Ahlak sorunumuz

Ahlak, kıskançlığın farklı yollara savurduğu insanlığı birleştirecek yol, merhametin, adaletin, vefanın yoludur. Bu yolun İlk yolcusu Hz. Adem’dir. Hiçbir insan şöyle diyemez; ‘Ben merhametsiz, vefasız ve samimiyetsiz bir dünya istiyorum.’ Ülkemizde farklı kesimleri bir çizgide buluşturacak yegane unsur, ahlaktır. Bu ahlak ise, İslam ahlakıdır. (s. 6)
Ahlaksız insanların oluşturduğu toplumlarda insanlar kolayca yalan söyleyebilir, söz verip sözünde durmaz, işini sağlam yapmaz, merhameti maraz olarak görür, menfaati olmayan yere bir adım bile atmaz, yere çöp atabilir, tükürüp kirletebilir çevreyi, rüşvet alıp verebilir, torpil yapıp yakınlarını kayırabilir. Kuşkusuz böyle bir toplumda, ciddi bir ahlak sorunu var demektir. Kanunlar güçsüzlere uygulanıyor, devletin malı deniz yemeyen domuz oluyor, kamu malı kolayca yenilebiliyor, iş ehline değil de arkası olana veriliyor, arsız ve haddini bilmeyen ileri geçebiliyor, haddini bilen de geride kalıyorsa, o ülkede ciddi bir ahlak sorunu var demektir. (s. 7 )
İbadetler yapana manevi derinlik kazandırmıyor, dinin kutsal kitabı okuyanların dilinden kalbine inmiyor, din adına ortaya çıkan cemaatler adaleti değil kendi adamını gözetiyorsa; bu dinin mensuplarının da derin bir ahlak sorunu var demektir. Marketlerde gıda görünümünde zehir satılıyorsa, daha fazla seyirci toplayabilmek için televizyon ekranlarını çarpık ilişkiler dolduruyorsa, güçlü devletler denizleri kirletiyor ve yeryüzünü çöplük haline getiriyorsa, bu dünyada derin bir ahlak sorunu var demektir. (s. 8)
Ahlaki krize neden olan erdemsizlikler bazen kısa vadede kazandırdığı için bu erdemsizliği yapanlar, bu durumu çoğu zaman bir sorun olarak görmemektedir. Maddi sorunlarımızın sonuçları anında midemize ve kesemize dokunduğu için bunlara hemen çözüm bulmaya çalışırız. Örneğin bir mide hastalığı ya da kalp rahatsızlığına acilen çözüm bulmaya çalışırız. Ancak kişilik bozukluklarına ve şahsiyet yoksunluğuna, erdemsizliğe ve ahlaksızlığa aynı hızla çare aramayız. Halbuki maddi sorunlar ne kadar çözülürse çözülsün ahlaki sorunları krize dönüşmüş toplumların uzun müddet ayakta durması mümkün değildir. İnsan kendisinden başlayarak, suçu başkasına atmadan çare aramaya başlarsa çözüm için umut var demektir. Ahlaki tavır derin bir sorumluluk duygusu getirmektedir. (s. 9)
Ahlak, huy, karakter, hal ve hareket tarzı gibi anlamlara gelmektedir. (s. 10) Çocuğun etkileşim süreci ana rahminde başlayıp ailede sürmekte, okulla devam ederek sokakta tamamlanmaktadır. Ailede oluşan ahlaki yapı, sokak kültürü ile çatışırsa çoğunlukla sokak kültür’ü kazanmaktadır. Çocuk sokağa ait huyları birer emanet gibi gizlemektedir. (s.11 ) Sokak kültürü, orada yaşayan insanların ortak kültürüdür. İletişim araçları hakim konumuna gelince, kültür insanların bir masada oturarak edilgen bir şekilde teslim oldukları kültür haline geldi. Sanal kültür insan arzularını teslim aldı. Artık bu kültürde karşılıklı iletişim yok. Sadece etkileşim var. Bu ortamda ne insanın özgür iradesinden nede seçiminden bahsedilebilir. Modern tiranlar (şirketler), insanın insanla ilişkisini, sıla-i rahimi keserek insanlığın akışını durdurmaktadır ve insanlık yalnızlığa itilmektedir. (s.12 )
