çocukları”yız? Da Vinci Şifresi’nin ıcığını cıcığını çıkartacağız ama İslam’la ilgili çoğu şeyi es geçeceğiz!Olur mu hiç?İslam’la ilişkili her konuyu, her bilgiyi ve ilgiyi sürekli “Laik devlet-tekil inanç” çerçevesine sıkıştırıp sırtımızı dönecek kadar şapşallaşacağız!..Olur mu, hiç olur mu?İçimden geldi; kalktım; yakın çevremdekilere sordum; hepsi yeni Papa’nın hangi yöntemle seçildiğini öğrenmiş. Dumanları, kardinalleri, törenleri falan medya sayesinde kavramışlar. Peki dedim, 1989 yılından beri bu günlerde Diyanet’in önderliğinde Kutlu Doğum Haftası törenleri düzenleniyor; ne olduğunu, niçin olduğunu biliyor musunuz? Bilmiyorlardı. Sadece birkaçı yollarda rastladıkları afiş ve pankartları hatırladılar. Bir de kandilden söz ettiler. O kadar! Bir daha soruyorum: Hiç böyle şey olur mu? Tekrar ediyorum: Bunun imanlı olmak veya olmamakla da ilgisi yok. (Şu birkaç gündür Katolikliği ezberleyen modern-laik Türkler Katolik mi oldular? Hayır.)Ama canım, insan (ve Ramazan şamatası hariç medya) yaşadığı coğrafyanın kültürüne, manevi iklimine bu kadar mı uzak olur, uzak durur-durdurulur? ( Haşmet Babaoğlu, Vatan:22.04.2005)
DİNCİ GELİYOR
Okulun birinde Din Kültürü öğretmeni olmadığı için, dersler boş geçmesin düşüncesiyle, müdür bir başka öğretmeni görevlendirmiş.Gayet sıradan. Nelerini gördü bu millet. Yabancı dile giren bedenciler, müzik dersine giren matematikçiler. Yalnız, söz konusu okuldaki Din Kültürü dersine girmesi için görevlendirilen öğretmenin ufak bir kusuru varmış. Ateistmiş. Ateist olmak, bir yaratıcının varlığını kabul etmemek kusur mudur değil midir, onu ayrıca tartışmak gerekir. Fakat Din Kültürü dersine giren ateist olunca, kusur demektir. Düşünün bir, rakamlara inanmayan, güvenmeyen ve hiç kullanmayan bir matematikçi neyse, bu da o.Daha ilginci, çocuklar şimdi ondan “Dinci geliyor” diye bahsediyormuş.
(Mehmet Şeker, Yeni Şafak:11 Mayıs 2002)
Ateistler neden bir Tanrı arıyor?
De Botton’un Ateistler için aradığı dini, dinler tarihi konusunda uzman Aytunç Altındal, eski bir inançsız olan Ulvi Alackaptan, ‘Ateistler İçin Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi’ kitabının yazarı şair Hüseyin Akın ve Sosyolog Hasan Çelikkaya’ya sorduk.
Dünyaca ünlü İsviçre kökenli İngiliz yazar Alain de Botton’un geçtiğimiz günlerde çıkan yeni kitabı ‘Ateistler İçin Din’ yeni bir tartışmanın da kapısını açtı. Seküler hayatın içinde bireyler dinden uzaklaşırken etik, sanat ve edebiyat gibi alanlarda zayıflıyor. Hatta basitçe mutsuz oluyor ‘pop-filozofa’ göre. Çağımızın endişeli ve yalnız, modern insanının mutsuzluğunu dinden uzaklaşmak olarak tarif ederken; okuyana ‘çılgınca’ gelebilecek bir öneride bulunuyor. Dinlerin içinden Tanrı inancı hariç tutularak eğitimden sanata, kibarlıktan dayanışma duygusuna yaşamı doğrudan etkileyen yorumları almak ve yeni bir ‘din’ imal etmek! Bugüne kadar aşk, statü, seyahat, mimari gibi alanlarda yazdığı kitapları milyonlarca satan Alain De Botton, bu kitabıyla inananları da inanmayanları da hayli provoke edeceğe benziyor. En az bunun kadar provoke edici bir kitap daha çıktı aynı günlerde: ‘Ateist Aforizmalar’… ‘Çoksatar’ yazar Jack Huberman, Amerika’da yükselen köktendincilik ve cehalete tepki olarak yazdığını söylüyor kitabını. Amacının, aslında ‘dini saplantıları bertaraf ederek çökmüş dünyamızı iyileştirmek’ olduğunu belirtiyor. İddiasına göre ‘inananların tutturduğu kibirli yoldan çevrilmesini’ de Woody Allen’dan Picasso’ya, Tarık Ali’den Mustafa Kemal Atatürk’e çok çeşitli alanlardan tanınmış isimlerin cümleleriyle yapmaya soyunmuş. Mustafa Kemal Atatürk deyince hemen celallenmeyin çünkü ‘Ateist Aforizmalar’da İsa Peygamber’e bile yer var! Bu arada kitaptan en azından Atatürk’ün cümlesini buraya almalıyım ki bir fikir verebilsin size: ‘Egemenliğini sürdürmek için dine ihtiyaç duyanlar zayıftır. Bu tıpkı halkı bir tuzağa düşürmeye benzer. Benim halkım demokrasinin ilkelerini, hakikatin prensiplerini ve ilmin öğretilerini benimseyecektir. Hurafeler tek tek yok edilmelidir.’
– Ateistçilik oynayanlar boşa kürek çekiyor
Dinler tarihi konusunda uzman Araştırmacı Aytunç Altındal, De Botton’un önerisinin yeni bir şey gibi sunulmasına karşı çıkıyor ve iman ile inancın farklılığının altını çiziyor:
– Alain de Botton’un önerisini nasıl değerlendirdiniz?
Bakın böyle öneriler son üç yüz yıldır yapılıyor. Bazı kişiler bu tür kendilerince çok parlak sandıkları fikirleri kamuya sunarlar. Botton da böyle. Şimdi bakın, felsefe ve mantıkta kullanılan ve elementer bilgi sayılan bir kaziye (önerme) var, buna ‘contradiction in terms – kendi kendiyle çelişen bilgi’ denir. Hem Tanrı olmasın hem de din olsun, buna zırvalamak denir. Bu nedenle Botton ile vakit kaybetmeyelim diğer sorularınıza geçelim…
– ‘ Dinler insanlara nasıl yaşayacakları ve ne için çalışacakları konusunda yol gösterir ayrıca sanat da öğretici, iyileştirici ve ahlaklı olmalı’ diyen Botton, uygarlıkların dinler sayesinde kurulduğunu savlıyor. Sizce uygar dünya din olmadan kurulabilir miydi?
Günümüzde Türkçeye ‘din’ diye çevrilen ‘religion’ kelimesi Latince ‘religio’dan türetilmiştir. ‘Religio’, Paganlar tarafından kullanılan bir kavramdı ve ‘bireyin bilinmeyenlerle kurduğu içsel bağ anlamına geliyordu. Hıristiyanlık bu kelimenin sonuna ‘n’ harfini ekledi ve ‘bilinmeyenle bizim usulümüzde bağ kurmak’ anlamında ‘religion’ kelimesini türetti. Ne var ki günümüzde tüm ilahiyat dallarında din kelimesi ‘tarik=yol=sıratı müstakim’ anlamında sadece İslamiyet için kullanılır. Hıristiyanlık teknik anlamında bir din değil bir külttür; Yahudilik ise bir ‘mode of existence’ yani var oluş tarzıdır. Monotheism denildiğinde işte bu üç theist anlayış anlaşılır. Paganlar ve daha sonra Alşimist, Hermetist ve Ezoteristler inançlı fakat örgütlenmiş Theism’in kişiyi zorladığı ‘dogmatik iman’a bağlı değillerdi ve uygarlığı başlatanlar da inanç sahibi olan insanlardı, iman sonradan ortaya çıktı.
– Din olgusu seküler bir hayatta layıkıyla yaşanabilir mi? Ya da daha doğrusu neden Türkiye’de laiklik, Batılı anlamda sekülerlik gibi algılanamıyor?