Şu çağda yaşanılan hayatın temel erdemleri, merhamet, vefa değil, sanal dünyanın yapay ve geçici hevesleridir. (s.13 ) Artık ahlakın oluşumunda ne ailene okul ne de sokak etkilidir. An’ı yaşayan insanlar, sanal zevkleri ile oyalanıp duruyorlar. (s. 14) Ahlakı tavrın genel hatları: Başkalarının nizam vermek yerine öncelikle kendi iç belirlenimini tamamlayan, kendi iç denetimini sağlayabilen, inandığı kitabın ayetlerini önce kendi davranışlarını düzeltmek için inmiş ayetler olarak okuyabilen, ibadetleri, kendisini olgunlaştırmanın yolu olarak gören. (s. 15) Üstünlüğüm salih amelde olduğunu bilen tavır gibi. Bu tavır, müşriklerin özündeki merhamet ateşini parlatmıştır. Ancak ne yazık ki, Müslümanlar olarak söz konusu ahlaki tavır uzun zamandan beri ihmal edilmektedir. Bunun nedeni Allah ile olan ilişkilerimizin ahlaki olmamasıdır. İnsanlar ilahlarına hep kendilerine benzetmeye çalışmıştır. (s. 16 ) Bir kısım Müslümanlar, Allah’ın sıfatlarını sadece lafız olarak ezberleyip bundan sevap kazanmayı ummuşlar, süslü levhalara yazarak duvarlarına asmışlardır. (s. 17) Peygamberimiz, ‘Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim’ ( İmam-ı Malik, Muvatta, Hüsnü’l-Huluk, s. 8) ) buyurmuştur.
Müslüman birey bahçedeki meyve ağacı gibidir. Bu ağacın kökü sahih (sağlam ve doğru) bir inançtır, gövdesi ve dalları ibadetler, meyvesi ise güzel ahlaktır. Meyve ağacının temel misyonu meyve vermektir. (s. 19 ) Kültürümüzde ahlak, çoğunlukla bir çeşit pısırıklık olarak anlaşılmıştır. Halbuki merhameti ve adaleti evrenselleştirmek (herkes için geçerli kılmak) bütün Müslümanların temel misyonu dur. Ahlaki yaşam tarzının karşılığı hemen alınamamakta ve kısa vadede kaybettirmektedir. Bu durum, insanı insanlıktan uzaklaştırarak vahşileştirmektedir. Bundan kurtuluş ise, sağlam bir inanç, çelikten bir irade, tükenmez bir azim ve engin bir merhametle ahlaki hayatla mümkün olabilmektedir. (s. 20 ) İslam üç unsurdan oluşmaktadır: inanç, ibadet ve muamelat. Muamelat ahlaki erdemlere dayanan insanı ilişkilerdir. (s. 21 ) İnanç ve ibadetler, ahlak meyvesi için birer hazırlıktır. Asıl amaç, kendisini salih amel olarak ortaya koyan ahlaktır. İnanç ve ibadetler, salih amele götüren araç olmaktan çıkıp bizzat amaç haline geldiğinde, inancımız ve ibadetlerimiz salih ameli doğurmamaktadır. (s. 22 ) Hz peygamberin vefatından sonraki dönemlerde: İslam toplumunu derinden sarsan iktidar hesaplaşmalarından sonra Hasan El Basri gibi bazı Müslümanlar tepki olarak kalabalıklardan uzaklaşmışlardır. Daha sonra kurumsallaşan tasavvuf ehli, kendilerinin bilgiyi vehbi olarak elde ettiklerini söyleyerek alimlerin bunca okuma ve bilimsel müktesebatını özellikle halk nazarında itibarsızlaştırmıştır. (s. 24) İslam dininin toplumsal yapısının harcı olan ümmet bilincini yok eden bu ırkçılık, tarihin her döneminde ümmeti parçalayan bir sorun olarak varlığını sürdürmüştür. Irkçılık davası farklı inançların kardeşçe yaşayabildiği ender ülkelerden biri olan Endülüs Emevi devletini kabile devletlerine bölünerek düşmanları için kolay lokmalar haline getirmiştir. (s. 25, 26 ) İnsan denilen varlığın