Hiç kuskusuz Jakoben Fransız laisizmi’nin yönlendirdiği bir hayattan vicdanen daha özgür bir ortam oluşturur. Ceberut değil müsamahayla yönlendirilen bir hayat. Ben kendi adıma söyleyeyim bunu 40 yıldır savunuyorum ama bazı cahiller bu sözlerimden dolayı adımı Hilafetçi-Marksist’e çıkardılar. Ama artık anlaşılmaya başlandı ki Türkiye ve İslam için dünyevilik eşittir sekülerizm, Fransız modeli laisizm’den çok daha uygun bir uzlaşma alanıdır.
– Ateizmin tarihi, ortaya çıkışı hakkında yazılarınız da var ama bunları okumayanlar için neler anlatabilirsiniz?
Bu konuda çok yazım yayınlandı, birçok tartışmaya da katıldım; hem Türkiye’de hem dünyada. Gerçek anlamda ateist olabilmek mümkün değildir. En kısa deyişle, ateist olabilmek için Tanrı’nın varlığını önce kabul etmek sonra da reddetmek gerekir. Benim bu konuda üç yıl önce yayınlanan ‘Why Did God Change His Mind’ adli bir de kitabım var. Orada anlattıklarımı size şöyle özetleyebilirim: İlahiyat açısından Tanrı’nın varlığı veya yokluğu konusunda tartışma yapmak mahalle kahvesinde hükümet kurmaya benzer. Çünkü Tanrı’nın varlığı başka bir olay, Tanrı’nın mevcudiyeti (presence) başka bir olaydır. Varlık tartışması ontolojik bir tartışmadır ve Din felsefesi açısından çok da ilgi duyulan bir konu değildir. Kısacası ateistçilik oynayıp ilgi çekmek isteyenler boşa kürek çekmektedirler. Ama deist bir inancın sahibi olmak örgütlü theism’in zorlamalarından kurtulmayı sağlar. Tanrı’ya inanıp, örgütlü theism’in dogmalarına iman etmemektir deizm.
– Marks’ın ‘Din kitlelerin afyonudur’ sözü çok sık hatırlatılır inanç tartışmaları yapılırken. Ateizm Türkiye’de bir dönem özellikle solcu olmakla eşdeğer tutulurdu. Bu yaklaşımı nasıl değerlendirmek gerek?
Marks’ın o sözü cımbızlanarak alınmış ve solcuları karalamak için kullanılmıştır. Hiç kuskusuz hem kendi Tanrı anlayışına sahip hem de sosyalist-komünist gibi dünyevi ideolojilere bağlılık duyulabilir. Yeter ki kişi bunları istismar amacıyla kullanmasın.
– Eski ateistler ‘abdestli kapitalist’ oldu
Tiyatro oyuncusu Ulvi Alacakaptan, hayatının bir dönemini ‘ateist’ olarak yaşamayı seçmiş biri. Kişilerin inançlarına dair sorular sormak takdir edersiniz ki zor bir durumdur. Alacakaptan, sorularımı içtenlikle yanıtlarken kendine taparak özgürleştiğini sananlara göndermeler yapıyor.
– Alain de Botton’un önerisini eski bir ‘inanmayan’ olarak nasıl değerlendirirsiniz?
Kitabı okumadım ancak Alain Bey’in mizah yönünün bilimsel görüşünden ağır bastığı belli. Zaten vahyi dinler konusunda bu zatın bir önerisi olamaz. Kendisini vahyeden bir varlık olarak öneriyorsa ya şu an akıl hastanesindedir ya da henüz yakalanmamıştır. Temel insani değerler felsefi bir konudur. Hümanizmin ise birçok çeşidi söz konusudur. Hiçbir üstat, bu konuda evrensel bir ayıklama yapamaz. Dinin bir ihtiyaç olduğu tartışmasızdır, din disiplinlerini tümden reddedenler bile bir din-yaşam yolu tutturduklarını savlıyor.
– Din bir ihtiyaç ise ateizm de inanmama ihtiyacı olarak yorumlanabilir mi?