damarlarında dolaşan çıkar duygusu, rüşvet ve çürüme, cephede yenilgi, ilim erbabında cedel, devlette şiddetli iktidar kavgaları olarak kendini göstermiştir. (s. 28 ) Modern Türkiye Cumhuriyeti Batı tipi hayat tarzını şeklen de olsa topluma kabul ettirebilmek için sayısız devrimlere imza atmıştır. Bu durum, modern Türkiye toplumunda büyük bir ahlaki boşluğa neden olmuştur. Kültür emperyalizmi, ülkemizdeki ahlak krizini iyice derinleştirmiştir. (s. 30 ) İnsanları sömürülebilir hale getirmek için önce onların dayandığı değerler sisteminin çökertilmesi gerekmektedir. (s. 31 ) Kendi değerler sistemini kuramayan toplumlar taklitçi durumuna düşer ve nihayet başkalarının sömürü ağlarında yem olurlar. İnsanları sömürülebilir hale getirebilmek için önce benliklerini tahrip etmek, tarihleri ile ilişkilerini kopararak kimliklerini yok etmek gerekmektedir. (s. 32 ) Güçlü devletler, sömürmek istedikleri kitlelerin nefsani duygularını tahrik etmektedirler. Gelinen bu noktada, toplumların rol davranışlarına yön verenler de düşmanları olmaktadır. (s. 33 ) Duygusal ahlak, insanın kendisini biyolojik istek ve arzularına ya da nefsani dürtülerine teslim eden ahlaktır. (s. 35)
Modern zamanın ‘güçlüleri’ akılcı ahlak sahibidir. Bu akıl, her konuda teknik yararlılığı ve kişisel çıkarı temel alan araçsal akıldır. (s. 36 ) Bu ahlak sisteminde yardımlaşma, vefa yoktur. Buna karşılık ekonomik çıkarları ayakta tutacak, maddi değerler özenle korunmaktadır. Örneğin iş ahlakı, işe zamanında başlayıp zamanında bitirmek, sistemli bir şekilde çalışmak. Alman filozof Kant bu ahlak sistemine ‘ödev ahlakı’ adını vermiştir. (s. 37 ) Akılcı ahlak, felsefi temelli bir ahlaktır. (s. 38) Her zaman çıkar hesapları yapmakta, çıkarı olmadığı yerlerde yıkıcı tezgahlar kurabilmektedir. Rasyonel/akılcı ahlak kurucuları, çıkarlarının olmadığı yerde kıvılcımı bir alev topuna dönüştürebilmekte, sömürmek istedikleri toplumlarda özellikle kapanmış yaraları kaşımaktadırlar. Akılcı ahlak, belli bir ırkın menfaatlerini temel aldığı, ahlaki sorumluluğun sınırlarını ülke sınırları ile eşdeğer kabul ettiği için uzun vadede ırkçılığı körüklerler. (s. 39 ) Günümüzde yaşadığımız küresel ahlaksızlıkların, çifte standartların, etnik şiddetin temelinde de bu ahlak vardır. Batı ülkeleri kargaşayı ve açlığı, kendi ülkelerinden ‘öteki’ olarak adlandırdıkları toplumlara ihraç etmişlerdir. Onlarda göre ahlaki değerler, toplumların sınırlarının ötesinde geçerliliğini kaybeder ve ihlal edilebilirler. Her zaman çıkar hesapları yapan, çıkarının olmadığı yerde selam bile vermeyen rasyonel ahlak sahipleri, daha çok para kazanmak için çevreyi, atmosferi, denizleri ve bütün yeryüzünü çöplük haline getirmişlerdir. (s. 40, 41)
Evrensel İslam ahlakında ise adalet, merhamet, paylaşma, vefa, samimiyet gibi ahlaki değerler, sadece belli bir ırk grup ya da zümre için değil herkes için geçerlidir. (s. 42 ) Esma’ü-l Hüsna, Allah’a inananların ahlaki değerlerini şekillendirecek en mükemmel ahlaki erdemlerdir. (s. 43 ) İnsan taptığı şey yani tanrısı kadardır. (s. 44 )
Hiçbir sistem ya da ideoloji, insan davranışlarının oluşumunu, tam olarak onun biyolojik isteklerine bırakmamıştır. (s. 45 ) Ahlaklanmak ayı bir çaba gerektirirken, erdemsiz bir hayat oluşturmak kendiliğinden olmaktadır. O’nun en güzel isimleri Allah’ta mutlak ve mükemmel şekilde bulunduğu gibi, ona inananlarda da mümkün mertebe bulunması gereken ahlaki erdemlerdir. (s. 47) Gazali’nin, ‘Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak’ dediği durum, esma-ül hüsna’daki mutlak ve mükemmel ahlaki niteliklerin insanın temiz fıtratına işlenebilmesi meselesidir. (s. 48 ) Yüksek erdemlere yönelebilmek iradi harekettir. (s. 49) Allah’ın en güzel isimlerideki mükemmel ahlaki erdemlerin insan hayatına rengini vermesinin de önü açılmalıdır. (s. 50 ) Gazali, ahlakı, insanın doğuştan getirdiği, beyaz kağıt gibi temiz olan fıtratının üzerine kendi iradesi ile inşa ettiği huyların toplamı olarak görmektedir. Gazali “Müslümanlar Allah’ın sıfatlarını davranış haline getirmeli ve bunların güzellikleri ile süslenmelidir.”der. (s. 51 )
Gazali Allah’ın en güzel isimlerinin ilk ikisi olan rahman ve rahim isimlerini şöyle açıklamaktadır: Merhamet edilen ihtiyaç sahibidir. Gücü yettiği halde ihtiyaç sahibinin ihtiyacını gidermeyene de rahim denilemez. Kuşatıcı rahmet hak eden ve etmeyeni kapsayan merhamettir. Allah’ın merhameti tamı ve kuşatıcıdır. ‘Rahman’ isminden kulun elde edeceği nasip, onun gafil olanlara acıması, nazik bir şekilde vaaz ve nasihat etmesi, gaflet içerisinde olanlara nefret değil, rahmet nazarıyla bakması, günahları gücü nispetince gidermekten geri durmamasıdır. Gazali’ye göre insan bu anlamları mecazi olarak yüklenebilir. İnsan, ‘Hâlik’ ismi örneğinde, yaptığı işi önce matematiksel bir şekilde tasarlayabilir, ‘Bârî’ ismini model alarak yaptığı işi sağlam bir şekilde yapabilir, ‘Musavvir’ ismi örnekliğinde ise, yaptığı işe estetik bir şekil verebilir. İnsanın iş ahlakını Allah’ın bu üç ismindeki güzel anlamlara göre oluşturması için öncelikle nefsine isyan etmesi gerekmektedir. (s. 52-54 ) ‘Melik’, her şey Allah’ın mülkü altındadır. Gazali’ye göre insanın mutlak anlamda melik olması düşünülemez, çünkü insan birçok şeye muhtaçtır.İnsanlardan gerçek melik olanlar sadece Allah’a muhtaç olduğunu bilen, Onun dışındaki şeylere olan ihtiyaçlarını mümkün olduğu kadar azaltabilendir. (s. 55) İnsan, nefis putunun bitmek tükenmek bilmeyen isteklerini yerine getirmeye kalkışırsa, baştan manevi sermayesi olan karakterini, daha sonra da bütün maddi sermayesini bitirebilir. Allah’ın mülkünde sadece onun yasaları geçerlidir. İnsan kendi mülkü olan bedenini hükmü altına alabilirse mülkünün meliki olabilir. İnsan diline gözüne Malik olabilirse, o da kendi mülkü olan bedeninin meliki olabilir. (s. 56 ) ‘Cebbar’ varlık âlemine koyduğu yasalarını hükmünü zorunlu olarak yürütmek anlamına gelir. İnsanında adaleti, vefayı sürdürebilmesi için kendisini zorlaması gerekir. (s. 57 ) ‘Rezzak’ Allah’ın mutlak anlamda rızık verici olduğunu bildirir. Allah rızık olarak yarattığı yeryüzü nimetlerine insanın bedenini yaşatabilmek niteliğini vermiştir Allah yiyeceklere besleyici özellikler verirken diğer yandan da insana, bu gıdalara karşı bir iştah ve arzu vermiştir. (s. 38 ) “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır.” ( Necm, 