İnsan yaradılışı gereği kendinden üstün bir varlığa tapınma gereksinimi duyar. Ben saf bir ateist olmanın imkansıza yakın zorlukta olduğunu bilirim. Kendine taparak özgürleştiğini sananları da tanırım.
– Din, seküler hayatta layıkıyla yaşanır mı?
Mekke’den cehenneme Moskova’dan cennete gidebilirsiniz. Ben dürüst seküler bir yönetimi şeriat adı altındaki bir mezhep saltanatına tercih ederim.
– Ateizm Türkiye’de bir dönem özellikle solcu olmakla eş değer tutulurdu.
Sosyalizm bir ideolojidir. İnsan zihninin ürünüdür. İlke olarak inanmakla ilgili değildir.
– Yine o dönem solcu olanların, liberalleştiği ve çoğunun beyaz yakalı olduğunu da düşünürsek, Türkiye’de konjonktürle inanç dünyası arasında nasıl bir ilişki var sizce?
Türkiye’de Marksistler kapitalizmi öğrendi. 12 Eylül sonrası bizzat kapitalist veya profesyonel müteşebbis oldular. Son yıllarda ise bizim(mi)kiler kapitalizme guslettirdiler ve abdestli kapitalist oldular. Alain Bey gibi, şu an ismi bilinen-bilinmeyen, yetenekli-yeteneksiz, görevli-görevsiz birçok kişi zuhur etti. Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık ki bunların ortak ismi İslam’dır; birçok mezhep anlayışı, tarikat boy gösterdi. Sihler, Bahailer, Kabalatistler’den scientitistlere kadar birçok türev var. İneğe de, Michael Jakson’a da tapan var olacak. Tapma duygusu insana hastır…
– İnançsızların olağanüstü zor durumlar karşısında inananlara dönüştüğünü gördük. Bu dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Depremde, savaşta ya da türbülanstaki uçakta insanlar kalubelada Allah’a verdikleri iman sözünü hatırlar; çok azı da böylece özüne döner. Uçak, türbülansta; adam korku içinde; yanındaki rahibe döner: ‘Peder Bey, bir şeyler yapsanıza!’ Yanıt: ‘Ben üretimde değil pazarlamadayım.’
– Solcular dinsiz olmayabilir; asıl mesele Müslümanlar kapitalist olabilir mi?
Hüseyin Akın, 7 yıl önce ‘Ateistler İçin Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi’ kitabını yazmıştı. Haber7.com’daki köşesinde Botton’un önerisini akılcı bulduğunu okuyunca ona da fikrini sorduk.
– Alain De Botton’un önerdiği ‘din’in sosyolojik karşılığı var mı sizce?
Botton modern insanı içine çeken, hantallaşıp yayvanlaşan bir inkar boşluğu karşısında düşünmeye davet ediyor. Aynı zamanda Tanrısızlık kaynaklı enkazı kaldırmakta bir çeşit Tanrı inancının getirilerini kullanmayı teklif ediyor. Aslında bu din ve Tanrı inancının toplumu pozitif anlamda biçimlendirdiğine dair bir itiraftır. Comte’un söylediğinin aksine, din değil pozitivizm zamanın gerçeklerine ve derin ihtiyaçlarına karşı sürecini tamamlamıştır. Tanrısız bir dünyayı oluşturabilmek için bile Tanrısal olanın mirasından yararlanıyor farkında olmadan. Botton’un önersisi bir yanıyla da ‘faydacı’. Çünkü kural koyucu mutlak bir varlığa dayanmaksızın dinlerin mirasından istifade etmek geçici bir çözümden öteye gidemez. Toplum, bir inanç üzere bir davranışın üzerinde birleşmemişse o davranışı uzun süre taşıyamaz. Fakat sağlıklı bir birey ve toplum oluşturmaya hizmet edecek dini unsurların kullanılması inananlarla inanmayanlar arasındaki berzahın daha fazla açılmasını engelleyebilir.
– Siz de ‘Ateistler İçin Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi’ isimli bir kitap yazdınız, sizin çıkış noktanız neydi?