39) İnsanın elleri iş yapar ve kazandığını insanlarla paylaşırsa rezzak olabilir. (s. 59 ) ‘Fettah’ ismi ile Allah yol göstererek (hidayet ederek) insanların sorununu çözer. İnsan da halkın hem dünyevi hem de uhrevi sorunlarını çözecek seviyeye gelebilirse fettah isminden nasibini almış olmaktadır. Her insan bulunduğu yerdeki bir sorunu çözebilirse oranın fettah’ı olabilir. (s. 60 ) Allah’ın Zati sıfatların insanda bulunması mümkün değildir. Subuti sıfatlar insanda da belli oranlarda bulunabilen niteliklerdir. (s. 61 ) Allah’ın subuti sıfatları, Allah’ın en güzel isimleri gibi ahlaki tarzda yorumlanabilir. İnsanlara yararlı fikirler sunmalı, onları yanlış yola sevk etmemelidir. (s. 62 ) Allah kendi mülkü olan evrende zulüm ve kaos olmadığı gibi, insanların yaşadığı hayatta da olabilecek kötülüklere razı olmaz.İnsan kendi irade ve kuvvetini, Allah’ın irade ve kuvvetinden alabileceği güç ve ilhamla iyiye yönlendirebilir. (s. 63 ) İnsanda güçlü olduğu yerlerde iradesini zulümden ve kötülükten yana değil adalet ve iyilikten yana kullanmalıdır. (s. 64 ) Allah işittiklerini ifşa etmemektedir. Bizde insanların ayıplarını örtebilir, sırlarını onlara karşı birer şantaj malzemesi olarak kullanmamalıyız. Allah’ın ayetleri de ahlaki anlamda yorumlanabilir. (s. 65 ) Örnek olarak Kâfirun suresini verebiliriz. (s. 66 ) Tevhit inancına sahip olmakla birtakım putları Allah’a ortak koşmak arasındaki fark, her iki tarafında yaşadığı hayatın ahlaki niteliğinin birbirinden farklı olması demektir. (s. 67 ) Müslüman müşrikten farklı olarak, haram yemeyen, yetimin malına asla el sürmeyen izzet ve hikmet sahibi insandır. (s. 68 ) Fil suresi ile (s. 69) Kabe’nin putlardan temizlendiği gibi, insanın kalbinin de putlardan temizlenmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Eğer insan Kabe mesabesinde olan kalbini temiz tutar, oraya Allah’tan başka ilahları sokmazsa, kalbinin sahibi olan Allah onu heva ve hevese maskesine bürünmüş Ebrehelerden koruyabilir. Abese suresi ile (s. 70 ) Müslümanlar yeryüzünde büyüklük taslayan müstekbirlere değil, fakir bile olsalar samimi ve içten insanlara öncelik vermeleri gerektiğinin farkına varabilir, onlara diğerlerinden daha fazla değer verebilirler. (s. 72 ) Saffat, 97-107. ayetler: Müslümanların, kalplerinde büyüyen ve kendilerini Allah’tan uzaklaştırabilecek olan sevgileri, Allah için kurban etmeleri gerekir ki ona yaklaşabilsinler. (s. 74 ) Kurban kelimesi kesmek değil, yakınlaşmak anlamına gelmektedir. (s. 75 ) “Hayra öncülük eden, onu yapan gibidir.”; “Müslüman elinden ve dilinden diğerlerinin emin olduğu kişidir.”; “Ya hayır söyle ya sus” gibi hadislerde, doğrudan ahlaki mesajlar çıkarabileceğimiz hadislerdir. (s. 77)