2005 yılında yazdığım kitap ‘ateist dogmatizm’e karşı, ‘sıkıysa bilerek inkar et’ teklifi getirmekti. Tehdit değil teklif yani. Bunun hiç de kolay bir şey olmadığını her ateist anlayacaktı sonunda. Çünkü memleketimizdeki ateizm entelektüel bir zemine dayanmıyordu. Din ve Tanrı konusunda ne kadar kıt bilgiye sahip olursa insan, sanki daha bir aydınlanmış kabul ediliyordu. Bu çelişki ve paradoksları bir ders kitabı formatı içersisinde ünitelere ayırarak, ortaya koydum. Kitabın sonunda ateistler için 10 soruluk tek ders ve bekleme sınavı sorularına yer verdim. Yer yer ironik, güler yüzlü bir kitap çıktı ortaya. Kimseyi bir yere çağırmadım. İnanmama hakkını da inanan insanlara hatırlatarak evrensel ate haklarını hatırlattım. Benim yaptığım şey Türk tipi ateistler için bir tür dini anlama kılavuzuydu.
– Türkiye’de özellikle solcu olmakla eşdeğer tutulan geniş anlamıyla ateizmi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de sol ve sosyalizm bir türlü ateizm yaftasından kurtulamamıştır. Bu bugün bile ne yazık ki böyle. Ortadoğu ülkelerinde tam tersidir. Bu durum. Suriye’de, Lübnan’da, Mısır’da sosyalistler aynı zamanda camii cemaatidirler ve dindardırlar. Türkiye’deki müzmin din kavgaları sol kesimi din konusunda ketum kılmıştır. Sol aydın dini toplumu geri bırakan bir unsur olarak gördüğünden dindar insanlara karşı da hep bu anlayışla hareket etmiş ve halkın değerleriyle kavgalı bir görüntü ortaya çıkmıştır. Sosyalist bir insan neden inançlı bir insan olamasın ki? Bir insanın hem kapitalist hem Müslüman olup olamayacağıdır asıl mesele.
– Dinsizlik de bir dindir
Söz konusu inançlar olunca meseleyi bir din sosyologuna sormadan olmazdı. Sosyolog ve ilahiyatçı Prof. Hasan Çelikkaya meseleye dipnotlar çerçevesinde bakıyor tabii ki…
– Alain de Botton’un önerisini sosyolojik açıdan uygulanabilir buluyor musunuz?
Bu yeni bir öneri değildir. Tarihte buna benzer çalışma yapanlar vardır. Özellikle Comte’un pozitivizminde bu husus daha açık görülür. O da ‘İnsanlık Dini’ adıyla bir din icat etmeye çalışmıştı. Ancak çoğunluk tarafından benimsenmedi.
– Din bir ihtiyaçsa inanmamak da bir ihtiyaç olarak kabul edilebilir mi?
Din, hem sosyolojik hem de psikolojik bir ihtiyaçtır. İnanmak kadar, tapınmak da bir ihtiyaçtır. Tarihte uygarlıksız bir toplum gösterilebilir ama inançsız bir toplum gösterilemez. Din duygusu insanlarda, mide gibi, doğuştan vardır. İnkar da edilemez, iptal de edilemez. Dini inkar etmek de yine bir din icat etmek demektir ki buna pratikte ‘dinsizlik dini’ denir. Bu açıdan yeryüzünde inançsız insan yoktur, sadece farklı inançlara sahip insanlar vardır. Ateizm de dinsizlik değil, Tanrısızlık demektir. Budizm gibi tanrısız dinler de var. Dinler tarihi kaynaklarında bunun gibi çok örnek vardır. Dinin ihtiyaçlılığı konusunda şu örneği verebiliriz: Profesör Bury, Kant hakkında: ‘Kant, ön kapıdan kovduğu Tanrıyı, ahlakı kurtarmak için, arka kapıdan, gizlice içeri soktu’ der. (Adnan Adıvar, Tarih Boyunca İlim ve Din, I, 356)
( Gülay Altan, Akşam: 02.10.2011 )
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.