Hz Adem’in eşi ile birlikte cennetteki yasak meyveden yemesini, bütün insanların Hz Adem gibi günah işleyebileceğini, ancak söz konusu günahların tövbe ile affedilmesinin mümkün olduğunu, insanların günahlarında ısrar etmeyerek Allah’tan af dilemeleri gerektiği mesajını vermektedir. Hz Nuh’un, Hud suresinin 45-47. ayetlerinde uyarılması. (s. 81 ) konusunda da, ayetlerde geçen uyarıları kendi hayatımız için ders çıkaracak şekilde yorumlanamazsak, ayetleri tarihin bir sayfasına gömmüş oluruz. Ayetler bizi biyolojik-etnik bağın iman bağının önüne geçmesinin bir çeşit bilgisizlik olduğunu söyleyerek, bizi ırkçılığa karşı uyarmaktadır. İtap ayetleri de ahlaki tarzda yorumlandığında, insanların davranışlarına yön veren ahlaki erdemleri dönüşmektedir. (s. 82 ) Ahlaki endişelerle yapılan bir eylemin bütün süreçlerinde Allah olmalıdır. İnsanın niyetinden eylemlerinin sonucuna kadar Allah ile beraber olması, O’na güvenip dayanması insanı sınırlamaz, aksine güçlendirir. İnsan özgürdür fakat, kendisini mutlak anlamda özgür kabul edip Allah’tan kopmaması gerekmektedir. (s. 83 )
Cedel-tartışma bir taraftan tartışma konusunu aşağı düşürürken diğer taraftan tartışanları birbirine düşürmektedir. (s. 86) Sadece mezhepler değil meşrepler, cemaatler ve tarikatlar arasındaki tartışmalar da ateşli bir şekilde devam etmektedir. Cedel, sadece yapanı vitrine çıkarttır, deniz suyu gibi içtikçe acıktırır. İnsanda cedel hastalığı, kendini gösterme illetinden dolayı bulaşır. Cedelde yenilen doymaz, yenenin ise nefsi kabarır.
Gazali’ye göre tartışmanın ahlaki ilkeleri şunlardır: Tartışmada elzem olan şeyler tartışılmalıdır. Tartışma kalabalıklar önünde yapılmamalıdır. Tartışma hakkı bulmak amacıyla yapılmalıdır. Tartışma yapan kimselerin birbirine karşı kibirli olmamaları gerekmektedir. Tartışmada hasmın söylediklerini, ‘Sen şöyle demek istedin’ diye farklı bir şekilde nakiledip, hasmı töhmet altında bırakmamalıdır. Taraflar hasımlarının kötü duruma düşmesine sevinmemelidir. (s. 88-89 )
İnsanlar eylemlerini, hakikatinin aynasında test etmelidir. (s. 97 ) İnsanın kendi kimliğini oluşturabilmesi için önce kendine dönmesi, kendini tanıması gerekmektedir. İnsan, ilah ya da ilahlarının ürünüdür, insanı onlar eğiterek şekillendirir. Bu anlamda insanın özellikle ilah ya da ilanlarını tanıması gerekmektedir. (s. 99 )
Dört türlü benlikten bahsedebiliriz. İnsanların içerisinde yaşadıkları kültürel çevrenin oluşturduğu hazır benlik ki, özgün bir benlik değildir. Rüzgar nereden eserse oraya doğru eğilirler. İkincisi, ötekine duyulan nefret ve kine dayalı olarak kurulmuş duygusal benliklerdir. Bu benliği besleyen kaynak, kişinin kendi imkanları değil daha çok başkalarının yanlışlarıdır. Üçüncüsü, bireyin kendi nefsini merkeze alarak kurduğu egoist benliktir. (s. 100) Dördüncüsü çıkarlarının köleliğinden kurtularak daha yüce bir ahlaki modele doğru hareket edebilen benliktir. İnsanın çevresindeki ilahlara ve nefs putuna hayır diyebilmesi için bunlardan daha mükemmel bir ilahi tanıyabilmesi gerekmektedir. Oda Allah’tır!
İbadetler, insanı erdemli bir hayata götüren güç olmalı, cennete girmenin araçları olmamalıdır. (s. 101) Modern tahribatı önlemenin yolu, İslam’ın özünü oluşturan güzel ahlakın yeniden ihyasıdır. Tarihin bütün firavunları ancak, benlik ve kişiliklerini güzel ahlak temelinde inşa eden kimseler tarafından bertaraf edilebilmiştir. Güzel ahlak, önce insanı sömürücü ilahların kulu olmaktan kurtarmaya ve özgürleştirmeye çalışır. Sahte tanrılar, güçlerinin yettiğini ezerler. (s. 103 )
Prof. Hasan Ayık, Ahlak sorunumuz
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.